| 
               
              
                | 
            
      
    |  
               
                 | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! 
        BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
              | 
                
           | 
            
      
              | 
               
                   İÇİNDEKİLER
              
               | 
            
      
              
              
              
              Ahmet CANBABA TAKLİTÇİLİK (ŞİİR HIRSIZLIĞI) 
              
              Ahmet CANBABA HATİCEM  
              
              Ahmet CANBABA KUŞ GRİBİ VE KURBAN BAYRAMI 
              
              Ahmet CANBABA MENDERES ÇIKMAZI 
              
              Ahmet CANBABA OYYY DEME OY İSTEME  
               
              
              Atilla ALPAY TAVLA  
              
              Atilla ALPAY ERTUĞRUL FİRKATEYNİ 
               
              
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU ERTELENMİŞ DÜŞLERİN ŞAİRİ ŞEVKİ DİNÇAL 
               
              
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU 2009 YILI KÜLTÜR 
              SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULACAK 
               
              
              Galip BARAN ÇÖZÜM  
               
              
              Hüseyin Hüsnü GÜREL Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma 
              Kurumu Başkanlığı’na ANKARA İlgili 
               
              İsa 
              KAYACAN TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU 
              İsa 
              KAYACAN TÜRK OCAĞI” YAZISI YERİNİ ALDI 
              İsa 
              KAYACAN BİR ANLATIM ZENGİNLİĞİ 
              İsa 
              KAYACAN SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE 
              İsa 
              KAYACAN KÜTÜPHANE; HEM TEFENNİ’DE, HEM ECE’DE OLMALI 
              İsa 
              KAYACAN ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ 
              
              İsa KAYACAN YILIN SÖZLERİNDEN SONRA 
              İsa 
              KAYACAN ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ 
              İsa 
              KAYACAN ABDURRAHİM KARAKOÇ 
              İsa 
              KAYACAN NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU 
              İsa 
              KAYACAN BULGARİSTAN’DAN TUNA BOYU DERGİSİ 
              İsa 
              KAYACAN AMATÖRDEN PROFESYONELE 
              İsa 
              KAYACAN DR. FARUK FAİK KÖPRÜLÜ’NÜN “CANIM KERKÜK”Ü 
              İsa 
              KAYACAN OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK 
              İsa 
              KAYACAN SORUMLULUK 
              İsa 
              KAYACAN RAMİZ MEHDİYEV’DEN DEMOKRASİYE GİDEN YOL 
              İsa 
              KAYACAN İSTİKLAL MARŞIMIZIN YAZILDIĞI EV VE ÇEVRESİ 
              GÜZELLEŞTİRİLDİ 
              İsa 
              KAYACAN BELEDİYE BAŞKANLARIMIZDAN 
              İsa 
              KAYACAN YENİGÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA 
              İsa 
              KAYACAN BURDUR’DA 1. ULUSLARARASI MEHMET AKİF SEMPOZYUMU 
              İsa 
              KAYACAN AZERBEYCAN'IN MİLLİ ŞAİRİ AHMET CEVAT  
              İsa 
              KAYACAN REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN EŞİNE İMZALADIĞI “MİSKİNLER 
              TEKKESİ” MİRASCISINA VERİLECEK  
               
              
              Mahmut Selim GÜRSEL KİMİMİZ 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL KURBAN VE BİZ  
              
              Mahmut Selim GÜRSEL SEN 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL SEN Kİ! 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL NE VAR NE YOK 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL BENİM DE GÖNLÜM VAR MIYDI? 
               
              
              Murat HACIOĞLU AŞK VARSA BEN DE VARIM 
              
              Murat HACIOĞLU GECE TERÖRÜ 
              
              Murat HACIOĞLU HAYAT BAZEN  
               
              
              Muhsin AKTAŞ HAYALLERİN  
              
              Muhsin AKTAŞ BİR BAKIŞTAN SIZANLAR 
               
               
              
              Mustafa Nevruz SINACI KUNDAKLANAN CAMİLER 
              
              Mustafa Nevruz SINACI ŞEHREMİNİ VE ‘3Ç’ TEORİSİ HAKKINDADIR 
               
              
              Mustafa Nevruz SINACI KAMU HİZMETİNİN KILCAL DAMARLARI BELEDİYELER 
              
              Mustafa Nevruz SINACI BİLİNÇLİ MİLLİ SİYASETE DÖNÜŞ 
              
              Mustafa Nevruz SINACI DEVLET HÜKÜMET VE HALK 
              
              Mustafa Nevruz SINACI DÖRDÜNCÜ GÜC SORUNU VE MEDYA TERÖRÜ  
              
              Mustafa Nevruz SINACI KÜRESEL UYGANLIK KRİZİ  
              
              Mustafa Nevruz SINACI MİLLİ SİYASET  
              
              Mustafa Nevruz SINACI SABİT ÜCRET REZALETİ  
              
              Mustafa Nevruz SINACI TERÖR ÖRGÜDÜNE 10 MİLYON EURO  
              
              Mustafa Nevruz SINACI TÜRKİYE İÇİN BAŞKANLIK SİSTEMİ 
               
              
              Rıza HARDAL BİR GÜN 
              
              Rıza HARDAL YİNE YERİMDE SAYARIM 
               
              
              Özkan KARACA HÜZÜN YAĞMURU  
               
              
              Selma GÜRSEL KURU MANTI 
               
              
              Serkan ÖKÇE DÖNÜŞ YOK 
               
              
              Yaşar KILIÇ MEMLEKETİM 
              
              Yaşar KILIÇ AHRET KAPISI 
               
  | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        KİTAP ismi  Sayfaya 
        dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
              TAKLİTÇİLİK (ŞİİR 
              HIRSIZLIĞI) 
              
              Modayı  ve 
              markayı  takip  eden bayanlar ne  giyerlerse  giysinler  kendi  
              üzerlerindeki  giysileri  bir  başkasının  üzerinde  görmekten  
              hoşlanmazlar.  “Şimdi  benden  görür  aynısını  diktirir  veya   
              keşke  satın  aldığım  yeri  söylemeseydim” diye  çoğu  zaman  
              kendini  suçlar. Tabiî ki  komşusu, ‘oda  alır’  aynısını.   
              Komşusunun üzerinde  gördüğü kendi  bluzunun  aynısını   değil 
              mi,  kanı  beynine  yürür ve  ‘ben yeni  bir şey  giyemeyecek 
              miyim’  diye  feryat  eder.   
              
              Türk moda   
              endüstrisinin tasarım  odaklı markalaşma  stratejisi  piyasaya  
              yeni  ürünlerini  sürer. Kimi  zaman  mutluluk  şık  görünmektir. 
              Tabiî ki  bir  emek  verilerek  üretilen  sitiller modayı  
              üzerlerinde  taşıyanların  estetiği  düşünülerek  dizayn  edildiği 
              için  her  işletme  sahibi  ürünlerini  tescil  ettirirler. Bu  
              bütün  ürünlerde  böyledir. Mobilya da İmalat  haneye modelleri  
              çalınacak  diye  yabancıları  sokmazlar. Teknoloji  ve  sanayi  
              hırsızlığı da  aynı  yöntemlerle  yapılır.  Ama  günümüzde artık  
              bu tür çalma  çırpmalarla  işletmeler  başa  çıkamaz  oldu. Açılan 
              tekstil  ürünleri,   , yapı  teknikleri, bilgisayar  ürünleri, 
              gibi  otomobilinden,  uçağa  tankından,  füzesine  kadar  her  
              şey   sergilenerek  satışa  sunuluyor. İşte  gerek  mini  
              fotoğraf  makineleri  ve gerekse  cep  telefonları  sergilenen  
              ne  varsa  hepsini  görüntüleyebiliyor. 
                          Tabiî ki  buda  taklitçiliği 
              hortlatıyor. Düşünün  müzik  sektörü taklit  kaset ve   CD’ lerle  
              başa  çıkabiliyor mu? 
              
              Çinliler gamma 
              knife cihazından bir tane  satın almışlar tabiî ki  kullanmak 
              için  değil. Cihazı  söküp  parçalamışlar benzerini  yaparak 
              satmaya  başlamışlar. 
              
              Hani  bir  işe  
              yeni  başlasanız  özentiden  ustanızı  taklit  edebilirsiniz,  ya  
              sonra  sonrası.  Siz  ustanıza  benzedikçe  onun  yapıtlarını 
              zirveye  taşırsınız. Oysa kendinize  özgü bir şeyler yaratarak  
              kendiniz  olsanız,  sanırım  bir  zaman  gelir  zirveye  oturan  
              siz  olursunuz. 
              Siyasette de  taklit  yok mu dur? Yıllarca  
              Erbakan Hocamız iktidarlara  batı  taklitçiliği  yaparak  bir  
              yere  varamazsınız  demiyor muydu? Batılı  taklit  ederek bir 
              yere  varamayacağımızı  söyleyenler  iyiyi,  doğruyu  taklit  
              edin  diyor. Yani  imam ne yaparsa  sizde  imamın  yaptığını  
              yapın. Onların  taklitten  anladığı  ahlak  kavramıdır. Biz  
              onların  ahlakını  taklit  ederek  toplumumuzu  bozuyoruz,  
              toplumu  ahlaksız  yapıyoruz. Yani  batının  temizlik  kavramıyla  
              kendisini  Müslüman  görenlerin  temizlik  kavramları  arasındaki  
              farkı  görmelerini  isterdim  doğrusu. Örnek  alınmakla  
              taklitçiliği de  karıştırmamak  gerekir  diye  düşünmeliyiz. Eğer  
              yaptığınız  taklit  bir  başkasını  zarara  sokmuyorsa  ama  o  
              taklit  ettiğiniz  şey  toplumun  menfaatineyse o şeyi  taklit  
              etmekte de    yarar  vardır. Tabiî ki  biz  buna  örnek  alınma  
              demeliyiz. 
              
              Şimdi  düşünelim  
              Müslümanlığın  bütün kurallarını  taklit  ederek  yükselmiş,  
              zengin olmuş  bir  devlet  var mıdır? Ama kendilerini Müslüman 
              görüp, para toplayarak birisi zengin olmuşsa, aynen onu taklit 
              ederek bir başkası da halkın dini duygularını istismar etmiş,  
              para  toplayarak  zengin  olmuşlardır. Şimdi  o  zengin olanlar  
              başımızda, çevremizde  bizi  idare  ediyorlar. Bankalarıyla,  
              ibadethaneleriyle, okullarıyla bizleri kuşatmışlar. Taklitçilikle 
              kazandıkları milyarlar halkı fakirleştirmiş,  bir  zamanlar  
              parası  pulu olup ta  onlara  muhtaç  olmayanlar  şimdi  onların  
              verdikleri  yardımlarla  yaşar  duruma  gelmişlerdir. 
              
              İnsanlar 
              beğendikleri  her şeyin taklidini,  sahtesini,  hırsızlığını  
              yapmaya  çalışıyorlar.  Yalnız şiir mi dersin?  İlacından giydiği 
              ayakkabıya,  elbiseye, bilgisayarından,  telefonuna kadar  her şey 
              taklit. Aşkta, acıda, kederde sahtecilik  yok mu  sanırsın. 
              Cinayeti işleyen  kişilerin  öldürdüğü  kişinin  ailesinin  
              yanında  sahte  gözyaşları  döktüğü,  dostlukların  sahte  olduğu  
              insan hayatında  her  zaman  vardır. 
              
              Üretmek mi?  
              Üretmek  akıl  ister. Fikir  taklidi,  hele  aynısını  yazarsan  
              adına  hırsızlık  denir. Herkesin  beğendiği  yapıtın  sahibi  
              alkış  alır  sen kıskanırsın  ve  herkesten  büyük olma  krizine  
              girersin,  ne  yapacaksın  o  zaman. Taklit  edeceksin. Çünkü  
              taklitte  zahmet  yoktur. Zahmet  olmadığı  zamanda  karşımıza  
              korsan plaklar,  korsan  kitaplar  gibi  bir  korsan  sektörü  
              çıkar ki  emeği,  üretimi  ayaklar  altına  alır. 
              
              Topluma  zararı  
              dokunan taklitçilerle  elbirliğiyle  mücadele  etmemiz  gerekir. 
              Her  yazar, her şair kendi  arkadaşlarının  yapıtlarının  
              takipçisi  olmalı  hatta  tanımadığımız  büyüklerimizin  bile  
              yapıtlarına  bir  başkası  benim  diye  sahip çıkabilir.Ve  böyle  
              bir  kültür hırsızlığını yakalıyorsak  şayet  onlarında  
              haklarını  korumak  bizlerin  görevi  olmalı.
                
              
              Her  yazarın  
              kendine  özgü  bir yazı yazma  sanatı  vardır. Birbirlerini  
              tanıyan  yazarlar,  şairler  kendi üsluplarına  göre cümlelerini  
              kurar,  belleklerindeki  kelimeleri  ona  göre  seçerler. Ancak  
              tabiî ki  okuyup  kendi  güncelinde yenilikler  yaratma, beyninin  
              laboratuarında yeni  denek kelimelerle  harmanlanmış  yeni  
              akımlar  getirmekte  olasıdır. 
              
              Edebiyatta biraz  
              isim  yaptınız mı  onun  rantı da  peşinden  gelir. Ancak rant 
              sağlayacağım diye de  kaliteyi  düşürmek olmaz. Siz  kendi  
              doğrunuzda  devam  ederken  bir başkasının  gözü  kulağı  sizin 
              üzerinizdedir. En kısa  zamanda  bir  bakmışsınız bir  yerden  
              taklidiniz  sürgün  verivermiş.  Tabiî ki  sizin  tiryakileriniz  
              yani okurlarınız boş  duracak  değiller ya,  bir yerlerde  okunan  
              bir  şiir  sizin  tiryakinize  tanıdık  gelip  o okunan  şiire  
              kulak kabartabilir. Bizde de öyle oldu.  
              Şiirler bizim şiirlerimiz olmayabilir gene 
              de  böyle şiir  taklitçiliğine  göz  yummayarak  eser  sahipleri  
              arkadaşlarımızın, dergi  ve  gazete  sahibi  dostlarımızın  
              taklitçilik  ve  hırsızlık  olaylarından haberdar  edilmeleri  
              gerektiğini   düşünüyorum. Bu  gibi  kişilerin  ispatlanmış  
              çalıntı  eselerlerle  yayınlanmış kendi  eserlerinin birlikte  
              görüleceği bir  liste yapılarak  tüm  şairlerin  kendi  
              arşivlerinde    bulundurması  zaruret  haline  gelmiştir 
                
                  | 
      
      
        | 
                 | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - HATİCEM 
                
 
                -  
 
                - Eş için ağaca bez asma  sakın
 
                - Arama  boşuna  yatır  Haticem
 
                - Ne çıkarsa şansa  bahtıma  deyip
 
                - Aşkı  bu kadarla  yetir  Haticem
 
                -  
 
                - Bu  sade  sevginin  bakma  çapına
 
                - Kaç kişiyiz  şurda  topu topuna
 
                - Arsız yapma  beni  gönül  kapına
 
                - Kırgınlığı  burda  bitir  Haticem
 
                -  
 
                -  İçten  bakışınla yaramı  sarsan
 
                - Geleceğin  hüzün   bensiz  yaşarsan
 
                - Hayatın tadına  hele  bir  varsan
 
                - Yerim  seni  çıtır  çıtır  Haticem
 
                -  
 
                -  Ruhun, aşkta gıda çoğunluğunu
 
                - Yaşa   tüket  sevgi  öğünlüğünü
 
                - İçindeki  duygu  yoğunluğunu
 
                - Kağıda  dök   iki  satır  Haticem
 
                -  
 
                - Herkese  yaşamdan  olmalı   dersin
 
                - Senin  gibi herkes  murada  ersin
 
                - Açık kapı  bırak içeri  girsin
 
                - Mutluluğu  geri  getir  Haticem
 
                -  
 
                - Arzu  ettiğinde çalınsın  zilin
 
                - Aşkı çok yaşasan  tükenmez  pilin
 
                - Yılanı dost eder bir tatlı  dilin
 
                - Kırmayasın  gönül  hatır  Haticem
 
                -  
 
                - Ekmişim  bir  tohum içimde  bitir
 
                - Gelecek  kar  gibi  zaman  eritir
 
                - Solmasın  sulayım   bir  demet  getir
 
                - Sevda  bahçesinden  ıtır  Haticem
 
                -  
 
                - Kötülük   bulma sen  şerre  gelme  sen
 
                - Mutluluk kapında  hüzün  bilme  sen
 
                - Benim  yüreğimde  bensiz  kalma  sen
 
                - Geç  gönül  köşküme  otur  Haticem
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   
                  KUŞ  GRİBİ  ve KURBAN BAYRAMI  
                  
                
                 
                Her sene
                Bir hayvan  katliamı  bayramı yaşanır.
                Çifte  sürülen  öküz
                Ağzı  süt  kokan  kuzular
                Koçluğunu  yaşayamamış koçlar
                Buzağı  veren  inek
                Biriniz  hastalanınca şaptan
                Hepiniz  öldürülürsünüz.
                Kurunuz  yaşa  karışır
                Ölüm  yanlarınız  ağır  basar.
                 
                Kuyrukta  kurbanlıklar kesilmeye durur.
                Kaçanlar  kurtulamaz
                Katliamlar  kuyrukta.
                 
                Ne  koyunlar  gitti,
                 
                Ne danalar, ne  develer.
                Hayvanlar  öldü  
                Biz bayram yaptık.
                 
                Bir  tomurcuk  gül  gibi 
                 
                Bir  öpücük  düşmüştü  gagasına  civcivin
                Civcivi  seven  bir  çocuktan.  
                 
                Sen  kesilmeye  büyürsün  civciv
                Tavuk olup.
                Kazanç kapısısın  insanların.
                Kimi zaman yaşamın  kundaklanır  
                 
                Sarmışsa yurdumu  
                Kasıp kavurmuşsa  hele grip.
                Canlı  canlı  gömülür  toprağa,
                Diri diri  yakılır  gözyaşları.
                Ne tavuklar  gider 
                 
                Ne horozlar   hindiler  sayısız.
                Her yerde can pazarı.
                Ölümler  karışır   birbirine
                Ölümler çeşit  çeşit.
                Yalnız bizde ilkellik.
                Yalnız bizde her taraf
                Canhıraş mahşer  yeri.
                 
                Yalnız  bizde  ölümün kaderi
                Biraz daha  vahşi
                Biraz daha  acımasız
                Biraz daha  beterin  beteri.
                 
                
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - MENDERES  ÇIKMAZI 
 
                
                -  
 
                - Sevda  türküleri  söylerken 
                 
 
                - Sevgililer  fısıltılarla
 
                - Aldandım.
 
                -  
 
                - Ölüm  düştü   
 
                - Ölümler düştü
 
                - Parçalanmış  bedenlere
 
                - Kahbe  bir bombada
 
                - Haber  soludum.  
 
                -  
 
                - Görgü  tanıkları
 
                - Olay yeri
 
                - Feryat  figan.
 
                - Muammer,  güler
 
                - Gözlerim boşaldı
 
                - Hain ve acımasız teröristlere 
                 
 
                - Lanet  okudum.
 
                -  
 
                - Korku  cam kırıklarında
 
                - Darmadağın.
 
                - Hırsından  kilitlenmiş  dil
 
                - Ve  hırsından kilitlenmiş  yumruk
 
                - Ve  gözyaşından  ıslanmış  mendil.
 
                - Ağıtlar  çökmüş  gözlere
 
                -  
 
                - Acılara  sağır  ten 
                 
 
                - 27 Temmuz  gecesi. 
                 
 
                - Dağılmış  sokaklara  korkulu  gözler
 
                - Kangölüne  düşmüş  suretler
 
                - Damarlarda  çürümüş kan
 
                - Ölüm  sebil.
 
                -  
 
                - Can  çıkmazına  döndü  sokak 
                 
 
                - Teselliye  kaçmış  üzüntüler
                 
 
                - Hain  tuzaklara  yem.
 
                - Zavallılar  sürüsü
 
                - Bu gün   
 
                - Utanç  duvarına  çarpmış.
 
                -  
 
                - Amerikan uşağı  pkk
                 
 
                - Dönekler  ordusu  yaratmış
                 
 
                - Bir habis  ur gibi  memleketimde.
 
                - Burjuvazi
 
                - Yaşamda  bir  devinim
 
                - İleri,  geri  sağ,  sol
 
                - Orta  yol
 
                - Oltada  yem.
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - OYYY  DEME  OY  
                İSTEME    
 
                -  
 
                - Deme  niçin?  
                 
 
                - Anlıyorsunuz
 
                - Bilinçsiz  bir  ölüm  için
 
                - Tekrar  dön işsizliğine.
 
                -  
 
                - Sana  arka  çıkanlar
 
                - Elinden  tutarlar  belki.
 
                - Süzülüp  imbiğinden  geçerken
 
                -  
 
                - Hayatın,  
 
                - Her  gülüşüne 
                 
 
                - Bir  kıvılcım  tütsülenir.
 
                -  
 
                - Yaşamı  borç  bil. 
                 
 
                - Acısını  yaşayıp
 
                - Gözlerinin  içine  sokulurcasına
 
                -  
 
                - Köle pazarının  hazırlıklarında
 
                - Saldırgan  yüzleri
 
                - Vampir  çığlıklarının.  
                 
 
                -  
 
                - Sen hayatını koyarsan
 
                - Koy
 
                - Bir  hırka   
 
                - Bir lokma ya.
 
                -  
 
                - Un   
 
                - Sabun
 
                - Pirinç yağ
 
                - Peşinden
 
                -  
 
                - Oyyy   
 
                - Oy.
 
                -  
 
                - Herkesin  bir  duruşu  var
                 
 
                - Hayat  denen  oyunda.
 
                -  
 
                - Tedirginlik  hörgücü
 
                - Bir  dağ  gibi  durur
 
                - Önünde.   
 
                -  
 
                - Ne  bentler  kurulur 
                 
 
                - Rüyalarının  önüne,
 
                - Ne  seğirtmelerle  yetişilebilir
                 
 
                - İnsan   
 
                - Düş e.
 
                -  
 
                - Düşe düşe   
 
                - Döllendikçe  dert,
 
                - Yağlı  bir  urgana
 
                - Asılı kalır ömür,
 
                - Ya da kömür
 
                - Ya da erzak
 
                - Oy  olmuş
 
                - Oyyy  
 
                - Oy.
 
                -  
 
                - Küflü  bir  kaçışın ardından
 
                - Işıkla  ıslandılar
 
                - Bilimin  sırrıyla  beslenip
                 
 
                - Sığ  sularda.
 
                -  
 
                - Mevsimler  suskun. 
                 
 
                - Yağmurlar  uyur 
                 
 
                - Yağmur  duasına  inat.
 
                -  
 
                - Birşeyler  fısıldıyor
                 
 
                - Bir  günlük  yaşamım.
 
                -  
 
                - Irgatlığım   günlük.
 
                - Günlük  satılmalarım
 
                - Ya  borç  aramakla  geçer
 
                - Ya iş.
 
                -  
 
                - Güneş  aldatır  beni
 
                - Gök  kara  bulutlarla  kapanmış
 
                - Yağmur  aldatır. 
                 
 
                -  
 
                - Yada
 
                - Kendimizi  eskitmek 
                 
 
                - Kalır yanımıza  kar
 
                - Yasaklı  dudaklarım 
                 
 
                - Ve isyanlarımızla  birde
 
                - Hışmını  üstüne  çekti mi
 
                - Para babalarının
 
                - İş öksüzüyüz
 
                - Aş  yetimi
 
                - İhanet  şimdi
 
                - Bol kepçe
 
                - Böyle yaşamda
 
                - Kimseye mihnet  edilmez
 
                - İlle kelepçeli yaşamak mı
 
                - Mahkumiyet  dediğin
 
                - İş yok
 
                - Aş yok
 
                - Son   
 
                - Muson  
 
                - Yağmurlarından   
 
                - İçimdeki  sel
 
                - Canım  yanıyor  
 
                - Oyyy
 
                - Oy
 
                -  
 
                - Üryandık
 
                - Lal  dudaklarda  
 
                - Suskunluk  payına  baş  eğmeler
 
                - Nasıl  tedirgin 
                 
 
                - Doğduğumuz  topraklar
 
                - Bir  lokmacık  aş  veremiyorsa
 
                - Yangın  söner  yüreğimde
 
                - Hiç kimsenin  nesine
 
                - Ben yanarım
 
                - Sen  farkında  değilsin
 
                - Hiç kimse   
 
                - Aldırış  etmiyor
 
                - Hiç kimsenin  sesine
 
                - Bende  doğmayı  unutmuş 
                 
 
                - Onda  batmayı  bir  güneş
 
                - Sabır  aşı
 
                - Sarı  tütün  
 
                - Bir  rüzgarki  eylül lodosu
 
                - Gün yanığı  yüzlerde
 
                - Dikilmek  ayrık  otuna
 
                - Yokluğa  uyanmak
 
                - En  acısı
 
                - Nasır  tutsun  dertler  bende
 
                - Tiryakisi  olmalıyım  diyorum
 
                - Tiryakisi
 
                - Acının   
                 
 
                - İstemediğiniz her şey
 
                - Bende  kalsın
 
                - Yüksünmem
 
                - Oyyy  oy  deme
 
                - Oy
 
                - İsteme
 
                - Oy  oy
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   TAVLA
                
                
                 
                
                Ortalığı kavuran güneş batmak 
                üzereydi. Ecabad'a giden karayolunun kenarındaki şirin bir köyün 
                asmalı kahvesinde ahali oturmuş dinleniyordu. Kimi yoldan geçen 
                araçları izliyor, kimisi tv seyrediyor, kimisi nargile 
                tokurdatıyor, kimisi de çay içiyordu. Ortadaki alçak mermer  
                havuzun etrafına serpiştirilmiş masalarda oturanlar yine yorgun  
                ve sıcak bir günün sonunda akşam serinliğini  bekliyorlardı.
                
                Bir yolcu otobüsü geçti. 
                Peşinden bir başka özel vasıta. Derken başka bir  araç göründü, 
                sinyallerini yaktı, yavaşladı, yaklaştı ve kahvenin önünde 
                durdu. Bir müddet dışarı  çıkmamak için duraklayan yolcular 
                nihayet pencerelerden başlarını uzatıp, çevreyi incelediler. 
                Direksiyondaki; aracın kaputunu açan çubuğu çekti ve  aşağı 
                indi, bunu diğeri takip etti. İki orta yaşlı turistti gelenler. 
                Kahveci birkaç adım öne çıktı. Yüksek bir sesle bağırdı.
                
                -Welkam,velkam..Kola var,pepsi 
                var,ayran var.
                
                Nargile içenler,tavla 
                oynayanlar,velhasıl herkes o tarafa dönmüş gelenlere bakıyordu.
                
                
                -Bunlar turist galiba !
                
                -Tabii turist baksana.
                
                -Yoksa ne işleri var burada.
                
                
                -Ne olacak dedelerinin 
                mezarlarını  ziyarete geldiler. Başka neden gelsinler ki 
                
                
                -Bunlar İngiliz, çocuklar,
                
                -Nereden anladın Gazi dede.
                
                -Birde soruyorsun,Gazi Deden 
                elli yıl önce kimlerle çarpıştı, burada..
                
                -Elbette tanır,insan dostunu da 
                tanır düşmanını da.
                
                -Öyle değil mi Gazi dede.
                
                -Öyledir İnşallah,Allahualem..
                
                 
                
                Turistler  ilerlediler,kadın 
                olanı etrafa bakınırken kahveci  koca bir maşrapa su ile yanında 
                belirdi.. Araç su kaynatmıştı. Radyatör kapağından buhar 
                çıkıyordu. Durum anlaşılmıştı.
                
                -Ben var şok teşekür etmek.
                
                -Birşey değil , buyrun,velkam, 
                cold cola,soğuk ayran,türkiş kafi..
                
                Kahvenin önündeki çeşmede 
                yüzlerini yıkadılar, birkaç köylü ayağa kalktı, içeri buyur 
                etti. Bir tanesi ellerini sıktı. Herkes kendince bir şeyler 
                söyledi. Ortadaki havuzun kenarına, kahvenin en serin yerine 
                oturttular misafirleri.
                
                Herkes merakla bakıyordu 
                gelenlere. Hâlbuki turistlere alışkındılar. Hemen her sene 
                binlercesi gelir, harp sahalarını ve abideleri ziyaret  
                eder,köyden alışveriş yapar,burada oturur dinlenir,sonra da 
                giderlerdi.
                
                -Biğğ kola and biğ türkiş kafi,please.
                
                -Okey, mr. Allright kafi sade mi 
                olsun,normal ?
                
                -Sağde,sağde,su da,cold water,
                
                Kalabalığın ilgisi 
                misafirlerden  yavaş yavaş çekildi. Onlarda rahat rahat 
                serinlemeli ve misafirperverlikte bir kusur edilmemeliydi.
                
                -Where are you came from, Mr.?
                
                Birden  bütün başlar havuzun 
                öbür başında tavla oynayan Gazi Dede' ye döndü.
                
                Turist birden silkindi,şaşkındı.
                
                -Ooo,Yeaa.Good, We came from 
                İstanbul.!
                
                -Why?
                
                -Visiting , For memory ,For my 
                dads grave..
                
                Kimse şaşkınlığını üzerinden 
                atamamıştı
                
                -Vay Gazi Dedem ingilizce de 
                biliyormuş.
                
                -Biliyormuş da bizim haberimiz 
                yokmuş.
                
                -Ne dedi bu gavur Gazi Dede.
                
                -Büyükbabasının mezarını 
                ziyarete gelmiş.
                
                -Sen nereden biliyorsun 
                İngilizceyi dede, Ya,
                
                -I.cihan harbinde bizi Glasgowa, 
                bunların memleketine gemi almaya gönderdilerdi. O zamanki 
                harbiye-i umumi reisi Enver paşaydı. Orada üç ay kaldık ve kurs 
                gördük. Bende çarkçıbaşıydım.
                
                İstanbul da idadiyi 
                bitirmiştim.Harp çıkınca askere çağrıldım. Sonra muharebe 
                başlayınca vermeye yanaşmadılar,halbuki parasını 
                ödemiştik,,bizde kalkıp gelip harbe katıldık. Hepsi bu.
                
                -Vay amma hikaye ha, roman gibi.
                
                -Bu konuya film çevrilir be Gazi 
                Dede..
                
                -Susun bakayım, edepsizlik 
                etmeyin. Şurada misafirlerimiz de var.
                
                -Bırak çocukları, sevdiklerinden 
                böyle yapıyorlar. Benim bir şikâyetim yok.
                
                -Tabii, biz bu günleri onlara 
                borçluyuz.Benden bir çay Gazi Dede'me..
                
                -Allah uzun ömürler sıhhat ve 
                afiyetler versin.
                
                -Seni başımızdan ve köyümüzden 
                eksik etmesin.
                
                -Amiin.!
                
                 Turistlerin biraz dinlendikleri 
                her hallerinden belliydi. Dede onlara da İngilizce olarak durumu 
                anlattı. Sonra karşısındaki ile tavlaya kaldığı yerden devam 
                etmeye koyuldu. Turistlerin şaşkınlıkları ve hayranlıkları daha 
                da artmıştı. Nihayet kahveci kola ve kahveyi getirdi..
                
                 
                
                Bir ara erkek İngiliz’in tavlaya 
                aşina olduğu anlaşıldı. Çünkü  oturduğu sandalyeyi biraz 
                çekerek  dedenin masasına yaklaştırmış,, hem kahvesinden bir 
                yudum alıyor;  hem de dedeyi izliyordu
                
                Köyün en yaşlı insanı ve bir 
                Çanakkale gazisiydi. Yaşı yetmişi geçeli çok olmuştu. Sempatik 
                cana yakın bir ihtiyardı. Bastonuna  dayanarak hemen her gün bu 
                kahveye gelir, önüne gelenle tavla oynar, herkesi yener,çayını 
                içer ve akşam namazında tam ezan okunurken de  giderdi.Öyle ki  
                birkaç  gün kahveye gelmese hemen merak eder ve evine yollanır 
                halini sorarlardı
                
                Nihayet tavla bitti. Oynadığı 
                köylü yenilmişti. Saf saf dedeye bakıyordu.
                
                -Benden bir çay dedeme..Vallahi  
                pes.Bu yaşta bu zeka..Maşaallah...
                
                -Eyvallah, sende dikkatli 
                oynasaydın.
                
                Kahveci çayı getirdi. 
                
                
                Turistler merak içindeydi. 
                İngilizce konuşan ihtiyar bir tavla ustasıydı.
                
                -Sen var benle oynamak, bekgamın.
                
                -okey,mr,sitdown,wait a minute, 
                I,m drinking tea, my tea time,now.
                
                -allright ,I 'm waitin here
                
                Ortalık  derin bir sessizliğe 
                bürünmüştü. Gazi Dede keyifle çayını  yudumluyordu.
                
                 Rakibi de kalktı, aracına doğru 
                ilerledi otomobilinin suyunu koydu,radyatörün kapağını kapattı. 
                Hanımı da aracın içini yerleştirmeye koyulmuştu.
                
                -Yes Sir, I,m Okey. Lets play 
                the backgammon.
                
                -Okey, I am ready,
                
                Güneş iyice köyün arkasındaki 
                dağlara gömülüyor, hafif hafif esen bir meltem asmalı kahvenin 
                çardağına hoş bir serinlik getiriyordu.
                
                Nihayet oyun başladı. Bütün 
                köylü halka olmuş, sandalyelerini dizmiş oyunu seyrediyorlardı.
                
                -Şeş!
                
                -Five!
                
                -Düşeş
                
                -Gate,
                
                -okey
                
                -Yek,
                
                Asrın maçıydı sanki.Nefesler 
                tutulmuş, gözler bu iki oyuncuya kilitlenmiş, dikkatler 
                yoğunlaşmış, kaşlar çatılmıştı..
                
                Epey bir zaman geçti. Oyun öyle 
                güzel gidiyordu ki İngiliz' in de yaman olduğu anlaşıldı.
                
                Nihayet bir gürültü  koptu. Gazi 
                Dede son pulu hızla tavlaya indirdi . ve "tuuş" diyerek oyunun 
                bittiğini ve zaferini ilan etti.
                
                İngiliz şaşkındı, nasıl bu kadar 
                çabuk ve güzel yenilmişti. Hala şoktaydı, adeta dili tutulmuştu.
                
                -Dede kazandı.Yendi İngiliz’i.
                
                -Evet, İngiliz mağlup,
                
                -Hayret, Bravo Dede ,Ya.
                
                -Maaşallah Dede,Maaşalah..
                
                Gazi Dede havuzun kenarına 
                astığı bastonunu aldı ve ayağa kalktı. Bir eliyle bastonuna 
                dayanırken bir eliyle de tavlayı kapattı. 
                
                -Give me your hand !
                
                İngiliz elini  uzattı ve 
                sıkacak  zannetti. Dede tavlayı koltuğunun altına sokarak.
                
                -Take your backgamın(tavlanı 
                al),geçmiş olsun.its okey.dedi..
                
                Herkes şaşkınlık içindeydi. 
                Kalabalıktan ve İngiliz’den çıt çıkmıyordu. Dede yeleğinin 
                cebinden köstekli saatini çıkardı ve baktı. İlerde köyde 
                minareden ezan sesi yükseliyordu. Sonra kalabalığa döndü. Yaşlı 
                Çanakkale gazisinin ağzından dökülen cümleler kahvenin ortasında 
                bir top gibi patladı.
                
                -Biz bunlara burada yenilmedik, 
                tavlada mı yenileceğiz?
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   ERTUĞRUL FİRKATEYNİ
                
                
                2.Abdülhamit Han’ın emriyle japonya ile Devlet-i Ali' i Osmani 
                arasındaki dostluk ilişkilerini pekiştirmek amacıyla bir  gemi 
                hazırlanır.
                
                İçinde 
                kalabalık bir seçkin insanlar heyeti ve hediyelerle Japonya’ya 
                gidilecek ve imparatora Ulu hakanın selamları ve dostluk 
                mesajları sunulacaktır.
                
                Zamanın en 
                büyük gemilerinden yelkenli ve üç direkli Ertuğrul firkateyni bu 
                sefer için günlerce hazırlandı.
                
                Japon 
                imparatoruna nadide mücevherler, doru atlar, gümüş eyer ve koşum 
                takımları, atlas çadırlar,hanedan üyelerine  ipekler ,tüller, 
                halis dokumalar, ibrişim,incili ve simli kaftanlar, sedef 
                kabzalı kılıçlar, tombak miğferler ve kalkanlar, gergedan 
                boynuzu yaylar, çakmaklı altın kaplama kundaklı tüfekler; 
                ülkedeki meyva ,sebze ve yemişlerden hazırlanan kumanyalar ve 
                buna benzer değişik armağanlar itina ile hazırlanmış ve nihayet  
                yola çıkılmıştı.
                
                Bir buçuk 
                ay süren  yolculuk neticesi Japonya’ya  varıldı. İmparatorun 
                huzuruna çıkıldı. Ziyaret de, oradaki geziler de , karşılamalar 
                da her şey muhteşemdi. Osmanlı uleması, fen adamları ve 
                sanatkârlar için bu ülke adeta bambaşka bir yer ve bir masal 
                ülkesiydi.
                
                -Ama 
                efendim..Bu kadar  kısa zamanda bu hazırlığı yapamayız. Tamam 
                heyeti  karşılarız ,devlet konukevine  yeleştiririz. Fakat..Baş 
                üstüne Efendim..anlaşıldı efendim..
                
                Heyet çok 
                kalabalık efendim. Konukevine sığmadılar... oteline 
                yerleştirdik. Heyette bir çok da budist rahibi var.
                
                -Bu heyet  
                ne gerekçeyle gelmiş, gelmeden önce konsolosluğumuza  
                bildirmişler mi ?
                
                -Evet 
                efendim,
                
                -Peki 
                konsolos bize bildirmiş mi?
                
                -Evet 
                Efendim.  
                
                -Peki  
                bizim niye haberimiz yok.
                
                -Bu kadar 
                ciddiye alacaklarını sanmıyorduk efendim.
                
                -Neyi
                
                -Ertuğrul 
                gemisinin batışının ..yılını anmak üzere ülkemize gelerek dini 
                bir tören yapmak isteyeceklerini..
                
                -Hoppala, 
                ne yapacağız. Bunları, Ayasofya’ya mı götürsek,ya biz laik bir 
                ülkeyiz. Ne dini töreni. Hemen dışişlerini ve başbakanlığı 
                arayın.
                
                -Haber 
                geldi mi.
                
                -Evet 
                ,gereğini yapınız diyor.
                
                -İyi bizde  
                protokole  haber verelim bari..Ama herkesin işi gücü var .
                
                -Nereyi 
                ayarladınız..
                
                -Dolmabahçe 
                sarayı, muayede salonunu.
                
                -Ala , 
                haydi  kolay gelsin..
                
                O gün çok 
                ekren saatlerde kalabalık Japon heyeti için Dolmabahçe sarayı 
                açıldı.  Sabah gün doğmadan boğazın sularına karşı Dolmabahçe 
                rıhtımında Budist rahipler tarafından yapılan Ertuğrul 
                şehitlerini anma duası ve töreni ile boğaza bırakılan çelenk 
                görülmeye değerdi. Ülkemizde bu kadar çok sayıda Budist rahibi 
                ve onların gerçekleştirdiği bir dini tören ilk defa oluyordu. 
                Bir daha da olacağı yoktu. Sonra salona geçtiler. Tütsüler 
                yakıldı. Güneş yavaş yavaş doğuyordu. Garip enstrümanlardan 
                çıkan ince ve titrek sesler eşliğinde yine dualar edildi. Daha 
                sonra herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Saatler süren 
                bekleyiş sona erdi. İstanbul protokolü nihayet korumalar ve 
                eskortlarla tantanalı bir şekilde saraya geldi. Kapılar açıldı, 
                telsizler çalışıyor, korumalar birbiri ile yarışıyor, bir 
                hareketliliktir gidiyordu.
                
                Türk 
                heyeti  Muayede  salonunun kapısında frak ve smokinleri ile 
                göründüğünde içerden güzel tütsü kokuları yayılıyor ve garip 
                enstrümanlardan ince ve ahenkli duygusal sesler çıkıyordu. 
                Kimono ve ulusal giysileri, nahif makyajları içinde bayanlar bir 
                kenarda oturuyor, saz heyeti  bir başka kenarda iken Budist 
                rahipleri de ellerini  kavuşturmuş dua ediyor; erkekler de 
                samuray kılıçları ve topuz yapımı saçlarıyla,ince sarkık 
                bıyıkları ve sert bakışlarıyla bağdaş kurmuş birer buda heykeli 
                gibi oturuyorlardı.
                
                Heyet 
                birden durmak zorunda kaldı. Çünkü kendilerini  ayakta 
                karşılayan  frak,smokin veya koyu renk elbiseli güler yüzlü 
                adamlar yoktu. Sanki bir tarihi film dekorundan çıkmışçasına 
                yüzü aşkın Japon Dolmabahçe Sarayının o tarihi dekorunda ince 
                minderler üzerinde yere   oturmuş dua ediyorlardı.
                
                Kısa bir 
                sessizlik oldu. Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Sonra bir Budist 
                rahip yüksek ve davudi bir sesle dua etmeye başladı. Diğerleri 
                de tasdik eder bir hece ile mırıldanıyorlardı.
                
                Bu arada 
                görevliler bir yerlerden sessizce sandalye taşıyor, heyet 
                üyeleri için Japon’ların tam karşılarına bir yer 
                hazırlıyorlardı.
                
                Törenin 
                sonuna gelindiği anlaşılıyordu. Bir kenardan kısa boylu zayıf 
                bir Japon görevli zuhur etti ve heyetin en önündeki resmi 
                görevlinin kulağına eğilerek heyet adına bir konuşma 
                yapılacağını bildirdi.  
                
                En öndeki 
                samuray kılıçlı ve heybetli ,saçları topuzlu mahalli kıyafetli 
                Japon ,sert ve kısa hecelerden oluşan bir konuşma  yaptı. Anında 
                tercüme edildi. Türk heyetinden bir başka yetkili de Japon  
                heyetine duyarlılığından ötürü teşekkür etti. Bir genç Japon 
                kızının verdiği çiçeği ve küçük bir kutu içindeki armağanı aldı. 
                Sonra resmi görevli Japon sordu. Ve sorusu heyet başkanına 
                tercüme edildi.
                
                -Bizim 
                duamız ve törenimiz bitti. Sizin din adamlarınız nerede, onlarda 
                kutsal kitabınızı okuyup dua etmeyecekler mi ? Veya yapacağınız 
                bir şey yok mu ?
                
                Hazırlıksız 
                yakalanılmıştı. Bir yetkili hemen yakınlardaki Beyoğlu Cihangir 
                Camii imamını getirtmeyi düşündüyse de sonra vazgeçildi. 
                Japonlar da durumu anlamışlardı ve hiç itiraz etmeden sırayla  
                kalkarak sandalyelerinde oturan heyeti eğilerek selamladılar ve 
                birer birer saraydan dışarı çıktılar.
                
                Son olarak 
                yine zayıf Japon görevli  ortaya çıktı ve heyetin şimdi de o 
                dönemin imparatoru 2.Abdülhamit Hanın türbesine gitmek 
                istediğini bildirdi.
                
                Yine 
                telsizler çalıştı. Eskortlar, makam arabaları, korumalar 
                koşuşturdu. Smokinli insanlar sarayın merdivenlerinden hızla 
                indi. Japonlar birkaç turist otobüsünde büyük bir disiplin 
                içinde yerlerini almışlardı. Makam arabaları, trafik ekipleri ve 
                konvoy hızla Cağaloğlu’na oradan da Divanyolu’na yöneldiler.
                
                Nihayet 
                büyük türbenin önünde duran otobüslerden Japonlar indi ve 
                sırayla türbenin dışında yan yana ilkokul çocukları gibi 
                dizildiler. Halk durmuş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. 
                Kalabalık gittikçe arttı. Nihayet kapılar açıldı. Japon heyeti 
                küçük guruplar halinde türbenin içine girerek dua etmeye ve daha 
                sonrada geri geri giderek ve arada bir eğilerek türbeden dışarı 
                çıkmaya başladı.  
                
                En son bir 
                yetkili türbenin bir kenarına bir buket çiçek yerleştirdi.Yine 
                bir kutu bıraktı.
                
                Toplantı ve 
                ziyaret kısaca  her şey bitmişti. Japonlar da, Türk heyeti de 
                yavaş yavaş dağıldılar.
                
                Ertesi 
                günün gazetelerindeki başlıklar ilginçti.
                
                Ertuğrul 
                firkateyninin  Japonya’da batışının ..yıldönümünde  bir 
                parlamenter ve protokol  heyeti,kırk Japon samurayı,on bayan 
                görevli,bir musiki heyeti  ve yirmi Budist rahibi İstanbul’a 
                gelerek Dolmabahçe sarayında büyük bir anma töreni 
                gerçekleştirdiler.
                
                Sabah gün 
                doğmadan Dolmabahçe rıhtımında duaya başlayan Japonlar boğazın 
                sularına çelenk bıraktı. Hiçbir gazetecinin ve televizyonun 
                bulunmadığı bu töreni gören balıkçılar  böyle muhteşem bir 
                hadise görmediklerini ve Japonların birer çocuk gibi gözyaşı 
                döktüklerini söylediler.  
                
                Öğlene 
                doğru saraya gelen Türk heyetinde din adamı olmaması ve Japonya 
                topraklarında şehit olan 165 denizci, ilim ve Din adamlarından 
                oluşan Osmanlı heyeti için de törende rol alınmaması 
                protestolara yol açtı.
                
                Daha sonra 
                Abdülhamit Han türbesini ziyaret etmek isteyen heyet için 
                “bakanlar kurulu izni” gereken türbe önceden giden görevliler 
                tarafından kapısı kırılarak açıldı ve başka bir mahcubiyetten de 
                böylece  kurculundu.
                
                Japon 
                heyetinin türbede  dua ettikleri ve eğilerek geri geri  dışarı 
                çıktıkları gözlenirken Türk heyetinden kimsenin türbenin içine 
                girmediği de gözlerden kaçmadı.
                
                Kimono ve 
                Samurai kılıçlarıyla Dolmabahçe de  ince minderlerde saatlerce 
                oturarak dua eden japonlara mukabil ;Türk  heyetinin 
                sandalyelerde oturarak hiç dua etmedikleri de toplanının hoş 
                olmayan ayrıntılarındandı.
                
                Japon Meiji 
                Hanedanından  İmparatorun kardeşi ile saray erkanından bir çok 
                hanedan üyesinin de Samuray kıyafetiyle katıldığı  törende  
                resmi bir Türk Din görevlisinin bulunmaması büyük bir skandal 
                olarak nitelendiriliyor.
                
                Heyet 
                İstanbul Vali Muavinine bir buket ve kutu takdim etti. Bunların 
                bir eşi ise Abdülhamit Han türbesine bırakıldı. Kutuda; 
                Japonya’daki Ertuğrul Şehitlerinin kabirlerinden alınan toprak 
                olduğu ve buketin ise Türk denizcilerin mezarlarında yetişen 
                kiraz çiçeklerinden hazırlanıldığı öğrenildi.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   ERTELENMİŞ DÜŞLER'İN ŞAİRİ ŞEVKİ DİNÇAL
                  
                
                 
                Senden başka yar bilmem ömür boyu gözüme
                Bak de yeter bakarım başım gözüm üstüne
                İster aşk denizine ister hicran gölüne
                Ak de yeter akarım başım gözüm üstüne
                 
                Türk şiirinde bir usta isim 
                Şevki Dinçal. O şiirlerine yüreğini akıtmış, şiirlerini sevgisi 
                ile damıtmış bir şair. Şiirleri ile olduğu kadar, son derece 
                enteresan yaşamı ile de dikkatleri üzerine çekmektedir.
                1952 Sivas / Sarkışla doğumlu 
                olan şairimizin, çocukluk yaşamı sokaklarda geçmiş. Bir sokak 
                çocuğu olarak büyüyen ve hayatına kendi elleri ile yön veren, 
                yaşamı herkese ibret olacak bir usta isim. Polis Akademisi'nden 
                1973 yılında mezun olarak İzmir Emniyet Müdürlüğü' nde komiser 
                yardımcısı olarak göreve başlamış. İzmir-Şanlıurfa-Ankara ve 
                Bursa illerinde Emniyetin çeşitli kademelerinde görev yapmış. 
                1997-1999 yılları arasında 2 yıl Bilecik İl Emniyet Müdürü 
                olarak çalışmış. Yurt dışında mesleği ile ilgili olarak çeşitli 
                kurs ve seminerlere katılıp, ülkesi için özveri ile çalışıp 
                büyük başarılar göstermiş. Halen Emniyet Genel Müdürlüğü emrinde 
                üst düzey görevini Emniyet Müdürü olarak sürdürmekte, evli ve 1 
                erkek çocuk babasıdır.
                “Ertelenmiş Düşler” şairin en 
                çok ses getiren kitaplarından biridir. O büyük bir ustalıkla 
                kaleme aldığı şiirlerini sevgi ile yoğuruyor, aşk ile dokuyor. 
                Kısacası Şevki Dinçal şiiri iyi biliyor.
                 
                “Ertelenmiş Düşler” isimli kitabından, sayfa 60
                “Mutluluk” isimli şiirinden.
                 
                Tenine kaç çiçek esansı sinmiş
                kokladıkça sarhoşluğum ondandır
                kaç mehtap sevgiyle aşk ile inmiş
                mutluluk yüzüne baktığım andır.
                 
                Türk şiirinin beyefendi ismi 
                Şevki Dinçal, yaşamında elde ettiği başarılar kadar, şiirde de 
                son derece başarılı bir isimdir. Yalın dizeleri sevgi, dostluk, 
                barış, özgürlük, doğa izleklerini oluşturuyor. Öznel, güncel 
                olaylar içtenlikle işlenmiş şiirlerinde. Duygular geniş bir 
                yelpazede, bir bir gün ışığına çıkıyor. O şiiri iyi biliyor, 
                güzel nakşediyor kalemiyle. Yer yer karamsar, yer yer iyimser, 
                boyun eğen, kimi kez başkaldıran şiirlerde her şey sevgi için. 
                Beklenti, düş kırıklığı, özlemlerin dile getirilişinde; 
                anılarında, özdeyişlerinde çok şeyin yalan, yalnızca sevginin 
                gerçek olduğunu düşünerek, kapılarınızı karamsarlığa kapatıp 
                sevgiye açıyorsunuz.  
                “Ben Seni Sevdim Ya” diyen 
                şairimizin bir diğer kitabının adı. Şiirin evreninde dolaşmak ve 
                şiirin içinde yer almak, birbirine çok yakın anlamlar taşıyan 
                iki cümle. Şevki Dinçal için söylenebilecek sözcüklerin en 
                güzelleridir. Çünkü şiirin evrenine ulaşmak için şiirin içinde 
                olmak gerekir. Şairimiz tam isabetli bir noktadadır. Şiirin 
                teması ağırlıklı olarak sevgi, aşk, insan ve doğadır. Sevgi 
                deyince şairde, her türlü sevgi yüreğinde saklıdır ve sevgiyle 
                doludur. Onun aşkı Yunus aşkı gibi yüksek ve derindendir. Suya, 
                yağmura, insana, sanata, doğaya, arkadaşa. Çiçekten böceğe her 
                türlü aşk vardır şiirlerinde.Yani aşk yelpazesi çok geniştir.
                
                
                 
                “Ben Seni Sevdim Ya” isimli kitabından, sayfa 7
                “Ben Seni Sevdim Ya” isimli şiirinden.
                 
                Ben seni sevdim ya ötesi yalan
                 
                Bilmesen ne olur bilsen ne olur
                Alıştı gözlerim akan yaşlara
                Silmesen ne olur silsen ne olur
                 
                Şiirlerinde yalın Türkçenin mis 
                gibi kokuları tütmekte. Arı saf bir şiir dili var. Anlaşılır 
                sözcükler ile şiirler daha da bir güzelleşmiş durumda. O’nun 
                şiirlerini okuyan herkes kendisinden bir parça bulur. O 
                şiirleriyle, anlaşmazlıkla şiirin şiir olacağını savunanlara da 
                yanıt vermiş oluyor. Doğanın kanunu olan aşkı, insanı giz 
                tutarak sözcüklerde nasıl anlatabilir. Şair o az dille bilinen 
                sözcüklerle ancak anlatılır. O Türk şiirine mührünü basmış usta 
                bir kalem, usta bir şair...
                “Ben Seni İki Kişilik Sevdim” 
                şairimizin bir diğer kitabı. Adeta kelimelerle vals yapan, 
                sözcükler arasında ustalıkla köprü oluşturan ve şiirlerine bir 
                mimar edasıyla hükmeden bir şairle karşı karşıyayız. O ne büyük 
                ustalıktır ki; yer yer şiirlerinde sevgiyi sunarken 
                okuyucularına, yer yer bir an da köpürüp kızan bir sevgili 
                olabiliyor. Bu ne büyük bir şiir aşkıdır ki; sevdiklerini 
                şiirlerine konu edebiliyor. Öyle ki oğlu için yazmış olduğu 
                “Sorma Bana Oğlum” isimli şiir bunun için en büyük örnektir.
                 
                “Ben Seni İki Kişilik Sevdim” isimli kitabından, sayfa 
                154,155,156
                “Ben Seni İki Kişilik Sevdim” isimli şiirinden.
                 
                Ben seni hep iki kişilik sevdim
                Düşlerimiz ayrı olsa da gecelerimiz birdi
                Gök kubbenin yıldızları altında
                Aynı havayı soluyor aynı sulardan içiyorduk
                Aynı zaman içinden birlikte geçiyorduk
                Hayalinle yatıyor seninle uyuyordum
                Aşkımın ötesinden sesini duyuyordum
                O ses ki sen uzakta olsan bile yüreğime yakın kaldı
                Mutluluğun yolunda
                Ben seni hep iki kişilik sevdim
                 
                "Söz uçar yazı kalır" demiş 
                atalarımız. Kitap, yazılı bir kaynaktır. Sözle söyledikleriniz 
                unutulabilir, belki hatırlanmaz bile. Ancak, yazılanlar 
                kalıcıdır. Kitap gelecek kuşaklara bırakılabilecek en büyük 
                mirastır bir yazar için. Bundan bin yıl sonra bile bir kitap 
                şairinin adını yaşatır. Çünkü şairler yaşadıkları çağın en büyük 
                tanığıdırlar. Şevki Dinçal'da çağının en büyük tanığı olarak, 
                geleceğe çok nadide eserler bırakacak bir usta isimdir.
                “Aşk Ve Ötesi” Şairimizin bir 
                diğer yapıtının adıdır. Daha önce yukarıda da belirttiğim gibi, 
                aşkı şiirlerine ilmek ilmek dokumuş bir isim Şevki Dinçal. Satır 
                aralarına gizlediği yaşamı onun şiirlerine ışık tutmuş, yol 
                gösterici bir rehberi olmuş. Onca yaşadıklarına rağmen hayata 
                sıkı sıkıya bağlanmış. Her daim hayatta yaşadıklarını kaleme 
                alarak, büyük incelik ve ustalıkla şiire aktarmış.  
                 
                “Aşk Ve Ötesi” isimli kitabından, sayfa 100
                “Ömrü Yoksa Bu Aşkın” isimli şiirinden.
                 
                Gece gündüz demeden seni düşünüyorum
                Öyle çaresizim ki gönül şaşkın göz şaşkın
                Ya gel bitsin hasretim ya da bırak ne olur
                Koparılmış gül kadar ömrü yoksa bu aşkın
                 
                Hatta ülkemizde okuyan 
                insanımızdan çok yazan insanımızın var olduğunu biliyoruz. Hatta 
                öyle bir toplum olduk ki, okumadan yazar çoğunluğu sağlayan bir 
                toplumda yaşıyoruz. Ancak bu çoğunluk içinde şair ve yazar 
                olarak adını duyurabilmek, gelecek kuşaklara kalıcı eserler 
                bırakabilmek çok zor bir durum. Ne var ki, Şevki Dinçal 
                beyefendi bu zoru çoktan aşmış ve adını Türk Şiirine kabul 
                ettirmiş, kitapları ile gelecek nesillere güzel şiirler 
                bırakabilecek bir şairimizdir.  
                “Sessiz Sesim” Şevki Dinçal 
                beyefendinin, şiirde ben de varım dediği kitaplarından birinin 
                adıdır. Bu kitabı okurken şiirin ruhani derinliklerinde 
                kaybolmamak mümkün mü?Gönül çağlayanından akıp gelen aşk, sevgi 
                ve her temadaki şiirleri o kadar sıcak ve gizemli ki…O’nu 
                okurken duygu dolu, esrarlı içli aleminin deruni ufuklarında 
                seyrana dalıyor insan. Şair adeta tüm ruhunu şiirlerine dökmüş, 
                yüreğindeki haykırışları okuyucularına sunmuş. Bu kitapta 
                topladığı şiirlerinde dikkatimi çeken bir diğer unsur da, hece 
                ölçüsü ve serbest vezinle yazılmış şiirlerini aynı kitapta 
                toplamış olması idi. Şiirsel yolculukta farklı boyutlara 
                ulaştırıyor okuyucularını. İnanıyorum ki dizelerin 
                sıralanışındaki ahenk ve akış, sizi gözlerinizi kırpmadan devama 
                zorlayacaktır...
                 
                “Sessiz Sesim” isimli kitabından, sayfa 125
                “Yağmurlar Dursun Sözünde” isimli şiirinden.
                 
                Yağmurlar son defa dursun sözünde
                Sevgi toprağında çatlasın tohum
                Benim için bir kez yansın özünde
                Açılan güllerden dem alsın ruhum
                 
                Şevki Dinçal beyefendi, yaşadıklarının gölgesinde kalmayıp, 
                kendisi nereye giderse gölgeyi o tarafa yönlendirmiş bir 
                isimdir. Belki de şiirde bu kadar başarılı olmasının sırrı da bu 
                olsa gerek. Çünkü o yaşıyor, yaşadıklarını ilmek ilmek dokuyup 
                şiirle buluşturuyor, sonra da okuyucularına sunuyor. Her şeyden 
                önce büyük bir yürek taşıyor ve o yürek şairimize bu güzel 
                dizeleri yazdırıyor.
                “Arayış” diyen şairimiz, bir solukta okunan şiirleri ile 
                başarılı bir yapıt sergiliyor okuyucularına.. Şiirlerinde sevgi 
                ne kadar ağır basarsa, o kadar da duygu çiçekleri gönül 
                bahçesinde açar. Günleri şiire gebe… Şevki Dinçal, şiiri bir 
                arayış içinde olan ve şiirle iletişim kurmak, yaklaşmak, bir 
                şefkat yüreğiyle sığınmak, ısınmak istiyor. Ne kadar 
                güzel…Şiirlerinde bir beklentiyi, sevgiyi, barışı, nefretten 
                uzak kalmayı yeğliyor, daha doğrusu sevgi görüşünün ürünlerini 
                buluyoruz bu kitabında. Bu görüş çok net çıkıyor karşımıza. Hiç 
                zorlanmadan dizeleri yerli yerinde oturtuyor. Hiç sınır 
                tanımadan özgürce dolaşıyor şiir. Yalın, süs-müs yok, duygu dolu 
                dizeler...
                 
                “Arayış” isimli kitabından, sayfa 11
                “Arayış” isimli şiirinden.
                 
                Duydum beni çağıran mutluluğun sesini
                Yol yürüdüm iz sürdüm hissettim nefesini
                Sevgi şölenlerinde nice aşkla tanıştım
                Sabrım o sonsuzluğun kaldırdı peçesini
                 
                Sevgili Dinçal; şiiri iyi 
                biliyor. Kendine özgü ve hayat yaşamı içinde sevgi taşıyıcısı 
                oluyor. Yer yer şiirlerinde duygusallığından umutsuzluğa 
                kapılıyor, karamsarlığıyla karşı karşıya kalıyor. Ölü bir beden 
                ya da bir iskelet oluyor. Ama yine de ümidini kaybetmiyor. 
                Genelde sevgiyle nakşediyor şiirlerini. Belli bir başarı 
                çizgisine ulaşmış olması, bize bundan sonra ki çalışmalarının 
                daha da farklı olacağı hakkında umut veriyor...
                 
                “Hüzün Sokağında Aşk” sevgili 
                kalem arkadaşım Şevki Dinçal beyefendinin en farklı, göze çarpan 
                yapıtlarından biridir diyebilirim. Bu kitabında her kıta arasına 
                bir motif döşemesi yapılmış, okuyucunun ruha olduğu kadar, göz 
                zevkine de hitap edilmiş...  
                Bilirsiniz ki; bir şairin bütün şiirleri aynı düzeyde 
                olamaz. Bir kitabı bazı şiirler kurtarır; çünkü şair sanatçılık 
                damgasını asıl o şiirlere vurmuştur. Şevki Dinçal beyefendi de; 
                duygulu, içten bir insan ve şair arkadaşımızdır. Onu yakinen 
                tanıyor olmam bana bu satırları yazarken hiç zorlamaya düşmeden 
                yazmama vesile oluyor. Şiirleri umut veriyor ve her an yeni, 
                özgün ürünler doğuracağına inanıyorum...
                 
                “Hüzün Sokağında Aşk” isimli kitabından, sayfa 37
                 
                Ey hayaller ötesi ey zamanlar öncesi
                Senin adınla dolu artık gönül güncesi
                Kim bilir sen de bir gün sevmeyi öğrenirsin
                Senin de yüreğinden duyulur aşkın sesi
                 
                Şiir dostum, sevgili arkadaşım 
                Şevki Dinçal beyefendinin kaleme aldığı şiirlerinde, arı, duru 
                ve yoğun duygular içinde kaleme alınmış olması, her insanın iç 
                dünyasında tezahür edebilen acılar, özlemler, arayışlar, 
                haykırışlar, baş kaldırılar göze çarpmakta. Şiirlerinde estetik 
                ve mesaj önemli yer tutmakta. Her insanın yaşayabileceği, 
                hayallerin ve yaşadığı hayat kesitlerinden pasajlar bulmak 
                mümkün. Zaten şiirin kalitesi halkımızın anlayacağı nitelikte 
                olanıdır. Şairimiz de bu dili şiirde ustaca kullanmış. Bu 
                çalışmalarının devamı daha da kalitede eserler çıkartacağının 
                bir işaretidir...  
                “Mevlanaca” şairin tasavvuf 
                aleminde gezinti yaptıran, son derece güzel şiirlerinin 
                toplandığı kitabının adıdır. Güzel gören, güzel düşünür, güzel 
                yazarmış. Şevki Dinçal da güzellikleri görüp, düşünmüş ve ustaca 
                kaleme almış bir şairimizdir...  
                Bazı insanlar vardır; uzun yaşamak için değil, doğru yaşamak 
                için çalışıp çabalarlar.  
                Bazı insanlar vardır; başkaları ile ilgilenir, çok kısa 
                zamanda dost bulur, dost kazanır.
                Bazıları da; başkalarının kendisi ile ilgilenmesini bekler 
                ve hayatı boyunca dost bulamaz.
                Bunları yazmakla nereye varmak istediğimi, ne demek 
                istediğimi, Şevki Dinçal beyefendiyi benden daha iyi tanıyanlar 
                gayet basit anlamışlardır diye düşünüyorum. İyilik, doğruluk, 
                dost kazanmak, mertlik, kadir bilirlilik ve alçak gönüllülük 
                meziyetlerine şiir kitapları ile doğru yaşamak için çalışıp 
                çabaladığını da bizlere göstermiştir. “Mevlanaca” isimli kitabı 
                ile; sevgi ekmiş, sevgi biçmiş adeta...  
                 
                “Mevlanaca” isimli kitabından, sayfa 45
                “Mevlanaca” isimli şiirinden.
                 
                Şu hayatın gözlerine
                Bak bakalım Mevlana'ca
                Bin ırmağın suyu ol da
                Ak bakalım Mevlana'ca
                 
                Bu gönül dostunu, mana da ve 
                madde de ayrı ayrı tanımak lazımdır. Mana da tanımak için; 
                şiirlerini okumak, zaten onun ruh alemi içine girmek demek 
                olduğundan pek de zor değildir.  
                Madde de tanımak için ise; bu 
                kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar hareketli, 
                ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da insan sevgisi 
                ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. 
                Hele ki Mevlana üzerine yazılmış bu kadar şiirlerinden sonra ne 
                denilebilir ki!...  
                “Yokluğa Adanmış Aşk” şairin 
                Eylül 2008 de gün yüzü görmüş bir diğer kitabı. Şiir; insan ve 
                onun içinde yer aldığı toplumun sürekli beslediği, geliştirdiği, 
                birikimlerini kuşaktan kuşağa aktardığı bir sevgi dağarcığı, bir 
                sevgi seli, bir iletişim aracıdır. İnsanlar arasında sevgiyi en 
                güzel anlatan; söz olursa şiir, nağme olursa şarkıdır. Gerçeğin 
                ta kendisi ve evrenseldir. Güzelliği, sevgiyi simgeleyen en 
                etkili iletişim aracıdır şiir. Bu aracı en güzel şekilde 
                kullanan Şevki Dinçal beyefendi ise; aşk' a dair neler adamamış 
                ki şiirlerinde?...
                Kendini şiir dünyasına kabul ettirmiş bu usta isim; 
                şiirlerinde neyi konu ediyorsa, okuyucusunun o konunun 
                derinliklerinde adeta kayboluşuna zemin hazırlıyor olması da 
                dikkat çekici bir diğer unsurdur. Şiirin tadını okuyucusuna öyle 
                tattırıyor ki, okuyucu şiirlerinden vazgeçemiyor. Şiir tadını 
                zedelemeyen, serbest ve hece vezniyle harmanladığı şiir 
                kitabında kendi mesajını veriyor okuyucuya sevgili Dinçal. Zaten 
                şiir mesaj demektir... İyi veya kötü mesaj...
                 
                “Yokluğa Adanmış Aşk” isimli kitabından, sayfa 122,123
                “Yokluğa Adanmış Aşk ” isimli şiirinden.
                 
                 
                Ah benim dalgın gönlüm
                Dağınık duygularda arama yarını
                Rengi ıslak bakışlarla
                taşımaz kendini uzağa gözler
                Hep aynı düşmez
                güne zamanın gölgesinde
                Suskunluğu giyinse de
                dilde eğlenmez sözler  
                 
                Şevki Dinçal... Aşk şairi.
                 
                Şevki Dinçal... Mevlana şairi.
                Şevki Dinçal... Arayışların şairi.
                Şevki Dinçal... Ertelenmiş düşlerin şairi.
                Şevki Dinçal... Sessiz seslerin şairi.
                 
