| 
               
              
              
                | 
            
      
     
                | 
            
      
     
        
          
             
            - 
              Hicri ve Miladi Yeni Yılınızı 
              Kutlarız
 
            
          
          
             
            - 
              
              Hat Mahmut Selim GÜRSEL Bismillahirrrahmanirrrahim
 
            
          
         
     | 
            
      
    |  
        DİKKAT ! 
        BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        
        Hazırlayan 
        
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
              | 
                
                | 
            
      
              | 
               | 
            
      
              | 
                | 
            
      
              | 
               
                   İÇİNDEKİLER
              
               | 
            
      
              | 
                | 
            
      
              
              
              Ahmet CANBABA KÖTÜ KOKULAR
                
              Ahmet CANBABA BEN SUSARIM
                
              Ahmet CANBABA BİR YETKİLİ GÖRMEZ Kİ 
              Ahmet CANBABA MİR MEHMET 
               
              Atilla ALPAY YEŞİLAY KIZ YURDUNDA 
              Atilla ALPAY BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR 
              Atilla ALPAY GAZETECİLER 
              Atilla ALPAY YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI 
              Atilla ALPAY GÖZ AMELİYATI 
               
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU İÇİMİZDEKİ KERKÜK” ÜN SESİ ŞEMSETTİN KÜZECİ... 
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
                
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU ÜŞÜMÜŞ KAR TANELERİ GÖNDERİYORUM SANA 
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU KADIN 
              Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU LEYL-İ GECELERDE YUSUF 
               
              Hüseyin Hüsnü GÜREL MARMARA DENİZİNDE YERALTINDA DOĞALGAZ 
              PATLAMALARI İLE MEYDANA GELEN TSUNAMİ YÜKSEK DENİZ DALGALARI 
              KIYAMETLER KOPARCASINA ÇOK KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLMAKTADIR.   
               
              İsa KAYACAN BESTELENEN “BİRİ VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ
                
              İsa KAYACAN BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN 
              İsa KAYACAN MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN GAZETESİ 
              İsa KAYACAN ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ 
              İsa KAYACAN KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
                
              İsa KAYACAN BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL 
              İsa KAYACAN RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI 
              İsa KAYACAN İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE 
              İsa KAYACAN DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLERII 
              İsa KAYACAN ERŞAT HÜRMÜZLÜ 
              İsa KAYACAN BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU 
              İsa KAYACAN BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ 
              İsa KAYACAN AİLE SAADETİ 
              İsa KAYACAN İSTATİSTİKİ ANLATIMLA 
              İsa KAYACAN DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER I 
              İsa KAYACAN ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ 
              İsa KAYACAN 80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU’NUN 
              ŞİİR DÜNYASI   
              İsa KAYACAN BİRER TUTAM 
              İsa KAYACAN BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
                
              İsa KAYACAN TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE? 
              İsa KAYACAN BAYRAĞIM
                
               
              İsmail TORUNBU ÇARŞININ MASALI 
               
              Mahmut Selim GÜRSEL INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
                
              Mahmut Selim GÜRSEL HİCRİ YIL VE MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
                
              Mahmut Selim GÜRSEL ÇÖPLÜK
                
              Mahmut Selim GÜRSEL Geçmiş sayılardan bir yazım DİKKAT !
                
              Mahmut Selim GÜRSEL AVCI 
              Mahmut Selim GÜRSEL TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK? 
              Mahmut Selim GÜRSEL ÇORUM'UN KADISI 
              Mahmut Selim GÜRSEL GAZİ TOP (Gerçek hikaye) 
              Mahmut Selim GÜRSEL BİZ 
              Mahmut Selim GÜRSEL TIMARHANE YOLCUSU 
               
              Mesut ARTAR BUNUN BÖYLE OLDUĞUNU İSPAT EDEN AK PARTİYE TEŞEKKÜR 
              BORCUMUZ VAR.. 
              Mesut ARTAR ANNE VE BABANIZIN KÜÇÜK YAVRUSU DEĞİL MİSİNİZ?
                
              Mesut ARTAR AYNASI İŞTİR KİŞİNİN LAFINA BAKILMAZ1 
               
              Muhsin AKTAŞ DURDURUN ŞU ZALİMİ
                
              Muhsin AKTAŞ DAFFEYLE GAZZELİ BALAM 
               
              Murat HACIOĞLU YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER  
              Murat HACIOĞLU YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER-2  
              Murat HACIOĞLU YENİ YIL ŞARKISI (ÜÇLEMENİN SONU)  
              Murat HACIOĞLU YANLIŞ HAYAT, DOĞRU SEZGİ; BEN DE VARIM  
              Murat HACIOĞLU KOYUNLUK BİZDE KALSIN  
              Murat HACIOĞLU DUYGULARA GEM VURMAK 
              Murat HACIOĞLU TARAF MI, TARAFTAR MI?..  
              Murat HACIOĞLU İNSANLARI ANLAMAK 
               
              Mustafa Nevruz SINACI BARAK HÜSEYİN OBAMA 
              Mustafa Nevruz SINACI ESKİ CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANLARA KIYAK!. 
              Mustafa Nevruz SINACI ESKİ CUMHURBAŞKANLARINA VE BAŞBAKANLARA 
              YARDIM KAMPANYASI 
              Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI 
              Mustafa Nevruz SINACI AHTAPOTUN KOLLARI VE ADALET’E DAVET 
              Mustafa Nevruz SINACI ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
                
              Mustafa Nevruz SINACI İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI 
              Mustafa Nevruz SINACI GAZZE KATLİAMLARI VE GERÇEKLER 
              Mustafa Nevruz SINACI ZALİMİN ZULMÜ SÜRMEKTE 
              Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN
                
              Mustafa Nevruz SINACI DEVLET, ADALET, HUKUK VE CEMAATLER… 
               
              Neval KAVCAR PKK RAPORUNA SON RÖTUŞ 
              Neval KAVCAR NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ GENEL TOPLAMI NEDEN SİLDİ? 
              Neval KAVCAR MUSKA VE DOZER 
              Neval KAVCAR 2. CUMHURİYET BÖYLE BİR ŞEY OLMALI 
               
              Ömer SEZER GİTME! 
              Ömer SEZER İSİMSİZ 1 
              Ömer SEZER İSİMSİZ 2
                
               
              Özkan KARACA GÜN BATIMI 
              Özkan KARACA YETİM ÇOCUK 
              Özkan KARACA SEVDANIN YALNIZLIK GÜLÜNE 
               
              Selma GÜRSEL RULO YAŞ PASTA 
               
              Serkan ÖKÇE HEPSİNİN TOPLAMI İSTANBUL
                
              Serkan ÖKÇE BİRİSİ VAR 
               
              Üzeyir Lokman ÇAYCI UNUTMA 
              Üzeyir Lokman ÇAYCI KAPAR KAPILARINI DOSTLARINA 
              Üzeyir Lokman ÇAYCI ÖÇ (Tiyatro) 
              Üzeyir Lokman ÇAYCI DESENLER 
  
                | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        KİTAP ismi  Sayfaya 
        dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                     
                       KÖTÜ  KOKULAR
                    
                             İnsanın  bazen  burnuna  hoş  gelmeyen kokular  
                    vardır. Hele  oruçlu iken  Ramazanda  ağız  kokusu  hiç  
                    çekilmez.  Oradan uzaklaşmak istersiniz. Ya  kokunun  
                    nereden  geldiği  belli  değilse ,  bir yerlerde  ölmüş  
                    fare  kokusu  yada kaynağını  bulamadığınız  bir  havyan  
                    leşi  kokusu  sizi  canınızdan  bezdirir. Çünkü  sizin 
                    yaşamsal  alanınız  içindedir, o mekanı da  terk 
                    edemezsiniz.
                             İşte  siyasetin içindede  çeşitli  kokular  
                    vardır. Bunlar  yaşamımızı yakından  ilgilendirir. Bu  
                    kokular  bazen  bizim  emeğimizin,  alın terimizin  
                    çalınması  anlamına da  gelir. Bu  kokular  kimini  işinden  
                    aşından  eder,  kimine  para  kazandırır.  Şehitlerimizin  
                    acısından, Deniz  fenerinden, yılın  davası  Ergenokon’dan, 
                    yani  anlayacağınız  yılın  copçusundan  tutunda  yılın  
                    popçusuna  kadar  herkes bu kokunun  baş  aktörleridir ve  
                    etraflarına  kokular yayarlar  ve  bundan da  para  
                    kazanırlar.   Hükümetin  başı  kendi  teşkilatlarından 
                    gelen  bu kokulara  karşı mücadele  etme  gereği  hiçbir  
                    zaman  duymuyorsa  koku  alabildiğine  yayılır.  Hükümetin 
                    başı  acaba  neden  bu kokulara  karşı  savaş  açamaz  
                    dersiniz. Çünkü kendiside  iktidar  olmadan  etrafını  
                    kokuttuğu  için haklarında  davalar  açılmıştır. Bu  davalar 
                    dan  dolayı dokunulmazlığına  sığınarak  milletten  
                    kokusunu  şimdilik  gizlemiş  görünmektedir.
                     
                             Ama  yıllardır  bu konularda  tecrübe  kazanan  
                    halkımız  nereden  bir  koku  gelse  anlamaktadır  artık. 
                    Siyasetin  başı, koku  gelen  teşkilatlara  karşı
                    yeni  önlemler  alarak  kokuya  halkı  alıştıracakmış. 
                    Diyelim ki  yumurta  pazarlayacaksınız,  sizin kokunuz  
                    arşı  alayı  aştı.   Önceden de  bir  mısır  kokusu  
                    gelmişti  halkımızın  burnuna,   şimdide  yumurta. Herkes  
                    biliyor  değil mi  bu kokuyu. Birazda   çocuklarınız  
                      kokutsun   etrafı  canım  onun  kokusu  halkın  burnuna  
                    gelene  kadar  atı  alan  Üsküdar’ı da  geçmiş  olur.
                     
                             Şimdi   diyelim ki  yumurta  pazarlayacaksınız.
                    
                    
                    Gazetelerde  soyadınızın görüldüğü  ve  kimliğinizi  
                    belli  edecek  şekilde   önce ilanlarınız  çıkar  sonrada  
                    pazarlama  elemanlarınız   büyük otellere  restoranlara  
                    açar  telefonu  yumurtasının  markasını  söyler  işletme  
                    sahibi de  kendi  elemanlarına  “alın  kardeşim  bu  
                    yumurtayı,  pazarlayanların  babası  bakan  yarın  başımıza  
                    bir  iş  gelir”  der.  
                    Doğalgaz  saatlerinin  satışlarından. Pakistan’da  
                    yapılan  üniversiteden. Belediyelerdeki  arsa  yolsuzluk  
                    ve  usulsüzlüklerinden, ihale,   otobüs  ve  metrobüs  
                    alımlarından  gelen  kokulara  ilaveten,  şaibe  kokusu,  
                    doğalgaz  kokusu, dolandırıcılık kokusu,  naylon  fatura  
                    kokusu, toprak kokusu,  su  kokusu, elektrik kokusu 
                     kokuların  çeşitleri  arttıkça  burunları  koku  almayan  
                    namuslu    milletvekilleri de  “hani  biz  diğer partiler  
                    gibi  olmayacaktık”  diye  yola   çıktıklarından  gelen  
                    kokuların  üstüne  üstüne  gitmek  istemişler  ama   
                    başkanda  şimdi  ben operasyon  yapacağım  sabırlı  olun  
                    demiş.  Herkes  sabır    ettikçe   bunlarda   oy  çokluğu  
                    ile  soruşturma  kokularından  kurtulmuşlar  ve 
                    kurtuluyorlar da.  
                             Hayvanlar  kızgınlık  zamanlarında  cinsel 
                    hormonlarının etkisi ile karşı  cinslerini  cinsel  yönden 
                    uyarmak  için  bir  koku  salgılarlar. Bizim  mecliste de  
                    iktidarın  salgılamış  oldukları  kokular  muhalefet  de  
                    dâhil  olmak  üzere  başka  partileri  uyarmış  olacak ki  
                    şimdi  seçim  zamanı   bütün muhalefet  ve  iktidara  karşı  
                    olanlar  bu kokularla  uyandılar.  Herkes  sabah  birbirine  
                    soruyor  bugün  bir  koku  aldınız mı  diye.
                     
                              Şimdi  milletin  burnuna  kokular  gelmeye  
                    başladı. Kaynağı  belli olamayan  kokuyu  çıkaranların  
                    hareketleri  kendilerini  ele  veriyor. Artık  millet  
                    kokunun  nereden  geldiğini  kesinlikle  bilmektedir.  Onun 
                    için 29 Mart  seçimleri  önem  kazanmaktadır.
                     
                    İşte  bir  seçim  nutku.
                     
                    NUTUK
                     
                    Sayın vatandaşlarım, öhhö!.. öhhö!..
                    Köprünüz yok, reyiniz var biliyom.
                    Öyle  değel midir, dediler he!.. he!..
                    Neyiniz var, neyiniz yok biliyom.
                     
                    Muhtarınız böyük bir ulu kişi
                    He deyin burada bitirin işi.
                    Mecliste abeyi, köyde gardaşı.
                    Cesur zengin beyiniz var biliyom.
                     
                    Yolunuz çamurdan geçilmez imiş
                    Hökümet yaptırmaz diye kim demiş
                    Söyle len  Murtaza, söyle len Memiş.
                    Yemyeşil bir beldeniz var biliyom.
                     
                    Devletimiz  okutup küçükleri
                    Sırtınızdan atacaaz yükleri
                    Bizim gibi değerli böyükleri
                    Sevip sayan  huyunuz var biliyom.
                     
                    Yanınızdayız son nefesimizde
                    Biz olalım çıkacak sesinizde
                    Sizlerinde böyük meclisimizde
                    Bizim gibi dayınız var biliyom.
                     
                    Köylüye gredi dirsen bizde var
                    Emme irey dersen o da sizde var
                    İlkbahar var, sonbahar var, yaz da var
                    Çeşmeniz yok, caminiz var biliyom.
                     
                    Yar vurmuşu gurbet ele göçtüren
                    Yel vurmuş Iraza şifa saçtıran
                    Kel  Durmuşu böyük adam seçtiren
                    Çok  değerli köyünüz var biliyom.
                     
                    Kimler ermiş görüp bizleri ayan
                    Dinnemeye gelmişler yorgun yayan
                    İçer hastalığa çare arayan
                    Derde derman suyunuz var biliyom
                     
                    Aha burda ne dirseniz ben varım
                    Yolunuz burdanmı geçer annarım.
                    Meclise seçtirecek gurbannarım
                    Bize yeter sayınız var biliyom.
                     
                    Değil akrabanız hısmınız için
                    Vallah inanmayan gısmınız için
                    Bizler için değil hasmınız için
                    Yolunacak tüyünüz var biliyom.
                
                  | 
      
      
        | 
                 | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - BEN  SUSARIM      
 
                
                - Babam  anam  kardaşım
 
                - Dostlarım  merhaba  merhaba.
 
                -  
 
                - Gitsem  canım  kalır  darda.
 
                - Bir  ölecek  askerin var
 
                - Oğlunla gurur  duy  baba.
 
                - Ayrılmak  ne  zormuş  sizden.
 
                - Son  bir kere  daha  sarıl
 
                - Ardımdan  dua   et 
                 
 
                - Yalvar  Allaha.
 
                - Anam  gardaşım  ne  olur
 
                - Bu  son  deyip  sarıl  daha
 
                - Sarıl  daha
 
                - Daha  daha  çok  sımsıkı.
 
                - Biliyorum  sarılmanın 
                 
 
                - Gelmez  sonu.
                 
 
                - El  sallamak  yaşlı  göze.
 
                - Bunlar  giderken  söylenen.
 
                - Ya  dönmeyen   geliş  nasıl.
 
                - Adım  anıldığı  anda
 
                - Bir  yıkıma  döner her şey
 
                - Köşe  bucak  dostlar  ağlar.
 
                - Söylenmemiş  sözüm  saklı içimde.
 
                - Söylenmemiş  sözüm  ağlar
 
                - Mehmet  ağlar  satır  satır. 
                 
 
                - Hani  ağlama  demiştim  sözlüme.
 
                - Söz verdi 
                 
 
                - Sözün  zoruna.
 
                - Veda  demek  bu  son mektup
 
                - Kendini  bırakma  bana.
 
                - Susmak  demek  geleceğe
 
                - Susmak  demek  bu son  mektup.
 
                - Birçok  Mehmetlere
                 
 
                - Sıra  gelir  tükenmez  Mehmetler.
 
                - Makineli  ölüm  kusar
 
                - Neler  gelmez ki  hatıra.
 
                - Ama  en  son 
                 
 
                - Kalem  susar
 
                - Ben  susarım
 
                - Hasret  susar
 
                - Ölüme.
 
               
                    
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                BİR YETKİLİ  GÖRMEZ Kİ  
                 
                  
        
        
                 Halk ekmeği kuyruğunda  öleni
        
        
                 Halkım  görür  bir  yetkili  görmez ki
        
        
                 PKK  ya  yapılan   her  şöleni
        
        
                 Halkım  görür  bir  yetkili  görmez ki
        
        
                  
        
        
                 Fabrikanın  kirli  atık  suyunu 
                 
                
        
                 Vererek   zehirler,    akan çayını 
                 
                
        
                 Siyasinin gizli  rüşvet   huyunu
        
        
                 Halkım  görür  bir  yetkili  görmez ki
        
        
                  
        
        
                 Yakıyoruz  bize  fayda  sunanı
        
        
                 Kötülüğün  olmaz  Türkü  Yunanı
        
        
                 Ormanlara  avantadan  konanı
                 
                
        
                 Halkım  görür  bir  yetkili  görmez ki
        
        
                  
        
        
                 Sıra  sıra oto yolda yazları
        
        
                 Aşka  davet  eder  sizi  sözleri
        
        
                 Fuhuş için  el kaldıran  kızları
        
        
                 Halkım  görür  bir  yetkili  görmez ki
        
        
                  
        
        
                 Alem yapar  gençler  erkekli  kızlı
                 
                
        
                 Yaşarlar hayatı  oldukça  hızlı
        
        
                 Uyuşturucuyu  alırken   gizli
        
        
                 Halkım  görür  bir yetkili  görmez ki
        
        
                  23-8-2008
        
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - MİR  MEHMET
                 
 
                
                -  
 
                - Haklı çık müfteri derken sözünde
                 
 
                - Sana süre verdim on gün mir Mehmet
 
                - Kılıçdaroğlu’na cevap vermedin  
                 
 
                - Takvimi unutma son gün mir Mehmet
 
                -  
 
                - Sen anlattın inan bizler utandık
                 
 
                - Eyvah dedik vekil böyleyse yandık
 
                - Kazancın alnının teriyle sandık
 
                - Meğer esrardanmış zengin mir Mehmet
 
                -  
 
                - Yüzün güldü dostların şans dilerken
 
                - İçinden kin güdüp dişin bilerken
 
                - Mendille yüzünün terin silerken
 
                - Aldan mora döndü rengin mir Mehmet
 
                -  
 
                - Kendi eyleminle çıkarken cılkın
 
                - Ne imiş öğrendik emelin ülkün
 
                - Fikir savaşında önünde halkın
 
                - Hüsrana uğradı cengin mir Mehmet
 
                -  
 
                - Hedef saptırarak hasmın sınanmaz
 
                - Savunman herkesçe bil ki onanmaz
 
                - Ağzınla kuş tutsan kimse inanmaz
 
                - Bu savaşta düştü süngün mir Mehmet
 
                -  
 
                - Lafın salatası olursa sözün
 
                - Gerçek belgelerle açılır gözün
 
                - Yüreğine düşmüş ateşi közün  
                 
 
                - Sarar bedenini yangın mir Mehmet
 
                -  
 
                - Pişkinlikten kaçamak söz soruşun
 
                - Zannedersin ses getirir vuruşun
 
                - Gözümün önünden gitmez duruşun
                 
 
                - Eriyip bitişin gün gün mir Mehmet
 
                -  
 
                - Halk gibi her dertten yakınmadıkça
 
                - Kirli kazançlardan sakınmadıkça
 
                - Dokunulmazlığa dokunmadıkça
 
                - Ali Dibo senin dengin mir Mehmet
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               YEŞİLAY KIZ YURDUNDA
            
            
             
            Sigara  Alkol ve tüm bağımlılık 
            yapan maddelerle  ilgili mücadele ve bilgilendirme çalışmalarına 
            devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz günde 
            Çorum Shçek kız yurdunda bir konferans  verdi.
        
        
             
            Sigara bağımlılığının  bilhassa 
            gençler arasında  çok erken yaşlarda başladığına  dikkat çeken 
            Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi  Başkanı Attila Alpay 
            ,sigarayı  kolalı ve alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da 
            yükselerek  ağır bağımlılık yapan maddelere  doğru geliştiğine  
            dikkat çekerek  şunları söyledi :
        
        
             
            "Uzun yıllar sigara içen 
            arkadaşlarımız ve  hemşerilerimiz  sigara kanunu  ile sigarayı 
            bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra 
            bırakmanın   bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden 
            sağlığı  yerinde bir  nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu  hiç 
            başlamamaktır.
        
        
             
            Şimdiki  bilgisayar çağında  
            yetişen  yavrularımız  bizden çok daha geniş teknik  bilgi ve beceri 
            imkanlarına  sahip  bulunuyorlar. Onların  bizim düştüğümüz 
            hatalara  düşeceklerini  sanmıyorum. Yıllarca bir zehire  tutsak 
            olarak  bir servet  ödemek ve karşılığında  kanseri, kalp 
            hastalıklarını  ve ölümü satın almak akıl  işi olmasa gerek. Bizim 
            yaptığımız  da onları  bilgilendirerek  gelecekte  bizlerin  
            hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
        
        
             Bu 
            itibarla  her yıl geldiğimiz Shçek birimlerinde sinevizyon destekli  
            konferanslar vermeye bu yılda davet   edildik. Gençlerimizin ilgisi 
            salon ve hazırlıklar  mükemmeldi.Yurtta  yaşıyan ve çoğunluğu orta 
            öğretim çağındaki gençlerimizi bilgilendirmemize   ve işbirliği  
            yapmamıza imkan tanıyan Shçek  İl Müdürü  Sn.Mustafa Oruç' a ve 
            gerekli  organizasyonları büyük bir titizlikle yapan Çocuk ve 
            gençlik Merkezi  müdürü Sn.Numan Yakut' beyefendiye ;yetiştirme 
            yurdu idareci ve öğretmenlerine ve tüm yetkililere sonsuz 
            şükranlarımızı  sunuyor; Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsımız  adına 
            çok teşekkür ediyoruz."
        
         | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR
            
            
            Kış aylarında sigara tiryakilerinin 
            çevresindekileri rahatsız etmemek için evlerinin  balkonuna çıkarak 
            sigara içmelerini intihardır.
            
            Mevsim soğuklarına bile aldırış 
            etmeyerek yemeklerini  yedikten sonra sigara içmek  üzere  
            balkonlarına çıkan tiryakilerin en kısa zamanda kalp ve akciğer  
            hastalıklarına   yakalanabilirler
            
            "Sigara tiryakilerin yaptığı iki 
            yanlış burada hayatlarına mal olabilir. Birincisi evlerinin 25 
            derece sıcaklığından genellikle palto ve pardösü almadan -8 ve daha 
            soğuk derecelere çıkıyorlar. Otuz derecelik ısı farkı bilhassa 
            kilolu  tiryakilerde  ani  enfarktüs krizlerinin  başta gelen 
            sebebi  olarak  biliniyor. Hele tok karnına sigara bile içilmezse bu 
            hadise zaten tek başına bir intihardır. Böylesine soğuk havalarda 
            yemekten en az yarım saat sonra dışarı çıkılması gerekir.
            
             İkincisi balkonda ve soğukta içilen 
            sigaranın sıcak katranı aniden donarak akciğer bronş hücrelerine 
            yapışmakta ve nefes alma yollarını tıkamaktadır. Bu da intiharın ve 
            ölümün bir başka biçimidir. Balkonlarımızda akşamları solunan hava 
            zaten yüksek karbon monoksit ile zehirli maddeler ihtiva etmekte ve 
            çok büyük kirlilikler arz etmektedir. Sigara ile zehirlenilmese bile 
            havadaki partikül maddeler hele kükürt dioksit gereken zehirliliği 
            yapmakta ve sigarayı aratmamaktadır. Görünen manzara tiryakilerin 
            bile bile intihar etmelerinden başka bir şey değildir. Soğuk hava, 
            sıcak zift, katran, nikotin, karbon monoksit, karbondioksit, kükürt 
            dioksitler kombine bir intiharın ve ölümün diğer bir şekli 
            olmaktadır.
            Sigara tiryakilerini balkonlarında sigara içmemeleri konusunda 
            uyarıyorum.  
            