                Daha başka ne söylenebilir ki 
                onun için.... Onu tanımaktan son derece gurur duyduğum sevgili 
                kalem arkadaşımın bu güne kadar yayımlanmış yapıtları ise 
                şunlardır:
                 
                Şiir Kitapları  
                Sır Defteri
                Sır Değil Artık
                Damladan Deryaya
                Rubailer
                Ertelenmiş Düşler
                Arayış
                Aşk ve Ötesi
                Sessiz Sesim
                Hüzün Sokağında Aşk
                Melekler Aşk Acısı Çeker mi
                Ben Seni Sevdim Ya
                Ben Seni İki Kişilik Sevdim
                Mevlanaca  
                Güncel Anı  
                İçimizdeki Yarın
                 
                Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
                Edebiyat Araştırmacısı
                Şair Yazar
                YAZARIN DİĞER ÇALIŞMALARINI GÖRMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE 
                TIKLAYINIZ  
                "Düşünce Okyanusu Mevlana" Celal Oymak-Nevin Balta / Emine 
                SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
                "Düşler Köpüğünde" ve "Sevil Mısırlıoğlu" / Emine SEVİNÇ 
                ÖKSÜZOĞLU
                "Gönlümden Gönlüne” - Dursun Yeşil / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
                “Türk Dünyasından Bir Usta Kalem” - Prof. Dr. Elçin 
                İskenderzade / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU  
                “Sırça Yürekte”te Bir “Yalgın” Şair - Münevver Düver / Emine 
                SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU  
                Türk Edebiyatında Bir Usta Çınar-İsa Kayacan / Emine SEVİNÇ 
                ÖKSÜZOĞLU  
                "Sevdan Yüreğimde Saklı" - Hüseyin Güler / Emine SEVİNÇ 
                ÖKSÜZOĞLU   
                "Daracık Düşler" Mehmet Turan Yarar / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
                
                
                “Yüreğim Sende Kalmış” ancak “Sensiz de Yaşanırmış” - İsmet 
                Bora Binatlı / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU /
                 “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Abdullah Satoğlu / Emine 
                SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
                 KİTAPLARIN DÜNYASINDAN MERHABA / Emine Sevinç
        
          | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - “EMİNE SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU 2009 YILI KÜLTÜR 
                  SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ”
 
                
                
                   - SAHİPLERİNİ BULACAK”
 
                
                - Türk Edebiyat dünyasında önemli 
                yer tutan, Türk Edebiyat’ına ve Türk Şiirine hizmet vermiş usta 
                kalemlerin onurlandırıldığı,  
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür 
                Sanat ve Başarı Ödülleri”
 
                - 20 Ocak 2009 da Azerbaycan 
                Bakü'de düzenlenecek büyük bir törenle sahiplerini bulacak.
 
                - Bu yıl yedincisi verilecek olan 
                bu ödüller, gerçek anlamda edebi kariyeri olan ve Türk Edebiyat 
                dünyasına ciddi anlamda hizmet vermiş olan kişilere takdim 
                edilmektedir.  
 
                - Türk Edebiyatına değerli 
                hizmetlerde bulunmuş ve bir çok önemli projede yer almış Sayın 
                Celal Karalı beyefendinin sponsorluğunda gerçekleşen ödül 
                törenimize destek olan herkese yürekten teşekkür ediyoruz.
 
                - GASAT (Gaziantep Sanat 
                Topluluğu)
 
                - “2009 yılı Emine Sevinç 
                Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” nin sahipleri  
 
                - ve ödül alacağı dallar, ödül kurulu tarafından şöyle tespit 
                edilmiştir:
 
                - “Gaziantep Altın Fıstık Türk 
                Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası”  
 
                - Ve Gaziantep Özel el işi Nakkaşe
 
                - “Uluslararası VECTOR İlim ve 
                Edebiyat Eserleri Araştırma İnceleme Merkezi olarak değerli 
                katkı ve çalışmalarından,  
 
                - Azerbaycan Türk Dünyası 
                Edebiyatına yapmış olduğu üstün hizmetlerden dolayı;
 
                - Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade 
                beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk 
                Edebiyatı Onur Ödülü”
 
                - İstiklal Şairi Sn. Bahtiyar 
                Vahabzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk 
                Edebiyatı Şeref Beratı”
 
                - Beynelhalk sanat dergisi olarak 
                Bakü’de yayımlanan BAYATI dergisindeki değerli hizmetlerinden ve 
                İlmi çalışmalarından dolayı;  
 
                - Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade 
                beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk 
                Dünyası Edebiyat Şeref Ödülü”
 
                - Yaşamının büyük bölümünü 
                Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına adayarak, sayısız 
                çalışmalara ve kitaplara imza atmıştır.
 
                - Azerbaycan Türk Dünyası 
                Edebiyatındaki üstün hizmet ve değerli çalışmalarından dolayı;
                
                
 
                - Azerbaycan Yazarlar Birliği 
                Başkanı Sn. Anar Rızayev beyefendiye takdim edilecektir. 
                (Azerbaycan)  
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk 
                Dünyası Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”
 
                - Balkanlarda Türkçe’nin Rumeli 
                yakasında, Türk kültürünün onur kapısı olan Prizren’in sesini 
                duyurarak,
 
                - Ciddi anlamda Edebiyat dünyasına 
                yapmış olduğu değerli hizmet ve çalışmalarından dolayı;  
 
                - Ressam Şair Yazar Sn. Zeynel 
                Beksaç beyefendiye Takdim edilecektir (Kosova)
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Usta 
                Kalem Başarı Ödülleri”  
 
                - Şair Yazar Sn. Qardaş Alişoğlu 
                Ismayılov beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                - Şair Yazar Doç. Dr. Dr. Tamilla 
                Abbashanlı Aliyeva hanımefendiye takdim edilecektir. 
                (Azerbaycan)
 
                - Şair Yazar Sn. Feride Leman 
                hanımefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                - “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk 
                Edebiyatına Katkı Ödülü”
 
                - Azerbaycan ile Türkiye 
                arasındaki dostluk köprüsünün oluşumuna değerli katkılarda 
                bulunan,
 
                - Azerbaycan Kültür Bakanı Sn. 
                Abulfas Karayev Beyefendiye  takdim edilecektir. (Azerbaycan)
 
                -  “Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür 
                Sanat Ve Başarı Ödülleri Ödül Kurulu”
 
                - Ödül Kurulu Başkanı:         
                Emine Sevinç Öksüzoğlu (Edebiyat Araştırmacısı / Şair – Yazar)
 
                - Ödül Kurulu Başkan Yrd:    İsmet 
                Bora Binatlı  (Şair - Yazar)   
 
                - Danışma Kurulu Bşk:          
                Ahmet Otman (Şair – Yazar / Bizim Ece Edebiyat Dergisi Sahibi)
                
                
 
                - Danışma Kurulu Bşk. Yrd:  Mehmet 
                Nuri Parmaksız (Edebiyat Öğretmeni / Şair)
 
                - Ödül 
                Yazmanı:                      Nuray Doğan, Melahat Öksüzoğlu 
                (Şair)
 
                - Ödül 
                Sekreterliği:                Semiye Ozan, Adem Çoban
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Galip BARAN | 
      
      
        | 
        
        
        Galip BARAN HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         
                  Ç Ö Z Ü M ?.. 
                   
                  29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde, 
                  BELEDİYELERE :  
                   
                  KADIN BAŞKAN !  
                  ***  
                  Neden mi ?... ÇÜNKÜ !... 
                  ERKEK “ŞİDDET” İ, 
                  KADIN  
                  “YARADILAN” I 
                  SEVER ... 
                  *** 
                  ERKEK “ŞİDDET” TEN,  
                  KADIN  
                  “SEVGİ”DEN  
                  ANLAR  
                   
                  Galip BARAN 
                  BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ 
                  TURGUTREİS-BODRUM 
                  Gönderen "BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE  
                  web: http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com 
                  e.Mail:
                  galipbaran@ttmail.com 
        20 Aralık 2008 Cumartesi 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Hüseyin Hüsnü GÜREL 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
               Türkiye Bilimsel ve Teknolojik 
              Araştırma Kurumu Başkanlığı’na ANKARA İlgi : 
              01 Aralık 
              2008 Pazartesi  
               
              *Yüksek Mühendis Hüseyin Hüsnü Gürel'den TÜBİTAK'a: "Erzincan da 
              Doğalgaz arama ve afetlere karşı önlem süreci başlatılmalıdır." 
              ***Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu 
              Başkanlığı’naANKARA İlgi : 16 Ekim 2008 Tarih ve B.02.1.TBT.0.06.03.00.165 
              -754 Sayılı yazınız,Konu : 10 Ekim 2008 tarihli rapor sunumu ve 
              başvurumuz,İlgide kayıtlı başvurumla alakalı olarak tarafıma 
              gönderilen; Araştırma Destek Programları Başkanı Prof. Dr. M. Arif 
              Adlı imzalı cevabi yazıda: “Kurumumuza yazıyla iletilmiş 
              önerinizle ilgili olarak TÜBİTAK tarafından, bireysel araştırma 
              projelerine destek verilmemesi nedeniyle, herhangi bir girişimde 
              bulunulması söz konusu olamamaktadır. Çalışmanıza Kurumumuz 
              tarafından maddi veya teknik yardım sağlanması ancak önerilerinizi 
              bu konuda yetkin bir ekiple vermeniz ve TÜBİTAK proje 
              değerlendirme süreci sonunda desteklenmesine karar verilmesiyle 
              mümkün olabilir. … Bilgilerinizi saygılarımla rica eder, 
              çalışmalarınızda başarılar dilerim” denilmektedir.OYSA:1. Benim 
              taraf ve Kurumunuza sunduğum raporda; Marmara Bölgesi ile Erzincan 
              şehri ve ovasında (yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen 
              kıyametler koparcasına oluşan çok korkunç afetler konusu ve 
              Erzincan Ovasında) zengin “Doğalgaz yatağının varlığı” 
              açıklanmakta, Kurumunuza ihbar edilmekte ve konuyla ilgili 
              gerçekler yazılı belgelerle bilimsel olarak ortaya konularak 
              ispatlanmaktadır.2. İlgi yazınızın ikinci paragrafında yer alan: 
              “Çalışmanıza Kurumumuz tarafından maddi veya teknik yardım 
              sağlanması ancak önerilerinizi bu konuda yetkin bir ekiple 
              vermeniz ve TÜBİTAK proje değerlendirme süreci sonunda 
              desteklenmesine karar verilmesiyle mümkün olabilir” denilmekle, 
              benim maddi destek bağlamında her hangi bir talebim, ihtiyacım ve 
              beklentim yoktur. Teşekkür ederim.3. Mahallinde bir 
              inceleme-soruşturma ve görgü tanıklarıyla görüşme gereği duyulduğu 
              takdirde; Bu görev kurumunuzca görevlendirilecek uzman-teknik 
              personel tarafından yapılmalıdır. Zira benim yaptığım vatandaşlık 
              görev ve sorumluluğu buraya kadar olup; Bundan sonraki yasal 
              sorumluluk ve yükümlülük kurumunuza ait olacaktır.Ülkemizin 
              “doğalgaz” konusunda çok büyük sıkıntı içinde bulunduğu ve meydana 
              gelen korkunç afetler nedeniyle büyük kaygılar yaşadığı bilinen 
              bir gerçektir; Raporumda açılanan bilimsel ve teknik hususlar 
              üzerine gidilmesi resmi, yasal ve sosyal bir sorumluluktur diye 
              düşünmekteyim.NETİCE VE İSTEK:Kurumunuza sunulan 10.10.2008 
              tarihli raporun, teşkil edilecek bir “yetkin kurul” tarafından 
              bütün belge ve ekleriyle incelenmesini; Benim de bu heyete mutlak 
              surette davet olunarak görüşlerimin alınmasını; Kurul’un ikna 
              olması halinde derhal “doğalgaz patlamalarından ileri gelen 
              afetlerin önlenmesi ve Erzincan Ovasındaki çok zengin doğalgaz 
              yatağından istifade edilmesi için” ilgili kurum ve yetkili 
              makamlar nezdinde acil bir “doğalgaz arama” ve “afetlere karşı 
              önlem” faaliyet sürecinin TÜBİTAK öncülüğünde başlatılmasını arz, 
              teklif ve talep ederim.SAYGILARIMLA,Hüseyin Hüsnü GÜREL, İnş. Yük. 
              Müh., (İTÜ-1953)ADRES: Ahenk Sokak No: 10/11, Çankaya / ANKARAE.mail: 
              hhgurel@hotmail.com, WEB : http://www.milliservet.blogspot.com/TEL: 
              0312.418 12 37  
               
               
              Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, HHGUREL, İTÜ-1953  
              Mümkün Olduğu Kadar Yayınlanması,  
              Sahip Çıkılması ve Değerlendirilmesi Ricası iledir. 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU
                
                 
                Dilimiz üzerindeki 
                hassasiyetimiz, titizliğimiz giderek artması gerekirken, adeta 
                bu hassasiyet ve titizlikte azalma sözkonusu.  
                Halbuki; Türkçe yazmalı, Türkçe 
                okumalıyız. Türkçe konuşmalı, Türkçe dinlemeliyiz. Türkçe nefes 
                almalı, Türkçe nefes vermeliyiz.  
                Bulvar, cadde ve 
                sokaklarımızdaki işyerlerinin adı, özbe öz Türkçe olmalı. 
                Yabancı hayranlığımızla, çağdaşlığımız hayaline kapılmadan, 
                özümüzle-sözümüzle yaşamanın huzurunu, gururunu duymalı, 
                hissetmeliyiz.  
                Türk Dil Kurumu, Türkçe’miz 
                üzerindeki hassasiyetiyle dikkat çekiyor. Bu Kurumun Başkanı 
                Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, her fırsatta dilimiz üzerindeki 
                yanlışlıkların sürdürülmesindeki rahatsızlığını ortaya koyuyor.
                
                
                Kuruluş aşamasında tescil edilen 
                şirket isimlerinin Türkçe olmasına rağmen, açılan mağazaların 
                tabelalarına yabancı ad verilmesinin bir çelişki olduğu 
                hatırlatılarak; “Kağıt  üstündeki ismi tabelaya da taşımakta 
                neden kararlı olunmuyor?” diye soruluyor. Sormalıyız, 
                sorgulamalıyız. Sahi neden böyle oluyor?..
                Bazı arkadaşlarım tanıdıklarım 
                var. Bulundukları şehirlerde, yabancı isimle faaliyet gösteren 
                lokanta-restaurant sahipleriyle görüşerek, ismin 
                değiştirilmesini istiyorlar. İsim değişmezse, değiştirilmezse, o 
                lokantaya, restaurant’a gitmemekteki kararlılıklarını 
                gösteriyorlar. “Şehrimde Avrupa hayranlığı” başlığı altında 
                yazdıklarıyla dikkat çekiyorlar. Bunlar küçük örnekler gibi 
                görünebilir. Ama bilinçliliğin örnekleridir sözkonusu  
                edilenler.
                Yine bazı Belediye Başkanlarımız, Başkanlıklarımız var, 
                “İşyerlerimize Türkçe ad koymak demek; kendimize, ülkemize ve 
                güzel Türkçemize özen göstermek demektir” diyerek, uyarıda 
                bulunuyorlar ve bu konudaki ısrarlarını sürdürüyorlar.  
                Ülke genelindeki tüm 
                Belediyelerimizin, Belediye Başkanlarımızın bu hassasiyeti mola 
                vermeden sürdürmelerini istiyor, bekliyoruz, rica ediyoruz 
                efendim.  
                Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. 
                Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ısrarla üzerinde durduğu, Türkiye’deki 
                bazı şirketlerin resmi evrak üzerindeki isimlerinin Türkçe 
                olmasına rağmen, kurdukları şirketlerin yada mağazalarının 
                tabelalarına yabancı isim vermelerinin anlaşılamadığı yönündeki 
                üzüntülerin, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca dikkate alınarak 
                yasal boşluğun-boşlukların giderilmesi, Türkçe lehinde 
                doldurulması gerektiğinin hatırlanması ve harekete geçilmesinin 
                zorunluluğu vardır.  
                Bir şehrin tabelaları, o bölgede 
                yaşayan insanlarla, toplumla özdeşleşmiş olmalı. İşyeri 
                sahipleri bu konuda dikkatli, özenli ve seçici olmalılar.  
                Bu gün, ülke genelinde yüz 
                dolayında belediyenin Türkçe tabela kullanımını teşvik için 
                değişik yaptırımlar uyguladığını biliyoruz. TDK’ da bu 
                kurumların Türkçe isim verilmesine yönelik çabalarını 
                ödüllendiriyor.  
                Dili Türkçe olan bir ülkede, 
                Türkçe ad kullanılmasını teşvik ettiği için, belediyelerin 
                ödüllendirilmesi, üzerinde durulup, kara kara düşünülmesi 
                gereken bir tablo değil midir?
                Medya kuruluşlarımızda görev yapanlar, muhabirinden 
                spikerine kadar, dilimiz üzerine dikkatle eğilerek, hata 
                oranlarını hızla düşürmelerini, hatta yok etmeleri gerekmiyor 
                mu?
                İlkokul 4 ncü sınıfta okuyan torunum Nazlı ile Ankara-Emek 
                mahallesinde bir caddede gezerken “Alışveriş home” tabelasıyla 
                karşılaşınca; “Bu adamlar, alışveriş evi mi demek istiyorlar 
                Nazlı?” diye sordum. Cevap ilginçti; “Yarısı Türkçe, yarısı 
                İngilizce olmuş mu dede?”. Sahi, yarısı Türkçe, yarısı İngilizce 
                yazılarak, ne söylenmek istenmiş? Ankara’da “Tepe Mobilya” 
                olarak bilinen kuruluş varken gidiniz büyük alışveriş 
                merkezlerine, “Tepe home”yle karşılaşırsınız.. Ayıp değil mi?. 
                Bu işyeri isimlerinin /isimleri Türkçe olsa, alışveriş edenlerin 
                sayısında azalma mı  olacak acaba?
                 
                YILIN SON HABERİ:
                Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 
                209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar 
                Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
                Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; 
                Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 
                katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu 
                şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, 
                teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu 
                Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   TÜRK OCAĞI” YAZISI YERİNİ ALDI
                
                www.isakayacan.blogspot.com
                Bazen öyle yanlışlıklar 
                yapılıyor ki, insanın “aklı duruyor”..  
                İnanmak, hatta duymak istemiyor.
                
                
                25 Eylül 2008 tarihinde mensubu 
                bulunduğum Anayurt gazetesinin yazı işleri koordinatörü, 
                tecrübeli gazeteci Ramazan Durmuş, gazetenin ertesi günkü 
                manşeti hakkında ve üzüntü içinde bilgi verirken; “Günümüzde, 
                Resim Heykel Müzesi olarak kullanılan Ankara’daki tarihi Türk 
                Ocağı binasının giriş sütunlarındaki- Türk Ocağı-yazısı son 
                restorasyonda kaldırıldı” cümlesinin verdiği rahatsızlığı 
                gözlerinden okumuş, önce inanamamış, sonra doğruluğu kabul etmek 
                zorunda kalmıştım.  
                Bu konuda, “Türk Ocağı kelimelerini kaldırmak yanlıştır” 
                başlığıyla kaleme aldığım yazdığım yazı:  
                 
                1- Belde Gazetesi (Ankara, 04.10.2008)
                2- Anayurt Gazetesi (Ankara, 13.10.2008)
                3- Çoruh’un Doğduğu Yer Gazetesi (Bayburt,07.10.2008)
                4- Sorgun Postası Gazetesi (11.10.2008)
                5- Babaeski Söz Gazetesi (14.10.2008)
                6- Burdurlunun Sesi Gazetesi (14.10.2008)
                7- Kent Gazetesi (Kilis, 14.10.2008)
                8- Tefenni’nin Sesi Gazetesi (15.10.2008)
                9- Van Postası Gazetesi (18–25 Ekim.2008)
                10- Şafak Gazetesi (Aydın 20.10.2008)
                11- Sonsöz Gazetesi (Ankara, 29.10.2008)
                12- 24 saat Gazetesi (Ankara, 08.11.2008)
                13- Gündem Gazetesi (Ankara, 03.12.2008)
                 
                adlı gazetelerde yayınlandı.
                Bu makale için açıklamayı, 
                restorasyonu gerçekleştiren Altındağ Belediye Başkanlığından, 
                bundan öncede Kültür ve Turizm Bakanlığından gelmesini 
                bekliyordum ki, konuyla ilgili bir açıklama ve “Türk Ocağı 
                yazısı bina girişindeki yerini almıştır” cümlesiyle biten 
                teşekkür yazısı Türk Ocakları Derneği Genel Merkezinden geldi… 
                Nereden gelirse gelsin, yanlıştan dönülmüş ya, “Türk Ocağı” 
                yazısı yerini almış ya!... Türk Ocakları Derneği Genel 
                Merkezinin 13 Aralık 2008 tarih ve Genel Başkan Yardımcısı Yücel 
                Hacaloğlu imzalı 110-1054 sayılı yazısını aşağıda sunuyorum 
                efendim:  
                “Sayın Prof. Dr. İsa Kayacan,
                
                
                Anayurt Gazetesi Kültür ve Sanat 
                Danışmanı;  
                1912 yılında devletimizin zor durumda olduğu bir dönemde 
                milli şuuru canlandırmak amacıyla zamanın Türk aydınları 
                tarafından kurulan ve kurulduğu günden beri amacından sapmadan 
                aziz milletimizin hizmetinde olan derneğimize gösterdiğiniz 
                ilgiye teşekkür ederiz.  
                Geçirdiği birçok badireden sonra bugün artık “Resim ve 
                Heykel Müzesi” adıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hizmetinde 
                olan ve Atatürk döneminde Türk Ocağı Binası olarak yapılan asıl 
                hizmet binamızın ana girişinde yer alan “Türk Ocağı” yazısı, 
                yenileme çalışmaları gerekçe gösterilerek kaldırılmıştı. Genel 
                Merkezimizin girişimlerinin yanı sıra Anayurt Gazetesi’nin 26 
                Eylül 2008 tarihli nüshasında konunun tarihi seyri de 
                anlatılarak dile getirilmesi, ayrıca zat-ı âlinizin aynı gazete 
                ve bilahare diğer başka gazetelerdeki köşenizde ele almanızdan 
                sonra Türk Ocağı yazısı bina girişindeki yerini almıştır.  
                İlginize tekrar teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar 
                dilerim.
                (Yücel Hacaloğlu, Genel Baflkan Yardımcısı)
                 
                YILIN SÖZLERİ (1):
                1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, 
                yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
                Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, 
                doğru olan (18.12.2008)
                2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, 
                kırılmayacağım,
                Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu 
                içinde olamayacağım,  
                Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, 
                mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
                3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan 
                haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek 
                okunur, yorumlanır,  
                
                
                İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve 
                sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, 
                bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   BİR ANLATIM ZENGİNLİĞİ
                
                www.isakayacan.blogspot.com
                Anlatımlar vardır zenginlik 
                içindedir. Anlatımlar vardır kısırlık içindedir… Bu anlatımlar 
                hem düz yazıyla, hem de şiirle olunca zenginlik kazanır, anlam 
                kazanır. 1958 yılında yazdığım, doğduğum köyün o gün ki genel 
                görünümünü” dile getiren, duyduklarımı, hissettiklerimi dile 
                getiren “Ece Köyünde Akşam” şiirimin yazılış öyküsünü kaleme 
                alırken epey zorlanmıştım. Yani hem yazıyla, hem şiirle yapılan 
                anlatımlar zordur, sıkıntılıdır. Ama yazıldıktan, anlatıldıktan 
                sonra her iki bölümdeki genel görüntüyle keyiflenirsiniz.  
                           
                 
                ŞÖYLE GİRİVERSEN KAPIMDAN
                Yıllarca Burdur ilimizde 
                çalışan, sonra Isparta ilimize naklen geçen, tayinen geçen Fatma 
                Uçarlar, Eylül 2008’de yayınladığı “İçimde Söz Dinlemez Deli 
                Var” adlı, şiir kitabında yer yer şiirlerinin anlatımlarını da 
                sayfalara aktarmış. Bir başka kitabının adı olan “Şöyle 
                Giriversen Kapımdan” başlığıyla ortaya koyduğu genişçe, uzunca 
                bir anlatımı var. Sonra, şiirle ortaya koyduğu duyguları 
                geliyor. Bitimi, bitirilişi yine yazılı anlatımın..
                “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” 
                adlı kitabın 55,56 ve 57 nci sayfalarında yer alıyor bu anlatım 
                efendim:  
                “Biliyorum, şu an bana ulaşmak 
                için yollardasın. Aklın sıra yola çıkacağını  hissetmemem için 
                az önce aradın ve her zaman ki rutin konuşmaların gibi havadan, 
                sudan bahsettin. Ama biliyorum, sürpriz yapıp ansızın karşımda 
                oluvereceksin. Yapmak istediğin sürprizi bozmamak için, ben de 
                gelecek misin? diye sormadım. Az önce seni aradım, telefonunda 
                aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, sinyal  sesinden sonra 
                mesajınızı bırakın iletisini dinledim. Anlıyorum ki, yollardasın 
                ve ararım düşüncesiyle yola çıktığını bilmem için telefonunu 
                kapattın” diye başlıyor Fatma Uçarlar anlatımı… Sonra, Gar 
                Müdürlüğü aranıyor, trenin kaçta hareket ettiği öğreniliyor, 
                sabah kaçta gelinebileceği-gelebileceği hesabı yapılıyor.  
                Bir ara istasyonda karşılayıp 
                sürprizi bozmak istiyor Fatma hanım. Ama süprizin tadını 
                kaçırmamak için vazgeçiyor. Beklediğinin, sabah eve mis gibi 
                börek kokuları içinde girmesini istiyor. Başka hazırlıklarını da 
                yapmak aklından geçiyor. Beklediğinin önceki zamanlarda telefon 
                konuşmalarından rahatsız olduğunu hissediyor, “hasta mısın?” 
                sorusuna “hayır” cevabını alıyor. “Sen de uykuya dalmışsındır ve 
                bir an önce sabah olsun istiyorsundur. Sabah kavuşmak üzere iyi 
                geceler yakışıklım” diye bu bölümün noktasını koyuyor.  
                Ayak seslerinin kapısı önünde 
                durmasını, zilinin basılmasını, kapısının iki kez tıklatılmasını 
                istiyor. Tren gelmiş olmasına rağmen, beklediğinin gelmeyişini 
                hayretle karşılıyor. “Neden gelmedin?, taksi mi bulamadın? Anca 
                mı geleceksin?. Yoksa çiçek almak için mi oyalanıyorsun?. 
                Bilmiyor musun en güzel hediye de çiçek de sensin” diye devam 
                ederken, “Hadi gel! Zile de basma, çıkar anahtarını kendin aç 
                evimizin kapısını” dedikten sonra duygularını mısralara döküyor 
                Fatma Uçarlar:  
                 
                Şöyle giriversen kapImdan,
                 
                Şaşiriversem geldiğine,  
                Yüreğim çıkıverecek gibi olsa boğazımdan,
                 
                Elimden ayağımdan can çekilse,
                 
                Oturup kalsam,  
                Dilim tutulsa, konuşamasam,
                 
                Şöyle giriversen kapımdan..
                Yazının, anlatımın bitişi, 
                bitirilişi: Ben mi yanlış duyuyorum? Bu ayak sesleri senin, evet 
                senin ayak seslerin, tamam anahtar da kilitte dönüyor, 
                dayanamayacağım artık kapıyı açacağım. Hoş geldin, oğulcuğum, 
                hoş geldin…
                 
                YILIN SON HABERİ:
                Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 
                209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar 
                Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
                Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; 
                Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 
                katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu 
                şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, 
                teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu 
                Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
 
                
                - www.isakayacan.blogspot.com
 
                - Sevinç Doğancan Güven şair, yazar, ressam. Yazdıkları, 
                yayınladıkları dikkat çekiyor, göz dolduruyor.
 
                - Bir zarf dolusu şiiri geldi geçenlerde Sevinç hanımın. 
                Bunlar içinde, rahmetli İsmet İnönü’ye gönderi, gönlüyle 
                söyleşileri, Çanakkale anlatımları, arayışları, askerlere 
                yazılan mektupları, artılar-eksiler var mısra mısra şekillenmiş.
                
                
 
                -  
 
                - İSMET İNÖNÜ’YE GÖNDERİ
 
                - Sevinç Doğancan Güven, rahmetli 
                İsmet İnönü’ye duygularını gönderiyor, sonunda da acele cevap 
                bekliyor. Önce selam gönderiyor, mübarek ellerinden öpüyor İsmet 
                İnönü’nün. Doğu şivesiyle “Nasılsın iyi misen? diye soruyor. 
                
                
 
                -  
 
                - Şehrin tüm ışıkları,  
 
                - Yandı paşam,  
 
                - Bizleri soriysan,  
 
                - Karanlıklar, sisler içindeyiz.,
                 
 
                -  
 
                - Diyerek, Ankara’nın 
                suskunluğundan rahatsız olduğunu dile getiriyor. Ankara’nın 
                mahsunluğu, Kalenin küskünlüğü, Türk bayrağının üzgünlüğü 
                karşısındaki sıkıntılarını birbir sayıyor Sevinç Doğancan Güven.
                
                
 
                -  
 
                - Ötede Tunalı..
 
                - Tunalı, renk cümbüşü,  
 
                - Kırmızı, turuncu, mor, sarı,
                 
 
                - Paşam, Tunalı bir düş..
 
                - Genç kuşağın otağı,  
 
                - Ve de varsılların moda sarayı..
 
                -  
 
                - Mısralarıyla yakınmalarını 
                sıralamaya devam ediyor Sevinç hanım. Bugün, Altındağ’ın, 
                Çankaya’nın ve Ankara’nın tüm semtlerinin, mahallelerinin, 
                şehrin bütününün tanınacak halde olmadığını sıralıyor, 
                sıralıyor. Sonra mısralara dökülen duygularıyla karşılaşmamız 
                sürüyor:
 
                -  
 
                - Keçiören ocak olmuş, yanıyır,
 
                - Etlik onulmaz yara, kanıyır,
                 
 
                - Atam, Bahçeli’de,  
 
                - Rasattepede,  
 
                - Kırgın-üzgün,  
 
                - Boylu boyunca yatıyır.  
 
                -  
 
                - Ankara’nın derdi her geçen gün 
                arttığı için, bu sıkıntıların sıralanışında zorlanıldığını dile 
                getirerek; “Başkent’ten /binlerce saygı, selam Paşam/ Nurlarda 
                yatsın Atam/Oğullarım, askerlerim, Makbule anam/Nurda yatsın 
                Mevhibe anam” dedikten sonra, gönderinin sonuna geliniyor ve 
                şöyle bitiriliyor efendim:  
 
                -  
 
                - Nemleketim cennet ama,  
 
                - Milletimdir cayır cayır yanan,
                 
 
                - Paşam
 
                - Mektubu hürmetle sonliyrem,
                 
 
                - Hemi de,  
 
                - Acele cevap bekliyrem…
 
                -  
 
                - Sevinç Doğancan Güven’e İsmet 
                İnönü’den cevap gelirse ve bu cevap bize ulaştırılırsa, o 
                cevaptan da sözederiz inşallah!
 
                - YILIN SON HABERİ:
 
                - Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 
                209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar 
                Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
 
                - Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında 
                Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz 
                “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi 
                olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi 
                Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)
 
               
                
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - KÜTÜPHANE; HEM TEFENNİ’DE, HEM ECE’DE 
                  OLMALI
 
                
                - www.isakayacan.blogspot.com
 
                - Doğup büyüdüğüm, manevi borcumun 
                bulunduğu Burdur ili, Tefenni ilçesi Ece Köyün deki “İsa Kayacan 
                Kütüphanesi”nin açılışını 01 Kasım 2008 tarihinde 
                gerçekleştirdik. Burdur’un değerli Valisi Sayın İbrahim Özçimen 
                başta olmak üzere, Burdur merkez ve Tefenni Protokolünün 
                katılımıyla açılan kütüphane, karar verdiğim 2007 yılının Ekim 
                ayından başlamak üzere bir yıl için de oluştu ve 7 bin 635 
                kitap, dergi antoloji, ansiklopediyle açıldı.  
 
                - TEFENNİ’YE DAHA ÇOK YAKIŞIRMIŞ!..
 
                -             Tefenni ilçemiz merkezinde, rahmetli dostum 
                Yunus Serttaş’ın  31 Ekim 1975 tarihinde kurduğu ve halen 
                yayınlanan “Tefenni’nin Sesi” Gazetesinin 03 Aralık 2008 tarih 
                ve 1765 nci sayısında, Halk Eğitim Müdür Yardımcılığı görevini 
                yürüttüğünü öğrendiğim ve gazetede “Alice’den Söyleşiler” 
                gerçekleştiren Ali Gül’ün “Oradan, buradan, şuradan” başlığı 
                altında “çeşitleme” diyebileceğim bir yazısı, yorumlar bütünü 
                yayınlandı. Kendisiyle de telefonla görüştüm, yorumu üzerinde 
                fikir alışverişimiz oldu. Ali Gül hemşehrim, Ece Köyü’nde bu 
                kütüphanenin işleyemeyeceğini, yararlı olamayacağını savunuyor. 
                Önce söz konusu yazının kütüphane bölümünde yer alanları aşağıya 
                aynen nakletmek istiyorum (Ece Köyü’nün nüfusunun 100 değil 159 
                olduğu değişikliğini yaparak)  
 
                - Ali Gül’ün görüşleri:
                 
 
                - “Bu arada geçen ay Tefenni’nin 
                yetiştirdiği değerli insan, gazeteci ve yazar İsa Kayacan 
                Ağabeyimiz köyüne kütüphane açtı. İşte ilk duyduğumda kendi 
                kendime yine yanlış yapılıyor diye düşündüm. Yine Tefenni’de 
                olması gereken bir kütüphanenin 100 nüfuslu bir köyde ne işi var 
                diye düşündüm. İsa ağabeyimiz öyle uygun görmüş artık yapılacak 
                bir şey yok. Tefenni’de bu konuyu birkaç kişi ile konuştum. 
                Hemen hemen herkeste benim gibi düşünüyordu.  
 
                - Açılışa gidemediğim için aslında 
                çok da söz söyleme şansım yok. Ama gidenlerden ve basından 
                açılış ile ilgili bilgiler aldım. Çok güzel bir program olmuş. 
                Üst düzey bürokratlar katılmış. Açılış Ece köylüler ve İsa 
                Ağabey için güzel bir hatıra olarak hatırlanacaktır. Tamam, 
                köyüme böyle bir kütüphane açmak istedim diyorsan diyeceğim yok. 
                Ama bence Tefenni’ye bu kütüphane çok daha güzel yakışırdı İsa 
                Ağabey. Neden mi?
 
                - Bir kere Ece Köyü’nde okul yok ve öğrencileri merkeze taşıma 
                sistemi ile geliyorlar.  
 
                - Ece Köyü’nde İlköğretimde ve lise de okuyan öğrenci sayısı 
                15 ile 20 arasında olsa gerek.  
 
                - Bu kütüphanenin her gün açık olacağını düşünemiyorum. 
                Sanırım belli saatlerde açılacak ki oda öğrencinin ve halkın 
                müsait olduğu zaman olur mu? Zor diyesim geliyor.  
 
                - Bu kütüphane merkezdeki okulların bünyesinde olmasının çok 
                daha faydalı olacağı da aşikardır.  
 
                - Hatta ilçemizde açılacak olan 
                Meslek Yüksek Okulu’nun bünyesinde olsaydı çok daha güzel 
                olurdu. Oraya da şöyle güzelce sizin isminizi yazardık ve 
                kütüphanenin işlerliğini de sağlamış olurduk.  
 
                - Bence Ece Köyü’nde öncelikle 
                öğrencilerin faydalanabileceği bir internet bağlantısı olan 3 
                bilgisayar ve çıktı alabilecekleri bir yazıcı olması çok daha 
                iyi olurdu. Bu bilgisayar odası çocukların okuldan geldiği 
                zamandan saat 21.00 e kadar açık kalacaktı. Bu konuda köyün 
                imamı da buradan sorumlu olursa çok daha güzel olurdu. Okumak 
                için hafta içi servisle, hafta sonu kurslarına ise kimi zaman 
                yaya, kimi zaman traktörle, kimi zaman diğer araçlarla her gün 
                ilçemize gelen Meltem ASLAN gibi kızlarımız içinde çok güzel bir 
                eğitim kaynağı olurdu. Kızma İsa Abi sadece benim düşüncelerim 
                bunlar naçizane.”
 
                -  
 
                - TEFENNİ İLÇE HALK KÜTÜPHANESİNE GÖNDERİLENLER
 
                -             Kasım 2008 itibariyle, Burdur ağırlıklı olmak 
                üzere ülkemiz geneline ve yurtdışındaki bazı kuruluşlara 
                bağışladığım kitap ve dergi sayısı 28 bin 895’e ulaştı. Bunların 
                6 bin 127’si Burdur merkez ve ilçelerindeki kitaplık ve 
                kütüphanelere Burdur İl Halk Kütüphanesine 5 bin 978 kitap ve 
                dergi, Tefenni İlçe Halk Kütüphanesine 2 bin 850 kitap ve dergi 
                bağışında bulundum.  
 
                - Bu bağışlar, Ankara’da Kültür 
                Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğüne listeler 
                halinde, detaylı doküman yapılarak, tutanakla ilgili Genel 
                Müdürlük personeline, Burdur merkez ve Tefenni’deki 
                kütüphanelere ulaştırılmak üzere evimden alındı, gönderildiler.
                
                
 
                - 69 paket kitap ve derginin 
                alındığına ilişkin, zamanın Genel Müdürü Hasan Duman imzasıyla 
                tarafıma yazılan yazıyla teşekkür edildi. Tarih 09.01.1997
 
                - Günlerden bir gün Tefenni’deki 
                ilçe Halk Kütüphanesine yolum düştü. Bağışladığım kitapların 
                kolilerinin açılmadığını görüp, akıbetiyle ilgili bilgi 
                alamadım. “Tefenni’de masallaşan kitaplar” başlığıyla bir yazı 
                yayınladım. 13.06.2002 tarihinde yayınlanan yazımı, Kültür 
                Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğüne bir üst yazıyla 
                gönderdim.  
 
                - Bu arada anılan yazı Burdur gazetelerinde de yayınlandı. 
                Hatta Burdur gazetesinin 05.10.2002 tarihli sayısında, 
                “Gazeteci-Yazar İsa Kayacan isyan ediyor” başlıklı bir başka 
                haber yer aldı.  
 
                - O günün Burdur Valisi Kadir Koçdemir imzasıyla bana gelen 
                yazıda, konunun Tefenni Kaymakamlığına intikal ettirilerek, 
                kitapların akıbeti hakkında bilgi istendiği bildirildi.  
 
                - Sonuçta, kütüphane çalışanları “işimizi artırıyorsunuz” 
                şeklinde düşünmüş olacaklar ki, oturup 2 bin 850 kitap ve 
                dergiyi, kendi ölçülerine göre değerlendirmişler “seri noksan, 
                bu konuda yayın var” gibi gerekçelerle 2 bin 850 rakamını 514’e 
                indirmişler ve bana cevap verilmesini sağlamışlardır.  
 
                -  
 
                - TEFENNİ’YE DE KÜTÜPHANE AÇARIZ
 
                - Tefenni İlçe Halk 
                Kütüphanesinin, bağışlara bakışıyla ilgili genel görüntü 
                yukarıda verildi. Şimdi Tefenni’de açılacak Yüksek Okul için 
                böyle bir kütüphane gerekli olabilir. Tefenni merkezindeki 
                okulların yararlanması sağlanabilir.. Ama benim manevi borcumun 
                olduğu Ece Köyü’ne açılan kütüphaneyle ilgili “yanlış olmuştur, 
                orada işlemez” gibi ifadeleri doğru bulmuyorum.. Gelin oturup 
                konuşalım ve Tefenni’de açılacak kütüphaneyle ilgili 
                hazırlıklara başlayalım… Bu Kütüphane Belediye bünyesinde mi 
                olacak? Yoksa İlçe Halk Kütüphanesi içerisinde mi olacak? . Ama 
                İlçe Halk Kütüphanesinin bağışlara bakışı yukarıda anlatıldı… 
                Yazmak, konuşmak, eleştirmek kolaydır..Ya sonrası!..
 
                -  
 
                - YILIN SÖZLERİ (2):
 
                - 1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve 
                kucaklaşmalıyız,
 
                - 2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, 
                fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
 
                - 3- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, 
                uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, 
                nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. 
                Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, 
                yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir 
                (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)  
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ
 
                
                - www.isakayacan.blogspot.com
 
                - Azerbaycan çıkışlı yayınlar, 
                yazılar yanında, Azerbaycan çıkışlı olup, Türkiye’de günyüzü 
                gören, yayınlanan kitaplar da var. Bunlardan biri, merkezi 
                Ankara’da bulunan Bengü Yayınları arasında günyüzü gören “Çağdaş 
                Azerbaycan Şiiri” adlı antoloji. Azerbaycanlı şairlerden pek 
                çoğunun kısa biyografileri yanında, şiirlerinden örnekler 
                verilmiş.  
 
                - Proje yönetmeni; Ekber Goşalı. 
                Editörler: Ekber Goşalı, İmdat Avşar, Aktarmalar: Resmiye Sabir, 
                Oktay Hacımusalı, Namık Hacıhaydarlı.  
 
                - Kısa adı DGTYB olan, Dünya Genç 
                Türk Yazarlar Birliği’nin Başkatibi Nergiz Cabbarlı’nın takdimi, 
                sunuş yazası var uzunca. Cabbarlı sunuşunun bir yerinde: “Bu 
                kitaptaki şiirler, belli bir yaşta ve belli bir edebi akıma 
                mensup şairlerin şiirleri değildir. Bu antolojide, bugün 
                Azerbaycan’da yaşayan ve eserler veren, çok farklı edebi 
                akımlara mensup şairlerini okuyabilirsiniz” diyor, antolojiyle 
                ilgili açıklık getiriyor.  
 
                - İçindekiler bölümünde, şairin 
                adı soyadı yanında, şairlerin isimlerinden de söz edilmiş. 
                Şairlerin-şairelerin isimleri üzerine bir göz atalım, buyurun:
                
                
 
                - Elçin İskenderzade, Mübariz 
                Mesimoğlu, Elbariz Memmedli, Ekber Goşalı, Resmiye Sabir, İlgar 
                İlkin, Hamlet Kazımoğlu, Fuzuli Sabiroğlu, Oktay Hacımusalı, 
                Seher, Zahir Ezemet, Elçin Mirzebeyli, Qulu Akses, Melahat 
                Yusufkızı, Ali Rıza Hasret, Aydın Efendi, Ay Nur, Celil Cavanşir, 
                Faik , Gülhare Cemalettin, Nafız Hacıhalil, Hatıra, Hayat Şemi, 
                İbrahim İlyaslı, Elhan Zal, İtimat Baskeçit, Mina Reşit, Mahir 
                Mehdi, Namık Delidağlı, Namık Hacıhaydarlı, Naringül, Ali Şirin 
                Şükürlü, Sevinç Pervane, Şafak Sahipli, Alemdar Cabbarlı, Vasif 
                Süleyman, Ulvi Bunyatzade, Faik Balabeyli, Nizami Aydın, Kemale 
                Nesrin, Kısmet.
 
                - Bu şairler ve şaireler içinde tanıdıklarım var, görüşüp 
                merhabalaştıklarım, kitaplarından önceki yazılarımda 
                bahsettiğim, sözettiklerim var. 150 sayfalık “Çağdaş Azerbaycan 
                Şiiri” adlı antoloji içinde yeralanların şiirlerinden kısa kısa 
                bölümler almak, nakletmek istiyorum:  
 
                -  
 
                - ŞEHİT DÜĞÜNÜ (Elçin İskenderzade)
 
                -  
 
                - Bu evin yüzü gülmez,  
 
                - Bu eve gelin gelmez,  
 
                - Ne yapsın şehit anası,  
 
                - Bir güzel ağlar komşuda,
                 
 
                - Ah, bu kız bir su sunası…
 
                -  
 
                - BİZ TANRISIZ DOĞMADIK (Ekber Goşalı)
 
                -  
 
                - Eller duaya açıldı,  
 
                - Mübarek gökyüzüne,  
 
                - Yaşamı boyunca,  
 
                - Hep yaratmış kişinin,  
 
                - Ruhu dolaşır,  
 
                - Gökyüzünde.  
 
                -  
 
                - İLAHİ SEVGİ (Resmiye Sabir)
 
                -  
 
                - Ben eriyen mumların,  
 
                - Kimsesiz akşamların,  
 
                - Ölümüne ağladım.  
 
                - Anne, sense benim gözyaşlarıma..
 
                -  
 
                - Yer sınırlılığı nedeniyle, Azerbaycan’lı öteki şairlerin ve 
                şairelerin şiirlerinden örnekler veremedim. Özür dilerim 
                efendim.
 
                -  
 
                - YILIN SÖZLERİ (2):
 
                - 1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve 
                kucaklaşmalıyız,
 
                - 2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, 
                fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
 
                - 3- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, 
                uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, 
                nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. 
                Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, 
                yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir 
                (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)  
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - YILIN SÖZLERİNDEN SONRA
 
                
                - www.isakayacan.blogspot.com
 
                - Genel bir değerlendirmeyle 
                ortaya konulanlar. Bunların artı ve eksileriyle karşılaşılan 
                sonuçlar. “Vicdan Mahkemesi”nde hakim önüne çıkıp, 
                yanlışları-hataları karşısında “özür dileyenler”in mahkeme 
                kararı ve sesleri karşısında suskunluk ve ısrarlılık içine 
                girmenin ne derece doğru olduğu tartışılabilir…
 
                - Yılın sonunda, ortaya konulan sözler, nelerdir, ne anlam 
                ifade etmektedirler?. Birlikte okuyalım, birlikte yorumlayalım 
                buyurun:  
 
                -  
 
                - YILIN SÖZLERİ:  
 
                - 1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, 
                yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
 
                - Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, 
                doğru olan (18.12.2008ı
 
                - 2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, 
                kırılmayacağım,
 
                - Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu 
                içinde olamayacağım,  
 
                - Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, 
                mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008ı
 
                - 3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan 
                haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek 
                okunur, yorumlanır,  
 
                - İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve 
                sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, 
                bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008ı
 
                - 4- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve 
                kucaklaşmalıyız,
 
                - 5- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, 
                fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
 
                - 6- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, 
                uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, 
                nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. 
                Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, 
                yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir 
                (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)  
 
                -  
 
                - GÜL KARDEŞİM, ÜZGÜN GÖRMEK İSTEMEM (Mustafa Ertaş)
 
                -  
 
                - Avuçların açık elin havada,
                 
 
                - Yüzün mahsun, mahsun gönlün duada,
                 
 
                - Gel gezelim Taşeli’nde ovada,
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
                 
 
                -  
 
                - Yüz yirmi dört kitap imzanı attın,
                 
 
                - Balsın, süzülmüşsün kültüre kattın,
                 
 
                - Görmeyeli hep dost neyledin nettin?
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
                 
 
                -  
 
                - Kitap göndermişsin elime aldım,
                 
 
                - Birem, birem okudum derine daldım,
                 
 
                - Söyle bu dünyaya ben niye geldim.
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
                 
 
                -  
 
                - Mal verdi, mülk verdi hepisi yalan,
                 
 
                - Bir mezardan başka, yok elde kalan
 
                - Varmı şu dünyanın ötesini bilen?
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
                 
 
                -  
 
                - Gülmek en güzeli, bilmek ötesi,
                 
 
                - Peygamberimizin evrende sesi,
                 
 
                - Bırakalım can dost ağıtı yazı,
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
                 
 
                -  
 
                - Doğum Ece köyü, yaşam Ankara,
                 
 
                - Gece gündüz hep yalvara yalvara,
 
                - Çok dualar ettim, düşmezsin dara,
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
 
                -  
 
                - Eserini aldım, sağlıklı sağ ol,
                 
 
                - Vatan’a hizmetten başka var mı yol?
 
                - Saygı, sevgi, selam, gönderdim bol bol,
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem,
 
                -  
 
                - Ertaş der ey dostum, İSA KAYACAN,
 
                - Beni benden aldı gel gör heyecan,
                 
 
                - Lale, sümbül gibi gönlünü açan,
                 
 
                - Gül kardeşim, üzgün görmek istemem
 
                - Mustafa ERTAŞ (Araştırmacı-Yazar, 19.10.2008 – Konya)
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ
                
                www.isakayacan.blogspot.com
                Şehirler, şehirlerimiz… Kentler, 
                kentlerimiz. Her iki başlıkta geçerli.  
                Şu veya bu nedenle 
                gerçekleştirilen seyahatler sonunda görülen, gezilen 
                şehirlerimizin, yerleşim birimlerimizin satırlara, mısralara 
                dökülerek anlatımları geniş kareli fotoğraf çekimi, 
                sergilenmesi, albümlere yerleştirilmesi gibidir. Fatma Uçarlar, 
                şair ve yazar. Her gittiği yerle ilgili, yerleşim birimiyle 
                ilgili gördüklerini, duygularını sayfalara, mısralara aktarıyor.
                
                
                -“Çocukluğumdan beri Türkiye 
                hatırasını incelerken, Ege Denizi ile Akdeniz’in birleştiği yer 
                olan Datça ve Bodrum yarımadaları ile Karadeniz’e burnunu biraz 
                fazlaca sokmuş olan Sinop’un bulunduğu bölge, daha doğrusu Doğu 
                Karadeniz Bölgesi en çok ilgimi çekerdi” (Bir Sevda oldun 
                yüreğimde’nin girişiı
                -“Fazla yağmur almayan 
                Şebinkarahisar’ın havası bize oyun oynamıştı/Giresun’a kadar 
                gittikten sonra Trabzon’u Sümela’yı görmesek olur mu?” İki 
                cümleyi, iki paragrafın anlatım hazırlıkları Fatma Uçarlar’dan.
                
                
                 
                ISPARTA GÜLÜ
                Fatma Uçarlar’ın altı dörtlükten 
                meydana gelen “Isparta Gülü” başlıklı şiirinde Isparta 
                anlatılıyor. Isparta ile ‘gül’ün bütünleştiği noktasından 
                hareket edilerek bir dörtlüğünde şöyle anlatılıyor:
                 
                -Bülbül figân eder, dalda yaprakta,
                 
                Büyür Isparta gülü, dağda, toprakta,
                 
                Gülyağı damla damla, akar imbikte,
                 
                Yârin yollarına ser, Isparta gülü…
                 
                Fatma Uçarlar, yıllarca görev 
                yaptığı Burdur’dan da sıkça sözeder şiirlerinde. Duygularını 
                ortaya koyar içten, samimi; anlamlı;
                 
                BURDUR
                Ben sende Burdur’u gördüm,
                 
                O yüzden sevdam sana değildi,
                 
                Kollarını açtığın an,  
                Bir kolunda Tefenni’yi,  
                Bir kolunda Ağlasun’u gördüm,
                 
                Bu yüzden sevdim bu kolları,
                 
                Ben bu kollarda tüm  Burdur’u sevdim..
                Benim sevdam Burdur’aydı,
                 
                Ben sende Burdur’u sevdim, Burdur’u..
                Arkasından Yozgat ilimiz gelir. “Kayboldum Yozgat ilinde” 
                başlığıyla Fatma Uçarlar, avuç içi kadar Yozgat’ta kaybolur. 
                Demek ki görünüm genişliği var. Yozgat’ın.  
                 
                YOZGAT
                Annemin sevdiği türkü dilimde,
                 
                Bozok Yaylası’nda yürür dururum.
                 
                Vatanımın güzel Yozgat ilinde,
                 
                Tarihime içten selam dururum.
                 
                Bir başka kentimiz, Bodrum’da görürüz Fatma Uçarlar’ı. 
                Bodrumla ilgili duygularını da dile getirir uzunca şiiriyle. Bir 
                dörtlüğü bu şiirin:  
                 
                BODRUM
                Beyaz iki katlı, evlerin hepsi,
                 
                Kalenin üstünde mehtabın tepsi,
                 
                Denizin dalgasız, suyun ipeksi,
                 
                Yüreğim sevdaya daldı, sevindim. .
                 
                YILIN SÖZLERİ (1):
                1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, 
                yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
                Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, 
                doğru olan (18.12.2008)
                2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, 
                kırılmayacağım,
                Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu 
                içinde olamayacağım,  
                Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, 
                mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
                3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan 
                haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek 
                okunur, yorumlanır,  
                İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve 
                sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, 
                bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                   - ABDURRAHİM KARAKOÇ
 
                
                - www.isakayacan.blogspot.com
 
                - Zaman zaman, şairlerimizden, 
                yazarlarımızdan sözettiğim oluyor. Bu seri de onlardan biridir. 
                Ankara’da, 29 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Altındağ’da 
                Şiir Akşamları” programında yer alanlardan:  
 
                -  
 
                - ABDURRAHİM KARAKOÇ
 
                - 1932 yılında Elbistan’da doğdu. 
                Edebiyatla, özellikle şiirle iç içe bir aileden gelmektedir. 
                Şair olan dedesi ve babasının etkisiyle küçük yaşlardan beri 
                şiire ilgi duymaya ve yazmaya başladı. Ayrıca kardeşleri de 
                kendisi gibi küçük yaşlardan beri şiir yazmaktadır.  
 
                - Gençliğinde uzun yıllar çiftçilik yaptıktan sonra Elbistan 
                Belediyesinde (1958–1985ı muhasebeci olarak çalıştı. Emekli 
                olduktan sonra Ankara’ya yerleşerek gazeteciliğe başladı.
 
                - 1958 yılına dek yazdığı yüzlerce şiiri yakıp yok eden 
                Karakoç aynı yıllarda yazmaya başladığı değişik düşünce ve 
                yorumları içeren “Hasan’a Mektuplar” (1964ı adlı ilk kitabını 
                yayımladı.  
 
                - Sonraki yıllarda ise şiirlerinin bir bölümünü topladığı, 
                “Akıl Karaya Vurdu”, “Vur Emri”, Beşinci Mevsim”, “Suları 
                Islatamadım”, “Kan Yazısı”, Gök Çekimi”,”Dosta Doğru” ile 
                sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan “Çobandan Mektuplar” 
                adlı kitapları yayımlandı. Bu kitaplardan bazıları yaklaşık 20 
                baskı yaptı.  
 
                - Çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Karakoç’un 
                şiirleri bugüne dek birçok araştırmada aktarıldı.
 
                -  
 
                - MİHRİBAN (Aşk)
 
                -  
 
                - Sarı saçlarına deli gönlümü
 
                - Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban,
                 
 
                - Ayrılıktan zor belleme ölümü
 
                - Görmeyince sezilmiyor Mihriban,
                 
 
                -  
 
                -  ‘Yar’ deyince, kalem elden düşüyor
 
                - Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
 
                - Lambamda titreyen alev üşüyor
 
                - Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.
                 
 
                -  
 
                -  
 
                - Önce naz, sonra söz ve sonra hile…
 
                - Sevilen, seveni düşürür dile
 
                - Seneler, asırlar değişse bile
 
                - Eski töre bozulmuyor Mihriban.
 
                -  
 
                - Tabiplerde ilaç yoktur yarama
 
                - Aşk deyince ötesini arama
 
                - Her nesnenin bir bitimi var ama
 
                - Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
                 
 
                -  
 
                - Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
 
                - Kar koysan köz olur aşkın külüne…
 
                - Şaştım kara bahtın tahammülüne
 
                - Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
                 
 
                -  
 
                - Tarife sığmıyor aşkın anlamı
 
                - Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
 
                - Bir kördüğüm baştan sonra
 
                - Tamamını çözemedim…
 
                - Çözülmüyor Mihriban.  
 
                -  
 
                -  
 
                - DUA
 
                - Kur’an’ın ismi Azam’ın hürmetine
 
                - Bizlere rahmet ver, rahmet ver Allah’ım
 
                - Türk Milletine ve İslam Ümmetine
 
                - Huzur ver, sükun ver, rahat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - İlk Şehit, ilk emir, son haber hakkına
 
                - Gazilerin akıttığı, ter hakkına
 
                - Ve Habibin olan Peygamber hakkına,
 
                - Tövbe ver, fellah ver, necat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Beşeriz şaşarız. Sen şaşırtma bizi
 
                - Gurur, kibir verip te, şişirme bizi
 
                - Nefsimizin peşine, düşürme bizi
 
                - İlim ver, İrfan ver, sanat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Yarab! Rahmetin gazabından büyüktür
 
                - Talebim ne şöhret, ne mal, ne de mülktür
 
                - Zayıflık, acizlik sırtımızda yüktür
 
                - İman ver akıl ver, sıhhat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Bilsek te, bilsek te gene bilmek için
 
                - Hatadan, günahtan dönebilmek için
 
                - Küfür ile zulmü gene bilmek için
 
                - Nusret ver, derman ver, takat ver Allah’ım.
                 
 
                -  
 
                - Hem dünya, hem ahirette yakma bizi
 
                - Kerem kıl, rahmetinle kucakla bizi,
                 
 
                - Kin alış-verişinden Sen sakla bizi
 
                - Sevgi ver, saygı ver, şevkat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Yalnızca Sana inanan Sana bağlı
 
                - Senin Resul’ün olan Sultana bağlı
 
                - Gönlüyle, bedeniyle Kuran’a bağlı
 
                - Komşu ver, gardaş ver, evlat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Kirden, küfürden aranıp, yunmamıza
 
                - Benlik atına binersek, inmemize
 
                - Yanlış yola saparsak, dönmemize
 
                - Zaman ver, imkân ver, fırsat ver Allah’ım
 
                -  
 
                - Gadirsin, Ganisin mülkün de yok değil
 
                - Ver bize helal ne istersek, çok değil
 
                - Beşikten mezara kadar uzak değil,
                 
 
                - Azim ver, sabır ver, sebat ver Allah’ım.
 
                - Abdurrahim KARAKOÇ(Ankara)
 
                -  
 
                - YILIN SÖZLERİ (1):
 
                - 1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, 
                yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
 
                - Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, 
                doğru olan (18.12.2008)
 
                - 2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, 
                kırılmayacağım,
 
                - Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu 
                içinde olamayacağım,  
 
                - Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, 
                mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
 
                - 3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan 
                haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek 
                okunur, yorumlanır,  
 
                - İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve 
                sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, 
                bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008)
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
          
                   
                  
                  
                  NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU
                  
                
                
                Her 
                canlı, hareket ediyor, düşünüyor, hedef veya hedefler tespit 
                ediyor. Bu hedeflerin ulaşılması için gayret gösteriyor.
                
                Nazlı 
                Aykut torunum. Gelecek için hayalleri var, hedefleri var. 
                Düşünce bazından eyleme dönüştürmek istiyor. Başlangıç 
                çalışmaları var düşündükleriyle ilgili. Başarılı görünüyor 
                maşallah. Bir masal anlatımıyla dile getirdiklerinden Nazlı’nın:
                
                BUZ 
                PATENİ SEVGİSİ 
                
                Nazlı 
                buz pateni sevgisiyle ilgili şöyle bir düşünce oluşturmuş 
                zihninde. Şampiyonluğa kadar gitmek istiyor. Buyurun Nazlı’nın 
                anlatımından dinleyelim: 
                
                Sevgili arkadaşlar; Merhaba. Benim adım Nazlı. Ankara, Özel Arı 
                Okullarının 4-A sınıfında okuyorum. Şimdi sizlere buz pateniyle 
                ilgili bir düşünce yumağı sunmak, anlatmak istiyorum:
              
                - 
                19 
                Şubat 1999 tarihinde çok karlı bir kış gününde Nazlı diye küçük 
                bir kız çocuğu, daha henüz doğmamış, annesinin karnında doğmayı 
                bekliyormuş. O gün annenin karnı sancılanmaya başlamış ve acilen 
                hastaneye, doktora gitmişler. Anne ameliyat olmuş ve dünyaya 
                “Nazlı” adında bir bebek gelmiş.
 
                - 
                Orada 
                Nazlı’nın, babası, anneannesi, dedesi iki de teyzesi varmış. 
                Nazlı’yı görünce hemen kucaklarına almışlar.
 
                - 
                Yıllar geçmiş ve bu kız büyümüş. 3 yaşında buz patenine merak 
                salmış. Annesi O’nu 5 yaşında bir kulübe yazdırmış ve böylece 
                devam etmiş. O gün bu kız, buz pateninde Dünya Şampiyonu olmak 
                istemiş. Bu azmi ve kararlılığı O’nu şampiyonluğa yükseltmiş. 
                İlk önce Türkiye şampiyonasında birinci olmuş ve daha sonraki 
                yıllarda, Dünya Şampiyonluğuna katılmış. Dünya Şampiyonluğunda 
                da birinci olarak, ülkesine madalya kazandırmış.
 
                - 
                NAZLI’NIN HEDEFLERİ
                
 
                - 
                Nazlı’nın yukarıdaki anlatımı kendisinin hayali ve hedefini 
                gösteriyor. Çocukların, bütünüyle insanların hayali ve 
                hedefinin, hedeflerinin olması ne güzel ve anlamlı değil mi?
 
                - Gelecek düşüncesi, planları ve 
                hedefleri olmayan insanların geleceği olabilir mi?
 
                - 
                NAZLI 
                SORUYOR
 
                - 
                Nazlı 
                bazı bilgiler derlemiş. “Bunları biliyor musunuz?” diye soruyor. 
                Bunlarla ilgili bilgiler efendim. Buyrun:
 
                - 
                1- 
                Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir.
 
                - 
                2- 
                Hindistan’da oyun kağıtları yuvarlaktır.
 
                - 
                3- 
                Zürafaların ses telleri yoktur.
 
                - 
                4- 18 
                Şubat 1979 tarihinde Sahra Çölü’ne kar yağmıştır.
 
                - 
                5- 
                Kangurular geri geri yürüyemezler,
 
                - 
                6- 
                Yunuslar bir gözü açık uyurlar,
 
                - 
                7- 
                Bir karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilirmiş.
 
                - 
                SONUÇ 
 
                - 
                Torunum Nazlı Aykut’un dünyasında yer alanlar bunlar. O 
                düşünüyor, gelecek için kendi çerçevesinde planlar yapıyor. 
                Araştırıyor, derlemelerinin sonuçlarını arkadaşlarıyla 
                paylaşıyor. Nazlı’nın gelecekte düşünceleriyle birlikte 
                gelişmesi ve planladığı başarıların sahibi olması dileklerim ve 
                tebriklerimle Nazlı’yı ve O’nun gibi düşünen çocuklarımızı 
                kucaklıyorum efendim.
 
                - Gönderen PROF. DR. İSA KAYACAN
                
 
                - BAK: http://www.isakayacan.blogspot.com
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               
              
              BULGARİSTAN’DAN TUNA BOYU DERGİSİ
            
            www.isakayacan.blogspot.com
            Merkezi Bulgaristan’da bulunan “Goren 
            Dunav Vakfı”nın yayınorganı olan “Tuna Boyu” dergisi dikkat çekmeye 
            devam ediyor. Sözkonusu Vakfın, Türk ve Bulgar kültürünü 
            araştırmalarıyla bilindiğini de kaydedelim.
            Tunaboyu Dergisi, iki ayda bir 
            yayınlanarak 52 nci sayısına ulaştı. Eylül-Ekim 2008 aylarında ait 
            51, Kasım-Aralık 2008 aylarına ait 52 sayısı masamızda efendim.
                       
            
            DERGİ SAYFALARINDA
            Tuna Boyu Dergisinin, “Goren Dunav” 
            Bulgaristan’da Türk ve Bulgar Kültürünü Araştırma Vakfı adına sahibi 
            ve yazı işleri müdürü: İsmail I. Kelov, yayın koordinatörü: Sarper 
            Selhep, yayın danışmanı: Servet I. Osmanova.
            Derginin Halkla İlişkiler Müdürü: 
            Zümrüt İsmailova, yayın kurulu var. Yurtiçi ve Türkiye temsilcileri 
            var. Yazışma adresi: Paisiy Hilendarski sk. no: 11, 7163 Karan 
            Vırbovka-Ruse-Bulgaristan.
            Tuna Boyu Dergisinin 51 nci 
            sayısında, imzası görülenlerden: İsa Cebeci, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, 
            Dr. Sabri Ata, Prof. Dr. Hüseyin Memişoğlu, Latif Karagöz, Bayram 
            Kuşku, Nazlı Raha Gürel, İsa Kayacan, İsmail Çavuş...
            52 nci sayıda imzası görülenlerden: 
            M. Fuad Köprülü, M. Arslan Cumalı, Prof. Dr. Stoyan Andreev, İsmail 
            Tunalı, M. Alev Kocamustafa, İsmail Çavuş, N. İbrahim Akbıyık, 
            Hüseyin Özgür, Dr. Orlin Sıbev, Yılmaz Öztuna, Latif Karagöz, Sabri 
            Alagöz.
            Tuna Boyu dergisinin sayfalarında 
            geçmişten örnekler, kesitlerin verildiği araştırmalar çoğunlukta. 
            Bunlardan biri:
            18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan, 
            Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Krallığı arasındaki dostluk 
            antlaşması efendim.
            Dr. Sabri Ata’nın, Batı Trakya 
            şiirinde göç başlıklı araştırması, Prof. Dr. Hüseyin Memişoğlu’nun, 
            Bulgaristan’da Türk-İslam Kültürü ve sanatı başlıklı yazısı, 
            araştırması vermek istediğimiz örneklerin başında geliyor efendim.
            51 nci sayının 28 nci sayfasında, 
            bendenizden sözediliyor. Başlık: Gazeteci yazar, şair, araştırmacı, 
            editör Prof. Dr. İsa Kayacan için yazılanlar... Bu üç ayrı imza 
            sahibinin görüşlerinin hemen altında bir “Teşekkür” eklemişler, Tuna 
            Boyu Dergisi yayın kurumu imzasıyla. Bu teşekkür şöyle:
            Teşekkür: Bulgaristan’da “Goren Dunav” 
            (yukarı Tuna), Türk ve Bulgar Kültürünü Araştırma Vakfı tarafından 
            Türkçe olarak yayınlanan “Tuna Boyu” Dergisinin,  Türk basınında 
            hakkında en çok yazı yayınlanan gazeteci-yazar, şair, araştırmacı 
            Prof. Dr. İsa Kayacan’a, kendisiyle gurur duyduğumuz ve 
            çalışmalarının devamını dilediğimizi “Tuna Boyu” Dergisi yayın 
            kurulu (Tuna Boyu Dergisi, Eylül-Ekim 2008, Sayı: 51, Ruse-Bulgaristan)
            Efendim, ben de teşekkürlerimi sunmak 
            istiyorum. Milli davalar, sözle değil, fiiliyat olarak izlenmeli ve 
            değerlendirilmelidir.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               AMATÖRDEN PROFESYONELE
            
            www.isakayacan.blogspot.com
            İsmiyle yeni yeni karşılaştığımız şair, şaire adaylarımız. 
            İsimleri bilinen, yazdıkları yayınladıkları alkışlananlar...  
            Ayrı ayrı değerlendiriliyor, değerlendirilmelidir.
             
            BURDUR’DAN KEZİBAN SEZER
            Dört-beş ay önce bana bir hemşehrimiz aracılığıyla ulaşan 
            hemşehrimiz Keziban Sezer. Şiir denemeleri var. “Noktalama 
            işaretlerinden sıkıldım. Biraz da okuyucuya bırakmak düşüncesiyle, 
            noktalamayı bırakalım” diye yola çıkan hemşehrimin bu görüşünün 
            doğru olmadığını sözlemek istiyorum öncelikle. Noktalama işaretleri, 
            şiirin-yazının dış sıvası gibidir. Sıvası olmayan bir yerde oturmak, 
            soğuk almamız anlamına gelmez mi?
            Keziban Sezer’in kısa kısa şiir denemeleri var. Bazıları özlü 
            söz şekline daha yakın. Bunlardan; “Seni nasıl suçlamam ki/ Pembe 
            rüyalarımda/ Mahsun-mahsun uyurken/ Hayalin acı çığlıklarıyla 
            uyandırdın”.
            - Kötülerin bile/ Mutlak iyi bir kapısı vardır/Arayıp 
            görebilirsen/Senden bahtiyarı yoktur/Bütün iyi kapıların/ Şifresini 
            çözebilirsen...
            - Mevsimlerden kışı sevdim/ Beyazı sevmedim ama/ Karı sevdim.
            - Toprağı sevmedim ama/ Yaşamak geçiciydi/ Ölümü sevdim...
            Keziban Sezer hemşehrim, öncelikle çokca şiir kitabı okumalı, 
            mısraların nasıl yan yana getirildiğini, mısraların bütünlüğüyle 
            şiirin nasıl tamamlandığını, şekillendiğini görmelidir.
             
            FATMA UÇARLAR’DAN
            Fatma Uçarlar, yıllarca Burdur’da görev yaptı. Sonra Isparta’ya 
            naklen-tayinen geçti. Burdur’da çalıştığı yollarda, 06 Haziran 2004 
            tarihinde bendenizle ilgili bir şiir yazmış, beni Akrostiş olarak 
            anlatmış. Teşekkürlerimi yineleyerek bu şiiri aşağıya alıyorum 
            efendim.
             
            Akrostiş -İSA KAYACAN
             
            İlim edinme sevdası,
            Sarınca her yanını,
            Ankara olmuş mekanı.
             
            Kaya gibi direnmiş,
            Arsızların, riyakârların karşısında,
            Yazarak almış gıdasın kana kana,
            Anayurdun dışına taşmış adı,
            Can olmuş Burdur’a Azerbaycan’a
            Adını duyurmuş ilinin, dört bir yana,
            Nebisi matbaanın denmiş, O’nun adına.
             
            Yazımızın üçüncü bölümündeki isim ve imza, yine Isparta 
            ilimizden efendim:
             
            ÖLÜM YAKIN
            Isparta ilimiz merkezinde yaşayan Zeki Çelik “Ölüm Yakın” 
            şiirinde, ölümün insana yakınlığı üzerinde duruyor ve beş dörtlükten 
            meydana gelen şiirinin bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor:
             
            - Makam mertebe dinlemez,
            Parayla kimse önlemez,
            Müslüman yalan söylemez,
            Ölüm her insana yakındır...
             
            Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
             
            GÜNÜN HABERLERİ:
                        1. Ankara-Türkocağı binasından kaldırılan 
            “Türkocağı” yazısı tepkiler üzerine bina girişindeki yerini 
            (yeniden) aldı.  
                        2. Burdurlu iş adamı Mehmet Cadıl, ”krizle başa 
            çıkabilmek için, ticaret erbabı ve şirketler ileriyi görerek 
            ticaretine yön vermelidirler” dedi.  
                        3. Bakılan değil, okunan gazete “Yenisöke Gazetesi” 
            4 bin 478. sayısıyla 16. yayın yılına merhaba dedi.  
                        4. İyinin, güzelin, doğrunun yanında olan, 
            yazarlarının sayısı değişik zamanlarda 52’ye ulaşan “Sorgun Postası 
            Gazetesi” bin 877. ci sayısıyla 29. yayın yılına girdi.  
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               DR. FARUK FAİK KÖPRÜLÜ’NÜN “CANIM KERKÜK”Ü
            
            www.isakayacan.blogspot.com
            İnsanlar doğup büyüdükleri yerle, 
            yerlerle ilgili duygularını dile getirirken sayfa ve sütunlara 
            aktarırken, değişik duygular içine girerler. Doğruluk, netlik 
            içindeki görüntüleriyle dile getirirler, görüşlerini ortaya 
            koyarlar.
            Dr. Faruk Faik Köprülü, Kerkük’ten 
            sesleniyor. Burada yaşıyor. Eğitimci, şair ve yazar. “Canım Kerkük” 
            adlı bir şiiri var elimizde.
            Dokuz bölümden meydana gelen bu 
            şiirin ilk üç dörtlüğünü, bir başka yazımın sonunda yer vermiştim. 
            Şimdi bu üç bölümün dışında yer alan “Canım Kerkük” şiirinin 
            mısraları arasında gezmek istiyorum efendim:
             
            CANIM KERKÜK (devamı)
            Dr. Faruk Faik Köprülü, Kerkük’ün 
            şehirlerin ziyneti, dedelerin kalası, olduğundan sözettikten, “Canım 
            Kerkük iman ettim kur’an a” dedikten sonra, devam ediyor. Anılan 
            şiirin iki bölümü:
             
            - Canım Kerkük karaaltun bulağı,
            Nurun saçır yakın eyler ırağı,
            Kervancılar misafirler durağı,
            Yeryüzünde cennet varsa tek sensin,
            Sen sultansın, sen ağasın sen beksin.
             
            Canım Kerkük gürgürbaba nurusun,
            Madenlerin yakutusun durusun,
            Can evimizin perisisin hurusun,
            Sevinç sende, kerem sende, sen sende,
            Türk dünyasın toplayan destan sende.
             
            Kerkük’ü yıldırımların çakışı, karlı, 
            yağmurların yağışı, kızıl güllerin kış karnında çıkışı, hep Dr. 
            Faruk Köprülü’yü yüreğinden yaralar. Her şey Kerkük içindir. Kerkük 
            sevgisinin dalga dalga dağılışı, Kazakistan, Taşkent ve 
            Türkistan’da, Türk dünyasında yaşanışıdır arzu arzu düğümlenen. 
            Sonra;
             
            - Sen ey tutsak güvercinler kabını
            Kilitleme güneş kokan kapını,
            Sende renk, süs, bilim, sanat, 
            tapını,
            Yurtseverlik, efendilik, sendedir,
            Dost severlik, beraberlik sendedir.
             
            Senin için yeşillenir emeğim,
            Gün doğmadan doğar gönül çiçeğim,
            Sen ey köyüm, suyum, şehrim, meleğim,
            Türklüğüm olmuş başım belası,
            Ey Irak’ın ikincisi Kerbelası...
             
            Türklüğün insanın başının belası 
            olması, Şemsettin Küzeci’nin dediği gibi “Suçum Türk Olmak”tır 
            sözündeki, gerçeğinde olduğu gibi, Türk olmanın, Türklüğün insanlar 
            için sıkıntılar vermesi ne kadar üzücü, düşündürücü değil mi?
             
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          25  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
              
                 - 
                OSMAN APAYDIN’I 
                UNUTMAMAK
 
              
              - www.isakayacan.blogspot.com
 
              - Bizim Türk milleti olarak 
              vefasızlığımız belli, ortada. İnsanların sağlığında pek 
              kıymetlerini, değerlerini bilmeyiz. Osman Apaydın, Burdur’un 
              Kozluca beldesinde yaşayan, şair ve yazar arkadaşlarımızdan, 
              hemşehrilerimizden biriydi. Kozluca’da pek çok sosyal ve kültürel 
              etkinliklere imza atan Osman Apaydın Ramazan Bayramının birinci 
              günü 23.10.2006 tarihinde sabah 08.00 sularında vefat etti. Aynı 
              gün Kozluca (Belde) mezarlığında toprağa verildi.
 
              - Mayıs 2007’de yayınladığım 
              “Aramızdan Ayrılanlar” adlı kitabımın 106 ncı sayfasında fotoğrafı 
              ve biyografisiyle birlikte verilen “Tanrım” adlı şiirinden iki 
              dörtlükle hatırlanan Osman Apaydın için, bu satırların yazarı İsa 
              Kayacan, Melahat Ecevit, H. Hüseyih Yıldız, Şevket Aksöz, Sabahat 
              Gümüş, A.Ali Bilgen ve Durmuş Öcal’ın Osman Apaydın hakkındaki 
              kısa görüşleri yeralıyor.
 
              -  
 
              - OLMADI OSMAN OLMADI
 
              - Fatma Uçarlar, Burdur’da uzun süre 
              görev yaptı. Sonra Isparta’ya naklen aynı görevini yürütmek üzere 
              geçti. Osman Apaydın’ı da yakından tanıyor. Eylül 2008’de 
              yayınlanan “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı şiir kitabının 96 
              ve 97 nci sayfalarında “Olmadı Osman Olmadı” adlı, başlıklı bir 
              şiiri var Fatma Uçarlar’ın. Şöyle söze başlıyor Fatma Hanım:
 
              -  
 
              - Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
 
              - Böyle tutunmuşken hayata,
              
              
 
              - Böyle severken dostlarını,
 
              - Ve böyle severken dostların seni,
 
              - Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
 
              - Böyle apansız,
 
              - Hoşça kal! diyeceğin...
 
              -  
 
              - Arkasından Fatma Uçarlar’ın 
              soruları geliyor: “Hani bayramlar, bayrama yakışır kutlanmalıydı?/ 
              Hani bayramlarda ayrılık olmamalıydı?/ Olmadı Osman, olmadı/ Bu 
              gidişin hiç ama hiç olmadı”...
 
              - Devam ediliyor Fatma Uçarlar 
              anlatımıyla, Osman Apaydın’a seslenişler: “Bu bir şaka olmalı 
              dedim kendimce/Hem kötü bir şaka/Aramanı bekledim/ Korkma şakaydı, 
              daha vadem dolmadı, demeni/ Keşke şaka olsaydı/Hatta eşek şakası 
              olsaydı/ Razıydım ama olmadı”...
 
              -  
 
              - - “Sen başının üstünde taşıdın 
              gönül dostlarını/Biz, ellerimiz üstünde taşıyamadık seni/ Affet 
              bizleri/ Affet Osman/ Ama o an/ Duyacağını hissettim tüm yüreğim 
              de/ Ve senin için okudum o çok sevdiğin/ Umurumda değil 
              şiirimi”... Devam ediyor Fatma Uçarlar:
 
              -  
 
              -  
 
              - - Mutat toplantılarımızda,
              
              
 
              - Seni arayacak gözlerimiz.
 
              - Kim senin kadar güzel okuyacak,
 
              - “Sol yanım acıyor anne”yi?
 
              - Bu gidişin,
 
              - Annenin de sol yanını acıttı 
              Osman!,
 
              - Olmadı Osman olmadı!
 
              - Bu gidişin hiç ama hiç olmadı!
 
             
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           26  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - 
              
              SORUMLULUK
 
            
            - www.isakayacan.blogspot.com
 
            - Hepimizin, her konuda sorumluluğumuz 
            vardır. 09 Mayıs 2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş 
            yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimin “sorumluluk” adlı 
            şiiri, birlikte hazırlayıp, yayınladığımız “Armağan–4” adlı kitabın 
            124 ncü sayfasında yer aldı. Bu şiir, bizzat bana yazdırdığı 
            “Değerli dostum Ali Topçu’ya” ithafıyla sayfalarda, sütunlarda yer 
            aldı. 
 
            - Şiir üç bölümden oluşuyor. “Bu 
            yirminci yüzyıl, bu uzay çağı/Avuç içi kadar küçüldü evren/Ay uzakta 
            değil, komşu kapısı/Gelişen bilim ve teknik/Söylesin elektronik 
            beyinler/Açları doyurmak, hastaları yaşatmak için/İnsan sorununa bir 
            çözüm var mı?/ Ölüm araçlarını icat edenler” bölümüyle, sözleriyle 
            başlıyor. 
 
            - Sonra Ahmet Tufan Şentürk hoca, 
            insanların vatan için, özgürlük için, ekmek için yaşadığı 
            gerçeğinden hareket ediyor, “her doğan sevmek ister,. Yaşamak ister” 
            noktasının karşısında, öldürmek çabası içinde olanların ne yapmak 
            istediklerini soruyor bir yargıç edasıyla. Ve bu şiirin bitiminde;
 
            -  
 
            - Irkın, dinin, milliyetin,
            
            
 
            - Ne olursa olsun, önemli değil,
            
            
 
            - İnsan isen dünyanın bir parçasında,
            
 
            - Seven bir yüreğin varsa, sızlayan,
            
 
            - Gözlerin görüyorsa, duyuyorsa 
            kulakların, 
 
            - Dövüşenleri, ölenleri, öldürenleri,
            
 
            - Korkuyorsanız eğer gördüğünüz düşten,
            
 
            - Ölüm araçlarını icad edenler,
 
            -  
 
            - Burada Ahmet Tufan Şentürk hocanın 
            “Sorumluluk” adlı şiirinin noktasını koyuyoruz. Bir başka şairimiz 
            Murat Duman’ın Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili duygularına dönüyoruz 
            efendim. 
 
            -  
 
            - MURAT DUMAN’DAN
 
            - Murat Duman Ankara’da yaşayan 
            şairlerimizden…
 
            - 09 Mayıs 2005 tarihinde kaleme 
            aldığı, “Hakka Yürüdü” başlıklı, Ahmet Tufan Şentürk Baba’ya ithaflı 
            bir şiiri var beş ayrı dörtlükten meydana gelen. Şöyle başlıyor söze 
            Murat Duman: 
 
            -  
 
            - Serilmiş yatağa bir ulu çınar,
            
            
 
            - Her gün biraz daha soluyor hocam,
            
 
            - Dokunmayın, dostlar yüreğim yanar,
            
 
            - Dostların kalbini deliyor hocam..
 
            -  
 
            - Sonra Murat Duman, yatakdaki hocanın 
            dermanı kalmadığını, canıyla yaşama savaşı vermesine rağmen başarılı 
            olmakta zorlandığını, dile getirdikten sonra; “Altın harfle yazdım, 
            silinmez yeri/ Bağlandım ezelden, dönemem geri/Nerde babam, diye 
            gönül erleri/Yalancı yüzlere gülüyor hocam” dörtlüğünden sonra, 
            “Alevler içinde dindir özünü/İncitmesin toprak, geliyor hocam” diye 
            noktasını koyuyor ama üzüntülerinin ardı arkası gelmiyor, sürüp 
            gidiyor, sürüp geliyor. Murat Duman’ın ayrıca, Ahmet Tufan 
            Şentürk’ün ölümünün 40 ncı günü olan 18.06.2005 tarihinde  yazdığı 
            Ahmet Tufan Şentürk’e ithaf edilen bir başka şiiri var. 
 
            -  
 
            - FATMA UÇARLAR’DAN
 
            - Isparta ilimiz merkezinde yaşayan 
            Fatma Uçarlar’ın 11.09.2004 tarihinde Denizli’de yazdığı “Kerim 
            Aydın Erdem’e adlı altı dörtlükten meydana gelen bir şiiri var 
            elimizde. Bu şiirde Fatma Uçarlar, kaybedilen bir dosttan yılların 
            gerisinden gözlerimiz önüne gelen duygulardan söz ediyor, buradan 
            yola çıkıyor, mezarına yapılan ziyaretten bahsediyor ve bir 
            dörtlüğünde duygularını şöyle dile getiriyor efendim: 
 
            -  
 
            - Bir yıl kadar önceydi, tanışmıştım 
            O’nunla, 
 
            - Kitabını vermişti, aldım büyük 
            gururla, 
 
            - Ne de zarif bir insan, ne de hassas 
            duygular, 
 
            - Okuyanın, insanın büsbütün içi 
            sızlar.
 
            -  
 
            -  
 
            - Azerbaycan’dan Gülaye Rizayeva
 
            - Prof. Dr. İSA KAYACAN
 
            - www.isakayacan.blogspot.com
 
            - Zaman zaman, şairlerimizden, 
            yazarlarımızdan sözettiğim oluyor. Bu seri de onlardan biridir. 
            Ankara’da, 29 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Altındağ’da 
            Şiir Akşamları” programında yeralanlardan: 
 
            -  
 
            - GÜLAYE RİZAYEVA
 
            - İsmail kızı Gülaye Rızayeva, 
            29.07.1964 tarihinde Azerbaycan’ın Gedebey kasabasının Düzresullu 
            köyünde dünyaya geldi. İlköğrenimine 1971 yılında yine bu şehirde 
            başladı. İlk ve orta öğrenimini 1981’de tamamladı, Rizayeva, 1982 
            yılında evlendi ve bugün üç çocuk sahibidir. Bakü’ye 1983 yılında 
            gelen Rizayeva, 1987–1991 yılları arasında Maliye ve Ekonomi Yüksek 
            Okulu’nda okumuştur. 
 
            - Şaire ve edebiyata küçük yaşlardan 
            itibaren ilgi duyan Rizayeva, orta öğrenimi yıllarında yazdığı 
            şiirleri Azerbaycan’da çıkan bazı dergi ve gazetelerde yayımlandı. O 
            yıllardan bu yana Rizayeva, edebiyata olan ilgisini sürdürmeye devam 
            ediyor. 
 
            - Azerbaycan Radyo Televizyonu’nda 
            şairin şiirleri 1992’den itibaren yayımlanmaya başlar. Şairin 
            şiirlerinin dinleyici ve seyirci ile televizyonda ilk buluşması Aşık 
            Peri Meclisi adlı program ile başlar. Bu programda sanatçının şiir 
            yaratıcılığında yer alan eserleri, Azerbaycan Televizyonu Devlet 
            Kanalı’nda uzun yıllar dinleyici ve seyirci ile buluşturulmuştur. 
            Özellikle Gülaye Rızayeva’nın sanatkarlığı yönünde çeşitli yerlerde 
            birçok etkinlik düzenlenmiştir. Bu etkinliklerden sonuncusu Atatürk 
            Kültür Merkezi’nde düzenlenmiş ve bu programda Gülaye Rizayeva’nın 
            sanatçı kişiliği üzerinde durulmuştur. 
 
            - Çeşitli kitle iletişim araçlarında 
            şiirleri okunan Rizayeva, Azerbaycan Devlet Televizyonunda 
            “Sazın-Sözün Şehrinde” adlı programın yürütücüsüdür. Ayrıca Rızayeva, 
            Orta Asya Cumhuriyetlerinde ve Türkiye’de çeşitli programlara 
            davetli olarak katılmıştır, Şair, şiir yaratıcılığında gösterdiği 
            başarı nedeniyle birçok ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bir 
            tanesi Bursa’da düzenlenen Türk Dünyası aşıklarının ve şairlerinin 
            yarışması sırasında kendisine verilen birincilik ödülüdür. Güleye 
            Rizayeva edebi hayatı boyunca Ay Menim Gözleri Kör Mehebbetim. Bir 
            Şair Yaşayır Gamın İçinde, Gelmişem ki Diyem Gemliyecem, Zaman 
            Ağlattı Meni adlı dört kitabı yayınlanmıştır ve şiirleri çeşitli 
            antolojilerde yer almıştır. Ayrıca İlgarımda İlgarsıza Uduzdum, 
            Gizletmişem Güle Güle Derdimi, Meni Sensizliğe Sen Öğretmişen, 
            Ömrümün Laylaları adlı şiir albümleri çıkmıştır. Bu  albümlerde 
            şairin şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından 
            seslendirilmiştir. 
 
            - Gülaye Rızayeva’nın manzum aşk ve 
            duygu temalı hikâyeleri ile ilgili birçok sinema ve televizyon klibi 
            hazırlanmış ve hazırlanmaktadır.  
 
            - Gülaye Rızayeva, Aşık Peri 
            Meclisi’nin, Aşıklar Birliği’nin ve Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin 
            üyesidir. Gülaye Hanım bu gün de edebi faaliyetlerini 
            sürdürmektedir.  
 
            -  
 
            - SALAMELEKÜM
 
            -  
 
            - Salamla başlanıb ezeli ülfet
 
            - Salamla balanıb xilgete hörmet
 
            - Salamla başlanıb mehr-mehebbet;
 
            - Secde eyleyirse salama her kim
            
            
 
            - Salameleküm
 
            -             İnsanı insana 
            yovuşdurubdur
 
            -             Xatadan, beladan 
            sovuşdurubdur, 
 
            -             Seveni sevene 
            govuşturubdur
 
            -             Adalet eşgine verilen 
            höküm
 
            -             Salameleküm
 
            - Derin deryalarım, gur axan çayım
 
            - Gündüzler güneşim, geceler ayım
 
            - Salamdır chana sovgatım payım
 
            - İncidir, gövherdir hem de lel yüküm
 
            - Salameleküm
 
            -             Ne ucuz tut onu ne yarıda 
            gir
 
            -             Salamdan bahalı bexşiş 
            var mıdır?
 
            -             Salam yeradana 
            etiramımdır
 
            -             Ezeli-ebedi güdretli 
            hakim 
 
            -             Salameleküm
 
            - Çaılan seherler düşen axşamlar
 
            - Ümidler goynunda alışan Şamlar
 
            - Migeddes ayalar, şahi imamlar
 
            - Cismime can veren möcüzü hakim
 
            - Salameleküm
 
            -             Gülayayam, özüm gördüm 
            bihalam
 
            -             Adını çeken tek geyb oldu 
            belam
 
            -             Sacdağahım Kaba evim, 
            Kerbalam
 
            -             Her an seninledir eşgim 
            meslekim
 
            -             Selamelekum
 
            -  
 
            - Gülaye ŞINIXLI
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          27  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               
              RAMİZ MEHDİYEV’DEN 
              DEMOKRASİYE GİDEN YOL
            
            www.isakayacan.blogspot.com
                        Bana ulaşan yayınlar, 
            değişik kanallarla masam üzerinde, gündemin içinde yer almaya devam 
            ediyorlar. 
                        Hayrettin İvgin dostumun 
            bana ulaştırdığı kitap ve yayınlardan biri, Ramiz Mehdiyev imzasıyla 
            674 sayfayla gün yüzü görmüş, İstanbul’da basılmış “Geçmişin 
            Işığında Demokrasiye Giden Yol” adının taşıyıcısı efendim. 
            
                        Prof. Dr. Ramiz Mehdiyev, 
            17 Nisan 1938 tarihinde Bakü’de doğmuş. 1993 yılında felsefe dalında 
            “ilimler doktoru” unvanıyla çalışmalarını sürdürmüş. Bakü’de Devlet 
            Müsteşarı olarak çalışmalarına devam eden Ramiz Mehdiyev, Azerbaycan 
            Devleti ve toplumunun gelişim problemleri hakkında 100’ün üzerinde 
            bilimsel makale ve çok sayıda eserin müellifidir. 
             
                        SAYFALARA
                        Geçmişin ışığıyla 
            Demokrosiye giden yol, adlı kitabın sayfalarına doğru bir adım 
            atalım. Gördüklerimizden: 
                        Kitabın Türkiye 
            Türkçesi’ne çevrilişinde görev alanlar, ayrıca ihtisas editörleri 
            var. Kitap için; “Felsefe profesörü Ramiz Mehdiyev bu kitabında 
            demokrasi ve insanlığın sürekli olarak kendi egemenliğini oluşturma 
            çabasını incelemiştir” deniyor. 
                        Bu arada, anılan yayında, 
            dünya düzeni, katı merkeziyetçilik, olumsuz sonuçları aynı zamanda 
            Azerbaycan’ın Yeni Dünya düzenindeki rolü ve yerinin incelendiğini 
            görmekteyiz. 
                        Konu detaylandırılması 
            yapılırken de kitap içindekiler şöyle sıralanıyor: 
            -İnsanlığın tarihi gelişiminde 
            demokrasinin yeri ve rolü, 
            -Medeni dünyanın “halk egemenliğine” 
            doğru sürekli ilerleme çabalarının ortaya konulması, 
            -Milli demokratik geçişin bilimsel 
            şekilde araştırılması, 
            -Azerbaycan’ın sosyo-politik 
            geleceğine kısa bir bakış…
             İçindekiler sayfasındaki ara 
            başlıklardan da birkaç örnek verilim dilerseniz: 
            -Istıraplı yollardan yıldızlara, E. 
            Pluribus Unum-Birliği formülü, Devrimden evrime: Siyasi realiteye 
            dönüş. Azerbaycan 2005, Demokratik konsolidasyon dediğimiz 
            demokrasinin toplumsal ilişkilerde yerleşik hale gelmesi, Ulusal 
            gelişimin felsefesi, milli model. 
            Prof. Dr. Ramiz Mehdiyev, önsözünün 
            bir yerinde: “Bizler benzersiz özgürlüklere sahip bir dönemde 
            yaşıyoruz. Demokratikleşme ile birlikte bu konular arasında ben, 
            başında enerjik ve iradeli bir liderin önderliğinde kurulan güçlü 
            bir Azerbaycan Devleti konusu ile karşılıyorum. Böyle bir devletin 
            kurulması dünyanın karşısında duran en önemli konulardan birisidir” 
            diyor. 
                        Sayfa 638’den: “Sağlam 
            bir demokrasinin gelişmesinin temeli, cemiyetin kazandıkları ve 
            kaybettikleri, başarıları ve mağlubiyetleri hakkında bilgilendirecek 
            bağımsız kitle iletişim araçlarının oluşturulmasıdır. Bunun 
            neticesinde her bir bilgi birey seçimlerde düşüncesinin doğruluğunu 
            ölçebilir”. 
                        Sayfa 639’dan: Azerbaycan 
            devamlı olarak gelişmiş sivil toplumu ve sağlam demokrasisi olan bir 
            devlete doğru ilerlemektedir. Böyle bir devlette tam olarak her bir 
            vatandaşın hakları, siyasi özgürlükleri yaşanacaktır. 
                        Türkiye’de “da 
            yayıncılık” tarafından gün yüzüne çıkarılan, yayınlanan bu kitap 
            okunmalıdır.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           28  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 
                
                İSTİKLAL MARŞIMIZIN YAZILDIĞI EV VE ÇEVRESİ GÜZELLEŞTİRİLDİ
              
              www.isakayacan.blogspot.com
              Hani bir fotoğraf çekersiniz…
              
              Yıllar önceye dayanır, eskilere 
              aittir. Bakar bakar değerlendirirsiniz. 
              İllerimiz, ilçelerimiz, 
              beldelerimiz, köylerimiz, mahallelerimiz de öyledir. Birkaç yıl 
              uğramadığınız yerlerin tanınmayacak ölçüde güzelleştiği veya terk 
              edildiği görüntüleriyle karşılaştığınızda, sevinir veya 
              üzülürsünüz. 
              Ankara, Hamamönünde 1965–1980 
              yılları arasında Göztepe Sokakta oturduk. Ece Sanat Dergisinin 
              yayın yıllarındaki adresimiz Göztepe Sk. 5/A idi. Ankara’nın eski 
              semtlerinden, binalarının yer yer yok olmak üzere oluşuyla 
              karşılaşılan bir semtti Hamamönü.
              Ama şimdi bakıyorum, Hamamönü’nün 
              Samanpazarının, Koyunpazarının, Çıkrıkcıların çehresi-çehreleri 
              değişmiş. Restore edilen binalar, sokakların düzenlenişi ferahlık 
              getiriyor. 
              Hele İstiklal Marşımızın şairi 
              Mehmet Akif Ersoy’un yaşadığı evin restore edilip, etrafının park 
              haline getirilmesi “Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkı”nın açılışı, 
              yemyeşil bir alan haline getirilişi beni duygulandırıyor..
              Altındağ Belediyesinin hizmetleri 
              gözle görülen, elle tutulan bir görünüm arzediyor. 
              Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkının, 
              genç kuşaklara tarih bilinci aşılaması, doğru konulan teşhislerden 
              biri.
              Son yıllarda, yatırımlarını hızla 
              artıran Altındağ  Belediyesi parkları ve prestij yapılarıyla 
              Altındağ’a hak ettiği değeri kazandırıyor. 
              Altındağ Belediyesi yetkilileri, 
              projenin uygulama amacını şöyle açıklıyorlar: 
              Mehmet Akif Ersoy’un şahsı ve 
              anısına saygının yanı sıra, genç kuşaklara, tarih bilincinin 
              aşılanması. Merhum şair Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşını 
              yazdığı ev olan Taceddin Dergâhı’nın müze olarak bulunduğu park, 
              tarihi anlatan yapılarıyla tam bir kültür ve tarih merkezine 
              dönüşecek. 
              Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkına 
              ayrı bir önem veren Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki; 
              “İstiklal Marşının yazarının, bu eseri yazdığı evin bulunduğu 
              bölgenin mezbelelik görüntüsü, göreve geldiğim ilk günden beri 
              içimi acıtıyordu. Bu nedenle arazinin sahibi olan Hacettepe 
              Üniversitesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile pek çok defa 
              görüşerek projenin startını verdik. Uygulaması Altındağ Belediyesi 
              tarafından yapılan parkın, Mehmet Akif Ersoy anısına yakışır 
              olmasını umuyorum” cümleleriyle yaptığı değerlendirmenin doğru ve 
              anlaşılır olduğunu ortaya koyuyor. 
              Ortaya konulan hizmetler, gözle 
              görülmeye, hissedilmeye ve eskisiyle yeninin mukayesesinin 
              yapılmaya başlanmasıyla, daha bir netlik kazanıyor, hizmet 
              sahiplerinin de alkışlanması gerekiyor. Altındağ Belediyesi’nin bu 
              olumlu hizmetlerini kutluyor, diğer Belediyelere örnek olmasını 
              diliyorum efendim.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          29  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - 
              
              BELEDİYE BAŞKANLARIMIZDAN
 
            
            - www.isakayacan.blogspot.com
 
            - Ülkemiz genelinde faaliyet gösteren 
            Belediyelerimiz, bu belediyelerimizin hizmetlerinin genel 
            değerlendirilişleriyle ilgili tablolar bölgeden bölgeye, ilden il’e, 
            ilçeden ilçeye, beldeden beldeye değişiklik gösterebilir. 
            
 
            - Gördüklerimiz duyduklarımız vardır bu 
            belediye başkanlarının içinde. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin 
            Kocamaz, Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatcı, kültürel 
            faaliyetleriyle bilinen, alkışlananlardan sadece ikisidir. 
            Tarsus’ta, Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları uluslar arası seviyede 
            her yıl gerçekleştirilirken, Fethiye Belediye Başkanı Behçet 
            Saatcı’nın, Ünal Şöhret Dirlik, Recai Şahin, Birdal Can Tüfekçi, 
            Cahit Begenç gibi pek çok şair ve yazarın kitaplarının 
            yayınlanışında katkıda bulunduğunu biliyorum. 
 
            - Burdur Belediye Başkanı Sebahattin 
            Akaya, bendenizin, Burdurla ilgili bir kitabımın yayınlanmasını 
            sağladı. Burdur-Bucak Belediye Başkanı Arsal Sarı’da kültüre önem 
            veriyor. Burdur Ticaret Borsası Başkanı Baki Varol, Fatma Üçarlar’ın 
            bir kitabının yayınlanmasına destek verdi. Eğirdir Belediye Başkanı 
            Ömer Şengöl yine Fatma Uçarlar’ın bir kitabının yayınının 
            gerçekleşmesine katkıda bulundu. Adana ilimize bağlı Ceyhan Belediye 
            Başkanımızın da kültüre önem verdiğini duyuyoruz. Gümüşhane Belediye 
            Başkanımızda kültürel destekleriyle bilinenler arasında sayılıyor. 
            Ankara-Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’de bunlardan biri.
            
 
            -  
 
            - TARSUS BELEDİYE BAŞKANI
 
            - Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin 
            Kocamaz aynı zamanda şair. Şiirleri var yayınlanmış, kitapları var 
            günyüzü gören. 2008 Kurban Bayramı vesilesiyle gönderdiği 
            kutlamasının iç yüzünde “Bayramlar essahlı bayram olmalı” başlıklı 
            bir şiiri var Burhanettin Kocamaz’ın Buyurun birlikte okuyalım:
            
 
            -             BAYRAMLAR ESSAHLI BAYRAM 
            OLMALI 
 
            - (Burhanetti Kocamaz)
 
            -  
 
            - Gönül bu öyle bir bayram istiyor,
            
 
            - Şu dünyada ezilen yok, ezen yok,
            
 
            - Tüm kainat mutlu olsun istiyor,
            
            
 
            - Eziyet ve çile çeken canlı yok.
 
            -  
 
            - Zenginler fakire otağ kurmalı,
            
            
 
            - Aç olan doymalı, çıplak giymeli,
            
 
            - Yardımlaşma hep dorukta olmalı,
            
            
 
            - Bayramsa gerçekten bayram olmalı.
            
 
            -  
 
            - Huzursuzken bayram, bayram olmuyor,
            
 
            - Çileliyken millet huzur bilmiyor,
            
 
            - Ağlayana gülen derman bulmuyor,
            
            
 
            - Bayramlar gerçekten bayram olmalı.
            
 
            -  
 
            - Çocuklar bayramı bayram bilmeli,
            
 
            - Bayramlık giymeli yüzü gülmeli,
            
            
 
            - Lunaparklar onlar ile dolmalı,
            
            
 
            - Bayramlar gerçek bir bayram olmalı.
            
 
            -  
 
            - Bayramlar coşku ve şenlik olmalı,
            
 
            - Açlıklar yok, işsizlik yok olmalı,
            
 
            - Vatanında milli birlik olmalı,
            
            
 
            - Onurlar korunmalı, dirlik olmalı.
            
 
            -  
 
            - Şehitler sırasıyla gelmesin artık,
            
 
            - Analar gözyaşın dökmesin artık,
            
            
 
            - Yöneten gaflete düşmesin artık,
            
            
 
            - Bu bayram essahlı bayram olmalı.
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          30  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - 
                
                YENİGÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA
 
              
              - www.isakayacan.blogspot.com
 
              - Zaman içinde oluşanlar, sonuçları 
              itibariyle karşımıza çıkanlar. Süreklilik içinden ayrılıp “mola” 
              verişler. Ayrılışların ardından yine aynı yayın organının 
              sütunlarında görülmeye başlayan imzalar. 
 
              - Burdur ilimiz merkezinde günlük 
              yayınlanan “Yenigün” Gazetesi… Burdur ilimize bağlı Bucak 
              ilçemizde günlük yayınlanan “Ses 15” gazetesi. Bu gazetelerin 
              sütunlarında yazılanlarımızın sizlerle yeniden merhabalaşmaya 
              başlayışları. 
 
              -  
 
              - YENİGÜN GAZETESİ
 
              - Burdur ilimiz merkezinde günlük 
              yayınlanıyor. Kuruluş tarihi: 01.09.1954. Kurucuları: Osman Şan, 
              Muharrem Tuncel, Sahibi: Muharrem Tuncel. Yazı İşleri Müdürü ve 
              Genel Yayın Yönetmeni: Kürşat Tuncel. Sayfa Editörü: Şadiye Ünal. 
              Muhabirler: E. Selcan Tuncel, Harun Sivrikaya, Ali Kapan. 
              
 
              - Sekiz sayfalık Yenigün Gazetesinin 
              14 Kasım 2008 tarih ve 16 bin 570 sayılı nüshasının ilk 
              sayfasında, “Prof. Dr. İsa Kayacan tekrar aramızda… Uzun yıllar 
              gazetemizde köşe yazarlığı yapan. Hemşehrimiz, Anadolu Basınının 
              hamisi, yazar-şair Prof.Dr. İsa Kayacan ara verdiği yazılarına 
              tekrar başladı. Üstad Kayacan’a aramıza tekrar katıldığı için 
              teşekkür eder, başarılar dileriz”. şeklinde bir anons.
 
              - Yenigün’ün köşe yazarlarından 
              gazeteci hemşehrim Mesut Madan, 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün’deki 
              makalesinde “hoş geldin usta” başlığıyla, bana iltifatlarda 
              bulunarak,”kısa bir aradan sonra yazılarıyla aramızda. Hoş geldin 
              büyük usta İsa Kayacan” cümleleriyle beni şımarttı. Teşekkürler 
              sevgili Madan.. Sende mütevaziliğini hiç bozmadın biliyor musun?.
 
              - Yenigün’ün masamda bulunan 
              sayılarından bazı başlıklar aktarmak istiyorum:  
 
              - -Kilise “Fosil Müze”ye dönüşecek 
              (16577), Piribaşlar Evi’nin restorasyon ihalesi yapıldı (16576) 
              Akif’e yakışan etkinlik (16575), Baki Varol, Demokrat Parti Merkez 
              Karar Kurulu’na seçildi (16575), Burdur’da Akif rüzgarı (16574), 
              MAKÜ, ek ödenekte de birinci sırada yeralıyor (16574), Başkan 
              Akaya, AK Parti’den Aday adaylığı için dün müracaat etti (16573).
 
              - Not: S. Selcan Tuncel, Şadiye Ünal, 
              Harun Sivrikaya, Ali Kaplan’ın biyografileriyle birer fotoğrafını 
              (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları–2) adlı kitabım için bekliyorum (İK).
              
 
              -  
 
              - SES–15 GAZETESİ
 
              - Burdur iline bağlı, Bucak ilçesinde 
              pazartesi hariç günlük yayınlanan 8 sayfalık gazete. Kuruluş 
              tarihi: 23 Kasım 1999. Sahibi: Bucak Radyo TV A.Ş, Mesul Müdürü: 
              Melike Korkmaz Elibol, Sayfa editörü: Fatma Aktaş, Burdur 
              Temsilcisi: Nuri Yıldırım, Muhabirleri: Duray Çitekçi, Hüseyin 
              Dilek, Ramazan Arısoy.
 
              - Hayırsever işadamı Mehmet Cadıl’ın 
              medya kuruluşlarından biri olan Ses–15 Gazetesinin değişik 
              sayıları masamda. Bu sayılardan aldığım haber başlıklarından 
              bazıları efendim:
 
              - -Cadıl’dan öğrencilere moral 
              (1362), Sorun teknoloji değil, çırak olmayışı (1363), Bucak’ta 
              konut fiyatları düştü (1364), kışlık ayakkabı alırken dikkat 
              (1365), Sanatçı Sümer Ezgü bir röportajında, “Öldüğümde mezarımı 
              doğduğum yer olan Bucak’ta olmasını istiyorum” dedi. Anadolu 
              Lisesi birinci oldu (1366), Polonya ile işbirliği ve dostluklar 
              pekiştirildi (1367), Vefat etmiş öğretmenler unutulmadı (1368).
              
 
              - Not: Hüseyin Dilek, Melike Korkmaz 
              Elibol, Fatma Aktaş, Duray Çitekçi, Ramazan Arısoy’un biyografi ve 
              fotoğraflarını (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2) adlı kitabım için 
              bekliyorum (İK).
 
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          31  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               
              
              BURDUR’DA 1. ULUSLARARASI MEHMET AKİF SEMPOZYUMU
            
            www.isakayacan.blogspot.com
            Burdur ilimizde bir üniversitenin 
            kurulması ve adının “Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi” olması için, 
            yıllarca, aylarca mücadele verildi. Hepimiz, herkes üzerine düşen 
            görevin fazlasını yerine getirdi-getirdik. Mehmet Akif Ersoy 
            Üniversitesi 2006 yılında kuruldu ve faaliyete geçti. Oluşumu 
            sağlandı.
            2006 yılında yeni kurulan 15 
            üniversite içerisinde yeralan MKÜ, 2008 yılında 5 bin 478 öğrenci 
            aldı. Üniversite mevcudu 13 bin 713’e ulaştı. Bu mevcudun 4 yıl 
            sonra yaklaşık 22 bine ulaşacağı kesinliği var.
            MAKÜ Rektörü Prof. Gökay Yıldız, 
            “Hedefimiz 15 üniversite arasında ilk 3 sırada yeralmak” diyor.
                        MEHMET AKİF ERSOY 
            SEMPOZYUMU
                        Burdur Mehmet Akif Ersoy 
            Üniversitesi Rektörlüğü, üniversitenin adını aldığı Milli Şairimiz 
            Mehmet Akif Ersoy için “I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy 
            Sempozyumu”nu 19, 20, 21 Kasım 2008 tarihlerinde üniversitenin sergi 
            ve konferans salonunda gerçekleştirdi. 
            Sempozyuma konuşmacı olarak katılan; 
            Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, edebiyatçı Prof. Dr. Mustafa İsen, 
            kültür dünyasının bilinen isimlerinden, Prof. Dr. Talat Halman, 
            Gazeteci-Yazar Doğan Hızlan ve Prof. Dr. İrfan Morina, Mehmet Akif’i 
            anlattılar.
            Açılış gününde Yrd. Doç. Dr. Hatice 
            Keten ve Yrd. Doç. Dr. Melek Şahan’ın çalışmalarından oluşan 
            serginin açılışı yapıldı. Mehmet Akif’in bütün yönlerinin ele 
            alındığı, poster bildirileri ve panel oturumlarıyla Sempozyum 
            amacına ulaştı.
            I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy 
            Sempozyumu’nun açılışına Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’da 
            katıldı. Üç günde 3 ayrı salonda 103 sözlü bildiri 4 poster 
            bildirinin sunulduğu, tartışıldığı sempozyumun açılış konuşması MAKÜ 
            Rektörü Prof. Gökay Yıldız tarafından yapıldı. Konuşmalardan:
            1- Bağımsızlığın simgesi olan 
            İstiklal Marşı’nın şairi, Cumhuriyet dönemi fikir ve sanat 
            öğrencilerinden Mehmet Akif Ersoy’un adını almakla büyük bir onur ve 
            ayrıcalık taşıyan üniversitenin vatan şairinin adını yaşattığı için 
            büyük bir mutluluk duyuyoruz. (Prof. Gökay Yıldız, Rektör)
            2- Milli şair Mehmet Akif Ersoy çok 
            yönlü bir insandır. O’nun asıl yaşamının örnek alınması gerekir. 
            Dürüslüğüyle, ahlakıyla, erdemli duruşuyla Mehmet Akif Ersoy örnek 
            şahsiyettir. (Ertuğrul Günay, Kültür ve Turizm Bakanı)
            3- Bu sempozyum çok önemli bir 
            organizasyon. Milli şairin, adının aldığı üniversitede ele alınması 
            gurur verici, çok büyük bir mutluluk. (İbrahim Özçimen, Vali)
            Burdur Milletvekilliği de yapan 
            Mehmet Akif Ersoy için düzenlenen sempozyumun sonunda üç ayrı oturum 
            salonunda gerçekleştirilen anketlerin değerlendirilmesinde ortaya 
            çıkan sonuçlar, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M.Zeki Yıldırım 
            tarafından açıklandı. Buna göre: 
            - Üniversitede Mehmet Akif Ersoy 
            Araştırma Merkezi kurulmalıdır. (Üniversitede bu araştırma merkezi 
            kurulmuştur.)
            - Sempozyuma sunulan bildirilerin 
            kitaplaştırılmasında geç kalınmamalıdır.
            - Bu sempozyumların belirli 
            aralıklarla yapılması sağlanmalıdır.
            - Bildirilerde bilimsel disiplin 
            içerisinde bilimsel söylemle bildiriler sunulmalıdır. Bu 
            üniversitede okuyan her öğrencinin, Mehmet Akif’in kim olduğunu 
            mutlaka bilmesi gerektiği için, bu konuda bilgilendirme 
            sağlanmalıdır.
             
            GÜNÜN SÖZÜ: Mehmet Akif hiçbir şey 
            yapmasa bile, İstiklal Marşını yazmasıyla büyüktür. ( Ertuğrul Günay, 
            Kültür ve Turizm Bakanı, Burdur. 19.11.2008)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           32  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               AZERBAYCAN'IN MİLLİ ŞAİRİ AHMET CEVAT 
              
            
            Türk dünyasının büyük şairlerinden, 
            Azerbaycan'ın milli şairi Ahmet Cavat Ahundzade hakkında 
            bilgilerimizin fazla olduğunu söyleyemiyoruz. Ahmet Cavat Ahundzade 
            1918 -1920 yıllarında kurulan Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin 
            kurucularındandır.
            Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Kümbet Dergisinin Nisan-Eylül 
            2008 aylarına ait 12 nci sayısında yer alan Rahman Salmanlı'nın 
            “Azerbaycan'ın İstiklal Şairi Ahmet Cevat” başlıklı araştırmasından 
            yararlanmak istiyorum. Zaten sayın Salmanlı'da 4 ayrı kaynaktan 
            yararlanarak yazısını, araştırmasını hazırlamış efendim:
            Ahmet Cevat ilk Azerbaycan 
            Parlamentosunun üyesi ve sekreteridir. Şair, Azerbaycan'ın dünyaca 
            ünlü bestecisi Üzeyir Hacıbeyov'la yakın dostluk kurmuştur. 
            Azerbaycan'ın devlet marşının sözleri A. Cevat'ın, musikisi Üzeyir 
            Hacıbeyov'undur.
            Azerbaycan'ın üç renkli bayrağı da onun faaliyetlerinin sonucu 
            ortaya çıkmıştır, çıkarılmıştır.
            Ahmet Cevat, şiir-sanat âlemine atıldığı ilk günden itibaren 
            Türk dünyasının en ünlü şairleri arasına girmeyi başarmıştır. O'nun 
            “Çırpınırdın Karadeniz” şiirine Ü. Hacıbeyov musikisiyle bestelemiş 
            ve bu şarkı 75 yıldan beri, Azerbaycan ve Türkiye'nin radyo ve 
            televizyonlarında sürekli seslendirilmektedir.
            Atatürk, “Çırpınırdın Karadeniz” 
            şarkısını ilk defa dinlerken, çok duygulanmış, gözleri yaşarmıştır.
            Ahmet Cevat 1918 yılında iftihar ve 
            onur duygularıyla Gence'den seslenir:
            “Bayrağına hain bakan,
            Hain göze ben dikenim.
            Vurulursam gölgesinde,
            Helal olsun ona kanım.”
            07 Aralık 1918 tarihinde Azerbaycan 
            Halk Cumhuriyeti Parlamentosunun açılışı sırasında, binanın çatısına 
            çıkanların kalpleri vatan aşkıyla çarpıyordu. Gördüklerini mısralara 
            döken A. Cevat yüzünü bayrağa tutarak şöyle diyordu:
            “Türkistan yelleri öpüp alnını,
            Söylüyor derdini sana, bayrağım,
            Üç rengin resmini Kuzgun Denizden,
            Armağan yollasın yara, bayrağım.”
            Ahmet Cevat'ın bayrağa sarılışıyla, 
            bayrak sıradan bir kumaş olmaktan çıkıyor. Yüceliyor, kutsallaşıyor, 
            canlı bir varlık gibi insanlarla ve şairin kendisiyle konuşuyor:
            “Gül renginde bir bayrağın,
            Ortasında bir hilal,
            Ey, al bayrak, senin rengin,
            Söyle neyçin böyle al?.”
            Ahmet Cevat, ömrünün sonuna kadar 
            Azerbaycan'ın özgürlük mücadelesinin içinde, başında yer alır. 
            Azerbaycan, 28 Nisan 1920 tarihinde Sovyetler tarafından işgal 
            edildiğinde, milli bayrağa hitaben şöyle seslenir:
            “Çok ayrı düştüm,
            Üç renkli bayraktan,
            Ay dostlar, ben yoruldum,
            Bu gizli ağlamaktan..”
            Savaştaki acılar şairin kalbini 
            incitir:  
            “Karları boşamış mazlumların kanı
            Ölenler çok fakat mezarı hanı?
            Ayaklar altında şövketi-şanı
            Kalanları görüp feryada geldim”.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          33  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
                - REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN EŞİNE İMZALADIĞI 
                “MİSKİNLER 
 
                - TEKKESİ” MİRASCISINA VERİLECEK 
 
              
               - Aralık 2008 Perşembe
 
              
             
            
             Yılların hızla ilerleyişi... 
            Edebiyatımızın ustalarından Reşat Nuri Güntekin’in meşhur “ 
            Miskinler Tekkesi” adlı İnkılâp Kitabevi yayınları arasında 1946 
            yılında günyüzü gören kitabı. Burdur’da bir hemşerimin elinde 
            bulunan ve eşine imzaladığı bu kitabın, Reşat Nuri Güntekin ustanın 
            mirasçılarına verilme düşüncesi. Aranılan Reşat Nuri Güntekin 
            mirascısı veya mirasçıları, yakınları... “MİSKİNLER TEKKESİ -1946”
        
        
             Bir gün Burdur’dan, amatör 
            sporumuzun usta yöneticilerinden, duayenlerinden, haberci-yayıncı 
            dostum Nuri Yıldırım telefonla arayarak, Burdur’da Gençlik ve Spor 
            İl Müdürlüğünde çalışan Metin Şenoğlu’nun elinde, Reşat Nuri 
            Güntekin’in bir kitabının, eşine imzaladığı nüshasının bulunduğunu, 
            mirasçılarına armağan etmek istediğini, söyleyerek benden araştırma 
            yardımı rica etti.
        
        
             Sonra, e-mail adresime konuyla 
            ilgili bilgi ve görüntüler geldi. Metin Şenoğlu hemşerimi telefonla 
            arayıp, detaylı bilgi aldım. Eline tesadüfen geçen, yıllardır 
            muhafaza ettiği Reşat Nuri Güntekin’in “Miskinler Tekkesi” adlı 
            kitabının (iç) kapağında rahmetli ustanın eşine imzaladığı cümle 
            bulunduğunu, kendi el yazısıyla imzasının bulunduğu bu kitabı 
            yaşayan miraslılarına armağan etmek istediğini, telif hakkı 
            sahibinin “Ela Güntekin” olduğunu öğrendiğini söyledi. Detaylı bilgi 
            istedim ve postayla ilgili imzalı kitap sayfasının fotokopisi ve bir 
            de mektup aldım Metin Şenoğlu hemşerimden, Burdur’dan. Mektup şöyle:
        
        
             - Hocam, sayın İsa Kayacan: 
            Öncelikle göstermiş olduğunuz yakın ilgi ve alakanız için bir kez 
            daha teşekkür ederim. Araştırmacı-Yazar ve Gazeteci kimliğinizle 
            böyle bir konuya duyarsız kalmayacağınızdan, yardımlarınızı 
            esirgemeyeceğinizden adım gibi eminim.
        
        
             Sayın hocam, 1984 yılında dolaylı olarak elime geçen söz konusu 
            kitap; ünlü bir yazarımızın eseri olarak, kitaplığımda misafir 
            olurken, bir süre önce yazarımızın 1946 yılında, “En sevdiğim kitap 
            en sevdiğim insana, yani Hadiye’ye. 30.10.1946” (Reşat Nuri 
            Güntekin-imza) diye atfen imzaladığı kişinin, kitabın kanuni sahibi 
            ve aynı zamanda eşi olduğunu tesadüfen öğrendim. O günden beri de 
            kitabı ayrı bir özenle muhafaza etmekle birlikte, gerçek sahiplerine 
            ulaştırmak için yaptığım tüm girişimler sonuçsuz kaldı.
        
        
             Manevi değerine denli büyük olduğu 
            konusunda benimle hemfikir olduğunuzu düşündüğüm ve emanetin, eski 
            siyah-beyaz bir aile fotoğrafı gibi muhatap kişilerin özel 
            arşivlerinde yerini alması, en büyük arzularımdan birisidir. İlgili 
            kişilerin eline geçmesi, benim için büyük bir mutluluk kaynağı 
            olacaktır.
        
        
             Yazarın kendi ifadesinden de 
            anlaşılacağı gibi, en sevdiğim eser diye bahsettiği “Miskinler 
            Tekkesi” adlı kitap, 30.10.1946 tarihinde eşine hitaben imzalanmış 
            olup, tamamı 211 sayfadan ibaret. Kahverengi, deri ciltli, sarı 
            yapraklı ve iple ciltlenmiş bir kitaptır. Eğer mümkün olursa, kanuni 
            varislerine, kitabı bizzat teslim etmekten onur duyacağım. 
            (26.11.2008-Burdur) (Metin Şenoğlu, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, 
            Burdur, 0248 -2331356 Cep: 0532-6738593) Rahmetli Reşat Nuri 
            Güntekin’in varisleri, lütfen arayınız. Manevi bir emanet sahipleri 
            olarak size, sizlere teslim edilecektir.
        
        
             Metin Şenoğlu bu davranışı, 
            hassasiyeti nedeniyle kutlanmalıdır. Kutluyorum. Zerafet ve incelik 
            dolu bir davranış karşısında bu satırların yazarı olarak ben de 
            duygulandım.
        
        
             Ela Güntekin hanımefendinin yazları İstanbul Büyükada’ya 
            geldiğini, Yavuz Bülent Bakiler ağabeyimden öğrendim. İzmir, 
            İstanbul veya başka yerlerdeki şair ve yazar arkadaşlarımdan rica 
            ediyorum, öncelikle de Ela Güntekin hanımefendiden rica ediyorum, 
            lütfen Metin Şenoğlu hemşerimle görüşünüz, yardımcı olunuz.
        
        
             Kitap hakkında detay: Reşat Nuri Güntekin külliyatından: 8, 
            Roman, Yazan: Reşat Nuri Güntekin, Kanuni sahibi: Hadiye Güntekin, 
            ikinci basılış, İnkılâp Kitabevi İstanbul-Ankara Caddesi.
        
        
             DİL YANLIŞLIKLARIMIZDAN İKİ ÖRNEK:
        
        
             1- 28 Kasım 2008, Kanal-A televizyonu. Çifte Yürek Programı (THM) 
            programı. Nuray Hafiftaş konuşuyor: “Gülşen Kutlu hanımla, telefonla 
            görüştüm. TRT’de jüri olduğu için, şimdilik gelemeyeceğini söyledi”
        
        
             TDK sözlük: Jüri; Seçiciler 
            kurulu... bilgi ve açıklamasını yapıyor. Gülşen Kutlu “Jüri” 
            denerek, seçiciler kurulu olarak mı ifade ediliyor.. “Jüri üyesi 
            olduğu için” denilse, doğru olmaz mı?
        
        
             2- 29 Kasım 2008, Ankara-Altındağ’da 
            Şiir Akşamları programının sunucusu. (TRT kökenli olduğu söylendi); 
            “Burada şiir adamları” var diyor. “Şiir kadınları” da diyecek miyiz? 
            “Şairler, şaireler var” denilse daha doğru olmaz mı?
        
        
             GÜNÜN HABERLERİ:
        
        
             1. 31 yılı aşkın bir süredir başkent 
            Ankara’da “Ankara’nın Gazetesi” olarak yayınlanan Tasvir gazetesi 01 
            Aralık 2008 tarihinden itibaren “YARIN” adıyla yayınlanmaya başladı.
        
        
             2. “Malkara Emek” gazetesi 43. yayın 
            yılına merhaba dedi.
        
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          34  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                  
                    - KİMİMİZ!
 
                    - Kimimiz onu yanımızda sanırız;
 
                    - Kimimiz onu görürken görmeyiz;
 
                    - Kimimiz sevdiğimizi sanarak ağlar
 
                    - Kimimiz sevgilim var diye bağlanırız.
 
                    - Kimimiz ne olduğunu bilmeden yaşar;
 
                    - Kimimiz onu ararken kaybederiz.
 
                    - Kimimiz bilmeden kırar, yok ederiz
 
                    - Kimimiz ise gördüğümüzü zannederiz.
 
                    - Kimimiz sevgi denen illete düşmekten
 
                    - Kimimiz sevgisizlik ilacını içmekten
 
                    - Kimimiz ise zor olduğunu bilip de
 
                    - Kimimiz onun hep peşinden gideriz.
 
                    - Mahmut Selim GÜRSEL.
 
                    - 21 Aralık 2008 saat 12,58
                     
 
                   
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          35  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   KURBAN VE BİZ
                
                            İnsanoğlu’nun semavi kitaplarla başlangıcı 
                olduğunu inananlar bilirler. İnanmayanlar da kendi bildiklerini 
                okurlar. O da onların problemleridir.
                            Hazreti İbrahim; Allah-u Teâlâ bir oğul verirse, 
                onu Allah C.C. için kurban edeceğini dilemesi üzerine Hazreti 
                İsmail dünyaya geldi. Allah-u Teâlâ verilen sözü yerine 
                getirmesini Hazreti İbrahim’e rüyada bildirildi.
                            Semavi kitaplara inananlar Hazreti İbrahim’in 
                Allah C.C. tarafından imtihan edilmesinin ve biz insanlarında bu 
                imtihandan geçmemizin emaresi olarak Peygamber efendimiz, Eshab-ı 
                kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. 
                Hakim) 
                Dinen zengin sayılmayan kimsenin, borcu yoksa, gücü de yeterse, 
                kurban kesmesi çok iyi olur. Hadis-i şerifte, (Bayramda kurban 
                kesmekten daha faziletli bir amel yoktur. Ancak sıla-i rahm 
                bundan müstesnadır) buyuruldu. (Taberani)
                            Bu bizim dünyada malımızla imtihan edilmemizin 
                delaleti olarak her yıl karşımıza çıkar.
                            Bilerek veya bilmeyerek bu imtihandan dikkat 
                ederek çıkmamız gereklidir. Müslümanların bu dini vecibelerine 
                de başka inanıştakilerin de dikkatli olarak incelemelerini ve bu 
                sosyal bir yardımlaşma olarak incelenmesinin gerektiğini de göz 
                ardı etmemeleri gereklidir. Çünkü herkesin inanışı kendisini 
                bağladığı için başkalarının inancına da karışmak insanlık dışı 
                bir anlayışın eseri olur.
                            Kurban bayramınızı bütün yazarlarım adına 
                buradan tebrik ederek nicelerine ermemizi dilerim.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          36  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                  
                    - SEN
 
                    - Sen
 
                    - Ben
 
                    - O
 
                    - Biz
 
                    - Siz
 
                    - Onlar
 
                    - Ya sonra?
 
                    - Sonsuzluk mu?
 
                    - Geçersiz mi hayat?
 
                    - Saklanmaz mı kabahat?
 
                    - İşte sen;
 
                    - Burada ben;
 
                    - Şurada o;
 
                    - Yoktur biz;
 
                    - İşteyiz siz;
 
                    - Orada onlar;
 
                    - Bizde sonunda oradayız;
 
                    - Sıranı kendin belirleme,
 
                    - O zaten yazılı anlında.
 
                    - 23/12/2008 22,45
 
                   
                    
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          37  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                  
                    - 
                    SEN Kİ!
 
                    - Sen ki bir gecede olmadın bu 
                    gezegende
 
                    - Sen ki bilinmeden 
                    getirilmedin dünyaya
 
                    - Sen ki bilmezin sende saklı 
                    kendi kimliğini
 
                    - Sen ki sensiz olmazdı bu 
                    dünyanın düzeni
 
                    - Sen ki kendini tanımak için 
                    çalışmazsan
 
                    - Sen ki bilemezsin o nerede bu 
                    ne zaman
 
                    - Sen ki sevmezsen kendi 
                    kendini bir an
 
                    - Sen ki olamazsın o zaman 
                    olsan da bir insan
 
                    - Sen ki bak, gör, duy, öğren 
                    ve bildiğinle
 
                    - Sen ki yaz, çiz, dağıt, anlat 
                    öğrendiğini
 
                    - Sen ki bil işte o zaman insan 
                    olduğunu
 
                    - 20 Aralık saat 17,25
                    
                    
 
                   
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          38  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - 
                  NE VAR NE YOK?
 
                
                -             Bu soruyu bilerek veya bilmeyerek sorarız. Ne 
                haber?  
 
                -             Haberler postada. Bir şeyler yaptık, iyiyiz, 
                sağlığımız yerinde, koşuşturuyoruz gibi pek çok cevap vererek 
                karşımızdakinin sorduğu cevaplamaya çalışırız.
 
                - 1945 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden J.P. Erkert ilk 
                işlevsel bilgisayar olan 30 ton ağırlığındaki ve saniyede 5 bin 
                işlem yapabilen ENIAC ‘Elektronik Sayısal Doğrulayıcı ve 
                Bilgisayar” geliştirdi. ENIAC, 30 ton ağırlığında, 167 m2 
                büyüklüğünde bir bilgisayardı. 1959-1964 yılları arasında 
                üretilen bilgisayarlarda transistorlar kullanılmaya başlandı.”
 
                - Bu bilgiler meraklılarının ve bilim çevrelerinin dergi ve 
                radyolardan öğrendiği yüzeysel verilerle bizlerin merakını 
                tatmin ediyordu.
 
                - Bu verileri neden yazdığımı 
                yazımızın başlığı olan “Ne var, ne yok”
 
                - 1960’larda Türkiye’de pek 
                popüler olan bir fıkrayı hatırladığım kadar anlatmaya çalışayım 
                diye yazdım.
 
                - Amerika bilgisayarı çalıştırınca 
                Birleşmiş Milletler temsilcilerine tanıtmak için bulunduğu 
                binaya götürmüşler. Mihmandan (dolaştıran) kişi üyelere dönerek 
                istediğiniz soruyu kendi dilinizle yazın cevabını yazılı olarak 
                karlarla verecektir diye bilgi vermişler.
 
                - Bilirsiniz ülke alfabetik sıra 
                üzerine delegeler akıllarına gelen soruları sormuşlar. Kimi 
                ülkesinin kaç metre kare olduğunu, kimi hangi kıtada olduğunu, 
                kimi nüfusunu, kimi başbakanının ismi sormuş ve hepsine de 
                birkaç saniye içinde doğru cevaplar almış ve takdirle 
                bilgisayarın önemini birbirlerine anlatmaya başlamışlar.
 
                - Sıra bizi Türk Delegesine 
                gelmiş:
 
                - - Ne var, ne yok? Demiş. Birkaç 
                saniye sonra cevap gelecek diye beklerken bilgisayarıdan ses 
                seda çıkmamış. Manika çalışıyor fakat sorunun cevabını bir türlü 
                bulamıyormuş. Aradan dakikalar geçmiş sonunda bir kart gelmiş.
 
                - CEVAP YOK hemen mühendisler 
                koşmuşlar Türk Delegesine sormuşlar?
 
                - Ne sordunuz da cevaplayamadı? 
                Delege gülmüş.
 
                - Hani bu makine her şeyi 
                biliyordu?
 
                - Hepimiz her şeyi bilmeyiz. 
                Bilemeyiz de. Ben her şeyi biliyorum diyenlere cevabını sizin 
                vereceğini biliyorum.
 
                - Hoşça Kalınız!
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          39  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - 
                  BENİMDE GÖNLÜM DE VAR MIYDI?
 
                
                -             Bir gencin, bir 
                kimseye vereceği neler olduğunu o delikanlılık çağında 
                anlamasının imkânı ve ihtimali yoktur.
 
                -             O; yaşadığı dönemin 
                etkisi ile kanının kaynadığı ve başındaki kavak yelleri ideali 
                olmadan arkadaşları ve sevdiklerinin katkısı ile hayatın daima 
                böyle olacağını zen etmesi çok tabidir.
 
                -             O; yaşadığının 
                farkına varana kadar pek çok ileride ona lazım olacak 
                yatırımları yapamamış, birçok fırsattan faydalanamamış olarak 
                okumaya çalıştığı üniversitesindeki kol için uğraşırken 
                hayatının ileriki döneminde kaybettiklerinin ve kazandığı 
                bilgilerin etkisinde ve bilincinde yaşamına devam eder. 
                
 
                - 
                Bu 
                yaşamının sonu olmadığı ve arkasına dönüp baktığında kimlere, 
                nelere, nerelere ve o andaki hayatının düzenin bakmadan gününü 
                gün etmeye çalışır.
 
                - 
                Çevre 
                ve arkadaşlarında görerek özentilerle kötü alışkanlıklar, 
                sonradan edinilmiş huylar ve ileride kendisine pek çok 
                sıkıntılar verecek bir çevre ile büyür ve gelişir.
 
                - 
                Gün 
                gelir o artık bir sorumluk sahibi olduğunu anlamış, iş başa 
                düştüğünü görmüş ve yaşamının artık hayalle, arkadaşlarının hay 
                huyları ile ve gezip tozduğu yerlerin, çevresinin ona verdiği 
                zararları görür. Pişmanlığı artık fayda vermez, geriye dönülemez 
                bir zaman diliminde yaşadığını farkına varır.
 
                - 
                Bir 
                meslek edindiğini zannettiği anda o eski birikimlerinin, zarar 
                veren alışkanlıkların karşısına dikildiğini görünce şaşırır. 
                Heyhat artık onları bir sünger çekerek silse sile, beyaz bir 
                sayfa ile hayatına başlasa bile o eski çevre ve alışkanlıkları 
                bir yerlerde çıkar karşısında dururu.
 
                - 
                Basen 
                bu geçmişini saklayarak mesleğinde ilerlese bile, belirli bir 
                makama geldiğinde o eski birikimlerinin kaybolmadığını birileri 
                ona anlatır. Birileri o eski arkadaşlar, eski alışkanlıklar ona 
                en önemli yükselme zamanında bir Çin Setti gibi karşı durur ve 
                onu mat eder.
 
                - 
                Benim 
                de gönlüm var mıydı? Sorusu ileriki yaşlarda düşünüldükçe ortaya 
                çıkan bir soru olarak beynimizi kurcalar. Her insan gibi bu 
                soruyu soranlar da hatalar yapmak için belirli olgu ve sahalarda 
                bulunmuş ve bu hatalardan kaçınmasını bilerek yaşamışlar, 
                arkadaşları tarafında hor görülmelerine rağmen belirli bir yaşa 
                geldiklerinde bunun mükâfatını görerek hayatlarına devam 
                ederler.
 
                - 
                Gençlerin dikkat edecekleri bu davranış, arkadaş seçme, kötü 
                alışkanlıktan kaçma en önemlisi ise kendi gözünün önüne bakması 
                onun menfaatidir.
 