            İçeceklerse kalın giyinmeleri 
            gerektiğini hatta böyle soğuk havalarda ölüme davetiye çıkarmaktansa 
            bu zehirli maddeyi artık bırakmaları gerektiğini bir kere daha 
            hatırlatıyorum.  
            
            En iyisi ise hiç sigara içmemektir. 
            Tüm tiryakileri sigarayı bırakmaya ve sağlıklarını riske atmamaya 
            çağırıyorum !"
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               GAZETECİLER BAYRAMI  MÜNASEBETİYLE… 
              GAZETECİLER….
            
            
            Bulunduğu işyerinde  hemen her 
            şeyden  sorumlu olanı  ve toplumumuzun en altta kalanı  da   ne 
            yazık ki gazetecilerdir.
            
            Genellikle  mesai saatleri  ve ne 
            yiyip ne içtikleri ; ne zaman yatıp uyudukları ve  tatilleri  hatta 
            bayramları bile belli  değildir.
            
            Saat  kulesi  ile  vilayet  önündeki 
            haber üretim yerlerine ve bir de önündeki bilgisayarın uzaydaki 
             internet şebekelerine bağlı olan beyinlerinin telleri kopuncaya 
            kadar çalışan bu meslek gurubunu ne yazık ki  kimse anlamamış ve 
            kıymetini de  bilememiştir. 
            Gazeteci  evine  sabaha  karşı  mahalle bekçileriyle  birlikte 
            gider.
            
            Mesaisi    altı saatlik uykusundan 
            kalktığı  anda başlamıştır. Bazen önündeki klavyenin simit 
            susamlarından  çalışmadığı da olur. Hele ona birde şekerli çay 
            dökülürse  kopan küçük kıyamettir.  
            
            Yemek  saatinde  her an  birisi  bir 
            yerde bir basın toplantısı mutlaka yapacak; iyi resim almak için 
            girdiği  kalabalıklarda  birkaç cop da  sırtına  mutlaka yiyecek 
            veya kim vurduya gidecektir.Telefonlar  birbiri peşine  çaldığı 
            zamanlarda tablasında sigarası ve bardağındaki  çayı  da hep yarım 
            kalmaktadır.  
            
            Eni boyu birkaç km.lik bu şehirde 
            bir avuç insan daimi olarak  hemen iki günde bir  bu gazetelerin 
            sayfalarını  işgal eder ; O bilgisayarını  kapatmaksızın  o haberden 
            bu habere ; bir toplantıdan diğerine koşar . Hızlı not tutmaktan 
            bilekleri ağrır, ayakkabısının tabanının  yarılması  kimsenin 
            umurunda  değildir. Ve yine  bu her gün  bir şey söyleyen insanların 
            en güzel resimleri çekilir, onlar için kağıtlar harcanır, 
            matbaaların silindirleri döner, ağızlarından 
            çıkanlar haber lisanına  çevrilir, satırlara  dizilir, sayfalara 
            dökülür ve bu söz sahipleri bu suretle  itibarlarına itibar  katar; 
            bu şehirde  büyük ve önemli  insanlar  olur, saygı görür; tanınır ve 
            bilinirler, böylece insanlarda  memlekette olup biteni öğrenirler 
            Amma Oysa bunları  yapan emek  sahiplerini  pek kimse tanımaz, 
            bilmez hatta  sevmez...Ülkede  iletişimli fakülteler orada 
             profesörler filan olsa da   gazeteci Çorumda doğru dürüst bir iş 
            veya  meslek 
            sahibi olmayan ,hatta  evlenecek kız verilmeyen adam  demektir.
            
            Herkesin pijamalarını giyerek  akşam 
             yemeklerini  yiyip, ellerinde çay bardaklarıyla televizyonlarının 
             karşısına geçtikleri saatlerde onun  işi esas  şimdi başlamakta ve 
             yirmiye yakın sayfa bağlanıp matbaaya gönderilmek  zorundadır. 
            Yoksa  demoklesin kılıcı gibi bir 
            yasa  başlarının  üstlerinde  bir ecel gibi daima sallanır:
             
            
            "Üç gün hele bir çıkma  resmi 
             ilanını  keserim, sende hapı  yutarsın "diyen bu  ilgili  mevzuat 
            da  kaybedilecekler ;  hep dokuz sıfırlı rakamlar olacağı ve o da 
            kağıtçı ile matbaacıya gideceği  için hiç duraklama veya  aksama 
             affedilmemektedir.  
            
            O  günde  en az on altı saat 
             çalışır. Hele kışın akşam saatlerinde otobüs durağında beklerken 
            tonlarca egzoz gazı  yutar ve önünden homurtularla  geçen cipleri ve 
            otomobilleri  sayar .Ama kimse onun mesaisinin  yeni başladığının 
            farkında değildir.Hatta  onun  orada 
            olduğunun da...  
            
            Sonra  bu her gün sayfaları  işgal 
             edenlerin yüzde doksan beşi  bu gazeteleri almaz, abone olmaz hatta 
             kendi resmi veya haberi  yoksa bile okumazlar. Onun için  bu şehrin 
            nüfusu on yılda elli bin artmışken  gazeteler hala 1500 adet bile 
            basılamamaktadır. Basılsa dahi para verip alan  bir elin  parmakları 
            kadar bile  yoktur.
            
            O bazen  bekler, telefonla yapılacak 
             bir teşekkürü,not  tutması için bir küçük ajandayı, bir buket 
            çiçeği veya bir tükenmez kalemi, veya bir çam sakızı armağanı…Ama 
            nafile, herkes sineğin yağını hesaplamaktadır. Öyle  bir tepsi 
             baklava ile  gazete  idarehanelerine akşam sürprizi yapacak ve 
            cennete  gidecek  insan sayısı ise trilyonda  bir  bile değildir. 
            Hatta böyle bir hareket  dahi  ütopyanın ve halüsinasyon görmenin ta 
            kendisidir.
            
            O günde yüz bardak demli çay ve 
            Yeşilaycı Attila  efendinin  inadına iki paket   sigara  içer. 
            Günlük  radyasyon miktarını  sekiz-on saat almazsa  rahat uyuyamaz. 
            Öyle  yirmi yılda  emekli olan gazeteci  tipi  ancak İstanbul 
            plazalarının veya bilmem ne gurubunun dergi 
            editörleri ile ayağı uçaktan yere  değmeyen  parlamento veya 
             hükümet  muhabirlerinin hakkıdır.Emekli  olacağı  gün  genellikle  onbeş-yirmi 
            yıl açığı  çıkacak ve onu cebinden ödeyecek hatta  emekli olduğunu 
            bile göremiyecektir. Sarı basın  kartı  en büyük hayalidir. Onunla 
            bütün  kapılar açılacak ,uçaklara indirimli binecektir. İtibar 
            görecek  belki silah ruhsatı alacak , memlekette  nadirattan 
            sayılacaktır. Ama ona ulaşmak  çoğunlukla  kaf dağının  ardında 
            Nuh'un gemisini aramak kadar zordur.Onun  için gazetenin verdiği ve 
            genellikle de kendisi tarafından bilgisayarda hazırlanan ve sarıya 
             boyanan  bir tanıtım 
            kartını  arka  cebinde  taşımakla teselli  bulacaktır.
             
            
            Onun için seçim zamanları iyi 
            zamanlardır. Meydana çıkan pehlivan adayları kesenin  ağzını açıp 
             yemekli  kahvaltılı-mevlidli toplantılar yapacak ve O belki bir an 
            için yarım ekmek içine ayakta kafa kellesi tükrük  köftesi  yerine 
             belki sıcak bir  çorba içebilecektir. 
            Artık  karanlık odada film yapmasa ve arşivlerde toz yutmasa da 
            önündeki canavar monitörden  çıkan  radyasyon  sayesinde bazen 
            aniden bir frankeştayn olması veya hastalanması da her zaman ihtimal 
            dahilindedir.  
            
            O gazetesinin muhabiri, yazarı, 
            fotoğrafçısı, dizgicisi, çaycısı, dağıtıcısı, reklamcısı, hatta 
            ilancısı bazen de paspasçısı   hatta  her şeyidir.  
            
            Bu kadar  acıklı  cümleyi  buraya 
            sıralayarak konuyu  izam ettiğimizi –abarttığımızı- düşünenler 
            olabilir.  
            
            Hani geçen gün çalışan gazeteciler 
             bayramıydı ya. Sanki çalışmayan gazeteci  varmış gibi. Bir yerlerde 
            birileri kendi  kendine   bayram  kutlamaları  yapıyor ve demeçler 
            veriyordu ya .
            
            Soruyoruz , gazeteci öldüğü  gün mü 
            bayram edecektir.
            
            Bütün cefakar 
            meslektaşlarıma-sigarayı  az içmeleri  hatta bırakmaları 
            dileklerimle/  selam  olsun... Gazeteciler gününüz  kutlu olsun… 
            Saygılarımızla...
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI
            
            
            Yılbaşı dolayısıyla açıklaması 
            yollayan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi  Başkanı  Attila 
            Alpay:
            
            Yılbaşı  alkol bayramı değildir; 
            böyle günlerde insanlarımız sefahat  tabloları çizmesinler.
             
            
            Yılbaşlarında alkol tüketimin had 
            safhaya çıkıyor. Alpay; bir gecede işlenen  suçlar ve yapılan trafik 
            kazalarının  aylık bilançolara  eşdeğer olduğu: Milli  gelenek ve 
            dini bayramlarımız  arasında  Noel kutlama ve yılbaşı eğlencesi 
            diye  bir şey yoktur. Bunlar  Hıristiyan batı dünyasının  bize göre  
            çirkin adetleridir. Bir peygamberin doğumu içki içerek fuhuşla 
            ,kumarla ve kepazeliklerle  kutlanmaz. Eğer  dünya globalleşiyorsa 
            onlarda bizim adetlerimize  neden hassasiyet göstermezler. Çılgınlar 
            gibi içki içerek  sızmak, zorla kazandığı paraları ,çoluk  
            çocuğunun  nafakasını bir gecede içki ve kumar sofralarında harcamak 
            bize yakışan hal ve hareketler hiç değildir. Bir geceden bir şey 
            olmaz diye her türlü kötülüğün  başlangıcı  böyle gecelerde 
            başlamakta; bir günah gecesinin  acısını  insanlarımız bütün bir 
            ömür boyu maddi ve  manevi felaketlere uğrayarak çekmektedirler.
            
            
            
            Öte yandan İsrail"in Filistin de 
            yaptığı  en büyük katliamın bu günlere   rastlaması ,hepsi  sivil 
            çok sayıda suçsuz Müslüman kardeşimizi  şehit etmesi bu günlerin  
            mana ve önemini  değiştirmekte ve  yüreğimize  büyük acılar 
            yerleştirmektedir. Dünyanın  içinde 
            bulunduğu bu  kriz ortamında  yaşadığımız elim kayıplarımız için dua 
            ve tefekkür etmekten; çalışkan olup  işlerimizi  ve  ekonomimizi 
            kurtarmaktan başka  bir çare yoktur.  
            
            Basında yılbaşı için gereken 
            önlemler diye polisimizin  sarhoşlarla ve çıkaracakları  olaylarla 
            meşgul olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil 
            kullanamayacak derecede  alkol alanları evlerine bırakmaya 
            çalışmaları Türk-İslam toplumuna  yakışan  işler 
            değildir.Biz ülkemizin  terör  yaraları aldığı; İslam Dünyasının 
            kan, katliam ve  ateş denizinde boğulduğu, İslam coğrafyasının 
            Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir  dönemde  hangi  halimize 
            keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın acısını 
            şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı?
            
            Türk  ve İslam ahlak ve aile 
            yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının sosyete ve 
            zenginlerin  sefahatine yönelik eğlenceleri ve bunların  
            çarpık-rezil yaşantıları  yetmiş 
            milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak  istenmektedir. Medyanın 
            büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef  içindedir.  
            
            Yılbaşı  eğlencelerini, bunu alkol 
            bayramı  yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu 
            aziz  milletin bayramı veya geleneği yapanları  ve bunları 
            milletimize  dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm 
            hemşerilerimi  Filistinde ve Irakta katledilen
            Müslüman  kardeşlerim için duaya  ve ihtirama  davet  ediyorum.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               GÖZ AMELİYATI
            
            
            -Yaşayacak 
            mıyım doktor bey oğlum? Çok korkuyorum. Hayatımda hiç ameliyat 
            olmadım. Hatta iğne bile olmadım desem yeridir. Bu yaşa kadar hiçbir 
            hastalık da geçirmedim. Ama bu  göz ameliyatı beni  
            korkutuyor.Ölecek miyim acaba..
            
            -Korkma bey 
            amca,  bir saat ya sürer ya sürmez. Hiç bir acı duymayacaksın. Bak 
            günde yirmi tane yapıyoruz bu ameliyattan burada .
            
            -Yok yinede çok 
            korkuyorum. Ne olur, acımayacak değil mi?
            
            -Merak etme 
            acımayacak, bak sana söz veriyorum.
            
            -Elini ayağını 
            öpeyim, doktor bey oğlum.
            
            -Sen nereden 
            emeklisin bey amca?
            
            -Ben 
            emniyetçiydim, emekli polisim.
            
            -Yaa, iyi. Seni 
            sanki bir yerden  hatırlıyor gibiyim ama..
            
            -Senin  sesin 
            de yabancı gelmiyor bana ama göremiyorum ki..
            
            -Bey amcayı 
            içeri  alınız ve ameliyata  hazırlayınız..
            
            -Acımayacak 
            değil mi  doktor bey oğlum..
            
            -
            
            -Evet, 
            Nasılsınız bakalım.. Birazdan sargılarınızı açacağız. Bir 
            şikayetiniz var mı ?
            
            -Hayır yok; 
            Allah razı olsun. Hiç bir şey duymadım, hiç bir şey 
            hissetmedim.Eliniz ne kadar  hafifmiş. Eksik olmayın...
            
            -Eveet, 
            işte.Nasıl görüyor musunuz ?
            
            -Görüyorum, 
            doktor görüyorum. Dünyayı  görüyorum,  beş yıldır hasrettim. 
            Bahçedeki ağaçları, bahar dallarını, çiçekleri görüyorum. Elinize 
            sağlık, Allah razı olsun.
            
            Allah razı 
            olsun, Allah ne muradın  varsa versin. Çoluk çocuğunuza bağışlasın.
            
            Herkese 
            anlatacağım sizi ne kadar başarılı bir operatör olduğunuzu herkese  
            söyleyeceğim. Eksik olmayın, sağ olun var olun..
            
            -Sizi birazdan 
            taburcu edeceğiz. Arkadaşlar  işlemlerinizi yapıyorlar. Hazır 
            mısınız?
            
            -Evet doktor, 
            çok iyiyim. Balkondan denize bakıyor ve uzaktaki gemileri bile 
            seçebiliyorum  artık. Allah razı olsun. Allah ne muradınız varsa 
            versin. Hiç acı duymadım çok korkuyordum.
            
            -Biz vazifemizi 
            yaptık. Gerisi Allahın  takdiridir. Gayret bizden Tevfik Allah' CC 
            tandır.
            
            -Evet, elbette, 
            elbette.
            
            -Beni 
            hatırladınız mı ?
            
            -Sesiniz hiç 
            yabancı gelmiyor ama..
            
            -Siz  siyasi 
            şubeden manyeto Kamil değil misiniz ;
            
            -Beni  nereden  
            tanıyorsunuz, lakabımı nereden biliyorsunuz.
            
            -Sizi tanımayan 
            var mı ?
            
            -Nereden  
            nasıl, ne oldu da , ne olur Allah aşına..?
            
            -Onbeş yıl önce 
            Çapa tıp fakültesinde öğrenciydim. Eşimde eczacılıkta okuyordu. 
            Hatırlarcısınız, başörtüsü yasağını protesto ediyor, okulun  önünde 
            masum eylemler yapıyor hakkımızı arıyorduk. En fazla basın bildirisi 
            okuyor, pankart açıyor ve alkış tutuyor, kız öğrencilere uygulanan 
            bu yasağı protesto  ediyorduk.Hatırladınız mı o  günleri..
            
            -Evet, 
            hatırlamaz olur muyum, bizim görev alanıydı orası, yıllarca orada 
            çalıştık. Çok kötü günlerdi.
            
            -Asıl bizim 
            için çok kötü günledi. Bir gün bir ihbar üzerine bizi  
            arkadaşlarımla içeri alıp üç gün sorguladınız.  Hizbullah zanlısı 
            olarak işkence yaptınız. Ben arkadaşlarımın sözcüsüydüm. Sizinle 
            konuşurken niye sakallıyım ve niye karşınızda hazır olda durmuyorum 
            diye bana bir tokat attınız.
            
            Sol gözümün 
            beyazındaki kan pıhtısını görüyor musunuz. O attığınız tokat 
            neticesi patlayan göz damarlarımdan günlerce göremedim. Sonra 
            hepimize elektrik verdiniz. İçeri  girip çıkan arkadaşlarınız size 
            manyeto kamil diyorlardı. Ben ve beş arkadaşım bizlere verdiğiniz 
            elektrikten dolayı kısır kaldık. Hiç birimizin çocuğu olmuyor.
            
            Size o zaman 
            yalvardık, sizin Allah’ınız kitabınız yok mu diye, burada..... 
            benim  diyordunuz. Biz yalvardıkça manyetoyu daha hızlı 
            çeviriyordunuz. Hepimizin organlarını yaktınız. Sonra hiç bir şey 
            ispat edemediniz ve bizi serbest bıraktınız.
            
            Eşim de okula  
            giremediği için  sınıfta kaldı ve eczacılıktan atıldı. Şimdi evde.
            
            Hani demin 
            Allah  ne  muradın varsa versin diyordunuz ya..Muradımız birer 
            evlattı. Şimdi ondan sayenizde mahrumuz.  
            
            Şu parmağımı da 
            görüyorsunuz değil mi? Hele ucundaki  yanığı..İşte kabloyu 
            bağladığınız ve elektrik vererek yaktığınız yer de orasıydı.
            
            Şimdi bu 
            ellerle sizi şifaya kavuşturmaya çalıştık. Ve bize yaptıklarınızı da 
            Allaha havale ettik. 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               İÇİMİZDEKİ KERKÜK” ÜN SESİ ŞEMSETTİN KÜZECİ...
            
             
            “Türk oğlu Türk aslım benim
            Oğuz boyu neslim benim
            Şan şöhretli ismim benim
            Ben Kerkük'lü bir Türkmen'im”
            
            O Türk dünyası edebiyatının önem arz 
            eden isimlerinden biri. Yaralı Kerkük'ün duyulmaz sesini duyuran 
            elçisi. Yaşamının büyük bölümünü edebiyatla geçirmiş, edebiyatı 
            yaşam tarzı olarak kabul etmiş usta bir kalem. Türk dünyasında 
            tanıdığım özü söz bir, güler yüzlü, misafirperver, adam gibi adam 
            diye tabir edebileceğim nadir beyefendilerdendir. Kendisini ve 
            ailesini yakinen tanımış olmam bana bu satırları yazarken hiç de 
            zorlama sözcüklere yer vermeden kaleme almamı kolaylaştırıyor. O 
            usta bir kalem olmasına rağmen, çok iyi bir eş, çocukları ile 
            dünyanın en iyi arkadaşı olmayı başarmış bir baba...
            
            Kerkük'ün büyük edebiyat adamı, 
            Şemsettin Küzeci beyefendinin sanat yaşamını, onun bu güne kadar 
            yayımlanmış eserlerini siz değerli okuyucularımla paylaşmak 
            istiyorum...  
            
            Şair, Yazar Şemsettin KÜZECİ; 
            Türkiye’nin Lozan’da kaybettiği, adıyla ve sanıyla Türk, suyu ve 
            toprağıyla Türklük kokan, atalar diyarı Kerkük’te doğdu (1965). 
            Musul Üniversitesi- Beden Eğitimi Fakültesi Mezunudur(1989). 5 Yıl 
            Kerkük’te lise öğretmenliği yaptı. Kerkük Televizyonu Bağdat 
            Türkmence Radyosunda Gençlik ve Spor programları hazırlayıp sundu 
            (1992–1995). Şiir ve yazılarını Irak- Bağdat’ta yayınlanan Yurt 
            Gazetesi, Kardeşlik ve Birlik Sesi dergilerinde yayınladı.  
            
            1999 yılında ITC Türkiye 
            Temsilciliğinde Basın Yayın ve Enformasyon Şb. Müdürü olarak 
            çalıştı.(1999–2002). Şimdi ise Kerkük ve Irak Gazetesini Türkiye 
            Temsilcisi ve Türkmeneli TV’de program yapımcısıdır. www.avrasyagundemi.com 
            ve www.kerkukgazetesi.com web gazetelerinin imtiyaz sahibi ve Yazı 
            işleri müdürüdür. 2005–2008 yılları arasında G.Ü. İletişim Fakültesi 
            Radyo TV ve Sinema Bölümünden Yüksel Lisans yaptı.
            
            Irak, Türkiye, Azerbaycan ve Avrasya 
            Yazarlar Birliği üyesi,  
            
            Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği 
            Eşbaşkanı, (Azerbaycan)
            
            Irak Türkmen Edebiyatçılar Birliği 
            Uluslararası koordinatörü,(Kerkük)
            
            Işık Edebiyatçılar Gurubunun kurucu 
            üyesidir. (Kerkük)
            
            Merkezi Azerbaycan’da bulunan (VEKTOR” 
            International Secientific Center/  
            
            Beynelxalq Elm Merkezi)’ nin Irak 
            temsilcisidir.
            
            Türk Dünyası Genç İletişimciler 
            Birliği Kurucu Genel Başkanı,
            
            Türkiye ve Türk dünyasında Irak 
            Türklerini birçok uluslararası konferans, bilgi şöleni ve 
            toplantılarda temsil etti. 70’e yakın Hizmet, takdir, teşekkür, Onur 
            belgesi, plaket ve ödül almıştır. 03 Temmuz 2006 tarihinde; Irak, 
            Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili yapmış olduğu ilmi ve edebi 
            çalışmalarından dolayı, VEKTOR tarafından kendisine Fahri Doktor 
            Payesi verildi.
             
            YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:
            1.Şehit Şair Kemal Ömer BEG. Kerkük, 1992
             
            2.İki Gönül. İstanbul, 1997-Ortaklaşa(Sami Tütüncü)
            3.Suçum Türk Olmaktır. Ankara, 2000
            4.Türkün Sesi. Azerbaycan, 2001-Ortaklaşa(Ekber Qoşalı)
            5.Kerkük Soykırımları. Ankara, 2004
            6.Fuzuli. Ankara, 2004
            7.Hoyratlarım. Azerbaycan, 2004
            8.Türkmeneli Edebiyatı. Ankara, 2005
            9.Kerkük Şairleri. 1. Cilt. Ankara, 2006
            10. Şehit Muazzam Kasapoğlu, Kerkük, 2007
            11. Kerkük Şairleri. 2. Cilt. Ankara, 2007
             
            “Gecem gündüzüm acı
            Vatan başımın tacı
            Derdimin yok ilacı
            Tek suçum Türk olmaktır.”
            
            “Suçum Türk olmaktır” diyerek yaralı 
            Kerkük'ün sesini neredeyse dünyaya duyurmuş bir edebiyat adamıdır. O 
            eserlerinde Türk olmanın gururunu, Kerkük'ün yürekleri dağlayan 
            yarasını büyük ustalıkla kaleme almıştır. Kerkük'te yaşayan 
            Türkmenlerin yaşadıkları çileleri, işkenceleri, Irak yönetimi 
            tarafından her türlü kötü muameleye maruz kalan Türkmenlerimizin 
            durumunu anlatmaktadır. Onlar zorlu günler yaşayarak Türk olmanın 
            bedelini fazlası ile ödemişlerdir. Ustaca kaleme aldığı “Suçum Türk 
            Olmaktır” isimli bu kitap bizim ne kadar rahat ve güzelliklerle dolu 
            bir ülkede yaşadığımızı bizlere bir kez daha anlatmaktadır.
            Evet sevgili Küzeci; bizim ve siz Türkmenlerin suçu Türk olmak 
            değildir. Türk olmak bizim gururumuzdur, onurumuzdur, şerefimizdir. 
            İşte bu nedenledir ki; sizin acınız bizim de acımızdır...
            
            Şemsettin Küzeci; bu iki önemli 
            Antoloji kitap içerisinde 70 Kekük'lü şairin isimleri, fotoğrafları, 
            öz geçmişleri ve beraberinde şiirlerine yer vermiştir. Bu iki önemli 
            Antoloji kitaplar son derece muntazam ve titiz hazırlanmış bir 
            çalışmanın ürünüdür. Tarihimizin bir olduğu ve gelecek 
            günlerimizinde bir olacağı, öz kültürümüzü yansıtan ve yaşatan bu 
            değerli şair kardeşlerimizin eserlerini derleyerek hem Türk 
            dünyasına, hem de Irak Türk edebiyatına çok değerli yazılı kaynak ve 
            arşiv olacak kitaplardır...  
            
            “Kerkük Şairleri” isimli bu iki 
            ciltlik nadide eser, Irak Türkmen şairlerinin ele alındığı son 
            derece emekli ve güzel araştırma kitaplarıdır. Yurt sevgisi ile dolu 
            yüreği, onun Vatanı bildiği topraklara olan özlemi, bir çok 
            çalışmalarına yansımıştır. Irak'ta ve Kerkük'te yetişmiş aydınlar, 
            Türklük uğruna bir hayli mücadeleler vermişlerdir ve halen de 
            vermeye devam etmektedirler. Kerkük her daim içimizdeki kapanmayan 
            yara olmuştur. Bana göre Türkmenler yaşadıkları ile tarihi bir 
            sınavdan geçmişlerdir. Elbette ki bu süreç bir hayli zor ve üzücü 
            olaylarla tarihe yazılmıştır.  
             
            “Ben Kerkük'lü ozanım
            Canla şiir yazarım
            Susturmayın ezanım
            Kerküklüyüm, Türkmenem
             
            
            “Kerkük Soykırımları” isimli bu 
            kitabında sevgili Küzeci; Irak Türklerinin uğradığı katliamları 
            hatta katliamdan daha çok bir soykırımı andıran olayları, toplu 
            idamları, işkence edilerek öldürülen insanları ve insanlık dışı 
            uygulanan vahşeti kaleme almıştır. Türkmenlerin başlarından geçen 
            olayları ve sonuçlarını tüm ayrıntıları ile ele almıştır yazar. 
            Türkmeneli topraklarında yaşanan olayları, dünü ve bu günü ile konu 
            edilen yapıt, geniş bir araştırma kitabıdır.  
            
            Türk dünyasının usta ismi Şemsettin 
            Küzeci; Kerkük ile yüreğinde güller açtırmış, bir umutla vatanına 
            dönüş yapacağı günü bekliyor. Bir umut işte... Onun yüreği sevda 
            acısı çeker gibi, vatan acısı yaşıyor. Sevdalısını bekleyen bir yar 
            gibi, vatana dönüş yapacağı günü bekliyor adeta...O Ata yurdum 
            dediği Kerkük için öyle çok şiirler kaleme almış, öyle çok kitaplar 
            yazmış ki, onun bu vatan sevgisini ve özlemini birkaç kelime ile 
            anlatabilmek mümkün değil. Bakın sevgili Küzeci'nin şu dizeleri 
            sanırım bizlere daha çok şey anlatacaktır...
             
            “Bir acı yüzünden yurttan göç ettim
            Dilim severken büyük suç ettim
            Atamın emeğin erken hiç ettim
            Bilmedim bu gurbet çok çok acıymış
            İnsana en yakın kardeş, bacıymış.
             
            Döneceğiz bir gün ata yurduna
            Varacağız halkın tek umuduna
            Can azizim vatan kurban adına
            Bitecek bu gurbet güller açacak
            Dağılır karanlık sökünce şafak.”
             
            
            Yazarımızın bir diğer kitabı ise; 
            “Türkmeneli Edebiyatı” ismini taşımaktadır. Kitapta 1991 ve 2003 
            yılları arasında Irak'ın kuzey bölgesinde oluşturulan “Güvenlik 
            Bölgesi” adı verilen bölgede yaşayan Türkmenlerimizin, Türkiye 
            Türkçesi ile açtıkları okullar, Tv ve Radyo istasyonları, gazeteler, 
            dergiler, bazı eğitim ve yayın organları ile Türkmeneli Edebiyatına 
            bir çok önemli değerler kazandırmışlardır. Kitapta aynı zamanda 
            Şiirler, öyküler, düzyazı örnekleri, masallar, hoyratlar, yer 
            almaktadır. Kitapta tüm bunların varlığı; yazarın sanki bir hasret 
            giderme, adeta yüreğindekileri dökerek bir dertleşme, bir varoluş 
            mücadelesini okuyucuya hissettirmektedir. Önemli bir arşiv kitabı 
            olarak, herkese önemle tavsiye edebileceğim bir yapıttır...
             
            “Kerkük için arzular al al kana boyandı
            Ne gül kaldı ne çiçek, ne dağ başında karlar
            Ne güvercin ne kumru, ne millet seven erler
            Kıyım aştı haddini bıçak göğse dayandı"
             
            
            Şemsettin Küzeci beyefendi; Türkmen 
            edebiyatının varlığını koruyarak, her katıldığı toplantıda Kerkük'ün 
            sesini duyurmaya çalışarak, tüm zorluklara, direnişlere göğüs 
            gererek, vatansever ve aydın kişiliği ile güzel bir örnek teşkil 
            etmektedir...
            
            Halk şiirinin bir türü olan 
            Hoyratlar, Şemsettin Küzeci beyefendinin kaleminde ahenk bularak, 
            okuyucuları ile buluşmuş. “Hoyratlarım” yazar için son derece önem 
            arz eden bir kitap. Yazar bu kitabında adeta yeşeren milli 
            duygularını, bir kurtuluşun öyküsünü kaleme alır gibi aktarmış 
            şiirlerine. Yaşadığı sıkıntı ve acı dolu günler, yüreğindeki 
            direniş, sınır tanımayan milli görüşü onun hoyratlarını 
            oluşturmuş...
             
            “Kerkük'üm mert Kerkük'üm
            Milleti sert Kerkük'üm
            İçine yadlar girip
            Çekiri dert Kerkük'üm”
            
            Kerkük Hoyratlarında yaygın olan iki 
            ses vardır. Şemsettin Küzeci beyefendi hoyratlarında bu iki sesi en 
            güzel şekilde kullanan ustalarımızdandır. Açıklayacak olursak;
             
             
            X x = H h ( Hırıltılı he ) yerine
            Q q = K k ( Arka damak K'sı ) yerine
             
            Örneğin:
            “Bizi vuran felekti  (r
            İçimizde ğem1 ekti
            Görme üzde gülürüğ
             
            Hasret çeken ürekti (r)”
             
            
            Şemsettin Küzeci beyefendi ile Sami 
            Yusuf Tütüncü beyefendinin müşterek yapıtı olan “İki Gönül” iki 
            yüreğin aynı düşünceleri paylaşması sonucu doğmuş bir kitaptır. 
            Yılların hasreti ile pekiştirdikleri duygularını, Türkmenlerin alev 
            alev yanan yüreklerine bir avuç su serper gibi serptiler bu 
            kitapla...  
            
            “Türkün Sesi” isimli güzel yapıt; 
            Şemsettin Küzeci beyefendi ile Ekber Qoşalı beyefendinin müşterek 
            yayımladıkları bir kitap. Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği 
            tarafından yayımlanmış olup, araştırma, inceleme ve tanıtım 
            yazılarından oluşmaktadır. “Türkün sesi” ilk olarak 1999 yılında gün 
            yüzü görmüş olup, 8. baskısını yapmıştır ve her kütüphanede 
            bulunması gereken önemli bir kitaptır.  
            
            İkinci Uluslar arası Fuzuli Şiir 
            yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şöleni için Sevgili kadim dostum, 
            kalem arkadaşım Şemsettin Küzeci beyefendi tarafından hazırlanmış 
            güzel ve emek verilmiş bir kitaptır.  
             
            “Neşe sevinç ekmişim ben
            Türlü hasret çekmişim ben
            Dağı dağdan sökmüşüm ben
            Niçin gözüm nemli bu gün
             
            Yaşıyorum gamlı bu gün.”
             
            
            Kerkük'ün sesi Şemsettin Küzeci 
            beyefendinin kaleme aldığı bu kitap; bir Türkmen şehidin yaşam 
            serüvenini anlatıyor. Şehit Muazzam Kasapoğlu'nun düşünceleri, 
            tutuklanması, mahkeme salonlarında geçen günleri, şahadeti, acı 
            haberi ve son olarak Şehit Muazzam Kasapoğlu için kimler ne dediler 
            bölümleri yer almaktadır.  
            Şehit Şair Muazzam Kasapoğlu hakkında yazarımız şu bilgileri 
            aktarmaktadır kitabında:
            
            Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 1958 
            yılında Kerkük’ün Musalla mahallesinde doğdu. İlk, orta ve lise 
            öğrenimini Kerkük’te bitirdi. 1978‘de Süleymaniye Üniversitesi Tıbbi 
            Araştırmaları Enstitüsüne kabul edildi.
            
            Şehit Muazzam; küçük yaşlarından 
            beri edebiyat meraklısı idi. Bu merak Şehidin hayatını ciddi bir 
            şekilde etkileyerek, kendisinde milli duygu hissini uyandırdı. Hele 
            Türkmen halkının uğradıkları sıkıntıları, genç yaşta algılaması 
            Muazzam’ın bir siyasi mücadele içine girişimine neden oldu. Dayısı 
            Şehit Gazi TERZİ’den de etkilenerek ortaokuldaki arkadaşlarıyla 
            birlikte “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın çalışmalarında aktif bir genç 
            olarak arkadaşları tarafından olmazsa olmazlardan birisi haline 
            geldi.  
            
            Bu teşkilattaki arkadaşları: Erşet 
            MUHTAROĞLU, Sami TÜTÜNCÜ, Kasım KAZANCI, Sadettin Ali, Kemal FETTAH, 
            Şehit Niyazi Sıddık KASAPOĞLU ve başkaları…
            Yaşının küçük olmasına rağmen 1970 yılında Kerkük’te Şehit 
            edilen Mehmet Remzi Fatih SAATÇİ’nin Kerkük’te düzenlenen protesto 
            yürüyüşüne katıldı. 1971‘de Irak “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın 
            boykotunda büyük rol oynayarak Musalla Ortaokulun sorumlusu olarak 
            organizasyonda bulundu. 1975 yılında Şehit Rüştü Reşat MUHTAROĞLU’ 
            nun kurduğu “Irak Türkmen Kurtuluş Hareketi”ne katıldı. Hareketin 
            “TURGUT” hücresinde çalışmalarını Şehit İzzettin Celil TERZİ, Sabah 
            Aziz BEKİR ve Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte hareketin askeri 
            kanadında siyasi faaliyetlerini yürüttü.
             
            TUTUKLANMASI:
            
            07.12.1979 yılında Saddam rejiminin 
            adamları, Şehit Muazzam KASAPOĞLU’nu Süleymaniye’ de tutukladılar. 
            Devrim ve Baas Partisini eleştiren broşür ve yayınlar dağıtmak, Irak 
            Türkmen Kurtuluş Ordusu Teşkilatına üye olmak, Devletin ve Baas 
            Partisi’nin muhtelif kuruluşlarına karşı askeri operasyonlar 
            düzenlemek ile suçlanan şehidimiz, ABD’lilerin de Irak’lılara 
            yaptıkları işkence okulu haline gelen Abu Ğrep Cezaevi’nin Özel 
            Hükümlüler koğuşuna konuldu.
            
            Bir süre sonra Askeri Devrim 
            Mahkemesi Başkanı Savcı Müslim Hadi EL- CENABİ’ nin başkanlığında 
            hazırlanan rapora dayanarak Devrim Mahkemesinde yargılanmasını 
            kararlaştırıldı.
             
            MAHKEME SALONU:  
            
            Şehit Muazzam’ın Devrim Mahkemesinin 
            İddia Makamınca kendisine yöneltilen sunalara karşı bağırarak şöyle 
            dedi:  
            
            “Biz, Türkmenler Siyasi, Sosyal, 
            kültürel haklarımızı sonuna kadar savunacağız. Bize vaat ettiğiniz 
            ölümü dört gözle bekliyoruz.”
            
            Bunları dedikten sonra mahkeme 
            heyetince Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl ağır hapis cezasına 
            çaptırıldı.
             
            ŞAHADETİ:
            
            Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl 
            aldığı hapis cezasının 8 yılını bitirdikten sonra 1986 Af kararıyla 
            hapisten çıktı. Hapisten çıkar çıkmaz dava arkadaşları Sabah Aziz ve 
            Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte Irak Yüksek Öğretim ve Öğrenim 
            Bakanlığına öğrenimlerini tamamlamak için başvuruda bulunduk. Ancak, 
            Bakanlığın Hukuk Dairesi Müdüründen aldıkları ” Sizler siyasi 
            tutuklularsınız. Öğrenime dönemezsiniz. Cevabı onları hayal 
            kırıklığına uğrattı. Bu cevaba sessiz kalmayan Şehit Muazzam 
            KASAPOĞLU gönderdiği yazılı cevapla “Bizleri hapisten çıkardığınıza 
            hiçte memnun kalmadık.” Demiş…”
            1986 yılından itibaren Saddam’ın emniyet güçleri tarafından 
            takibat altına alınan Muazzam ve arkadaşları Kerkük’ün Kerame 
            Emniyet Müdürlüğünde Yarbay Nezhan HALAF tarafından bizzat 
            gözetleniyordu. Bu durum uzun süre devam etti.  
            
            1991 yılında 1. Körfez Savaşında 
            askerliğe çağırıldı. Ne garip…
            
            “Öğreniminizi tamamlamaya engel 
            oluyorlar. Ancak askerliğe çağırıyorlar. Kastedilen haklarınızı 
            kendi istekleri doğrultusunda verip alıyorlar…”
            
            Askerliğe çağırıldıktan sonra 
            Bağdat’ın Kâzımiyye Beşinci Askerlik Şubesi tarafınca iki kez 
            tutuklanır. Daha sonra ailesiyle haberleşmesi kesilir. Bu arada Irak 
            ordusu Kuveyt’ten çekilmeden önce “ Bobyan” Adasına gönderildiği 
            öğrenilir.
             
            ACI HABER  
            
            1990 yılında Kuveyt’i işgal eden, 
            Irak Ordusu 1991‘de ABD ve Müttefikleri olan 30 ülkenin ortaklaşa 
            düzenledikleri operasyon sonucu Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmayı 
            başarmıştı. Ancak, ABD güçleri Saddam’ı yok etmeye başlattığı 
            Operasyonu yarım bıraktı. Kuveyt’ten Kut’a kadar saldırısını 
            sürdüren ABD ve Müttefikleri Kut’tan sonra geri adım attı. Dönemin 
            T.C. Başbakanı Tansu ÇİLLER bile bugüne kadar neden ABD’nin 
            Bağdat’ta kadar girmediğinin nedenini anlamamıştı… İşte tam o zaman 
            Şehit Muazzam KASAPOĞLU’ nun ailesine Irak yetkililerince acı haber 
            verilir: “ Oğlunuz Muazzam Şehit düştü. Gelin cesedini teslim alın”
            
            Şemsettin Küzeci beyefendinin 
            Profesör Gazanfer Paşayev beyefendiye Fahri Irak Vatandaşlığı ve 
            Irakşinas Ünvanı takdim töreni ile ilgili resim ve haber metni aynen 
            aşağıdaki gibidir...
            
            İlk Protokol konuşmasını yapan 
            Gazanfer Paşayev Kürsüye çıkmadan önce sunucular tarafından Dr. 
            Abdüllatif Benderoğlu ile birlikte Irak ile Azerbaycan arasında 
            kültürel ilişkilerin pekiştirilmesindeki tarihi köprü oluşturan kişi 
            olarak anons edildi. Konuşmasında: “Gazanfer Pşayav;  gece’de ilk 
            olarak sahne alan Azerbaycan’ın halk sanatçısı Balaoğlan Eşrefov’un 
            okuduğu şarkılar Şemsettin Küzeci’nin amcası Abdulavahit Küzeci’ye 
            ait olduğunu dile getirerek konuşmasına başladı. Bu şarkılar beni 
            bir daha gençliğime götürdü. Gençlikten talihimi “Bilmirem haralıyam 
            toprağım daşım garip” diyen Irak Türkmenleri, bunların sembolü 
            Kerkük şehridir. Kerküklülerle tanıştığım günden beri benim bir 
            günün yoktur ki, onlarla hayalen oturup durmaktayım. Bu bir 
            hakikattir. Ben bunu samimiyetle söylüyorum. Bu sahadaki Irak 
            Türkmenlerinin büyük adamları beni ruhlandıran, şuurlandıran 
            telesdiren bazen de mecbur eden adamlar göz önünden gelip geçiyor: 
            Onlardan Şakir Sabır Zabit, Ata Terzibaşı, Sinan Sait, Benderoğlu ve 
            birçok başkaları hemişe benimle bir yerde oluplar. Hayalen veya 
            ismen. Azerbaycan’da beni bu işe sevkeyliyen her şeyden evvel Resul 
            Rıza olmuştur. Halk şairimiz çok büyük bir şahsiyet ansiklopediye 
            devrini kuran yaradan onun esasını koyan. Resul Rıza ile benim 
            birinci Kitabım 1968 yılında “Kerkük Bayatıları kitabım çıkıp. Benim 
            onlarca makalem çıkmıştır. Hacı Haciyev Radyoda ve Nahit Haciyev 
            (bugün burada aramızda) televizyonda benim çok
            
            Profesör Gazanfer Paşayev’e Fahri 
            Irak Vatandaşlığı ve Irakşinas Unvanı  çalışmalarımı teşkil 
            edirdiler. Anca kitabımın Resul Rıza ile çıkmağı bana bir ilham 
            verdi bana bir kol kanat verdi. Ben işimi devam ettirdim. Ve birçok 
            kitaplar çıktı. Son Kitap ise Kerkük’ten teze gelmiş, “Ağlan çox 
            Gülen Hanı” adında Resul Rıza’nın kitabıdır ki, Benderoğlu bu kitabı 
            çap ettirip. Ben ve Benderoğlu birlikte onu tercüme eylemişiğ ve 
            giriş makalesini birlikte yazmışığ. Bu da 40 yıllık zahmetin 
            soncudur ki o vakitten biz kitaplar yazırığ ve çap eyliriği. 
            Bunların yanında Azerbaycan ile bağlı yeni kitaplar çıkıp yoldadır 
            yakında elimize yetişir. Bizim görkemli halk yazıcımız Elçin 
            Efendiyev’in “Mahmut ve Meryem” eseri Kerkük’te çıkmıştır. Bizim 
            alakalarımız hemişe muhkem olup ve bu devam ediri. Soruşabilirsiz ki 
            bu niye beledi; Bu mehebbettendir, doğmalıktandır ve yakınlıktandır. 
            Bu zal buna cevap veririri. Oturanlar kadar ayak üste insanlar 
            vardır. Bundan büyük mehebbet olur mu?
                        Gazanfer Paşayev konuşmasını bitirdikten sonra onu 
            sahnede tuttuk. Onu büyük bir Sürprizimiz vardı. Ankara’da Bakû’ye 
            geldiğimde Başta Gazanfer Paşayev ve Azerbaycan halkına içimizdeki 
            Türkmeneli ( Irak Türkmenleri) nin sevgisini “Size Selam Getirmişem” 
            şiirinden ilham alarak ve dört kıtalı bir şiire dökerek ve 
            Azerbaycan Sanatçısı İlham Aleskerov’un bestelediği bir makam ile 
            Gazanfer Paşayev’e armağan atik.   
             
            GETİRMİŞEM
            Profesör Gazanfer Paşayev’e
             
             
            Kerkük’ün kalasından
            Öz Türkmen balasından
            Mor sümbül lalasından
            Mehebbet getirmişem
             
            Azerbaycan soyundan
            Oğuz, bayat köyünden
            Dicle Fırat suyundan
            Dad feryad getirmişem
             
            Fuzuli nefesinden
            Kerbela havasından
            Küzeci’nin sesinden
            Min hoyrat getirmişem
             
            Kerkük, Tebriz, Marağa
            Xudam salma ırağa
            Vatanım Qarabağa
            Men evlat getirmişem
             
            Söz: Şemsettin KÜZECİ
             
            
            Eveet... sevgili okuyucularım; 
            sizlere Türkmeneli edebiyatının, Kerkük'ün önemli isimlerinden bir 
            aydınımızı ve kitaplarını tanıtmaya, anlatmaya çalıştım. Sizlerde bu 
            değerli edebiyat adamının kitaplarını temin edip, okumak 
            istiyorsanız işte iletişim adresi:  
            
            Şemsettin KÜZECİ  P.K. 285 Yenişehir 
            Ankara-Türkiye
            Telefax: 312.334 90 84
            
            www.kerkukgazetesi.com  
             
            YAZARIN DİĞER ÇALIŞMALARI
            "ERTELENMİŞ DÜŞLER"in Şairi ŞEVKİ DİNÇAL / Emine SEVİNÇ 
            ÖKSÜZOĞLU
            "Düşünce Okyanusu Mevlana" Celal Oymak-Nevin Balta / Emine 
            SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
            "Düşler Köpüğünde" ve "Sevil Mısırlıoğlu" / Emine SEVİNÇ 
            ÖKSÜZOĞLU
            "Gönlümden Gönlüne” - Dursun Yeşil / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
            “Türk Dünyasından Bir Usta Kalem” - Prof. Dr. Elçin İskenderzade 
            / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU  
            “Sırça Yürekte”te Bir “Yalgın” Şair - Münevver Düver / Emine 
            SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU  
            Türk Edebiyatında Bir Usta Çınar-İsa Kayacan / Emine SEVİNÇ 
            ÖKSÜZOĞLU  
            "Sevdan Yüreğimde Saklı" - Hüseyin Güler / Emine SEVİNÇ 
            ÖKSÜZOĞLU   
            "Daracık Düşler" Mehmet Turan Yarar / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
            
            
            “Yüreğim Sende Kalmış” ancak “Sensiz de Yaşanırmış” - İsmet Bora 
            Binatlı / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU /
             “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Abdullah Satoğlu / Emine 
            SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
             KİTAPLARIN DÜNYASINDAN MERHABA / Emine Sevinç Öksüzoğlu
        
          | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                 
                   HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
                
                 
                Bir sevda masalıydın yüreğimin en dipsiz köşesinde
                Bir güz mevsimiydin yüzümün gölgesinde
                Sahipsiz ve zamansız düşlerin durağıydın gönlümde
                Can canımsın Azerbaycan’ımsın bedenimde
                 
                Umudun acımasız gecesinde ay gömülüyor sarıya
                 
                Ne de güzel yazılır şiirler Şairler diyarında
                 
                Kardeş ülkem özgürlüğüm sevdiğim vatanımsın
                 
                Sözün özü güneşimsin can canımsın Azerbaycan
                 
                Buğulu camlarda gözyaşlarımı siliyorken
                 
                Gözümdeki hüzün sana olan özlemimden
                Anlamsızlıklar içinde düşlerim kaybolurken
                Yarım kalmış şiirimsin can canımsın Azerbaycan
                   
                Kim bilir kaç yürekte kaç sevda da yer aldın
                Kim bilir kaç fersah ötelerde özlenen yaşamlardın
                Şimdi soğuk ellerim ya üşüyorum ya ölüyorum
                Ki bakıyor yüzüm toprağa hoşça kal can Azerbaycan
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
                    
                      
                       - ÜŞÜMÜŞ KAR TANELERİ GÖNDERİYORUM 
                      SANA
 
                      
                      - 
                                                                                       
                      
                      
 
                      - Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
 
                      - Ağarmış saçlarımdaki dökülen umutlarımı
 
                      - Kapına bıraktığım yarım yamalı sevdalarımı
 
                      - Ve bir de
 
                      -                 Sandıkta sakladığım düşlerimi
 
                      -  
 
                      - Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
 
                      - Yaşanılmış sevdaların aklığını
 
                      - Avucumda sıkı sıkıya tuttuğum
 
                      - Ve bir de
 
                      -                dirhem dirhem satın aldığım hayallerimi
 
                      -  
 
                      - Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
 
                      - Buza dönmüş ayaz bir Mart akşamı   
                       
 
                      - Ve bir de
 
                      - Yüreğimi gönderiyorum sana
                       
 
                     