                - 
                 “Nasihat veren çok olur. Para veren olmaz” derler.
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           40  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   AŞK VARSA BEN DE VARIM
                
                İnsanoğlu var olduğundan beri 
                aşk ile iç içedir. Konuşmanın olmadığı ilkçağ dönemlerinde dahi 
                gözlerdeki ışıltılarla iletişim kurmuş insanoğlu. Tabi o 
                zamanlarda belki sevgi sözcükleri yoktu. “Seni seviyorum aşkım” 
                diyemiyordu insanoğlu. Evet belki diliyle bunu belirtemiyordu 
                ancak bakışlarıyla, homurtularıyla bunu belli etmiyor muydu? 
                Elbette ki bu evrimci bakış açısından baktığımızda böyle. Diğer 
                yanda nasıl? En büyük aşk Adem ile Havva arasında değil midir? 
                Kutsal kitaplarda anlatılana bakacak olursak öyle değil miymiş? 
                Adem Havva’ya olan aşkından yasak elmayı bile yemiş. Meseleye 
                hangi taraftan bakarsak bakalım, gerek evrimci bakış açısıyla, 
                gerek ilahi bakış açısıyla bakalım; sonuçta aşk gerçeği ile 
                karşılaşıyoruz…  
                Peki hiç belgesel izliyor 
                musunuz? Penguenlerle ilgili belgeselleri dikkatle izlemenizi 
                öneririm. Dişi ve erkek penguenin aşk için yaptığı fedakârlığı 
                gördüğünüzde ağlamamak için kendinizi zor tutacağınızdan eminim. 
                Elbette ki ebeveynlik içgüdüsünün de etkisi vardır, ancak 
                penguenlerin çok sadık hayvanlar oluşu dikkate değer doğrusu. 
                Dişi penguen yumurtladıktan sonra yumurtayı erkek penguen alır 
                ve dişisi denizlere açılır. Aylarca denizlerde kalır. Bu sürede 
                o karda kıyamette erkek penguen yumurtayı ayaklarının üzerinde 
                vücuduna yakın tutarak korur. Yerinden bile kımıldamaz. Çünkü 
                kımıldayacak olsa yumurtanın yere düşme ve donma tehlikesi 
                vardır. Sonra anne geri döner ve nöbeti devralır, baba denizlere 
                açılır…  
                Kim bilir daha bilmediğimiz ne 
                aşk mucizeleri vardır doğada… Zaman zaman televizyonlarımızda 
                çeşitli belgesellerde bunları izlemekteyiz.  
                Ya insanoğlu. Aşkı için göze 
                alanından tutunuz da dağları delenine kadar bir sürü hikaye 
                dolaşır dillerde. Çöllerde aşkını arayan Mecnun, dağları delen 
                Ferhat belki abartılı aşk hikayeleridir, ancak bu bile aşka 
                verilen değeri anlatmaya yeter zaten…  
                Aşk nedir? diye sorsak, bir sürü 
                cevap alırız eminim. Ancak temelinde tek bir olgu yatar… O da; 
                bir insanı kendinden daha çok sevmek, daha çok düşünmek, uğruna 
                her fedakarlığı yapabilmek, kavuşmak için her şeyi göze almak, 
                ulaşmak için engelleri aşabilmektir. Düşünmek için saatler, 
                günler yetersiz kalıyorsa, aklınıza geldiği her anda içinizde 
                kıpırtılar başlıyorsa, uykusuz gecelerinizde sabahı hayaliyle 
                getirdiyseniz siz aşıksınız. Yapmakta olduğunuz iş her neyse bir 
                an önce işi bitirip sevdiğinize kavuşma arzusuyla yanıp 
                tutuşuyorsanız, boğazınızdan lokmalar geçerken onun elinden 
                yermişçesine huzurluysanız, ölümden döndüğünüz bir anda 
                gözünüzün önünden hayali geçtiyse aşk sizin de bacanızı sarmış 
                demektir. Aldığınız her nefeste, attığınız her adımda onun 
                ismini sayıklar buluyorsanız kendinizi, onunkilerle 
                değiştirdiyseniz masalarınızdaki resminizi, onun için her şeyden 
                mahrum bıraktıysanız nefsinizi işte siz de o büyülü dünyaya ayak 
                basmışsınızdır…  
                Aşk varsa ben de varım 
                diyebiliyorsanız, haydi durmayın, kalkın yerinizden… Aşka dair 
                yapabileceğiniz her ne varsa erinmeden ve üşenmeden başlayın 
                yapmaya… Yıllar öncesindeki aşksız hayatınızı düşünün. Ne kadar 
                mutluydunuz? Ne kadar huzurluydunuz? Şimdi ne kadar mutlu ve 
                huzurlusunuz? Tartın. Ölçün. Biçin. Ve aşk elinizdeyken 
                kıymetini bilin. İncitmeyin, kırmayın, üzmeyin, küstürmeyin… 
                Hayalleri suya düşürmeyin. Bir anlık öfkenize yenik düşürmeyin 
                onu. Bir anlık dalgınlığınıza kurban vermeyin. Geçici 
                heveslerinizle idam sehpasına itmeyin. Çünkü hayatta sahip 
                olabileceğiniz en büyük hazinenizdir. Onu saklayın,koruyun. 
                Kendinizi koruduğunuz kadar…
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          41  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                   
                     GECE TERÖRÜ
                  
                  Yorgun geçen bir günün 
                  ardından ılık bir duş alıp uzandığınız yatakta gözleriniz 
                  ağırlaştıkça... Parmak uçlarınızdan başlayarak bütün 
                  vücudunuzu adım adım kaplayan yorgunluğun taa kemik iliğinize 
                  kadar işlediğini hissettikçe... Her biri birer ton ağırlığında 
                  gelen gözkapaklarınızı yummadan tavandaki çizgileri saymaya 
                  çalıştığınızda... Üzerinize aldığınız yorganın kenar 
                  işlemelerinde gezen parmaklarınızı hissetmemeye 
                  başladığınızda... Ve uyuşan beyninize hükmedememeye 
                  başladığınızda, zihninizi dolduran aşk damlacıklarının 
                  beyninizin bir bölümünden bir bölümüne uçuşuna tanık oldunuz 
                  mu?
                  Hayatınızda hiç tanımadığınız 
                  yüzlerle haşır neşir olurken, bedeninizi hissetmeden 
                  istediğiniz her anda ayaklarınızı yerden keserek uçabilirken, 
                  susuzluktan diliniz damağınız kuruduğunda birdenbire önünüzde 
                  nehirler akmaya başlarken, sonra hiç bilmediğiniz bir yerde 
                  kendinizi buluverdiğiniz rüyanızdan kalbinizin çarpıntısıyla 
                  uyandığınızda; alnınızdan akan terleri silmek için peçeteye 
                  uzandığınızda yatağınızın bir yanının boş olduğunu görerek 
                  gerçeğe aydınız mı?
                  Sırılsıklam terle uyandığınız 
                  da sizi sakinleştirecek bir sevgilinin o anda yanınızda 
                  olmadığını bilmenin dayanılmaz acısını yaşadınız mı?...
                  Belki sizden çok uzaklarda bir 
                  başına uyuyan sevgilinizi düşlediniz, belki de hiç olmayan 
                  sevgilinin hayalini düşündünüz... Oysaki bir zamanlar elinizi 
                  uzatıverdiğinizde sıcacık bir ele rastlıyor, içinizi dolduran 
                  huzuru ve dinginliği doyasıya yaşayarak yeniden tatlı uykunuza 
                  dalıyordunuz.  
                  Gece terörünün hangi gece 
                  başlayacağınızı bilememek sizin suçunuz değil elbette. Hangi 
                  gün, hangi soğuk gecede sizi bombalayacağını da bilemezsiniz. 
                  Kaç gecenizi parçalayacak, kaç hayalinizi çalacak, kaç 
                  mutluluğunuzu örseleyecek hesap edemezsiniz.  
                  En umulmadık zamanlarda 
                  kapınızı çalacağı aşikardır.  
                  Tan yeri ağarana dek sürecek 
                  bahtsızlığınız, ama bitmeyecek. Belki sizi meşgul eden günlük 
                  yaşantınızın ayrıntılarında unutacaksınız. Ama bir başınıza 
                  kaldığınızda yeniden hortlayacak. Ve en dingin zamanınızda, 
                  gecenizde misafiriniz olacak. Gecenize damgasını vurmakla 
                  kalmayacak, gözlerinizdeki ışıltıyı söndürecek. Sabaha dair 
                  beslediğiniz ümitlerinizin heyecanını azaltacak, hevesinize 
                  limon sıkacak...
                  O zaman ne yapmalısınız? Ne 
                  yapmalıyız?...
                  Gece teröründen uzak 
                  yaşantınızda onu size getirecek herşeyden olabildiğince 
                  uzaklaşmak gerekecek. Ya yaşadığınız aşk vurgunlarından uzanıp 
                  küstürdüğünüz sevgi meleklerinizle yeniden barış imzalayacak, 
                  ya da elinizde var olanların kıymetini bileceksiniz.  
                  Yokluk yaşanmadan varlığın 
                  kıymetini anlayamamak galiba en zayıf yanımız. O zaman 
                  kaybetmeden kıymet bilmeyi öğrenmemiz gerekmiyor mu?
                  Gece terörü 
                  rüyalarımıza,hayallerimize sirayet etmeden güvenlik 
                  önlemlerini arttırmamız gerekmiyor mu?
                  Gecenin bir vakti o "bomba" 
                  patladığında vakit geçmiş olabilir... Aman dikkat!
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          42  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   HAYAT BAZEN
                
                Hayat bazen bitmeyecekmiş gibi 
                geliyor. Sanki yıllar ucu ucuna eklenmiş ve her bir geçen tekrar 
                sıraya girerek zincirin kopmasına izin vermiyormuş gibi. Kimi 
                zaman da bir anda bitiverecekmiş gibi.. Bir nehrin kıvrıla 
                kıvrıla gidip denize dökülüvermesi gibi... Bir kuşun 
                kilometrelerce kanat çırpışından sonra inivermesi gibi...  
                Ve bazen acımasız geliyor hayat. 
                Gaddar bir babanın evladını doğraması gibi lime lime ediyor 
                sanki yaşayanları. Bir karabulut gibi semalarda dolanırken 
                birden öfkesini kusuyor bardaktan boşanırcasına... Fitili 
                ateşlenmiş bir dinamit gibi patlayıveriyor avuçlarında... 
                Taşıdığı ağırlıktan yorulmuş bir urgan gibi kopuveriyor...  
                Kimi zaman bitmez tükenmez sevinç oluveriyor. Rüzgarın ahengine 
                kendini bırakmış bir uçurtma gibi süzülerek semalarda... 
                Annesini emmiş bir bebeğin yüzündeki mutluluk gibi coşkun... 
                Yağmurdan sonra çıkmış bir gökkuşağı gibi rengarenk...  
                Hayat eşit davranmıyor herkese. Kimine az verirken kimine 
                vermedeki ölçüsü bozulmuş. Kimine can veriyor, kimine canan, 
                kimine kan veriyor, kimine gözyaşı, kimine vermede cimri bir 
                kase aşı... Öyle bir düzen ki kurulan; kimi vuran, kimi 
                vurulan...  
                Her şeye rağmen, acısına, 
                düzensizliğine, sefaletine rağmen, yine de yaşanır işte. Yaşamak 
                için türlü türlü sebepler var ki, yaşanır olmuş. Dalga dalga 
                eserken dışarda fırtınalar, sükunet içindeki yüreğin dinginliği 
                yoksa nereden gelecek. Yoksa nereden tutacak, tutunacak; bütün 
                dallar yağlanmış, urganlar kertilmiş, tutamaçlar 
                koparılmışken...  
                Bir fidan gibidir sevgi, aşk, 
                sevda.. Bir fidandır evet, ama önce bir tohumdur. İlk bakışma 
                ile tutuşur meşalesi tohumun. Gönülden gönüle giden bakışlardır 
                gözlerden geçerek meşalenin ateşini yakan. Su alır topraktan, 
                hava gelir incecik gözeneklerden. Bir tohumdur henüz ama meşale 
                tutuşmuştur artık, yavaş yavaş büyüyecektir artık. Gözlerin 
                gücüyle sulanır, yüreğin sesinden oksijen alır. Toprağı gönüldür 
                işte. Bereketlisi de olur bereketsizi de. Her tohum her toprakta 
                yeşermez ya, ondan. Yavaş yavaş gelişmektedir tohumcuk. Filiz 
                vermiştir. Başını uzatmıştır etrafa. Neredeyim dercesine 
                bakınır. Sonra gözlerini açar sıcak ve güneşli bir dünyaya... 
                Şaşkındır önce. Bildiği ama kısa bir süreliğine de olsa unuttuğu 
                yere gözlerini açmıştır çünkü. Coşkuludur. Belki çok kısa belki 
                çok uzun kalacağı bir dünyadadır artık. Kısa da olsa uzun da 
                olsa orada bulunmak güzeldir düşüncesine göre. Hala suyunu 
                topraktan alacak olsa da artık hava almak için toprak 
                gözeneklerine muhtaç değildir. Daha hızlı büyüyebilecek, daha 
                çok oksijen alabilecektir artık. Çünkü oksijen yürektir, yüreğin 
                sesidir. Ama bir o kadar da korumasızdır şimdi. Topraktaki 
                güvenlik yoktur şimdi. Etrafını saran, onu koruyan toprağı 
                aşağıda kalmıştır. Şimdi o yağmurlara, fırtınalara açıktır. Bir 
                ayak gelip ezebilir, bir koyun gelip koparabilir belki de. 
                Hâlbuki yeryüzündeki en zararsız hayvandır koyun. Ama onun için 
                değil. Onun için en zararsızlar en zararlı olabilir. Fakat o 
                hiçbir şey bilmez, hiçbirini tanımaz. Yaşadıkça öğrenecektir. 
                Öğrendikçe yaşayacak......ya da......ölecek. Hayat belki çok 
                kısa olacak ona; bir saniye, hatta daha da kısa, belki de çok 
                uzun olacaktır bir ömür hatta bir asır. Kim bilir? Kim 
                bilebilir? Hayat yaşadıkça farkında olunan bir şey değil midir 
                zaten. O da yaşadıkça fark edecektir sadece. Fark etmediği zaman 
                zaten hayatta olmayacaktır ... Bir süre dayanabilirse güçlüklere 
                belki de güçlenecek ve daha da dayanıklı olacaktır. En hassas 
                zamanıdır şimdi onun. Bir filiz iken önce fidan olacak sonra da 
                ağaç olacaktır. Ama o zaman kadar kim bilir ne badireler 
                atlatacaktır... ya da atlatamayacak. Ah bir büyüse. Ah bir 
                güçlense. İşte o vakit en sert fırtınalara karşı koyabilecek, en 
                güçlü hayvanlarla baş edebilecek, en acımasız katillere göğüs 
                gerebilecektir. Hayatını sürdürme şansı daha fazla olacaktır 
                artık.... Ama işte bütün mesele büyümekte değil mi zaten. 
                Büyümek ve güçlenmek. Hiç kolay değil ki. O kadar badireleri 
                atlatıp güçlü bir ağaç olabilmek ve en nihayet bir ömür boyu 
                varlığını sürdürebilmek. Ve "çınar gibi ayakta öldü" sözüne 
                uygun veda edebilmek.... Ama belki de çok kolaydır kim bilir? 
                Kim bilir ki kolayın ya da zorun ne olduğunu? Kime göre kolay 
                kime göre zor? Neye göre kolay neye göre zor? Kim bilir? Kim 
                bilebilir? Kimin bildiği doğrudur?
                Hayat bazen kolaydır, bazen de 
                zor. Kime göre kolay, kime göre zor? Neye göre kolay? Neye göre 
                zor?....  
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          43  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Muhsin AKTAŞ  | 
      
      
        | 
         
        
        Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         
        
                HAYALLERİN 
              Tam uykuya dalıyorum derken, 
              Yokluğun düşer ellerime, 
              Susar kalır düşlerim, 
              Avuçlarımda bir tutam hayalin kalır, 
              Kendimi sokaklar kışkışlarım. 
               
              Kâinat derin bir uykuya dalmışken, 
              Ben sokaklarda dolaşırım. 
              Kayan yıldızlarda seninle olmanın verdiği 
              Tarifsiz hazzı yaşarım, 
               
              Köprü altlarında duraklarım bir an, 
              Kimsesiz çocukların başlarını okşarım, 
              Yıldızlar yağar kirli fakat günahsız saçlarına, 
              Avuçlarımda tuttuğum hayalinle dertleşir ağlarım, 
              Düşmesin diye hayallerini yüreğime bağlarım. 
               
              Beden işçisi kadınlar görürüm, 
              Köhne köşelerde, 
              Oyuncaktır matiz erkelerin ellerinde, 
              Yoksul evlerden aç karın gurultuları gelir kulağıma, 
               
              
              
              
              Filistin'e, Irak'a, Afganistan'a uğrar yolum, 
              Umutları yıkılan çocuk gözyaşları takılır dimağıma, 
              Gözlerimden çiğ taneleri düşer yanaklarıma, 
              Buz tutar gök yüzü, ay dede ile birlikte ağlarım. 
               
              Yorulur ayaklarım dolaşmaktan, 
              Bir sabahçı kahvesinde alır soluğu, 
              Sandalyeye ilişmiş uyumaya çalışan 
              Sıcak yatak özlemi çeken insanlar görürüm, 
              Hayalini yüreğimdeki yerinden çıkartıp elime alırım, 
              Sabahçı kahvesini seyre dalar birlikte ağlarım. 
               
              Bayat çaydan bir yudum çeker, 
              Acıyla sokağa fırlarım, 
              Hayalin sımsıkı ellerimde, 
              Hayalin üşümesin diye, ellerim ceplerimde, 
              Düş kırıklığı uykusuzluk demir atmış bağrımda. 
               
              Şafak doğudan selam çekmeye başlar, 
              Evren uyanmaya yüz tutmuştur, 
              Etrafı seyre dalmıştır mahmur bakışlar, 
              Uykulu gözlerle hayalinle konuşmaya başlarım, 
              Herkes güne uyanırken, 
              Ben ise avuçlarımda tuttuğum hayallerinle uykuya dalarım. 
                 | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          44  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Muhsin AKTAŞ  | 
      
      
        | 
         
        
        Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   BİR BAKIŞTAN SIZANLAR 2
                
                Daha ilk akşamda ateş bacayı 
                sarmış, ev tutuşmuş, yanmaya başlamıştı. İçinde eşyaları da 
                bırakarak ben çoktan senin kalp köşküne davetsiz misafir gibi 
                taşınmıştım. Hem de gizlice sana sormadan haber dahi vermeden. 
                Baş köşeye oturmuş birde kendi kendime ahkam kesmeye 
                başlamıştım.
                Birkaç gün sonrası davet için 
                sözleşmiştik birlikte olacaktık. Yaşadığım şehirden biraz uzakta 
                idi. Biliyordum ki o davette sen vardın.O günü iple 
                çekmiştim.Bir kere ateş düşmüştü yüreğime, yakıp yıkıp kül 
                ediyordu beni.Yüzünü görmeyi sesini duymayı hayal ediyordum 
                saatler boyu.Artık geceleri yalnız değildim.Rüyalarım silik ve 
                fulu değildi senden sonra. Sen rüyalarımı bin bir renk çiçekle 
                süslemeye başlamıştın. Kabus görmez olmuştum geceleri. Hep seni 
                hayal ederek çekiliyordum odama. Hiç bir şey umurumda değildi 
                senden gayri. 
                          Yüreğimdeki yaralar kıpırdamaya başlamış, kanlar akıp 
                akmamakta kararsıca seni yaşamaya başlamıştı. Kendine senli bir 
                dünya kurmaya çalışan deli gönlüm çiçek bahçelerinde sana 
                dereceği çiçekleri seçmeye başlamıştı bile.
                Ben bunları düşünüp hayal 
                ederken aracımın tekerlekleri canhıraş gayretle beni sana 
                ulaştırmaya çalışıyordu. Yollar artık eskisi gibi sıkıcı 
                gelmiyor, seni düşleyince seyahati seviyordum. Nihayet derdimi 
                anlatacağım saçlarına dokunup, göğsünde uyuyacağım birini buldum 
                diye hayaller kuruyordum. Geçekten de bu bir hayal olabilirdi. 
                Çünkü daha bunları sana söyleyememiş, kendi kendime hayal 
                etmiştim. İşte o zaman deli yüreğime nasıl söz geçirir 
                sakinleştirirdim onu da bilmiyordum.
                            Bu duygu ve 
                düşüncelerle randevu yerine nasıl geldiğimi hatırlamıyorum bile. 
                Hatta öylesine senli dünyalara dalmışım ki duracağım yeri 
                kilometrelerce geçince kendime gelebildim. 
                            Nihayet mekâna gelmiştim, sizlerin de yeni geldiğini 
                gördüğümde kalbim mancınıktan fırlayan ok gibi yerinden 
                fırlayacak oldu. Zorda olsa ellerimle kalbimi bastırmaya 
                çalışıyordum. Göz göze geldiğimde derinlerden nazlı bir eda ila 
                gözlerin acılarını bana doğru fırlatıyordu. Belli ki çok 
                üzgündün. Kısacık bir selamlaşma ardından sohbet başlamıştı. Ben 
                hem konuşuyor hem içindeki sancıların arasında kolaçan 
                ediyordum. Gelen telefonlarla daha  
                da üzülüyordun. Yüzün renkten renge giriyor, bazen benzin küle 
                dönüyordu. Ben ise bir çare bulamamanın acısıyla kıvranıyordum. 
                Çektiğin sıkıntıyı iki katıyla bende çekiyordum. Ben senin hep 
                gülüşünü gecelerime ekmiştim. Hep öyle gülmeni bekliyordum. 
                Bizimle konuşuyordun fakat kafan başka yerlerde sorunlarla 
                savaşıyordu. 
                            Bedenin yanımda bir nefes ötemde fakat ruhun acılar 
                cehenneminde yanıyordu. Ben bunu görüyor bir şey yapamıyordum. 
                İçin için ağlıyor kalp sızılarına ortak olamaya çalışıyordum.
                
                
                Gülen yüzünün altındaki acılarını en iyi ben anlayabilirdim. 
                Yıllar yılı ağlarken gülme rolü bana reva görülmüştü. Ben bu 
                çileyi çeke çeke pişmiştim. Onun için seni çok iyi anlıyordum 
                fakat ellin içinde elinden tutup teselli veremiyordum. 
                            Kısacık gece nede çabuk bitmişti. Gidiş saatin 
                gelmiş ayaklanmıştın. Benim ise kalbim senden önce ayağa kalkmış 
                önden yol almaya başlamıştı bile. Nereye gidiyorsun diyemedim. 
                Çünkü o seninle olmaya çoktan karar vermiş bir daha benim yanıma 
                dönmemeye ant içmişti sanki. Ruhum ve kalbim önden sen arkadan 
                ceset torbamı arkada bırakarak çekip gitmiştiniz. Gözden 
                kayboluncaya kadar mecalsiz bakışlarımı arkanızdan gönderdim. 
                            Artık bana kalan leşi alıp geriye dönmekti. Fakat 
                ayaklarımda derman kalmamış oturduğum yerden kalkmak 
                istemiyordum. Belki döner umuduyla uzatmaları oynamayı 
                sürdürüyordum. 
                            Zorda olsa arkadaşların gidiyoruz demesiyle, 
                hayallerini ve hüzün kokan gözlerini yanıma alarak yola 
                koyuldum. Bir kuvvet beni arkadan çekiyordu sanki. Gözyaşlarım 
                hiç durmadan benden özgürlük istiyordu. Verdim istediklerini 
                boncuk boncuk yanaklarımı okşayarak salınıverdiler aşağı doğru. 
                Karanlık gecem daha da kararmıştı artık.Her gecenin bir 
                sabahı,her günün bir akşamı olduğu gibi, çok sıkıcı, fakat senin 
                olmanla aydınlanan bir  
                gece daha nihayet bulmuş,yatağımda tavandaki resimlerini 
                seyrederek uyumuştum.Kısaca içmeden senin aşk şarabınla sarhoş 
                olup sızmıştım. 06.06.2007
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          45  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                
                  
                     - 
                    KUNDAKLANAN CAMİLER 
 
                  
                  - 
                  Aralık ayının ikinci haftasından itibaren ülkemiz ve halkımız; 
                  milli birlik, huzur, barış, güvenlik ve bütünlüğümüze yönelik 
                  yeni saldırılar ile bazı menfur prokasyonlara maruz kaldı.
 
                  - Bunların başında İstanbul’da 
                  art arda sabote edilen, yangın çıkartılan ve alçakça saldırıya 
                  uğrayan camiiler geliyor. Şu ana kadar vaki sabotaj, 
                  kundaklama sayısı yedi. Türk milleti’nin maşeri vicdanı, milli 
                  kutsallara, manevi mekânlara, Allah’ın mübarek evleri ve 
                  mukaddes ibadethanelere karşı çok hassastır. Buraya uzanan 
                  kirli eller tez bulunur ve hemen kırılır. Yoksa Ebu Leheb gibi 
                  Camilerin sahibi çarçabuk belalarını verir ve defterlerini 
                  dürer.
 
                  - 
                  Buna paralel olduğu şüphe götürmez bir başka furya da 
                  “Ermenilerden özür dileme” kampanyası. Bir takım dönme, 
                  devşirme, dâhili bedhaht (gizli iç düşman) koza ve kriptolar 
                  tarafından yürütülüyor. Dink’in cenazesinde “hepimiz 
                  Ermeni’yiz” diye bağıranların ihanet şebekeleri adına feryadı. 
                  Aslında sinsi tehdit, beyanda imzası bulunan ilk 100 
                  kalkışmacının kahir ekseriyeti oradaydı. Cenaze fırsatını 
                  ganimet bilerek sergiledikleri tehdit-tedhiş ve nümayişte 
                  talepleri, katilin yakalanması, adaletin tecelli-i falan 
                  değil; 301’in ivedilikle kaldırılması idi. Akabinde AB 
                  marifetiyle aba altından sopa gösterttiler. Menfur cinayet 
                  bahane edilerek dayatılan bir talimatname ile iş bitti.
 
                  - 
                  Aslında orada ismi yazılı olanların ‘vatana ihanetten yana’ 
                  sicilleri hayli bozuk İçlerinde, 27 Mayıs kalkışmasına çanak 
                  tutan, 68 jenerasyonuna anarşi, terör ve tedhiş kuşağı 
                  bağlatan, alevi-Sünni ayrımcılığını körükleyen, papanın dinler 
                  arası diyalog projesine aktör, din-iman, ümran ve irfana 
                  hain-nankör olan, Kürt sorunu gibi çok sanal bir ütopyayı 
                  ‘Ermeni diasporası” adına taşeron sıfatıyla üstlenen, 
                  Candaşları-kandaşları pamuk’u Nobel’e taşıyan, iğrenç yalan ve 
                  iftiralarını sahiplenen gaflet, dalalet ve hıyanet erbabı 
                  gani. Dahası, KKTC’ni ‘Kıbrıs sorunu’ yaftasıyla ilgaya, 
                  mübadeleyi Yunanistan lehine işleyerek Elen iddialarına destek 
                  olmak gibi her melanet ve ihanet bu kalkışmacılar, ajan 
                  provokatör ve kurnaz dessaslar arasından çıkıyor. Üstüne 
                  üstlük, karanlıktan ilham alan bu nankörlere ‘aydın’ 
                  deniliyor!..
 
                  - Bu ve benzeri, ihanetten 
                  beslenen dâhili ve harici bedhahlara dünyanın hiçbir yeri ve 
                  devletinde rastlamak mümkün değildir. Zira hiçbir ‘hukuk 
                  devleti’ vatan hainine hayat hakkı tanımaz. De’Facto AB 
                  iktidarının hüküm sürdüğü ülkemiz hariç! Ama onlar, aslında 
                  tarihi ve tabii hoşgörü sayesinde böylesine şımarık ve semirik 
                  olabildiklerinin farkında bile değiller. Zaten varlıkların 
                  nedeni bu. İstismar ve suiistimal, yalan-talan, soygun-vurgun, 
                  anarşi-terör, nümayiş, tedhiş… Bir elleri halkın cebinde, 
                  diğeri terör örgütü; Ermenistan-Yunanistan, ABD ve 
                  diaspora’nın belinde. İspat mı istiyorsunuz? İşte belgesi:
 
                  - 
                  Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi "Türkiye" başlıklı bölüm; (Presidency 
                  Conclusions) Madde: 23.."..müzakerelerin yalnız Türkiye'yle 
                  değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini... Müzakereler 
                  sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu 
                  bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek 
                  olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına” yazıyor. 
                  
 
                  - Şu hale nazaran: Batıkent Camii 
                  Derneği Başkanı sevgili Kadir Parlak’ın gazetelerde yer alan 
                  ve beni de hususi olarak bilgilendirdiği güncel Camii 
                  yangınlarının ucu muhtemelen bu menfur ve müseccel 
                  kombinasyona dayanıyor. Eylem apaçık kundaklama, ağır tahrik, 
                  insanlık dışı saldırı ve provakasyondur. Önce kalabalık mahal 
                  ve mağazalara, korumasız masum ve müsemma insanlara, köşe 
                  bucakta park edilmiş araçlara, hâsılı bilumum milli, ilmi ve 
                  kültürel servetlere; Şimdi de manevi eser, ibadethane ve 
                  mabetlere yönelmiş durumda.
 
                  - 
                  Bunlara alet olanları, art-yan ve yörelerinde yer alanları, 
                  yardım ve yataklık yapanları insanlar ve Müslümanlar olarak 
                  kınıyor; Yüce Allah (CC)’dan bu cahil ve gafillere akıl-fikir 
                  ihsanı ve ıslahlarını diliyoruz. Zira bu efendiler aynı 
                  zamanda siyaset ve yönetime taliptirler.
 
                  - İşte onlara hüküm ve hükümete 
                  görev: “Ben ülkemde iş başına gelecek insanın soyuna-sopuna 
                  bakmam, ancak ihanetlerini gördüğüm vakit damarlarındaki 
                  kanına bakar (ve icabını yapar) ım" (Mustafa Kemal Atatürk) 
                  Haydi bakalım: Ülkemizdeki demokratik kalite, “özgürlük ve 
                  güvenlik” diyenler iş başına. Ey hüküm sahipleri!.. Şimdi 
                  değil de ne zaman?... 
 
                  - Gönderen Mustafa Nevruz SINACI
 
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          46  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   
                  ŞEHREMİNİ VE ‘3Ç’ TEORİSİ HAKKINDADIR 
                  
                
                
                Cumhuriyet döneminin ilk zamanları ve öncesinde belediyelerin 
                adı “şehremaneti” (şehir emaneti), belediye başkanlarının adı da 
                “şehremini” (şehir emini) idi.
                
                Güncel anlamda dünün 
                belediyeleri, şehrin esas sahibi ve yerleşik sakinleri adına 
                kurulu, ahalinin iş hayatı, medeni ilişkileri ve müşterek 
                yaşamının iktisadi, sosyal ve yasal gereklerini ‘hak, adalet, 
                hukuk ve vukufla’ düzenleme görevi yüklenmiş, kişiler için 
                geçici- emanet, doğrusu (yerel halk adına) emanetçi kurumlar 
                idi.
                
                Bunlar, kul hakkı dayanaklı iş, icraat, işlem ve faaliyetler 
                olduğu içindir ki, şehir emaneti, yani belediye’nin başına 
                (belediye başkanlığına) halk içinde muteber, çok emin, namuslu, 
                dürüst, erdemli bir adam getirilir ve bunun adına da şehir emini 
                denilirdi.
                Her ne kadar zaman içinde anılış 
                biçimi, isim ve hukuki muhtevası değişmiş olsa bile; 
                Cumhuriyetle birlikte bu usul, esas, anlam ve yüklem asla 
                değişmemiştir. Halk daima her belediye başkanını şehir emini 
                olarak görmek, bilmek, ona inanmak, güvenmek ister.
                           
                Zaten temeli dürüstlük, çimentosu 
                eşitlik, adalet ve hakkaniyet olan bu temiz yönetim anlayışın 
                değişmesi beklenemez ve istenemez!.. Belediyelerde şeffaflık, 
                doğruluk ve dürüstlük kavramı, anayasanın 
                ‘değişmez-değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez’ 
                hükümleri gibidir. Nasıl ki, bir devlette baş, hayati önemi haiz 
                ise; Tabanın temayüz mebdei olan belediye başkanı da en az onun 
                kadar ‘yaşamsal’ önemi haizdir. Bu anlamda atalarımızın ‘balık 
                baştan kokar’ darbı meseli, öncelikle mahalli lider, yani halk 
                önderi, milletin öncüsü ve sözcüsü pâyesini paylaşan belediye 
                başkanları için geçerlidir.
                
                Başkanlar meclisleri ile bir bütündür. Başı şaibeli, başarısız 
                ve kötü bir belediyenin meclisi de, adeta kanalizasyon çukuru 
                gibi düşünülür. Böyle belediyelerin birinci derecede temin ve 
                tevziye memur ve mükellef oldukları içme suları dahi temiz, 
                berrak ve içilebilir değildir. Kirlilik, yozlaşma, çürümüşlük ve 
                kokuşmuşluk sokaktan sulara her yere ve her şeye adeta nüfuz 
                etmiştir. Esnafı kurnaz, sahteci, hileci, mürai, üçkâğıtçı ve 
                pahacıdır. Lâ ilâç sadakaya muhtaç, fakr-u zaruret içinde 
                belediyeye seçilenlerin, birkaç yıl sonra besili domuzlar gibi 
                semirdiğini ve şehrin en mutena yerlerini tutarak zenginleştiği 
                görülür. Üstelik halkın deyimiyle bu güruh saman altından su 
                yürüten, sinekten yağ çıkartıp belini incitmeyen, her işini 
                kitabına uyduran ustalık ve kurnazlıktadır. Denetim unsuru 
                bunlar için işlemez, işlese de zerre miskal kusur ve kabahatleri 
                bulunamaz. Bunlar, kirlilik-kibirlilik, bencillik ve insanlık 
                dışılığı yönünde kitlece namussuz, onursuz, sorumsuz bir çeteden 
                neş’et (türeme) bireyler bazında seçilmiş keneler, lâğım 
                fareleri, sülükler, vampirler ve domuzlar gibidirler.
                
                Halka 
                hırsızlık, yolsuzluk, soygun-vurgun ve şehir rantıyla zulmeden 
                ‘şehir eşkıyası’ bir belediyenin başkanı da birdir, onun partisi 
                de, aday gösteren genel başkanı da. Bu nedenle, devlet 
                idaresinde “emin ve ehil insanların” halkın takdir ve tasvibi 
                ile seçilmesini esas alan “demokrasi ve fazilet” geleneğinin 
                yerleşebilmesi için yıllarca umur görmüş valiler belediye 
                başkanlığını da üstlenmiştir. Çünkü!.. Şehir eminleri asla 
                emanete hıyanet etmez, halkı adaletle idare ve hizmetleri 
                faziletle sevk ve ikame ederlerdi. Cumhuriyet’in ilk zamanları 
                ve öncesini (Osmanlı) bilerek, kötüleyip tahrif eden bazı art 
                niyet ve menfur emel sahiplerinin paçavraları dikkate alınmazsa, 
                belediyelerinin gerçekten önem ve anlamına uygun biçimde 
                faaliyet gösterdikleri, insanların huzur, emniyet, adalet, 
                saadet ve itimadına vesile oldukları açıkça görülür. Sonradan 
                ‘belediye’ adını alan bu kurumların temeli adalet, fazilet ve 
                hikmet; Halk’a ve hak’a, tam bir ehliyet, liyakat, sorumluluk ve 
                namuskârlıkla hizmettir.
                
                29 
                Mart’ın yaklaşmakta olduğu şu günlerde kahir ekseriyetine ‘şehir 
                eşkıyası, Ali baba ve kırk haramiler’ denilen; hırs ve ihtiras 
                zebunu, şirretlik ve şaibe ile maruf, akıl ve ilim fukarası, 
                rüşvet-iltimas, yalan-talan erbabına çok dikkat etmek zamanıdır. 
                Zira temelde bu mazarrat olabildiği sürece, asla temiz, berrak 
                ve dürüst bir yönetim tavanı inşa edilemez.
                Aslında doğrusu, belediyelerin 
                siyasi partilerden bağımsız olması değil midir?
                BAŞBAKAN RTE’NİN “3Ç” TEORİSİ
                
                
                Başbakan 12 Aralık 2008 tarihinde yaptığı bir açıklamada AKP 
                belediyeciliğinin 3Ç üzerine kurulu olduğunu belirterek, 
                "Belediyenin asli görevi, çöp, çukur, çamur… Diğerleri bunun 
                üzerine inşa edilecek fantezilerdir, bu işin ambalajıdır, 
                güzellikleridir" dedi.
                Antalya, Serik konuşmasında 29 
                Mart seçimlerini hatırlatan ve “seçimlerine yönelik çalışmaların 
                devam ettiğini söyleyen Erdoğan, "Şu anda yoğun bir şekilde 
                teşkilatımız bu çalışmaları sürdürüyor" dedikten sonra tarihi 
                açıklamasını yaptı. Buna göre AK Pati'nin Türk siyasetinde 
                farklı bir konumu olduğunu kaydeden Erdoğan, “AK Parti 
                belediyeciliğinin üzerine kurulu olduğu” 3Ç teorisini şöyle 
                tanımladı:
                ÇÖP, ÇUKUR, ÇAMUR !...
                
                
                
                "Çöp, 
                çukur, çamur... Bunlar belediyenin asli görevidir. Bir belediye 
                eğer çöpü kaldırmıyor, çukuru, çamuru yok etmiyorsa görevini 
                yapmıyor demektir. Bunun dışındakiler, üzerine bina edeceği 
                fantezidir, bu işin ambalajıdır, güzellikleridir. Bu kardeşiniz, 
                İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığından gelmiş bir başbakan. 
                Çöpü, çukuru, çamuru, hava kirliliğini iyi bilir. İstanbul 
                Büyükşehir’i kimden devraldı bunu da İstanbullu bilir. Biz 
                İstanbul'u devraldığımız zaman çöp dağları vardı, susuzluk 
                vardı, hava kirliliği vardı, affedersiniz sokak aralarında 
                çukurlar ve çamurdan geçemezdiniz. 90'lı yılların İstanbullusu 
                iyi bilir. Şimdi İstanbul'da böyle bir şey var mı? Yüzde 90 
                itibariyle yok oldu. İstanbul farklı bir gelişimin içinde… 
                Yapılmayanlar yapılıyor. Bu belediyeciliği biz hamdolsun 
                Antalya'ya da taşıdık. Serik ilçesi de bu güzelliklere kavuşsun. 
                Antalya nasıl kavuştuysa, Serik'te kavuşsun. Çöpten, çukurdan, 
                çamurdan kendinizi kurtarın. Aşılmayacak hiçbir iş yok. Yeter ki 
                azmedin, çalışın, yolsuzluğa prim vermeyin, bu iş lafla olmuyor. 
                Lafla peynir gemisi yürümüyor. Yaptıkları bir şey varsa, şunu 
                yaptık desinler. Biz de şunu, şunu yaptık diyelim. Hangisi ağır 
                basıyorsa... Terazinin sahibi burada... Demokrasi terazisinin 
                sahibi millet" dedi. 
                Türk siyaset tarihi ve 12 
                Aralık’ta yerel seçimlere dair başbakan tarafından yapılan bu 
                “belediyecilik” açılımı çok önemlidir. Neticeyi bağladığı 
                “yolsuzluğa prim vermeyin” emri ile yukarda açıklanan 
                “şehremini” tanımı örtüşmektedir. Bu nedenle Erdoğan’ı iyi 
                anlamak, Kasımpaşalı sıfatıyla ‘sözünün eri’ olmasını istemek ve 
                içtenlikle kutlamak gerek. Zira bu teoride çöp, çukur ve çamur 
                söylemlerinin yalın (açık-net) ifadelerinden ziyade mecâzi 
                anlamlarına bakmak gerek. Özellikle söylem içinde ‘bütüne 
                münhasır biçimde’ yer alan: “Terazinin sahibi burada” ve 
                “demokrasi terazisinin sahibi millet” ifadeleri; Yerel 
                yönetimlerin mutlak millet iradesi, insan hakları, adalet 
                ahlâkı, fazilet anlamında Cumhuriyet, özgün (kadim) hukuk ve 
                demokrasinin kaleleri olduğunu betimlemesidir. 
                
                Mezkür konuşmada altı çizilen ve teoremin esasını teşkil eden 
                çöp, çukur ve çamur şifreleri (betimlemeleriyle); Kişisel veya 
                organize-kitlesel, çıkar örgütlerine dayalı insanlık dışı eylem, 
                gasp-irtikap gibi edinimler ve pis işler kastedilmekte; Hitabın 
                gerçek muhatabı: Yasa, hukuk ve ahlâk dışı kirli işlerle iştigal 
                eden menfur kişi, grup ve kesimler olmaktadır.
                Yani bu açıklamadan: 29 Mart 
                seçimlerinde RTE ve AKP tarafından mevcutlardan adı kötüye 
                çıkmış, şaibeli, sicili bozuk, ahlâken düşük-çürük başkanların 
                tasfiye edileceği; Halka içilebilir sağlıklı su, yaşanabilir 
                çevre, temiz toplum ve temiz-ucuz belediye hizmeti sunamayan 
                güruh yerine “gerçekten” namuslu, ilkeli, onurlu, sorumlu mert, 
                samimi ve dürüst kişilerin aday gösterileceğini umuyor, anlıyor 
                ve uygulamayı bu istikamette görmek istiyoruz. 
                Gönderen: Mustafa Nevruz SINACI 
                // 
                
                
                BAK:
                http://www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          47  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - 
                  KAMU HİZMETİNİN KILCAL DAMARLARI BELEDİYELER
 
                
                - 
                İktisadi hayatın can damarı perakendecilik, halka hizmetin 
                ulaşma-başlangıç noktası ise belediyeciliktir. Vücuda hayat 
                veren kılcal damarlar misali bu iki unsur, hayatı yaşanabilir 
                kılan sacayağının ana öğeleridir. Bu üçgeni tamamlayan üçüncü 
                ayak üretimdir.
 
                - Tabiat ana da (eko-sistem) üç 
                unsur üzerine kuruludur. Varlığını, eskilerin ‘anasır-ı erbaa’ 
                dedikleri toprak, hava ve su üçleminde sürdürür.
 
                - 
                Üretim ve tüketimi destekleyen, örgütleyen ve hayatiyet 
                kazandıran, motive eden en önemli faktör ise belediye 
                teşkilâtlarıdır. Devlet, genellikle yurttaşla belediyeler 
                vasıtasıyla buluşur. Bu nedenle belediyeler, devlet teşkilâtının 
                can damarını teşkil eden hayati önemi haiz kurum ve 
                kuruluşlardır.
 
                - 
                Halk 
                genellikle bunun farkında bile değildir.
 
                - 
                Ama 
                ‘farkında-bilincinde’ olmak zorundadır.
 
                - 
                Zira 
                kundaktan kabire kadar, insan dahi, bütün yaşam formları 
                üzerinde belediyeler etkin bir unsur olarak fonksiyonunu 
                sürdürür. Kısaca realize edecek olursak: Toplumsal yapının her 
                katmanında, her derece ve düzeyinde belediye vardır. Sağlık, 
                mutluluk, ucuzluk-pahalılık, temizlik-güzellik, güvenlik ve 
                güncel hayatın huzurla devamı bile belediyelerle ilgilidir. Bu 
                nedenle belediye çok önemlidir.
 
                - 
                Önce 
                belediye başkanı olmak üzere, bu teşkilatta görev alacak bütün 
                kişilerde hakeza.
 
                - Nitekim 29 Mart 2009 günü tekrar 
                sandık başına gidilecek ve bu hayati organların ana unsuru yeni 
                yöneticiler seçilecektir. Gerçekte bu milletvekili seçmekten çok 
                daha önemli, onurlu ve sorumlu bir iştir.
 
                - 
                Hani 
                eskilerin ‘şehir emini’ diyerek; 
 
                - 
                Yerleşim yerinin en temiz ve mütemayiz insanını seçtikleri alan 
                budur. Zira oraya sadece ve yalnızca namuslu-dürüst, 
                onurlu-sorumlu, adaletli ve hakikatli insanoğulları lâyıktır.
 
                - 
                Hayatlarında zerre kadar şaibe, insanlık, hukuk, hakkaniyet ve 
                ahlak dışı temlik ve tasarruf bulunan kimseler, belediye 
                kapılarına (hâşa) köpek kavliyle dahi bağlanamaz. Köy ve mahalle 
                muhtarından, belediye başkanı ve meclis üyelerine kadar o 
                makamlar bütünüyle; Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, “Vatanı ve 
                milletini öz’ünden çok seven” bencillikle malul olmayan ve 
                kişisel ikbal peşinde koşmayan “adaletli ve faziletli” bilge 
                kişilerin yeridir.
 
                - ASLA BİR YANLIŞLIK YAPMAMAK 
                GEREK!...
 
                - 
                Aşağıda görüleceği üzere belediye hizmetleri zaten olabildiğince 
                kurumlaşmış, özleşmiş, yerleşmiş ve sadece namuslu-dürüst bir 
                yöneticiyi gerektirir aşamaya varmıştır. Asli görevi ve varlık 
                nedeni itibarıyla halka dürüst, kaliteli ve ucuz hizmet sunmakla 
                yetkili ve görevli bu kuruluşlar; Yerine ve durumuna göre 
                hırsızlık, yolsuzluk, suiistimal ve sahteciliğin de uç noktaları 
                olabilmekte ve çok kötü niyetlerle “halkı soymak-sömürmek için” 
                pekalâ kullanılabilmektedir. Günümüzde yaygın örnekte budur. 
                İşte bu nedenle “seçici” sıfatıyla, hem aday olana ve hem de 
                aday gösterene çok dikkat etmek zorundayız. Belediyelerin 
                teşkilat ve görevlerine dair 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı 
                yasa, belediyeleri idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel 
                kişiliğe dönüştürmüş ve çok açık bir ifade ile resmen olmasa da 
                fiilen halka mâletmiş bulunmaktadır.
 
                - 
                Eğer 
                5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununu bir yana bırakıp 
                münhasıran, 5393 sayılı Belediye Kanununu esas alırsak, 
                belediyelerin temel görevlerinin; B.şehir Belediye Kanununda 
                özellikle düzenlenmeyen alanlarda 5393 sayılı Kanununda yer alan 
                hükümlerin ilçe ve ilk kademe belediyeleri için de geçerli 
                olduğunu görürüz.
 
                - MEVZUAT HAKKINDA:
 
                - 
                Bilindiği gibi, 5393 sayılı Kanun, belediyelerin görev, yetki ve 
                sorumlulukları ile belediye idarelerine tanınan imtiyazlar 
                konusunda kapsamlı bir düzenleme getirmiş; Kanunun 14. maddesi 
                "Belediyenin görev ve sorumlulukları" başlığı altında şu hükme 
                yer vermiştir:
 
                - "Belediye, mahallî müşterek 
                nitelikte olmak şartıyla;
 
                - 
                İmar, 
                su, kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı, coğrafî ve kent 
                bilgi sistemleri, çevre, çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; 
                zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans, şehir içi 
                trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil 
                alanlar; konut, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik, 
                spor; sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri 
                kazandırma, ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini 
                yapar veya yaptırır.
 
                - 
                Nüfusu elli bini geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için 
                koruma evleri ile okul öncesi eğitim kurumları açabilir. Devlete 
                ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve 
                onarımını yapabilir veya yaptırabilir. Her türlü araç-gereç ve 
                malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir. Sağlıkla ilgili her türlü 
                tesisi açabilir ve işletebilir. Kültür ve tabiat varlıkları ile 
                tarihî dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekân ve 
                işlevlerinin korunmasını sağlayabilir. Bu amaçla bakım ve onarım 
                yapabilir. Korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak 
                yeniden inşa edebilir. Öğrencilere, amatör spor kulüplerine 
                malzeme verir, destek sağlar. Amatör spor karşılaşmaları 
                düzenler. Yurt içi ve yurt dışı müsabakalarda üstün başarı 
                gösteren veya derece alan sporculara meclis kararıyla ödül 
                verebilir. Gıda bankacılığı yapabilir. Belediye, kanunlarla 
                başka bir kamu kurum veya kuruluşa verilmeyen mahallî müşterek 
                nitelikli diğer görev ve hizmetleri de yapar veya yaptırır.
 
                - 
                Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırası, belediyenin 
                malî durumu ve hizmetin ivediliği dikkate alınarak belirlenir.
 
                - 
                Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun 
                yöntemlerle sunulur.
 
                - 
                Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin 
                durumuna uygun usul, esas ve yöntemler uygulanır.
 
                - 
                Belediyenin görev, sorumluluk ve yetki alanı belediye 
                sınırlarını kapsar.
 
                - 
                Belediye meclisinin kararı ile mücavir alanlara da belediye 
                hizmetleri götürülebilir.”
 
                - 
                Düzenlemede görüleceği üzere ‘mahalli ve müşterek nitelik’ 
                Belediye Kanunu ve belediye idaresinin en önemli ayırt edici 
                özelliğidir.
 
                - 
                Gerek 
                sahip olunan yetkiler gerekse bu yetkilere istinaden görevlerin 
                ifası bağlamında Türk belediye sistemi, beldeden B.şehir’e kadar 
                nüfus ve imkânlar bakımından önemli farklılıklar gösterir. 
                B.şehir dâhilinde olmayan belediyeler temelde 5393 sayılı Kanuna 
                tabi olup; B. şehir belediyeleri ile ilçe ve ilk kademe 
                belediyeleri hem 5216 sayılı Kanun hem de 5393 sayılı Kanunla 
                ilgili diğer kanunlar gereği görev yapar ve sorumluluk taşırlar.
 
                - HALK’A HİZMET, HAK’A HİZMET:
 
                - 
                Buradaki ortak özellik: Hakkıyla ve lâyıkıyla doğrudan halka 
                hizmettir.
 
                - 
                Halka 
                hizmetin adil, eşit ve dürüst olması şarttır.
 
                - 
                Aksi 
                takdirde sosyal adalet zedelenir, kamu vicdanı rahatsız olur.
                
 
                - 
                Toplumsal barış temelinden sarsılır ve bozulur. Belediyelerde 
                bozukluk hükümetlerdekine benzemez. Etkisi ani, sonuçları ağır 
                ve pahalıdır. Bu nedenle kamu hizmetinin kılcal damarı olan 
                belediyeler asla dumura uğramayacak sağlamlıkla tahkim edilmek 
                ve yarınki makalemizde açıklık getireceğimiz “Şehir Eminleri” 
                anlayışı-yaklaşımı içinde ikame olunmak zorundadır.
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          48  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - BİLİNÇLİ MİLLİ SİYASETE DÖNÜŞ 
                  
 
                
                - Kelime ve kavram olarak "milli 
                siyaset" ve "milli devlet" 1924 Anayasası'nın temel umdesi 
                (vazgeçilmez ilkesi) olmasına rağmen, 1960 kalkışması büyük 
                ürküntü duyduğu ve menfur emelleri için sakıncalı gördüğü bu 
                esası lağvetmiş ve Atatürk'ün 36 yıllık kanuni esasisini çöpe 
                atmakta asla tereddüt etmemiştir.
 
                - ÜNİTER DEVLET VE MİLLİ DEVLET 
                MUKAYESESİ: Bunun yerine ikame edilen "üniter devlet" kavramı 
                temelde "unsurlar birliği"ni esas alır. Yani: "Üniter devlet (Etat 
                unitaire, unitary state)"e, "tek devlet" veya "basit devlet (Etat 
                simple)" de denir. Buna mukabil "Milli Devlet" daha mukavim 
                (sağlam-güçlü) ilkeler ve daimi bir konsensüs'ü içerir. Üniter 
                devlet'in zaafı kurucu unsurların (parçaların varlığını) 
                de'facto olarak kabul etmesidir. Danimarka, Fransa, İngiltere, 
                İrlanda, İspanya, İsrail, İtalya, İzlanda, Hollanda, Japonya, 
                Lüksemburg, Norveç, Portekiz, Yunanistan, Türkiye gibi devletler 
                birer üniter devlettir.
 
                - ÜNİTER DEVLET'İN ESİN KAYNAĞI VE 
                GİZLİ GERÇEKLER: Şu kadar ki, 1961 Anayasası için cuntanın 
                esinlendiği örnek lâik köktencilik ve fanatik evrimciliğin 
                fundamentalist kalesi Fransa'dır. İnsani ve ilmi değerlere karşı 
                ağır bir başkaldırı ve kâfir derecesinde sapkın 
                fundamentalistler, insan formunun ne kadar sadist, bencil 
                (egoist) ve hayvanlaşabileceğinin baz örneklerini teşkil ederler 
                ve onlar emperyalizmin (kan emici vampirlik ve keneliğin) en 
                açık göstergesidirler. Fundamentalizm sadece ve yalnızca İsevi 
                inancına karşı bir direniş ve tepki değildir. Masonik ve 
                kabalist kökten gelişleri nedeniyle yer yüzünde tek dinin İslâm 
                ve Hazreti Adem'den, İslâm'ın son peygamberi Hazreti Muhammed' e 
                kadar bütün Peygamberlerin Müslüman olduğunu çok iyi bilirler. 
                Onların ana davası insani bilinç, namuslu-dürüst, adaletli ve 
                doğru yaşam ilkelerini yok etmektir. Başkaca herhangi bir 
                ideolojinin de kendi fundamentalistleri (köktencileri) vardır. 
                Bu prototipler vahiy kaynaklı hâkim (orijinal) ahlâk 
                sistemlerini yerle bir etmek için oraya konmuş truva atları 
                gibidirler.
 
                - Adalet ahlâkı ve kadim hukuk penceresinden bakıldığında 
                bunlar, şeytanın askerleri, öncü ve sözcüleri gibidirler. Ama 
                onlar da -gerçektir ki- karanlıklar ve kâbusların ürünü olan şer 
                ve şeytani ideolojilerine çok sıkı bir biçimde bağlıdırlar. 
                Hatta, "insan insanın kurdudur" felsefeleri gereği en bağlı olan 
                da onlardır!.. Çünkü sistemlerinin insani ve ahlaki boyutu 
                yoktur. Mutlak edinim, yalan-talan, soygun-vurgun, güçlülerin 
                haklılığı ve çıkar ağırlıklıdır.
 
                - GÜÇLÜLERİN HAKLILIĞI: Oysa bon-sens 
                (erdemlilik, haklıların güçlülüğü) zordur. Cahil nefse ağır 
                gelir.
 
                - Onlar, laik fundamentalizmi 
                yeryüzünde hakin kılmak için durmadan "izm" üretirler. Bu 
                nedenle "dünyadaki bütün izmler iğrençtir" Bu laf büyük bilim 
                adamı Cemil Meriç tarafından söylenmeden önce de bu böyleydi, 
                hala da öyle. Hakikat Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet'in 
                kurucu unsurları tarafından çok iyi bilindiği ve kavrandığı 
                içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti, bu lanetli izmler temelinde 
                inşa edilmemiş; Emperyalizmin korkulu rüyası olan "insan odaklı" 
                fazilet anlamında ve Cumhuriyet bağlamında kurulmuştur. Zira 
                milyonlarca insanın katili olan kapitalizm ve emperyalizm insani 
                boyut ve bilinç toplumuna, adalet, hukuk ve evrensel barış 
                ilkelerine aykırıdır.
 
                - Ama buna rağmen, başta ABD-AB 
                (vahşi batı) olmak üzere; Zulmün zalim havarileri (paraya, 
                şehvete ve şöhrete tapan) fundamentalistler, aklınıza 
                gelebilecek her yerde ve her konuda, her fikirde, hatta müzik 
                gruplarının hayranları olarak, önce dernekleşerek (stk) sonra da 
                cinsi sapık bir zihniyetle kendileri gibi düşünmeyenlere 
                saldırarak iyiliği inkâr, hak, adalet, hakikat ve hukuku ret, 
                fanatizm ve körlükte sınır tanımayan, saç telinden ayak 
                tırnağına kadar uzanan bir körlük, kötülük ve koyu taassupla 
                yaşamaya ve nefret yaratmaya devam ederler.
 
                - Üstelik bu primitif varlılar ve mutasyon mağduru tipolojiler 
                kendilerini aydın sanırlar.
 
                - Oysa bunların ilham kaynağı ve dayanağı, sadece muzlim 
                karanlıklar ve zalimlerdir.
 
                - Bilgi çağının çökmesi, eko-sistemin bozulumu ve dünyanın 
                iğrenç bir yer olmasında sorumlular listesi yapılsa, bu 
                varlıklar baştan ilk üçe rahatça girerler. Lâkin sahip oldukları 
                izm etiketi nedeniyle ideolojileri o listelerde gözükür. 
                Soykırımın kara kitabı, bilmem neyin katliam politikası diye 
                anlatılır dururlar. İnsanlık âlemi onları (keneleri) çok iyi 
                bilir ve tanır.
 
                - ANALİTİK TANIM, ARADAKİ FARK VE 
                İNCE AYAR: Üniter devlet, anayasa hukuku metinlerinde, devletin, 
                ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve 
                yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet 
                şeklidir. O halde, üniter devleti, devletin unsurlarında ve 
                organlarında teklik özelliğiyle tanımlanmakta, ancak, milli 
                devlet'in aksine azınlıklar dışında da "unsurların varlığını" 
                kabul etmektedir. Nitekim ülkemizde 1961 öncesi her hangi bir 
                unsur, başkaca bir halk veya etnik kök dillendirilmez iken, 
                üniter devlet lâfzı ile bu dillendirme önceleri de'facto 
                sonraları ise alenen yapılmaya başlamıştır.
 
                - 1. Devletin Unsurlarında Teklik
 
                - Devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurlarından oluştuğuna 
                göre, üniter devlette, tek ülke, tek millet ve tek egemenlik 
                vardır. Diğer bir ifadeyle üniter devlet, tek bir ülke üzerinde, 
                tek bir milletin, tek bir egemenliğe tâbi olduğu devlet 
                şeklidir. Bu nedenle, üniter devlette, devleti oluşturan 
                unsurlar tek ve bölünmez bir bütündür. (DENİLİR!..) Şöyle ki:
 
                - a) Üniter devlette, devletin 
                ülkesi tek ve bölünmez bir bütündür. Şüphesiz ki, üniter 
                devletin ülkesi de "il" ve "ilçe" gibi birtakım bölümlere 
                ayrıllır. Ancak bunlar, basit idarî bölümlemelerdir. Bu 
                birimlerin sadece idarî yetkileri vardır. Yasama ve yargı 
                yetkileri yoktur. Bunların hepsi aynı egemenliğe tâbidir. 
                Hepsinde aynı anayasa ve aynı kanunlar, kısacası aynı hukuk 
                düzeni uygulanır.
 
                - b) Diğer yandan üniter devlette, 
                millet unsuru da tek ve bölünmez bir bütündür.
 
                - Milleti teşkil eden insanların millet unsurunu 
                oluşturmalarında din, dil, etnik grup vb. bakımlardan ayrım 
                yapılamaz. Üniter devlette "toplum"lar veya "cemaatler" 
                temelinde egemenlik yetkilerinin kullanılmasında farklılık 
                yaratılamaz. (!) Üniter devlet sadece yer bakımından federalizme 
                değil, aşağıda göreceğimiz cemaatler bakımından federalizme yani 
                "korporatif federalizm"e de kapalı ve karşıdır.
 
                - c) Nihayet üniter devlette 
                egemenlik de tek ve bölünmez bir bütündür. Tek olan egemenliğin 
                sahası bütün ülkedir. Bu egemenliğe tâbi olan da bütün 
                millettir. Egemenliğin kaynağı bakımından da ayrım yapılamaz.
 
                - Dikkat edilirse eğer, a, b, c 
                tanımlamalarında yer alan çok ince bir ayardır. Ki bu 24 
                anayasasında söz konusu bile değildir. Dolayısıyla, başta AB 
                dayatmaları olmak üzere bölge bazında oluşturulmaya çalışılan 
                "Kalkınma Ajansları"nın bile yasal dayanağı bu tanımlardan 
                kolaylıkla çıkabilmektedir. Aynı bağlamda; "Türkiye'de Kürt v.b. 
                sorunu var" demek de suç olmaktan çıkmıştır. Oysa Türkiye'nin 
                gerçekte her hangi bir etnik sorunu yoktur.
 
                - 2. Devletin Organlarında Teklik 
                Üniter devlette, devletin ülke, millet ve egemenlik unsurlarında 
                teklik olduğu gibi, devletin yasama, yürütme ve yargı organları 
                bakımından da teklik söz konusudur.
 
                - a) Üniter devlette tek yasama 
                organı vardır. Ülkenin bütünü için geçerli kanunlar, merkezde 
                bulunan tek bir yasama organı tarafından yapılır. Örneğin 
                Türkiye'de tek yasama organı Ankara'da bulunan TBMM'dir.
 
                - b) Üniter devlettin yargı organı 
                da üniter niteliktedir. Şüphesiz yargı organı üniter devletlerde 
                de mahiyeti gereği birçok mahkemeden oluşur. Ancak, ülkenin her 
                yerinde aynı tür mahkemeler vardır ve bunların üst mahkemeleri 
                aynıdır. Bir üniter devlette, birden fazla ceza mahkemesi, 
                birden fazla idare mahkemesi olabilir; ama iki tane Yargıtay, 
                iki tane Danıştay olmaz.
 
                - c) Üniter devlette, yürütme 
                organı bakımından esas itibarıyla bir "bütünlük" vardır. Yürütme 
                organının tepesinde, parlâmenter hükûmet sistemlerinde "bakanlar 
                kurulu", başkanlık sistemlerinde "başkan" vardır. Bakanlar 
                kurulu veya başkana şimdilik "merkezî idare" diyelim. Üniter 
                devletlerde yürütme yetkisi esas itibarıyla, bu "merkezî 
                idare"de toplanır. Ancak, ülke genelinde bütün yürütme ve idare 
                fonksiyonunun, başkentteki bu "merkezî idare" tarafından yerine 
                getirilmesi mümkün değildir. Yani, üniter devletin yürütme ve 
                idare organlarının mutlak bir şekilde üniter nitelikte olması 
                imkansızdır. İşte bu nedenle, üniter devletlerde de, idare 
                organının tekliği mutlak nitelikte değildir. Bu bakımından 
                üniter devletler, kendi içinde "merkezî üniter devlet" ve 
                "adem-i merkezî üniter devlet" olmak üzere ikiye ayrılabilir.
 
                - İkinci bölüm açıklama ve 
                tanımlamalarında görüleceği üzere, sistemde derin çatlaklar ve 
                çelişkiler vardır. Örneğin: (a) şıkkına göre yasama organı 
                tektir. Ama oluşum biçimi milli devlette "Hakimiyet kayıtsız 
                şartsız milletin" iken, 1961 yapılanması, siyasi partiler ve 
                seçim mevzuatında giderek halktan ayrışma ve laik Fransız 
                fundamentalizmi yönünde örgütlenen seçkinci elitlere idareyi 
                terk ve teslim anlayışı yatmaktadır. İlerleyen süreç içinde bu 
                kaygı gerçekleşmiş ve sonuçta politika oligarşik bir 
                yapılanmanın eline geçerek, millet ve milli irade mefhumları 
                adeta tarihe karışmıştır.
 
                - (b) bölümünde tanımlanan mahkeme 
                ve yüksek mahkeme tanımı da aldatmacadır. Zira bugün sivil 
                alt-yerel ve yüksek mahkemelerin tamamı askeri örgütlenme içinde 
                de vardır. Üstelik durum demokrasinin kurumsal yapısı, eşitlik, 
                insan hakları, adalet ve hukuk ilkesine açıkça aykırılık teşkil 
                etmesine rağmen…
 
                - Buna mukabil "Milli Devlet" 
                modelinde "kuvvetler birliği" esası geçerli olup; Tek kuvvet ve 
                tek irade millettir. Millet adına bu yetki, bütün kurumları 
                kapsamak üzere TBMM tarafından kullanılır. Üstelik 1924/28 
                anayasasında geçerli siyasi partiler mevzuatı 1946 -50 
                şekillenmesi ile "Millet iradesinin devlet idaresinde" çok 
                şeffaf ve dürüst bir şekilde temsiline imkan vermektedir. Mevcut 
                düzende buna imkan ve ihtimal dahi yoktur.
 
                - MUKAYESELİ BİLİM VE AÇILIM: 
                Bilindiği üzere ülkemiz, kavga, kargaşa, anarşi, terör-tedhiş, 
                kriz, bunalım ve buhran gibi kavramlarla 1960'dan sonra 
                tanışmıştır. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 müdahalelerinin 
                sebebi hikmeti de 1961 anayasasıdır. 1982 Anayasası ise 61'e 
                göre geriye gidiş, ancak ülke şartlarına göre 1924 anayasasına 
                yöneliştir. Çünkü 1924 (1928) anayasası, Atatürk, Türk ve 
                Türkiye düşmanları tarafından ilga edilmeseydi, şu an için 
                Türkiye istiklal ve istikrarın en tepesinde / zirvesinde olacağı 
                gibi, dünyanın da en zengin ve güçlü devletleri arasında 
                olabilir, çağdaş medeniyet seviyesini aşabilir ve konjonktürel 
                bağlamda bir-kaç belirleyici aktör arasına pek alâ girebilirdi.
 
                - 11 Kasım 1938 – 13 Mayıs 1950 
                dönemi hezimetinden sonra, 14 Mayıs 1950'den itibaren kazanılan 
                ivme ve tekrar hayata geçirilen Atatürk ilkeleri ve Türk 
                İnkılâbı bunu başarmaya muktedir olduğunu göstermiş ve 
                ispatlamıştı. Mukayeseli bilim, siyasi tarih, ülke ve dünyanın 
                genel gidişatı bunu açıkça göstermektedir. 1970, 80 ve 90'lı 
                yıllarda üst üste yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal krizler, 
                tarihe karışan hakkı müktesepler ve devlet beş sente muhtaç 
                düşürülürken; Kendileri dünyanın sayılı zenginleri arasına giren 
                politik-ACI, kapitalist ve yerli emperyalistler, adeta savaş 
                zengini gibidirler. Günümüzde yaşanan kriz,
 
                - Bunalım, buhran, gerilim, anarşi-terör ve tedhiş bu 
                Cumhuriyet, hürriyet, adalet, hukuk, ahlak ve demokrasi 
                düşmanlarının eseridir. Sistemi tıkayan, ülkeni önünü tutan, 
                yolunu kesen zihniyetin sahibi de onlardır.
 
                - Şimdi "onlar kim" diyeceksiniz!.. Buyurun inceleyelim:
 
                - ŞİMDİ BU DÖNEMİ YENİ BAŞTAN 
                İNCELEYELİM:Birinci Cumhuriyetin fiilen sona erdiği gün olan 10 
                Kasım 1938, Türk milleti için 12 yıl aralıksız sürecek olan ve 
                ancak 14 Mayıs 1950'de, demokratik bir halk hareketi ile "dur" 
                denilebilen mâkus talihin (diktatörlük, despotizm ve 
                dönme-devşirme, ateist-pagan-sabetaist, şaibeli ve şer 
                kadroların bürokrasiye taşındıkları faşizmin) başlangıç 
                tarihidir. Ertesi gün, asrın devlet adamını kaybetmekten dolayı 
                bir yanda derin bir hüzün, diğer tarafta devletin geleceği ve 
                bekası yönünden ağır basan endişe ve kaygı yaşanmaktadır. 
                Sonuçta, kaygı galip gelmiş ve literatürel anlamda "İkinci 
                (sanal) Cumhuriyet" olarak adlandırabileceğimiz yeni dönemin 
                başlangıcında sağduyu sahipleri (Kemalistler) haklı 
                çıkmışlardır. Zira, artık, Atatürk döneminde temelleri atılan ve 
                sistematik bir düzenle yaşam boyutuna ve devlet hayatına 
                geçirilmeye başlanan "demokrasi", "insan hakları" (halkçılık), 
                "adalet" ve "hukukun üstünlüğü" ve bu norm (objektif) ilkelere 
                dayalı "lâiklik-lâyiklik" gibi kavramlar artık yoktur. Çok kısa 
                bir sürede, bütün esas ve unsurları ile fiilen ve resmen bir 
                karşı devrim başlatılmış, halkı kucaklayan 'inkılap' süreci 
                kapatılmış, adına 'devrim' denilen zorbalık dönemi başlamıştır. 
                Akabinde Atatürk usulen ve tefhimen "ebedi şef" ilân edilmiş ve 
                kadrocuların öteden beri özlem duydukları ve ilhamını İtalyan 
                faşizmi ile gayri ahlaki, aykırı lâik Fransız 
                fundamentalizminden aldıkları "milli şef" ile tam bir 
                diktatörlük tesis ve ilân edilmiştir. (Önemli not: Orijinal 
                anlamda lâiklik yani Atatürk'ün deyimi ile lâyıklık esasta bir 
                İslâmi terimdir. Herkesin özgürce din seçebileceği ve inandığı 
                dini, icaplarına uygun olarak yaşayabileceği anlamına gelir. 
                İnanma ve inandığı gibi yaşama hürriyeti.)
 
                - GİZLENEN REJİM: KEMALİZM (Türk 
                İnkılâbı) Bu süreçte, Türk inkılâbının izleri, Atatürk ilke ve 
                inkılâpları ve Cumhuriyetin 16 yıllık eserleri şuursuzca yok 
                edilmiş; Stalin'in, Lenin'i silme harekâtında bile göze 
                alamadığı madeni para ve banknotlardan kurucu liderin (Atatürk) 
                resmi ve ismi dahi silinip atılmıştı. "Halka rağmen-halka 
                hizmet" ve "halk için devlet" değil "devlet için halk" anlayışı 
                ile yönetimi ele geçirenler "sözde batılılaşma", büyük 
                Atatürk'ün vefatını fırsat bilen vahşi batılı emperyalistler ise 
                "Sevr'in intikamını almak ve Lozan'ı yok saymak" adına, (dahili 
                bedhahlar ile işbirliği içinde olarak) istiklâl savaşıyla kutsal 
                topraklardan kapı dışarı edilen bütün "kapitalist ve emperyal" 
                emel ve menfur amaç sahiplerine ülkenin kapılarını ardına kadar 
                açmış ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinden 
                saptırılması-arındırılması ve uzaklaştırılması için, milli 
                devletin temellerine dinamit koymak, yükselen değerleri 
                (milliyetçilik, din, dil, Türk kültürü vd) her ne gerekiyorsa 
                (maalesef) hepsi fazlasıyla yapılmış ve yaptırılmıştır.  
 
                - Atatürk ilkeleri ile bütün esas 
                ve unsurları dahil Türk inkılâbının yok sayıldığı, Kemalizm'in 
                gizlenmek, hafızalardan silinmek ve tarihin karanlıklarına 
                gömülmek istendiği bu dönem; Seksen yılı mücavir Cumhuriyetin 
                kayıp ve karanlık, despotluk ve koyu-kara diktatörlük 
                yıllarıdır. İnönü hem cumhur başkanı ve hem de Halk Partisi 
                genel başkanı, devletin vali, kaymakam ve belediye başkanları 
                ise dikta partisinin il ve ilçe başkanlarıdır. Halktan kopuk, 
                seçkinci, zengin-güçlü, varlıklı ve esas itibarıyla kapitalist 
                ve emperyalist eğilimli; Milli ve manevi değer yoksunu, 
                dini-imanı para, kâbesi vahşi batı olan, halk düşmanı bir kadro 
                devleti ele geçirmiş olmakla;
 
                - Büyük Atatürk ve Türk 
                inkılâbının "Avrupa'nın endüstriyel veri, bilim ve salt 
                teknolojisinden yararlanma" esaslı batı politikası bu defa; 
                Tefessüh etmiş bir medeniyetten kültür ithal etme gaflet ve 
                dalâletine dönüştürülmüş ve adına "batılılaşma" denilerek, önce 
                Cumhuriyetin lâiklik anlayışı ret ve inkâr edilip "dahili 
                bedhah, ateist-pagan, din düşmanı ve sabetaist zümrece pek 
                beğenilen Lâtin-Grek ve Anglosakson bozması bir tür din, vicdan 
                ve insanlık düşmanı anlayış 'lâiklik' adı altında ithal ve 
                ikameye kalkışılmıştır. Böylece yakın tarihin en büyük Atatürk, 
                Türk ve insanlık düşmanlığı icra ve ifa edilmiş ve batının 1000 
                yıllık arzu, hedef ve ihtirası hayata geçirilmiştir.
 