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
                
                  
                   -   KADIN
 
                  
                  -  
 
                  - Gözlerin kömür karası silinmez gözlerimden izi
 
                  - Dudakların bal damlası gitmez dudaklarımdan lekesi
 
                  - Ellerin taşır yankılanan gecede çaresizliğin izlerini
 
                  - Ödünç gülüşler gül açar masum yanağında yazık ki
 
                  -  
 
                  - Gece aşk kokar eyy kadın çöl ateşi gezinir bedeninde
 
                  - Titrek mum alevidir çıplak vücudunun gölgesi
 
                  - Suçlu gülümsemeler köle olur kiralık aşklarda
                   
 
                  - Ve saçların aşk doğurur rüzgâr kokunu savurdukça
                   
 
                  -  
 
                  - Kadınca duygular buz tutmuştur en karanlığında gecenin
 
                  - Sevgisizliğe kanıyorken yüreğin çölleşiyor ümitlerin
 
                  - Çıkmaz yüreğimden kelebek yalnızlığındaki bakışların
 
                  - Kısır düşüncelerde iz bırakmıştır katran karası çarşafın
 
                  -  
 
                  - Aç koynunu ve tüm acılarını dök geceye eyy kadın
 
                  - Ay ışığında aksesuardır kısacık eteğin ucuz içkin
                   
 
                  - Süzüldün alemlere efkar sarmış gözlerde filizlendin
 
                  - Hüzne boyadın hayallerini gecelere düştün kadın
 
                  -  
 
                  - Sokak lambaları aydınlatır bir yosmanın ayak izini
 
                  - Pavyon kaldırımlarında acılar güldürüyor yüzünü
 
                  - Asılı kalmış sevdalar selamlarken gökyüzünü
 
                  - Hıçkırığın örtsün gecenin dile gelmiş melodisini
                   
 
                  -  
 
                  - Yediveren çiçekleri açsın göğsünün orta yerinde
 
                  - Tanımadığın adamlar var her gece çıplak koynunda
 
                  - Tamamlanmayan eksikliktin erkeklerin bakışında
 
                  - Değilmi ki ağzında küfür bir fahişe tadında
 
                  -  
 
                  - Düzensiz kurulmuş hayatta nihayetinde bir anasın
                   
 
                  - Resmini çizersin üşüyen yüreğine çocuğunun
 
                  - Serzenişlerde hayallerin kahrı ağır gelir yaşamın
 
                  - Gecelerin arasında kaybolur çorak gözyaşların
 
                  -  
 
                  - Bu gece kalemim sana köle oldu eyy kadın
 
                  - Çalınmış aşklarda ıslandı yazdığım satırlar
 
                  - Can havliyle görülen düştün sütliman rüyalarda
 
                  - Yüreğinden tutulmuş sevdaydın mısralarımda
 
                 
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
                
                    
                     - LEYL-İ GECELERDE 
                    YUSUF
 
                    
                    -  
 
                    - Ey Yusuf
 
                    - Onbir yıldızı güneşi ve ayı perde ettin gözlerine
 
                    - Geceler seyre daldı ay ışığında gezinen rüyanı
                     
 
                    - Yorum babandan geldi umut gülümserken yüzüne
 
                    - Ve yüzün güneşlendi babanın sözlerinde
 
                    -  
 
                    - Ey oğul
 
                    - “Şeytan insan için apacık bir düşmandır” bilesin
 
                    - Bilesin ki İbrahim ve İshak gibi Tanrı seni seçecek
 
                    - Gün şavkını vururken herkes secdeye gelecek
 
                    -  
 
                    - Onlar ki üşümediler seni derin kuyuya atarken
 
                    - Onlar ki düşünmediler geçmişini yok edip geleceğini 
                    çalarken
 
                    - Ölüm gözlerinde kaybolmuş yanık kokulu zaman külüydü
                    
                    
 
                    - Gömleğindeki kan yalan babandaki sabır sevginin gücüydü
                    
                    
 
                    -  
 
                    - Ey Yusuf
 
                    - Kardeşlerin seni mahkûm etti sancılı bekleyişlere
 
                    - Birkaç dirhemlik maldan öte değildin artık
 
                    - Esir düştün köle oldun satıldın Mısır pazarlarında
 
                    - Gözlerinin feri düştü hükümsüz akan Nil suyuna
                     
 
                    -  
 
                    - Bir kadının sözlerinde leyl-i gecelerde düştün 
                    zindanlara
 
                    - Rüyalar perde oldu göz kıyılarındaki gelecek yaşamına
 
                    - Nice kadınlar bir bıçaklık yaşam sundu güzelliğin 
                    karşısında
 
                    - Ve büyülendi Züleyha rüzgâr giyinmiş zamanlarda
 
                    -  
 
                    - Ey Züleyha
 
                    - Kalbinin acılarını akıtma ruhunun ırmağına
 
                    - Vahayı terk et değmesin saçların ağustos sıcağına
 
                    - Terlemesin gözlerime değen nur kokulu avuçların
 
                    - Kelamın hükümsüz kalmasın sözcükler arasında
 
                    -  
 
                    - Yakup karanlığında dem aldı sevgilerin en güzeli
 
                    - Mısır’ın ruhu döküldü şaha vuran Nil sularına
 
                    - Çığlıksız ter döktü bedenler Yusuf’un huzurunda
 
                    - Diz çöktü kardeşler arsız bakışların gölgesinde
                     
 
                    -  
 
                    - Gözleri ağardı Yakup’un vahanın siluetinde
 
                    - “Ah Yusuf’a olan tasam” dedi gök kubbenin altında
 
                    - Yusuf’un kokusu sarmıştı Mısır’ın dört yanını
 
                    - Ve Yakup gömleğinde bulmuştu gözlerinin ferini
 
                    -  
 
                    - Ey Yusuf
 
                    - Leyl-i gecelerde hüküm sürdü Züleyha’nın sevdası
 
                    - Sözlerinden önce yüzün gül açtı karanlık yüreklerde
 
                    - Gelecek zamanlara yazıldı sözlerin alacası
 
                    - Leyl-i gecelerde Yusuf Züleyha’ya sevdalandı
 
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Hüseyin Hüsnü GÜREL 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ARMARA DENİZİNDE YERALTINDA DOĞALGAZ 
              PATLAMALARI İLE MEYDANA GELEN TSUNAMİ YÜKSEK DENİZ DALGALARI 
              KIYAMETLER KOPARCASINA ÇOK KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLMAKTADIR.
              
            
            
            Romalılar MS 300 yıllarında İstanbul 
            şehrini kurdukları zaman; İstanbul’da Yenikapı liman olarak 
            kullanılmıştır.
            
            İstanbul’da Boğazda yeraltı tüp 
            geçidinin inşası esnasında Yenikapı’da ki eski limanın kıyı 
            bölümünde 15 geminin yan yana ve üst üste parçalanarak battığı 
            tespit edilmiştir.
            Prof. Dr. Ufuk KOCABAŞ ve Jeolog Şengül AYDINGÜL; bu 15 geminin 
            MS 1000 yıllarında Marmara denizinde meydana gelen tsunami yüksek 
            deniz dalgaları ile Yenikapı limanında kıyıya sürüklenerek ve 
            parçalanarak, aynı zamanda batmış olduklarını belirlemişlerdir. 
            Marmara denizinde bu gemileri parçalayarak batıran tsunami yüksek 
            deniz dalgalarının 10-12 metre.büyüklüğünde olduğu anlaşılmaktadır.
            
            
            
            Dünyada yalnız Marmara Bölgesi ile 
            Erzincan şehri ve ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa bir 
            süre önce yeraltında doğalgaz patlamaları ve bu patlamalar ile 
            meydana gelen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayları ile 
            zeminlerin aşağıdan yukarı doğru itildiği; yüzey arazinin deniz gibi 
            dalgalandığı; binalar ile inşaatların burgu gibi bükerek canavarca 
            parçalandıkları; Marmara denizinde doğalgaz patlamaları ile deniz 
            suyunun göklere savrulduğu; kıyılardan sular geri çekildikten sonra 
            meydana gelen tsunami dalgaları ile; Marmara kıyılarında bir çok 
            yerlerin sular altında kaldığı; Marmara bölgesi ile Erzincan 
            şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarıyla dünyada 
            benzeri olmayan, kıyametler koparırcasına çok korkunç afetlerin 
            meydana geldiği; deprem hareketleri başlamadan önce yeraltında 
            doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu afetlerin deprem olayı ile 
            hiçbir ilgisi olmadığı konularında internette http://www.milliservet.blogspot.com/ 
            web sitesinde yayınlanan 10.10.2008 tarihli RAPOR’da ve bu RAPOR’a 
            bağlı 32 adet EK yazılı belgelerinde bu konudaki gerçekler bilimsel 
            olarak açık ve belirgin şekilde ortaya dökülmüştür. Bu konuda 
            gerekli teknik önlemlerin alınması için uyarı yapılmıştır.
            
            Bu raporda 1509 İstanbul depreminde, 
            Marmara denizsinde İstanbul’un sahil boyundaki ve Galata surlarını 
            aşacak ölçüde tsunami dalgalarının meydana geldiğini; Marmara denizi 
            kıyılarında bir çok yerlerin sular altında kaldığını; Yavuz Sultan 
            Selim’in babası olan Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT’ın kıyamet koptu 
            diye Edirne’ye kaçtığını; 13 gün sonra Edirne’de de deprem olunca 
            Padişahın İstanbul’a geri geldiğini; Osmanlı Padişahının İstanbul’un 
            çeşitli yerlerine 400 kuyu kazdırdığını; bu kuyuların “denge bacası” 
            görevi yaparak yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen 
            basınçları ve sıvılaşma olaylarını bilimsel yöntemle önlediği ve 
            Osmanlı Padişahı’nın bu kuyular ile yeraltında 30 gün veya 45 gün 
            devam eden doğalgaz patlamalarından ileri gelen sarsıntılardan 
            İstanbul’u çok az masrafla kurtardığı konusunda bilgi verilmiştir. 
            Bu tsunami dalgalarının 10-15 metre büyüklükte olduğu 
            anlaşılmaktadır.
            
            Bu raporda 1894 İstanbul depreminde 
            Marmara denizinde meydana gelen tsunami dalgaları ile kayıkların, 
            mavnaların ve teknelerin parçalandığı ve bu tsunami dalgalarının 8-9 
            metre büyüklüğünde olabileceği konusunda bilgi verilmiştir.
            
            Marmara denizinde meydana gelen bazı 
            depremlerde Marmara denizinde oluşan tsunami dalgalarının İstanbul 
            Beylerbeyi’nde 4 Km iç kısımlara kadar girdiğini; İzmit Körfezinde 
            birçok yerlerin sular altında kaldığını; deniz sularının geri 
            çekilmesi ile; buralarda yüzey araziden balıkların toplandığı 
            konusunda tarihi bilgiler vardır.
            
            Marmara bölgesinde en şiddetli 
            depremin 7.2 gibi şiddette meydana gelebileceği bilindiği halde; 
            Marmara denizinde doğalgaz patlamaları ile kaç metre büyüklüğünde 
            tsunami dalgalarının meydana gelebileceği; bilinmemektedir.
            
            Depremlerde hiçbir hasarın meydana 
            gelmediği kabul edilse bile; Marmara denizinde İstanbul’un sahil 
            boyundaki ve Galata surlarını aşacak veya İstanbul’da eski, Yenikapı 
            limanında olduğu gibi 15 gemiyi parçalayabilecek büyüklükte tsunami 
            dalgaları meydana geldiği taktirde; Marmara denizi kıyılarında yüz 
            binlerce can ve trilyonlarca ABD doları gibi çok büyük mal kaybı 
            verilecek ve Ülkemiz vefat edercesine felç olacaktır.
            
            Depremleri önlemek mümkün olmadığı 
            halde; yeraltında faylarda ve antiseklinal yükseltilerinde biriken 
            doğalgazı sondajlar ile temizlemek; Trakya’dan Marmara bölgesine 
            doğalgaz getiren fayları barajlar ile tıkamak veya Yüce Osmanlı 
            Padişahı II. BEYAZIT gibi çeşitli yerlere kuyular kazmak gibi teknik 
            önlemlerle hem doğalgaz patlamalarından meydana gelen kıyametler 
            koparcasına çok korkunç afetlerden ve hem de Marmara denizinde 
            meydana gelen tsunami yüksek deniz dalgalarından kurtulmak mümkün 
            olacaktır.  
            
            İstanbul’da eski Yenikapı limanında 
            15 geminin parçalanarak batması ile Marmara denizinde çok büyük 
            tsunami yüksek deniz dalgalarının meydana geldiğini kesin şekilde 
            belirlemiştir.
            
            İstanbul’da Boğaz’da yer altı tüp 
            geçidi inşaatında; bu tüp geçidinin giriş ve çıkışındaki binaların 
            deniz seviyesinden 4 metre yüksekte inşa edilmesi ve bu binalara 
            otomatik kapanan kapıların monte edilmesi ile tsunami deniz 
            dalgalarına karşı önlem alınmıştır. Bu yer altı tüp geçidi için 
            alınan bu önlem; İstanbul’un sahil boyundaki ve Galata surlarını 
            aşacak ölçülerde meydana gelecek tsunami dalgalarına karşı yeterli 
            olmayacaktır. Bu yer altı tüp geçiti sular ile dolma tehlikesiyle 
            karşı karşıya kalacaktır.
            
            Marmara denizinde deprem 
            darbeleriyle meydana gelen 3-4 metre büyüklüğümdeki tsunami 
            dalgaları önemli olmadığı halde; bu denizde doğalgaz patlamalarından 
            ileri gelen tsunami dalgaları fevkalade önemlidir.
            
            Marmara bölgesinde deprem 
            hareketleri başlamadan kısa bir süre önce yeraltından bomba gibi 
            patlama ve uğultulu, gürültülü seslerin işitilmesine; yüzey arazinin 
            deniz gibi dalgalanmasına, binaların ve ağaçların yana yatıp yatıp 
            kalkmalarına; bazı yerlerden alevlerin yükselmasine; etrafın nur 
            gibi ışıklanmasına; gökyüzünün kızıl renge bürünmesine ve bu 
            konularda yazılı belgelerle verilen bilgilere bilim adamlarınca, 
            Devlet yetkililerince ilgili Devlet kurum ve kuruluşlarınca 
            inanılmamakta ve güvenilmemektedir. Bu olayları yaşayarak bilen 
            kimseler bu konudaki bilgilerini bilim adamlarına, Devlet 
            yetkililerine ve ilgili Devlet kurumlarıyla kuruluşlarına 
            bildirdikleri veya bu konularda televizyonlarda açık oturumlarda 
            açıklama yaptıkları takdirde; bu kimseler kutsal vatandaşlık 
            görevlerini yerine getirmiş olacak ve Devletimiz gaflet uykusundan 
            uyanacaktır.
            
            Bu suretle, Marmara bölgesinde, hem 
            kıyametler koparcasına korkunç afetlerden ve hem de Marmara 
            denizinde meydana gelebilecek tsunami yüksek deniz dalgaları 
            canavarından kurtulunmuş olunacaktır.
            19 Ocak 2009 Pazartesi
            hhgurel@hotmail.com
            WEB: http://www.milliservet.blogspot.com
             
            Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
           
          BESTELENEN “BİRİ 
          VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ 
          
            - 
            Başkent Ankara’da, öteki yerleşim 
            birimlerimizde, musikimize hizmet eden kuruluş ve kişiler var. 
            Bunların başında, şair, yazar ve araştırmacı TSM alanındaki 
            çalışmalarıyla da dikkat çeken “Sevgi Kültürevi”nin sahibi Ahmet 
            Sevgi geliyor.  
 
            - 
            18 Ocak 2009 tarihinde kısa adı 
            TÜMEK olan, Türk Musikisi Eğitim ve Kültür Derneği salonunda 
            (Sümer–1 Sk. No: 16–18 Ankara) adresinde, müzisyenlerin ve 
            bestekârların katıldığı bir müzik ziyafetinde bestelerin 
            seslendirildiği gönül ve kültür adamı, sanat ve edebiyatımızın dostu 
            eskimeyen Bakanlarımızdan Ali Nail Erdem’in başkanlığında, Özgen 
            Gürbüz, Ali Şenozan, Kadri Şarman gibi bestekârların ve Emre Aygen, 
            Derya Tunç, Mehmet Çağlaroğlu, Şenol Dinleyen, Nesrin Ersipahi gibi 
            müzisyenlerin katılımıyla ayrı bir anlam kazanan “Şiir ve Müsiki-4”ün 
            Ahmet Sevgi’nin titiz, ciddi ve yorulmak bilmeyen çalışmalarıyla 
            gerçekleştirildiğini kaydedeyim teşekkür, tebrik ve saygılarımı 
            sunayım efendim.
 
            -             Ali Nail Erdem’in, sanatın yücelliğinde, musikinin 
            ön planda bulunduğunu musikinin yaşanan devirlerin izlerini taşıması 
            bakımından önemli olduğunu, musikimizin bize has olan özelliklerinin 
            bulunduğunu hatırlatmasından sonra, repertuarda bulunanların 
            seslendirilmesine geçildi.  
 
            - 
            Şeyh Galip, Sultan Aziz Han, Vecdi 
            Bingöl, Cahit Sıtkı Tarancı, Dr. Bekir Mutlu, Uğur Gür, Cevdet 
            Aslangül, Abdullah Satoğlu, Yahya Akengin, Ahmet Sevgi ve Dr. İsa 
            Kayacan’ın sözlerini yazdıkları, Sadettin Kaynak, Sultan Abdülaziz 
            Han, Kadri Şençalar, Münir Nurettin Selçuk, Kadri Şarman, H. Özgen 
            Gürbüz, Ferit Sıdal, Bilge Özgen, Ali Şenoczan, Fethi Karamahmutoğlu, 
            İsmet Değer’in besteleri seslendirildi.  
 
            - Ahmet Sevgi’nin büyük emek ve gayretle hazırladığı “Bir doktora 
            tezi” haline gelen, 70 sayfalık fotoğrafların, beste sözlerinin, 
            notalarının detaylı olarak verildiği dökümanın 61 nci sayfasında 
            sözleri bana ait olan “Biri var” adlı ve İsmet Değer tarafından 
            bestelenen Kurdi fantezi olarak, usulü: düyek, açıklamasıyla verilen 
            bestenin notası 61 nci sayfada, arkasında bendenizin bir 
            ansiklopediden alınan biyografim ve 63 ncü sayfada bestekâr İsmet 
            Değer’in biyografi ve fotoğrafı yer alıyor.  Biri var, adıyla 
            bestelenen şiirim:  
 
            -  
 
            - Beni düşünen biri var,
             
 
            - Onunla gönlüm ferahlar,
             
 
            - Sıralanan sevgilerde,
             
 
            - Beni düşünen biri var.
             
 
            -  
 
            - Dünyamı tamir edecek,
             
 
            - Sevgi, mutluluk verecek,
             
 
            - Hep gülecek, güldürecek,
             
 
            - Beni düşünen biri var.
             
 
            -  
 
            - Penceren aralık kalsın,
             
 
            - Dua ve sevgim ulaşsın,
             
 
            - Sana mutluluk bulaşsın,
             
 
            - Diye çağıran bir var.
             
 
            -  
 
            - 
            Bu sözlerimi Kürdi Fantezi olarak, 
            düyek usulünde besteleyen İsmet Değer:   
 
            - 
            -1944 yılında Çanakkale-Ayvacık’ta 
            doğdu. İstanbul Basın-Yayın Yüksek Okulundan mezun olduktan sonra, 
            Hürriyet Haber Ajansında çalıştı sonra TRT’ye geçti. Diyarbakır 
            Radyosu ve Genel Müdürlük Müzik Dairesinde uzman olarak görev yaptı. 
            Bestelerinin büyük bir bölümü TRT Denetleme kurulundan geçen, “Ömür 
            boyu tatmadım”, “Bir mendil ki sallanır”, “Yüreğinin götürdüğü yere 
            git”, “Sevgi döktüm yollarına” gibi pek çok bestesi bulunan İsmet 
            Değer 2007 yılında TRT’den emekli oldu. Halen “ud dersleri” veriyor.
            
            
 
            
            - GÜNÜN SÖZLERİ: 
             
 
            - Bazı bestekârlar, hatır için beste yapıyor, şiirdeki, duygu, 
            mana, anlam zenginliği aranmıyor. Bu anlayış ve besteler musikimize 
            zarar veriyor. Kaleme alınan şiirler, “bestelenecek” diye yazılmaz. 
            Bestekârlar uygun görürlerse bestelenir. “Söz yazarlığı” diye de bir 
            meslek yoktur, şairlik vardır. (Ortak görüş)
 
            - 1- Bir ülkedeki kültürü ortadan kaldırsanız, fabrikalarının 
            sayısı o milleti ayakta tutamaz (Ali Naili Erdem),  
 
            - 2- Sanatın içine maddiyat girince, duygusall›ktan ayrılındı. 
            Radyo’daki sevgi ve saygı müessesesi hep işler (Ali Şenozan)
 
            - 3- Kültürümüzün içinde önemli bir yeri olan musikimize hizmet, 
            herkesin görevi ve sorumluluğu olmalıdır. (Ahmet Sevgi)
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN
            
            
            Merkezi Ankara’da bulunan, 
            Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı, geride bıraktığımız Aralık 
            ayının son günlerinden, 27 Aralık 2008 tarihinde, Kıbrıs Türk Kültür 
            Derneği Salonunda “Türkiye, KKTC, Azerbaycan, tarih-kültür ve 
            ekonomi” konulu bir sempozyum düzenledi.  
            
            “Kıbrıs için, sivil toplum işbirliği 
            hareketi “olarak adlandırılan sempozyum iki oturum halinde 
            gerçekleştirildi. Açılış konuşmaları, Oktay Sanan, Ahmet Göksan ve 
            Prof. Dr. Anıl Çeçen tarafından yapıldı.  
            
            İlk oturumun başkanları; Prof. Dr. 
            Tuncer Gülensoy ve Prof. Dr. Mehmet Musaoğlu’ydu. Bu bölümde 
            konuşanlar, bildiri sundular;
            
            -Prof. Dr. Elçin Eskenderzade, Prof. 
            Dr. Taciser Onuk, Salih Turhan, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Anıl 
            Çeçen, Prof. Dr. Ata Atun’dur.
            
            Öğleden sonraki ikinci oturumun 
            Başkanları; Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Dr. Yaşar Kalafat, Bildiri 
            sunanlar; Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Mehman Musaoğlu, Dr. 
            İsa Kayacan, Gülağ Öz, Ahmet Göksan, Hayrettin İvgin’di.
            İlk oturumun sonunda değerlendirme oturumu yapıldı. Prof. Dr. 
            Tuncer Gülensoy, Hayrettin İvgin, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Elçin 
            İskenderzade, Prof. Dr. Taciser Onuk değerlendirmelerde bulundular. 
            Kapanış konuşmaları da Oktay Sanan ve Ahmet Göksan tarafından 
            gerçekleştirildi.  
            
            “Kıbrıstaki Türkler, umud 
            yorgunudur. Kıbrısta ve Türkiye’de insanlar diri tutulmalıdır/Dış 
            Türkler Bakanlığı kurulmalıdır” şeklindeki görüşlerle, “Dünyanın 
            neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız” 
            görüşleri sempozyumun üzerine konulan, damga olarak vurulanlar 
            olarak görüldü.  
            
            Bu sempozyum vesilesiyle 
            öğrendiğimiz önemli bir proje var: “İlk hedef yeni Akdeniz” Yani; 
            “Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı’nın ilk hedefi yine Akdeniz”.
            
            
            Kurtuluş, güvenlik ve gelecek için dün olduğu gibi, bugün ve 
            yarın da “ilk hedef yine Akdeniz” olarak görünüyor. Proje bu hedef 
            doğrultusunda toplumsal, kültürel ve ekonomik bir “ilerleme” projesi 
            olarak karşımıza çıkıyor.  
            
            u arada, Oktay Sanan imzalı 
            “Atatürkiye” adlı kitap, Cumhuriyet Vakfı yayınlarının 2 ncisi 
            olarak günyüzü görmüş efendim.  
             
            BENDENİZ
            
            “Türkiye, KKTC, Azerbaycan, 
            tarih-kültür ve ekonomi” konulu sempozyuma sunduğum bildiride;
             
            
            Kıbrıs’tan bana karşı ilk ses, şair, 
            yazar ve eğitimci İlter Veziroğlu tarafından 1960’lı yılların 
            başında geldi. Azerbaycan’dan ise, 1992 yılında yayınladığım ve 
            yüzüncü kitabım olan, “dalya” dediğim “Orta Asya Türk 
            Cumhuriyetleri” adlı kitabımla gelen dolaylı seslerdi.  
            Sonra, Doç. Dr. Tamilla Aliyeva Abbashanlı, Prof. Dr. Elçin 
            İskenderzade Vektor Neşirler Evi’yle önemli işler görüyor. Prof. 
            Celil Nagıyev ve giderek artan, şair, yazar dostlarımız 
            sayılabiliyor. Azerbaycan çıkışlı 1500’ün üzerinde makale yazıp 
            yayınladım “Dünyanın neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı, 
            kucaklaşmalıyız” görüşümden hareket ettim
             
            KATILIM BELGESİ
            
            Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı, 
            Katılım Belgesi: Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla 27-28 
            Aralık 2008 tarihlerinde Ankara’da düzenlediğimiz ve “Kıbrıs için 
            Sivil İşbirliği” amacına yönelik, “Türkiye-KKTC-Azerbaycan 
            Tarih-Kültür ve Ekonomi Sempozyumu”na katılım ve katkılarından 
            dolayı sayın Dr. İsa Kayacan’a teşekkür eder, çalışmalarında 
            başarılar dileriz. (27 Aralık 2008, Oktay Sanan, Vakıf Yönetim 
            Kurulu Başkanı).
             
            GÜNÜN HABERİ:
            
            01 Kasım 2008 tarihinde hizmete 
            açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa 
            Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin 
            gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 
            07’ye ulaştı.
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN 
              GAZETESİ
            
            
            Gazeteler, dergiler, yayın 
            organları. Hele yurtdışından gelenler olursa, ilgimizin doruğuna 
            çıkarak, sayfalarında gezme aceleciliğimiz oluyor. Şahsen ben bu 
            duygu ve düşünceler içine giriyorum.  
            