                - Zira, Atatürk ve Türkiye 
                Cumhuriyetine karşı, Gümrük Birliğine katılma, zorunlu eğitimi 
                bilim, din-ahlak ve sanat öğrenimini yok etme pahasına sekiz 
                yıla çıkartma gaflet, ihanet ve dalâletinden önceki en büyük 
                hıyanet budur. Bu vakıayı her kesin bilmesi ve her kesimin 
                kabullenmesi, yargılaması ve sorgulaması şarttır.
 
                - Ki, bundan böyle; Gerçek anlamda 
                aydınlık, arı-duru, ilkeli-onurlu, sorumlu, namuslu-dürüst, 
                temiz ve berrak, vatan topraklarında hâkim ve "milli devlet" 
                olarak hükümran bir vasıfla bu yolda ve bu uğurda emin adımlarla 
                yürünebilsin...
 
                - Mâkus (kötü) talih ve tarihin tekerrür etmemesi 
                (tekrarlanmaması), ibret ve ders alınması bakımından; "TBMM'nin 
                üstünde ve üyeleri seçimle değil atamayla gelecek" faşist bir 
                konseyin dahi kurulmasına kalkışılmış kapkara bir döneme, biraz 
                daha (oralara) gerilere dönüp bakalım.
 
                - ÜÇÜNCÜ CUMHURİYET: İkinci 
                (sembolik) Cumhuriyet, Ocak 1946'da, büyük Atatürk'ün en büyük 
                ideal ve özlemi olan "çok partili siyasi hayata geçilmesi ile" 
                derinden sarsılmış, bütün karşı devrim, (inkârcı duruş) ve 
                ısrarlı direnmelere rağmen 4.5 yılda tükenmiş, 14 Mayıs 1950'de 
                ise, Türk milleti tarafından "bir BEYAZ İHTİLÂL ile" ülke fiilen 
                kurtarılarak, karanlık ve kâbus dönemi resmen sona 
                erdirilmiştir. (Gerici, yobaz ve irticai kesimler bu harekete 
                karşıdevrim demek utanmazlığını gösterirler) Olaya tarafsız 
                gözle bakar ve objektif bir değerlendirme yaparsak, başlayan 
                süreci bu defa "Üçüncü (GERÇEK) Cumhuriyet dönemi" olarak 
                adlandırabiliriz. Zaten bunun böyle olması gerekir. Zira, bu 
                dönemler arasında çok derin uçurumlar ve farklılıklar vardır. 
                Başka bir şekilde tanımlamak ve açıklamak da mümkün değildir. 
                Zira, Atatürk'ün ve Türk İnkılâbı'nın "halkçılık" felsefesine 
                uygun biçimde "halkın iktidar olduğu" iki dönem vardır. 
                1923-1938 ve 1950-1960 arası. Yani, birinci ve üçüncü 
                Cumhuriyet... Zira, Cumhuriyet, demokrasi ile kaim ve daim bir 
                rejimdir. Bütün usul, esas, kurum ve kuruluşları ile demokrasi 
                olmaz ve "CUMHURİYET FAZİLETTİR" ilkesi bütün onur ve erdemi ile 
                fiilen yaşanmazsa cumhuriyetten bahsetmek mümkün değildir.
 
                - Tasnife göre, ancak 10 yıl devam 
                edebilen bu "Üçüncü Cumhuriyet dönemi" "Türk İnkılâbına ait" 
                kaybolan (kaybettirilen) bütün değerlerin büyük bir özenle 
                tekrar hayat bulduğu, ülkemiz ve insanımızın baskı, zulüm, 
                işkence, eziyet ve esaretten, despotluk, diktatörlük ve 
                faşizmden kurtularak, özlenen "milli rejim" Kemalizm' e 
                kavuştuğu, "milli devlette" huzur, güven, insicamın ve 
                istikrarın sağlandığı, halkın devletle, devletin halkla 
                barıştığı, Cumhuriyet ve demokrasinin "millet iradesinin 
                devlette" tecelli-i ile örtüşüp, bütünleştiği ve devletin halk 
                tarafından idare edildiği, demokrasinin "bütün usul, esas, kurum 
                ve kuruluşları ile" temayüz ettiği adeta bir "asrı saadet" 
                dönemidir. Atatürk döneminde ortalama % 23.5 olan kalkınma 
                hızına, Celâl Bayar ve Menderes hükümetlerinde çok yaklaşılmış 
                ve % 20.5'lara kadar varılmıştır. Daha da önemlisi, refah tabana 
                yayılmış, işsizlik, yokluk, yoksulluk, hastalık ve cehalet 
                önlenmiş, muasır medeniyetin imkân ve araçları kullanılmaya 
                başlanmış, 1938-1950 arasında vaki "kapalılık" fobisi aşılmış, 
                Atatürk'ün "devletçilik" ilkesi ve anlayışına uygun "karma 
                ekonomi" sistemine geçilmiş ve medeni dünya ile "karşılıklılık 
                ve eşitlik" kuralına dayalı onurlu bir entegrasyon 
                gerçekleştirilmiştir.
 
                - 4. CUMHURİYET'İN AYAK SESLERİ: 
                Ancak, 3. Cumhuriyet fazla uzun sürmedi. Daha doğrusu 
                sürdürülmedi. Zira, insanlık aleminin ezel-ebed düşmanları vahşi 
                kapitalist, ateist, Darwinist-pagan, kökten din ve ahlak düşmanı 
                Fransız fundamentalist ve emperyalistlerin önündeki tek ve 
                yegâne engel, yani Atatürk Türkiye'si günden güne gelişmekte, 
                büyümekte ve 12 yıllık mâkus sürede ABD ve AT/AET ülkeleri 
                tarafından başına musallat edilen belâ, musibet, felâket ve 
                dahili bedhahlar yoluyla kasıtla ayaklarına dolanan (ABD ve batı 
                ile bilinçsizce imzalanan) "antlaşma" nam aykırı prangalardan 
                sıyrılma-kurtulma yoluna girmekte idi.
 
                - Bu zaman zarfında çok büyük eser 
                ve hizmetlere imza atıldı. Geri kalmışlık, cehalet, içine 
                düşülen maddi-manevi, ilmi-dini-milli ve kültürel sefalet 
                aşıldı. Kalkınma, sanayileşme ve gelişme 1938'de düşürüldüğü 
                yerden maharetle kaldırıldı. Muasır medeniyetler seviyesine 
                gerçekten ve kesinlikle ulaşıldı. Öyle ki, Türkiye tıpkı Mustafa 
                Kemal'in hayal ettiği gibi; İleri, çağdaş ve modern bir dünya 
                devleti oldu. Halk zengin ve mutlu, devlet "BOP ve BİP" gibi 
                emperyalist uşak ve küresel-evrensel çetelerin icadı sömürü 
                projelerine "dur" diyecek kadar güçlü-kuvvetli-muktedir bir hâl 
                aldı. Demokrasi yerleşti. Cumhuriyet gelişti. "Milli Devlet" 
                ilkesi yeniden hayata geçti. Halk kişilik ve kimliğine kavuştu.
 
                - KISKANÇLIK, PANİK VE KORKU 
                PSİKOZU: Ama, kıskançlık, panik, korku ve endişeye düşen dahili 
                ve harici bedhahlar (gizli düşmanlar) bunu çekemediler, 
                hazmedemediler. Saat 9'u 5 geçe başlattıkları menfur emellerine 
                artık kavuşamayacakları zehabına kapıldılar. Zira, gelişen 
                Kemalizm, yok olması mukadder kapitalizm ve kan emici 
                emperyalizmin eceli demekti. Gerçek demokrasi Türkiye' de hayat 
                bulmuş ve kalıcı olma yoluna girmişti.
 
                - VAHŞİ BATI'NIN KABUSU: 
                GÜÇLÜ-KUVVETLİ VE KUDRETLİ TÜRKİYE
 
                - Hariçte panik büyüdü. Ya diğer milletler de, "Türkiye gibi 
                uyanırsa" !.. Veya, "uyanan ve Kemalizm'i örnek alıp uygulayan 
                devletlerin sayısı çoğalırsa !.." İşte bu, korku, kâbus ve kaygı 
                yüzünden; İç ve dış düşmanların iştirak, vatana ihanet ve 
                işbirliği ile 3. Cumhuriyeti kesintiye uğratan ve cumhuriyet 
                tarihinin en büyük 'kırılma' hareketi olan 1960 darbesi 
                hazırlanarak alçakça uygulandı. İnsan hakları, adalet ve hukukun 
                utancı, siyasi tarih ve ahlâkın yüz karası ve yeniden karanlık 
                günlere, yıllar sürecek kâbusa dönüş böylece başladı. Demokrasi 
                ilga edildi. Muasır ve medeni anlamda gerçek Cumhuriyet son 
                buldu. Kâbus çöktü ve karanlıklar geri geldi  
 
                - ÇOK YAMAN BİR ÇELİŞKİ! Cuntanın 
                handikabı Atatürk adına "Atatürk düşmanlığı" yapmış olmaktır.
 
                - Bu çok kötü bir tohum olmuş, 
                sonraları şekillenen 'türedi zihniyet' (tanrı uludur, halk 
                İsmet'in kuludur zihniyeti) devrimbazlık, koyu fanatizm, irtica, 
                gericilik, yobazlık, ayrışma, bölünme-çözülme, parçalanma gibi 
                güncel tehdit unsurlarını yeşertmiş ve 1938 karşıdevrimi ile 
                ekilen nifak tohumlarını amansızca diriltmiştir.
 
                - BÜYÜK UTANÇ!.. Sonuç: 
                Kemalizm'in ezeli düşmanları sözde "Atatürkçülük" adına ve kan 
                dökerek, hırs ve intikam hislerini tatmin pahasına ülkenin ve 
                milletin kaderine cebren ve hile ile el koydular. Milli devletin 
                esası ve sarsılmaz mayası olan ve tam 37 yıl kesintisiz 
                uygulanan "Atatürk'ün Anayasası"nı Atatürkçülük adına 
                kaldırdılar, ilga ettiler. Bu ne büyük bir utanç ve yüzkarasıdır 
                bilir misiniz? Ama onlar asla utanmazlar.
 
                - Demokratik seçimle gelmiş siyasiler ile samimi Kemalist, 
                namuslu ve dürüst vatanseverlerin tasfiyesi için gerekli 
                finansman dışardan sağlandı. Cumhuriyet ve demokrasiye ara 
                verildi. 14 Mayıs "Demokrasi Bayramı" derhal kaldırarak, 
                utanmadan ve bu günün adına "kinâyeten" (kin ve nefretlerinden 
                dolayı) "hürriyet ve demokrasi bayramı" denildi !.. Oysa, 
                demokrasi bitmiş ve 3. Cumhuriyet de sona ermiş ve tekrar 
                Atatürk, Türk İnkılâbı ve ilkelerini hedef alan "karşı devrim" 
                başlatılmıştır !..
 
                - Fazla değil, sadece 9 yıl içinde 
                (1971) hükmünü fiilen yitiren ve 20 yılda ülkeyi tam bir kaos, 
                kriz, kargaşa, anarşi, terör, kardeş kavgası, kargaşa ve 
                felâketin eşiğine getiren 1961 Anayasasına "Milli Devlet" 
                yerine, tam da plân, hedef ve çıkarlarına uygun (ırkçılık ve 
                ayrılıkçılığı çağrıştıran) "milliyetçi" deyimi ile zaten 
                bölünmüşlüğü ifade eden "üniter" (kümenin birleşik biçimi, 
                çokluğu oluşturan varlıkların birliği) kelimesini koyarak, 
                günümüzde yaşanan nifak, fesat ve tefrikanın temellerini 
                attılar.
 
                - BÖYLECE: Çok kısa bir sürede, 
                sadece 45 yıl içinde; Millet iradesi, devlet idaresinden 
                kayıtsız, şartsız soyutlandı, dışlandı. Devam eden süreçte 
                gerçek anlamda millet iradesinin, devlet idaresine yansıması 
                olan Demokrat Parti tarafından 31 Temmuz 1959 tarihinde tam bir 
                eşitlilik, dengeli ve ilkeli ortaklık ve her hususta mutlak 
                mütekabiliyet esaslarına dayalı olarak başlatılan AET ortaklık 
                süreci önce bir süre inkıtaa uğradı.
 
                - AET, AB DEĞİLDİR!.. Halihazır dayatma, emir-talimat ve 
                direktifler çerçevesinde sürdürülen AB uyum ve müktesebata 
                entegrasyon sürecinin 31 Temmuz 1959 tarihli başvuru ile 
                uzak-yakın hiçbir ilgisi ve alakası yoktur. O, ekonomik bir 
                entegrasyon ve piyasa olayı idi. Bu tam tersi.
 
                - Daha sonra tamamen karşı tarafın 
                istekleri baz alınarak, AET'e boyun eğilerek ve hattâ teslimiyet 
                yolu açılarak (minnet borcu ödenircesine) 12 Eylül 1963'de 
                Ankara antlaşması imzalandı. İmzalanan antlaşma 1 Aralık 1964'de 
                yürürlüğe sokuldu ve ülkemizin, önce Kıbrıs bunalımından 
                başlamak suretiyle özgürlük, hakimiyet ve hükümranlık 
                haklarından peyderpey taviz verilmeye başlandı.
 
                - Milli mevcudiyetin maddi, 
                manevi, ahlâki, siyasi, ilmi, sosyal ve kültürel temelleri 
                sarsıldı; 1 Ocak 1996 tarihinde resmen yürürlüğe giren "Gümrük 
                Birliği" ile hızlanan süreçte milletin en değerli hazinesi olan 
                kutsal vatan topraklarının yer altı-yer üstü değer, eser, 
                işletme ve servetleri (özelleştirme yoluyla peşkeş çekilip) 
                adım-adım kapitalist ve emperyalist düşmana satılmaya başlandı; 
                (Oysa AB ülkeleri özelleştirme konusunda çok temkinli idi. Bu 
                uygulamayı çok asgari ve sınırlı tuttular. Ancak, Cumhuriyetin 
                birikimleri ve milletin öz malını kapış-kapış kapmak için 
                ülkemize koştular. Şimdi iş tersine döndü. Kriz kapıya dayanınca 
                özelleştirme yapanlar zararlı, yapmayanlar kârlı çıktı. Bizdeki 
                gözü dönmüş AB sevdalıları bunu göremediler. Basiret ve beka 
                gösteremediler. Açıkça oyuna geldiler.) Ülkenin Atatürk ve Türk 
                İnkılâbı ile aydınlanan istiklâli ve istikbali karartıldı; 
                Milleti bu hazineden mahrum ederek "Lozanı" yok sayıp "sevri" 
                getirmek isteyen dahili ve harici bedhahlar her yanı sardı; 
                Atatürk döneminde ret ve ilga edilen Masonluk ve misyonerlik 
                (1974 CHP-MSP iktidarı döneminden itibaren) bütün yurdu kapladı; 
                İstiklâl ve Cumhuriyet tehlikeye düştü; Ekonomik bağımsızlık 
                fiilen sona erdi.
 
                - Ülkemizin iktisadi sınırları 
                kaldırılarak; Kapitalist ve emperyalistlerin ezeli-ebet oyunu 
                olan "küreselleşme ve globalleşme" aldatmacası ile memleket bir 
                sömürge ve açık Pazar haline getirildi. Milli İktisat, Milli 
                Savunma ve Milli Eğitim politikalarına çok ağır darbeler 
                vuruldu. Misak-ı Milli sınırları dahilindeki arka bahçemiz 
                Kıbrıs, Musul-Kerkük, 12 adalar, Selânik davası dumura uğradı, 
                kırmızı çizgiler yok sayıldı, "Milli Dava Kıbrıs" Rum'un 
                insafına terk edildi;
 
                - BİR AVUÇ ANARŞİST:Bir avuç 
                anarşist, militan ve menfur terörist devletimizi tehdit eder 
                hale geldi; Huzur, emniyet, istikrar ve güvenlik kalmadı; 
                Hükümet, adeta teröre boyun eğdi, Ordumuzun, Jandarmanın ve 
                Polisimizin eli-kolu bağladı; Komutanlarımız katil ve kansız, 
                insanlık düşmanı vicdansız teröristlerle el sıkışmak 
                mecburiyetinde bırakıldı; Ülke-Vatan "demokratikleşme gereğidir" 
                bahanesi ile paylaştırılmaya kalkışıldı; AB emretti diye Türk 
                milleti ve devleti aleyhine yasalar dayatıldı; AB korkusu 
                yüzünden ihanet şebekeleri himaye edilir ve bebek katili 
                beslenir oldu;
 
                - SÖZDE DİNDARLARIN DURUMU: 
                Dindarız diyen ve fakat dini-imanı para olan "aç köpek misali" 
                takiyyeci "din tüccarları" ve siyasi şirket sahipleri halkı 
                kandırma, aldatma, yalan-talan, soygun ve vurgunlarını 
                hızlandırdı; Kirli el ve emel sahibi 'vicdanı ve irfanı satılık' 
                menşei karanlık politika simsarları kapitalist ve emperyalist 
                ABD ve AB'nin emrine girdi; Ülkenin başbakanı hakkında ABD'ye 
                "atmayın, kullanın" denildi;
 
                - Milli Ekonomi IMF'e, milletin kaderi dünkü hasım ve ezeli 
                düşmanın eline teslim edildi; Bankalara, fonlara, kurumlara ve 
                soyguncu-vurguncu mafya ve ülkelere hortum bağlandı; Türk hekim, 
                Mimar ve Mühendisleri, İlim, İrfan ve Fen adamları bir kenara 
                atıldı; Ülkenin Banka Liman, Hava Alanı ve Sanayi işletmeleri 
                yabancılara peşkeş çekildi; Bütün imkân, kuvvet ve kaynakları 
                namüsait hale, acz ve zevale düşürüldü; İç ve dış borç büyüdü, 
                milli ekonomi "bilerek ve istenerek" örtülü bir kapitülâsyon 
                sürecine sokuldu.
 
                - Her gün "Al Bayrağa sarılı "ŞEHİT" tabutları gelirken; 
                Milletin bağrından çıkan 58 belediye başkanı, bir kısım 
                etkilisi, yetkilisi, bürokratı terörist olmuşken; Emniyet 
                güçleri, ihanet ve şeamet erbabı anarşist, terörist, hırsız, 
                yolsuz, hortumcu, sahtekâr, kap-kaççı, gaspçı, kaçakçı, ırz 
                düşmanı ve vatan haini karşısında eli kolu bağlı aciz ve çaresiz 
                bırakıldı; Dahili hain ve harici düşmanlar tarafından suni 
                olarak yaratılan terörü yabancı işbirlikçilerin emri ile 
                siyasallaştırma, affetme ve hainleri legallleştirme çabaları 
                sürer, sınırlarımızdan 5000 terörist rahatça içeri girer ve Türk 
                vatanında sanal azınlıklar yaratma niyet ve gayretleri; Mason, 
                misyoner, din ve ahlâk düşmanı ateist ve pagan faaliyetleri 
                olanca azgınlığı, hainliği ve bölücülüğü ile hız kazanırken;
                
                
 
                - Kurucu ve kurtarıcı Atatürk'ün: 
                "Paramızı, hayatımızı harici düşmanların etki ve saldırısından 
                kurtarmak, bu millet ve memleketin harici düşmanlara esir 
                olmasına müsaade etmemek ne kadar lâzımsa; Aynı zamanda ve 
                onlardan daha fazla bir uyanıklıkla dahili (iç) düşmanlara 
                (milletin kötülüğünü isteyen ve kötülük için çalışan hainlere), 
                dahildeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve 
                onların her hareket ve faaliyetlerini gözden kaçırmamak 
                mecburiyetindeyiz. Biz, ancak bu gayretle, bu intibahla 
                çalışarak muvaffak olacağız. Böylece: Bütün dünya Türkiye'nin 
                saygın varlığına özenecek ve milletimize lâyık ve müstehak 
                olduğu yüksek mevkii ayıracaktır" (*) biçiminde 'mutlak riayet 
                ve mükellefiyeti mucip' bir hedef ve vasiyetle ülkeyi emanet 
                etmesine rağmen, menfur AB'nin art niyetli "hain" isteklerine ne 
                yazık ki boyun eğildi.
 
                - BEBEK KATİLİ : Otuz bin küsur 
                insanın katili bu süreçte idam sehpasından indirilip, adeta 
                misafir haneye koyuldu. Reva mı? Aziz ve büyük Dinimizin "kasten 
                ve taammüden öldüreni siz de yaşatmayın öldürün" emrine rağmen 
                tefessüh etmiş AB'nin dediğini yapmak!.. Ve bu emri yerine 
                getirecek kadar küçülen, alçalan dönemin muktedir zihniyeti.. Şu 
                geldiğimiz noktada bin türlü ıstırap, meşakkat, mezalim, endişe 
                içinde "her türlü özgürlük ve bağımsızlığın tükendiği, 
                namuslu-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaşlar için 
                'açlık, yokluk, yoksulluk, esaret ve sefaletin' fiilen 
                başladığı, insan hakları, adalet ve hukukun siyasallaştığı, 
                ülkemizin "Gümrük Birliği anlaşması" ile sömürgeleştiği, halkın 
                köleleştiği, siyaset ve çoğu sivil toplum kuruluşlarının AB ve 
                ABD'ye koşulsuz entegre (teslim) olduğu; Ülkemiz, milletimiz ve 
                devletimizi geleceğe taşıyacak 'genç nesillere' çok kötü bir 
                mirasın hazırlandığı bu durum ve dönemde:
 
                - MİLLİ EGEMENLİK VE MÜŞTERİ 
                MİLLET : Milli Egemenlik, milli devlet, milli iktisat, milli 
                eğitim, milli savunma, özgür millet, cumhuriyet, demokrasi ve 
                bağımsızlık" (?!.) ülkeyi yönetenlerin "meşruiyeti", dahil olmak 
                üzere; Adalet ve siyaset kurumları, partiler ve seçim kanunları 
                tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır. Dahası, bu vahim süreçte 
                sosyal "halk için" devlet ilkesi unutulmuş, zengini daha zengin; 
                Fakiri daha ziyade fakirlik, açlık, yokluk, yoksulluk, zillet ve 
                zulmün pençesine iten-terk eden "işveren devlet-MÜŞTERİ MİLLET" 
                misal 'insanlık dışı" sömürü zihniyeti hâkim olmuştur. Daha da 
                önemlisi 3. Cumhuriyetten itibaren 45 yıl süren aymazlık ve 
                gaflet ile haricen uygulanan psikolojik savaş, ajitasyon ve 
                dezinfornasyon sonucu Türk insanı pasif ve paralize, (tepkisiz) 
                bir topluma dönüştürülmüş, ekseri medya mütareke sermayesinin 
                emrine girerek, dahili ve harici bedhahların eline düşmüş, 
                gerçek Türk vatandaşlarının Demokratik tepki, hak, hukuk ve 
                adalet arama yolları neredeyse kapanmış ve tıkanmış; Başta 
                Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetin kurucu unsurları 
                tarafından öngörülen "insan, yurttaş, ayırımsız bütün 
                halk-vatandaş, yani millet merkezli" eklektizm yerine, 
                epistomolojik ve ontolojik sistemlerin "para ve sermaye odaklı" 
                kapitalist, çıkarcı ve emperyalist, insanlık dışı teorileri baz 
                alınmıştır.
 
                - Ayrıca, yargı hakim unsur 
                yönünde siyasallaşmış, Cumhuriyetin denetçi ve Savcıları pasive 
                edilmiş, Siyaset tekelleşmiş-yozlaşmış-çürümüş, topluma cebren 
                ve hile ile dayatılan küreselleşme, modernite, globalleşme 
                yoluyla ideolojik-kültürel saldırılar (psikolojik savaş) 
                yoğunlaşmıştır. Saldırılarda tek hedef "Türk Milleti ve 
                İnsanını" bir tarih öznesi olmaktan çıkarmaktır.
 
                - Bu sistematik süreç ve bağlamda 
                insanlarımızın "milli-manevi, ahlâki, siyasal-sosyal ve 
                kültürel" iradi mücadelesinin gereksiz, anlamsız ve boşuna bir 
                çaba olduğu "bilinci" genel, sosyal ve toplumsal davranış 
                kategorisi haline getirmesi amaçlandı. Buna paralel olarak 
                yozlaşma ivme kazandı. Çürüme, deformasyon, mutasyon ve erozyonu 
                hızlandırmak amacıyla: Küresel kapitalizm ve emperyalizmden 
                zarar gören halkın ilmi bilgi ve "milli şuur" yolları kapatıldı. 
                Milli iktisat politikası terk edilerek maliye IMF ye, Milli 
                Eğitim ne olduğu meçhul (ajan provokatör kılıklı) yabancı 
                uzmanlara teslim edildi.
 
                - Milli Savunma ise NATO, BM ve AB 
                güdümüne entegre ve emir kulu olmaya zorlanmakta. Dahası 45 
                yıldır Türk toplumunun dejenerasyonu için özel Sosyoloji, 
                siyaset ve felsefe kitapları yayınlandı. Atatürk'ün, "Türk 
                milletinin milli dini İslâm'dır" demesine rağmen, Türk İnkılâbı 
                ve İslâm'ın temeli olan lâiklik manâ ve muhtevasından 
                saptırılarak menfur amaçlar ve milleti dinsizleştirmek için 
                kullanıldı. Bir yandan "Milli Tarih şuur ve hafızası" yok 
                edilmeye çalışılırken, diğer taraftan kelime ve kavramlar 
                üzerinde oyunlar oynanarak nesiller arasındaki denge bozuldu, 
                aşılması kabil olamayacak uçurumlar yaratıldı. Dildeki bozulum, 
                erozyon ve kavram kargaşası sonucu demokrasi ve uzlaşma kültürü, 
                toplumsal iletişim, dayanışma, yardımlaşma, anlaşma ve 'tek 
                vücut-yek vücut olma' kültürü baltalandı. Tevekkeli, temsilde 
                adalet denilerek demokrasi, yönetimde istikrar iddiası ile 
                "yönetim kalitesi" huzur, düzen ve insicam bozuldu.
 
                - Aslında bu kapitalist ve 
                emperyalistlerin yolu, menfur strateji ve metodudur. Dünyanın 
                her neresine adalet adına gittilerse, adaleti; Demokrasi adına 
                gittilerse demokrasiyi; İnsan hakları adına gittilerse 
                "hak-hukuk ve adaleti" yok ettiler. Bu bakımdan gerçeğe ve 
                bilime asıl ihtiyacı olanlarda onlardı. İnsan, millet ve fert 
                olarak "gerçekte" onların da Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türk 
                İnkılâbının" esas ve ilkelerine ihtiyacı vardı. Bu olmadığı 
                içindir ki, beyinsel faaliyetleri metalaştı. "İnsani boyut ve 
                bilgi toplumu" bağlamında en az bizim insanımız kadar, onlarında 
                akıl ve iradelerinin kurtarılması zorunlu, insani yönden zayıf 
                ve zavallı hale geldi. insanlık ve uygarlık böyle vahim bir 
                döneme girmişken, eleştirel-doğrusal bilgi ve objektif düşünce 
                her zamankinden daha büyük bir gereksinim halini aldı. Bu da, 
                Atatürk ilke ve "Türk inkılâbının" kısaca "Kemalizm" in evrensel 
                boyutta "emsalsiz ve tartışmasız, mutlak bir REJİM ve lider bir 
                DOKTRİN" olduğunu (1950-1960 uygulaması dahil) bütün uluslar 
                (devletler) için gerekliliğini "tarihi süreç içinde" bir kez 
                daha kanıtladı.
 
                - İşte bu nedenle: Bütün kurum ve kuruluşları ile Türkiye 
                Cumhuriyeti devleti ve milleti "1.Cumhuriyet" döneminin deneyim 
                ve kazanımları, ATATÜRK ilkeleri ve Türk İnkılâbı, yani 
                "Kemalizm'in" ışığı ve yolunda, yorulmadan, milli değer, ilmi 
                bilinç-şuur ve heyecana sahip "Vatansever duayenler" 
                önderliğinde Türkiye halkının milli birlik ve beraberlikteki 
                samimiyetine inanarak ve güvenerek; Şimdi tekrar "ama hukuki ve 
                demokratik" bir mücadeleye "halk hareketine" başlamak zorunda ve 
                durumundadır. Bu mücadele, kimseyi yüceltme ve karalama derdiyle 
                değil, sadece "milli dava Kemalizm" misyonu ve "Türk İnkılâbı" 
                vizyonu dahilinde olmak ve bu kapsamda kalmak zorundadır. Yani, 
                yeni, bilinçli ve, "1960'dan günümüze doğrudan iktidar olmuş 
                veya dolaylıda olsa bu iktidarlar içinde yer almış, deformasyon, 
                dumur ve dejenerasyona uğramış, yozlaşmış, kapitalist ve 
                emperyalist unsurlarla iç içe girmiş, her zerresine haram, yalan 
                ve talan bulaşmış parti ve parlâmenterler dışında" büyük bir 
                halk hareketi biçiminde oluşmak ve netice almak zorundadır.
                 
 
                - Günümüz Türk yurttaşı, ülke'nin 
                kasıtla-bilerek, inatla sürüklendiği bu kritik noktada; 
                Vatansever-Kemalist, "Cumhuriyetçi-Demokrat" onurlu-sorumlu ve 
                özgür insanlar olarak, ülkeyi uçurumdan çekmek, çıkarmak, 
                kurtarmak ve günümüzün Ali Kemalleri ile diğer dâhili ve harici 
                bedhahlara dur demek zorundadır.
 
                - Çıkış noktası: Gerçek 
                vatansever, Kemalist ve milliyetperverler olarak; İnsanlığın, 
                bilimin ve bilincin evrensel değerlerinin Türkiye ve Türk halkı 
                ile tekrar bütünleşmesine engel olan her türlü çıkarcı, 
                işbirlikçi, siyasal, sosyal, kültürel hortumcu ve Küresel 
                kapitalizme Ülkeyi peşkeş çekenlere karşı: "Namuslu, dürüst, 
                ilkeli, onurlu ve sorumlu, basiretli ve bilge, çalışkan ve 
                üretken birey, gerçek insan sıfatıyla" cevap ve alternatif 
                olmayı ve ülkemize çöreklenerek halkın kanını-canını iliklerine 
                kadar sömüren 'vahşi kapitalist ve emperyalistleri' kovmayı 
                vazgeçilmez bir şart olarak kabul etmektir.
 
                - Sevgili Vatansever insanlarım, 
                bu yolda ve bu uğurda; Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü asla 
                unutmayınız. Çanakkale ruhu ile ruhlanan ve istiklâl savaşı gibi 
                bir büyük efsaneyi bu onur ve ruhla yaratan Kuvva-i Milliye, 
                Müdâfaa-i Hukuk Hareketini hatırlayınız. Bu ülkenin 
                Vatanseverleri; Mustafa Kemal Atatürk'ün yoluna baş koyan:
 
                - Namuslu, onurlu, ilkeli ve dürüst gerçek anlamda "milli 
                devlet" ve Kemalizm'den yana olan "namus borcu, kumar borcu 
                bulunmayan" alnı ak, yüreği pek, vicdanı hür, irfanı hür, 
                boğazından haram lokma geçmemiş "GERÇEK İNSANLARIN" kendini 
                millete adayan ve vatan-millet, hürriyet, adalet ve 
                hakimiyet-istiklâl yoluna baş koyanların etrafında örgütlenin. 
                Ve gelin hep beraber yeni, demokratik hak, adalet ve hukuka 
                dayalı beyaz ihtilâli oluşturalım, günümüz Ali Kemallerine karşı 
                duralım ve yeniden ATA' nın emanet ve vasiyeti olan CUMHURİYET' 
                i kuralım.
 
                - Fakat, eğer, her şeye rağmen bu 
                utanç verici hale rıza göstermek niyet, gaflet ve dalâletine 
                düşmüş olanlar varsa ve/veya bir okuyucu olarak siz eğer böyle 
                iseniz biliniz ki, her hangi bir "geleceğiniz" (?) olmayacaktır. 
                Amma, yeniden hür, hakim, özgür, onurlu ve hükümran olmak 
                istiyorsanız: YENİDEN:
 
                - "YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM" 
                demelisiniz.
 
                - Milli Devlet; Hürriyet ve 
                istiklâlimize, dolayısıyla "Türk'ün insanca yaşamasına" hayır 
                diyen, kendince azimli, kararlı ve sabırlı, onursuz, insanlık 
                dışı, hain ve alçak dahili ve harici düşmanlarca "delikten 
                süpürülmek ve "İkinci Ergenekon" Anadolu'dan kovulmak veya 
                mahvolmak yerine; Bu şuursuz ve çılgınca gidişe gem vurmak, tam 
                bir azim, irade ve kararlılıkla "DUR" demek bir insanlık, onur 
                ve namus borcudur.
 
                - Unutmayınız ki, namuslu ve dürüst insanlar da, en az hırsız, 
                arsız, yolsuz, soysuz ve namussuzlar kadar cesur, atılgan, 
                çalışkan ve cesur olmadıkça bu vatan kurtulamaz. Devlet, harici 
                (bedhahlar) ihanet şebekeleri ile dahili (bedhahlar) yerli 
                işbirlikçiler konum ve durumundaki çetelerden kurtulamaz.
 
                - Yozlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş 
                rejimin "rüşvet, iltimas, yolsuzluk, soysuzluk, gasp, irtikap, 
                suistimal, kap-kaç, kaçakçılık, sahtecilik, hortumculuk, kayıt 
                ve kapsam dışılık, ayrıcalık, imtiyaz ve dokunulmazlık gibi 
                insanlık, ahlâk, cumhuriyet ve demokrasi dışı" alışkanlık, adet 
                ve haram-haksız kazanç yolları tıkanamaz. Nihayet, doğrusal 
                yönde iş gören açık, saf, temiz, dürüst ve şeffaf hükümetler 
                kurulmadıkça; Devlet idaresinde millet iradesi hakim kılınamaz; 
                Süratle yayılan ahlâksızlık, edepsizlik ve şerefsizlik 
                önlenemez.
 
                - Şu anda siyasette, medyada, kamu kurum ve kuruluşları ile 
                bazı sektörlerde ve bürokratik oligarşide 'hakim unsur' olarak 
                yuvalanan, hayasızca ve sorumsuzca davranarak kendilerini ve 
                ülkemizi kullandırmayı yeğleyenlerin iktidarında, bölücü 
                anarşist ve terörist yandaşı, yatakçı ve destekçilerinin 
                ülkemizi bir baştan bir başa, pervasızca dolaşmasına göz 
                yumulduğu ve fakat teröre karşı şanlı bayrağımızın altında öfke 
                ve tepkimizi dile getirmemizin dahi mümkün olmadığı, millete ait 
                kal-â'ların hile, haksız işgal ve desise ile tek-tek düşürüldüğü 
                böyle vahim bir dönemde "ulusal egemenlik, hürriyet, hak, adalet 
                ve özgürlük" için çok daha görkemli ve bilinçli bir mücadele 
                vermek gerekmektedir.
 
                - Aksi taktirde, 27 Mayıs darbesi ile açılan "Lozan'ı ilga ve 
                Sevr'i ihya" yolunda, bütün 'milli güç, irade ve engelleri" 
                çiğneyerek ilerleyen; Gümrük Birliği anlaşması ile iktisadi 
                sınırlarımızı kaldıran, ülkemizi bir 'Açık Pazar' serbest sömürü 
                alanı, manda ve müstemleke haline getirmeyi amaçlayan; Milli 
                dava Kıbrıs'tan vazgeçen, Kerkük' de kırmızı çizgileri 
                sorumsuzca silen, Ege, Kırım ve Musul üzerindeki haklarımızdan 
                geri adım atan, Türk dünyası ve Balkan politikalarında 
                pasifleşen ve bütün uluslar arası çıkarlarından ABD ve AB lehine 
                feragat eden, gayri Milli ve gayri Müslim "mütegallibe" er veya 
                geç bu menfur yolda muvaffak olacaktır.
 
                - Dip dalga ve "gerçek derin 
                devlet" sıfatıyla Milli hâkimiyet ve milli menfaatleri koruma 
                yükümlülüğünü doğal olarak üstlenen ve % 5'e karşı % 95'le kahir 
                ekseriyeti teşkil eden "MİLLET", milli rejim Kemalizm, (medeni 
                siyaset) Atatürk ilke ve Türk İnkılâbının müktesep hak, hukuk ve 
                esaslarına sahip çıkmak ve yeniden hayata geçirmek zorundadır. 
                "Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir 
                eden, içerideki cephenin suskunluğudur" diyor, Mustafa Kemal 
                Atatürk. Bunu unutmayalım. Türk Milleti için asla esaret ve 
                sömürü bir kader olamaz.
 
                - Şimdi ses vermek ve "olanca gücümüzle" haykırmak zamanıdır:
 
                - ÖZELLİKLE!.. 2008 yılı 
                itibarıyla duçar olduğumuz ekonomik kriz, eğer Milli Siyaset 
                yolunda yürünseydi ülkemizi asla etkilemezdi. Teoride Türk 
                İnkılâbı anlaşılıp, samimiyet ve sadakatle uygulansaydı milletin 
                sayısı 40 milyona varan kahir ekseriyeti fakirlikten ve 
                yoksulluktan kırılmazdı. Ve büyük Önder Atatürk'ün: "Bütün 
                dünyanın Müslümanları, Allah'ın son Peygamberi Hazreti 
                Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve O'nun verdiği 
                talimatlar, tam olarak tatbik edilmeli. Tük İslâmiyet'in 
                hükümleri, olduğu gibi yerine getirilmeli. Zira ancak, bu 
                şekilde insanlık kurtulabilir ve kalkınabilir" (Ankara Gönül 
                Erleri, Sıddık Demir, Ankara-2000) Biçimindeki son emanet ve 
                vasiyetine uyulsaydı, şimdi Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en 
                güçlü, zengin ve müreffeh devletleri arasında olurdu.
 
                - Şimdi gelin; Yeter artık, 
                "YETER, SÖZ MİLLETİNDİR"diyelim!..
 
                - Aziz Milletimizin bu 
                haysiyetsizlikleri daha fazla taşıması mümkün değildir!
 
                - Bu kadar zûl, zulüm, hor-hakir 
                görme ve işkence eşyanın tabiatına aykırıdır.
 
                - Amma!.. Hiç kuşkunuz, endişeniz, 
                korkunuz olmasın; Elbette bir gün zalimler;
 
                - GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER..
 
                -  
 
                - YARARLANILAN KAYNAKLAR:1. 
                Atatürk'ün Söy. ve Demeçleri, Cilt: 1, 1952-Türk İnkılâp Tarihi 
                Enstitüsü Yay.132-1332. Gizlenen Rejim Kemalizm, Tanı 
                Yayınları-2005, Tayyip Yelen3. Globalleşen Dünyada AB Kapısında 
                Türkiye İçin Çağdaş Çözüm, Tanı Yay.-2005, H.Aksu4. Atatürk'ü 
                Tanımak ve Anlamak, Anayurt Yayınları- 2004, Behzat Şaşal5. Tek 
                Çare Kemalizm, Tanı Yayınları-2006, Süleyman Akdemir6. Seni 
                Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik, Akasya-2005, İbrahim Candan7. 
                Küresel Almanak, Tanı Yayınları-2006, Mustafa Nevruz Sınacı8. 
                Hedefteki Müslüman Halklar ve İslâm, Kül Sanat 
                Yayıncılık-Ankara, 2005 Yusuf Küpeli
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         49  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   DEVLET; HÜKÜMET VE HALK
                
                Bilgi çağının çöküşü ve “bilinç 
                çağı”na geçişin en önemli nedenlerinden biri de; dünya çapında 
                kelimeler ve kavramlar üzerinde oynanan oyun ve bu bağlamında 
                insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi sözcüklerinin anlamsız 
                kılınması ve içlerinin boşaltılmasıdır.  
                Örneğin: Türkiye Cumhuriyeti ‘Ermeni soykırım yalanı’ 
                konusunda bu kastın kurbanı;
                Afganistan, Pakistan, Irak ve pek çok Müslüman ülke de; 
                İnsan hakları ve demokrasi söyleminin mağdurudur. Bunun başlıca 
                üç ana nedeni vardır:
                Birincisi: Yenidünya ‘düzen’i 
                peşinde koşan kene, vampir, sülük ve pire türü kan emici (insani 
                değer ve erdemler yönünden mutasyona uğramış ve vahiy ahlakından 
                arınmış) varlıkların içine düştüğü vahşet, şehvet, şöhret, hırs 
                ve ihtiras; Çok öz ve anlamlı bir tanımla, ilâh, silâh ve ilâç 
                tüccarları;
                İkincisi: Bunlara, aynı zaaflar 
                ile malul olmaları nedeniyle yardım ve yataklık eden; Milliyet, 
                mensubiyet, insani değer, medeni mefküre (ilmi dava), hamd, 
                kanaat, şükür, samimi inanç, sevgi-saygı, tolerans, ibadet ve 
                ihlâstan arınmış primitif ve prototip yöneticiler;  
                Üçüncüsü: Tıpkı kurbağa örneğinde görüldüğü gibi beyni 
                uyuşmuş, içine kapanmış, onursuz ve sorumsuzlaştırılmış, miskin, 
                medeni cesaretten yoksun, bütün insani, milli ve manevi 
                duyguları, asil-aziz ve harsi (kültürel) erdemleri korku, baskı, 
                zulüm, maddi-manevi işkenceler ile bastırılmış pasif-palyatif 
                ‘sürü psikolojisi’ içine sürüklenmiş toplumsal yapı. Bu örnekte 
                halkı idare eden, hâkim ve hükümran, başına buyruk bir çoban, 
                millet ise icabında azgın köpeklerce korkutulan, hizaya sokulan 
                sürü mesabesindedir.  
                İşte bütün dünyada siyaset 
                sisteminin tıkanması, kaynakların tükenmesi ve ekolojik sistemin 
                temelden sarsılmasının nedeni budur. Sahipsizlik ve sorumsuzluk… 
                Ortak değerler,  toplumsal müşterekler ve evrensel dengeler 
                konusunda kafa yormamak, bilinç ve bilhassa inisiyatif 
                geliştirmemek. Kurumsal ve bireysel sorumluluk almamak...  
                Tıpkı fanatik ve cahil 
                softaların ileri sürdüğü bir sapkınlık olan ‘kaderciliğe’ 
                geleceğini, özgürlüğünü, yaşam hakkı ve güvenliğini şuursuzca 
                teslim etmek; Kötülerin bilinçle yürüttükleri “gasp-irtikap ve 
                haksız edinim” mücadelesine iyi insan ve iyi vatandaş olarak 
                kayıtsız kalmak. Bütünüyle gayrimeşru, şiddet, tehdit, baskı, 
                yalan-talan, hırsızlık-yolsuzluk ve özellikle: İnsan hakları, 
                adalet ahlâkı, eşitlik ve hukuk istismarı ile yönetilmeye karşı 
                “meşru direnme” hakkını kullanmamak!..
                BİLİNÇ ÇAĞINA DOĞRU
                Oysa, başta insanlık tarihinin 
                tek ve yegâne semavi (vahiy kaynaklı) dini olan İslâm; İslâm’ın 
                son peygamberi Hazreti Muhammed’in, bütün zamanları şamil 
                mukaddes Kitabı Kur’an; İlim yolunun kanaat önderleri, dünyanın 
                ‘kendilerini insanlık ve medeniyet davasına” adamış örnek ve 
                önder şahsiyetleri, namuslu bilim ve siyaset adamları ve nihayet 
                Türk siyaset ve devlet hayatının aynası; Özgür insanlık âlemi ve 
                davasının ışığı-nihai lideri Mustafa Kemal Atatürk; “Hayatta en 
                hakiki mürşit ilimdir” diyerek yol göstermiştir.
                Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek 
                yoktur. Bilinçli, kendinde ve farkında olmak yeter.
                Tekâmül nazariyesinin esası, her defasında sıfırdan başlamak 
                değil, gelinen noktadan itibaren alarak ilmin yolunu ve 
                önderlerin ışığını takip etmektir.  
                Konuyu bu bağlamda ele alacak ve 
                bir yol haritası çizecek olursak!..        
                 
                MANA VE MUHTEVA OLARAK DEVLET:
                
                
                Kelime, kavram ve anlam (manâ ve 
                muhteva) olarak devlet, “Siyasi, idari ve merkezi bir teşkilâta 
                sahip, belirli ve müseccel sınırlarla muhkem ve mukayyet, 
                toprakları üzerinde hâkim, halkıyla hür, müstakil, özgür ve 
                hükümran, (tam bağımsız) ülke;  
                Üzerindeki insan topluluğunu, 
                mutlak bir adâlet, hukuk, eşitlik ve hakkaniyetle yöneten, 
                refahı tabana yayan, dengeli kalkınan, doğrusal yönde hareket 
                eden, milletin işlerini tam bir dürüstlükle, vukuf, ehliyet ve 
                liyakatle yürüten, insan haklarına sahip ve hukuka saygılı meşru 
                bir hükümetle ‘milli hakimiyet’ tesis etmiş bulunan evrensel bir 
                kurumdur.  
                Esas olarak devlette kanunlar Anayasa’ ya, Anayasalar ise 
                insana ve insan tabiatına (doğuştan var olan insan haklarına) 
                aykırı olamaz. Devlet insan için vardır. İnsanlar, halk, millet, 
                yani yurttaşlar tarafından “Namuslu, dürüst, katılımcı, 
                saydam-şeffaf, ilkeli, onurlu, sorumlu, hak-hukuk ve bilumum 
                medeni tasarruflarda mutlak eşitlik esasına dayalı”, özellikle 
                demokrasi ve demokrasinin mutlak mütemmimi (ayrılmaz parçası 
                olan) Cumhuriyetle yönetilmek zorunda ve durumundadır.
                Bu insana ve İslâm’a uygun bir 
                toplumsal sözleşmedir.
                Toplumsal sözleşmeler kuruluşla 
                birlikte ikame olunur.  
                Zaman içinde değiştirilmez. 
                Geliştirilir ve mükemmelleştirilir.  
                İNSAN ODAKLI “ORİJİNAL” DEVLET
                Bilinen ve belli olan tarihte 
                ilk kez bu ideolojik tanım ve siyaset felsefesi günümüzden 2500 
                yıl önce Plâton (Eflâtun) tarafından vâzedilmiş; Bu rejim ve 
                siyaset felsefesinin en ileri ve çağdaş-modern versiyonu ise, 
                Atatürk ilke ve inkılâpları bağlamında “İnsan odaklı” doğru, 
                demokratik ‘İnsani Boyut ve Bilgi Toplumunun ideal rejimi’ “Türk 
                İnkılâbı” (Atatürk’ün kendi deyişi ile) “KEMALİZM” olarak 
                biçimlenmiş devlet-rejim budur.  
                Günümüzde, orijinal ve objektif 
                bir rejim olan bu yönetim biçimini örnek alan veya uygulayan, 
                (dünyada) gerçek devlet sayısı iki elin parmakları kadar azdır. 
                Yakın ve uzak tarihte ise, ağırlıklı olarak Türk ve İslâm 
                devletleri ile 20.500.000 km2’de yaklaşık 600 yılı mücavir süre 
                ile “huzur iklimi” olarak adâletle hüküm süren Osmanlı örneği 
                ile 1923-1938 dönemi Türkiye Cumhuriyeti gösterilir.  
                Dünya devleri ve devletlerinin 
                pek çoğu bilime kıyasen çete devletidir.  
                Bunlar tasallutla tasarruf eder, 
                evrensel hukuk ve adalet ilkelerini tanımazlar.
                GİZLENEN REJİM KEMALİZM
                Şu anda ülkemizde de Kemalizm 
                maalesef ‘gizlenen rejim’ durumunda olup, 1961’ den itibaren 
                terk edilmiştir. Ancak, AB Komisyonunca onaylanan Ortlander 
                raporunda yer aldığı veçhile batı, Türkiye’nin kesinlikle 
                Atatürk’ü unutmasını istemektedir. Zira, kapitalist ve 
                emperyalist küresel sermaye, önünde en büyük tehlike olarak 
                “Kemalizm” i görmektedir.  
                Bu talep ve yaşanan gerçek yönünde biz yine de konuyu 
                irdelemeyi sürdürelim:  
                Devletler, halk tarafından tesis ve idame ettirilen 
                hükümetler eliyle yönetilir.  
                Hükümetlerin mutlak şartı 
                meşruiyettir. Hüküm ve hikmet meşruiyetle mümkündür.  
                HÜKÜMET VE MEŞRUİYET:
                 
                Gücünü sadece ve yalnızca 
                halktan alan ve halka dayanan, kuvvet, kudret ve 
                hakimiyet-hükümranlık hakkını “halkla birlikte-halk için 
                kullanan”, halkın emrinde ve hizmetinde olan ve bu (hüküm ve 
                hikmet) hakkını; Ulusal ve evrensel hukukun kabul görmüş ilke, 
                norm, standart ve kriterleri muvacehesinde; İlmi değer, manevi 
                mukaddes, milli mefküre, temel inanç, adet, örf, yerleşik töre, 
                birikim ve gelenekleri doğrultusunda kullanan;  
                Halkın gücü, kudreti, irade ve adâlet ahlâkı “doğrudan 
                milletçe onaylanmış” müşterek hak, hukuk ve menfaatleri 
                tavizsiz-ivazsız bir “kamu ahlâkı dairesinde” yönetme erkidir.
                
                
                Bu, Türk milleti ve TC devleti 
                bağlamında bir “Kuvâ-i Milliye” veya “Çanakkale” rûhu, nizamı; 
                Yani, halk iktidarı anlamına gelir. Halk iktidarı ‘hak iktidarı’ 
                demektir. Diğer bir anlamda, kamu yönetiminde ‘kamu onayı ve 
                kamu vicdanı’ esastır. Türk milletinin kamu vicdanı: Mustafa 
                Kemal ATATÜRK, O’ nun ilkeleri ve Türk İnkılâbıdır.  
                            CUMHURİYET FAZİLETTİR, ERDEMDİR:
                Türk İnkılâbı ‘Cumhuriyet 
                Fazilettir” ilkesine dayalıdır. Mutlak dürüstlüğü esas alır. 
                Yani; Türk devleti (orijinal Fransızca da ‘bon-sens’ denilen) 
                haklıların güçlülüğü, hak, adalet ve hukukun mutlak hakimiyeti; 
                her türlü ayırma, kayırma, farklılık, üstünlük, imtiyaz ve 
                kanunsuz koruma dışında ‘tam eşitliği’ öngörür. Bilimin, milli 
                birikimin ve insani bilincin gereği olan ‘doğrusal yönde temlik 
                ve tasarrufu”, “En hakiki mürşit ilimdir” ilkesini esas alır.
                
                
                Türk milleti ve TC devleti, vahşi kapitalizm ve küresel 
                emperyalizme karşıdır.  
                Türkiye, hür, müstakil, hakim ve 
                kendi hukuku ile kaim medeni bir dünya devletidir.  
                Türkiye Cumhuriyeti; Binlerce 
                yıllık devlet geleneğinin gereği; Namuslu bir devlettir.
                DEVLETİN NAMUSU:
                 
                Yukarda açıklanan usul, esas ve 
                münhasıran “Türk İnkılâbı” çerçevesinde ‘Türk Devleti’ 
                “CUMHURİYET FAZİLETTİR” ilkesi bağlamında kuruludur. 
                Cumhuriyet’in ana ilkelerinden biri de: Haklıların güçlülüğü 
                ilkesidir. Güçlülerin haklılığı değil…  
                “Fazilet” Türk ve dünya 
                lügatlarında;  
                “Doğruluk, dürüstlük, değer, 
                meziyet, iyilik, ilim, irfan ve iman itibarı ile yüksek, adalet 
                ve ahlâk-edep sahibi, hürmet ve muhabbete lâyık, saygınlık” 
                anlamına gelir. Tek kelime ile fazilet: Kişisel ve kurumsal 
                bazda namuslu, dürüst ve demokrat olmaktır. Gerçek anlamda 
                namuslu, dürüst ve demokrat olmayanın devlette işi yoktur.
                 
                Bu tanımları, günümüzde yaşanan 
                ‘derin’ kavram kargaşasını açıklamak için yaptım.  
                ASIL MESELE NEDİR:
                 
                83 yıllık cumhuriyet tarihini 
                “Hakiki devlet ve namuslu hükümetler” bağlamında büyüteç altına 
                koyduğumuzda ortaya çıkan profil şudur: 1923-1938 dönemi: Tam 
                bir yokluk, yoksulluk ve kıtlıktan; Taban ve tavan arasında 
                makul bir denge korunarak, el ve gönül birliği ve “millet olma” 
                bilinci içinde kalkınma ve gelişme yolunda büyük mesafe alınmış; 
                Kurucu önderi, bütün ayni ve nakdi mal varlığını milletine ve 
                milletin kurumlarına bağışlamış, bütün dünyanın saygı duyduğu 
                “kederde ve kıvançta bir” yüksek bir medeniyet bu dönemde 
                yaşanmıştır. Atatürk dönemi, tertemiz ve pırıl pırıl bir 
                dönemdir.  
                1938-1950: Karşı devrim adına, 
                her şeyin yerle bir, Türk inkılâbınınsa ter-yüz edildiği, ilk 
                yolsuzluk ve suistimallerin uç verdiği, demokrasinin yerini 
                despotluğun aldığı kıtlık ve kâbusların hortladığı karanlık ve 
                kara bir dönem. Kayıp yıllar...  
                1950-1960 : Türk inkılâbının 
                düştüğü yerden ayağa kalktığı, Atatürk programlarının tekrar, 
                özenle yürürlüğe konduğu, milletçe kalkınma-gelişme, devletçe 
                yükselme ve ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşma” seferberliğinin 
                başladığı ve ülkenin karanlıktan aydınlığa çıkarılarak birinci 
                sınıf bir dünya devleti noktasına yükseldiği, taşındığı harika 
                yıllar.  
                DİKKAT:
                 
                14 Mayıs 1950 seçimlerinde 
                ‘beyaz ihtilâl’ olarak tarihe geçen ve büyük bir halk hareketi 
                ve kuvâ-i milliye ruhuyla “demokrasi zaferi” kazanan parti, halk 
                partisi tarafından “devr-i sabık” yaratmama konusunda uyarılmış, 
                aksi taktirde askeri darbe ile tehdit edilmiş olmakla; DP, 
                demokrasiye geçiş evresi nedeniyle bu şartı kabule mecbur 
                kalmıştır.  
                DARBE:
                 
                27 Mayıs 1960’da, başta halk 
                partililer ile Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk, Adalet, ahlâk ve 
                milli değerler düşmanı, hukuk özürlü dahili ve harici 
                bedhahların iştirak ve işbirliği sonucu yapılan darbe, 10 yıldır 
                yaşanan “asr-ı saadet” dönemini sonlandırdı. Bir değil binlerce 
                “DEVR-İ SABIK” yaratma ihtirası uğruna kurulan ‘adalet ve 
                hukukun yüz karası, utancı’ güdümlü mahkemelerde binlerce masum 
                insan, memur, müsdahdem, genel müdür, genel kurmay başkanı, 
                bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı alçakça sorgulandı ve 
                yargılandı. Nâhak yere üç masum ve müsemma lider hunharca 
                asıldı. Ancak, örtülü ödenek dahil devletin ve hükümetin bütün 
                hesapları tertemiz çıktı... Devr-i Sabık yaratamadılar. Çünkü 
                devlet bu dönemde Atatürk’ün yolunda ve izinde yürümüştü.  
                Atatürkçülük, yani ‘Kemalizm’ 
                ile yalan-talan ve yolsuzluk birleşmezdi.  
                Oysa, müsebbipler 1950’de devri 
                sabık yaratılmamasını şart koşmuşlardı.
                Çünkü 1938-1950 döneminde 
                devleti yönetenler, reddi miras etmişlerdi. Ortam pisti.  
                NEREDEN NEREYE:
                 
                Emekli Jandarma Kurmay Albay ve 
                dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize 
                Suçlarla Mücadele Daire Başkanı; Namus ve fazilet timsali büyük 
                insan, gerçek bir Türk Askeri, Kuvva-i Milliyeci Aziz ERGEN’ in 
                “Kirli Ellerin İttifakı” isimli kitabı yayınlandığı gün bana 
                geldi. Türünün nadir örneklerinden olan bu kitabı; Yukarda 
                irdelediğim siyaset bilimini (Türk inkılâbını) baz alıp, 
                “1960-2006” döneminde olup bitenleri düşünerek büyük bir dikkat 
                ve itina ile satır satır okudum. Başlangıçta vaki açıklama ve 
                tanımlar doğrultusunda mukayeseli bir şekilde inceledim, 
                değerlendirdim.  
                Daha sonra Kuvvai Milliye 
                Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Talât ŞALK (DGM eski, emekli 
                Cumhuriyet Başsavcısı) ile Aziz ERGEN tarafından; Ankara Sürmeli 
                Otel’ de yapılan ‘tanıtım amaçlı basın toplantısını izledim. 
                Evet, demek artık, ‘yeni bir beyaz sayfa daha’ açmanın değil; 
                ‘iyice kirlenen’ son 40 yılın hesabını sormak zamanı gelmişti
                
                
                “KİRLİ ELLERİN İTTİFAKI” ADLI 
                KİTAP
                Bahusus toplantıda, Aziz Albayın 
                son derece ağır başlı, temkinli ve (emekli de olsa) temsil 
                ettiği camia ve emekli olduğu kurumun onur ve erdemini düşünerek 
                verdiği cevaplar ile Talât ŞALK’ ın açıklamalarını ‘bu amaçla’ 
                not aldım. Akabinde aldığım önemli notlar ve kitabı bir kenara 
                koyarak, ertesi günden itibaren İnternet, radyolar, 
                yazılı-görsel medya ve televizyonlarda yer alan haber ve 
                programları dikkatle izlemeye başladım.
                Acaba, Türkiye’yi sarsacak nitelikteki bu açıklamaların 
                yansıması ne olacaktı?
                Halkın tutumu, hükümetin tavrı, 
                başta insan hakları örgütleri olmak üzere, sivil toplum 
                kuruluşlarının ve genelde kamuoyunun tepkileri konusunda ciddi 
                beklentilerim vardı.  
                Sanki bütün medya harekete geçecek, aziz ve necip Türk halkı 
                ayağa kalkacak, STK’ lar (Hrant Dink’in cenazesi ve 301.madde 
                konusunda olduğu gibi) hepten teyakkuz durumuna geçecek, başta 
                Sayın Cumhurbaşkanı, Devlet Denetleme Kurulu, Başbakan, 
                Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Bakanlar ve Bakanlık Teftiş 
                Kurulları derhal işe el koyacak; Dönem itibarıyla kayıp, kaçak, 
                gasp, hırsızlık ve yolsuzlukla hortumlanmış, kitapta açıklanan 
                ‘millete ait’ 500 milyar doların peşine düşerek;
                ‘DEVLETİN NAMUSUNU” 
                kurtaracaklardı…  
                Zira, dönemin hayali ihracat 
                komisyonu başkanı ve eski Aksaray milletvekili Mahmut ÖZTÜRK, 
                Manisa eski milletvekili Tevfik DİKER (Anayurt), o gün için 
                vizyondaki “Kurtlar Vadisi” dizisinin yapımcıları, konuyla 
                ilgili başkaca kitaplar yazan yazarlar, dönem içinde konuyla 
                ilgili dizileri yayınlayan gazeteler ve gazeteciler sayesinde 
                (Aziz Albay kadar olmasa bile) yine de ‘harekete geçmeye yetecek 
                kadar’ pislik, kirlilik, hırsızlık, yolsuzluk, yozlaşma, erime 
                ve çürüme ortaya çıkmıştı.  
                Üstüne üstlük bir de, 
                ‘dokunulmazlara’ ait dosyalar vardı.
                TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİMİN HAKKI
                 
                Böylece tüyü bitmemiş yetimin 
                hakkı söke söke geri alınacak, Aziz Türk milletinin alçakça 
                çalınan geleceği kurtarılacak, suçlular yakalanacak, adil 
                mahkemelerde yargılanacak ve kamu vicdanı rahatlatılacaktı. Bu 
                son derece olağan, doğal, masum ve yasal bir beklenti idi. Zira, 
                devlet ve hükümetler bunun için vardı. Hiç olmazsa beyaz enerji 
                dahil, aysbergin dışarıda kalan, görünen bölümü aydınlandı. 
                Kirli eller, kara vicdanlar ve irin dolu yüreklerin sırrı ayândı 
                artık. Devlet varsa (ki, vardır) şimdi harekete geçmeliydi. 
                Zira;  
                Aziz Ergen’in kitabı, izah ve 
                itirafları bir bakıma rüşvetin, hırsızlığın, hortumculuğun ve 
                devleti kullanarak milleti soymanın aleni belgesi idi. Üstüne 
                üstlük bu güne kadar benzer konularda yayınlanan hatırat, belge, 
                bilgi, kitap ve itirafları da tamamlıyordu. Hazır, Anayasa 
                mahkemesi, yerel mahkemeler ve Cumhuriyet Savcıları da konu 
                üstünde idi.  
                NELER GÖRDÜK, NELERE ŞAHİT OLDUK
                Bir tarafta aleni 
                dolandırıcılıktan yakalanan bakan, diğer tarafta sahtecilik, 
                görevi kötüye kullanma, rüşvet, iltimas, suistimal, nüfuz 
                ticareti gibi yüz kızartıcı suçlarla yargılanan eski bakan ve 
                vekiller; Diğer tarafta, aynı suçlara ilâveten bölücülük, teröre 
                destek, yardım-yataklık ve dahi vatana ihanete kadar varan 
                iddialarla suçlanan, ancak insan onuru, adalet ahlâkı, 
                demokrasi, anayasa’ nın eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde 
                dokunulmazlık zırhı ile korunan ‘milletvekilleri’ vardı.  
                Hattâ, buna rağmen yalan-talan, 
                soygun ve vurgun bütün şiddeti ile devam etmekte idi.  
                Üstüne üstlük, şimdilerde Türkiye’yi soyanlar ve 
                hortumlayanlar kervanına İMF, AB kurumları, Dünya Bankası ve 
                ülkemizin “Milli İktisat”sınırlarını yok eden “Gümrük Birliği” 
                çeteleri bile vardı. Ülkemizde mafyalar cirit atıyor, organize 
                çıkar örgütleri “Medya-Mafya-Politika” şeytan üçgeninde, rahatça 
                hareket ediyor ve diledikleri gibi faaliyet gösteriyordu.
                Evet, devlet, hükümet ve halk bütün kurum ve kuruluşları ile 
                harekete geçmeliydi.  
                Şimdi tam zamanı idi. Artık, ‘hiçbir şey eskisi gibi 
                olmamak’ zorundaydı.  
                AMA HAYRET!..
                 
                Alenen suçlanan ve marifetleri 
                deşifre edilen kesimlerden çıt yok. En küçük bir ret, tekzip 
                veya itiraz bahis konusu değil. Mütareke medyası popülizm 
                peşinde. Tutturmuş bir ‘Amerikalı albay nasıl soyuldu’ konusu 
                speküle edip duruyor. Milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr yayın 
                organları da, sanki söz birliği etmişçesine “Çuvalın intikamını 
                alan albay” teranesine sarılmakta. Ortada tam bir sağırlar ve 
                körler diyalogu ‘pandomima’ var.
                Tedbir olarak sadece, devletten ve halktan alenen çalınan 
                300 milyar dolarlık miktarı mücavir olaylar ve saiklerine 
                ilişkin bölüm nedeniyle, “KURTLAR VADİSİ” dizisi kapatıldı.
                 
                SUÇ VE CEZA: (ADALET, ÖZGÜRLÜK 
                VE GÜVENLİK)  
                Öteden beri ve günümüzde 
                yurttaşlarımız mahalle marketlerinden, ülke bakanlarına kadar 
                ulaşan yolsuzluklardan bıkmış, yılmış ve usanmıştır. Sokaklarda 
                gasp, devlette irtikap ve yolsuzluk vardır. Suç patlamıştır. 
                Suçlu rahattır. Yargı, Hukuk, Adalet ve ceza kurumu dumura 
                uğramıştır. Mâşeri vicdanı ATATÜRK olan millet rahatsızdır. 
                Durum kriz boyutunu aşmış, ümitsizlik, güven bunalımı ve buhrana 
                dönüşmeye başlamıştır.
                GELECEK VE GERÇEK!..
                Oysa, gelecekle ilgili umut ve 
                inanç yaratmak, her türlü yolsuzluğa karşı toplumsal refleks 
                oluşturmak ve doğal stabilizatörleri tekrar hayata geçirmek 
                gerekir. Bu meyanda, Aziz Albay tarafından açıklanan dehşet 
                verici olaylar; Zati şehadetle taraf olunan, vakıaların kamu 
                tarafından sorgulanması, müsebbiplerin yargılanması ve 
                cezalandırılması şarttır. Bunun yanı sıra, 1960’dan günümüze 
                ‘devlet erki kullanılmak ve kuruluşlar istismar edilmek” 
                suretiyle, siyaset kurumları ve siyasi partiler de alet edilerek 
                yapılan ve boyutları dönem itibarıyla 500 milyar dolarlara varan 
                dehşet verici devasa soygun, vurgun, yalan ve talan anatomisi 
                ‘keyifle ve korkusuzca’ menfur icraatını sürdürememelidir. Bu 
                soyguna “DUR” demek zamanıdır.  
                Suç ve suçlu ‘cürüm’ cenneti haline getirilen ülkede namuslu 
                insanlar güvende değil. Suçlular küstah ve acımasız. Masumlar ve 
                mazlumlar korumasız. Yeni TCK ve AB sayesinde suçlulara avukat 
                verilmekte, mağdurlar ise daha da mağdur ve perişan. 1923-1938 
                ilâ 1950-60 dönemi devlet anlayışı unutulmuş, herkes Atatürkçü, 
                fakat, Atatürkçülük, Kemalizm ve Türk inkılâbından eser yok. Bu 
                ne iki yüzlülük, mürailik ve münâfıklıktır ki; Milliyetçiler, 
                sağcılar, solcular, dinciler dahil bütün kesimlerden hırsız, 
                yolsuz ve hortumcu çıkabilmekte.  
                Adama (vatandaşa) sorarlar !
                 
                Hani ilkelere ne oldu. Hani 
                binlerce yıllık tertemiz Türk medeniyeti !
                Bize pırıl pırıl, tertemiz ve berrak bir Cumhuriyet emanet 
                eden Atatürk’e ihanet niye ?
                Cemiyetin temeli adâlet ahlâkıdır. Ancak, adaleti kaim olan 
                kanun hukukidir.  
                Türk inkılâbının amacı kanun devleti değil; Hukuk 
                devletidir. Hukuk devletinde suç cezasız kalmaz. Ceza, suça 
                mümasil (denk) olmak zorundadır. Ne eksik, ne fazla.  
                Evet, İnsan elbette özgür bir varlıktır. Lâkin bu, suç 
                işleme özgürlüğünü kapsamaz.  
                Kanun ve kuralları belirleme hakkı, ‘güçlülerin’ değil, 
                haklı-doğru ve dürüstlerindir.
                Demokrasilerde hırsız, yolsuz, hortumcu, yıkıcı ve bölücü 
                unsurlara; Cezalarını çekip ıslah olmadan “halk içinde” 
                serbestçe dolaşma hakkı tanınamaz.  
                Hukuk devletinde ‘suç işlemek’ herkes için yasaktır. Mutlak 
                kaide budur.  
                DEVRİ SABIK YARATMAK GEREK:
                 
                Şimdi tam zamanıdır.
                 
                            Zira kapımıza tekrar bir ekonomik kriz 
                dayanmıştır.  
                            Bizim yeteri kadar kriz, kaos, bunalım ve 
                buhranımız varken buna dayanamayız.  
                Millet, meri hükümet, ‘durumdan vazife çıkartarak’ Anayasa 
                Mahkemesi veya yüksek yargı önce cürmün milâdı olan 27 Mayıs’ın 
                hesabını sormalıdır. Bununla birlikte o mâkus günden itibaren bu 
                güne değin yapılan bütün haksızlık, hırsızlık, gasp, irtikap ve 
                yolsuzluğun hesabı muhakeme edilmeli; Ülkemiz, istiklâl ve 
                istikbalimiz aleyhine işleyen AB süreci behemahal durdurulmalı, 
                Gümrük Birliğinden derhal çıkılmalı, devlet “namuslu-dürüst ve 
                demokrat” Atatürk’çü-Kemalist Cumhuriyet konumuna tekrar 
                çekilerek; 46 yıllık kâbusun kara vicdanlı, kirli el’li ve 
                kansızlar (damarlarında asil kan akmayan) hain, dönme, devşirme, 
                ateist, pagan ve Türklüğünü kaybetmiş insanlık düşmanları 
                sorgulanıp, yargılanarak ‘devr-i sabıkları” yaratılmalıdır.
                 
                Temiz devlet ve temiz toplum 
                için bu şarttır. Türkiye’nin kendi kendisi ile yüzleşme ve 
                yönetenlerin halkla hesaplaşması zamanı gelmiştir. Yarın çok geç 
                olabilir.  
                DEVLETİN MALI DENİZ:
                 
                Bu söylemin doğrusu, 
                haksızlıktan, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluktan bıkmış-bunalmış, 
                bu alt varlıklara karşı illet ve nefretle muzdarip halkımın, 
                kinayeten söylediği bir söz olup; DOĞRUSU şöyle: “Devletin malı 
                deniz, hırsızlık, haksızlık ve yolsuzluk yapan domuzdur.”  
                Bu manâ ve muhtevada “Domuzlar” devr-i sabıklar olsa 
                gerektir.
                Devlet gibi devlet, adam gibi adam olmanın yolu da; Ülkemiz 
                ve devletimizi her tür haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik ve 
                hukuksuzluktan arındırmaktan geçer. Bu konuda fert ve millet 
                olarak günün hükümetine güvenmek isteriz.   
        
          | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          50  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   DÖRDÜNCÜ GÜÇ SORUNU VE MEDYA TERÖRÜ
                
                            Ülkemizde yaklaşık elli yıl önce başlayan ve 
                giderek güç kazanan sübjektif gazetecilik dönem itibarıyla 
                ticari haberciliğe dönüşmüş, objektivitesini yitirmiş, çürüme ve 
                yozlaşmanın zirvesine dayanmış bulunmaktadır. Daha açık, net, 
                reel ve güncel tabiriyle bu, “gazetecilik = habercilik/medya” 
                alanı varlık nedeninden uzaklaşmış, amaçlarından sapmış ve 
                yozlaşmadan yana taban yapmış bulunmaktadır.
                            Şu haliyle gazetecilik, yayıncılık ve genelde 
                ‘medya’ sektörü, kahir ekseriyeti insanlık aleyhine hüküm süren, 
                edinim hırsıyla gözü dönmüş, kanun-kural tanımayan, 
                hırsla-ihtirasla tek belirleyici olmaya ve dünyayı yönetmeye 
                kalkışan ‘çok sorunlu bir küresel sektör’ olarak karşımıza 
                çıkmıştır. Üstelik sektörün içyapısı da sorunludur. Medya 
                patronları ilkeli-onurlu ve sorumlu gazeteciliğe tahammülsüz; 
                Medeni, ahlaki ve hukuki standartlar dâhilinde bile olsa, her 
                tür ulusalcılık, milliyetçilik, insani boyut ve bilinç toplumuna 
                karşıdırlar.   
                            Özellikle AB (Karen Foog ve diğerleri) ile ABD (Soros) 
                Açık Toplum Örgütleri ve bunlara paralel oluşturulan siyasi ve 
                ticari medya yoluyla küresel emperyalizm, yeni (modern) kölelik 
                adı verilen bir küresel sermaye ve yoğun sömürü hareketine 
                öncülük etmektedir.  
                            Aysberg’in su üstünde kalan ve görünen yüzüyle 
                bu hareket; Yer yüzünde dördüncü kuvvet olarak kalmak ve dünya 
                barışına hizmet etmek yerine, bütün erklerinde önüne geçerek 
                ‘tek hâkim güç-tek kuvvet’ olma yoluna girmiş görünmektedir. 
                
                
                            BU BİR SORUN VE MEDYA TERÖRÜDÜR 
                 
                            Araştırma bağlamında bütün ayrıntıları ile 
                inceleyeceğimiz ve değerlendireceğimiz bu sorunsal, olağan ve 
                doğal hayatın bütün usul, unsur, uzantı ve kapsamı üzerinde 
                etkilidir. Etki, bilhassa özgürlük ve güvenlik, 
                hürriyet-hâkimiyet ve bağımsızlık ile demokrasi, insan hakları, 
                adalet ve hukuk kavramları üzerinde çok büyük bir erozyon, 
                çürüme-yozlaşma biçiminde kendini göstermektedir. Dolayısıyla bu 
                eski Yugoslavya’nın bölünmesinden, Sovyetlerin parçalanmasına, 
                son Gürcistan olayları ve Türkiye’de yıllardır faaliyetini 
                sürdüren anarşi, terör ve tedhiş örgütüne kadar; Dünya barışını 
                (öz’de değil!) sözde ‘adalet-hukuk, barış ve demokrasi’ adına 
                tehdit eden bir oluşumdur.  
                            Bu nedenle, gazetecilik-basın, yayın ve medya 
                konusunun artık masaya konulması ve bütün ayrıntılarıyla 
                incelenmesi, irdelenmesi ve doğal-yasal sınırlarına çekilmesi 
                gerekir.
                            Şimdi bunun tam zamanıdır.        
                 
                            Gelinen nokta itibarıyla ‘medyacılık’ da 
                diyebileceğimiz ‘gazetecilik’ öyle garip, gerçek dışı, sanal ve 
                sahteleşmiştir ki; Varlık nedeni, mana ve muhteva 
                (içerik-kapsam) bağlamında halkı aydınlatmak, eğitmek, “objektif 
                habercilik ve tarafsız yorumculuk” ilkesi çerçevesinde 
                “yönetimin denetlemesine, siyasetin kontrol ve koordine 
                edilmesine” katkıda bulunmak olan medya,  bahse konu süreçte çok 
                farklı bir misyon üstlenerek adeta halkın yani, yönetilenlerin 
                karşısına dikilmiş ve yönetenlerin safında yer almıştır.
                            Oysa medyanın yeri, hükümet yanlışı veya karşıtı 
                olmak değil; Tıpkı sivil toplum kuruluşu (enciyo) 
                tanımında-kavramında yer alan “hükümet dışı” olmak, kamu-millet 
                iradesi adına her derece ve düzeyde özgürce halkı temsil ve 
                iletişim-bilişim görevini hakkıyla ve lâyıkıyla yerine 
                getirmektir. Genel olarak matbuatın ve gazeteciliğin tarihi ve 
                tabii görevi de zaten budur. Bu nedenledir ki, basına; Yasama, 
                Yürütme ve Yargı’dan sonra gelen “dördüncü kuvvet” denilmiştir. 
                Dördüncü kuvvetin başta gelen görevi bilgilendirme, yol 
                gösterme, yönetimi takip, kontrol ve denetlemedir.  
                            ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK
                            Özellikle günümüz Türkiye’sinde çok tartışılan 
                “Özgürlük ve Güvenlik” sorunu ve bu kronikleşmiş sorunsala çözüm 
                üretme sorumluluğu bakımından bütün alan, kapsam, uzantı ve 
                unsurlarıyla medya hayati bir önemi haizdir. Bu önem, değer, 
                doğrudan sosyal sorumluluk, insani ve ahlaki yükümlülük, medyayı 
                bir ticaret alanı olmaktan çıkartır ve doğal olarak demokratik 
                hayatın vazgeçilmez unsuru haline getirir.  
                            Dolayısıyla medya çok büyük bir sorumluluk ve 
                yükümlülük altındadır.
                            Çok açık bir ifadeyle; İnsan Hakları, Adalet 
                Ahlakı, Hukuk, özgürlük ve güvenliğin teminatı “bağımsız ve 
                tarafsız/objektif” gazeteciliktir. Bu anlamda gazetecilik 
                ve/veya güncel deyimi ile medya, Siyasi partiler için Anayasa da 
                yapılan tanıma paralel bir fonksiyon icra etmekle memur ve 
                mükellef bulunur. Yani: Demokrasinin vazgeçilmez unsurları, 
                millet iradesinin olağan ve doğal uzantısı-yansıması basım ve 
                yayın organlarıdır.   
                            TÜRKİYE MEDYASININ MİSYONU: İLİM VE AKIL’DIR
                            Konuyla ilgili ayrıntılara geçmeden önce, 
                Cumhuriyetin kuruluş temelleri ve temayüz (gelişme, büyüme, 
                çağdaş medeniyet seviyesine yükselme) ilkeleri konusunda ‘kurucu 
                irade’ adına Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün Türk halkı, Milletin 
                şair’i, yazarı-çizeri ve medyasına hitabı, emanet ve vasiyetini 
                arz edeyim.  
                            İLİM ve AKIL “HAYATTA, EN HAKİKİ MÜRŞİD İLİMDİR”
                            “Ben, manevi miras olarak hiçbir âyet, hiçbir 
                doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim 
                manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak 
                zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki 
                gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) 
                vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik 
                edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, 
                kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. 
                Böyle bir dünyada, aslâ değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia 
                etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.  
                Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya 
                çalıştıklarım ortadadır.  
                Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver 
                (eksen) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, 
                mânevi mirasçılarım olurlar.” (Kemalist Devrim ve İdeolojisi, 
                İsmet Giritli – 1980)
                İNSANLIK ALEMİ VE TÜRK 
                YURTTAŞLARI İÇİN HEDEF:
                            “İnsanlar daima yüksek, soylu ve kutsal amaçlara 
                yürümelidirler.  
                Bu davranış biçimidir ki, insan olanın vicdanını, aklını ve 
                tüm insanlık kavramlarını doyurur. Bu şekilde yürüyenler ne 
                kadar büyük esirgemezlikler gösterirlerse o kadar yükselirler ve 
                bu hareket biçimi mutlaka alnı açık olur. Çünkü, alnı açık, aklı 
                açık, kalp ve vicdanı açık (vicdanı hür, irfanı hür) insanlar 
                tarafından yönetilebilen toplumlar, ancak bu anlamda 
                hareketlerin takipçisi olabilirler., Güneşsiz kalmış bir dünya; 
                İçinde “düşünce özgürlüğü olmayan” bir ülkeden daha iyidir.” 
                (S.D. Cilt: 3, TDTE Yayını-1989, Sayfa: 119)  
                “Biz, cahil dediğimiz zaman 
                mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.  
                Kastettiğimiz ilim, hakikati 
                bilmektir. Yoksa, okumuş olanlardan “en büyük cahiller” çıktığı 
                gibi, klâsik tahsil görmemiş olanlardan da ‘hakikati gören 
                alimler’ çıkabilir.” (24 Ekim 1919 – Atatürk’ün Söylev ve 
                Demeçleri Cilt: 3, Sayfa: 14, TDTE yayını, 1989)
                            Bu ruh, hedef, anlam ve bağlamda ve Cumhuriyetin 
                temel ilkeleri korunarak; 15 Temmuz 1950 tarih ve 5680 Sayıyla 
                çıkartılan Basın Kanunu, 24 Temmuz 1960’dan günümüze 
                irdelene-parçalana paçavraya dönen basın mevzuatı ile 05 Aralık 
                1951 tarih ve 5846 Sayılı Kanunla kaim Telif Hakları Yasası veya 
                namı diğer Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, hak kavramına ilişkin 
                hukuki ve cezai prosedür dahil günümüz medyasının serencamını da 
                gözden geçirmek gerekir diye düşünüyorum. Dolayısıyla değişen ve 
                gelişen şartlar muvacehesinde negatif sürece giren gazetecilik 
                mesleğinin 09 Haziran 2004 tarih ve 5187 Sayılı Kanun bağlamında 
                da incelenmesi gerekir.  
                            ÖZELEŞTİRİ, YÜZLEŞME VE HESAPLAŞMA ZORUNLULUĞU
                            Daha açık bir deyimle: Öncesi 1990’lı yıllara 
                dayanan ve fakat ancak 2007 yılında gün yüzüne çıkartılabilen 
                ‘Ümraniye’ soruşturması (ergenekon davası) ile gündeme gelen 27 
                Mayıs kalkışması ve sonraki dönemin ‘TEMİZ ELLER’ operasyonu 
                çerçevesinde  sorgulanıp ‘kamu vicdanı’ ve mahkemelerde 
                yargılanması Türk basını için de zorunlu hale gelmiştir. Bunu 
                mevcut iktidar yapmak zorundadır. Zira açıkça görülmüş ve 
                anlaşılmıştır ki, son 50 yıl içinde vaki bütün olumsuzluk, 
                devlet-millet aleyhine suç, anarşi-terör, tedhiş ve Türk 
                İnkılâbına aykırı teşebbüslerde medyanın dahli (payı) vardır.
                
                
                Bir başka açıdan bakıldığında bu 
                dönemde, medyanın esas görevini yapmadığı, halk, yani 
                Cumhuriyetin (devletin) gerçek sahibi millet yerine, başkaca 
                güçlere (dahili ve harici bedhahlara) hizmete yöneldiği ve 
                yeltendiği gözlenmektedir. Elbette başta Anadolu Basını olmak 
                üzere bütün veçheleriyle bu tahrik ve dezinformasyonun bütünüyle 
                dışında kalan, hak ve halk düşmanlarının karşısında yer alan, 
                hatta gerçeği görerek yıllardır tam bir azim, irade ve 
                kararlılıkla haykırarak halkı uyaran gazeteler ve gazeteciler de 
                vardır.  
                Burada insani ve vicdani bir 
                borç olarak minnet ve şükranlarımı iletirim ve 
                belirtirim.         
                            Ancak önce “Türk basınının ‘olması, korunması ve 
                yaşatılması gereken’ temel ilke, objektif norm, kriter ve 
                standartlara bir bakalım: Ki, miyarımız (ölçümüz) belli olsun.
                
                
                            TÜRKİYE CUMHURİYET BASINI NEDİR VE NASIL 
                OLMALIDIR?
                            “Memlekette basın hürriyetinin de; (namuslu) 
                demokrat (ve dürüst) bir idareye lâyık olgunlukla 
                kullanılmasında daha dikkatli bulunulacağını ümit ederim. 
                Hürriyeti kötüye kullanmanın doğurduğu birçok felâketleri çekmiş 
                olan bu memlekette, bu dikkate özellikle gerek olduğu 
                kanaatindeyim. (1930-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: 1–TİTE, 
                1945)
                            “Basın Hürriyetinin sakıncalarının 
                giderilmesinin, yine basın hürriyeti ile mümkün olduğuna dair, 
                bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında tespit 
                ettiği saygı duyulan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan 
                “faziletten” yoksun kendini bilmezlere, basında eşkiyalık 
                fırsatı verirse, eğer halkı aldatan ve doğru yoldan çıkanların 
                fikir sahasındaki kötü ve uğursuz etkileri, tarlasında çalışan 
                masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının 
                dağılmasına sebep olursa ve en sonunda bozgunculuğun en 
                zararlısını göze alan bu gibi doğru yoldan sapanlar, kanunlarda 
                mevcut aksaklık ve açıklıklardan yararlanma imkânını bulurlarsa, 
                Büyük Millet Meclisi’nin yola getirici ve ezici kudretinin 
                müdahale ve uyarması elbette görevi olur. (1924-Atatürk, S.D., 
                Cilt: 1-1945 /TİTEY-296)  
                “...Bununla birlikte, basın 
                serbestisinden meydana gelecek kötülükleri ortadan kaldıracak 
                etkili vasıta, asla geçmişte zannedildiği gibi, basın 
                hürriyetini kısıtlayan hususlar değildir. Aksine, basın 
                hürriyeti’ nden doğacak sakıncaların giderilme vasıtası, yine 
                basın hürriyetinin kendisidir.” (1930-Medeni Bilgiler ve Mustafa 
                Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969-Türk Tarih 
                Kurumu Yayını)
                “Gazeteler, kanunun ve toplum 
                çıkarlarının aksine bir olaya şahit ve bir bilgiye sahip 
                oldukları taktirde gerekli yayında bulunmalıdırlar., Memlekette 
                kalem hürriyetinin de, demokrat bir idareye lâyık olgunlukla 
                kullanılmasında ‘daha dikkatli olunacağını’ ümit ederim., 
                Şuradan ve/veya buradan gelecek günlük fikirlere, sahte ve 
                yanıltıcı sözlere asla önem vermeyecek bir olgunluk esastır.  
                (1923-30 Atatürk, S.D., Cilt: 1-2, 1945 - 1952 / 296)
                “Vatandaşı; Millete karşı 
                milletin büyüyüp yaşaması için alınan tedbirlere karşı harekete 
                geçirmek en büyük ihanettir. (1931-Atatürk’ün Adana Seyahati, 
                Taha Toros-1981)
                “Demokrasi müesseselerinin 
                başında basın hürriyeti olduğuna inananlar asil bir davanın 
                takipçisidir. Basının üç işlevi vardır.  
                Birincisi; Basın, halkı ülke 
                sorunlarından ve siyasi partilerin bu sorunlarla ilgili 
                önerilerinden halkı haberdar etme ve eğitme yükümlülüğü.  
                İkincisi; Basın, vatandaş 
                şikâyetinin serbest bir kürsüsü’dür.   
                Üçüncüsü: Basın hükümetlere yön 
                vermelidir.
                Çünkü, “Bugün memlekette 
                vazifesini bilen, güçlüklerle uğraşabilen siyasilere rağmen, 
                siyaset adamlarına akıl verebilecek dirayette ve basirette 
                gazetecilerimiz vardır. (Muhalefette İ. İnönü, 1956-1959, s. 
                95-113 / F. Otyam, Şu Bizim İ. Paşa, 1984 s. 107)
                İşte, Türkiye Cumhuriyeti’nin 
                Gazetecilik ve Basın (medya) ilkeleri budur.  
                Birinci bölümde yer alan kurucu unsurun basın-yayın/medya 
                konusunda irad edip ortaya koyduğu temel ilke, düstur ve yol, 
                mutlak surette yönetim erki, gazeteciler-yazarlar ve yayıncılar 
                tarafından sahiplenilmeli, onurlu ve sorumlu yurttaşlarca takip 
                edilmeli, tam bir dikkat, özen ve hassasiyetle, tavizsiz-ivazsız 
                bir biçimde uygulanması sağlanmalıdır.
                Devletin sağlıklı gelişimi, halkın, huzur-güven, zenginlik 
                ve mutluluğu ile bu ortamı sağlamakla memur ve mükellef 
                hükümetlerin namuslu, dürüst ve demokrat bir yönetim politikası 
                uygulamalarının emel şartı, vazgeçilmezi budur. İdarede meydana 
                gelecek bir olumsuzluk, sorumsuzluk, görevi kötüye kullanma, 
                zaaf veya ihmalin sorumlusu basındır.  
                SORUMLULUKTA ŞÜMUL (KAPSAM)
                Bu sorumluluk en başta 
                Cumhurbaşkanına, TBMM Başkanlığı ve milletvekilleri ile 
                istisnasız bütün vatandaşlarımıza aittir. Şurası mutlaka 
                bilinmelidir ki: İlgisizlik, lâkaytlık ve sorumsuzluk (bencillik 
                ve bana-necilik) ulusun ve sürdürmeye çalıştığımız medeniyetin 
                sonu, insanlığın felaketi, ilmin iflâsı, cumhuriyet ve 
                demokrasinin sükut nedeni olabilir.
                Nitekim olmaya doğru hızla gitmektedir de…
                Zira cumhuriyet ve demokrasi: 
                İlmen, fennen, bedenen ve ruhen kuvvetli ve yüksek seciyeli; Bir 
                başka deyişle “yurdu ve milleti özünden çok seven” 
                namuslu-dürüst nesillerin koruması, sahiplik ve sorumluluğu 
                altındadır.  
                Sorumsuz varlıklar aynı zamanda 
                onursuz, onursuzlar ise yurdun, milletin, cumhuriyet, adalet, 
                hukuk ve demokrasinin dumura uğramasına neden olacak kadar 
                insani değerlerini yitirmiş varlıklardır.  
                Bu varlıklar genellikle 
                haymatlos karakterine sahiptir.  
                Hiç kaygı duymadan “KIRMIZIDA 
                GEÇEBİLİR”, rüşvet alabilir, hırsızlık-yolsuzluk yapabilir, 
                toplumun vermiş olduğu hak, görev, yetki, makam-memuriyet ve 
                sorumluluğu istismar ve suiistimal edebilirler.  
                Yani, her onursuz ve sorumsuz 
                potansiyel bir suçlu olup; Potansiyel suçluların üretim ve 
                yaratım unsuru (Milli Eğitimin zaafı, isabetsiz müfredatı ve) 
                medyadır. Bu nedenle basın-yayın/medya, daima gözaltında 
                tutulacak, özenle takip olunacak ve ilkeleri hassasiyetle 
                uygulanıp-korunacak önem ve değerdedir.  
                Ve yine bu nedenledir ki! 
                Medyanın makul alanlar ve sınırlar dışında, insanlığın mahvına 
                neden olacak kadar muhteris (hırs ve ihtiras sahibi) ilimi ve 
                ahlaki değerlerden uzak, din tüccarı, siyaset simsarı ve paraya 
                tapan mahlukun eline geçmemesi zorunludur.            
                 
                Şunu asla unutmayalım ki! İnsan hakları, adalet-hukuk ve 
                demokrasinin olmazsa olmaz, kesinlikle vazgeçilmez ve ödün 
                verilmez ilkesi namuskârlık, milli birlik-bütünlük, yönetimi 
                denetleme ve devlete-millete karşı “BİLİNÇLİ” bireysel 
                sorumluluktur.  
                Keza demokrasi, ‘sadece ve 
                yalnızca’ kamu-halk ve hak esaslı doğrusal bir rejimdir.
                Demokraside hiçbir özgürlük bireysel ve genel güvenliğin, 
                kamu yararının, ülkenin birlik, huzur, tesanüt (uyumluluk, 
                anlayış, barış ve tolerans) şartının önüne geçemez. Bir kişi 
                veya kurumun özgürlüğü asla ve kesinlikle başka bir birey veya 
                kurum özgürlüğüne kısıt, tahdit (sınırlama) ve baskı getiremez. 
                İşte bu anlam ve bağlamda aşağıda gösterilen hedef, (konuyla 
                ilgili olarak) Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri için mutlak bir 
                emirdir.  
                BASIN HÜRRİYETİNİ İSTİSMAR, 
                SUİİSTİMAL VE ÇÖZÜM      
                “Basın Hürriyetinin 
                sakıncalarının giderilmesinin, yine basın hürriyeti ile mümkün 
                olduğuna dair, bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme 
                sahasında tespit ettiği saygı duyulan esaslar, eğer Cumhuriyetin 
                ruhu olan “faziletten” yoksun kendini bilmezlere, basında 
                eşkiyalık fırsatı verirse, eğer halkı aldatan ve doğru yoldan 
                çıkanların fikir sahasındaki kötü ve uğursuz etkileri, 
                tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, 
                yuvalarının dağılmasına sebep olursa ve en sonunda bozgunculuğun 
                en zararlısını göze alan bu gibi doğru yoldan sapanlar, 
                kanunlarda mevcut aksaklık ve açıklıklardan yararlanma imkânını 
                bulurlarsa, Büyük Millet Meclisi’nin yola getirici ve ezici 
                kudretinin müdahale ve uyarması elbette görevi olur.” 
                (1924-Atatürk, S.D., Cilt: 1-1945 /TİTEY-296)  
                Bu, kurucu unsurun TBMM ve 
                Milletvekillerine açık bir emridir.  
                Ancak çözüm: Faziletten soyutlanan, eşkıyalık yapan, tüyü 
                bitmemiş yetimin hakkına sahip çıkmayan, rüşvet, yolsuzluk ve 
                suiistimallerin üstüne gitmeyen, anarşiye öncülük, terör ve 
                tedhişe, dahili ve harici bedhahlara yardım-yataklık, öncülük ve 
                sözcülük yapan medya organlarının kapatılması ve susturulması da 
                değildir; Medya kendi mecraında (yolunda-yatağında) tedip ve 
                terbiye edilmeli; Aleni tahrik, şiddet ve haksız hakaret 
                içermediği sürece, Söz söyleme ‘ifade’ hürriyetinin kutsal 
                olduğu çok iyi bilinmelidir.  
                Yukarda açıklanan usul, esas, 
                ilke ve kriterleri gözetmeyen yönetimlerse, şahsi ikbal ve 
                ihtiras ile malul, işbirlikçi veya mütegallibe (zorba, hüküm ve 
                hâkimiyetini millet idesini hiçe sayarak haksız, adaletsiz, zor, 
                baskı, şiddet, devlet terörü ve zulümle yürüten) addolunur.
                 
                SORUN GİDERME METODU VE ÇÖZÜM 
                YOLU
                “...Bununla birlikte, basın 
                serbestisinden meydana gelecek kötülükleri ortadan kaldıracak 
                etkili vasıta, asla geçmişte zannedildiği gibi, basın 
                hürriyetini kısıtlayan hususlar değildir. Aksine, basın 
                hürriyeti’ nden doğacak sakıncaların giderilme vasıtası, yine 
                basın hürriyetinin kendisidir.” (1930-Medeni Bilgiler ve Mustafa 
                Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969-Türk Tarih 
                Kurumu Yayını)
                Bu usul kadim “medeni siyaset” 
                kavramında ifadesini bulan, geleneksel Türk, İslâm ve Osmanlı 
                için de aynıdır. Itlaf (infaz) değil! Islah etmek. Şu kadar ki, 
                Ziya Paşanın dediği gibi: “Nush (nasihat, uyarma, ikaz) ile 
                uslanmayanın hakkı tektir. Tektir (ihtar) ile (aklını başına 
                devşirmeyen) uslanmayanın hakkıysa kötek (fiili ceza-darp, 
                dayak) tır.    
                BASIN VE YAYIN (MEDYA) AHLAKI
                Bu konuda Esra Ekşi isimli 
                değerli bir Gazeteci-Yazar kardeşimizin Basın Konseyi Başkanı ve 
                Hürriyet gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi ile Basın-Yayın (medya) 
                ahlakı üzerine yaptığı bir röportajdan alıntılar yapmak ve bazı 
                örnekler vermek istiyorum.
                Önce Esra Ekşi’nin ‘gazetecilikle ilgili’ düşünceleri: 
                “Gazetecilik kahramanlığı gerektiren bir şey değil. Zaten özünde 
                gazeteci esas itibariyle gözlemcidir. Gazeteci kendini olayın 
                dışında tutar. Olayın içine karıştığı, girdiği zaman o, gazeteci 
                kimliğini kaybetmiş eylemci kimliğine bürünmüş olur." Ve 
                söyleşi:  
                EE, - Sizce Basın Ahlakı Nedir?
                OE, - Basın ahlakı, özünde 
                herhangi bir insanın ahlak kuralları anlayışı değil. Ama bunu 
                basın platformuna taşırsak, bence hem kendine hem de okuyucusuna 
                hem de mesleğine saygı diye toparlayabileceğimiz üç nokta 
                arasındaki bağı kurduğunuz ve üçünü de birlikte götürdüğünüz 
                zaman basın ahlakına tam olarak uyarsınız. Tekrar ediyorum, 
                kendine, mesleğine ve okuyucusuna... Bu nasıl olabilir? Gerçeğe 
                saygılı olabilirsiniz, onu bozmadan, abartmadan, okuyucuya 
                verebilirsiniz, insanların özel hayatına gereksiz yere burnunu 
                sokan bir meslek anlayışından kaçarsınız, kamu yararını ön 
                planda tutan bir meslek uygulamasını sürdürürsünüz... 
                Uzatmayayım, aşağı yukarı bu çerçeve içinde olaya baktığınız 
                zaman basın mesleğinde ahlak kurallarına uyarsınız. Birde bunun 
                Basın Konseyi tarafından somuta indirgenişi var. Hem 1961 
                yılında kaleme alınmış 10 maddelik Basın Ahlak Yasası, hem de 
                diğer ülkelerde aynı amaçla kaleme alınmış metinleri 
                inceledikten sonra çalışma grubunun ortaya çıkardığı 16 maddelik 
                bir metin var. Basın Meslek İlkeleri dediğimiz bu maddeler olayı 
                somut olarak ifade eder ve o çerçeve içinde incelenir. Gerçi 
                bunu zaman gösteriyor ki bazı eksiklikler var ama bu 16 madde en 
                azından bu günkü aşamada basın ahlakı dediğimiz esas ve uyulması 
                gereken ana ilkelerdir.
                EE, - Türkiye'de basın, 
                özellikle özel televizyonlar yayın politikalarında basın ahlak 
                ilkelerine ne kadar uyuyor?
                OE, - Dünyada genelde böyle bir 
                şikâyet var. Basından şikâyet etmeyen bir ortam yok diyebilirim. 
                Son bir belge okudum. Onda bir tek Litvanya'da basına güven var. 
                Yapılan ankete göre ilk etapta % 60 küsurlara inen bir güven 
                duygusu var. Ama yinede İngiltere'de, ABD'de, Türkiye'de yapılan 
                yoklamalarda görülebilen sonuç, genel olarak basına güvenirlik 
                dediğimiz kavramın olumsuz algılanmakta olduğudur. Türkiye'de 
                bunun böyle olduğunu düşünüyorum.
                Ama dönüp dolaşılan bir nokta var. Bu genel bir noktadır. 
                Kamuoyu en sonunda basına daha çok itibar ediyor. Basının 
                verdiği mesajlara daha fazla kulak veriyor. Bu basının her şeye 
                rağmen güvenirlilik düzeyinin toplumdaki diğer kurumlara oranla 
                özellikle resmi kurumlara kıyasla daha çok olduğunu gösteriyor. 
                Ama basın meslek ilkelerine uymayan, sansasyona kaçan daha çok 
                var. Yalan, yanlış haber de bir hayli var. Ama bütün bunları 
                topladığımız ve bir yere vardığımızda diyorsunuz ki çoğulcu 
                demokraside birbirimizin yanlışlarını ortaya koymaya bizi 
                zorlayan bir mekanizma var.  
                İşte onlar en sonunda ortak aklın çizgisini bulmamıza yardım 
                ediyor ve diyoruz ki biri yalan söylüyorsa öbürü onu düzeltir ve 
                sonunda medya dünyasında sen hangisinin doğru söylediğini 
                ayırabilecek kadar süzgece sahipsen oradan yararlanmak 
                mümkündür.
                EE, - Kahraman gazeteci kimdir? 
                Böyle bir şey olabilir mi? Gazetecinin işi zaten iyi haber 
                yapmak değil midir?
                OE, - Gazetecilik kahramanlığı 
                gerektiren bir şey değil. Zaten özünde gazeteci esas itibariyle 
                gözlemcidir. Gazeteci kendini olayın dışında tutar. Oyanın içine 
                karıştığı, girdiği zaman o, gazeteci kimliğini kaybetmiş, 
                eylemci kimliğine bürünmüş olur. Hasan Tahsin bunun çok ilginç 
                bir örneğidir. Hasan Tahsin gazetecilik kimliğini taşıyan bir 
                eylemcidir. Yunan ordusunun karşısına çıkıp kahramanca yürüdüğü 
                zaman Türkiye'nin vatanını seven evladı olarak o olayın 
                içindeydi, gazeteci olarak değil. O’nu saygıyla anlamak lazım, 
                ama vatanı böylesine savunduğu için. Ben yaptığını iyi bir 
                gazetecilik olarak kabul etmiyorum. Gazetecilik ayrı bir şeydir. 
                Gazetecilik insanları, o olayları götürecek, eyleme dönüştürecek 
                kamuoyunu yaratmak olayıdır.
                EE, - İletim geleceğin 
                gazetecilerine neler söylemek istersiniz?
                OE, - Sanıyorum bütün bu 
                söylediklerimde geleceğin gazetecileri için söylenebilecek her 
                şey var. Yani kendisini başkalarından akıllı saymayarak 
                mesleğine, okuyucusuna ve kendisine saygısını hiçbir zaman 
                elinden kaçırmayarak, iyi bir gazeteci olunabilir.  
                Gerisi ayrı (!) bir konudur.
                 
                YORUM:
                 
                Dikkat ederseniz verilen 
                cevaplar aslında sorulan sorulara cevap değil. Çok güncel. 
                Politik ve yuvarlak. Açıklamalarda sarahat (açıklık-netlik), 
                nicelik-nitelik, milli değerlere itibar, manevi ağırlık ve 
                ulusal kimlik yok. Çok genel ve kapitalist-emperyalist, ticari 
                yayıncılık bağlamında evrensel. En önemlisi de: Yukarda 
                Atatürk’ün vecizelerinde, daha doğrusu emir, vasiyet ve 
                emanetinde öngördüğü ilkelerden eser yok.  
                Bahse konu 10 maddelik 1961 ilkeleri ise, gasp, demokrasiyi 
                lağv ve Atatürk Anayasasını ilgadan suçlu bir kalkışma, dikta 
                despotluk dönemi özenti ve saptamaları. Bunların tamamının Lozan 
                Antlaşması, 1923-1938 Atatürk uygulamaları ve Türk İnkılâbı ile 
                Atatürk ilkeleri perspektifinde revize edilmesi gerek. Yani, 
                yapılan söyleşide, (her ne kadar iyi niyetli olarak) bahse konu 
                edilse de tam bir açıklık, özgün bir tanım-tavsiye, öngörü yok.
                
                
                Yeri gelmişken hemen dikkatinize arz edeyim: Basın Ahlak 
                Yasası, basın çalışanı gazetecilerin uymayı kabul ve taahhüt 
                ettikleri, yasal dayanağı olmayan bir anlaşma metnidir.
                            Bu yasa, hemen akla gelecek türden TBMM 
                tarafından onaylı, yazılı ve resmi bir ‘kanun’ değildir. 14 
                Şubat 1952’de Uluslararası Basın Enstitüsü'nün ilkeleri Türkiye 
                için de geçerli sayılmıştır. Ayrıca, 1960 darbe sürecinde 
                Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), “Türkiye Gazetecileri Hak ve 
                Sorumluluk Bildirgesi” adı altında bir metin hazırlamış ve bu  
                metin, 24 Temmuz 1960 tarihinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile 
                Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın ortak girişim sonucu 
                düzenlenen törenle, gazeteciler ve yayın kuruluşları 
                temsilcileri tarafından imzalanmıştır.  
                            Hatırlatma ve yukarıdaki röportajla 
                ilişkilendirme bakımından ele alıyorum. İşte o metnin özgün 
                hükümleri:  
                            1. Gazetecilik mesleği, kişisel yarar için ve 
                kamu zararına kullanılamaz.  
                2. Ahlaka aykırı ve müstehcen 
                yayın yapılamaz.,  
                3. Şeref ve haysiyetlere karşı 
                haksız yayın yapılamaz, kişi ve kurumlar aleyhinde iftirada 
                bulunulamaz..,  
                4. Din istismarı yapılamaz.,
                
                
                5. Haberler doğruluğuna emin 
                olunmadan yazılamaz.,  
                6. Taraf tutan fikirler haber 
                metninde verilemez.,  
                7. Yayınlanmamak kaydıyla 
                verilen bilgiler yayınlanamaz.,  
                8. Yanlış yayınlar dolayısıyle 
                gönderilen tekzipler en kısa zamanda yayınlanır.  
                Bu sekiz madde ışığında mevcut 
                basını mütalaa edin ve gözden geçirin lütfen. Mevut ve münteşir 
                (yayını devam eden) basın-yayın (medyanın) kaç tanesi bu 
                şartlara uymakta; Kişisel yarar gözetmeden kamu yararına yayın 
                yapmakta? Ahlaka aykırı müstehcen yayın yapmamakta! Şeref ve 
                haysiyete itibar etmekte, din istismarı yapmamakta, haberleri 
                dosdoğru vermekte, taraf tutmamakta, taahhüt ve kayıtlara 
                uymakta ve gönderilen tekzipleri mutlaka yayınlamakta!... Bilen 
                varsa beri gelsin.
                Bunun dışında bir de, Basın Konseyince 15 Aralık 2001 
                tarihinde kabul edilerek yürürlüğe konulan; “Basın Konseyi 
                İletişim Meslek İlkeleri” konu başlıklı bir metin daha 
                bulunmaktadır. Sağlıklı ve mukayeseli bir değerlendirme 
                yapılabilmesi bakımında bu ilkeleri de dikkatinize arz ediyorum. 
                Buyurun:  
                BASIN KONSEYİ İLETİŞİM MESLEK 
                İLKELERİ  
                            1-Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, sosyal 
                düzeyi ve inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.  
                2-Düşünce, vicdan ve ifade 
                özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din 
                duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da 
                incitici yayın yapılamaz.  
                3-Kamusal bir görev olan 
                gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez.
                
                
                4-Kişileri ve kuruluşları, 
                eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan ve 
                iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.  
                5-Kişilerin özel yaşamı, kamu 
                çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.
                
                
                6-Soruşturulması gazetecilik 
                olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya 
                doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanamaz.
                7-Saklı kalması kaydıyla verilen 
                bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe 
                yayınlanamaz.  
                8-Bir basın organının dağıtım 
                süreci tamamlanmadan o basın organının özel çabalarla 
                gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı tarafından kendi 
                ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. Ajanslardan alınan özel 
                ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilir.
                9- Suçlu olduğu yargı kararıyla 
                belirlenmedikçe hiç kimse "suçlu" ilan edilemez.
                 
                10-Yasaların suç saydığı 
                eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça 
                kimseye atfedilemez.
                11-Gazeteci, kaynaklarının 
                gizliliğini korur. Kaynağın kamuoyunu kişisel, siyasal, ekonomik 
                ve benzeri nedenlerle yanıltmayı amaçladığı haller bunun 
                dışındadır.  
                12-Gazeteci görevini, taşıdığı 
                sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla 
                yapmaktan sakınır.  
                13-Şiddet ve zorbalığı 
                özendirici yayın yapmaktan kaçınılır.  
                14-İlan ve reklam niteliğindeki 
                yayınların bu nitelikleri, tereddüte yer bırakmayacak şekilde 
                belirtilir.  
                15-Yayın tarihi için konan zaman 
                kaydına saygı gösterilir.  
                16-Basın organları, yanlış 
                yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar.
                BİR BAŞKA AÇIDAN:
                 
                Şimdi bir de; konuya daha farklı 
                bir açılım kazandırmak amacıyla “Yardımcı Doçent Doktor Emel 
                Baştürk Akça’nın TASAM’da yayınlanan 04 Ekim 2008 tarihli 
                ‘Habercilikte Yeni Arayışlar Ve Hak Haberciliği’ başlıklı 
                makalesini inceleyelim:
                            Emel Baştürk Akça; “Bağımsız İletişim Ağı’nın 
                hak haberciliği” konulu, “Batman’da yaşananlarla ilgili olarak 
                Sabah gazetesi’nin haberi”, Curran, James’in “Medya ve 
                Demokrasi: Yeniden Değer Biçme” ve “Uzun, Ruhdan (2006)”, 
                “Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği” eser, 
                inceleme ve araştırmalarını baz alıp referans gösterdiği özgün 
                bir çalışma.  
                            Önce inceleme, değerlendirme ve önermeyi 
                dikkatle okuyalım:
                            BAĞIMSIZ İLETİŞİM AĞI’NIN HAK HABERCİLİĞİ
                            “Medya ve özelde de gazeteciliğe/haberciliğe 
                liberal demokrasilerin işleyişi içinde atfedilen hayati rol bir 
                süredir tartışılmaktadır. Medyada yaşanan tekelleşme, doğru 
                düşünceye, düşüncelerin serbest pazarında ulaşılabileceğini 
                savunan liberal görüşü sorunlu hale getirmiştir. Çünkü 
                düşünceler serbest bir pazarda dolaşma imkânını çoktan yitirmiş, 
                haber ve bilgi tekelleri oluşmuştur. Bu yazıda medyanın geldiği 
                bu noktada haberciliğin yeniden demokrasiyi besleyen temel 
                alanlardan birisi haline gelebilmesi için ortaya konan farklı 
                yaklaşımlar ele alınmıştır. Liberal yaklaşımın tam karşısında 
                konumlanan eleştirel perspektif içinde dile getirilen barış 
                gazeteciliği ve hak haberciliği kavramları açıklanmaya 
                çalışılmıştır.  
                LİBERAL DEMOKRASİ VE 
                HABERCİLİĞİN SORGULANMASI
                Sovyetler Birliği’nin 
                dağılmasının ardından 1990’lı yıllar, kimi çevrelerce 
                kapitalizmin mutlak zaferinin ilan edildiği yıllar olduğu kadar, 
                liberal demokrasinin mevcut süreçlerinin de sorgulandığı yıllar 
                olmuştur. Bir yandan liberal ekonomiye geçiş yapmaya çalışan 
                Bağımsız Devletler ve Doğu Avrupa ülkeleri batıyı kendilerine 
                model alırken, bir yandan da aslında bu modelin demokrasiyi ne 
                kadar sağladığı da tartışılıyordu.  
                Bu sorgulama süreci, liberal demokrasinin vazgeçilmez bir 
                parçası olarak değerlendirilen gazetecilik ve daha genel anlamda 
                medyanın rol ve işlevlerinin de sorgulanması sonucunu doğurdu. 
                Habercilik, hem medyanın ekonomik yapısı, hem de habercilik 
                pratikleri açısından yeniden masaya yatırıldı.  
                DOĞRU DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCE PAZARI
                Liberal görüşün savunduğu gibi, 
                doğru düşünceye düşüncelerin serbest pazarı içinde ulaşabilmek 
                mümkün müydü? Yoksa gittikçe yoğunlaşan tekelci sistem içinde 
                düşüncelerin serbestçe dolaşımı zaten mümkün değil miydi? 
                Ekonomi-politik yaklaşımlar bu sorular ışığında medyanın 
                ekonomik yapısının, haberciliğe yansımalarını tartışmaktaydı. 
                Liberal yaklaşıma göre kitle iletişim araçlarının özel mülkiyet 
                elinde bulunması ve siyasal iktidar tarafından bu araçların 
                doğrudan baskı altında tutulmaması, iletişim özgürlüğünün temel 
                ve yeter şartlarıdır. Ancak zamanla medyada yaşanan tekelleşme, 
                düşüncelerin pazarda serbestçe dolaşımı ilkesini geçersiz kılar, 
                haber ve bilgi tekelleri oluşmasına neden olur. Böylece liberal 
                yaklaşımın gazeteciliğe yüklediği işlevler de tartışmalı hale 
                gelir.  
                HABERCİLİK VE TÜCCARLIK !...
                Haberciliğin içine düştüğü bu 
                durum, liberal yaklaşıma hem içeriden, hem de dışarıdan 
                eleştirileri beraberinde getirir. Yine liberal yaklaşım içinde 
                kalınarak üretilen düzeltme çabaları, Avrupa’da “kamu hizmeti”, 
                ABD’de ise “toplumsal sorumluluk kuramı” adı altında karşımıza 
                çıkmaktadır. Bu düşünceye göre haberciler her şeyden önce bir 
                kamu hizmeti yapmaktadırlar ve kamunun çıkarlarını ön planda 
                tutarlar.
                Bu hizmetin iyi bir biçimde yerine getirilebilmesi için de 
                habercilerin, bazı profesyonellik ilkelerine bağlı kalmaları 
                gerekir. Başka bir ifadeyle, pazarın koşulları, düşüncelerin 
                serbestçe dolaşımını kısıtlayıcı bir işlev görse de 
                gazetecinin/habercinin profesyonel bir sorumluluk içinde olması 
                bu kısıtlamayı ortadan kaldırmanın bir aracı olabilir. 
                ‘Profesyonel sorumluluk’ ideolojisi, aslında liberal yaklaşıma 
                bir eleştiri getirmekten çok, piyasanın işleyişini 
                eleştirmektedir. Önerdiği çözüm ise Curran’ın da işaret ettiği 
                gibi yapısal bir reform yapmadan, medyanın demokratik rolünün 
                onarılmasına yöneliktir. “Haberin aktarılmasında sansasyona ve 
                önemsizleştirmeye dönük pazar baskılarının, bilgilendirmeye 
                bağlılıkla ortadan kaldırılabileceği düşünülür”.
                PROFESYONEL SORUMLULUK MODELİ
                Haberciliğin temel vurgusu 
                özgürlüklerden, habercilerin sorumluluğuna kaymıştır. 
                Habercilikte standart değerler belirlenmesi, haber değeri 
                kriterlerinden haber yazımına, haberin sunumuna kadar her alanda 
                belirli kriterler saptanmış olması, haberciliği kamuya ya da 
                topluma karşı sorumlu kılmanın yoludur. Profesyonel sorumluluk 
                modeli, elde edilen bilgileri doğrulamada, farklı kaynaklara yer 
                vermede ve muhalif yorumlamaları aktarmada belli kuralların 
                benimsenmesini önerir. Medyada etik üzerine yapılan çalışmaların 
                büyük bölümü de haberciliği belli standartlara bağla çabasının 
                ürünleridir.  
                Ancak bu çabalar, medyanın ekonomi-politik yapısını, 
                medya-iktidar/ideoloji ilişkisini tartışma dışı bıraktıkları 
                için buz dağının görünen kısmını düzeltmeye çalışmaktan öte 
                sonuçlar doğurmamaktadır.  
                Liberal yaklaşıma dışarıdan gelen eleştiriler ise, 
                yaklaşımın basın özgürlüğünün temel kriteri olarak gördüğü kitle 
                iletişim araçlarının özel mülkiyet elinde bulunması 
                düşüncesinden başlayarak, profesyonellik ideolojisini de 
                sorgularlar. Kitle iletişim araçlarının kar amacı güden özel 
                şirketlerin elinde olması, medyanın özgürlüğünü sağlamaktan çok, 
                onu piyasanın baskısı altına sokmuştur. Tiraj/rating kaygısı, 
                reklam verenlerin baskısı, siyasal iktidarla olan ilişkiler 
                basın özgürlüğünün önündeki temel engeller olarak durmaktadır. 
                ‘Profesyonel sorumluluk’ ideolojisi ise bütün bu yapının 
                sorumluluğunu habercilerin üzerine yüklemekte, haberde 
                yanlılık/taraflılığı habercinin kasıtlı manipülasyon çabasına 
                indirgemektedir. Oysa ki, haberciler ‘doğru’ ve ‘dürüst’ 
                habercilik yapmayı ilke edinse bile medyanın yapısı ve hatta 
                profesyonellik ilkelerinin kendisi bir yanlılığa neden 
                olmaktadır. Liberal görüşe dayanan etik çalışmalarının büyük 
                bölümünde olduğu gibi, ‘iyi’, ‘doğru’ haberin kriterlerini, 
                kurallarını belirlemeye çalışmak, öncelikle şu düşünceleri ön 
                kabul olarak almak demektir;  
                1- “iyi”, “doğru”, “gerçek” haber diye mutlak kavramların 
                olabileceği,  
                2- Yine bu kavramlara karşılık gelecek haber üretiminin de 
                mümkün  olabileceği,
                3- Basın Ahlak İlkeleri’nin, “doğru”, “dürüst” bir 
                gazeteciliğin yegâne sağlayıcısı oldukları…
                ELEŞTİREL YAKLAŞIM
                Eleştirel yaklaşım, haberin 
                ‘gerçek’in kendisi olduğu düşüncesini reddeder. Haber, gerçeğin 
                yeniden inşasıdır. Dolayısıyla ‘gerçeği’ olduğu gibi yansıtan 
                bir haber biçiminden söz edilemez. Ayrıca habercinin tarafsız 
                olabileceği düşüncesini de reddeder. Habercinin de bir 
                ideolojisi vardır ve haber, her şey önce dili kullandığı için 
                önce toplumdaki baskın ideolojiden, sonra da habercinin 
                ideolojisinden bağımsız olamaz. Habercilikte standart kurallar, 
                haberi ‘doğru’ ve ‘tarafsız’ kılmaz. Aksine bu kurallar, 
                değerler ya da kriterler, haberdeki yanlılığı gizlemenin 
                araçlarına dönüşmüştür.  
                Her gün meydana gelen yüzlerce olaydan hangilerinin haber 
                olarak seçileceğini belirleyen haber değeri kriterleri, hangi 
                konuda kimin görüşüne başvurulacağını belirleyen ‘akredite haber 
                kaynağı’ tanımı, haberlerin manşette ya da iç sayfalarda 
                değerlendirilmesini sağlayan ‘öncelik sıralaması’ ya da 
                hiyerarşisi, tekelci piyasa koşulları içinde işleyen bir medya 
                ortamında biçimlenmiştir. Bu kriterlerin bir sonucu olarak haber 
                metinleri, ekonomik ve siyasal iktidarı ve egemen söylemi 
                yeniden üreten metinlerdir. Haberler, söylem seçkinlerinin 
                görüşlerine başvurularak oluşturulur ve onların iktidarı yeniden 
                kurulur.  
                EKONOMİK VE SİYASAL GÜCÜN ROLÜ
                Ekonomik ve siyasal güce sahip olmayan (kadınlar, çocuklar, 
                yoksullar, işçiler, engelliler ya da muhalifler) medyada ancak 
                olumsuz biçimde haber olurlar. Yoksullukları nedeniyle muhtaç 
                duruma düştüklerinde, cinayete kurban gittikleri ya da istismar 
                edildiklerinde haber bültenleri ya da gazete sayfalarında 
                görünürler.  
                Bu durumlar dışında görüşlerine 
                çok az başvurulur.  
                Hatta kurban olduklarında bile 
                yaşadıkları mağduriyeti kendi dillerinden anlatmak imkânına 
                sahip olamazlar. İşte bu nedenle haberin kendisinin –kasıtlı bir 
                manipülasyon çabası olmasa da – yalnızca belli kesimlerin sesine 
                kulak veren, yanlı ve dolayısıyla hak ihlalleri içeren metinler 
                oldukları kabul edilmektedir. Eleştirel yaklaşımın medyanın 
                iktidar/ideolojiyle olan ilişkisi ve haber metinlerinin yapısal 
                olarak yanlılık taşıyan metinler olduğuna ilişkin görüşleri, 
                ideolojiyle ilgili çalışmaların da yoğunlaşmasıyla büyük ölçüde 
                kabul görmüştür. Şimdi üzerinde durulan şey, haberde yapısal 
                yanlılığa neden olan profesyonel haber pratiklerinin 
                dönüştürülmesi çabasıdır. ‘Alternatif habercilik’, ‘hak 
                haberciliği’, ‘barış gazeteciliği’ gibi isimler altında 
                habercilikte yeni arayışlara tanık olunmaktadır.  
                HAK HABERCİLİĞİ
                ‘Hak haberciliği’ kavramına 
                Bağımsız İletişim Ağı (BİA2)’nın isim babalığı/anneliği yaptığı 
                söylenebilir. Farklı bir habercilik anlayışını tartışan BİA, 
                geçtiğimiz yıl İletişim Fakültesi öğrencilerine “Hak 
                Haberciliği” ödülleri vererek, haberci adaylarının bu konuda 
                bilinçlenmesine öncülük etmeye çalıştı.  
                Hak haberciliği kavramı 
                öncelikle, medya metinlerinin ve özelde de haber metinlerinin 
                hak ihlalleriyle dolu olduğu düşüncesinden yola çıkmaktadır. 
                Haberciler, kendilerine öğretilen egemen haber üretme 
                ‘stratejileri’ne bağlı kalarak haber yaptıklarında, -bu yapının 
                kendisinden kaynaklı olarak- hak ihlallerine neden olurlar. 
                Haber etiğine ilişkin kurallar da bu hak ihlallerini engellemek 
                için yeterli değildir. Çünkü bu durum haberin, etik olup 
                olmamasından daha farklı bir şeydir. Haber metinleri etik 
                kuralları ihlal etmediği durumlarda da hak ihlallerine neden 
                olabilmektedirler.  
                Örneğin son birkaç yıldır 
                Batman’da yaşanan kadın ölümlerini, dokuz genç kızın intihar 
                karşıtı eylemine kadar gündeme taşımamak bir hak ihlalidir. 
                Haber değeri kriterleri açısından Batman’da yaşananlar, ölü 
                sayısı ciddi rakamlara ulaşana kadar haber değeri taşımamıştır. 
                Haberde kullanılan dil, farklılıkları ötekileştiren, ayrımcı bir 
                dildir. Kadınlarla ilgili haberlerde bu ayrımcılığı açık biçimde 
                görmek mümkündür.  
                Haberlerde, kadınlar eğer fail konumundaysalar, metin içinde 
                cinsiyetlerine yönelik bir vurgu neredeyse her zaman mevcuttur. 
                “Kadın bakanın şaşırtan açıklaması”, “kadın bakan bir kadını 
                kurtardı”, “kadın şoför alkollü çıktı”, “kızlar sokak ortasında 
                kavga etti”… gibi örnekler medyada karşımıza çıkan haber 
                başlıklarından bir kaçı.  
                HABER DİLİ
                 
                Habercilikte standartlaşmış 
                kurallar, haber dilini de belirler. Örneğin, siyasal iktidarın 
                açıklamaları “belirtti”, “bildirdi”, “açıkladı” gibi kesinlik 
                bildiren ifadelerle verilirken, sendikalar, işçi temsilcileri 
                gibi sivil toplum örgütleri ve muhalif grupların açıklamaları 
                iddia düzeyinde kalır. Bu sunuş biçimi, mevcut iktidarı 
                meşrulaştırır, ona olan güveni tazeler. İktidar/güce sahip 
                olmayanların düşünceleri, yapıp ettikleri ise en başından 
                ikincil konuma itilir. Peki, hak haberciliği dediğimiz şey 
                nedir?  
                Hak haberciliği, haberdeki hak 
                ihlallerini, ötekileştirmeyi, yok saymayı ortadan kaldırmak için 
                belirli ilkeler, kurallar belirlemekten öte, habercilerin habere 
                ve hak ihlaline bakışını değiştirecek girişimlere ihtiyaç 
                duyulduğunun altını çizmektedir. Habercilik, yalnızca olay 
                yerinde/anında olup biteni ‘doğru’ biçimde yansıtmanın ötesinde 
                bir sorumluluk gerektirmekte, insan hak ve özgürlüklerine 
                duyarlı bir bakış ve dilin yerleştirilmesi gerekmektedir.  
                POZİTİF AYRIMCILIK VE MEDYA
                Hak haberciliği, medyanın 
                tarafsız olamayacağı düşüncesini daha da ileriye taşıyarak, 
                idealize edilen biçimiyle bir tarafsızlık söz konusu olsa bile, 
                böyle bir tarafsızlığı hedeflememektedir. Medya, tarafsızlık bir 
                yana, medyada sesini duyuramayanların, görünür olamayanların 
                sesini duyurmak yönünde taraflı olmalıdır.  
                Başka bir ifadeyle medyada 
                pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.  
                Benzer biçimde barış 
                gazeteciliği de yalnızca habercilerin değil, tüm medya 
                çalışanlarının, savaşta tarafsız olmasını değil, barıştan yana 
                tavır alması gereğini savunur.  
                Hak haberciliği kavramı iki şeye 
                işaret etmektedir.  
                Birincisi, insan hakları 
                ihlallerinin medya tarafından izlenmesi, haber yapılması, 
                böylelikle korunup iyileştirilmelerine, demokratikleşmeye 
                katkıda bulunulmasıdır. Başka bir ifadeyle medyanın insan 
                hakları ihlalleri konusunda, bu alanda çalışan örgütlerle 
                birlikte hareket ederek, ihlallerin önlenmesi için çalışması 
                arzulanır.  
                Yukarıda verilen Batman’da 
                yaşanan kadın ölümleri örneğinde oldu gibi medyanın Batman’da 
                yaşananları, ölü sayısının büyüklüğüne bakmaksızın takip etmesi, 
                arkasında yatan nedenleri araştırması gerektiğini savunur.
                 
                İkincisi ise ilkini bir adım 
                daha ileriye götürerek, medyanın hem hak ihlallerinin takipçisi 
                olması, hem de bizzat medya tarafından yapılan hak ihlallerinin 
                de ortadan kalkması gibi bir düşünceyi ifade eder. İşte bizzat 
                medya tarafından yapılan hak ihlallerini önlemin yolu da egemen 
                haber pratiklerini, standart kuralları sorgulamak ve 
                dönüştürmekten geçmektedir.  
                BİA2 ve kadın örgütleri işe 
                medyada kadınlara yönelik olarak kullanılan ayrımcı ifadeleri 
                ortadan kaldırmaya çalışmakla başladılar. Kadının medyada 
                görünür olması, kendini bir iktidarın dolayımına ihtiyaç 
                olmaksızın ifade edebilmesinin yollarını aradılar. Bunun için 
                kadınların kendi yayın organlarına sahip olmaları, kendi 
                haberlerini kendilerinin yapması gibi yollar denendi. Ancak bu 
                girişimler şunu gösterdi ki ana akım medyada bir değişiklik 
                yaratılmadığı sürece, bu tür girişimlerin istenen hedefe 
                ulaşabilmesi çok zor.  
                Şimdi farklı bir habercilik 
                anlayışının daha geniş kitlelere anlatılması ve bu habercilik 
                örneklerinin çoğaltılması gerekmekte…  
                İNSAN HAKLARINA DUYARLI 
                HABERCİLİK
                Bunun için iletişim 
                fakültelerinden başlayarak, medya çalışanlarına insan haklarına 
                duyarlı bir habercilik anlayışı için eğitimler verilmesi 
                başvurulabilecek yollardan biri.  
                Nitekim BİA2 hem çeşitli seminerlerle, hem yayımladığı 
                kitaplarla hak haberciliğini anlatmaya çalışmakta. Ancak, insan 
                haklarına duyarlı bir haberciliğin yalnızca habercilerin 
                eğitilmesi yoluyla sağlanabileceğini düşünmek, bizi liberal 
                yaklaşım içinde anlattığımız ‘profesyonel sorumluluk modeli’ ile 
                aynı noktaya getirmektedir.  
                Daha açık bir ifadeyle, habercilerin insan haklarına duyarlı 
                bir bakış geliştirmesi gereğine vurgu yaparak, sorumluluğu 
                habercilerin omuzlarına yüklemektedir.  
                BARIŞ GAZETECİLİĞİ
                Barış gazeteciliği, hak 
                haberciliği gibi arayışlar, medyanın yarattığı hegemonyaya 
                direnme, bir karşı hegemonya yaratabilme umudu olarak oldukça 
                önemli çabalardır.  
                Ancak medyanın ekonomik yapısını göz ardı ederek, 
                habercilikte bir değişim yaratabilmek oldukça zordur. 
                Habercilikte yeni arayışların, liberal yaklaşım içinde 
                geliştirilen reform çabalarına yöneltilen eleştirilerden uzak 
                kalabilmesi için ekonomi-politik yaklaşımla desteklenmeye 
                ihtiyacı vardır.”  
                            YORUM:
                            Akademik bir yaklaşımla yapılan bu araştırma da, 
                tıpkı güncel versiyonları ve yakın dönem örnekleri gibi, 
                gazeteciliği salt habercilik düzeyinde ele almakta, esas amaç, 
                mana ve muhteva daraltmakta, güncel sorunlar irdelenmemekte ve 
                adeta mukayesesiz bir mesleki kavram kargaşası ortaya 
                çıkmaktadır.    
                            Bu durum, şimdilerde yıkılma ve yok olma 
                aşamasına gelen vahşi kapitalizm, insani değerler düşmanı 
                sosyalizm, henüz net bir tanıma kavuşamamış liberalizm ve aleni 
                insanlık düşmanlığı 70 yıllık uygulama sonucu sabit emperyalizm 
                ile komünizmin (sömürgeciliğin) doğal ve beklenir sonucudur. 
                Zira bunların tamamı hırs ve ihtirası öne çıkaran sistemlerdir. 
                Oysa Türk İnkılâbı ‘insanı öne çıkaran’ ve ‘insan için devlet’ 
                kavramını esas alan bir rejimdir. Ki, bu rejimin temeli ‘insanı 
                yaşat ki devlet yaşasın’ inancını racidir.    
                            Bu bağlamda mevcut medya insan hakları adalet ve 
                hukuka da saygılı değildir.   
                Temeli Birinci Dünya Savaşı öncesine dayanan ve İkinci Dünya 
                Savaşı ile ivme kazanan ‘yenidünya düzeni’ ütopyasınca üretilen 
                hegemonik anlamda profesyonel gazetecilik, ilk bölümlerde 
                tanımladığımız profesyonel sorumluluk ilkesini dejenere etmiş; 
                İlerleyen süreçte gazetecilik haberciliğe, ‘objektif habercilik 
                ve tarafsız yorumculuk’ da maalesef hâkim güç (iktidar) 
                yalakalığı ile bir çeşit halk dalkavukluğuna dönüşmüştür. 
                 
                Bu durum “liberal demokrasinin 
                vazgeçilmez bir parçası olarak değerlendirilen gazetecilik ve 
                daha genel anlamda medyanın (medyacılığın) güncel etki, rol ve 
                işlevlerinin de sorgulanması sonucunu doğurmuş; Habercilik, hem 
                medyanın ekonomik yapısı, hem de habercilik pratikleri 
                açısından” yeniden masaya yatırılmasını zorunlu kılmıştır.
                 
                Türk basın mevzuatı da 5680 
                Sayılı Kanunla başlayıp (1950) 5187 Sayılı yasaya (2004) kadar 
                yaşanan süreç de, bu değişim ve dönüşümün olumsuz etkilerinden 
                oldukça nasiplendi. Dünya örneklerinde olduğu gibi bizde de 
                zaman içinde sektörde/medyada oluşan tekelleşme, düşüncelerin 
                pazarda serbestçe dolaşımı ilkesini geçersiz kıldı. Buna paralel 
                haber ve bilgi tekelleri oluştu. Tarihi ilkeler bir kenara 
                itildi ve unutuldu. Böylece, gerçekten liberal yaklaşımın 
                gazeteciliğe yüklediği işlevler tartışmalı hale gelerek 
                sorunlaştı.  
                Avrupa’nın yıllar sonra 
                kavradığı, basın-yayın ve gazeteciliğin “kamu hizmeti”, ABD’ nin 
                ise “toplumsal sorumluluk kuramı” adı altında karşımıza 
                çıkardığı sözde yeni düşünceler aslında Türk İnkılâbının temel 
                fikirleridir. Bu sözde yeni düşünceye göre (gazeteciler değil) 
                haberciler her şeyden önce bir kamu hizmeti yapmaktadırlar ve 
                kamunun çıkarlarını ön planda tutmak zorundadırlar. Yani çağdaş 
                (!) denilen dünyanın bu gün geldiği nokta, Türkiye’nin ta 
                1930’larda bulunduğu ve yaşadığı noktadır.   
                SONUÇ: Bu gün kısaca ‘medya’ 
                dediğimiz ancak, zaman içinde bütünüyle habercilik alanında kene 
                gibi yoğunlaşan devasa bir sektöre dönüşen iş kolu; Ekonomik ve 
                politik yapısını (sırtını) medya-iktidar/ideoloji ilişkisine 
                dayamış bulunmaktadır. Bu meyanda halk arasında sıkça dile 
                getirilen “medya-mafya-siyaset” söylemi boşuna değildir. 
                Sektörün çıkar ilişkilerine dayalı bu yönü tabulaştırıldığı, 
                tartışma dışı bırakıldığı ve bir nevi dokunulmazlık zırhına 
                büründürüldüğü için görünen kısım sadece buz dağının su üstünü 
                temsil eder. Görünmeyen yüzü çok, karmaşık, girift, karanlık, 
                çözümsüz ve derindir.  
                Mesele demokrasi, hukuk ve 
                ahlaktan uzaklaşma, hegemonlaşma, tekelleşme ve tröstleşme 
                sürecinde vuku bulan Liberalleşme sorunudur. Konuyla ilgili 
                dışarıdan gelen eleştiriler ise, yaklaşımın basın özgürlüğünün 
                temel kriter olarak gördüğü kitle iletişim araçlarının özel 
                mülkiyet elinde bulunması düşüncesinden başlayarak, 
                profesyonellik ideolojisini de sorgulamaktadır. Kitle iletişim 
                araçlarının kâr amacı güden özel şirketlerin elinde olması, 
                medyanın özgürlüğünü sağlamaktan çok, onu piyasa baskısı altına 
                sokmuştur.  
                MEDYANIN İŞTİGAL (FAALİYET) 
                ALANI
                Oysa medyanın (gazeteciliğin) 
                tarafsızlık ve bağımsızlığını koruyabilmesi ve bu özelliğin 
                sürdürülebilir olabilmesi için medya şirketi, patronları, ortak 
                ve iştirakçilerinin; Basımevi (matbaa), yayınevi, ajans, gazete, 
                dergi, radyo, televizyon ve web dışında hiçbir imkan, kaynak, iş 
                ve iştigale sahip olamamaları zorunludur. Aksi takdirde, yani 
                medya patronlarının bakkal dükkanı dahil başkaca iktisadi, sınai 
                ve taahhüt işleri yapmaları halinde bunlardan şantaj, baskı, 
                rüşvet, istimal, yolsuzluk ve ülkemiz düşmanları ile iştirak ve 
                işbirliği dahil her şey beklenebilir.    
                Tiraj/rating kaygısı, reklâm 
                verenlerin baskısı, siyasal iktidarla olan ilişkiler basın 
                özgürlüğünün önündeki temel engeller olarak durmaktadır. 
                ‘Profesyonel sorumluluk’ ideolojisi ise bütün bu yapının 
                sorumluluğunu habercilerin üzerine yüklemekte, haberde 
                yanlılık/taraflılığı habercinin kasıtlı manipülasyon çabasına 
                indirgemektedir.  
                Oysaki haberciler ‘doğru’ ve 
                ‘dürüst’ habercilik yapmayı ilke edinse bile medyanın yapısı ve 
                hatta profesyonellik ilkelerinin kendisi bir yanlılığa nedendir. 
                Liberal görüşe dayanan etik çalışmalarının büyük bölümünde 
                olduğu gibi, ‘iyi’, ‘doğru’ haberin kriterlerini, kurallarını 
                belirlemeye çalışmak, öncelikle şu düşünceleri ön kabul olarak 
                almak demektir;  
                Sorunsalın irdelenmesinde baz alınan ‘eleştirel yaklaşım’ 
                haberin ‘gerçek’in ta kendisi olduğu düşüncesini reddetmektedir.
                