            Yıllard›r söylediğim bir cümle, 
            görüş, ifade edişim var:  
            
            -“Dünyanın neresinde Türk varsa, 
            ellerimizi uzatmal›, kucaklaşmal›y›z.”  
            
            Hareket noktam, bu görüşüm, bu görüş 
            çıkış noktam.  
            
            Geçenlerde, Ankara’daki bir ödül 
            töreninde bana ulaşan, ulaştırılan bir gazete vardı. Adı: Makedonya 
            Türklerinin Sesi: Yeni Balkan.  
            
            Bu gazete, normal boyutlu 16 sayfa. 
            Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Mürteza Suluoca. Yayın kurulunda 
            altı isim ve imza var. Gazetenin Kosova ve Batı Trakya temsilcileri 
            bulunuyor. İrtibat tlf: 00389(0)71913331, şeklinde kaydediliyor.
            
            
            
            Gazetenin sayfalarına dönüyorum: İlk 
            sayfada manşet niteliğinde, ağ›rlıklı olan haberlerin verilişi, 
            fotoğraflarla zenginleştirilişi. iç sayfalarda yer alan bazı 
            haberlerin anonsları. Buradan, yani birinci sayfadan bazı başl›klar:
            
            
            
            - İsrail, acımasızca çocukları 
            vurmaya devam ediyor/Gelecek ğitimdedir/Eğitim Türk Dili ve 
            Edebiyatı bölümü Yahya Kemal’i andı/Avrupa Birliği Para Fonu 200 bin 
            Euro maddi destek sağlayacak/Kameri Takvimin birinci ayı vd.  
            Makale yazar› olarak iç sayfalardaki köşelerinden okuyucular›yla 
            merhabalaşanlar var. Bunların yazılarından bazı cümleler vermek 
            istiyorum bu kez:  
            
            - Bugün halâ Makedonya’da Alaturka 
            ve alafranga ikilemi yaşanmakta (Alev Süleyman)
            
            - Geçen saldırılarda bir grup 
            Makedonya’da İsrail’i protesto etmişti (Mürteza Sülooca)
            
            - Azerbaycanlıları Özerk Cumhuriyet 
            kurmaya iten sebep, Türk dünyasının her yerinde olduğu gibi 
            varlıklarının yok edilmesine, hayatlarına kast edilmesine karflı 
            başkaldırıdır. (Abdullah Uluyurt),  
            
            - 2008 yılında Struga Şiir 
            Akşamlarında Türk Şiiri, Türkiye’den ve KKTC’den gelen şairlerle 
            temsil edildi (Fahri Ali),  
            
            - Aşure ayı gelince çok kez aşure 
            ikram etmesinler diye eş dostun evlerini ziyaret etmekten bile 
            kaçınıyorum (Fahri Kaya),  
            
            - Eğer anne sütü yetersiz ise, 
            bebeğinize demirle güçlendirilmiş mamalar verin (Dr. Beycan ilyas)
            
            Altıncı yayın yılı içinde olan “Yeni 
            Balkan” Gazetesinin 05 Ocak 2009 tarih ve 238 nci sayısıydı, 
            sayfalarında gezdiğim gazete.  
            
            Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi 
            Başkanlığı -TİKA Üsküp Program Koordinatörü Ali Maskan’la yapılan 
            bir söyleşinin de yeraldığı ve bu anonsun gazete logosu altından 
            verildiğini hat›rlatt›ktan sonra, bir sanat ve edebiyat adamı, 
            kalemi olduğunu anladığımız Fahri Ali’nin “Kış oyunu” başlıkl› 
            (sayfa 14) fliirinden iki dörtlük verelim efendim:  
             
            Kışın tatlı neşesi ,
             
            Yağan karlarla başlar,
             
            Kışın acı havası,  
            Gelen soğukla başlar…
             
            Eh ne güzel çocuklar,
             
            Bir arada oynarlar,
             
            Buz dede ile birlikte,
             
            Kışı selâmlarlar..
             
            GÜNÜN HABERİ:
            01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni 
            İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli 
            daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap 
            ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ
            
            
            Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 
            faaliyet gösteren, Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin genel 
            koordinatörlüğünde yayın yapan Vektor Neşirlerevi’nin birbiri ardına 
            gelen yayınlarından bir yenisi, Adil Şirin imzalı “Laçın Şikestesi” 
            adlı şiir kitabı.
            Uzunca şiirli anlatımlar da dikkat çekiyor kitabın arkasında..
            196 sayfayla günyüzü görmüş.
             
            
            Redaktör ve önsözün müellifi: Prof. 
            Dr. Elçin İskenderzade, önsözünün bir yerinde:  
            
            -“Adil Şirinin bütün şiirleri her 
            yerde ve her zaman senet sınağından üzüağ çıkan ve ebedi olarak 
            üzüağ çıkacak şiirlerdir”” diyor.  
            Kitabın ilk şiiri “Bilirsen mi?” başlığıyla 5 nci sayfada 
            yeralıyor..  
            Bu şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
             
             
            Her şey arkada galdı,
             
            Bilirsen mi, neler oldu?
            Ayrılık illerinde,
             
            Sana  vaat ettiğim güzel rüyalar,
             
            Ilgımlar gibi savrulur,
             
            Ömrün semum yellerinde.
             
             
            
            İlk anda, Azeri Türkçesiyle, Türkiye 
            Türkçesi arasında bazı farklılıklar olduğu görülüyor gibiysede, bu 
            farklılık önemli anlaşılmazlık tablosu ortaya koymuyor.  
            Adil Şirin şiirlerinin bazılarının başlıklarını koymamış.. Bir 
            yıldızla ayırımlaştırmış, belirginleştirmiş.  
            
            Prof. Dr. Elçin İskenderzade hocaya 
            ithaf ettiği şiir 24 ncü sayfada karşımıza çıkıyor. Dört ayrı 
            dörtlükten meydana gelen “Özüm burada, deli gönlüm uzakta” başlığı 
            altındaki anlatımların ilk dörtlüğü;
             
            Kaderim ne ise ona razıyım,
             
            Tek sen ganad ver, gana razıyım,
             
            Anamın alnında gara yazıyam
            Özüm burada, deli gönlüm uzakta.
             
            
            Şiirlerin tamamına yakını hece 
            vezniyle şekillendirilmiş, ortaya konulmuş. Görünen o ki Adil Şirin, 
            şiirlerinin konu seçiminde, işlenişinde, belirli bir süre 
            dinlendirdikten sonra, okuyucularının beğeni veya eleştirileriyle 
            takdir topluyor, alkışlanıyor. Sayfa 98’de yeralan “Yalnızlık” adlı 
            başlıklı şiiri vermek istediğimiz örneklerdendir efendim. Bir 
            dörtlüğü bu şiirin:  
             
            Bu hazin yaz gecesi,
            Seni düşünmek ağır,
             
            Rüyamda hatıramın,
            Gözlerinden yaş akıyor.
             
             
            
            Adil Şirin: 1955 yılında Laçın 
            Rayonunda dünyaya geldi. 1972 yılında şiirleri, denemeleri 
            yayınlanmaya başladı.  
            Respublikanın bir sıra gazete ve dergilerinde sorumluluk taşıyan 
            görevlerde bulundu.. Şahmar Ekberzade ve Nazım Hikmet adına 
            düzenlenen yarışmalarda dereceler alan Adil Şirin, Türk Dünyası 
            Araştırmaları Beynelhalk Elmler Akademiyasının Fahri Doktorudur. 
            “Kızıl Yıldız” ödülünün de sahiplerindendir.  
             
            GÜNÜN SÖZÜ:  
            
            Prof. Dr. Elçin İskenderzade, tez 
            tez konuğu olduğu Avrupa ve Dünya ülkelerinde, Azerbaycan kültürünü 
            değişik yönleriyle anlatmakta ve kültürel köprü olma başarısının 
            bayrağını yükseklerde dalgalandırmaktadır (İK).
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
            
            
            Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, 
            yayınlanmış pek çok kitabı bulunan Kadir Yavuz’un iki kitabı, 
            şair-yazar Fatma Uçarlar’ın 10.01.2009 tarihinde Isparta’da 
            düzenlediği “imza günü” pardon imza şöleni vesilesiyle gittiğim 
            toplantı salonunda bana ulaştırılanlardı bunlar:  
             
            HARMAN
                        Kadir Yavuz’un denemelerinden oluşuyor. 300 sayfayla 
            Ocak 2008’de günyüzü görmüş. İlk sayfalarda birkaç şiir, şiirli 
            anlatım. Sonra denemeler bölümünün başlayışı. Bu şiirli bölüm 
            dediğimiz, Murat Yüksel’in manzum anlatımla, Kadir Yavuz’dan sözediş 
            bölümü olarak görmeli, böyle nakletmeliyiz.  
                        Gazeteci, yazar ve şair olan Kadir Yavuz’un uzunca 
            bir sunuşu, bir kapak yazısı var ilk sayfalarda:  
            
            - “İnsan olduğumuzu unuttuk. 
            Dostlarımızı, akrabalarımızı unuttuk. Teknoloji bizleri metale 
            çevirdi” hemen üst satırlarda sözettiği, sunuş ve kapak yazısından 
            iki cümleydi bunlar.  
            
            - Toplum yapısı bizim ki kadar 
            değişken bir millet görülmemiştir(S.134),
            
            - Akşam üzeriydi. İş yerinden 
            çıkmış, istasyon caddesinden aşağı doğru ufak ufak yürüyordum 
            (S.135)
                         Bu cümlelerden hareket ettiğimizde, Kadir Yavuz’un 
            denemelerinin toplumumuz içinden seçilen ve işlenilen konular 
            olduğunu ve anlatım biçiminin, yumuşak ve netlik içinde bulunduğunu 
            hemen anlarız.  
                       
             
            KÖPRÜ
                        Kadir Yavuz’un bir başka deneme kitabı. 280 sayfalık 
            Köprü. İçindekiler bölümü, bölümleri sayfalara aktarılırken 
            başlıkların karşılarına bulundukları sayfa numaraları unutulmuş. Her 
            yayında ufak –Tefek hata ve eksiklerin olması doğaldır.  
            Sunuş yine, araştırmacı-yazar-şair Murat Yüksel’e ait. Aynı 
            yolla, aynı anlatımla. Yani manzum anlatımla demek istiyoruz 
            efendim. Kitabın adı olan ara başlık altından:  
             
            Kadir Yavuz “Köprü” dedi kitabı,
             
            Düşünelim, ne demektir acaba?
             
            Akıl ve kalp, fikir ve his köprüsü,
             
            Gönül sofrasının çiçeği süsü.
             
             
            
            Birbirimizi anlayabilsek, tüm 
            sorunlarımızın çözüleceği gerçeğinden hareket ederek ortaya koyduğu 
            denemelerinin özellik ve güzelliklerini bu kitapda rastlıyoruz Kadir 
            Yavuz’un..  
            Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
             
            Kadir Yavuz: 1954 yılında Elazığ’da doğdu. Diyarbakır Eğitim 
            Enstitüsünden mezun olan Kadir Yavuz, Kars lisesinde edebiyat 
            öğretmenliği yaptı. 2002 yılına kadar 27 yıl Elazığ’da ticaretle 
            uğraştı. Final Dershanelerinde Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Lise 
            yıllarında şiir ve yazıları yerel gazetelerde yayınlandı. Şu anda 
            Ispartada yaşayan Kadir Yavuz, bu ilimizde şiir ve yazı hayatına hız 
            verdi. Bu ilimizdeki gazetelerde değişik konulardaki yazılarıyla 
            dikkat çekti. Kadir Yavuz’un yayınlanmış pek çok kitabı bulunuyor.
            
            
             
            HOCAM İSA KAYACAN’a
             
            Yıllardır, gönlümüzde taht kuran
            Yüreği ve kalemiyle önde duran,
             
            Asırlar boyu tarihte kalacak olan,
             
            Altın harflerle kalbimize yazılan,
             
            İsa Kayacan’dır, İsa Kayacan.
             
             
            Hacer GEZER (Alanya, Temmuz 2008)
             
            GÜNÜN HABERİ:
            01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni 
            İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli 
            daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap 
            ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL
 
            
            - Başlığımız bir kitab olarak bize ulaştı, karşımıza çıktı.
             
 
            - 
            Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de 
            faaliyet gösteren, son aylarda yayınladığı kitaplarla dikkat çeken 
            “Vektor” Neşirlerevi’nin bir yayını. Bu yayınevinin sahibi ve Genel 
            Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin şiirlerinin bir 
            araya getirildiği bir kitap bu efendim.  
 
            - 
            Kitabın redaktörü ve önsözünün 
            müellefi: Prof. Dr. Nizami Caferov. Cildin ressamı: Dr.Zeynel Beksaç 
            (Kosova).
 
            - 
            Nizami Caferov, önsözünün bir 
            yerinde: “Elçinin istedadı halal istedaddır,
 
            -  
 
            - Elçin’in sesi bağdan gelir” diyor.
             
 
            - Bir Ümid Harıbülbül, adlı kitap:
             
 
            -  
 
            - 
            -Sevdalı beyaz dualar, Üreyimin 
            sevda türküleri, Ülkeler insanlar sevdalar, çerçevesiz resimler… 
            bölümlerinden meydana geliyor.  
 
            - 
            Bölümlerin, daha doğrusu bölüm 
            yazılarının hemen arkasındaki sayfalarda, ressamların değişik 
            çalışmalarından örnekler verilmiş, yerleştirilmiş. Kitabın sonunda 
            da, çoğunluğu, daha doğrusu ağırlıklı bölümü Azerbaycan çıkışlı 
            olmak üzere bazı isim ve imzaların Elçin İskenderzade hakkında 
            ortaya koyduğu görüşlerden örnekler verilmiş, cümleler ve isimler 
            itibariyle.  
 
            - 
            Şiirlerin yazılış tarihleri veya 
            yılları da alt kısımlardaki yerlerinden bizimle selamlaşmakta..
 
            - Dokuzuncu sayfada ve kitabın ilk şiiri, daha doğrusu ilk bölümün 
            ilk şiiri: Beyaz meleğin gece duası, adıyla karşımıza çıkmakta. İlk 
            dörtlüğü bu şiirin:
 
            -  
 
            - -Bilmiyorum sinemde ürekdi, nedi,
 
            - Köksümde döyünen çiçekdi, nedi,
             
 
            - Geceler yukuma haram gatıram,
             
 
            - Geceler ruhumda bir behanedi.
             
 
            -  
 
            - 
            Elçin iskenderzade hakkında 
            yazılanlardan bazı cümleler nakletmek istiyorum:  
 
            - 
            1- Azerbaycan edebiyatının dünyada 
            tebliğ edilmesinde, Türk dilli halkların tanınmış yazıcılarının 
            eserlerinin ve özlerinin Azerbaycan okuyucularına tanıtılmasında 
            Elçin İskenderzade’nin misilsiz hizmetleri var (Anar),  
 
            - 
            2- Profesör Elçin İskenderzade’nin 
            Kırımtatar halkına ve şahsen bana gösterdiği büyük sevgi ve saygıyı 
            gördükten sonra, apardığımız mücadelenin ne kadar şerefli ve gerekli 
            olduğuna bir daha yürekten inandım (Mustafa Kırımoğlu)
 
            - 
            3- Elçin İskenderzade, dünyanın 
            görünen ve görünmeyen tarafının şiirlerini yazıyor (Adil Mirseyid)
 
            - 
            4- Elçin İskenderzade her şeyden 
            önce büyük bir Türkdür ve büyük bir Türk milliyetçisidir (Dr. Özgen 
            Keskin),  
 
            - 
            5- Şiirlerini zevkle okuduğum Elçin 
            İskenderzade, bana bizim milli edebiyat şairlerimizden Mehmet Emin 
            Yurdakul ile Faruk Nafız Çamlıbeli hatırlattı (Yavuz Bülent Bakiler)
 
            - 
            6- Umarım ki, Türk Dünyasının Elçin 
            İskenderzade gibi, nadir istidatlar bizim başaramadıklarımızı, lakin 
            arzuladıklarımızı şerefle hayata geçirecekler (İhsan Doğramacı)
 
            - 
            7- Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin 
            Türk medeniyeti ve edebiyatı için gördüğü işlerin kesinlikle 
            alternatifi yoktur (Prof. Dr. Levent Seçer)
 
            -  
 
            - GÜNÜN HABERİ:
 
            - 
            01 Kasım 2008 tarihinde hizmete 
            açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa 
            Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin 
            gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 
            07’ye ulaştı.
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
               - RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI
 
              
              -  
 
              - 
              Yıllardır, vefatla aramızdan 
              ayrılanlarla, Azerilerin deyimiyle dünyalarını değiştirenlerle 
              ilgili haber, biyografi yazıyor, kitaplarımın sayfalarında yer 
              almalarını sağlarken, üzülüyor, üzülüyorum.
 
              -  
 
              - RIZA BULUT
 
              - 
              Burdur gazetesinin köşe 
              yazarlarındandı Rıza Bulut. Kendine özgü yazışı, anlatımı, 
              yorumlayışı bir farklılık getiriyordu. Yazıları dikkatimi çeker, 
              satır satır okurdum. Bu noktadan hareketle, yazılarının 
              değerlendirildiği, kaleminin yorumlandığı “Burdur’dan Rıza Buulut 
              Yazıları” başlığıyla yazdığım yazı,Ankara gazetelerinden Belde’nin 
              28.11.2008 tarihli sayısında yayınlanmış, sonra Burdur ve Anadolu 
              gazetelerindeki köşelerimde yeralmıştı.
 
              - Rıza Bulut bir gün telefonla arayarak, yazdığım yazıdan dolayı 
              memnun olduğunu, sevindiğini, “bu iltifatlara layık değilim hocam. 
              Ama siz yazmışsanız, bunun mutlaka bir değeri ve anlamı vardır. 
              Burdur’a gelince uzun uzun görüşmek isterim” demişti. 
              Kararlaştırmıştık, Burdur’a gidişimde mutlaka görüşecek, hasret 
              giderecektik. Ama nasip değilmiş.
 
              - 
              2008 sonunda, Rahmi Ermiş aradı, 
              Rıza beyin vefat ettiği haberini verdi. Arkasından Adnan 
              Taraşlı’yla, akabinde de M. Ercan Taraşlı’yla görüşmemiz oldu. 
              Rıza Bulut, kalp krizi sonucu vefat etmiş, aramızdan ayrılmıştı.
              
              
 
              - Rıza Bulut: 1954 yılında Burdur’un  Kozluca beldesinde doğdu. 
              Gönen İlk öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, değişik 
              okullarda çalıştı. Eğitim-İş Sendikası kurucuları arasında yer 
              aldı.
 
              - 
              Emeklilikten sonra, “Bulut 
              Kitabevi”ni kurdu ve işletimini sağladı. Burkent-Burkoop 
              yöneticileri arasında yeralan, DSP’den milletvekili adayı olan 
              Rıza Bulut üç yıl süreyle Burdur Gazetesinde eğitici ve mizahi 
              ağırlıklı yazılarıyla dikkat çekti.
 
              - Kalp krizi rahatsızlığı nedeniyle, Isparta SD-Ü. Tıp Fakültesi 
              Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi görürken, 30.12.2008 
              tarihinde öğle saatlerinde vefat etti. 31.12.2008 tarihinde 
              Kozluca’da toprağa verildi.
 
              - 
              1- Rıza Bulut’un yazılarını 
              ilgiyle izliyor, yararlanarak okuyordum (İbrahim Özçimen, Vali)
 
              - 
              2- Rıza Bulut’u öğretmenlik 
              yıllarında tanımıştık. O’nu en çok köşe yazarlığında tanıdık. (M. 
              Ercan Taraşlı)
 
              - 
              3- Rıza Bulut yazılarında yaptığı 
              eleştirilerle, kimseyi incitmeden, akılda kalacak öneriler ve 
              görüşler ortaya koyuyordu. (Adnan Taraşlı)
 
              - 
              4- Rıza Bulut, birkaç yıldan beri, 
              gazetemizde yazdığı yazılarla bir ilk’I başarıp, yaygın basındaki 
              az sayıdaki yazar gibi, köşesi merakla beklenir, okunur hale 
              gelmişti. (Hasan Türkel)
 
              - 
              5- Rıza Bulut, yüz yüze görüşmeden 
              tanıdığım Burdurlulardandı. Yazıları stil bakımından ilgimi 
              çekerdi, O’nun aramızdan ayrılışı gözlerimizi bulutlandırdı. 
              (Orhan Erenalp)  
 
              - 
              6- Gazeteyi hazırlarken, kontrol 
              ederken sıra Rıza hocamızın yazısına geldiğinde pür dikkat okuyor, 
              hemen her seferinde gülümsüyorduk. (Hacer Zeren)
 
              -  
 
              - GÜNÜN HABERİ:
 
              -             Merkezi Ankara’da bulunan, Burdur İli ve 
              İlçelerini Tanıtma, Kalkınmadırma ve Yardımlaşma Derneği’nin 
              04.01.2009 tarihinde yapılan olağan genel kurulunda, Başkanlığa 
              Ahmet Şakar seçildi.
 
              -  www.isakayacan.blogspot.com
 
             
            Tlf: 0312.355 13 76
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
              
              
              Hani bazen yola çıkarsınız. Şu 
              sokaktan yürüyeyim, bu sokaktan çıkayım gibi bir düşünceniz, plan 
              programınız olur ya.
              
              Belirli  bir yürüyüşten sonra, 
              farkına varmadan, varamadan sokaktan çıkar, caddeye, bulvara doğru 
              adım atarsınız, cadde ve bulvarda yürümeye başlarsınız ya.
              
              Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, 
              yazıp-yayınlayan şair ve yazar Fatma Uçarlar, 2008 yılında 
              yayınlandığı, basımında Eğirdir Belediye Başkanı Ömer Şengöl ve 
              Burdur Borsası Başkanı Baki Varol’un desteklediği “İçimde Söz 
              Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı şiir ve 
              deneme kitapları için 10 Ocak 2009 tarihinde Isparta’da “İmza 
              günü” düzenledi.
              
              Bu imza günü için önce “Sıradan 
              bir imza günü olsa gerek” diye düşündüm. çünkü bazı kitabevleri 
              veya şair-yazarlar imza günleri düzenliyorlar, kendi yakın 
              çevrelerindeki insanlardan başka katılım olmuyor. Sözde imza 
              günleri, başladığı gibi bitiyor.
               
              İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
              
              Fatma Uçarlar’ın imza günü, 
              katılımın fazlalığı ve sunuluş biçimi itibariyle, şiir şölenine 
              dönüştü. Programın Kamu-Sen Isparta Şube Başkanı Bülent Özkan ve 
              eşi Serpil hanım tarafından desteklenmesi, katkıda bulunulması, 
              yer değiştirişin önde gelen etkenlerinden sayılıyordu.
                          Fatma Uçarlar’ın sunduğu, yer yer kendi 
              şiirlerinden, üzüntü-kırgınlık, sevinç, mutluluk konulu şiirlerini 
              seslendirişi, 150 dolayındaki katılımcının sessizce dinleyişleri, 
              alkışlarının sıklıkla tekrarlanışı Fatma Uçarlar imza gününün şiir 
              şölenine dönüştürüldüğünü, daha doğrusu kendiliğinden böyle bir 
              dönüşümün gerçekleştiğini ortaya koyması bakımından önem 
              taşıyordu.
              
              Fatma Uçarlar’ın son iki kitabı 
              yanında, 2004 yılında yayınladığı ve ilk şiir kitabı olması 
              bakımından önem taşıyan “Sevdim Yetmez mi” de imzaladığı öteki iki 
              kitabı arasında yeralıyordu.
              
              Bir kültür programı olan pek çok 
              çiçeğin geldiği Fatma Uçarlar imza gününden şölene dönüşen 
              programa, göreve başlayışının ilk günleri olması nedeniyle 
              katılamayan Isparta valisi Ali Haydar Öner başta olmak üzere, 
              değişik isim ve imzanın telgrafları, kutlamaları yanında, 
              Burdur’dan gelen işadamı ve medya kuruluşlarının sahibi Mehmet 
              Cadıl yanında Müzeyyen Düdük, Sabahat Gümüş, Durmuş Öcal, Osman 
              Tekerci, Mehmet Şimşek, Gültekin Artukoğlu gibi isimler ve 
              Ankara’dan İsa Kayacan, Simav’dan Osman Karaaslan ve eşi, 
              Afyonkarahisar Başmakçı’dan Hüsamettin Tat ve oğlu ilk sırada 
              kaydedilmesi gereken isimler arasında yeralıyorlardı.
              
              Ayrıca, Burdur’dan Fatma 
              Uçarlar’ın mesai arkadaşlarından Hanım Akçay diğer arkadaş ve 
              dostları dikkat çekiyordu.
              