                
                Oysa burada söz konusu haberin 
                kendisidir ve cereyan ediş biçimiyle verilmek, olduğu gibi 
                kullanılmak zorundadır. Zira bu kamu vicdanının gereğidir. 
                Ancak, haberle ilgili yorum ve köşe yazılarında farklı yönlerden 
                incelenebilir, irdelenebilir, sebepleri üzerinde durulabilir ve 
                farklı anlamlar yüklenerek; Kaynaklandığı sorun konusunda çözüm 
                önerileri sunulabilir.  
                Ancak haber bu yola tevessül edilmemesi gerekir.
                Zira objektif haberciliğin, 
                doğrusal yönde gelişimini sürdürmesi lâzım gelen gerçek 
                gazeteciliğin icabı budur. Farklı yaklaşımlar ve haberi 
                konjonktüre göre sil baştan yeniden oluşturarak vermenin etikle 
                bağdaşır yönü yoktur.  
                Bu teşebbüs toplumu rencide ve 
                kamu vicdanını rahatsız eder.  
                BİLİM DIŞI YAKLAŞIMLAR 
                 
                Sektör iddiaları arasında 
                ‘haber, gerçeğin yeniden inşasıdır’ tezi vardır. Dolayısıyla 
                ‘gerçeği’ olduğu gibi yansıtan bir haber biçiminden söz 
                edilemez, denilmektedir. Ayrıca güncel görüş, habercinin 
                tarafsız olabileceği düşüncesini de reddederler. Mevcut sektör 
                ve (zihniyete paralel öğrenci yetiştiren) bilişim-eğitim 
                kurumlarına göre: Habercinin de bir ideolojisi vardır ve 
                habercinin (gazetecinin değil) işini yaparken bunu dikkate 
                alması son derece olağan ve doğaldır. Kaldı ki haber, haberci 
                tarafından her şeyden önce kendi ideolojik dilini, kalıplarını 
                kullandığı ve ideoloji doğrultusunda şekillendirdiği için önce 
                toplumdaki baskın ideolojiden, sonra da habercinin 
                ideolojisinden bağımsız olamaz. Habercilikte standart kurallar, 
                haberi ‘doğru’ ve ‘tarafsız’ kılmaz. Aksine bu kurallar, 
                değerler ya da kriterler, haberdeki yanlılığı gizlemenin 
                araçlarına dönüşmüştür.”  
                Yani bir anlamda günümüz 
                gazeteciliği ve/veya haberciliğinin sadece demagogluk ve 
                popülizm olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Ki, bu tür bir 
                gazetecilik veya yayıncılığın hem dünya geneli ve hem de Türkiye 
                düzleminde gerçekliği yoktur. İnandırıcılığı da olamaz.  
                Yine bu sakat zihniyete göre: 
                (maalesef yaşanan gerçek budur) “Haber metinleri, ekonomik ve 
                siyasal iktidarı ve egemen söylemi yeniden üreten metinlerdir. 
                Haberler, söylem seçkinlerinin görüşlerine başvurularak 
                oluşturulur ve onların iktidarı yeniden kurulur.” Bu da, 
                dördüncü güç bağlamında bilimsel bir gerçek ve doğal bir gerek 
                olarak topluma sunulmakta, böylece medya patronları tarafından 
                kurulu ‘saadet zinciri’ her şeye rağmen korunmaya ve 
                sürdürülmeye çalışılmaktadır.   
                BU BİR KAOSTUR
                İşte bu nedenle haberin 
                kendisinin –kasıtlı bir manipülasyon çabası olmasa da – yalnızca 
                belli kesimlerin sesine kulak veren, yanlı ve dolayısıyla hak 
                ihlalleri içeren metinler oldukları kabul edilmekte ve haklı 
                gösterilmeye çalışılmaktadır.  
                Bu çabasını inat ve ısrarla 
                sürdüren günümüz medya patronlarının büyük bölümü, yani kartel 
                medyası (akredite basın) siyaset ve ticaretin her alanına 
                yayılmış, topumu ulusal ve uluslar arası şirket ve iştirakleri 
                ile adeta ahtapotun kolları gibi sarmış bulunmaktadır.  
                Hatta o derece ileri giden medya patronları vardır ki, bu 
                gücünü hükümetler üzerinde baskı kurmak, devlet ihaleleri almak, 
                kamudan çıkar sağlamak, küresel emperyalist güçlerin 
                manipülasyonu doğrultusunda yönlendirmeler yapmak, psikolojik 
                savaşa alet olmak, daha da tatmin olmazlarsa şantaj ve darbe 
                yaptırmaya kadar kullanabilmektedirler.  
                ÜLKE VE DÜNYA BARIŞI İÇİN BÜYÜK 
                TEHLİKE
                Bu durum, her şeyden önce yerel 
                devletler ve dünya barışı için büyük bir tehdit ve tehlikedir. 
                Ama maalesef ülkemiz ve dünyada medya, içerik, kapsam, 
                anlam-kavramı, güç ve bağlam olarak bu tehlikeli noktaya kadar 
                taşınmıştır. Bunun başta gelen nedeni: İlmi kalite, siyasi 
                yeterlik, şahsiyet ve haysiyet yönünden yetersiz, buna mukabil 
                ihtiraslı politikacılar yüzündendir. Çünkü onlar, iktidarı 
                millete hizmet için değil çıkarları için istemektedirler.   
                
                
                Eleştirel yaklaşımın medyanın iktidar/ideolojiyle olan 
                ilişkisi ve haber metinlerinin yapısal olarak yanlılık taşıyan 
                metinler olduğuna ilişkin görüşleri, ideolojiyle ilgili açık 
                eğilim çalışmaların da yoğunlaşmasıyla büyük ölçüde kabul 
                görmüştür. Şimdi üzerinde durulan şey, haberde yapısal yanlılığa 
                neden olan profesyonel haber pratiklerinin dönüştürülmesi 
                çabasıdır. ‘Alternatif habercilik’, ‘hak haberciliği’, ‘barış 
                gazeteciliği’ gibi isimler altında habercilikte yeni arayışlara 
                tanık olunmaktadır.  
                Şimdi nasıl, iflas eden 48 
                yıllık siyasetin yeniden yapılanması zorunlu hale geldi ise, 
                gazetecilik, basın ve genel olarak medyanın da kendini 
                toparlaması, yukarda ve aşağıda açıklanan temel ilkeler 
                dâhilinde bir özeleştiri yapması ve kendi içinde bir sorgulama 
                ve yargılama cihetine gitmesi lazımdır.    
                Bu özeleştiri objektif norm ve 
                kriterler çerçevesinde gerçekleşir, politize oluş, Türkiye 
                aleyhine angajmanlara girmiş, iş takipçisi, soygun-vurgun 
                şebekesi ve şantaj organizasyonuna dönmüş paçavralar temizlenip, 
                ayıklanabilirse eğer, basın camiası kendini kurtarabilir. 
                 
                Kaldı ki medyanın bu özeleştiri, kendini bulma, kişilik ve 
                kimlik kazanma çabası; Hem hak ihlallerinin takipçisi olması, 
                hem de bizzat medya (kendi camiası) tarafından yapılan hak 
                ihlallerinin de ortadan kalkması gibi bir iyi niyet, yaklaşım ve 
                düşünceyi ifade eder. İşte bizzat medya tarafından yapılan hak 
                ihlallerini önlemenin yolu da egemen haber pratiklerini, yukarda 
                vazedilen ilkeler doğrultusunda mevcut aykırı standart ve 
                olumsuz kuralları sorgulamak, yargılamak ve dönüştürmekten 
                geçmektedir.  
                ANADOLU BASINI MESELESİ!..
                Çalışmanın sonuna yaklaşırken 
                burada iki önemli meseleyi vurgulamak isterim.
                Bunlardan birincisi aidiyet –bir başka anlatımla- anlayış 
                (format) ve tiraj konusu, diğeri de giderek üzerindeki baskılar 
                yoğunlaşan ve hayat damarları kopartılmaya çalışılan Anadolu 
                Basını meselesidir.
                Buna göre: Genel söylem 
                itibarıyla ‘Ali Kemal Medyası’, ‘akredite basın’ veya çok daha 
                yaygın bir ifadeyle: “Türkiye de Türkçe yayın yapan kökü 
                dışarıda yabancı medya” nın günlük tirajı 3 milyon civarında; 
                Ülkemiz ve halkımız adına tarihi trendini ısrarla sürdüren ve 
                ilkelerini kamu yararı yönünde koruyan ‘milliyetçi, sağcı veya 
                ulusal’ diye muhtelif tarz, format ve biçimlerde 
                tanımlayabileceğimiz milli basının tirajı ise, 60-70 bin 
                dolayındadır.   
                Keza, benzer formatta yayın yapan Radyo ve Televizyonların 
                da izlenme ve dinlenme oranları buna paralel olup; Akil insanlar 
                arasında bu durum büyük kaygı yaratmaktadır.  
                Şu kadar ki, söz konusu okuma, dinleme ve izleme oranları 
                genel nüfus ile birey bazında kıyaslandığında, 3 milyon 
                dolayında satış yapan, çokça dinlenen ve yoğunlukla izlenen 
                medyanın inandırıcı ve belirleyici olmadığı gözlendiğinden, bu 
                bir teselli unsuru olarak görülmektedir.  
                Anadolu Basını’na gelince:
                Özellikle son 7-8 yıldır ulusal 
                basın dediğimiz kartel medyası yerel ve bölgesel basını ele 
                geçirebilmek için büyük bir çaba içine girmiş bulunmaktadır. Bir 
                şekilde satın aldığı mahalli ve bölge gazetelerini ya derhal 
                kendine benzetmekte veya kapatmaktadır. Onun için önemli olan, 
                her şeyden önce “namuslu-dürüst, demokrat ve milli” basını 
                susturmaktır. Buna muvaffak olamadığı taktirde bazı kampanya ve 
                furyalarla Anadolu Basınını sesini kısmaya teşebbüs etmektedir.
                
                
                Son yılların en hain kalkışması 
                da mahalli basının gelir kaynaklarını kurutmaktır.
                Hedef: Yerel Basın’ın mahalli ilan kaynaklarını kendine 
                yönlendirmek, bu da mümkün olamıyorsa askı metodunu yaymaktır. 
                Bu hususta enteresan örnekler yaşanmakta, örneğin bazı ilanların 
                ‘tirajı en az 10 bin olan ulusal bir gazetede yayınlanması’ gibi 
                şartlar ihtiva ettiği sıkça görülmektedir. Bunun gibi 
                kısıtlayıcı ve sınırlayıcı tasarruflardan amaç, sadece ve 
                yalnızca Anadolu Basını köreltmek, dumura uğratmak ve 
                etkisizleştirmektir.  
                Görülen o ki, mesele bununla da 
                kalmamakta akredite medya mahalli basın kuruluşları ve yerel 
                medya derneklerine sızmakta, fitne-fesat yaratmakta ve tesanüdü 
                bozmak için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.  
                Bu teşebbüslerin pek çok amacı 
                ve anlamı vardır. En önde geleni ise mevcut ve mer’i mevzuat 
                uyarı oldukça büyüyen pastayı yandaşlarla paylaşmak, etki 
                alanını mümkün olduğu kadar genişletmek, gücünü ülkeyi idare 
                etme ve siyaseti belirleme yönünde kullanmak.    
                 
                İZLENMESİ GEREKEN İLKELER:
                Bu çalışmada üç ayrı ilkeler 
                grubu yerine göre açıklandı, değerli, dikkatli ve bilinçli 
                okuyucuların mukayesesine sunuldu. Son olarak “Basın Konseyi 
                Sözleşemesi” ni imzalayanların uymak zorunda (!) oldukları 
                ilkeleri dikkatinize arz edeceğim. Böylece, umarım Türk ve/veya 
                Türkiye medyasının içinde bulunduğu durumu, uyguladığı ilkeleri 
                veya ilkesizliği daha iyi görür, anlar ve bundan böyle hangi 
                gazeteyi okuyup, hangi radyoyu dinleyeceğinize ve hangi kanalı 
                izleyeceğinize daha sağlıklı ve bilinçli olarak karar 
                verirsiniz.  
                BU KARARINIZ ÇOK ÖNEMLİDİR!...
                Evet, alacağınız gazete (ister 
                okumak, ister resimlerine bakmak veya temizlik işlerinde 
                kullanmak için alın), dinleyeceğiniz radyo ve izleyeceğini kanal 
                çok önemlidir. Şunu asla unutmayınız ve göz ardı etmeyiniz ki: 
                Asırlardır düşman bizim zaaflarımızdan yararlanmakta ve 
                bilinçsizliğimizden beslenmektedir. Bu onursuzluk ve şuursuzluğa 
                tamamı müthiş derece milliyetçi ve ulusalcı olan ABD ve AB 
                ülkelerinde asla rastlayamazsınız. Peki, bizde niye?
                Türk’ler mutlaka ‘Türk, Türkiye, Din, değer ve ahlak 
                düşmanlarından” daha onurlu, sorumlu ve duyarlıdır. Bu 
                muhakkak!.. Haydi, şimdi bu hassasiyetimizi hayata geçirelim.  
                
                
                Basın konseyi sözleşmesini imzalayanların uymak zorunda 
                oldukları ilkeler;  
                01. Yayınlarda hiç kimse; ırkı, 
                cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü, sosyal düzeyi ve dini 
                inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.  
                02. Düşünce, vicdan ve ifade 
                özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din 
                duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da 
                incitici yayın yapılamaz.  
                03. Kamusal bir görev olan 
                gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez.
                
                
                04. Kişileri ve kuruluşları, 
                eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya 
                iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.  
                05. Kişilerin özel yaşamı, kamu 
                çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.
                
                
                06. Soruşturulması gazetecilik 
                olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya 
                doğruluğuna emin olmaksızın yayınlanamaz.  
                07. Saklı kalması kaydıyla 
                verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe 
                yayınlanamaz.  
                08. Bir basın organının dağıtım 
                süreci tamamlanmadan o basın organının özel çabalarla 
                gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı tarafından kendi 
                ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. ajanslardan alınan özel 
                ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilir.  
                09. Suçlu olduğu yargı kararıyla 
                belirlenmedikçe hiç kimse suçlu ilan edilemez.  
                10. Yasaların suç saydığı 
                eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça 
                kimseye atfedilemez.  
                11. Gazeteci, kaynaklarının 
                gizliliğini korur. kaynağın kamuoyunu kişisel, siyasal ekonomik 
                vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı haller bunun dışındadır.
                
                
                12. Gazeteci görevini, taşıdığı 
                sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla 
                yapmaktan sakınır.  
                13. Şiddet ve zorbalığı 
                özendirici, insani değerleri incitici yayın yapmaktan kaçınılır.
                
                
                14. İlan ve reklam niteliğindeki 
                yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde 
                belirtilir.  
                15. Yayın tarihi için konan 
                zaman kaydına saygı gösterilir.  
                16. Basın organları, yanlış 
                yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar.
        
          | 
      
      
        | 
         
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          51  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   KÜRESEL UYGARLIK KRİZİ… 
                
                Günümüzde yaşanan ve bütün 
                dünyayı derinden etkileyen kriz, gerçek anlamda bir uygarlık 
                krizidir. Görünen yüzüyle madde temelinde etkindir. İlerleyen 
                zamanda bilgi (!) çağının çöküşüne paralel, manevi etkileri de 
                ortaya çıkacaktır. Esas büyük sarsıntı odur. Yani bu gidişle 
                insanlık, madde ve manâ dengesini (ruh ve madde barışını) bozan 
                uygarlığın,  medeniyetten uzaklaşma, değersizleşme ve 
                yozlaşmanın bedelini çok pahalıya ödeyecektir.  
                Bu nedenle, dönemin çok iyi analiz edilmesi ve yaşanan 
                sorunların kökten incelenmesi şarttır. Süreçte mutlak ve 
                mukadder olan bir çöküşün etki ve tepki (tesir ve nüfuz) 
                alanının en aza indirilebilmesi hedeflenmelidir. Zira bütün 
                insanlığı tehdit eden çok boyutlu bir felâketin basiretle 
                önlenebilmesi, zamanı (dönemi-süreci) iyi anlamaya-bilmeye ve 
                şimdiki zamana, yakın ve uzak geçmişten ders ve ibret alarak 
                yoğunlaşmaya; En önemlisi de alternatif çözüm penceresinden 
                olaylara ve olanlara “inançlı ve bilinçli” bir gözle bakmaya 
                bağlıdır.  
                Çünkü maddeci, materyalist, 
                evrimci emperyalist, hegemonik, egoist ve goşist, Hegel, Marx ve 
                Darwin kafasıyla süreci durdurmak, felaketi önlemek, sorunlara 
                çözüm bulmak ve eko-sistem dahil  gidişatı ‘barışla’ 
                sonlandırmak mümkün değildir. Böylesi fos-boş düşünce 
                dayatmaları ve özgür insan yerine prototip yaratık (sürü) özlemi 
                çeken, entelektüel cahil, primitif tür, insani-ilmi değerler ve 
                erdemler (Cumhuriyet, demokrasi, adalet ahlâkı, hukuk ve 
                lâiklik) yönünden mutasyona uğramış fikri sefalet sahibi varlık 
                ve yaratıkların ürünüdür.  
                 Evet, küresel uygarlık adına on yıllardır sergilenen 
                vahşet, dehşet, egoizm ve bütün nimetlerine karşın yeryüzüne 
                uygulanan yıkıcı faşizm, tepkisini nispi bir krizle göstermiş ve 
                dünyayı yanlış “hor ve hakir” yönetenlere ihtarını vermiştir. 
                Her satırında bir hinoğlu hinlik saklı İnsan Hakları Evrensel 
                Beyannamesi, AB şartları, Kyoto protokolü falan da artık çare 
                değildir. Çözüm tekrar “medeniyete, ümrana ve insanlığa” avdet 
                etmektir.  
                İnsanlığa dönüşün öğesi bilinç 
                ve samimi inançtır. Bilinç Çağı’na geçiş; Namuslu, dürüst, 
                ilkeli, onurlu ve sorumlu olmaya, orijinali üretmeye, israftan 
                uzak, kanaat ve şükürle tüketmeye; İnsana, hayvana, havaya-suya, 
                hâsılı bütün yaratılmışlara “yaratandan ötürü” sahip ve saygılı 
                olmaya bağlıdır. (Hz. Yunus) Eğer insanlık aklını başına toplar, 
                hatalarını i’mar, tamir ve telâfi ederse, gidişat bilgi 
                çağından, ‘bilgelik ve insanlığa’ yani, Bilinç Çağı’na doğrudur. 
                Yoksa, Hazreti Muhammed’den önceki İslâm Peygamberi Hazreti 
                İsa’nın öğretisini tahrif eden ruhbanların insanları korkuttuğu 
                kıyamet anlamına milenyum kapıdadır!.  
                ŞİMDİKİ ZAMANA YOĞUNLAŞMAK   
                 
                ‘Şimdiki zamana yoğunlaşmak’, başta ekonomik, siyasal ve 
                sosyal sorunlar, krizler, kaoslar, bunalım ve buhranlar dâhil 
                “insanı ve insani fonksiyonları merkeze alarak” fiilen yaşanan 
                güncele odaklanmak.. İnsanların huzur, güvenlik, tabana yayılı 
                refah ve mutluluğu için kısa vadede çözüm aramak, kamu vicdanı 
                adına doğru tespitlerde bulunmak, orijinal ve objektif çözümleri 
                (adalet ve hukuku) dürüstçe uygulamak; Bu bağlamda aile, 
                yerleşkeler halkı ve bütün yaşam formları adına huzur-güven, 
                refah-saadet vesilesi olmak. Şirket, devlet, dernek-vakıf 
                yönetirken, meslek veya aile yaşamında bu zihinsel ve eylemsel, 
                ahlâki ve insani yoğunlaşma, odaklanmanın önemini idrak. Diğer 
                yandan, şimdiki zaman dilimi (an), geçmiş ve gelecek zamanların 
                sonsuzluğa uzanan seyri içinde evrensel düşünmekte, küresel 
                stratejik çerçevenin bilincinde olmakta birçok artı değer, fayda 
                ve zaruret vardır.  
                Bugünü anlamak, geleceği 
                oluşturmak ve güncel sorunları doğruca aşmak için bütün 
                zamanları kucaklayan bir boyutta düşünebilmelidir; Zira Müslüman 
                ‘çağdaş olan’ değil, çağlar üstü yaşayan, çağ açan ve bütün 
                çağlara ışık tutan, çağları aydınlatan üstün varlık, yani 
                “eşrefi (en şerefli) yüksek mahluk”tur. Bu sıfatla zalime ve 
                zulme karşı durmak, sadece maddi kalkınma, bencillik, israf ve 
                bilinçsiz tüketime dayalı uygarlıktan yana değil; İnsanlık âlemi 
                ve bütün dünyanın anlayış, uyum ve barış içinde “madden ve 
                manen” gelişmesini esas alan “medeniyetten” yana olmak zorunda 
                ve durumundadır. İnsan için dava, çözüm ve izlenmesi gereken yol 
                budur. Yani, önce kendinde-kendinle barış. Sonra: “Yurtta ve 
                cihanda barış”       
                Şimdi, değerli düşünür, akademisyen ve bilim adamı Dr. 
                Bahadır Kaleağası’nın TASAM’da yayınlanan benzer bir çalışma ve 
                araştırmasını alıntı (*) yaparak, konuyu yer-yer örtüşen ve 
                bütünleşen yaklaşımlarıyla “genel düşünce” mecraına taşımak ve 
                okuyanlara bir mukayese imkânı sunarak tamamlamak istiyorum.
                
                
                Açılım, tanım ve yaklaşımları 
                lütfen dikkatle inceleyiniz.  
                            “Dünyanın zamanı:
                 
                Yaşam yolumuzun ortasında, 
                Karanlık bir ormanda buldum kendimi.Doğru yol kayıptı.
                Dante 1300’lerin başında 
                tamamladığı (İlahi) Komedya başlıklı eserinde Cennet’ten 
                Cehennem’e inişi bu mısralarla tanımlıyor. Cahit Sıtkı 
                Tarancı’nın ‘Otuzbeş Yaş’  şiirinde olduğu gibi, Dünya gezegeni 
                de yolun yarısında, 4,6 milyar yaşında. Bir o kadar daha 
                yaşayacak, sonra Güneş soğuyacak, patlayacak. Bir metre küp 
                hacminde bir kutu düşünün. İçindeki kum tanelerinin toplamı 
                evrende hesaplanabilen yıldız sayısına eşit: 
                10.000.000.000.000.000.000.000. Daha okunaklı bir şekilde şöyle 
                ifade edilebilinir: evrende 100 milyar galaksi var. Her birinde 
                de 100 milyar yıldız. Güneşimiz bunlardan biri. Bir kum tanesi. 
                Gezegenimiz ise, bir kum tanesi bile değil. Evrenin 
                sonsuzluğunda bu kadar küçük kalan Dünya’nın üzerinde bu kadar 
                zengin bir doğa ve karmaşık bir insanlık uygarlığı olması çok 
                etkileyici. Nice olaylar, icatlar, savaşlar, ihtişamlar, 
                yıkımlar, yaratıcılıklar ve de milyarlarca yaşamlar geldi, 
                geçmekte.  
                Birçok canlı türü var oldu ve 
                kayboldu 4,6 milyar boyunca. Küresel ısınma, buzullaşma, 
                volkanik patlama gibi nedenlerle doğanın dengesi birçok kere 
                değişti. Yaşam yenilendi, devam etti. Milyonlarca yıl yalnızca 
                denizlerin içindeki yaşam türleri ikamet etti yeryüzünde. Daha 
                sonra milyonlarca yıl dinozorlar hüküm sürdü; ta ki uzaydan 
                büyük asteroitin yeryüzüne çarpması sonucunda soyları tükenene 
                kadar. Memeliler bu sayede gelişebildi daha sonraki milyon 
                yıllarda. İnsan cinslerinin ortaya çıkması 4,6 milyar yıllık 
                gezegen tarihinin yalnızca yüzde 0.15’lik bir bölümünü kapsıyor. 
                Homo Sapiens ise 230 bin yıllık bir geçmişe sahip. Son buzul 
                çağının bitmesi 10 bin yıl önce, yazının gelişmesiyle başlayan 
                tarih 6 bin yıllık. Elektrik 150, otomobil 110, televizyon 60, 
                internet yirmi yıllık zaman dilimlerinde gelişti. Belki de 
                insanlar daha önce de uygarlık kurdular ve yok oldular. Belki 
                batan uygarlıklar Atlantis ve Mû efsanelerinin dayandığı gerçek 
                bir geçmiş zaman var.  
                ‘Enerjiobur’ uygarlık: (**) 
                İnsanlar binlerce yıl teknik bir ilerleme içinde olmadılar. İlk 
                yontma taş aletlerle mikroçip arasında birkaç yüzbin yıl var. 
                Uzun çağlar boyunca teknolojik ilerlemenin doğa üzerindeki 
                etkileri yerel ve sınırlı kaldı. Sonra 19. yüzyılda Batı Avrupa 
                ve K. Amerika’da sanayi devrimi ile değişim olağanüsütü 
                hızlandı. Dünyanın ekonomik ve ekolojik dengeleri kökten 
                değişti.  
                Tarihin derinliklerinden 
                1850’lere kadar olan dönemde insanlığın enerji kaynakları 
                tüketimindeki artış eğrisi çok düşük seviyelerde. İkinci Dünya 
                Savaşı’na kadar uzanan yıllarda ise önce kömür, sonra petrol 
                yükseliyor.  
                Asıl dönüm noktası 1950. Savaş 
                sonrası Batı’da tüketim toplumuna geçiş, bağımsızlaşan eski 
                sömürgelerde patlayan kente göç ve kısmi ekonomik kalkınma ve de 
                teknolojinin küreselleşmesi. Altmış yıl içinde kömür, petrol, 
                doğal gaz, hidrolik ve nükleer enerji tüketiminde muazzam bir 
                patlama kaydedildi. Yıllık miktarlar üçe, beşe, onbeşe katlandı. 
                Son yüz yıl içinde dünya nüfusu beş kat, enerji tüketimi onsekiz 
                kat arttı. İlerleyen uygarlık etobur olduğu kadar aynı zamanda 
                enerjiobur.  ./…
                İnsanlık tarihinde ilk defa 
                1950’li yıllarda doğanlar, yaşamları sona ermeden dünya 
                nüfusunun ikiye katladığını gördüler. Yirminci yüzyılın başında 
                dünyalıların yüzde 10’u kentlerde yaşamaktaydı. Nüfusu 1 milyonu 
                geçen kent sayısı 1950’de 83, 2007’de 435 oldu. Dünya tarihinde 
                ilk defa nüfusun yarıdan fazlası kırsal alanda değil. Aslında 
                kent yaşamı enerji tasarrufu açısından verimli olabilir. Fakat 
                düzensiz kentleşme her yerde farklı derecelerde bir sorun. 
                Mumbai, Kahire, Sao Paulo, Pekin, İstanbul veya Paris gibi 
                farklı kentlerin karmaşık sorun yumakları var. Kaldı ki, 1 
                milyardan fazla insan gecekondu ile çöplük arasında 
                tanımlanabilecek alanlarda yaşıyor.  
                Ayrıca iki milyar insan 
                elektriksiz. Evlerinde priz yok. Elektrik faturası ödemiyorlar.
                H2O : Eski zamanlarda olduğu gibi, hala elektriğin sağladığı 
                kolaylıklardan ve refahtan yoksun yaşanabiliyor. Fakat 4,6 
                milyar yıllık Dünya tarihinde susuz yaşam mümkün olmamış. Bugün 
                ne yazık ki 1,3 milyar insan günlük temiz su tedariki 
                güvencesine sahip değil. Her yıl çoğu çocuk beş milyon insan 
                suya dayalı hastalıklardan ölüyor.  
                Büyük olasılıkla 4,4 milyar yıl 
                önce uzaydan düşen meteoritlerle gelen yaşam iksiri su aslında 
                yeryüzünde çok az bulunan bir madde. Uzaydan bakınca yeryüzüne 
                hâkim olan mavilik yalnızca yüzeyde. Gezegenin toplam kütlesinin 
                yüzde 0,2’si su. Bunun da ancak yüzde 0,3’ü insan tarafından 
                kullanılabilinir bir kaynak. Tüketimin çoğu içme suyu değil. 
                Yüzde 70’i tarıma, yüzde 20’si sanayiye gidiyor. Bir kilo buğday 
                için bin litre, bir bilgisayar çipi için otuz litre tatlı su 
                gerekmekte. Kişi başına tüketim her ülkede farklı: ABD’de 2 bin 
                500 m3, Fransa’da 1.900, Çin’de 700. Bu artık günümüzde dünyayı 
                anlamak ve yeni siyasetler üretmek için gerekli bir gösterge: 
                ‘su izi’.
                Mars’ta suyun belirtilerini 
                ararken, Dünya’daki kaynakları temiz korumak kaygısı giderek 
                artmakta. Birleşmiş Milletler araştırmalarına göre 2050 yılında 
                dünya nüfusunun yarısının su sorunu olacak. Ortada toplumsal, 
                ekonomik, teknolojik ve siyasal bir kriz var. Su yüzünden 
                1950’den beri 507 silahlı çatışma çıktı. En önemlisi, su ile 
                birlikte dünyanın canlı türleri de yok oluyor, ormanlar 
                seyrekleşiyor, arılar azalıyor, doğa kuruyor.  
                Doğal kaynaklarına ve yağış 
                miktarına bakıldığında Türkiye su yoksulu bir ülke ve durum daha 
                da kötüleşmekte. Temiz içme suyu, sanayinin suyu arıtması, 
                yenilenebilir su teknolojilerine yatırım gibi konularda Türkiye 
                de önemli atılımlar yapmak zorunda. Avrupa Birliği süreci bu 
                yönde olumlu etkide bulunur. Yeter ki siyasetçiler geniş zamanda 
                düşünebilen, şimdiki zamanda çözüm getirebilen bilgelikte 
                olsunlar.
                Karbon izi : Dünya bir alışveriş 
                merkezi. İnsanlar daha çeşitli yiyor, içiyor, tüketiyor, 
                geziyor. Son yıllarda UNDP gibi uluslararası kuruluşların da 
                katkısıyla açlık ve kıtlık sorunlarının çözümünde ilerleme var. 
                Fakat yiyecek üretimi, tarlaları ve hayvancılığı ile doğayı 
                yıpratmakta. Çünkü dünya tüketirken karbondioksit harcıyor, 
                iklim ısınıyor, doğanın dengesi bozuluyor. Son yirmi yılda 
                dünyanın gelir seviyesi yüzde 50, uluslararası ulaştırma trafiği 
                ise yüzde 170 arttı. Taşıtların enerji kaynağı yüzde 98 petrol.
                
                
                Günlük ürünlerin maliyetinde 
                ulaştırmanın payı en fazla yüzde iki. Dolayısıyla, ekonomik 
                değil ekolojik bir maliyet ön planda. Bir kap yoğurttan, cep 
                telefonuna her ürünün yapısında birçok ülkeden katkı bulunuyor.
                
                
                Binlerce kilometre ve tonlarca 
                karbondioksit söz konusu. Bir hevenk muzdan, kot pantolona her 
                ürünün atmosferde bıraktığı bir “karbon izi” var. İnsanlar ise 
                zaten evlerinde, kentlerinde, seyahatlerinde ve tüketimlerinde 
                gelecek kuşaklara kirli hava borcu devretmekteler.  
                Sorunlar iç içe. Bir taraftan 
                zengin ülkeler kendi tarım ve hayvancılık sektörlerine 
                verdikleri maddi destekle daha pahalı ürünler tüketiyor. Bu 
                yüzden, kalkınmakta olan ülkeler çok daha ucuz olan ürünlerini 
                ihraçta zorlanıyor.  
                Diğer taraftan, dünya ticareti 
                artınca, atmosferin ısısı yükseliyor. Zaten uçak kargosunda son 
                elli yılda 75 kat artış var. Havayolu taşımacılığı denizyoluna 
                göre 60 kere daha fazla karbondioksit yaymakta.
                Sera etkisi yaratan gaz 
                yayımında uluslararası trafiğin payı yüzde 25. Kentlerdeki 
                otomobillilerin de katkısı aynı oranda. Ciğerler zehirleniyor 
                her gün. 2020 yılına kadar dünyadaki otomobil sayısı 10 milyarı 
                aşacak. Petrol ise hızla tükenmekte..  
                İnsanlığın beslenme biçiminde önemli bir yeri olan 
                hayvancılık sera etkisini tetikleyen metan gazı, pirinç ise 
                önemli bir karbondioksit kaynağı. Dünya ekonomisinin 2009 
                sonbaharında içine düştüğü kriz girdabında, başta ABD, AB ve 
                Japonya ve hızla kalkınan ve kirleten Çin, Hindistan Rusya, 
                Brezilya ve Meksika gibi ülkelerin gündeminde şimdiki zamandan 
                geniş zamana yayılan asıl önemli konu da bu: küresel iklim 
                değişikliği.
                Çözüm zamanı: Bilinen insanlık 
                uygarlığı çok yeni. Çok çabuk da yok olabilir. Bugün hep kalıcı 
                varsayılan insanlığın izleri de kısa sürede silinir gider. 
                Örneğin insanlık yaşamı aniden son bulsa, New York metrosu iki 
                günde sular altında kalır, Panama Kanalı yirmi yılda toprakla 
                dolar, birkaç yüzyılda kentler yeni bir doğa örtüsünün altında 
                kalır.  
                Birkaç on bin yıl gibi kısa bir sürede ise ancak ileri 
                teknolojiye sahip arkeologların alanına dönüşüverir şimdiki 
                insanlığın kentleri, fabrikaları, fiber optik ağları. Belki yeni 
                bir uygarlığın, belki de başka bir gezegenden arkeologların ve 
                antroplogların. Tabii insanlığın gelecek yüzbin yıllara 
                bırakacağı kalıcı bir miras var: plastik, kimyasal ve zehirli 
                atıklar, çöpler. Bir de halen evrende sonsuz bir yolculuk içinde 
                olan şimdiye kadar ki tüm radyo ve televizyon yayınlarının 
                dalgaları; uygarlığımızın uzayda seyir halindeki sesleri ve 
                görüntüleri... Yüz milyarlarca yıldız sisteminden neden şimdiye 
                kadar başka bir uygarlıkla temas gerçekleşmedi? Belki de başka 
                gezegenliler Dünya’yı gözetliyor, farkında değiliz. Bir teoriye 
                göre ise, uygarlıkların galaktik seyahat teknolojisi üretmeye 
                ömürleri yetmiyor. Yükseliyorlar ve bir süre içinde kendilerini 
                yok etme eğilimleri baskın çıkıyor.  
                Dünya gezegeninde de insanlık için durum kötü fakat çözüm 
                yolları var. Cehenneme inmeye gerek yok. Her şeyden önce 
                sorunların teşhisi, toplumsal bilinç, sivil toplumsal 
                hareketlilik ve siyasal sorumluluk boyutlarında son yıllarda 
                büyük atılımlar gerçekleşti. Küresel sorunlar karşısında 
                uluslararası ortak çözüm yolları gelişmekte. Daha temiz ve etkin 
                enerji teknolojileri insanlık uygarlığını bekleyen yeni devrim 
                evresi olacak. Bireylerin tüketim davranışlarının değişmesi ise 
                belirleyici bir etken..Suyu, havayı, ormanları ve tüm canlıları 
                koruyan insanlar, seçmenler ve vergi mükellefleri. Yeşil üretim, 
                yeşil tüketim, yeşil devlet.  
                Mavi gezegen, beyaz kutuplar, yıldızlı geceler.
                 
                Yararlanılan Kaynak ve alıntılar:
                 
                (*)TASAM, 27.11.2008-Dr. Bahadır Kaleağası
                (**) Dünya’nın ekolojik geleceğini bilim ve sanatla 
                etkileşim içinde anlatan etkileyici bir sergi Nisan 2009 sonuna 
                kadar Brüksel’de: www.expo-terra.be  
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          52  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   MİLLİ SİYASETE DÖNÜŞ 
                
                Kelime ve kavram olarak “milli 
                siyaset” ve “milli devlet” 1924 Anayasası’nın temel umdesi 
                (vazgeçilmez ilkesi) olmasına rağmen, 1960 kalkışması büyük 
                ürküntü duyduğu ve menfur emelleri için sakıncalı gördüğü bu 
                esası lağvetmiş ve Atatürk’ün 36 yıllık kanuni esasisini çöpe 
                atmakta asla tereddüt etmemiştir.  
                ÜNİTER DEVLET VE MİLLİ DEVLET 
                MUKAYESESİ:
                Bunun yerine ikame edilen 
                “üniter devlet” kavramı temelde “unsurlar birliği”ni esas alır. 
                Yani: “Üniter devlet  (Etat unitaire, unitary state)”e, “tek 
                devlet” veya “basit devlet (Etat simple)” de denir. Buna mukabil 
                “Milli Devlet” daha mukavim (sağlam-güçlü) ilkeler ve daimi bir 
                konsensüs’ü içerir. Üniter devlet’in zaafı kurucu unsurların 
                (parçaların varlığını) de’facto olarak kabul etmesidir. 
                Danimarka, Fransa, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsrail, İtalya, 
                İzlanda, Hollanda, Japonya, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, 
                Yunanistan, Türkiye gibi devletler birer üniter devlettir.
                 
                ÜNİTER DEVLET’İN ESİN KAYNAĞI VE 
                GİZLİ GERÇEKLER:
                Şu kadar ki, 1961 Anayasası için 
                cuntanın esinlendiği örnek lâik köktencilik ve fanatik 
                evrimciliğin fundamentalist kalesi Fransa’dır. İnsani ve ilmi 
                değerlere karşı ağır bir başkaldırı ve kâfir derecesinde sapkın 
                fundamentalistler, insan formunun ne kadar sadist, bencil 
                (egoist) ve hayvanlaşabileceğinin baz örneklerini teşkil ederler 
                ve onlar emperyalizmin (kan emici vampirlik ve keneliğin) en 
                açık göstergesidirler. Fundamentalizm sadece ve yalnızca İsevi 
                inancına karşı bir direniş ve tepki değildir. Masonik ve 
                kabalist kökten gelişleri nedeniyle yer yüzünde tek dinin İslâm 
                ve Hazreti Adem’den, İslâm’ın son peygamberi Hazreti Muhammed’ e 
                kadar bütün Peygamberlerin Müslüman olduğunu çok iyi bilirler. 
                Onların ana davası insani bilinç, namuslu-dürüst, adaletli ve 
                doğru yaşam ilkelerini yok etmektir. Başkaca herhangi bir 
                ideolojinin de kendi fundamentalistleri (köktencileri) vardır. 
                Bu prototipler vahiy kaynaklı hâkim (orijinal) ahlâk 
                sistemlerini yerle bir etmek için oraya konmuş truva atları 
                gibidirler.  
                Adalet ahlâkı ve kadim hukuk penceresinden bakıldığında 
                bunlar, şeytanın askerleri, öncü ve sözcüleri gibidirler. Ama 
                onlar da -gerçektir ki- karanlıklar ve kâbusların ürünü olan şer 
                ve şeytani ideolojilerine çok sıkı bir biçimde bağlıdırlar. 
                Hatta, “insan insanın kurdudur” felsefeleri gereği en bağlı olan 
                da onlardır!.. Çünkü sistemlerinin insani ve ahlaki boyutu 
                yoktur. Mutlak edinim, yalan-talan, soygun-vurgun, güçlülerin 
                haklılığı ve çıkar ağırlıklıdır.  
                GÜÇLÜLERİN HAKLILIĞI
                Oysa bon-sens (erdemlilik, 
                haklıların güçlülüğü) zordur. Cahil nefse ağır gelir.  
                Onlar, laik fundamentalizmi yeryüzünde hakin kılmak için 
                durmadan “izm” üretirler.  
                Bu nedenle “dünyadaki bütün izmler iğrençtir” Bu laf büyük 
                bilim adamı Cemil Meriç tarafından söylenmeden önce de bu 
                böyleydi, hala da öyle. Hakikat Mustafa Kemal Atatürk ve 
                Cumhuriyet’in kurucu unsurları tarafından çok iyi bilindiği ve 
                kavrandığı içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti, bu lanetli izmler 
                temelinde inşa edilmemiş; Emperyalizmin korkulu rüyası olan 
                “insan odaklı” fazilet anlamında ve Cumhuriyet bağlamında 
                kurulmuştur. Zira  milyonlarca insanın katili olan kapitalizm ve 
                emperyalizm insani boyut ve bilinç toplumuna, adalet, hukuk ve 
                evrensel barış ilkelerine aykırıdır.  
                Ama buna rağmen, başta ABD-AB 
                (vahşi batı) olmak üzere; Zulmün zalim havarileri (paraya, 
                şehvete ve şöhrete tapan) fundamentalistler, aklınıza 
                gelebilecek her yerde ve her konuda, her fikirde, hatta müzik 
                gruplarının hayranları olarak, önce dernekleşerek (stk) sonra da 
                cinsi sapık bir zihniyetle kendileri gibi düşünmeyenlere 
                saldırarak iyiliği inkâr, hak, adalet, hakikat ve hukuku ret, 
                fanatizm ve körlükte sınır tanımayan, saç telinden ayak 
                tırnağına kadar uzanan bir körlük, kötülük ve koyu taassupla 
                yaşamaya ve nefret yaratmaya devam ederler.
                Üstelik bu primitif varlılar ve mutasyon mağduru tipolojiler 
                kendilerini aydın sanırlar.  
                Oysa bunların ilham kaynağı ve dayanağı, sadece muzlim 
                karanlıklar ve zalimlerdir.
                Bilgi çağının çökmesi, eko-sistemin bozulumu ve dünyanın 
                iğrenç bir yer olmasında sorumlular listesi yapılsa, bu 
                varlıklar baştan ilk üçe rahatça girerler. Lâkin sahip oldukları 
                izm etiketi nedeniyle ideolojileri o listelerde gözükür. 
                Soykırımın kara kitabı, bilmem neyin katliam politikası diye 
                anlatılır dururlar. İnsanlık âlemi onları (keneleri) çok iyi 
                bilir ve tanır.  
                ANALİTİK TANIM, ARADAKİ FARK VE 
                İNCE AYAR
                Üniter devlet, anayasa hukuku 
                metinlerinde, devletin, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve 
                keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik 
                özelliği gösteren devlet şeklidir. O halde, üniter devleti, 
                devletin unsurlarında ve organlarında teklik özelliğiyle 
                tanımlanmakta, ancak, milli devlet’in aksine azınlıklar dışında 
                da “unsurların varlığını” kabul etmektedir. Nitekim ülkemizde 
                1961 öncesi her hangi bir unsur, başkaca bir halk veya etnik kök 
                dillendirilmez iken, üniter devlet lâfzı ile bu dillendirme 
                önceleri de’facto sonraları ise alenen yapılmaya başlamıştır.
                
                
                1.Devletin Unsurlarında Teklik
                Devlet, ülke, millet ve 
                egemenlik unsurlarından oluştuğuna göre, üniter devlette, tek 
                ülke, tek millet ve tek egemenlik vardır. Diğer bir ifadeyle 
                üniter devlet, tek bir ülke üzerinde, tek bir milletin, tek bir 
                egemenliğe tâbi olduğu devlet şeklidir. Bu nedenle, üniter 
                devlette, devleti oluşturan unsurlar tek ve bölünmez bir 
                bütündür. (DENİLİR!..) Şöyle ki:  
                a) Üniter devlette, devletin 
                ülkesi tek ve bölünmez bir bütündür. Şüphesiz ki, üniter 
                devletin ülkesi de “il” ve “ilçe” gibi birtakım bölümlere 
                ayrıllır. Ancak bunlar, basit idarî bölümlemelerdir. Bu 
                birimlerin sadece idarî yetkileri vardır. Yasama ve yargı 
                yetkileri yoktur. Bunların hepsi aynı egemenliğe tâbidir. 
                Hepsinde aynı anayasa ve aynı kanunlar, kısacası aynı hukuk 
                düzeni uygulanır.   
                b) Diğer yandan üniter devlette, 
                millet unsuru da tek ve bölünmez bir bütündür.  
                Milleti teşkil eden insanların millet unsurunu 
                oluşturmalarında din, dil, etnik grup vb. bakımlardan ayrım 
                yapılamaz. Üniter devlette “toplum”lar veya “cemaatler” 
                temelinde egemenlik yetkilerinin kullanılmasında farklılık 
                yaratılamaz. (!) Üniter devlet sadece yer bakımından federalizme 
                değil, aşağıda göreceğimiz cemaatler bakımından federalizme yani 
                “korporatif federalizm”e de kapalı ve karşıdır.  
                c) Nihayet üniter devlette 
                egemenlik de tek ve bölünmez bir bütündür. Tek olan egemenliğin 
                sahası bütün ülkedir. Bu egemenliğe tâbi olan da bütün 
                millettir. Egemenliğin kaynağı bakımından da ayrım yapılamaz.
                
                
                Dikkat edilirse eğer, a, b, c 
                tanımlamalarında yer alan çok ince bir ayardır. Ki bu 24 
                anayasasında söz konusu bile değildir. Dolayısıyla, başta AB 
                dayatmaları olmak üzere bölge bazında oluşturulmaya çalışılan 
                “Kalkınma Ajansları”nın bile yasal dayanağı bu tanımlardan 
                kolaylıkla çıkabilmektedir. Aynı bağlamda; “Türkiye’de Kürt v.b. 
                sorunu var” demek de suç olmaktan çıkmıştır. Oysa Türkiye’nin 
                gerçekte her hangi bir etnik sorunu yoktur.   
                2.Devletin Organlarında Teklik
                Üniter devlette, devletin ülke, millet ve egemenlik 
                unsurlarında teklik olduğu gibi, devletin yasama, yürütme ve 
                yargı organları bakımından da teklik söz konusudur.  
                a) Üniter devlette tek yasama 
                organı vardır. Ülkenin bütünü için geçerli kanunlar, merkezde 
                bulunan tek bir yasama organı tarafından yapılır. Örneğin 
                Türkiye’de tek yasama organı Ankara’da bulunan TBMM’dir.  
                b) Üniter devlettin yargı organı 
                da üniter niteliktedir. Şüphesiz yargı organı üniter devletlerde 
                de mahiyeti gereği birçok mahkemeden oluşur. Ancak, ülkenin her 
                yerinde aynı tür mahkemeler vardır ve bunların üst mahkemeleri 
                aynıdır. Bir üniter devlette, birden fazla ceza mahkemesi, 
                birden fazla idare mahkemesi olabilir; ama  iki tane Yargıtay, 
                iki tane Danıştay olmaz.  
                c) Üniter devlette, yürütme 
                organı bakımından esas itibarıyla bir “bütünlük” vardır. Yürütme 
                organının tepesinde, parlâmenter hükûmet sistemlerinde “bakanlar 
                kurulu”, başkanlık sistemlerinde “başkan” vardır. Bakanlar 
                kurulu veya başkana şimdilik “merkezî idare” diyelim. Üniter 
                devletlerde yürütme yetkisi esas itibarıyla, bu “merkezî 
                idare”de toplanır. Ancak, ülke genelinde bütün yürütme ve idare 
                fonksiyonunun, başkentteki bu “merkezî idare” tarafından yerine 
                getirilmesi mümkün değildir. Yani, üniter devletin yürütme ve 
                idare organlarının mutlak bir şekilde üniter nitelikte olması 
                imkansızdır. İşte bu nedenle, üniter devletlerde de, idare 
                organının tekliği mutlak nitelikte değildir. Bu bakımından 
                üniter devletler, kendi içinde “merkezî üniter devlet” ve 
                “adem-i merkezî üniter devlet” olmak üzere ikiye ayrılabilir.
                
                
                İkinci bölüm açıklama ve tanımlamalarında görüleceği üzere, 
                sistemde derin çatlaklar ve çelişkiler vardır. Örneğin: (a) 
                şıkkına göre yasama organı tektir. Ama oluşum biçimi milli 
                devlette “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin” iken, 1961 
                yapılanması, siyasi partiler ve seçim mevzuatında giderek 
                halktan ayrışma ve laik Fransız fundamentalizmi yönünde 
                örgütlenen seçkinci elitlere idareyi terk ve teslim anlayışı 
                yatmaktadır. İlerleyen süreç içinde bu kaygı gerçekleşmiş ve 
                sonuçta politika oligarşik bir yapılanmanın eline geçerek, 
                millet ve milli irade mefhumları adeta tarihe karışmıştır.
                (b) bölümünde tanımlanan mahkeme 
                ve yüksek mahkeme tanımı da aldatmacadır. Zira bugün sivil 
                alt-yerel ve yüksek mahkemelerin tamamı askeri örgütlenme içinde 
                de vardır. Üstelik durum demokrasinin kurumsal yapısı, eşitlik, 
                insan hakları, adalet ve hukuk ilkesine açıkça aykırılık teşkil 
                etmesine rağmen…
                Buna mukabil “Milli Devlet” modelinde “kuvvetler birliği” 
                esası geçerli olup; Tek kuvvet ve tek irade millettir. Millet 
                adına bu yetki, bütün kurumları kapsamak üzere TBMM tarafından 
                kullanılır. Üstelik 1924/28 anayasasında geçerli siyasi partiler 
                mevzuatı 1946 -50 şekillenmesi ile “Millet iradesinin devlet 
                idaresinde” çok şeffaf ve dürüst bir şekilde temsiline imkan 
                vermektedir. Mevcut düzende buna imkan ve ihtimal dahi yoktur.
                
                
                MUKAYESELİ BİLİM VE AÇILIM
                Bilindiği üzere ülkemiz, kavga, kargaşa, anarşi, 
                terör-tedhiş, kriz, bunalım ve buhran gibi kavramlarla 1960’dan 
                sonra tanışmıştır. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 müdahalelerinin 
                sebebi hikmeti de 1961 anayasasıdır. 1982 Anayasası ise 61’e 
                göre geriye gidiş, ancak ülke şartlarına göre 1924 anayasasına 
                yöneliştir. Çünkü 1924 (1928) anayasası, Atatürk, Türk ve 
                Türkiye düşmanları tarafından ilga edilmeseydi, şu an için 
                Türkiye istiklal ve istikrarın en tepesinde / zirvesinde olacağı 
                gibi, dünyanın da en zengin ve güçlü devletleri arasında 
                olabilir, çağdaş medeniyet seviyesini aşabilir ve konjonktürel 
                bağlamda bir-kaç belirleyici aktör arasına pek alâ girebilirdi.
                
                
                11 Kasım 1938 – 13 Mayıs 1950 
                dönemi hezimetinden sonra, 14 Mayıs 1950’den itibaren kazanılan 
                ivme ve tekrar hayata geçirilen Atatürk ilkeleri ve Türk 
                İnkılâbı bunu başarmaya muktedir olduğunu göstermiş ve 
                ispatlamıştı. Mukayeseli bilim, siyasi tarih, ülke ve dünyanın 
                genel gidişatı bunu açıkça göstermektedir. 1970, 80 ve 90’lı 
                yıllarda üst üste yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal krizler, 
                tarihe karışan hakkı müktesepler ve devlet beş sente muhtaç 
                düşürülürken; Kendileri dünyanın sayılı zenginleri arasına giren 
                politik-ACI, kapitalist ve yerli emperyalistler, adeta savaş 
                zengini gibidirler. Günümüzde yaşanan kriz,   
                Bunalım, buhran, gerilim, anarşi-terör ve tedhiş bu 
                Cumhuriyet, hürriyet, adalet, hukuk, ahlak ve demokrasi 
                düşmanlarının eseridir.  
                            Sistemi tıkayan, ülkeni önünü tutan, yolunu 
                kesen zihniyetin sahibi de onlardır.
                            Şimdi “onlar kim” diyeceksiniz!..
                            Buyurun inceleyelim: 
                 
                ŞİMDİ BU DÖNEMİ YENİ BAŞTAN 
                İNCELEYELİM     
                Birinci Cumhuriyetin fiilen sona 
                erdiği gün olan 10 Kasım 1938, Türk milleti için 12 yıl 
                aralıksız sürecek olan ve ancak 14 Mayıs 1950’de, demokratik bir 
                halk hareketi ile “dur” denilebilen mâkus talihin (diktatörlük, 
                despotizm ve dönme-devşirme, ateist-pagan-sabetaist, şaibeli ve 
                şer kadroların bürokrasiye taşındıkları faşizmin) başlangıç 
                tarihidir.  
                Ertesi gün, asrın devlet adamını kaybetmekten dolayı bir 
                yanda derin bir hüzün, diğer tarafta devletin geleceği ve bekası 
                yönünden ağır basan endişe ve kaygı yaşanmaktadır. Sonuçta, 
                kaygı galip gelmiş ve literatürel anlamda “İkinci (sanal) 
                Cumhuriyet” olarak adlandırabileceğimiz yeni dönemin 
                başlangıcında sağduyu sahipleri (Kemalistler) haklı 
                çıkmışlardır. Zira, artık, Atatürk döneminde temelleri atılan ve 
                sistematik bir düzenle yaşam boyutuna ve devlet hayatına 
                geçirilmeye başlanan “demokrasi”, “insan hakları” (halkçılık), 
                “adalet” ve “hukukun üstünlüğü” ve bu norm (objektif) ilkelere 
                dayalı “lâiklik-lâyiklik” gibi kavramlar artık yoktur. Çok kısa 
                bir sürede, bütün esas ve unsurları ile fiilen ve resmen bir 
                karşı devrim başlatılmış, halkı kucaklayan ‘inkılap’ süreci 
                kapatılmış, adına ‘devrim’ denilen zorbalık dönemi başlamıştır. 
                Akabinde Atatürk usulen ve tefhimen “ebedi şef” ilân edilmiş ve 
                kadrocuların öteden beri özlem duydukları ve ilhamını İtalyan 
                faşizmi ile gayri ahlaki, aykırı lâik Fransız 
                fundamentalizminden aldıkları “milli şef” ile tam bir 
                diktatörlük tesis ve ilân edilmiştir. (Önemli not: Orijinal 
                anlamda lâiklik yani Atatürk’ün deyimi ile lâyıklık esasta bir 
                İslâmi terimdir. Herkesin özgürce din seçebileceği ve inandığı 
                dini, icaplarına uygun olarak yaşayabileceği anlamına gelir. 
                İnanma ve inandığı gibi yaşama hürriyeti.)   
                GİZLENEN REJİM: KEMALİZM (Türk 
                İnkılâbı)  
                Bu süreçte, Türk inkılâbının izleri, Atatürk ilke ve 
                inkılâpları ve Cumhuriyetin 16 yıllık eserleri şuursuzca yok 
                edilmiş; Stalin’in, Lenin’i silme harekâtında bile göze 
                alamadığı madeni para ve banknotlardan kurucu liderin (Atatürk) 
                resmi ve ismi dahi silinip atılmıştı. “Halka rağmen-halka 
                hizmet” ve “halk için devlet” değil “devlet için halk” anlayışı 
                ile yönetimi ele geçirenler “sözde batılılaşma”, büyük 
                Atatürk’ün vefatını fırsat bilen vahşi batılı emperyalistler ise 
                “Sevr’in intikamını almak ve Lozan’ı yok saymak” adına, (dahili 
                bedhahlar ile işbirliği içinde olarak) istiklâl savaşıyla kutsal 
                topraklardan kapı dışarı edilen bütün “kapitalist ve emperyal” 
                emel ve menfur amaç sahiplerine ülkenin kapılarını ardına kadar 
                açmış ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinden 
                saptırılması-arındırılması ve uzaklaştırılması için, milli 
                devletin temellerine dinamit koymak, yükselen değerleri 
                (milliyetçilik, din, dil, Türk kültürü vd) her ne gerekiyorsa 
                (maalesef) hepsi fazlasıyla yapılmış ve yaptırılmıştır.  
                Atatürk ilkeleri ile bütün esas 
                ve unsurları dahil Türk inkılâbının yok sayıldığı, Kemalizm’in 
                gizlenmek, hafızalardan silinmek ve tarihin karanlıklarına 
                gömülmek istendiği bu dönem; Seksen yılı mücavir Cumhuriyetin 
                kayıp ve karanlık, despotluk ve koyu-kara diktatörlük 
                yıllarıdır. İnönü hem cumhur başkanı ve hem de Halk Partisi 
                genel başkanı, devletin vali, kaymakam ve belediye başkanları 
                ise dikta partisinin il ve ilçe başkanlarıdır. Halktan kopuk, 
                seçkinci, zengin-güçlü, varlıklı ve esas itibarıyla kapitalist 
                ve emperyalist eğilimli; Milli ve manevi değer yoksunu, 
                dini-imanı para, kâbesi vahşi batı olan, halk düşmanı bir kadro 
                devleti ele geçirmiş olmakla;  
                Büyük Atatürk ve Türk 
                inkılâbının “Avrupa’nın endüstriyel veri, bilim ve salt 
                teknolojisinden yararlanma” esaslı batı politikası bu defa; 
                Tefessüh etmiş bir medeniyetten kültür ithal etme gaflet ve 
                dalâletine dönüştürülmüş ve adına “batılılaşma” denilerek, önce 
                Cumhuriyetin lâiklik anlayışı ret ve inkâr edilip “dahili 
                bedhah, ateist-pagan, din düşmanı ve sabetaist zümrece pek 
                beğenilen Lâtin-Grek ve Anglosakson bozması bir tür din, vicdan 
                ve insanlık düşmanı anlayış ‘lâiklik’ adı altında ithal ve 
                ikameye kalkışılmıştır. Böylece yakın tarihin en büyük Atatürk, 
                Türk ve insanlık düşmanlığı icra ve ifa edilmiş ve batının 1000 
                yıllık arzu, hedef ve ihtirası hayata geçirilmiştir.  
                Zira, Atatürk ve Türkiye 
                Cumhuriyetine karşı, Gümrük Birliğine katılma, zorunlu eğitimi 
                bilim, din-ahlak ve sanat öğrenimini yok etme pahasına sekiz 
                yıla çıkartma gaflet, ihanet ve dalâletinden önceki en büyük 
                hıyanet budur. Bu vakıayı her kesin bilmesi ve her kesimin 
                kabullenmesi, yargılaması ve sorgulaması şarttır.  
                Ki, bundan böyle; Gerçek anlamda 
                aydınlık, arı-duru, ilkeli-onurlu, sorumlu, namuslu-dürüst, 
                temiz ve berrak, vatan topraklarında hâkim ve “milli devlet” 
                olarak hükümran bir vasıfla bu yolda ve bu uğurda emin adımlarla 
                yürünebilsin...  
                Mâkus (kötü) talih ve tarihin 
                tekerrür etmemesi (tekrarlanmaması), ibret ve ders alınması 
                bakımından; “TBMM’nin üstünde ve üyeleri seçimle değil atamayla 
                gelecek” faşist bir konseyin dahi kurulmasına kalkışılmış 
                kapkara bir döneme, biraz daha (oralara) gerilere dönüp bakalım.
                ÜÇÜNCÜ CUMHURİYET
                 
                İkinci (sembolik) Cumhuriyet, 
                Ocak 1946’da, büyük Atatürk’ün en büyük ideal ve özlemi olan 
                “çok partili siyasi hayata geçilmesi ile” derinden sarsılmış, 
                bütün karşı devrim, (inkârcı duruş) ve ısrarlı direnmelere 
                rağmen 4.5 yılda tükenmiş, 14 Mayıs 1950’de ise, Türk milleti 
                tarafından “bir BEYAZ İHTİLÂL ile” ülke fiilen kurtarılarak, 
                karanlık ve kâbus dönemi resmen sona erdirilmiştir. (Gerici, 
                yobaz ve irticai kesimler bu harekete karşıdevrim demek 
                utanmazlığını gösterirler) Olaya tarafsız gözle bakar ve 
                objektif bir değerlendirme yaparsak, başlayan süreci bu defa 
                “Üçüncü (GERÇEK) Cumhuriyet dönemi” olarak adlandırabiliriz. 
                Zaten bunun böyle olması gerekir. Zira, bu dönemler arasında çok 
                derin uçurumlar ve farklılıklar vardır. Başka bir şekilde 
                tanımlamak ve açıklamak da mümkün değildir. Zira, Atatürk’ün ve 
                Türk İnkılâbı’nın “halkçılık” felsefesine uygun biçimde “halkın 
                iktidar olduğu” iki dönem vardır. 1923-1938 ve 1950-1960 arası. 
                Yani, birinci ve üçüncü Cumhuriyet... Zira, Cumhuriyet, 
                demokrasi ile kaim ve daim bir rejimdir. Bütün usul, esas, kurum 
                ve kuruluşları ile demokrasi olmaz ve “CUMHURİYET FAZİLETTİR” 
                ilkesi bütün onur ve erdemi ile fiilen yaşanmazsa cumhuriyetten 
                bahsetmek mümkün değildir.  
                Tasnife göre, ancak 10 yıl devam edebilen bu “Üçüncü 
                Cumhuriyet dönemi” “Türk İnkılâbına ait” kaybolan 
                (kaybettirilen) bütün değerlerin büyük bir özenle tekrar hayat 
                bulduğu, ülkemiz ve insanımızın baskı, zulüm, işkence, eziyet ve 
                esaretten, despotluk, diktatörlük ve faşizmden kurtularak, 
                özlenen “milli rejim” Kemalizm’ e kavuştuğu, “milli devlette” 
                huzur, güven, insicamın ve istikrarın sağlandığı, halkın 
                devletle, devletin halkla barıştığı, Cumhuriyet ve demokrasinin 
                “millet iradesinin devlette” tecelli-i ile örtüşüp, bütünleştiği 
                ve devletin halk tarafından idare edildiği, demokrasinin “bütün 
                usul, esas, kurum ve kuruluşları ile” temayüz ettiği adeta bir 
                “asrı saadet” dönemidir. Atatürk döneminde ortalama % 23.5 olan 
                kalkınma hızına, Celâl Bayar ve Menderes hükümetlerinde çok 
                yaklaşılmış ve % 20.5’lara kadar varılmıştır. Daha da önemlisi, 
                refah tabana yayılmış, işsizlik, yokluk, yoksulluk, hastalık ve 
                cehalet önlenmiş, muasır medeniyetin imkân ve araçları 
                kullanılmaya başlanmış, 1938-1950 arasında vaki “kapalılık” 
                fobisi aşılmış, Atatürk’ün “devletçilik” ilkesi ve anlayışına 
                uygun “karma ekonomi” sistemine geçilmiş ve medeni dünya ile 
                “karşılıklılık ve eşitlik” kuralına dayalı onurlu bir 
                entegrasyon gerçekleştirilmiştir.
                4. CUMHURİYET’İN AYAK SESLERİ
                Ancak, 3. Cumhuriyet fazla uzun 
                sürmedi. Daha doğrusu sürdürülmedi. Zira, insanlık aleminin 
                ezel-ebed düşmanları vahşi kapitalist, ateist, Darwinist-pagan, 
                kökten din ve ahlak düşmanı Fransız fundamentalist ve 
                emperyalistlerin önündeki tek ve yegâne engel, yani Atatürk 
                Türkiye’si günden güne gelişmekte, büyümekte ve 12 yıllık mâkus 
                sürede ABD ve AT/AET ülkeleri tarafından başına musallat edilen 
                belâ, musibet, felâket ve dahili bedhahlar yoluyla kasıtla 
                ayaklarına dolanan (ABD ve batı ile bilinçsizce imzalanan) 
                “antlaşma” nam aykırı prangalardan sıyrılma-kurtulma yoluna 
                girmekte idi.  
                Bu zaman zarfında çok büyük eser 
                ve hizmetlere imza atıldı. Geri kalmışlık, cehalet, içine 
                düşülen maddi-manevi, ilmi-dini-milli ve kültürel sefalet 
                aşıldı. Kalkınma, sanayileşme ve gelişme 1938’de düşürüldüğü 
                yerden maharetle kaldırıldı. Muasır medeniyetler seviyesine 
                gerçekten ve kesinlikle ulaşıldı. Öyle ki, Türkiye tıpkı Mustafa 
                Kemal’in hayal ettiği gibi; İleri, çağdaş ve modern bir dünya 
                devleti oldu. Halk zengin ve mutlu, devlet “BOP ve BİP” gibi 
                emperyalist uşak ve küresel-evrensel çetelerin icadı sömürü 
                projelerine “dur” diyecek kadar güçlü-kuvvetli-muktedir bir hâl 
                aldı. Demokrasi yerleşti. Cumhuriyet gelişti. “Milli Devlet” 
                ilkesi yeniden hayata geçti. Halk kişilik ve kimliğine kavuştu.
                
                
                KISKANÇLIK, PANİK VE KORKU 
                PSİKOZU
                Ama, kıskançlık, panik, korku ve 
                endişeye düşen dahili ve harici bedhahlar (gizli düşmanlar) bunu 
                çekemediler, hazmedemediler. Saat 9’u 5 geçe başlattıkları 
                menfur emellerine artık kavuşamayacakları zehabına kapıldılar. 
                Zira, gelişen Kemalizm, yok olması mukadder kapitalizm ve kan 
                emici emperyalizmin eceli demekti. Gerçek demokrasi Türkiye’ de 
                hayat bulmuş ve kalıcı olma yoluna girmişti.  
                VAHŞİ BATI’NIN KABUSU:
                 
                GÜÇLÜ-KUVVETLİ VE KUDRETLİ 
                TÜRKİYE
                Hariçte panik büyüdü. Ya diğer milletler de, “Türkiye gibi 
                uyanırsa” !.. Veya, “uyanan ve Kemalizm’i örnek alıp uygulayan 
                devletlerin sayısı çoğalırsa !..” İşte bu, korku, kâbus ve kaygı 
                yüzünden; İç ve dış düşmanların iştirak, vatana ihanet ve 
                işbirliği ile 3. Cumhuriyeti kesintiye uğratan ve cumhuriyet 
                tarihinin en büyük ‘kırılma’ hareketi olan 1960 darbesi 
                hazırlanarak alçakça uygulandı. İnsan hakları, adalet ve hukukun 
                utancı, siyasi tarih ve ahlâkın yüz karası ve yeniden karanlık 
                günlere, yıllar sürecek kâbusa dönüş böylece başladı. Demokrasi 
                ilga edildi. Muasır ve medeni anlamda gerçek Cumhuriyet son 
                buldu. Kâbus çöktü ve karanlıklar geri geldi.  
                ÇOK YAMAN BİR ÇELİŞKİ!
                Cuntanın handikabı Atatürk adına 
                “Atatürk düşmanlığı” yapmış olmaktır.
                Bu çok kötü bir tohum olmuş, 
                sonraları şekillenen ‘türedi zihniyet’ (tanrı uludur, halk 
                İsmet’in kuludur zihniyeti) devrimbazlık, koyu fanatizm, irtica, 
                gericilik, yobazlık, ayrışma, bölünme-çözülme, parçalanma gibi 
                güncel tehdit unsurlarını yeşertmiş ve 1938 karşıdevrimi ile 
                ekilen nifak tohumlarını amansızca diriltmiştir.  
                 