              Isparta’dan, Göller Bölgesi Şair 
              ve Yazarlar Derneği Başkanı Melahat Ecevit başta olmak üzere, 
              Fatma hanımın kardeşi Recep Uçarlar, yengesi Mine Uçarlar, sevinç 
              ve mutluluk içinde görünüyorlardı. Gelin Sanem, oğulları 
              Emrah-Emre telefonlarla annelerinin mutluluğunu paylaşıyorlardı.
              
              Şiir şöleni haline gelen Fatma 
              Uçarlar imza günündeki konuşmacılar; İsa Kayacan, Osman Karaarslan, 
              Mehmet Cadıl, Sabahat Gümüş, Abbas Şenel, Osman Tekerci ve Kadir 
              Yavuz’du.
              
              Fatma Uçarlar’ın kişisel 
              yapısından kaynaklanan ciddi çalışmalarının sonunda ortaya böyle 
              kalıcı eserlerinin çıktığı görülürken, sosyal aktivitelerindeki 
              başarıları da eklenince sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüşünde 
              önemli ve anlamlı mesafelerin alıcısı bir Fatma Uçarlar’ın ortaya 
              çıktığı anlatıldı. Eğirdir Kaymakamı Halil Serdar Cevheroğlu’nun 
              da katıldığı Isparta yerel ve yaygın basın temsilcileriyle 
              Kanal-32 TV muhabirlerinin Fatma Uçarlar etkinliğine gösterdikleri 
              ilgi dikkatlerden kaçmıyordu. Söz konusu TV’nin akşam ana 
              haberlerinin içinde bu etkinliğin görüntü ve haber olarak 
              verilişi, teşhis ve tespitlerimizin doğruluğunu gösteriyordu. 
              Fatma Uçarlar ‘ın “Fatma’ya Geldim” ve “Mutluluk Saati” adlı, 
              başlıklı şiirlerinden birer dörtlük:
              
              1- Şaşırma görünce karşında 
              beni/Elimde değil ki, özledim seni/İzin ver gireyim, döndürme 
              geri/Bu gece dizinde yatmaya geldim.
              
              2- Çağlayıp akarken, duygular 
              sele/Sözüm geçmez oldu, şu esen yele/Muhtaçken yaramı saracak 
              ele/Düşünmedi bir an, kolumu kırdı.
               
              
              GÜNÜN SÖZÜ: Sanat ve edebiyatın 
              ciddiye alınması, kalıcı sonuçlar ortaya koyar (Fatma Uçarlar)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER
 
              
              - 
              Bir şair, yazar, araştırmacı. Yeni 
              bir edebiyat akımının öncüsü Mustafa Ceylan’ın bendenize ithaf 
              ettiği “Köye Özlem” adlı, başlıklı bir şiiri var, dinlendirilmiş 
              şiirler arasında gördüğüm. Buyrun şiir aşağıda, birlikte okuyalım:
              
              
 
              -  
 
              - KÖYE ÖZLEM  - İSA KAYACAN’A (Mustafa Ceylan-1986)
 
              -  
 
              - Moraran dağların esmer çocuğu,
               
 
              - Yalın ayak gezen tarlada benim.
               
 
              - Unutmamış, gerçek dostların çoğu,
 
              - Tutuşur gözlerim sılada benim.
               
 
              -  
 
              - Bağ bozum vaktini geçti sanmışım,
               
 
              - Üzümleri salkım salkım anmışım
 
              - Özlemiyle ateş olup yanmışım,
               
 
              - Ayaklarım tozlu yollarda benim.
               
 
              -  
 
              - Çapaya giderdim “imece” tutup,
               
 
              - Ekin yığınında kendim unutup,
               
 
              - Askere gidince yazdığım mektup
 
              - Okunur dayıda, halada benim.
               
 
              -  
 
              - Bilirim kağnılar dilsiz yatıyor,
               
 
              - Çekirge bozkırda kaşın çatıyor.
 
              - Ramazan akşamı güm güm atıyor,
 
              - Yüreğim Ezan’da-Sala’da benim.
 
              -  
 
              - Çeşmelerde testi testi sularım,
               
 
              - Yayla akşamında tüm uykularım,
               
 
              - Yetimler ağlasa bende ağlarım,
               
 
              - Yamalı giyside, yoksulda benim.
               
 
              -  
 
              - Sizin olsun beton yığını “şeğer”
 
              - Geçmişi yaşamak mümkünse eğer,
               
 
              - Büyülü gözlerim, alnımdaki ter
 
              - Duruyor, kilimde-palada benim.
               
 
              -  
 
              - 
              Bu Mustafa Ceylan şiirinden sonra, 
              yayınladığı şiir ve deneme kitaplarıyla dikkat çeken, Fatma 
              Uçarlar’ın 1998 yılında yazdığı “Anneme” adlı şiirine kulak 
              verelim. Buyurun:  
 
              -  
 
              - ANNEME (Fatma Uçarlar-1998)
 
              -  
 
              - Gecenin bir vakti uyandığımda,
               
 
              - Seccadenin üstü boş artık,
               
 
              - Hafif ışık sızan odada,
               
 
              - Yasin, Tebareke okuyan yok artık…
 
              -  
 
              - Evimin kapısını açtığımda,
               
 
              - Tüm odalarım boş artık.
               
 
              - Her gün evimden çıkarken,
               
 
              - Dualarla uğurlayan yok artık.
 
             
            www.isakayacan.blogspot.com
            Tlf: 0312.355 13 76
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          25  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - ERŞAT HÜRMÜZLÜ
 
              
              - 
              İnsanlar doğup büyüdüğü yöreye 
              hizmetle işe başladıkları takdirde, yararlılık ve aranılırlık 
              oranı artıyor.  
 
              - 
              Bunların, önde geleni Kerkük’lü 
              Esat Hürmüzlü’dür.  
 
              - 
              Irak Türkmenlerinin tanınan, aydın 
              şahsiyetlerinden biri olan Erşat Hürmüzlü; 1943 yılında Kerkük’te 
              doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kerkük’te tamamladı. 1959 yılında 
              Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1963 yılında Hukuk 
              Fakültesinden mezun olduktan sonra sigortacılık alanında çalışmaya 
              başladı.  
 
              - 
              İsinin büyük bölümünü yurt dışında 
              yaparak, bağlı bulunduğu sigorta şirketinin Kerkük şubesine müdür 
              olarak atandı. 1980 yılında bazı nedenlerden dolayı Irak dışına 
              çıkarak, Türkiye ve Suudi Arabistan’da hayatını sürdürdü.  
 
              - Arap Dünyasında Irak Türkmenlerinin kültür temsilcisi olarak 
              tanınan Hürmüzlü’nün, edebiyatla ilgisi çok genç yaslarda başladı. 
              Bağdat’ta henüz üniversite öğrencisi iken Bağdat Radyosu’nda 
              açılan Türkmence Bölümünde basarıyla hazırlayıp sunduğu “Radyo 
              Dergisi” adlı programı yıllarca edebiyat meraklıları tarafından 
              ilgiyle dinlendi.  
 
              - 
              Şiirlerinde sade bir dil kullanan 
              Erşat Hürmüzlü, hece vezni ile serbest biçimi de denedi. Şiiri 
              amaç değil araç olarak ele alan Hürmüzlü, asıl edebi başarısını 
              yazılarında gösterdi. Özellikle fikir alanında yazdığı denemeler, 
              bir dönem Kardaslık Dergisi’nin sayfalarında birçok okuyucu 
              tarafından merakla izlendi.  
 
              - 
              Bir kısmı takma adlarla yazdığı bu 
              makale ve denemeleri ile hem edebi hem de düşünce yönünden yeni 
              yetişen gençlik kuşağını geniş ölçüde etkilediği gözlendi. 
              Kardaşlık ile Türk Kültürü Dergilerinde yayımlanmış şiir ve çok 
              sayıda inceleme ve deneme yazılarının kitaplaştırılması 
              çalışmalarını sürdüren Erşat Hürmüzlü Irak Türkmenlerinin kültür 
              evi olan Kerkük Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Anılan 
              vakıf tarafından yayınlanan Arapça, Türkçe ve İngilizce, üç ayda 
              yayınlanan Kardaşlık Dergisi’nin yazı kurulu üyesi olan, 2008 
              yılında T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu Danışmanı 
              olarak çalışmaya başlayan Erşat Hürmüzlü’nün;  
 
              - 
              1. El-Türkman Fil-Irak (Bağdat 
              1971, Arapça)  
 
              - 
              2. Irak Türkmenleri (İstanbul, 
              1991, 2. Baskı-Ankara, 1994)  
 
              - 
              3. Türkmen ve Irak (İstanbul, 
              2003-Arapça) adlı kitapları yayınlandı.
 
              - 
              ÇALIŞMALARLA 
              
 
              - 
              Ortaya konulan çalışmalar, hangi 
              ortamda olursa olsun, mutlaka ses getiriyor, ilgi görüyor. Erşat 
              Hürmüzlü örneğimiz söylemek istediklerimizle iç içe bir görüntü 
              ortaya koymaktadır.  
 
              - 
              Irak Türkmenlerinin, Kerkük’te 
              yaşayan kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmek, çözüm yolları 
              arayıp bulmak, Ersat Hürmüzlülerin başarı bayrakları olarak 
              dalgalanmaktadır.
 
             
            www.isakayacan.blogspot.com
            Tlf: 0312.355 13 76
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           26  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU
 
              
              - 
              Niyetlenir, peynirinizi, 
              zeytininizi, çıkınınızı doldurur, yerleştirir yola çıkarsınız. 
              Hedefiniz bellidir. Kimliğinizdeki adınız yanında, yolculuğunuzun 
              ismiyle karışan, karıştırılan isminiz vardır.
 
              - 
              Ticaret yolcusu, kültür yolcusu, 
              ekonomi yolcusu vd. Siz bunlardan hiçbirinin içinde yeralmıyorda 
              “Özür yolcusu”ysanız, duygularınızı açıklamak zorundasınız 
              demektir. Ve açıklarsınız:
 
              -  
 
              - ÖZÜR YOLCUSU
 
              -             Anlattıklarınız, duygularınızın derinliğinden 
              gelenlerdir. Samimi ve teslimiyet içindekilerdir bunlar. Önce 
              kendi kendinize bir durum değerlendirmesi, vicdan muhasebesi içine 
              girersiniz. Başlayışınız:
 
              -  
 
              - - Kurulan “Vicdan mahkemesi”nde,
 
              - Duruşmalar, aylarca sürdü.
 
              - Hakim “Özür dileme” cezası verdi,
 
              - Karar Yargıtayca onandı.
 
              -  
 
              - 
              Bu girişten sonra, hangi ulaşım 
              aracının yolcusu olduğunuz, yolcusu olunduğu anlatılır. Biraz 
              uzuncadır:
 
              -  
 
              - - Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
 
              - Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
 
              - Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
 
              - 3-G’yi arayan,
 
              - Bir garip özür yolcusuyum...
 
              - “Gidiyorum, gündüz-gece”...
 
              -  
 
              - 
              Anlatımların ardından hemen ilave 
              edilir. Hatta adres gösterilir açıktan açığa.
 
              -  
 
              - “Aramızdan Ayrılanlar”
 
              - (Mayıs 2007, sayfa:124)
 
              - “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
 
              - (Temmuz 2008, sayfa:156)
 
              -  
 
              - 
              Burdan yola çıkan, “Özür 
              yolcusu”nun girişi daha bitmemiştir. Yoluna devam eder. Kendi 
              kendine söylenip durur:
 
              -  
 
              - Bazı; yazı, şiir, günün sözleri ve
               
 
              - Özlü sözler için;
 
              - “Özür dilemenin, dileyebilmenin,
 
              - İnsani bir olgu,
 
              - Ve erdemlilik olduğu”
 
              - Gerçeğinden hareketle,
 
              - Çıktığım yolculukta,
 
              - Hangi yönden, hangi yoldan,
 
              - Hareket edersem edeyim,
 
              - Nereye gidersem gideyim,
 
              - Kim adres,
 
              - Sorarsam sorayım,
 
              - Kimden bilgi, alırsam alayım,
 
              - Bütün yollar sana çıkıyor...
 
              -  
 
              - 
              “Özür yolcusu”nun hedefi belli, 
              varacağı yer belli. Söylemek istediklerinin sonunda şöyle 
              söyleniyor, sesleniyor:
 
              -  
 
              - Her adımım, her bakışım,
 
              - Her nefes alışım,
 
              - Senin adresini gösteriyor,
 
              - Senin kapı numaranı gösteriyor,
 
              - Seninle, karşılaşmalı, konuşmalıyım,
               
 
              - Seninle; anlaşmalı, barışmalıyım.
 
              - Çünkü sen;  
 
              - Gerçekten; varlığıyla övündüğüm,
 
              - Yokluğuyla dövündüğüm (sün).
 
              - Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla,
 
              - Sana söylediklerimin, yazdıklarımın,
 
              - Hepsi, tamamı yalan.
 
              - Sensiz yapamadığımdır,
 
              - Seni sevdiğim, özlediğimdir,
 
              - Gerçek ve doğru olan…
 
              -  
 
              - (Ankara 27.12.2008)
 
              -  
 
              - 
              DÜZELTME: Artık eskisi gibi 
              kızmayacağım, kırılmayacağım/ Yanlışlarımı tekrarlamayacağım. Var 
              olan yanlışlarım için, düzeltme çabası ve yoğunluğu içinde 
              olacağım.
 
              -  
 
              - DUYURU-HABER:
 
              - Gazeteci-Yazar İsa Kayacan, kendisine atfen yazılan-ithaf 
              edilen şiirleri "Benim İçin Yazılan Şiirler" adıyla 
              kitaplaştırıyor.  
 
              - Bazı şairlerin, İsa Kayacan için yazdıkları şiirlerini yeni 
              yayınlayacakları kitaplarında yer vermek için beklettiklerini 
              ifade etmelerinden sonra Kayacan:
 
              - -"Şair dostlarım benim için yazdıkları şiirlerini ellerinde 
              tutmasınlar. P.K. 15 A.Ayrancı-Ankara adresime göndersinler ki, 
              konuyla ilgili yayınlayacağım kitapta yer almaları mümkün olsun. 
              Bu vesileyle teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum." 
              dedi.   
 
             
            www.isakayacan.blogspot.com
            Tlf: 0312.355 13 76
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          27  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ
 
              
              -             Kısa adı Burdur TSO olan, Burdur Ticaret ve Sanayi 
              Odası’nca, birbiri ardına yayınlanan kitap, dergi ve bültenlerin 
              getirdikleri dikkat çekiyor. Bunlardan bir yenisi:
 
              - 
              -2005-2008 
              Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz, adının taşıyıcısı. 206 büyük 
              sayfayla şekillenmiş.
 
              - 
              Kitap serisinin 2 ncisi olan 
              “2005-2008 Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz”, Budur Ticaret ve Sanayi 
              Odası (Burdur TSO) Meclis Başkanı Feyzi Oktay ve Yönetim Kurulu 
              Başkanı Yusuf Keyik imzalarını taşıyor.
 
              - 
              Kitap, TSO’nun Basın Danışmanı 
              Ahmet Can tarafından yazılmış, hazırlanmış.
 
              - Girişin bir yerinde; “28 kişiden oluşan yönetim, fedakârlık 
              sınırlarını zorlayarak özverili çalışmalar yapmıştır. Yaklaşık 
              dört yıllık çalışmalarımızın örnek bir dönem olması nedeniyle, 
              Odamız ve ilimiz tarihine de kaynak teşkil edecek bu kesitin 
              kronolojik faaliyet raporu niteliğinde kitaplaştırılmasının 
              yararlı olacağını düşündük” deniyor.
 
              - 
              Burdur TSO’da üst düzeyde görev 
              alanlarda, TSO bünyesinde görev yapanlar, fotoğraflarıyla 
              biyografileriyle zenginleştirilen bir görüntü tablosu ortaya 
              koymuştur.
 
              - Sonraki sayfalara baktığımızda; Burdur TSO’nun kalite 
              politikasında, sürekli gelişen kütüphaneden, alınan ödüllerden 
              (görüntü olarak) TSO Meclisinden, Meclis çalışmalarından, grup 
              çalışmalarından, bölgesel kuruluş BAGEV çalışmalarından 
              sözediliyor, bu çalışmalardan örnekler veriliyor.
 
              - 
              Ve bir başlık. Sayfa: 49, “Asırlık 
              oda arşivini yeniledik”. Temmuz 2008 tarihli. Buranın girişi:
 
              - 
              - “Burdur Ticaret ve Sanayi 
              Odasının çürümeye yüz tutmuş, asırlık dosyalarını elden geçirerek, 
              arşivini yeniledik.
 
              - 
              Kuruluşu Cumhuriyet’ten önceye 
              dayanan Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın 1900’lerden kalan ve 
              adeta çürümeye yüz tutan arşivleri, Oda Başkanı Yusuf Keyik’in 
              talimatıyla tek tek elden geçirildi. Yaklaşık 3 ay süren arşiv 
              çalışmalarında, odanın bodrum katındaki arşiv odasında bulunan 5 
              bine yakın dosya tek tek, elden geçirildi. Üye dosyaları 
              içerisinde Ticaret Sicilleri gazeteleri, sicil evrakları, defter 
              ve tasdik belgeleri bulunuyor” şeklinde noktalanıyor efendim.
 
              - 
              Bence, çalışmaların en önemle 
              bölümü veya bölümlerinden  biri olarak görülebilir bu düzenleme.
 
              - 
              Düzenlenen, eğitim, konferans, 
              panel şeklindeki toplantılar, yurtiçi mesleki inceleme gezileri, 
              merkez ve ilçelere yapılan mesleki ziyaretler, Isparta ile ortak 
              işbirliği çalışmaları, vergi ödül törenleri teker teker sayfalara 
              aktarılmış, fotoğraflarla zenginleştirilmiş.
 
              - 
              Sayfa 124’deki başlık: “Burdur’a 
              yapılacak her türlü yatırım çalışmalarına rehberlik ettik, etmeye 
              de devam ediyoruz”.
 
              - 
              Bu arada, Burdur Ticaret ve Sanayi 
              Odası’nın basın-yayın faaliyetleri de oldukça dikkat ceken 
              boyutlara ulaştığı görülüyor.
 
              - 
              Ekonomik gündemle yola çıkılan 
              çalışmalar yanında, sosyal gündemlere de duyarlılık gösterilmiş.
 
              - 
              Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı 
              sunuyorum efendim.
 
             
            www.isakayacan.blogspot.com
            Tlf: 0312.355 13 76
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           28  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - AİLE SAADETİ
 
            
            - 
            Ziya Çağlar… Yıllar evvel, İş ve 
            İşçi Bulma Kurumunda birlikte çalıştığımız sonraki yıllarda, İş ve 
            İşçi Bulma Kurumu’ndan ayrılıp, 1970’li yılların başında Bağ-Kur’un 
            oluşumu sırasında bu kuruluşa geçen, burada önemli görevlerde 
            bulunan, en son Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli olan bir 
            arkadaşımız… Araştırmacı, yazar.  
 
            - 
            Yıllardır, birbirimizi kaybetmedik.. 
            Hep aradık, sorduk… Yenilerde bir kitabı geldi. Adı: Aile Saadeti.
            
            
 
            - 
            Ankara’da (a) yayınları arasında 268 
            sayfayla günyüzü görmüş, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş.  
 
            - 
            Kitap üç bölümde şekillenmiş. İlk 
            bölüm, aile, kavramı, Türkiye’de aile yapısı, aile kurumunun 
            oluşması, evlilik gibi başlıklar altında verilenlerle başlıyor.  
            Evlilik iki bölümde, iki ayrı noktada inceleniyor. Birincisi, görücü 
            usulüyle…  
 
            - İkincisi, anlaşarak (flört usulü) yapılan, gerçekleştirilen 
            evlilik olarak görülüyor, inceleniyor. Sonra, karıkoca münasebetleri 
            başlığı altında incelenenler, ortaya konulanların ilk sırada yer 
            alanı: Aile sorumluluğu, eşlerin konumu, başlıkları altında 
            inceleniyor. Burada yer alanların bazıları (başlıklar olarak):
             
 
            - 
            - Sadakat, vefa, tevazu, kibir ve 
            gurur, kendini tanıma, kültürel uyum, önemli konularda fikir 
            birliği, açıklık, şiddetten kaçınma, istişare, paylaşma dostluk, 
            nefse hâkimiyet, çevresel olumsuzluklara kapılmamak vd.  
 
            - 
            Sonraki sayfalarda, ana ve 
            baba-evlat münasebetleri, ailede gelin ve damadın yeri, kardeşler 
            arası münasebetler, eski toplumların sosyal ve din ekseninde aile 
            kurumuna ve kadına bakış açıları, İslam dininde aile hayatına 
            yönelik insani, sosyal-hukuki hükümler ve uygulamalar..
 
            - 
            Birinci bölümün (Aile) başlığının 
            altındaki cümleye bakalım:  
 
            - 
            - Kapıyı çaldığınızda sizi 
            karşılayacak ve duygularınızı paylaşacak bir aileniz varsa, tıpkı 
            üzüntünüzü bölüşüp hafiflettikleri gibi, mutluluğunuzun katlanarak 
            çoğalmasını da sağlar ev halkı.  
 
            - 
            Şimdi bu cümlenin üzerine, daha 
            doğrusu karşısına çıkıp, “bu görüşler yanlıştır” diyebilecek bir 
            babayiğit var mı?. Bence yoktur, olamaz.  
 
            -             Aile ve aile kavramıyla ilgili görüşlerini ortaya 
            koyarken Ziya Çağlar, bu bölümün bir yerinde; “Aslında sadece 
            insanoğlu değil, yeryüzünde var olan bütün canlılar aile 
            toplulukları halinde yaşar. Mesela, aralarında az çok benzerlikler 
            bulunan bitki ve hayvanlar aleminin bir araya getirdikleri 
            topluluklardan her biri, ayrı ayrı bir aileyi oluşturur” diyor…
 
            -             Sıklıkla bazı (hasta) insanlarda görülen kibir ve 
            gurur hakkında neler söylüyor Ziya Çağlar, bakalım. Sayfa 39;
 
            -               
            -Kibir ve gurur insanın kendisini beğenmesi, büyük ve üstün görmesi, 
            başkalarına yukarıdan bakması huyudur, hastalığıdır. Tevazunun 
            zıddıdır. Nefsin kişi üzerine kurduğu hâkimiyettir.  
 
            - İnsan büyüklüğü tasladığı oranda küçülür, başkaları tarafından 
            sevilmez. Zamanla toplum tarafından da dışlanır ve yalnızlaşır. 
            Kibir ve gurur sevimsiz ve hoş olmayan huylardandır. Bu tip 
            insanlar, evlerinde de üstünlük kompleksine kapılabilirler. Kendini 
            beğenmiş, gururlu ve kibirli insanların evlilik hayatlarında mutlu 
            olmaları çok güçtür.  
 
            -             Ziya Çağlar: 1932 yılında Boyabat’ın boyalı köyünde 
            doğdu. 1953 yılında çalışmaya başladı. Devlet Meteoroloji İşleri 
            Genel Müdürlüğü, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Genel Müdürlüğüyle, İş 
            ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünde değişik kademelerde 
            çalıştıktan sonra, Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne geçti. Burada Daire 
            Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. Buradan emekli oldu.
            
            
 
            - www.isakayacan.blogspot.com
 
            - Tlf: 0312.355 13 76
             
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          29  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
           
          İSTATİSTİKİ 
          ANLATIMLA:  
          
            - 
            Hasan Hüseyin ve Güldali’nin 
            çocukları olarak, 20 Eylül 1943 tarihinde Burdur'un Tefenni 
            ilçesi'ne bağlı Ece Köyü'nde doğdu. Lisans Eğitimini AÜ. — AÖF. 
            Halkla İlişkiler Bölümünde tamamladı. İlk şiiri Nisan 1956’da, ilk 
            yazısı 24 Ocak 1961’ de yayınlandı. Tercüman, Son Havadis, Ortadoğu, 
            Hergün, Belde, Anayurt Gazeteleri başta olmak üzere, Ana, Bakış, 
            Çağrı, Gülpınar, Ece, Kemalist Ülkü, Size gibi dergilerde yazdı. 
            Edebiyatın değişik dallarında 125 ayrı kitap “Ece” adlı aylık bir 
            dergi yayınladı. “Kendi istatistiğini tutan adam” olarak bilinen İsa 
            Kayacan’ın 31.12.2008 tarihi itibariyle 40 bin 350 makalesi, bugün 
            kapananlar dahil 3 bin 450 ayrı gazete ve dergide yer aldı.
 
            - 
            Yine 31.12.2008 tarihi itibariyle 
            onlarca rekorun sahibi olan, Azerbaycan için bin 520, Irak’taki 
            Türkmenler için 805 makalesi yayınlanan İsa Kayacan, değişik 
            kuruluşlara 28 bin 895 kitap ve dergi bağışında bulundu. 7 bin 635 
            kitap ve dergiyle doğum yeri olan Ece Köyündeki “İsa Kayacan 
            Kütüphanesi”nin açılısını gerçekleştirdi.
 