                BÜYÜK UTANÇ!..
                Sonuç: Kemalizm’in ezeli 
                düşmanları sözde “Atatürkçülük” adına ve kan dökerek, hırs ve 
                intikam hislerini tatmin pahasına ülkenin ve milletin kaderine 
                cebren ve hile ile el koydular. Milli devletin esası ve 
                sarsılmaz mayası olan ve tam 37 yıl kesintisiz uygulanan 
                “Atatürk’ün Anayasası”nı Atatürkçülük adına kaldırdılar, ilga 
                ettiler. Bu ne büyük bir utanç ve yüzkarasıdır bilir misiniz? 
                Ama onlar asla utanmazlar.  
                Demokratik seçimle gelmiş 
                siyasiler ile samimi Kemalist, namuslu ve dürüst vatanseverlerin 
                tasfiyesi için gerekli finansman dışardan sağlandı. Cumhuriyet 
                ve demokrasiye ara verildi. 14 Mayıs “Demokrasi Bayramı” derhal 
                kaldırarak, utanmadan ve bu günün adına “kinâyeten” (kin ve 
                nefretlerinden dolayı) “hürriyet ve demokrasi bayramı” denildi 
                !.. Oysa, demokrasi bitmiş ve 3. Cumhuriyet de sona ermiş ve 
                tekrar Atatürk, Türk İnkılâbı ve ilkelerini hedef alan “karşı 
                devrim” başlatılmıştır !..  
                Fazla değil, sadece 9 yıl içinde 
                (1971) hükmünü fiilen yitiren ve 20 yılda ülkeyi tam bir kaos, 
                kriz, kargaşa, anarşi, terör, kardeş kavgası, kargaşa ve 
                felâketin eşiğine getiren 1961 Anayasasına “Milli Devlet” 
                yerine, tam da plân, hedef ve çıkarlarına uygun (ırkçılık ve 
                ayrılıkçılığı çağrıştıran) “milliyetçi” deyimi ile zaten 
                bölünmüşlüğü ifade eden “üniter” (kümenin birleşik biçimi, 
                çokluğu oluşturan varlıkların birliği) kelimesini koyarak, 
                günümüzde yaşanan nifak, fesat ve tefrikanın temellerini 
                attılar.  
                BÖYLECE:
                 
                Çok kısa bir sürede, sadece 45 
                yıl içinde; Millet iradesi, devlet idaresinden kayıtsız, şartsız 
                soyutlandı, dışlandı. Devam eden süreçte gerçek anlamda millet 
                iradesinin, devlet idaresine yansıması olan Demokrat Parti 
                tarafından 31 Temmuz 1959 tarihinde tam bir eşitlilik, dengeli 
                ve ilkeli ortaklık ve her hususta mutlak mütekabiliyet 
                esaslarına dayalı olarak başlatılan AET ortaklık süreci önce bir 
                süre inkıtaa uğradı.  
                AET, AB DEĞİLDİR!..
                Halihazır dayatma, emir-talimat 
                ve direktifler çerçevesinde sürdürülen AB uyum ve müktesebata 
                entegrasyon sürecinin 31 Temmuz 1959 tarihli başvuru ile 
                uzak-yakın hiçbir ilgisi ve alakası yoktur. O, ekonomik bir 
                entegrasyon ve piyasa olayı idi. Bu tam tersi.   
                Daha sonra tamamen karşı tarafın 
                istekleri baz alınarak, AET’e boyun eğilerek ve hattâ teslimiyet 
                yolu açılarak (minnet borcu ödenircesine) 12 Eylül 1963’de 
                Ankara antlaşması imzalandı. İmzalanan antlaşma 1 Aralık 1964’de 
                yürürlüğe sokuldu ve ülkemizin, önce Kıbrıs bunalımından 
                başlamak suretiyle özgürlük, hakimiyet ve hükümranlık 
                haklarından peyderpey taviz verilmeye başlandı.  
                Milli mevcudiyetin maddi, 
                manevi, ahlâki, siyasi, ilmi, sosyal ve kültürel temelleri 
                sarsıldı; 1 Ocak 1996 tarihinde resmen yürürlüğe giren “Gümrük 
                Birliği” ile hızlanan süreçte milletin en değerli hazinesi olan 
                kutsal vatan topraklarının yer altı-yer üstü değer, eser, 
                işletme ve servetleri (özelleştirme yoluyla peşkeş çekilip) 
                adım-adım kapitalist ve emperyalist düşmana satılmaya başlandı; 
                (Oysa AB ülkeleri özelleştirme konusunda çok temkinli idi. Bu 
                uygulamayı çok asgari ve sınırlı tuttular. Ancak, Cumhuriyetin 
                birikimleri ve milletin öz malını kapış-kapış kapmak için 
                ülkemize koştular. Şimdi iş tersine döndü. Kriz kapıya dayanınca 
                özelleştirme yapanlar zararlı, yapmayanlar kârlı çıktı. Bizdeki 
                gözü dönmüş AB sevdalıları bunu göremediler. Basiret ve beka 
                gösteremediler. Açıkça oyuna geldiler.)
                Ülkenin Atatürk ve Türk İnkılâbı ile aydınlanan istiklâli ve 
                istikbali karartıldı; Milleti bu hazineden mahrum ederek 
                “Lozanı” yok sayıp “sevri” getirmek isteyen dahili ve harici 
                bedhahlar her yanı sardı; Atatürk döneminde ret ve ilga edilen 
                Masonluk ve misyonerlik (1974 CHP-MSP iktidarı döneminden 
                itibaren) bütün yurdu kapladı; İstiklâl ve Cumhuriyet tehlikeye 
                düştü; Ekonomik bağımsızlık fiilen sona erdi.  
                Ülkemizin iktisadi sınırları 
                kaldırılarak; Kapitalist ve emperyalistlerin ezeli-ebet oyunu 
                olan “küreselleşme ve globalleşme” aldatmacası ile memleket bir 
                sömürge ve açık Pazar haline getirildi. Milli İktisat, Milli 
                Savunma ve Milli Eğitim politikalarına çok ağır darbeler 
                vuruldu. Misak-ı Milli sınırları dahilindeki arka bahçemiz 
                Kıbrıs, Musul-Kerkük, 12 adalar, Selânik davası dumura uğradı, 
                kırmızı çizgiler yok sayıldı, “Milli Dava Kıbrıs” Rum’un 
                insafına terk edildi;  
                BİR AVUÇ ANARŞİST
                Bir avuç anarşist, militan ve 
                menfur terörist devletimizi tehdit eder hale geldi; Huzur, 
                emniyet, istikrar ve güvenlik kalmadı; Hükümet, adeta teröre 
                boyun eğdi, Ordumuzun, Jandarmanın ve Polisimizin eli-kolu 
                bağladı; Komutanlarımız katil ve kansız, insanlık düşmanı 
                vicdansız teröristlerle el sıkışmak mecburiyetinde bırakıldı; 
                Ülke-Vatan “demokratikleşme gereğidir” bahanesi ile 
                paylaştırılmaya kalkışıldı; AB emretti diye Türk milleti ve 
                devleti aleyhine yasalar dayatıldı; Avrupa korkusu yüzünden 
                ihanet şebekeleri himaye edilir ve bebek katili beslenir oldu;
                
                
                SÖZDE DİNDARLARIN DURUMU
                Dindarız diyen ve fakat 
                dini-imanı para olan “aç köpek misali” takiyyeci “din 
                tüccarları” ve siyasi şirket sahipleri halkı kandırma, aldatma, 
                yalan-talan, soygun ve vurgunlarını hızlandırdı; Kirli el ve 
                emel sahibi ‘vicdanı ve irfanı satılık’ menşei karanlık politika 
                simsarları kapitalist ve emperyalist ABD ve AB’nin emrine girdi; 
                Ülkenin başbakanı hakkında ABD’ye “atmayın, kullanın” denildi;
                
                
                Milli Ekonomi IMF’e, milletin kaderi dünkü hasım ve ezeli 
                düşmanın eline teslim edildi; Bankalara, fonlara, kurumlara ve 
                soyguncu-vurguncu mafya ve ülkelere hortum bağlandı; Türk hekim, 
                Mimar ve Mühendisleri, İlim, İrfan ve Fen adamları bir kenara 
                atıldı; Ülkenin Banka Liman, Hava Alanı ve Sanayi işletmeleri 
                yabancılara peşkeş çekildi; Bütün imkân, kuvvet ve kaynakları 
                namüsait hale, acz ve zevale düşürüldü; İç ve dış borç büyüdü, 
                milli ekonomi “bilerek ve istenerek” örtülü bir kapitülâsyon 
                sürecine sokuldu.  
                Her gün “Al Bayrağa sarılı “ŞEHİT” tabutları gelirken; 
                Milletin bağrından çıkan 58 belediye başkanı, bir kısım 
                etkilisi, yetkilisi, bürokratı terörist olmuşken; Emniyet 
                güçleri, ihanet ve şeamet erbabı anarşist, terörist, hırsız, 
                yolsuz, hortumcu, sahtekâr, kap-kaççı, gaspçı, kaçakçı, ırz 
                düşmanı ve vatan haini karşısında eli kolu bağlı aciz ve çaresiz 
                bırakıldı; Dahili hain ve harici düşmanlar tarafından suni 
                olarak yaratılan terörü yabancı işbirlikçilerin emri ile 
                siyasallaştırma, affetme ve hainleri legallleştirme çabaları 
                sürer, sınırlarımızdan 5000 terörist rahatça içeri girer ve Türk 
                vatanında sanal azınlıklar yaratma niyet ve gayretleri; Mason, 
                misyoner, din ve ahlâk düşmanı ateist ve pagan faaliyetleri 
                olanca azgınlığı, hainliği ve bölücülüğü ile hız kazanırken;
                
                
                Kurucu ve kurtarıcı Atatürk’ün: 
                “Paramızı, hayatımızı harici düşmanların etki ve saldırısından 
                kurtarmak, bu millet ve memleketin harici düşmanlara esir 
                olmasına müsaade etmemek ne kadar lâzımsa; Aynı zamanda ve 
                onlardan daha fazla bir uyanıklıkla dahili (iç) düşmanlara 
                (milletin kötülüğünü isteyen ve kötülük için çalışan hainlere), 
                dahildeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve 
                onların her hareket ve faaliyetlerini gözden kaçırmamak 
                mecburiyetindeyiz. Biz, ancak bu gayretle, bu intibahla 
                çalışarak muvaffak olacağız. Böylece: Bütün dünya Türkiye’nin 
                saygın varlığına özenecek ve milletimize lâyık ve müstehak 
                olduğu yüksek mevkii ayıracaktır” (*) biçiminde ‘mutlak riayet 
                ve mükellefiyeti mucip’ bir hedef ve vasiyetle ülkeyi emanet 
                etmesine rağmen, menfur AB’nin art niyetli “hain” isteklerine ne 
                yazık ki boyun eğildi.  
                BEBEK KATİLİ
                Otuz bin küsur insanın katili bu 
                süreçte idam sehpasından indirilip, adeta misafir haneye 
                koyuldu. Reva mı? Aziz ve büyük Dinimizin “kasten ve taammüden 
                öldüreni siz de yaşatmayın öldürün” emrine rağmen tefessüh etmiş 
                AB’nin dediğini yapmak!.. Ve bu emri yerine getirecek kadar 
                küçülen, alçalan dönemin muktedir zihniyeti..
                Şu geldiğimiz noktada bin türlü ıstırap, meşakkat, mezalim, 
                endişe içinde “her türlü özgürlük ve bağımsızlığın tükendiği, 
                namuslu-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaşlar için 
                ‘açlık, yokluk, yoksulluk, esaret ve sefaletin’ fiilen 
                başladığı, insan hakları, adalet ve hukukun siyasallaştığı, 
                ülkemizin “Gümrük Birliği anlaşması” ile sömürgeleştiği, halkın 
                köleleştiği, siyaset ve çoğu sivil toplum kuruluşlarının AB ve 
                ABD’ye koşulsuz entegre (teslim) olduğu; Ülkemiz, milletimiz ve 
                devletimizi geleceğe taşıyacak ‘genç nesillere’ çok kötü bir 
                mirasın hazırlandığı bu durum ve dönemde:  
                MİLLİ EGEMENLİK VE MÜŞTERİ 
                MİLLET
                “Milli Egemenlik, milli devlet, 
                milli iktisat, milli eğitim, milli savunma, özgür millet, 
                cumhuriyet, demokrasi ve bağımsızlık” (?!.) ülkeyi yönetenlerin 
                “meşruiyeti”, dahil olmak üzere; Adalet ve siyaset kurumları, 
                partiler ve seçim kanunları tartışılır hale gelmiş 
                bulunmaktadır. Dahası, bu vahim süreçte sosyal “halk için” 
                devlet ilkesi unutulmuş, zengini daha zengin; Fakiri daha ziyade 
                fakirlik, açlık, yokluk, yoksulluk, zillet ve zulmün pençesine 
                iten-terk eden “işveren devlet-MÜŞTERİ MİLLET” misal ‘insanlık 
                dışı” sömürü zihniyeti hâkim olmuştur.  
                Daha da önemlisi 3. 
                Cumhuriyetten itibaren 45 yıl süren aymazlık ve gaflet ile 
                haricen uygulanan psikolojik savaş, ajitasyon ve dezinfornasyon 
                sonucu Türk insanı pasif ve paralize, (tepkisiz) bir topluma 
                dönüştürülmüş, ekseri medya mütareke sermayesinin emrine 
                girerek, dahili ve harici bedhahların eline düşmüş, gerçek Türk 
                vatandaşlarının Demokratik tepki, hak, hukuk ve adalet arama 
                yolları neredeyse kapanmış ve tıkanmış; Başta Mustafa Kemal 
                Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetin kurucu unsurları tarafından 
                öngörülen “insan, yurttaş, ayırımsız bütün halk-vatandaş, yani 
                millet merkezli” eklektizm yerine, epistomolojik ve ontolojik 
                sistemlerin “para ve sermaye odaklı” kapitalist, çıkarcı ve 
                emperyalist, insanlık dışı teorileri baz alınmıştır.  
                Ayrıca, yargı hakim unsur 
                yönünde siyasallaşmış, Cumhuriyetin denetçi ve Savcıları pasive 
                edilmiş, Siyaset tekelleşmiş-yozlaşmış-çürümüş, topluma cebren 
                ve hile ile dayatılan küreselleşme, modernite, globalleşme 
                yoluyla ideolojik-kültürel saldırılar (psikolojik savaş) 
                yoğunlaşmıştır. Saldırılarda tek hedef “Türk Milleti ve 
                İnsanını” bir tarih öznesi olmaktan çıkarmaktır.  
                Bu sistematik süreç ve bağlamda 
                insanlarımızın “milli-manevi, ahlâki, siyasal-sosyal ve 
                kültürel” iradi mücadelesinin gereksiz, anlamsız ve boşuna bir 
                çaba olduğu “bilinci” genel, sosyal ve toplumsal davranış 
                kategorisi haline getirmesi amaçlandı. Buna paralel olarak 
                yozlaşma ivme kazandı. Çürüme, deformasyon, mutasyon ve erozyonu 
                hızlandırmak amacıyla: Küresel kapitalizm ve emperyalizmden 
                zarar gören halkın ilmi bilgi ve “milli şuur” yolları kapatıldı. 
                Milli iktisat politikası terk edilerek maliye IMF ye, Milli 
                Eğitim ne olduğu meçhul (ajan provokatör kılıklı) yabancı 
                uzmanlara teslim edildi.  
                Milli Savunma ise NATO, BM ve AB 
                güdümüne entegre ve emir kulu olmaya zorlanmakta. Dahası 45 
                yıldır Türk toplumunun dejenerasyonu için özel Sosyoloji, 
                siyaset ve felsefe kitapları yayınlandı. Atatürk’ün, “Türk 
                milletinin milli dini İslâm’dır” demesine rağmen, Türk İnkılâbı 
                ve İslâm’ın temeli olan lâiklik manâ ve muhtevasından 
                saptırılarak menfur amaçlar ve milleti dinsizleştirmek için 
                kullanıldı. Bir yandan “Milli Tarih şuur ve hafızası” yok 
                edilmeye çalışılırken, diğer taraftan kelime ve kavramlar 
                üzerinde oyunlar oynanarak nesiller arasındaki denge bozuldu, 
                aşılması kabil olamayacak uçurumlar yaratıldı. Dildeki bozulum, 
                erozyon ve kavram kargaşası sonucu demokrasi ve uzlaşma kültürü, 
                toplumsal iletişim, dayanışma, yardımlaşma, anlaşma ve ‘tek 
                vücut-yek vücut olma’ kültürü baltalandı. Tevekkeli, temsilde 
                adalet denilerek demokrasi, yönetimde istikrar iddiası ile 
                “yönetim kalitesi” huzur, düzen ve insicam bozuldu.  
                Aslında bu kapitalist ve 
                emperyalistlerin yolu, menfur strateji ve metodudur. Dünyanın 
                her neresine adalet adına gittilerse, adaleti; Demokrasi adına 
                gittilerse demokrasiyi; İnsan hakları adına gittilerse 
                “hak-hukuk ve adaleti” yok ettiler. Bu bakımdan gerçeğe ve 
                bilime asıl ihtiyacı olanlarda onlardı. İnsan, millet ve fert 
                olarak “gerçekte” onların da Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk 
                İnkılâbının” esas ve ilkelerine ihtiyacı vardı. Bu olmadığı 
                içindir ki, beyinsel faaliyetleri metalaştı. “İnsani boyut ve 
                bilgi toplumu” bağlamında en az bizim insanımız kadar, onlarında 
                akıl ve iradelerinin kurtarılması zorunlu, insani yönden zayıf 
                ve zavallı hale geldi. insanlık ve uygarlık böyle vahim bir 
                döneme girmişken, eleştirel-doğrusal bilgi ve objektif düşünce 
                her zamankinden daha büyük bir gereksinim halini aldı. Bu da, 
                Atatürk ilke ve “Türk inkılâbının” kısaca “Kemalizm” in evrensel 
                boyutta “emsalsiz ve tartışmasız, mutlak bir REJİM ve lider bir 
                DOKTRİN” olduğunu (1950-1960 uygulaması dahil) bütün uluslar 
                (devletler) için gerekliliğini “tarihi süreç içinde” bir kez 
                daha kanıtladı.  
                İşte bu nedenle: Bütün kurum ve kuruluşları ile Türkiye 
                Cumhuriyeti devleti ve milleti “1.Cumhuriyet” döneminin deneyim 
                ve kazanımları, ATATÜRK ilkeleri ve Türk İnkılâbı, yani 
                “Kemalizm’in” ışığı ve yolunda, yorulmadan, milli değer, ilmi 
                bilinç-şuur ve heyecana sahip “Vatansever duayenler” 
                önderliğinde Türkiye halkının milli birlik ve beraberlikteki 
                samimiyetine inanarak ve güvenerek; Şimdi tekrar “ama hukuki ve 
                demokratik” bir mücadeleye “halk hareketine” başlamak zorunda ve 
                durumundadır. Bu mücadele, kimseyi yüceltme ve karalama derdiyle 
                değil, sadece “milli dava Kemalizm” misyonu ve “Türk İnkılâbı” 
                vizyonu dahilinde olmak ve bu kapsamda kalmak zorundadır. Yani, 
                yeni, bilinçli ve, “1960’dan günümüze doğrudan iktidar olmuş 
                veya dolaylıda olsa bu iktidarlar içinde yer almış, deformasyon, 
                dumur ve dejenerasyona uğramış, yozlaşmış, kapitalist ve 
                emperyalist unsurlarla iç içe girmiş, her zerresine haram, yalan 
                ve talan bulaşmış parti ve parlâmenterler dışında” büyük bir 
                halk hareketi biçiminde oluşmak ve netice almak zorundadır.
                 
                Günümüz Türk yurttaşı, ülke'nin 
                kasıtla-bilerek, inatla sürüklendiği bu kritik noktada; 
                Vatansever-Kemalist, “Cumhuriyetçi-Demokrat” onurlu-sorumlu ve 
                özgür insanlar olarak, ülkeyi uçurumdan çekmek, çıkarmak, 
                kurtarmak ve günümüzün Ali Kemalleri ile diğer dâhili ve harici 
                bedhahlara dur demek zorundadır.  
                Çıkış noktası: Gerçek 
                vatansever, Kemalist ve milliyetperverler olarak; İnsanlığın, 
                bilimin ve bilincin evrensel değerlerinin Türkiye ve Türk halkı 
                ile tekrar bütünleşmesine engel olan her türlü çıkarcı, 
                işbirlikçi, siyasal, sosyal, kültürel hortumcu ve Küresel 
                kapitalizme Ülkeyi peşkeş çekenlere karşı: “Namuslu, dürüst, 
                ilkeli, onurlu ve sorumlu, basiretli ve bilge, çalışkan ve 
                üretken birey, gerçek insan sıfatıyla” cevap ve alternatif 
                olmayı ve ülkemize çöreklenerek halkın kanını-canını iliklerine 
                kadar sömüren ‘vahşi kapitalist ve emperyalistleri’ kovmayı 
                vazgeçilmez bir şart olarak kabul etmektir.  
                Sevgili Vatansever insanlarım, 
                bu yolda ve bu uğurda; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü asla 
                unutmayınız. Çanakkale ruhu ile ruhlanan ve istiklâl savaşı gibi 
                bir büyük efsaneyi bu onur ve ruhla yaratan Kuvva-i Milliye, 
                Müdâfaa-i Hukuk Hareketini hatırlayınız. Bu ülkenin 
                Vatanseverleri; Mustafa Kemal Atatürk'ün yoluna baş koyan:
                 
                Namuslu, onurlu, ilkeli ve 
                dürüst gerçek anlamda “milli devlet” ve Kemalizm’den yana olan 
                “namus borcu, kumar borcu bulunmayan” alnı ak, yüreği pek, 
                vicdanı hür, irfanı hür, boğazından haram lokma geçmemiş “GERÇEK 
                İNSANLARIN” kendini millete adayan ve vatan-millet, hürriyet, 
                adalet ve hakimiyet-istiklâl yoluna baş koyanların etrafında 
                örgütlenin. Ve gelin hep beraber yeni, demokratik hak, adalet ve 
                hukuka dayalı beyaz ihtilâli oluşturalım, günümüz Ali 
                Kemallerine karşı duralım ve yeniden ATA’ nın emanet ve vasiyeti 
                olan CUMHURİYET’ i kuralım.  
                Fakat, eğer, her şeye rağmen bu 
                utanç verici hale rıza göstermek niyet, gaflet ve dalâletine 
                düşmüş olanlar varsa ve/veya bir okuyucu olarak siz eğer böyle 
                iseniz biliniz ki, her hangi bir “geleceğiniz” (?) olmayacaktır. 
                Amma, yeniden hür, hakim, özgür, onurlu ve hükümran olmak 
                istiyorsanız: YENİDEN:
                “YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM” 
                demelisiniz.  
                Milli Devlet; Hürriyet ve istiklâlimize, dolayısıyla 
                “Türk’ün insanca yaşamasına” hayır diyen, kendince azimli, 
                kararlı ve sabırlı, onursuz, insanlık dışı, hain ve alçak dahili 
                ve harici düşmanlarca “delikten süpürülmek ve “İkinci Ergenekon” 
                Anadolu’dan kovulmak veya mahvolmak yerine; Bu şuursuz ve 
                çılgınca gidişe gem vurmak, tam bir azim, irade ve kararlılıkla 
                “DUR” demek bir insanlık, onur ve namus borcudur.
                Unutmayınız ki, namuslu ve 
                dürüst insanlar da, en az hırsız, arsız, yolsuz, soysuz ve 
                namussuzlar kadar cesur, atılgan, çalışkan ve cesur olmadıkça bu 
                vatan kurtulamaz. Devlet, harici (bedhahlar) ihanet şebekeleri 
                ile dahili (bedhahlar) yerli işbirlikçiler konum ve durumundaki 
                çetelerden kurtulamaz.  
                Yozlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş 
                rejimin “rüşvet, iltimas, yolsuzluk, soysuzluk, gasp, irtikap, 
                suistimal, kap-kaç, kaçakçılık, sahtecilik, hortumculuk, kayıt 
                ve kapsam dışılık, ayrıcalık, imtiyaz ve dokunulmazlık gibi 
                insanlık, ahlâk, cumhuriyet ve demokrasi dışı” alışkanlık, adet 
                ve haram-haksız kazanç yolları tıkanamaz. Nihayet, doğrusal 
                yönde iş gören açık, saf, temiz, dürüst ve şeffaf hükümetler 
                kurulmadıkça; Devlet idaresinde millet iradesi hakim kılınamaz; 
                Süratle yayılan ahlâksızlık, edepsizlik ve şerefsizlik 
                önlenemez.  
                Şu anda siyasette, medyada, kamu kurum ve kuruluşları ile 
                bazı sektörlerde ve bürokratik oligarşide ‘hakim unsur’ olarak 
                yuvalanan, hayasızca ve sorumsuzca davranarak kendilerini ve 
                ülkemizi kullandırmayı yeğleyenlerin iktidarında, bölücü 
                anarşist ve terörist yandaşı, yatakçı ve destekçilerinin 
                ülkemizi bir baştan bir başa, pervasızca dolaşmasına göz 
                yumulduğu ve fakat teröre karşı şanlı bayrağımızın altında öfke 
                ve tepkimizi dile getirmemizin dahi mümkün olmadığı, millete ait 
                kal-â’ların hile, haksız işgal ve desise ile tek-tek düşürüldüğü 
                böyle vahim bir dönemde “ulusal egemenlik, hürriyet, hak, adalet 
                ve özgürlük” için çok daha görkemli ve bilinçli bir mücadele 
                vermek gerekmektedir.  
                Aksi taktirde, 27 Mayıs darbesi 
                ile açılan “Lozan’ı ilga ve Sevr’i ihya” yolunda, bütün ‘milli 
                güç, irade ve engelleri” çiğneyerek ilerleyen; Gümrük Birliği 
                anlaşması ile iktisadi sınırlarımızı kaldıran, ülkemizi bir 
                ‘Açık Pazar’ serbest sömürü alanı, manda ve müstemleke haline 
                getirmeyi amaçlayan; Milli dava Kıbrıs’tan vazgeçen, Kerkük’ de 
                kırmızı çizgileri sorumsuzca silen, Ege, Kırım ve Musul 
                üzerindeki haklarımızdan geri adım atan, Türk dünyası ve Balkan 
                politikalarında pasifleşen ve bütün uluslar arası çıkarlarından 
                ABD ve AB lehine feragat eden, gayri Milli ve gayri Müslim 
                “mütegallibe” er veya geç bu menfur yolda muvaffak olacaktır.
                
                
                Dip dalga ve “gerçek derin 
                devlet” sıfatıyla Milli hâkimiyet ve milli menfaatleri koruma 
                yükümlülüğünü doğal olarak üstlenen ve % 5’e karşı % 95’le kahir 
                ekseriyeti teşkil eden “MİLLET”, milli rejim Kemalizm, (medeni 
                siyaset) Atatürk ilke ve Türk İnkılâbının müktesep hak, hukuk ve 
                esaslarına sahip çıkmak ve yeniden hayata geçirmek zorundadır. 
                “Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir 
                eden, içerideki cephenin suskunluğudur” diyor, Mustafa Kemal 
                Atatürk.  
                Bunu unutmayalım. Türk Milleti 
                için asla esaret ve sömürü bir kader olamaz.  
                Şimdi ses vermek ve “olanca gücümüzle” haykırmak zamanıdır:
                
                
                ÖZELLİKLE!.. 2008 yılı itibarıyla duçar olduğumuz ekonomik 
                kriz, eğer Milli Siyaset yolunda yürünseydi ülkemizi asla 
                etkilemezdi. Teoride Türk İnkılâbı anlaşılıp, samimiyet ve 
                sadakatle uygulansaydı milletin sayısı 40 milyona varan kahir 
                ekseriyeti fakirlikten ve yoksulluktan kırılmazdı. Ve büyük 
                Önder Atatürk’ün: “Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son 
                Peygamberi Hazreti Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve 
                O’nun verdiği talimatlar, tam olarak tatbik edilmeli. Tük 
                İslâmiyet’in hükümleri, olduğu gibi yerine getirilmeli. Zira 
                ancak, bu şekilde insanlık kurtulabilir ve kalkınabilir” (Ankara 
                Gönül Erleri, Sıddık Demir, Ankara-2000) Biçimindeki son emanet 
                ve vasiyetine uyulsaydı, şimdi Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en 
                güçlü, zengin ve müreffeh devletleri arasında olurdu.
                Şimdi gelin; Yeter artık, 
                “YETER, SÖZ MİLLETİNDİR”diyelim!..  
                Aziz Milletimizin bu 
                haysiyetsizlikleri daha fazla taşıması mümkün değildir!  
                Bu kadar zûl, zulüm, hor-hakir 
                görme ve işkence eşyanın tabiatına aykırıdır.  
                Amma!.. Hiç kuşkunuz, endişeniz, 
                korkunuz olmasın; Elbette bir gün zalimler;
                GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER..
                
                
                 
                YARARLANILAN KAYNAKLAR:
                1. Atatürk’ün Söy. ve Demeçleri, Cilt: 1, 1952-Türk İnkılâp 
                Tarihi Enstitüsü Yay.132-133
                2. Gizlenen Rejim Kemalizm, Tanı Yayınları-2005, Tayyip 
                Yelen
                3. Globalleşen Dünyada AB Kapısında Türkiye İçin Çağdaş 
                Çözüm, Tanı Yay.-2005, H.Aksu
                4. Atatürk’ü Tanımak ve Anlamak, Anayurt Yayınları- 2004, 
                Behzat Şaşal
                5. Tek Çare Kemalizm, Tanı Yayınları-2006, Süleyman Akdemir
                6. Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik, Akasya-2005, İbrahim 
                Candan
                7. Küresel Almanak, Tanı Yayınları-2006, Mustafa Nevruz 
                Sınacı
                8. Hedefteki Müslüman Halklar ve İslâm, Kül Sanat 
                Yayıncılık-Ankara, 2005 Yusuf Küpeli
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          53  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - SABİT ÜCRET REZALETİ
 
                
                - Gazeteci-yazar Cengiz Önal (Tarakçıoğlu) 
                Türk (!) Telekom’dan yüksek derece bir memuriyetten emekli... 27 
                Kasım’da “Sabit Ücret İadesi”ni konu alan bir makale yayınlamış. 
                İki sayfadan ibaret yazıyı üzüntü, ibret ve dehşetle okudum. 
                Cengiz Önal özetle;  
 
                - “Son günlerde Telekom’un sabit 
                ücret iadesi haberleri ayyuka çıktı.  
 
                - Özellikle sanal ortamda yayılan 
                ve aslı astarı olmayan bilgiler oldukça rağbet görmeye başladı. 
                Telekom, güya abonelerinden aldığı sabit ücreti iade ediyormuş. 
                İnternet haberlerine göre; başvurduğunuzda sabit ücret karşılığı 
                olarak 820.-YTL alıyorsunuz.  Bir tüketici derneği şubesine 
                gittim. Görevli konuyu açıkladı. Buna göre: Son aya ait sabit 
                telefon faturanızı veriyorsunuz, dernekte size bir form 
                dolduruyorlar. Karşılığında eğer yanınızda varsa (bunu özellikle 
                belirtiyorlar) 10.-YTL hizmet parası alıyorlar. Peki, sonra ne 
                yapıyorsunuz?  
 
                - Doldurulan belge ile ilçeniz 
                Tüketici Hakları Hakem Heyeti’ne başvuruyorsunuz. Büyük bir 
                ihtimalle lehte çıkacak karar Telekom’a bildiriliyor. Siz de 
                gidip söz konusu parayı alıyorsunuz. Böyle söylüyor ve 
                Telekom’un bir üst Tüketici Mahkemesine gidebileceğini ve 
                buradan aleyhinize karar çıkması halinde Telekom’a 140.-YTL 
                civarında bir avukatlık ücreti ödeme riskiniz olduğunu da 
                hatırlatıyorlar” diyor ve soruyor: “-Kazanılan davaya karşılık, 
                sabit ücret iadesi alan var mı?, -Geriye doğru neden on yıllık 
                ödeme? 20-25 yıllık abonelik ne olacak?, -Ferdi başvuru mümkün 
                değil mi? Neden bir derneğe başvuruluyor?’  
 
                - İki yıl kadar önce konu yine 
                gündemdeydi. İlgilendim ve elimdeki bilgileri gazetemin 
                yetkililerine verip gerekli başvuruyu yapmalarını önerdim. 
                Yaptılar. Kısa bir süre sonra Telekom cevabı yapıştırıverdi. 
                Beykoz’daki işçinin kazandığı dava işe yaramadı. Telekom bir üst 
                mahkemede açtığı davadan bahisle, alınan ücretlerin, sabit 
                hatların sürekli açık tutmak için yapılan masraf karşılığıdır 
                gibi bir yığın gerekçe göstermiş ve herhangi bir aboneye böyle 
                bir ödeme yapılmayacağı hususunda karar almıştı. Sonuçta 
                avukatlar takipten vazgeçtiler.  
 
                - Olaydan belki beş yıl kadar önce 
                aynı haberler cep telefonları için yayılmıştı.  
 
                - Aynı firmaya ait üç adet 
                aboneliğim vardı. Önce Tüketici Hakları Hakem Heyeti’ne 
                başvurdum. Lehime çıkan kararı aldım. Araştırdım. Sonuçta yerel 
                Tüketici Mahkemesi’ne gittim. Epey gayret gösterdikten sonra 
                olayın takibinden vazgeçtim. Neden mi? Anlatayım:  
 
                - Elinizdeki Hakem Heyeti 
                kararıyla Tüketici Mahkemesi’ne gidiyorsunuz. Diyelim ki davayı 
                kazandınız. Mahkeme kararını alıyor ve Telekom gayrimenkulünün 
                bulunduğu bir yer tespit ederek, ilgili İcra Müdürlüğü’ne 
                başvuruyorsunuz. Muhatap itiraz ediyor. İnatla ve haklı olarak 
                ısrar ediyorsunuz. Hesap düzeltmesi isteniyor. Sabırla bekliyor 
                ve hesabın yanlışlığı konusunda üst mahkemelere gidiyorsunuz. 
                Tekrar bilirkişi tayini, ardından başka duruşmalar. Adaletin 
                gerçekleşmesine sabır ve gücümün yetmeyeceği kanaatiyle 
                vazgeçtim. Muhatabın imkânları, benimkine göre sınırsız. Ben, 
                olayı avukatsız götürmeye çalışırken, Telekom bir Avukatlar 
                ordusunu seferber ediyor. Zira davayı kaybetmesi halinde 
                kasasından çıkacak para büyük. Bunun için elbette elinden geleni 
                yapacak!..”
 
                - Sayın Önal’ın makalesine www.cengizonal.blogspot.com 
                adresinden ulaşabilirsiniz.
 
                - Netice ve çare: Öncelikle mesele, milyonlarca insanı 
                ilgilendiren vahim bir adalet, hak ve hukuk sorunu 
                olup;.Uygulama biçimiyle sabit ve cep’te mezkür ücret, herhangi  
                bir hizmet, avans yahut mahsuba taalluk etmediğinden haksız, 
                gayriahlâki ve hukuksuz; Emsal karar ise yerinde ve doğrudur. Şu 
                hale nazaran: Milyonlarca insanı mahkeme kapılarına yığarak 
                zulüm,  israf ve yargıda yığılıma neden olmaktansa; Türk Medeni 
                Kanunu hükümleri gereği Bakanlar Kurulu, dava ehliyetini haiz 
                bir kurum (Sendika, Siyasi Parti, Vakıf veya Dernek) Cumhuriyet 
                Savcı’sı; Yahut re’sen bir üst mahkemenin “teşmil” kararı ile 
                sorun kökünden halledilebilir.
 
                - Şimdi soruyorum: Neden? Dava ehliyetini haiz bunca kurum 
                veya Bakanlar Kurulu bir teşmil kararı almıyor, aldırmıyor da, 
                millete haksız yere zulmedip insanları süründürüyor?  
 
                - Hani? Adaletli, faziletli, sosyal hukuk temelli, umur-u 
                devlet nerede?
 
                -             Bizim Başbakan R. T. Erdoğan ‘Nuşirevan” kadar 
                dahi, adaletli değil mi?..
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          54  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                   - TERÖR ÖRGÜTÜNE 10 MİLYON EURO
 
                
                -             Bakan Mehmet Ali Şahin "PKK'ya tavır almazsanız 
                küçük düşersiniz" diyor.
 
                -             Edilen sözün sebebi hikmeti şu: “Belçika'nın, 
                1996 yılında 'Sputnik Operasyonu' ile el koyduğu 10 milyon 
                Euro'yu şimdi bölücü terör örgütü PKK'ya iade etme ihtimali..”
 
                -             İhtimalin ötesinde; İadeye makul bir kılıf 
                bulunması veya bizim deyimimizle ‘kitabına uydurulması’ halinde 
                bu para terör-tedhiş örgütüne bal gibi gidecek ve Mehmetçiğe 
                karşı mermi olup gelecek. Olay 06 Ekim 2008 günü basına sızdı. 
                Ertesi gün AB, üç gün sonra, 11’inde de Türk ve dünya kamuoyu 
                (medyasında) yer aldı. İlk tepki doğal olarak konuyla doğrudan 
                ilgili ve hukuki muhatap, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’den 
                geldi. Şahin, Belçika'da Operasyon ile El Konulan PKK Terör 
                Örgütüne Ait 10 Milyon Euro'nun Örgüte İade Edilme İhtimalinin 
                Belirmesine Sert Cevap Verdi. İşte o “SERT CEVAP!..”
 
                -             Karabük'ün Safranbolu ilçesinde 10-12 Ekim 
                tarihleri arasında yapılan Uluslararası 9. Altın Safran belgesel 
                Film festivali etkinliklerine katılmak üzere gelen Adalet Bakanı 
                Mehmet Ali Şahin, Belçika'da operasyon ile el konulan PKK terör 
                örgütüne ait 10 Milyon Euro'nun örgüte iade edilme ihtimaline 
                dair bir gazeteci tarafından sorulan soruya sert cevap verdi:
                
                
 
                - "Avrupa Birliği ve üye 
                ülkelerini bu bağlamda küçük düşürücü tavır olur"  
 
                - Şahin devamla: “Biraz önce yolda 
                öğrendim. Büyükelçimizden aldığımız bilgi kadarıyla, Belçika bu 
                parayı, bu konuyu Lüksemburg'a devretmiş. Henüz bana anlatıldığı 
                kadarıyla kesinleşmiş bir karar yok. Türk Dışişleri, bu konuyu 
                diplomatik yoldan çözmek ve engellemek için yoğun bir çaba 
                içinde. Adalet Bakanlığı olarak bize bir görev düşerse yerine 
                getiririz. Bu tamamen Dışişlerimizin ve büyük elçiliğimizin 
                takip edeceği bir konu…
 
                - Özellikle AB ülkelerinin ve 
                AB'nin PKK'nın terör örgütü olduğuna dair kararın arkasında 
                durmalarını ve teröre destekleyen yayın organlarına para 
                aktarımı ile ilgili bir takım tasarruflara mani olmalarını, 
                Türkiye olarak bekliyoruz. Aksi halde AB ve üye ülkeler tutarsız 
                bir tavır sergilemiş olurlar ki bu, AB ve üye ülkeleri, bu 
                bağlamda küçük düşürücü bir tavır olur. Bir saat önce 
                büyükelçimiz Fuat Bey'den aldığım bu bilgiler, bu 
                istikamettedir. Bu konuyu yakından takip ediyorlar" demiş…
 
                - BAKAN ŞAHİN " SİNEMA 
                YÖNETMENLERİNE GIPTA İLE BAKIYORUM"
 
                - Bakan Şahin, daha sonra Bağlar 
                semti Arslanlar Kültür Merkezi'nde yaptığı konuşmada da, 
                "Siyaseti seçmemiş olsaydım, belgesel film festivaline katılan 
                yapımcı arkadaşlardan biri olabilirdim" dedi ve devamla: 
                "Safranbolulu olmak bir ayrıcalıktır. Ama her ayrıcalığın bir 
                sorumluluğu var. Safranbolulular bu sorumluluklarının gereği 
                olarak bugüne kadar tarihi varlıklarını korudular. Onların yok 
                olmaması için önlem aldılar. Ben sinema sanatını evrensel bir 
                sanat olarak görüyorum. İnsanoğlunun birbiriyle şu anda çok iyi 
                anlaşabileceği iki lisan var. Birisi kültür, sanat diğeri 
                spordur, eğer siyaseti seçmemiş olsaydım, ben de bu festivale 
                katılan yapımcılardan biri olabilirdim” dedi ve daha sonra 
                festival meşalesini yakan "Asya Rüzgârı 21" Japon grubu kimono 
                defilesini izledi.  
 
                - ŞİMDİ BAKAN’A SORULUR:
 
                - On milyon euro kaç mermi, ne 
                kadar mühimmat ve teçhizat eder? Anarşi, terör ve tedhiş örgütü 
                için kaç lejyonerin maaş ve masrafını karşılar? Bu hain 
                tahkimatın Türk Ordusu, masum ve mazlum halkı ile güvenlik 
                kuvvetlerine tevcihinin maliyet ve tahribatı ne olur?  
 
                - Bakan ‘paranın iadesi halinde’ Belçika ve AB’nin ‘küçük 
                düşeceğini” söylüyor.Ya önlem alınmaz ve ‘ne pahasına olursa 
                olsun, bu devasa miktar nakdin örgüt eline geçmesi’ halinde 
                Türkiye’nin düşeceği durum!  
 
                - AB zaten pişkin, çok standartlı, 
                ikiyüzlü, kalleş ve kancıktır. ABD’de öyle değil mi?
 
                - Şu hale nazaran Türk hükümeti ilke, umur-u devlet onuru, 
                görev ve sorumluluk idraki ile hareket ederek “her ne pahasına 
                olursa olsun” bu iade ve intikali önlemek mecburiyetinde midir, 
                yoksa değil midir? Mesela bir Japon için bu, “Sorumluluğun 
                mutlak gereğidir” .
 
                - Türk’e ise: “Daha sert cevap vermek ve icabında Osmanlı 
                Tokadı” atmak yaraşır.
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          55  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                 
                   TÜRKİYE İÇİN BAŞKANLIK SİSTEMİ
                
                            İçinde bulunduğumuz konjonktür, her kesin ve her 
                kesimin ‘eğri otursa bile’ doğru konuşmasını zorunlu 
                kılmaktadır. Zira Türkiye 48 yıldır sistematik olarak sürdürülen 
                çürüme, çürütme ve yozlaştırma politikaları sonucu siyaseten 
                çökmüş, ekonomik ve sosyal bağlamda ise fevkalade büyük bir 
                tahribata uğratılmıştır.  
                            Bu erozyon sürecinde en çok tartışılan konuysa 
                siyasettir.  
                            Zira siyaset geleneksel ve doğal sınırlarından 
                sapmış, reddimiras etmiş, tarihi temelleri sarsılmış, dengeleri 
                bozulmuştur. Şimdi yeniden yapılanma, medeni siyasete dönme ve 
                tarihi, kadim temeller üzerine tekrar oturma zamanıdır.  
                            Gerçek şu ki; Aslında Türkiye Cumhuriyetinin 
                kuruluşundan bu güne değin uygulanan sistem de-facto (örtülü) 
                başkanlık sistemidir. Merhum ve müstesna Mustafa Kemal Atatürk 
                de zaman zaman “ben Türkiye Cumhuriyetinin Başkanıyım” gibi 
                sözlerle bu hususu teyid eden ifadeler kullanmıştır. (AOÇ, 
                Amerika Büyükelçisiyle görüşme) İnönü, Cumhurbaşkanlığı 
                süresince despotluk ve diktatörlük derecesinde hükümran olmuş; 
                Celal Bayar Menderes’in etki alanında kalmış; 1960’dan sonra ise 
                giderek Başbakanlığın ağırlığı artmıştır.  
                            Değişen ve dönüşen dünya düzeni de bunu gerekli 
                kılmaktadır.  
                            Örneğin: Bu gün için AB kralları veya 
                Cumhurbaşkanları sadece semboliktir. İstisnai durumlar hariç bu 
                kral ve cumhurbaşkanlarının her hangibir ağırlığı, etkinliği ve 
                belirleyiciliği kalmamıştır. Şu kadar ki; Sağlam ve sağlıklı bir 
                başkanlık sisteminin bizdeki temelini teşkil eden ‘bağımsız 
                yargı’ ve ‘bağımsız yasama” ayaklarının güçlü, onurlu ve 
                sağlıklı bir biçimde oluşması zorunludur. Bu güne kadar 
                kamuoyunda vaki sistemle ilgili tartışmalar ise, ABD başkanlık 
                usulünü baz aldığı cihetle ilmi olmaktan uzak, duygusal ve 
                spekülâtiftir.  
                            BİZE UYAN SİSTEM:   
                 
                Devlet Başkanının iki dereceli 
                olarak (birinci turda %50'den yukarı en fazla oy alan; ikinci 
                turda asgari % 50 + 1 oy almak şartıyla) halk tarafından 
                doğrudan seçileceği, kuvvetler ayrılığı ilkesinde "yürütmeyi" 
                temsil ve ilzam edecek ve güçlü, kararlı ve istikrarlı bir 
                sisteme kısa sürede geçilmesi; İnsan hakları, adalet, hukuk, 
                çevre şart ve emsalleri ile kamu yararı ve halk menfaatleri 
                yönünden gerekli ve zorunludur. Zaten Cumhurbaşkanlığı seçimi 
                ile ilgili olarak yapılan Anayasa değişikliğide bunu muciptir. 
                Sistem üzerinde kesinlikle yozlaşma ve dejenerasyona kapalı 
                “soylu” bir model oluşturulmalıdır. Seçilen model yine de halkın 
                bilgi ve tasvibine sunulmalı ve en geniş anlamda tartışıldıktan 
                sonra bir Anayasa değişikliği ile yürürlüğe konulmalıdır.  
                Burada tek, vazgeçilmez ve ödün 
                verilmez amaç: Adalet ahlakı ilkesi ve demokrasi esaslarının 
                mükemmel bir biçimde uygulanması ve millet iradesinin devlet 
                idaresinde en etkin biçimde yansımak suretiyle temsil 
                edilmesidir. Bu amaçla tek çare olan ve farklı bir modeli ABD’de 
                de uygulanan "milli delege sistemi" ihdas olunarak; Siyasi 
                Parti, diğer siyaset kurumları ve Sivil takip, kontrol ve 
                denetim unsurlarının (STK-Enciyo)  yozlaşması-dejenere olması ve 
                katılımcı demokrasi" nin önünün kapanması yasal düzenlemelerle 
                önlenmeli ve yargı erk’ i buna göre hukuken tahkim edilmelidir.
                
                
                Zira, halkın rıza, muvafakat ve 
                iradesine dayanmayan, kahir ekseriyetin özgür iradesi ile samimi 
                katkı ve katılımını yansıtmayan, demokratik olmayan, adalet, 
                ahlâk ve hukuk normlarına uymayan hiçbir uygulama meşru 
                değildir. Halka rağmen, geniş halk kitlelerini ve ülkenin 
                geleceğini ilgilendiren konu, konum ve alanlarda tasarrufta 
                bulunan kurum, kuruluş ve hükümetler de asla meşru olamazlar. Bu 
                sınırların çok net ve belirgin olarak çizilebilmesi ve 
                uygulanabilmesi için; Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün “kuvvetler 
                birliği anlamında” tanımladığı ve fakat mutlak surette 
                “kuvvetler ayrılığını ifade eden” esas ve ilkesi hayata 
                geçirilmeli, bu usul, esas ve ilkeler muvacehesinde: Öncelikle, 
                mutlaka ve acilen “Adalet ve Hukukun” bağımsızlık ve 
                tarafsızlığını teminen gerekli düzenlemeler birinci aşama olarak 
                derhal yapılmalıdır. Aksi takdirde, üç kâğıtçılar denen 
                (Borsa-Döviz-Faiz) ile şer ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan 
                (Medya-Mafya-Siyaset) sultası kırılamaz.  
                Bünyesinde rüşvet, iltimas, 
                hırsız, yolsuz, su istimal erbabı, sahtekâr, anarşist, terörist, 
                alçak, namussuz ve nesebi gayri sahih dönme ve ihanet şebekeleri 
                barındıran; Özgürlük ve güvenlik sorunu yaşayan bir toplum asla 
                “devlet” olamaz. Demokrasiyi kuramaz. Yaşatamaz. Hak, adalet ve 
                objektif hukuku hakim kılamaz. Çürüme ve yozlaşma önlenmedikçe 
                başkanlık sistemine geçemez, devlet denetimi, adalet-hukuk, 
                liberal (serbest piyasa) ekonomisi, dürüst rekabete dayalı 
                “demokrasiyle özdeş” ekonomik, sosyal ve siyasal kurumları 
                hayata geçirip, gerçekleştiremez. Bu aşamada ilk yapılması 
                gereken icraat: Temizeller operasyonudur.   
                            Başkanlık sistemine ilişkin altyapının 
                oluşturulup, geliştirilmesine paralel olarak; Devlet asli 
                görevlerine çekilmeli, Maliye, Adalet, İç ve Dış 
                Güvenlik-Savunma-Denetleme ve Düzenleme dışında yer alan diğer 
                alan ve sektörlerden sür’ atle çekilmelidir. Esas itibarıyla 
                bunun alt yapısı yıllar önce bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK 
                tarafından “geleneksel çizgide” hazırlanmıştır. Buna göre: 
                Orijinali 1. Celâl BAYAR Hükümeti (1936) ve Aziz ATATÜRK' e ait 
                Parti Programında, (1946-1960) Devletin içinde bulunduğu durum 
                ve halkın çektiği sıkıntı ve mahrumiyetler dikkate alınarak; 
                Özel sektörün muktedir olamadığı ve giremediği alanlarda, "Vakti 
                zamanı gelince özelleştirilmek ve kamu yararına hizmet üretmek" 
                amacıyla  kamu kurum ve kuruluşu niteliğinde iktisadi 
                teşebbüsler ve işletmeler teşkil edilmiş;  bunların pek çoğu 
                bizzat Atatürk (Sümerbank, Etibank v.d.)  bir bölümü de DP 
                tarafından kurulmuştur. Bu meyanda ve program gereği ilk 
                özelleştirme de yine DP tarafından yapılmıştır. 1960 darbesi 
                olmasa idi, DP' nin niyeti en geç 1963-1970 arası özelleştirmeyi 
                tamamlamaktı. Dolayısıyla, Atatürk ve Milli Mücadele (gelenek) 
                çizgisinin “çağ ötesi bir basiret ve beka eseri olarak terekküp 
                ve teşekkül eden politikalar bağlamında” tek siyaset kurumu olan 
                DP, devletin "çok zorunlu alanlar dışında" ticaret, sanayi ve 
                üretim sektöründe rol almasına tarihen karşıdır. Bu nedenle: 
                DEVLET; Asli fonksiyon ve unsurları olan Adalet, İçişleri, 
                Dışişleri, Güvenlik, Denetim ve Kamu Maliyesi ile "Sosyal Devlet 
                İlkesinin zorunlu kıldığı" alanlar dışında hareket etmeyecek ve 
                kesinlikle faaliyet gösteremeyecektir. Yani, tüccarlık 
                yapamayacak; iyi bir düzenleme, destekleme ve denetleme (3D) 
                mekanizması teşkil ederek namussuz, ahlâksız, dessas ve halk 
                düşmanı, çok standartlı, spekülâtör, sansasyonel, stokçu ve 
                sömürücü, kan emici, (bazı) tüccar nam insanlık düşmanlarına da 
                asla fırsat vermeyecektir. Yurt içi Tekelleşme ve tröstleşmenin 
                kesin olarak önüne geçecek ve “serbest rekabeti” üretici- 
                tüketici lehine; Aracı, tefeci, stokçu, fırsatçı, sömürgen ve 
                komisyoncu aleyhine, sektörleri  “namuslu-dürüst, temiz ve 
                şeffaf” olmaya mecbur eden bir sistem kurarark yürütmek zorunda 
                olacaktır. Ancak, dengeleyici, düzenleyici, denetleyici ve 
                haksız rekabet karşısında "en aziz varlığımız olan insan 
                unsurunu koruyucu" müdahale hakkı saklı tutulacaktır. Örnek: 
                Eğitim, Sağlık ve Sosyal Güvenlik. Çok sıkı takip, kontrol ve 
                denetim her alanda esastır.
                “Kimsesizlerin kimsesi ve sahipsizlerin sahibi devlettir” 
                ilkesiyle devlet Türk halkının  onur, erdem ve insanlık davasına 
                yakışan, vahşi kapitalizme karşı çıkan bir usul ve esasa 
                oturtulmak zorundadır. Başkanlık sisteminden amaç, her adım ve 
                evrede “insani boyut ve bilinç toplumunun” asla göz ardı 
                edilmemesidir. Dünyadaki aykırı örneklerin aksine Türkiye 
                devleti insan odaklıdır. Her insan bir devlettir felsefesi 
                temelinde yükselir. Devlet, insana hizmet, güvenlik, zenginlik, 
                mutluluk, sosyal şart, eşitlik adalet ve hukuk” için vardır.
                
                
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         56  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Rıza HARDAL | 
      
      
        | 
        
        Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                - BİR GÜN
 
                -  
 
                - Can iğini ten yününden
 
                - Sarar kirmen,ular bir gün.
 
                - Sulu yalçınlar önünden
 
                - Açılar gül solar bir gün.
 
                -  
 
                - Gül dalna bülbül konar
 
                - Diken güle vermez zarar
 
                - Suna saçın baştan tarar
 
                - Saçlarını yolar bir gün.
 
                -  
 
                - Dünya oyur bir gün harap
 
                - Ne gül kalır,ne de turap
 
                - RIZA sebep olan harap
 
                - Gözlerine iner bir gün.
 
                -  
 
                - Kutret kazanı kaynama
 
                - Katılmış seyreder ona
 
                - Ecel kolunu boynuma
 
                - Habersizce dolar bir gün.
 
                -  
 
                - Acı tatlı yenmez olur
 
                - Yalan gerçek denmez olur
 
                - Hep kesilir sular bir gün
 
                -  
 
                - RIZA sözlerini bitirir
 
                - Bülbül gülünü yitirir
 
                - Dört mişi alıp götürür
 
                - Gelmediğe döner bir gün
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          57  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Rıza HARDAL | 
      
      
        | 
        
        Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                - YİNE YERİMDE SAYARIM
 
                -  
 
                - Dokuz aylık yoldan geldim,                      
                 
 
                - Hem ağladım hem güldüm.                       
                 
 
                - İnsan olduğumu bildim,                             
                 
 
                - Yine yerimde sayarım.                             
                 
 
                -  
 
                - Doğuş yaştan altmışa denk
                 
 
                - Güller açar benek benek
 
                - Taa uzaklar yakına denk
 
                - Yine yerimde sayarım.  
 
                -  
 
                - İnsanlara baktım gitmiş,                            
                 
 
                - Meyvelerim dalda yetmiş,                         
                 
 
                - Yaşım elli altmışı bulmuş,                       
                 
 
                - Yine yerimde sayarım.                              
                 
 
                -  
 
                - Aşka sevdaya doymadım  
 
                - Azları çoğa koyamadım
 
                - Hızlı gittiğimi sandım
 
                - Yine yerimde sayarım.
 
                -  
 
                - Ömrüm geçti Ah çekmekle,                      
                 
 
                - Gözlerimden yaş dökmekle,                     
                 
 
                - Felek belimi bükmekle,                             
                 
 
                - Yine yerimde sayarım.                              
                 
 
                -  
 
                - Ben bu hallerime şaştım  
 
                - Hayalden hayale düştüm  
 
                - Eşe dosta kavuşmadım
 
                - Yine yerimde sayarım.
 
                -  
 
                - Çok çalışıp fazla koştum                          
                 
 
                - Boranlı dağları aştım.                               
                 
 
                - Taa üst kattan yere düştüm,                     
                 
 
                - Yine yerimde sayarım.                             
                 
 
                -  
 
                - HARDAL'ım der acep nettim
                 
 
                - Nice kervanları güttüm  
 
                - Şu dünyada nöbet tuttum  
 
                - Yine yerimde sayarım.
 
               
              25.05.1989 
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           58  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               HÜZÜN YAĞMURU
            
            Genç adam gecenin karanlık örtüsünde 
            ruhunun hazin yankısı çığlık kopartarak sahilde yürüyordu. Dilinde 
            dökülen özlem ve söylemler uzaklığın kanlı deresine itilmişti. 
            Dişinde sıkışan kırgınlıkla hayallerinin fotoğrafı karanlığı 
            ısırmıştı.  
            Seni diyordu genç adam ‘ - Seni 
            geleceğimin atlasına gül olarak ekmiştim, günlerin başaklarında seni 
            görmüştüm, canım seninle cananlığa kavuşmuştu. Şimdi ise yüreğimin 
            dileğine çıkılan hayal merdivenlerinden düştüm. Gözlerimde ve 
            gönlümde hüzün yağmuru döktüm...’  
            Ruhunun hazin kamcısı acıyla döverek 
            başı düşmüş, dizleri eğilmiş olarak ağır ağır yürümeye devam 
            etmişti. Kulaklarını şaklatan dalgaların sahile vuran sert tokadı, 
            kalbini yaralayan dert sakatı her yanını sarmıştı, her anı ruhunu 
            tırmalayarak artmıştı. Boğazı ışıklarıyla öpen karşı kıyının 
            betonuna gözleri takıldı.  
            Genç adam ‘ - İşte sevdiğim şu 
            evlerin kör penceresinde ikamet ediyor. Acı aşkların fısıltısı 
            duvarlarını ıslatmış Kız kulesinin üstünde bulunuyor. Tarih kokan, 
            heybeti ile Haydar paşayı tutan, boğazın maviliğine gülümseyen 
            kışlanın yakınında, Selimiye mahallesinde sevdamın ayaklarını 
            vurduğu yerdir ‘... Başında hüzün yağmuru akar, soğuk ürpertiyle 
            denizin ağlaması bakar. İntizarın hicranında ufuklar karanlık 
            balçıkla kararak gönlü sararmış, umutları sönmüş, hayalleri yıkılmış 
            olarak geleceğin perdesini kav la tutuşturarak yakar. Hüzün yağmuru 
            şiddetlenmişti... Kederin kader alnında terlemeye başlamıştı. Ruhunu 
            ıslatan hüzün yağmuruyla sarsılmış ve kederle terleyen kalb titremiş 
            olarak sahilin çapağı olan taşın beline yığıldı. Başını ayaklarının 
            arasına sıkıştırarak söylenmeye başlar  
            ‘ Ey aşk acısı, ey gönül yarası, ey 
            derdin karası... Sana sığınırım, Sevgimin adını düşlerim... Onun 
            yokluğunda sürgün kaldım, günlerim onsuzlukla zindan oldu. Bir çıkış 
            ver, bir ferahlık ser. Hani gözleri gözlerime kilitleniyordu, hani 
            sözleri sözlerimi sarıyordu bir zamanlar’... Zihnine film şeritleri 
            yayılır, anıların sahnesi açılır. Ela gözleri karanlığı yırtan ayla 
            kendisine bakmış, siyah saçları denizin dalgasında ellerine düşmüş, 
            oval çenesi ufukların köşesinden bakarak gözlerine çökmüş, güzel 
            yüzü sahilin ıssız belinde kafa odasını kırmıştı. Derbeder durumda 
            sürüklenip duruyordu, sevda ölümünün soluğunu yutarak hüzün 
            yağmuruyla: Duyguları kanlanış, sözleri kurumuştu.  
            Dudaklarına yapışan hüzün melodisi 
            tütsülenir, karanlık siyah saçın dalgasına. Öylece durup izler 
            sevdiğinin hayalini...İkametgahı gözlerine batarak gölgesi yanı 
            başında buluşmuştu. Gölgeye sorar ‘ Ey hayal sulületi karanlığın 
            aynasından çıkarak ellerimi tutsan, geleceğimizin inşasını beraber 
            kursak‘... Hayal sulület donuk kalır, ağzından tek kelime, 
            gözlerinde bir gram bakış görülmez gözleri kapalı, hayattan kopuk, 
            cansız et yığını gibi durur. Genç adam yaklaşır, hayal geriye 
            çekilir. Genç adam adımlarını hızlandırır, hayal de gerisin geri 
            hızlanır. Daha çabuk kavuşma özlemiyle kollarını açar, feryat 
            koparır. ‘- Ey canım benim niye kaçarsın benden, niye uzak kalırsın 
            yardan. Gel ellerimi tut, gel gönlümü nefesinle yıkat’... Hayal 
            cesedi Boğazın dalgasını yararak Selimiye’nin duvarlarına sokularak 
            kaybolur. Karabasanlar bedenini tutarak kahkahalarını kafasında 
            yankılandırırlar. Hafakanlar ayaklarına serilerek denizin çağıran 
            sesine itekler. Hüzün yağmuru ıslattığı gibi denizin çağıran kolları 
            gözlerine çarparak: Gel diyordu. - Senin yangınını söndüreyim, hüzün 
            yağmurundan kaç, esaret ayaklarını bana dokundur, senin bedenini 
            karanlık derinliğimde kapatayım. Aşkın keder kalemi yüreğine bir 
            kere yazıldı mı iz kalır, kalbinde hep sızısını hissedersin. Genç 
            adam öylece durur düşüncelerin dehlizinde dolaşır. Karanlığın 
            alnında çağıran ses, kalbinin acı nefesi buhramlara atarak 
            çıkmazlarda bocalıyordu. Hüzün yağmuru artmış artık meçhulün 
            adresine sürüklüyordu ‘ Ya ölümün vuslatında hayata son vermek, yada 
            yeni bir hayatın menzillerine uzanmak. Başı kah denizde batıyordu, 
            kah sahil yolunun uzaklığına çevriliyordu. Bir kedi gelir ayaklarına 
            dolanır, kedinin mırıltısı silkeler kendisini. Yorgun ayaklarını 
            isteksiz sürükleyerek sahilin karanlık ağzına girerek kaybolur. 
            Sahilin tokadı artar, kedinin mırıltısı denizin tokadına yanıt verir
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           59 
           | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL  | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         
           
          
KURU MANTI 
          
        
        
        MALZEMESİ : 2-3 porsiyon-200 Gram kıyma 1 baş büyük soğan,4 bardak un,1 bardak un 
hamur açılırken kullanmak üzere,1 yemek kaşığı tuz,1,5 su bardağı ılık su,1 
kaşık margarin veya yarım çay bardağı sıvı yağ
        
        Her zaman 
yapılmayan,yada misafir geldiği zaman hazırlanan bir mantı çeşididir.  
        
        Özelliği,hamurunun diğer mantı hamuruna göre biraz daha sert ve kalın 
olmasıdır.   
        
        Önce 
mantının içerisine konacak harç hazırlanır.
        
        Hazırlanışı: 4 bardak una 1 kaşık tuz konularak un,su ile katıca yoğrulur.
        
        
        
        Yoğrulan 
hamur üç yumak haline getirilir
        
        Her yumak 
oklava ile  2 milim kalınlığında açılır.  
        
        Hamur çay 
bardağı ile yuvarlak olarak kesilir .
        
        İçerisine 
kavrulmuş kıyma ve ince doğranmış maydanoz,istenirse kıymanın içine soğan 
doğranarak haşlanarak konulur.  
        
        Çay bardağı 
ile kesilen hamurların içlerine aldığı kadar bu malzeme konulur  
        
        6-7 kanat 
olarak uçları birleştirilerek bükülür.  
        
        Bükülen 
kısımlar altı yağlanan tepsiye bükülen taraflar tepsinin altına gelecek şekilde 
tek tek dizilir.  
        
        Tepsi 
dolunca tepsi 
ateşte döndürülerek kızartılır,
        
        alt tarafı 
kızaran kuru mantı ters yüz edilerek üst kısmı da  aynı şekilde kızartılır.
        
        
        
        Kızarma 
işlemi bitince,tepsiye salçalı ve yağlı su ilave edilerek ateşin üzerinde tepsi 
çevrilerek mantı pişirilir.  
        
        İsteğe göre 
bu işlem su kalmayana kadar pişirilebildiği gibi hafif sulu olarak ta 
pişirilebilir.  
        
        Pişen mantı 
soğumaya bırakılır. Ilık olarak tabakla yada tepsi ile servis yapılır. Üzerine 
bol sarımsaklı yoğurt dökülür.   
                 | 
      
      
        | 
         
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          60  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                - DÖNÜŞ YOK 
 
                -  
 
                - Bir çizgi uzar  
 
                - Uzar sınır çizer  
 
                - Yol yok, gidiş yok  
 
                - Demir parmaklıklar örülür
                 
 
                - Görüş yok,  
 
                - Varsam diyorum tutsam  
 
                - Eli deyse elime  
 
                - Deyse de dönüş yok  
 
                - Mavi bir buluttan düşüyorum
                 
 
                - Düşüyorum saçlarına  
 
                - Dikenli tel gibi bedenin
                 
 
                - Kanar, kanar…  
 
                - Bir kere  
 
                - Deymiş temine tenin …  
 
                -  
 
                - O son anı var  
 
                - Ağır ağır bakışı  
 
                - Gidişi  
 
                - Yabancı bir diyar  
 
                - Söylediğim gurbet türküsü
                 
 
                - İçinde sen var,  
 
                - Feryat var,figan var  
 
                - Harman gibi dağılmış saçlarının örgüsü
                 
 
                - Ayrılık dediğin aramıza örülmüş bir duvar
                 
 
                - Döşenmiş tel örgüler  
 
                - Kapalı kapılar  
 
                - Bir çizgi gibi  
 
                - Uzar sana giden yollar  
 
                - Uzar bir daha mı sevmek  
 
                - Bir daha mı  
 
                - Gözlerin gözlerime düşer
                 
 
                - Üstümüze  
 
                - Çekilmiş kurma kolları  
 
                - Sürülmüş sürgüler…  
 
                -  
 
                - Tutuşmak  
 
                - Sevişmek bir daha mı  
 
                - Umut, umut bir daha mı  
 
                - Çok bekleyeceksin  
 
                - Daha çok  
 
                - Gidişi vardı  
 
                - Dönüşü yok…
 
               
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          61  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Yaşar KILIÇ 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Yaşar KILIÇ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - MEMLEKETİM
 
                - Memleketim;köyümde uzaklarda bir yer var.
 
                - Kırk yıldır ki;bir hayal,arzu beni kamçılar.
 
                - Dağın derinliğinde,nurdan ayna bir pınar,
 
                - Dalar dalar giderim,o ücra güzel yere.
 
                -  
 
                - Tepede beyaz mabet,sarmaşıklar içinde.
 
                - Mihrab,mimber.kürsü,Kabe,Kıbla ucunda.
 
                - Vecd içinde kıyamı,rüku hamd secdesinde,
 
                - Dolar dolar,feyziyle çıkarım seherlere.
 
                -  
 
                - Canlı cansız kainat her şey O’nu ararlar
 
                - Yıldızlar,ay ve güneş sıra ile yanarlar,
 
                - Susuz ceylanlar,kuşlar,çiçekler hep kanarlar
 
                - Sular sular doyulur,rezzaktır rızık vere.
 
                -  
 
                - Akşam;siyah saçını salıverir ormana.
 
                - Tüm mahlukat,figanla haykırır Rahman’a,
 
                - Ahenkle,ağaç,çiçek katılırlar kervana,
 
                - Salar salar nameyi derler,Allah tek çare.
 
                -  
 
                - Topluluklar içinde nice yalnız bulunur.
 
                - İnsan isterse ıssızda dostla olunur,
 
                - Ömür kısa,ey YAŞAR dünyada ne kalınır.
 
                - Solar solar gül beniz,yolculuk var son kere.
 
                - 05.05.2002
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          62  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Yaşar KILIÇ 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Yaşar KILIÇ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - AHRET KAPISI
 
                -  
 
                - Şu lahuti kabristan;sırlarla dolu şehir.
 
                - Cennat bahçesi,ya da cehennemden bir çukur.
 
                - Alim-i evrahtan gelip,ukbaya akan nehir,
 
                - Tefekküre daldıran,gizemli,sakin belde,
 
                - İşte ahret kapısı;heveslenme,sen gel de.
 
                -  
 
                - Maddi gözler,kulaklar,görmez,duymaz orayı,
 
                - Günahkara cendere,iyiye nur sarayı,
 
                - Gitmişler hep gitmişler,bırakmışlar burayı,
 
                - Ötelerin muştusu gizemli,sakin belde,
 
                - İşte ahret kapısı;heveslenme,gel gel de.
 
                -  
 
                - Hep güzellikler burada,nice erler meskundur,
 
                - Zalimlere kabustur,iyilere efsundur,
 
                - Gidenler dönmemişler,demek ki çok memnudur
 
                - Tefekküre daldıran,gizemli,sakin belde
 
                - Bura ahret kapısı;heveslenme,sen gel de.
 
                -  
 
                - Yaşlı,çocuk,bebekler gül gibice kokuyor.
 
                - Mezarların taşında,gören bahtını okuyor.
 
                - Gönül buruk,göz yaşlı,ibret ibret bakıyor,
 
                - Ötelerin muştusu;gizemli sakin belde,
 
                - İşte ahret kapısı;heveslenme,gel gel de.
 
                -  
 
                - Resul,Nebi,Sahabi,Tabiinler geçtiler,
 
                - Şehit erler,erenler ecel meyli içtiler.
 
                - Dünya fani,Hak beği ne YAŞARLAR göçtüler,
 
                - Tefekküre götüren gizemli,sakin belde,
 
                - Ey ahret kapısı heveslenme,sen gel gel de.
 
                - 15.06.2001
 
               
                 | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
            
              | 
               
        04. SAYI FİKİR 
              NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ DERGİSİ 
        01/01/2009  |