            - 
            Ayrıca, yazılarında 62 bin 750 kez 
            Burdur’dan ve Burdurludan söz ederken Türkiye genelinde 2 bin 750 
            sairin 11 bin 420 şiirine gazetelerdeki köşe ve sütunlarında yer 
            verdi.
 
            - Burdur’da adının bir eğitim kurumuna verilmesi ve heykelinin 
            dikilmesi için Valilik ve Belediye Başkanlığına onlarca imzayla 
            tekliflerde bulunulan, kendisine posta aracılığıyla gelen 
            gönderilerin sayısı: 34 bin 225’e, kendisinin posta ile 
            gönderdiklerinin sayısı 45 bin 720’ye ulaşması nedeniyle, PTT Genel 
            Müdürlüğünce “İsa Kayacan Özel Pulu” basılması talep edildi.
 
            - 
            İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel 
            Müdürlüğü, Orman ve Sanayi-Ticaret Bakanlıkları, Basın-Yayın 
            Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT ve Başbakanlıkta görev yapan İsa 
            Kayacan, 11 ayrı Bakanın “Basın Danışmanı” olarak çalıştı. 
            “Bakanlıklar arası en çalışkan ve başarılı Basın Danışmanı” seçildi. 
            “Basında 25 yılın şeref ödülü” basta olmak üzere, onlarca ödülle 209 
            plaket aldı. Defalarca yılın yazarı, yılın edebiyatçısı, yılın şairi 
            ve yılın editörü seçildi.
 
            - 
            Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de 
            bulunan Üniversitelerce iki ayrı “Fahri Doktora”, bir “Fahri 
            Profesörlük” pâyesi alan ve “Guinnes Rekorlar Kitabı” na başvuru 
            çalışmalarını sürdüren Kayacan’ın; Burdur merkez ve Tefenni 
            ilçesinde Belediye Meclislerinin kararlarıyla adı; Burdur’da bir 
            caddeye, Tefenni’de ve Ece Köyünde birer sokağa verildi. Burdur’da 
            İl Halk Kütüphanesinde bir salona “İsa Kayacan Okuma Salonu” levhası 
            asıldı.
 
            - 
            2006 yılında Ankara ve Burdur’da 
            “Türk Kültür ve Basın-Yayınına 50. Hizmet Yılı” kutlanan, adına iki 
            belgesel hazırlanan, sürekli basın kartı (Eski adı Basın Şeref 
            Kartı) sahibi olan, yüzlerce gazetenin “yazar” ve “Başyazar” 
            kadrosunda yer alan İsa Kayacan için; “Bir gün O’nu tam 
            anlatabilecek bir sözcük veya bir terim bulunursa, o sözcük veya 
            terim asrın icadı olabilir.” denildi.
 
           
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          30  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
              
                 - 
                DİLENDİRİLMİŞ 
                ŞİİRLER 1
 
              
             
            - Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta 
            ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle 
            hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs 
            2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet 
            Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini 
            aşağıya almak istiyorum efendim:  
 
            -  
 
            - YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
             
 
            - (Ahmet Tufan Şentürk)
 
            -  
 
            - Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
 
            - Her şey hatırımda sanki dün gibi
             
 
            - Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim…
 
            -  
 
            - Kış gelir kapanır yaylalar, beller
 
            - Keser yollarımı bulanık seller
 
            - Baharla sılaya dönerken eller
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim.
             
 
            -  
 
            - Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
 
            - Gözlerimde hayal hep perde perde
 
            - Gelen gelir dostlar giden gider de
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim
 
            -  
 
            - Beddua etmişler, gülme demişler
 
            - Sürün dizin dizin, ölme demişler
 
            - Gittiğin yollardan gelme, demişler
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim.
             
 
            -  
 
            - Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan 
            şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini 
            birlikte okuyalım:  
 
            -  
 
            - DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
 
            -  
 
            - Dünyaya gel dedin bak geldik işte
             
 
            - Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
 
            - Gün gelir git dersin gideriz elbet
 
            - Sır var hem gelişte hem de gidişte.
 
            -  
 
            - Sırları çözmekte akıl yetmiyor
 
            - İnsan düşünse de rahat etmiyor
 
            - Aklın ötesinde bir alem vardır
 
            - Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
 
            -  
 
            - Feleğin dönüyor durmadan çarkı
 
            - Evrendeki ahenk duyana şarkı
 
            - Kulak verip duymak, sezginin işi
 
            - Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
 
            -  
 
            - Bıktım sakal bıyık tartışmasından
 
            - Gönül mutlu haber bekler basından
 
            - Bırakın türbanı mutluluk verin
 
            - Halkımız küsmesin söz hatasından .
 
            -  
 
            - Halkın kıyafeti dillerde alet
 
            - Din kullanılırsa büyür cehalet
 
            - Açlığa çare bul güzel söz söyle
 
            - Milletin başına, gelmesin afet.
 
            -  
 
            - Aklını yitiren kabından taşar
 
            - Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
 
            - Bu dünyada erdem ile yürüyen
 
            - Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.
 
           
          
        
          | 
      
      
        
          
            
              
                 - 
                DİLENDİRİLMİŞ 
                ŞİİRLER 1
 
              
             
            - Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta 
            ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle 
            hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs 
            2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet 
            Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini 
            aşağıya almak istiyorum efendim:  
 
            -  
 
            - YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
             
 
            - (Ahmet Tufan Şentürk)
 
            -  
 
            - Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
 
            - Her şey hatırımda sanki dün gibi
             
 
            - Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim…
 
            -  
 
            - Kış gelir kapanır yaylalar, beller
 
            - Keser yollarımı bulanık seller
 
            - Baharla sılaya dönerken eller
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim.
             
 
            -  
 
            - Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
 
            - Gözlerimde hayal hep perde perde
 
            - Gelen gelir dostlar giden gider de
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim
 
            -  
 
            - Beddua etmişler, gülme demişler
 
            - Sürün dizin dizin, ölme demişler
 
            - Gittiğin yollardan gelme, demişler
 
            - Yollarım gurbetten, gurbete benim.
             
 
            -  
 
            - Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan 
            şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini 
            birlikte okuyalım:  
 
            -  
 
            - DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
 
            -  
 
            - Dünyaya gel dedin bak geldik işte
             
 
            - Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
 
            - Gün gelir git dersin gideriz elbet
 
            - Sır var hem gelişte hem de gidişte.
 
            -  
 
            - Sırları çözmekte akıl yetmiyor
 
            - İnsan düşünse de rahat etmiyor
 
            - Aklın ötesinde bir alem vardır
 
            - Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
 
            -  
 
            - Feleğin dönüyor durmadan çarkı
 
            - Evrendeki ahenk duyana şarkı
 
            - Kulak verip duymak, sezginin işi
 
            - Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
 
            -  
 
            - Bıktım sakal bıyık tartışmasından
 
            - Gönül mutlu haber bekler basından
 
            - Bırakın türbanı mutluluk verin
 
            - Halkımız küsmesin söz hatasından .
 
            -  
 
            - Halkın kıyafeti dillerde alet
 
            - Din kullanılırsa büyür cehalet
 
            - Açlığa çare bul güzel söz söyle
 
            - Milletin başına, gelmesin afet.
 
            -  
 
            - Aklını yitiren kabından taşar
 
            - Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
 
            - Bu dünyada erdem ile yürüyen
 
            - Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          31  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ
 
            
            - 
            Şiirimiz, şairlerimiz-şairelerimiz 
            sıklıkla gündemimde yer alıyor. İstesem de, istemesem de gerçek bu.
            
            
 
            - 
            2008 yılının son ayının, son 
            günlerinde kültürel ağırlıklı faaliyetlerin sahibi bir derneğimizin 
            düzenlediği “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmasına katılan 
            şiirlerin genel değerlendirilişini yapan jürinin içinde yer aldım.
            
            
 
            - 
            Kendi-kişisel görüşlerim olarak 
            ifade ediyorum  ki; şiirimizin geleceği pek parlak görünmüyor.
             
 
            - 60 dolayındaki rumuzlu şiirler üzerinde yaptığım 
            değerlendirmeyle, ümitlenemedim, üzüldüm.  
 
            -  
 
            - GENEL OLARAK
 
            - 
            - Şiirler sanki aceleyle yazılmış. 
            Arkadan bir kovalayan varmış gibi, mısra, uyumsuzluklarıyla dolu 
            olarak şekillenmişler, bitirilmişler.  
 
            - 
            - Şairlerin pek çoğu, noktalama 
            işaretlerini yok saymış, yani noktalama yerleşimini okuyucularına 
            bırakmışlar.  
 
            - 
            - Şiirler hiçmi hiç 
            dinlendirilmemiş.  
 
            - 
            - Bütünüyle bakıldığında, alt alta 
            getirilenler, mısra değil, satır olarak karşımıza çıkarılmak 
            istenmiş, çıkarılmış.
 
            - 
            - Bölümler arasında uyum yok.
             
 
            - 
            - Pek çoğu, şiir tekniğinden uzak,
 
            - 
            - Şiirimizin geleceği açısından ümit 
            verenlerin sayısı çok az.  
 
            -  
 
            - NEREYE VARILACAK?
 
            - 
            Yazılan, yarışmaya gönderilen 
            onlarca şiir veya şiir adıyla yazılanlar defalarca okunmasına 
            rağmen, sinyal veren, “ben varım” diyen, diyebilen mısraların 
            azlığından yüreğim üzüntülüydü.  
 
            - 
            Başlıklar, Atatürk veya Cumhuriyet 
            kelimeleriyle başlamasına rağmen, şiirin bütünlüğünde buradan 
            uzaklaşıldığı veya unutulduğu görülüyordu. Şiirin sonunda veya 
            birkaç mısraında Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten söz edince, yer 
            verilince şiirin tamamlanmış olduğu anlayışına kapılındığı 
            görülüyordu.  
 
            - 
            Birinci, ikinci, üçüncü ve jüri özel 
            ödülü alanlar arasındaki tasnif, sıralama zorluğu, yarışmaya 
            katılanların tamamının başarılı olduğundan değil, son aşamada, 
            süzgeçten sonra, dereceye girebilecekler olarak ayrılanların 
            sıralamasındaki benzerliklerden, aldıkları puan yakınlığından 
            kaynaklanıyordu.  
 
            - 
            Cumhuriyet kızı rumuzuyla “Atatürk” 
            başlıklı şiiriyle yarışmaya katılan Fatma Şadan Bayburtluoğlu’nun 
            şiiri dikkatimi çekenler arasında yeraldı. Bu şiirden:  
 
            -  
 
            - Birinci dünya savaşı;
             
 
            - Uluslar boğaz boğaza,
             
 
            - Kavga dalaş/Ölüm kusuyor
 
            - Kan kusuyor savaş.
             
 
            -  
 
            - Ve şiirin sonunda;
             
 
            -  
 
            - Yeni bir vatan doğdu,
             
 
            - Viranede,  
 
            - Adı; Türkiye.  
 
            - Atatürk dedi ulusum,
 
            - Mustafa Kemal’e…
 
           
          
           | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           32  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH 
              ÇUBUKÇU’NUN  ŞİİR  DÜNYASI
            
            
            İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve 
            vefatla aramızdan ayrılırlar. Azerilerin deyimiyle dünyalarını 
            değiştirirler
            
            Yaşarken, bilgi ve tecrübeleriyle, 
            çevrelerine, toplumlarına yararlı olanlar, iz bırakanlarla 
            karşılaşırız. Bunların sayılarının fazla olduğunu söyleme olanağımız 
            yoktur.     
            Prof. Dr. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU
                        1928 YILINDA Adana ilimizin Kadirli ilçesinde doğdu. 
            1953 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun 
            oldu. Bu noktadan sonra, İbrahim Agah Çubukçu isim ve imzası 
            sayfalara sığmayan olumluluklar, örnek alınacak bir kişilik, 
            çevresine ışık saçan aydınlık gibi değişik tanımlarla ortaya 
            konulmaya devam etmişti.  
            Çok yönlülükle herkesin gönlünde yaşayan, çevresine verdiği 
            sevinç ve mutluluk görüntüleriyle kendisiyle barışık olmanın 
            yollarını gösteren, bitmeyen-tükenmeyen enerjisiyle her gün 
            kendisini yineleyen bir şair, yazar ve bilim adamının mısraları 
            arasında gezmek kolay bir iş değildir. Bendeniz böyle bir 
            yürekliliği gösterebilmek için uzun süredir düşündüm…
             
            ŞİİRLERİNDE-YAZILARINDA
                        Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu hocanın gerek 
            şiirlerinde, gerek yazılarında, barış, dostluk, iyi niyet, gelecek 
            iyimserliği, insan sevgisi, gönülden gönüllere giden yolların 
            düzlüğü, genişliği gibi özellikler, güzellikler vardır. Divanlara 
            sığmayan şiirlerindeki anlatım, hareket noktası sonsuzluğa akıp 
            giden duygu zenginlikleriyle dolu, dopdoludur.  Hocamız, zaman zaman 
            sorar, zaman zaman cevaplar verir. “Sor” başlığı altındaki 
            duygularındaki gerçeklerle, sıcaklığı hemen hissedersiniz. Şöyle 
            söze başlar hoca:  
             
            Tasavvuf ince yol, herkes bilemez,
             
            Bu yolun halini geçenlerden sor.
             
            Kur’an ‘ın özünü softa bulamaz,
            Ak ile karayı seçenlerden sor.
             
             
            
            İbrahim Agâh Çubukçu hoca, 
            karanlıkların değil aydınlıkların, yanlışlıkların değil doğruların 
            ifade edicisi, savunucusudur. Anlayamayanlara, anlamak istemeyenlere 
            karşı verdiği derslerde yorgunluk hissetmez;  
             
            Mevlana şarap der, bu bir mecazdır,
             
            Anlayana vahiy sırdır, icazdır,
             
            Kimi kanatlı kuş ördektir, kazdır,
             
            Gökteki havayı, uçanlardan sor…
             
            
            Hocanın, yaratanla arasındaki 
            iletişim nettir, açıklık içindedir. “Yaratan yaratmış varlık 
            çözülmez/ Koyunun yediği ayran oluyor/Yaşam denizinde rahat 
            yüzülmez/mevsimler geçiyor devran oluyor” mısralarının 
            anlaşılamayacak herhangi bir yanı yoktur.  
            
            İbrahim Agâh Çubukçu hoca, bazen 
            başöğretmenliğinin verdiği yetki ve tavırla, bazı sorular yöneltir, 
            sana, bana ona, şuna. “Çöz bakalım” şiirinin ilk dörtlüğündeki 
            soruları:  
             
            Varlık nedir, hiçlik nedir?
            Tokluk nedir, açlık nedir?;
            Binbir türlü güçlük nedir?
            Düşün, düşün çöz bakalım…
             
            
            İbrahim Agâh Çubukçu hoca, “Dünyaya 
            gel dedin bak geldik işte/Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte/Gün gelir 
            git dersin gideriz elbet/Sır var hem gelişte hem de 
            gidişte”mısralarıyla, sorduklarının çözümündeki ipuçlarını 
            göstermekte gecikmez.  
            
            “Şiir okumasını severim. Okudukça da 
            dinlenirim. Bir şiiri okurken şairi ile dostluk başlar. Bu dostluk, 
            şairin ifade ettiği buluşlar ve güzellikler oranında artar. Şiir 
            böylece en etkili iletişim sağlar” diyen
            
            Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu 
            hocamızı, 80. doğum yılında, sevgi, saygı ve minnetle selamlıyor, 
            sağlık içinde nice yıllara ulaşması dileklerimi sunuyorum efendim.
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          33  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - BİRER TUTAM
 
            
            - İnsanlar, birbirlerine karşı anlayışlı olup, tartışmalardan 
            uzaklaşabildikleri andan itibaren mutluluğu yakalayabilirler veya 
            çok yakınında yeralabilirler.
 
            -  
 
            - AŞKIN TARİFİ
 
            - Bu konuda değişik görüşler var. Anlatılanlar var, sonuç alıp 
            gerçeklerin yakalanışını yaşayanlar var.  
 
            - Ankara’da Balgat semtinde bir kebapçıya gittik birkaç 
            arkadaşımla. Çıkışta bize minik bir termometrenin bulunduğu “Aşkın 
            tarifi”nin yer aldığı bilgi yumağı verdiler. Burada “Aşkın tarifi” 
            şöyle yazılıyor yemek yapım açısından, kebap yapım açısından:
 
            -  
 
            - Malzemesi:  
 
            - 1 adet lekesiz gönül,
             
 
            - 1 adet açık yürek,
             
 
            - 500 gr. güler yüz,
             
 
            - 250 gr. tatlı dil,
 
            - 100 gr. hürmet,  
 
            - 1 çorba kaşığı sevgi,
             
 
            - 1 çay kaşığı hoşgörü,
 
            - 1 su bardağı iyi niyet,
             
 
            - 1 ölçek dürüstlük,
             
 
            - göz kararı saygı,  
 
            -  
 
            - Hazırlanışı:  
 
            - Gönüllü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır. Yumuşatılmış 
            tatlı dili üzerine ilave ederken, sevgi ve saygıyı ince ince üzerine 
            ekle.
 
            - Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu buna kat. 
            Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstçe hayata diz ve 
            yüreğinde pişmesini bekle. Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını 
            karnın acıkınca değil, ruhunun hissettiği anda mangal kebabı 
            arayarak karşıla. (Son cümle ilan reklam bölümü).  
 
            -  
 
            - ÖZÜR YOLCUSU
 
            -  
 
            - Kurulan “Vicdan Mahkemesi”nde;
             
 
            - Duruşmalar, aylarca sürdü.
             
 
            - Hakim “özür dileme” cezası verdi,
             
 
            - Karar Yargıtay’ca onandı..
 
            -  
 
            - Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
             
 
            - Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
             
 
            - Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
             
 
            - 3-G’yi arayan
 
            - Bir garip özür yolcusuyum,
             
 
            - “Gidiyorum, gündüz-gece”.
             
 
            -  
 
            - “Aramızdan Ayrılanlar”
             
 
            - (Mayıs 2007, sayfa: 124)
 
            - “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
             
 
            - (Temmuz 2008, sayfa: 156)
 
            - Bazı, yazı, şiir, günün sözleri
             
 
            - Ve özlü sözleri için;
             
 
            - “Özür dilemenin dileyebilmenin,
             
 
            - İnsani bir olgu
 
            - Ve erdemlilik olduğu”
             
 
            - Gerçeğinden hareketle,
             
 
            - Çıktığım yolculukta,
             
 
            - Hangi yönden, hangi yoldan,
             
 
            - Hareket edersem edeyim,
             
 
            - Nereye gidersem gideyim,
             
 
            - Kime adres,  
 
            - Sorarsam sorayım,  
 
            - Kimden bilgi, alırsam alayım,
             
 
            - Bütün yollar sana çıkıyor.
             
 
            - Her adımım, her bakışım,
             
 
            - Her nefes alışım,  
 
            - Senin adresini gösteriyor,
             
 
            - Senin kapı numaranı gösteriyor.  (Ankara: 27.12.2008)
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          34  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
 
            
            - 
             Gazeteci olmak, basın kartı 
            taşımakla mümkün olmuyor. Yönetmeliklerin, yasaların anlatımı içine 
            girip, “gazeteci” görünebilirsiniz.  
 
            - 
            Ancak, mesleğinizi icra ederken, 
            yazdıklarınızla, yayınladıklarınızla beğenilen, aranılan ve takdir 
            edilen bir kalem sahibi, imza sahibi iseniz, gazetecilik 
            kimliğinizle örtüşen, iç içe olan bir özelliğiyle sahip 
            olabilirsiniz.  
 
            - 
            Hiç unutmuyorum: Makale olarak 
            yazmıştım, yakında yayınlayacağım “Siz Beni Anlayamazsınız!” adlı 
            kitabımda da yer alacak:  
 
            - 
            Yıllar önce TGRT’nin 13.00 
            haberlerinde verilen zeytin kralı Erol Evcil’in “askerliğini yapmak 
            üzere, Antalya'nın Burdur ilçesindeki Tugaya teslim oldu” şeklindeki 
            haber Burdurlular olarak bizleri çileden çıkartmış, TGRT’nin 
            İstanbul, Ankara merkezlerine telefon ve görüşme yağmuruna 
            tutmuştuk.  
 
            -  
 
            - “BURDUR DA BİLE” KÜÇÜMSEMESİ
 
            -             Yaygın basının Antalya merkezli, çıkışlı “Akdeniz 
            ekleri” var. Milliyet gazetesinin de böyle bir eki var. Antalya ve 
            çevresindeki haber kaynaklarından, çevre illerden gelen haberler bu 
            ek’te yeralıyor.  
 
            - 
            Burdur gazetesinin 27 Aralık 2008 
            tarih ve 18 bin 256 ncı sayısının manşetinde, logo üstündeki 
            haberlerin başlağı; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken” Artık 
            yeter! Bu kadarını hak etmiyoruz, şeklindeydi.  
 
            - 
            Merak edip okudum: DHA’nın Isparta 
            muhabiri, değerli kardeşimiz Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm 
            cihazının olmadığını öğreniyor. Haber yapacak ya, kıyaslamayla örnek 
            verecek ya.. Bu cihazın Burdur’da olduğunu, Isparta’da olmadığını 
            nasıl ifade edecek.. Önce Burdur’u küçümseyecek. Burdur kim oluyor 
            da, karbonmonoksit gazı ölçüm cihazı bulunuyor… Hem de Isparta’da 
            yokken…Önce her şey Isparta’da olmalı, sıra gelirse, Isparta’lı 
            muhabirler DHA muhabiri gibi üstün nitelikli gazeteciler izin 
            verirse, bu cihazdan Burdur’da olmalı, olmasında sakınca yoktur!...
 
            - 
            Böyle bir mantık, böyle bir anlayış, 
            kıyaslama, küçümseme, gazeteci olduğunu ifade eden bir kalem 
            sahibine yakışıyor mu? diye sormak lazım.  
 
            - 
            26.12.2008 tarihli Milliyet gazetesi 
            ekinde yer alan bu haberle, haberi yazan şahsın ne söylemek 
            istediğini pek anlayamadım. “Burdur’un cihazı var,” başlıklı haberin 
            girişinde; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken, Isparta’da 
            karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının bulunmadığını öğrenen Vali 
            Yardımcısı Tayyar Şaşmaz, 2009 yılında bu cihazın alınması için 
            Bakanlıktan kaynak isteyeceklerini söyledi” haber girişini, Burdur 
            gazetesindeki Milliyet gazetesi ekindeki haber görüntüsünden 
            öğreniyoruz.  
 
            - 
            İl, ilçe ve öteki yerleşim 
            birimlerimizdeki, medya kuruluşlarımızın muhabirlerinin seçiminde 
            gerekli titizliğin gösterilmediğini yıllardır bilen, gören, 
            değerlendiren ve önerilerde bulunan birisi olarak diyorum ki; DHA 
            yetkilileri Isparta’daki muhabirleriyle ilgili genel bir 
            değerlendirme yapıp, bu sevgili kardeşimizi uzunca bir eğitimden 
            geçirmelidirler. Öyle, bir haber içinde yok olan bir cihazın 
            gerekliliğini anlatmak için, komşu ilde oluşunu küçümseyerek 
            anlatmanın gazetecilik, habercilik olmadığını, “gazeteciyim” 
            diyenler bilmeli, anlamalı, zaman geçirmeden Burdur’dan, 
            Burdurlulardan özür dilemelidirler.  
 
            - 
            Herkes, tanıtma kardı, basın kartı 
            taşıyarak “ben gazeteciyim-açılın bakayım”larla bulundukları kent 
            içinde itibar görebilirler… Ama, gazetecilikten anlayanlar yanında, 
            gerçek manada gazetecilik yapanlar yanında, bu sun’i görüntülerini 
            sürdüremezler, sınır tanımayışlarını kimseye anlatamazlar… Böyle 
            biline!..
 
            - 
            GÜNÜN HABERİ: Şair ve yazar Fatma 
            Uçarlar, Isparta’da, “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle 
            Giriversen Kapımdan” adlı, şiir ve deneme kitapları için 10.01.2009 
            tarihinde “imza günü” düzenledi.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          35  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
 
            
            - 
            Dilimizin anlatım için var olduğu, 
            anlaşma için yaratıldığı biliniyor. Doğru yazmak, Doğru konuşmak, 
            doğru anlaşmak için çaba göstermek hepimizin görevi.  
 
            - Merkezi Ankara’da bulunan, günlük yayınlanan “Belde” 
            Gazetesinde, Semiha Korkmaz ve Fatma Betül Kaya’nın hazırladığı 
            sütunlarda, 26,27 Aralık 2008 tarihlerinde görüntü olarak yayınlanan 
            “Komikler” sütunlarına geçen duyurular vardı. Bunların içinde elle 
            yazılanlar olduğu gibi, bilgisayar çıktılı olanlar da yeralıyordu.
            
            
 
            - 
            Bunlar sırasıyla;  
 
            - 1- Satılık karalüferli daire..Tel:
 
            - 2- Tembel avrat reyonu (Bir marketten)
 
            - 3- Misir uni gelmiştur,
             
 
            - 4- Osman Gazi Ünivestesinde ürüleci servisinde Ameliyata gitti. 
            Yunus Çini sahibi Eskişehir.  
 
            - 5- Muazzez Abacı, TSM sanatçısı. TRT–1, 31.12.2008 yılın son 
            günü. Saat: 20.40, Yılbaşı eğlence programı: “TRT çalışan 
            personellerine teşekkür ederim” diye mikrofondan, ekrandan 
            sesleniyor.  
 
            - 
            -“TRT’de çalışan personele teşekkür 
            ederim” denmesi daha doğru değil mi?.
 
            - Bunların sayısı giderek artırılabilir. Artırmak mümkün. Siz 
            şöyle Anadolu ya bir uzanın nelerle karşılaşırsınız, nelerle. Bu 
            yanlışların sahipleri, fazla eğitim görmemiş olabilirler… Hiç 
            değilse, çevrelerindeki, yakınlarındaki güvendikleri kişilerden 
            yardım talep etseler olmaz mı acaba?.  
 
            -  
 
            - TÜRK DİL KURUMU DUYARLI
 
            - 
            Türk Dil Kurumu, dilimiz konusundaki 
            yanlışlıklar için, yabancı hayranlığının zirveye ulaşmasının 
            getirdiği sıkıntılar konusunda duyarlı. Bu kurumumuzun başkanı Prof. 
            Dr. Sayın   Şükrü Haluk Akalın yaptığı açıklamalarla, verdiği 
            konferanslarla, sempozyumlardaki bildirileriyle, dilimizin üzerine 
            titriyor. Sayın Akalın’dan aldığım 25.12.2008 tarih ve 2713 sayılı 
            yazıyı aşağıya alıyorum efendim:  
 
            - 
            Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan;
             
 
            - 
            Belde Gazetesinde 20 Aralık 2008 
            günü yayımlanan “Türkçe yaz, Türkçe oku” başlıklı yazınızı da diğer 
            yazılarınız gibi ilgiyle okudum.  
 
            - 
            Türk Dil Kurumu, bilimsel çalışma ve 
            araştırmalarının yanında yazınızda da belirttiğiniz gibi Türkçenin 
            kullanıldığı alanlarda yaşanan yabancılaşmanın kaynaklandığı yasal 
            düzenlemelerin yapılmasına kadar geçecek zaman içerisinde; 
            belediyeler, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve basın 
            yayın kuruluşları ile iş birliği içerisinde çeşitli etkinlikler 
            yürütmektedir. Kurumun benimsediği ilke çerçevesinde de tüm 
            çalışmalarımız, Genel Ağ üzerinden kullanıcıların eleştiri ve 
            önerilerine açık bir şekilde yürütülmektedir ve sizin gibi değerli 
            bilim insanı ve yazarlarımızın Kuruma gösterdikleri ilgi bizi 
            yüreklendirmektedir. Yazınızda şahsım ve Kurumuma yönelttiğiniz 
            övgüler için teşekkür eder tüm değerlendirmelerinizin bizler için 
            ufuk açıcı olduğunu, çalışmalarımızı daha iyiye götürmemizde bize 
            güç verdiğini belirtmek isterim.  
 
            - 
            Sayın Kayacan, yazınızda verdiğiniz 
            örnek ile sizin de dikkat çektiğiniz gibi Türkçenin doğru ve düzgün 
            kullanımına yönelik duyarlılığın toplumun tüm kesimlerince 
            paylaşılması gerekmektedir. Böyle bir duyarlılığın oluşması ve 
            yerleşmesinde özellikle basın yayın kuruluşlarının, yazar ve 
            şairlerimizin çok önemli bir sorumluluğu olduğu inancı ile bu yönde 
            yazmış olduğunuz yazılarınız için çok teşekkür eder, saygılarımı 
            sunarım (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu 
            Başkanı-Ankara)
 
           
          
           | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          36  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
          
            
               - BAYRAĞIM 
 
            
            - 
            Bayrağımızla ilgili duygular, 
            şiirler, ortaya konulanlar. Rahmetli Arif Nihat Asya hocanın 
            dillerden düşmeyen“Bayrak” şiiri. Bu şiirin yazılışının öyküsünü 
            kendisinden dinleme şansını yakalayanlardan birisi olarak, göklerde 
            bayrak bayrak dalgalanmaların onur ve gururuyla yaşamalıyız, diye 
            söze başlamak istiyorum:
 
            - 
            Arif Nihat hocanın bilinen 
            alkışlanan, aranan şiirinin girişi:
 
            - Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
 
            - Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
 
            - Işık ışık, dalga dalga bayrağım.
 
            - Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
 
            - 
            Ve bu şiirin sonundaki duygular, 
            anlatılmak istenilenler, anlatılanlar verilmek istenilen, 
            verilenler:
 
            - Tarihim, şerefim, şiirim, her yeşim;
 
            - Yer yüzünde yer beğen,
 
            - Nereye dikilmek istersen,
 
            - Söyle, seni oraya dikeyim!..
 
            - 
            Ve Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki 
            “Bayrağım” adlı şiiri. Bunların mısraları arasındaki gezintimiz:
 
            -  
 
            - BAYRAĞIM
 
            - 
            Güzide Gülpınar Taranoğlu aynı adla 
            iki şiir yazmış. Daha doğrusu tespitlerimiz böyle. Birinde, 
            “Varlığım, ölüm-kalım anlamım/damarlarımdan akıttığım kanım/Yediden 
            yetmişe milli heyecanım” diye başlayan şiir.
 
            - 
            Bir başkasında, bayrak duyguları 
            yine yoğun, doruklarda Güzide Taranoğlu’nun. Bu şiirin iki dörtlüğü.
 
            -  
 
            - Al bayrağım kanım benim,
 
            - Varlığınla övünenim,
 
            - Dünya durdukça güvenim,
 
            - Pay alırım bu onurdan.
 
            -  
 
            - Ay-yıldızla gökte esen,
 
            - Ülkelerde en hoş desen,
 
            - Yurdumuza sembolsün sen,
 
            - Pay alırım, bu onurdan..
 
            - 
            Ve son şiirimiz Fatma Uçarlar’a ait 
            yine “Bayrağım” adıyla, Dört dörtlükten meydana gelen Bayrağım’dan:
 
            -  
 
            - BAYRAĞIM
 
            - 
            Fatma Uçarlar, bayrak duygularını 
            temelden kucaklayarak yola çıkıyor. İçten ve samimi duygularıyla 
            “Ağlamayı bilmeyen bu gözlerim/söz dinlemez bayrak adı geçince/Türkü 
            olur, destan olur sözlerim/Semalarda al bayrağım esince” diye söze 
            başlıyor ve iki dörtlüğünde şöyle haykırıyor:
 
            -  
 
            - Asırlarca kıtaları dolaştın
 
            - Türk neferin yanındaydın, yoldaştın,
 
            - Özgürlüğün yolunu da sen açtın,
 
            - Kalleş düşman yolumuzu kesince.
 
            -  
 
            - Huzurludur senin gölgende yatan,
 
            - Dalgalandığın yerlerdir bu vatan,
 
            - Şaşırıp da seni yerlere atan,
 
            - Korksun Türk’ten, uzaklaşsın sessizce.
 
            -  
 
            - ***BAK; WEB: http://www.isakayacan.blogspot.com
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          37  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         İsmail TORUN  | 
      
      
        
              
                
                 - BU ÇARŞININ  MASALI
 
                
                -  
 
                - 
                Çöplü Çarşısının yıkılamayacağı 
                İdare Mahkemesinde devam eden davada ikinci bilirkişi raporu ile 
                onandı, artık sayın Çordum Belediyesi bu çarşıyı yıkamayacak. 
                Bir Çanakkale şiirinden uyarlanmış  olan Bu Çarşının Masal'ını 
                sana gönderiyorum.
 
                - 
                İyi yıllar dileğiyle sevgiler, 
                saygılar.İ.Torun
 
                -  
 
                -          
                 
                  BU ÇARŞININ  MASALI
 
                -  
 
                - Bundan yıllarca evvel bu Çorum’un dışında
 
                - Çarşımızı seyreden bir evliya yatardı:
 
                - Hıdırlık tepesinde,  bir devi andırırdı.
 
                - En cesur yüreklerde sevgi uyandırırdı.
 
                - Nur inerken semadan ÇARŞI sokaklarına
 
                - Yeşil sarıklı bir pir, bürünerek allara,
 
                - Göğsünde bir ay yıldız her gece zikrederdi.
 
                - “Bu ÇARŞI mukaddestir, kimse yıkamaz” derdi.
 
                - Velinin kudretine inanmayan dört çapkın
 
                - Bu çarşıya ettiler kazmalarıyla akın
 
                - Sabırla bekledi esnaf;çoluk çocuk,
 
                - İçten gelen bir dua dolaştı dükkan dükkan;
 
                - “Göster bu zevata kudretini Yarabbi”!
 
                - Birdenbire yıkıldı  maketler dağ göçer gibi;
 
                - Dört çapkın kazmalarla taşlar altında kaldı.
 
                - Karanlıklar boşlukta sallanarak alçaldı.
 
                - O gece evliyanın ruhu uçtu Allaha!
 
                - Hiç kimse yaklaşmadı bu Çarşıya  bir daha
 
               
                | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          38  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
            
                        Dergilerimde; yazılarım kendime ait olup, kendi 
            fikirlerimi yazabildiğim kadar beyanda bulunduğum yerlerdir.
                        Sanal olarak yayınlanan bu çalışmalarım haricinde de 
            basılmış çalışmalarım bulunmaktadır.
                        Ayrıca 63 sayısı basılmış olarak bulunan ÇORUMLU 
            2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT TARİH VE EDEBİYAT dergimde pek çok 
            çalışmalarımı da yayınladım. Bunlar basılmış olarak arşivlerde 
            bulunmaktadır. Bu dergim basılırken ilk birkaçı hariç o günden bu 
            güne okuyucularıma da sanal olarak ta yayınlama mutluluğuna eriştim. 
            Dergimiz halen devam etmekte olup her ayın 15’inde 
            güncellenmektedir. Bu elinizde bulunan sayımız  199. sayı olarak sizlerle 
            birlikteliğini sürdürmektedir.
                        Dergi ve sitelerime girmek için illaki üye 
            olacaksınız diye bir şartımız da bulunmamaktadır. Bütün 
            ziyaretçilere alenen açık olarak okuyucunun istediği an okunmaya 
            açıktır.
                        Dergilerimize yazı veren arkadaşlar bizzat endi 
            çalışmalarını e-posta veya posta ile bana ulaştırmakta ve bende bazı 
            ufak tefek kişilik hakları ve diğer bazı bana ve yazarıma 
            gelebilecek kısımları kaldırarak yayınlamaktayım.
                        Yazarlarıma ve çizerlerime buradan teşekkür ederken 
            yazı yollayacak arkadaşlarımızın da kendi çalışmalarını 
            corumlu2000@gmail.com e-postama yollamaları gerekmektedir.
                        Dergilerimde bulunan çalışmalar herhangi bir siteden 
            alınarak yayınlanmamakta, yazarlarımızın müsaadeleri ve 
            gönderdikleri yazıları yayınlanmaktadır. Bizim dergilerimizden başka 
            yerlerde de yazarlarımızın çalışmalarını yayınlamaları onların en 
            tabii haklarıdır. Bu bilginin de sizlerle paylaşmamım birkaç nedeni 
            bulunmakla birlikte burada bunları yazmama da gerek görmemekteyim.
                        Yazıyor, çiziyor, çekiyorsanız ve sanal değilseniz 
            sizde davetlisiniz!
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          39  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               
              HİCRİ YIL VE 
              MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
            
            
            Bu yıl nerede ise çakışacak ini 
            yılbaşını aynı andı kutlamamıza imkân veren bir peş peşe lik 
            sağladı.
            
            Bu iki yıl kutlaması için şunları 
            aklımdan geçirdim:
            
            Merhaba kocamış yıl!
            
            Nasıl de geçti 365 günün. Ben 
            bilemedim. Ya san bildin mi?
            
            Neler verdin bizlere? Nelerimizi 
            aldın bizlerden?
            
            Geldin gidiyorsun. Bizi bıraktığın 
            gibi bizlerde burada bildiğimizi yapacağız. Sende gidiyorsun 
            yaşlandım diyerek.  
            
            Eş, dost ve akraba ile yeniden 
            gelmeni bekleyeceğiz gencecik ve kocamamış halini umutla 
            bekleyeceğiz.
            
            “Umut Bu” bilmem anlayacak mısın? 
            Desem güler geçesin. Bana ve soranlara. Sen kaç yaşındasın ki benim 
            yaşadıklarımı bileceksin dersin. Haklısın. Sen her yıl ölür, yeniden 
            doğarsın. Yaşlanmaktan korktuğun için böylece kendini küçük ve genç 
            göstererek bizleri eskitir ve yol olmamızı gözlersin.  
            
            Bizse senin hey yıl gelmeni 
            sabırsızca beklerken yaşlandığımızı anlamadan bu dünyadaki sıramızı 
            savar ve gideriz.  
            
            Savaşır, öldürür, ölür, gezer, 
            tozar, trafik kazası yapar, salgın hastalıklarla boğuşur, bazen 
            açlık çeker, bazen tok gezerken açlığımızı bastırmaya çalışır, bazen 
            yazar, bazen de çizerek senin günlerini birer birer tüketiriz.
            
            Sen yine bu günlerde,yine bu yaşının 
            sonuna geldin.  Bize ne verdin? Bizden neler aldın? Düşünmeyeceğiz 
            her zamanki gibi, yine senin geldiğin ilk günden yeniden doğmanı 
            sabırsızca bekleyeceğiz.  
            
            Bu satırları yazan benim ömrümü 
            tükettin ve yaşlandırdın sanma. Benim yaşım düşüncemle yaşıt bunu da 
            unutma.  
            
            Her yıl gibi senden dilediğim bir 
            şey yok!  
            
            Dilesem de senin elinden gelen bir 
            şey olduğunu zannetmiyorum.
            
            O yüzden isteklerimi seni ve beni 
            yaratandan istiyorum.  
            
            İyi ki doğdun “Yeni Yaşın kutlu 
            olsun 2009.”
            
            Seninle yaşamaya çalışan fani Mahmut 
            Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           40  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ÇÖPLÜK
            
            Çorum’un en eski alış veriş mekânı.
             
                        Burası; Çorum’un en eski bir arastası.  Bu arastanın 
            da; bazı kısımları ve bazı bina ve dükkânlarının deforme olduğu 
            doğrudur. Biz insanlar yaşadığımız mekânları değiştirmeyi severiz. 
            Bu değişilmeye uğraşı mekânların ana yapılarını da deforme olduğunu 
            söylemek safdillilik olduğu malumdur.   
            
            Çöplük tanımı için Osmanlıca 
            harflerle basılmış olan “Çorum Tarihi” isimli çalışmada: “Çorum 
            Kal‛asının Romalılar zamanındaki eserleri saat kulesi civarında 
            evler altında kalmış bir temelin şimalinden cenuba doğru indiğine 
            göre, şimdiki çarşının (Çöplük) bulunduğu yerde olması lazımdır. 
            Zaten de Danişmentlilerin zabt ettiği Çorum Kal‛asının şimdikinden 
            daha vâsi‛ olduğu içindeki askerlerin çokluğu ile anlaşılır.
                        İşte Nastor bu kal‛ada uzun müdded Dânışmend Ahmed 
            Gaziye karşı durdu. Mir‛atü’l-tevarih << ba‛de Nikonya ki Çorum’dur. 
            Muhasara ve zahmetle zabt etti ve asker-i İslâm gana’im ve esir ile 
            na’il oldu (1)>>  
            (1) Nazmi Tuğrul Çorum Tarihi << Çorum’un Fet’hi ve Melik 
            Danişmend>>  ser levhasıyla başlayan kitabın mâ-ba‛dını tamalamış 
            oluyor. Türk azmi “
            Denmektedir. | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        
          
            - Çöplük diye halkımızın bildiği çarşının; Çorum’un en eski 
            yerleşim yerlerinden olan “Nikonya” nın zamanında da bulunmuş 
            olma ihtimali büyüktür.
 
            -             Çorum bu tarihlerde kalesinin tanımı şu alanlar 
            içinde olduğu zannedilmektedir. Çorum Tarihi ismili eserde:  
 
            - 
             “Nikonya Tekfurunun sarayının 
            bulunduğu yer, bu gün halen Albayrak ilköğretim okulu olarak bilinen 
            bulunduğu yerde idi.  
 
            - 
            Alaybey sokağının güzergâhından kale 
            suru şimdiki Ulu Cami meydanına kadar inmekte. Ulu Camiinin 
            bulunduğu yerde büyük kilise bulunmakta, buradan Ulu cami Altından 
            geçen camii kebir 3. sokak dan  Taşhan caddesi istikametinden, 
            Emniyet sokaktan devam eden sur, şimdiki kaleyi de bir burç olarak 
            düşünürsek oradan Kulaksız sokağı, Albayrak sokak olarak 
            sınırlandırabiliriz.  
 
            - 
            Burası çok büyük bir alan olarak 
            gözükse de haritada burasının üçgen şeklinde bir alan olduğu 
            gözükmektedir.
 
            - 
            Bu sınırların içerisinde halen 
            bulunan ve kilise diye bilinen yerin “havra” olma ihtimali büyüktür. 
            Burasın Nikonya’dan sonra yapılmış olması ihtimalinin olması 
            gerekmektedir.  
 
            - 
            Çorum’un Türkler tarafından 
            kuşatılması sırasında kuşatma 40 gün sürmüştür. Bu gün Devlet 
            Hastanesi sırtlarlı ve Bahçelievler bölümü Türk çadırlarının 
            bulunduğu kuşatma alanı olarak bulunmaktadır. Kuşatmanın sonlanması 
            ise Çorum’da gece çok büyük bir deprem olmuş taş üzerinde taş 
            kalmamış ve peşinden yağan müthiş bir yağmurdan sonra Çimento 
            fabrikası ve şimdiki Nadık deresi tarafından gelen muazzam sel ve 
            molozlarla Nikonya ortadan kalkmıştır. Sağ kalan Nikonyalılar bu 
            olayın Allah’ın Türklere verdiği bir mükafat, kendilerine verilen 
            biz ceza olarak görmeleri sonunda tamamı Müslüman olmuş ve Türk 
            boylarından Çorumlu oymağının burada kalması ve Karakeçili 
            Aşiretinin de yerleşmesi ile Çorum yeniden kurulmuş oldu.
 
            - 
            Konumuza başlık olan Çöplük yukarıda 
            bahsi geçen deprem ve selden sonra oluşan mezbelelikten sonra 
            “Çöplük” ismini almış olması gerekir. Elde bulunan molozlarla şimdi 
            bulana kalenin yapılmış olmasının delili olarak kalede kullanılan 
            her türlü moloz taşının dıştan halen gözükmesi olarak görebiliriz.
            
            
 
            - 
            Çöplük o zamanın tarihini yansıtan 
            bir arkeolojik sit alanı olması gereklidir. Aynı şekilde o 
            zamanlardan kalan Hıdırlık caminin altında bulunan yer altı 
            mezarlarının da söylentileri bu konularla uğraşanlar tarafından 
            anlatılmaktadır.
 
            - 
            Çöplük Çarşısı için pek çok kişinin 
            kalmaması için bizzat benim tarafımdan ve imzaları karşılığı 
            yaptığım anket halen sitemde yayınlanmaktadır.  burada  
            ÇÖPLÜ ÇARŞISI  
            YIKILSIN (KALKSIN) DİYEN 
             lerin adı soyadı ve  
             ÇÖPLÜ 
            ÇARŞISI YIKILMASIN (KALKMASIN) DİYEN 
            lerin adları ve 
            soyadları ile anketi ile de tespit edilmiştir.
 
            - 
            Burada isimleri yazılı olan ve 
            ankete katılan zatlarla bizzat bire bir kendim konuştum ve sorduğum 
            soruya kalksın veya kalkmasın cevabını yazmalarını adlarını 
            soyadlarını ve imzalarını atmalarını istedim. Daha sonra sanal 
            olarak katılanlara da belirli süre verdim ve katılanlardan TC kimlik 
            nosunu verenleri buraya e-postaları ile kattım.
 
            - 
            Bence Çöplük yani Çöplü Arastası 
            kalkarsa Çorum büyük bir kültür erozyonuna uğrayarak betonlaşan bir 
            alan ile yeraltına alınmış bir çarşı ile modernleşme tantanası ile 
            birkaç kişinin cebinin olmasından başka bir işe yaramaz.
 
            - 
            Kaybeden Çorum ve Çorumlular olur.
 
           
           | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          41  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               AVCI
            
                        Devrimizde masraflı ve insanlığın dünyaya 
            geldiğinden bu güne gelen bir masraflı alışkanlık.  
            
            Kimi zaman bir zamanlar fil avlamak 
            içi Afrika’ya gidilmiş, kimi zaman yüksek bir dağın bir yerlerinde 
            akan pırıl pırıl sularda avlanan alabalık zevki.
            
            Av sezonun açılmış, bizlere de 
            Avrupa’dan gelerek Türkiye’de avlanan birkaç avcıdan birisi olarak 
            bende av sahasına gelmiştim.
            
            Türkiye’de birkaç yıl sayılan 
            denetimli avcılık bizleri de sevindirmişti. Bizlere bu dağların av 
            hayvanları ile av ve avcı münasebetini yaşatan önemli bir alan 
            olarak Avrupa’ya da yakın ve ucuz bir yerdir.
            
            Bölgede ben yaban keçisi avlamak 
            için gelen birisiyim. Avrupa’da yaşayan bir Türk olarak av yapıp, 
            memleket hasretini gidermeye ülkeme gelmekteydim.  
            
            Bu dağlarda son iki senedir av 
            yapmaya gelmekte ve av yapmaktaydım. Çevreyi av alanından başka 
            yerlerini gezememiştim. Burada insanlardan yaşanların olacağını da 
            fark etmemiştim. Av sahasının bulunduğu şehir Dünya’ca da turistik 
            bir merkez olarak bilinmekte olduğundan bu av alanı çevresinde de 
            ekonomik sıkıntının olması aklımın ucundan geçmeyen bir yerdi.
            
            Av için geldiğimin ertesi gün 
            grubumuz iki İngiliz, bir Alman ve birde ben Türk olarak dört avcı, 
            dört mihmandan olarak mihmandarımızın eşliğinde şasesi uzatılmış bir 
            Land Rovar jipi süren söför  ile birlikte av için müsaade verilen 
            dairenin bulunduğu yere gittik. Tercümanımız her zamanki bizlere 
            söylenen Mustafa olanları tercüme ederek anlattı. Hepimize birden 
            rast gele temennisi ile av sahamıza gitmemiz için müsaade başlamış 
            oldu.
            
            Av grubu mihmandarları ile birlikte 
            Dört avcı olarak bizi av için davet eden turizm şirketi 
            mihmandarları ile birlikte jeepe binerek yola koyulduk. Jeep hareket 
            ederken bende memleketimizde yaşanan gelir farkları ile ilgili 
            mahalli bir gazetedeki haberleri okumaya başladım. On dakika sonra 
            aracımız artık av yapacağımız alanın yamaçlarını tırmanmaya 
            başlamıştı. Önümüzde orman yolu olarak adlandırılan sabitleştirilmiş 
            yol bir yılan gibi uzanıyordu. Etraf dağın özelliğini yansıtan çam 
            ağaçları ile örtülmüş yem yeşil bir doku içerisinde uzayıp 
            gidiyordu.
            
            Benim gazeteden başımı kaldırdığımı 
            gören mihmandan bana dönerek tatlı lehçesi ile İngilizce konuşmaya 
            başlayınca ben gülerek:  
            
            -Merhaba ben Mehmet. Nasılsınız? 
            Diye konuşunca yarı şaşırmış, yarı memnun:
            
            -Merhaba ben de Mustafa. Hoş 
            geldiniz! Buraya geçen yıl av gelen Türk siz olmalısınız? Bu yılda 
            geçen yıl gibi avınız bereketli geçer inşallah! Dedi. Bende:
            
            -İnşallah. Ya nasip. Diyince ikimiz 
            de gülüştük. Bu arada da av alanımıza gelmiş olduğumuzu jeepimizin 
            durduğundan öğrenmiş olduk.
            
              - 
              Sabah’ın ilk saatleri ve temiz 
              hava ciğerimi patlatacak gibi olduğunu hissetim. Araçtan inice 
              ayaklarımın biraz uyuştuğunu görüp, biraz kültür fizik hareketleri 
              ile hem ciğerlerimi hem de vücudumu dinçleştirmeye çalıştım.
               
 
              - 
              Mustafa ile binlikte önümüzde 
              gözüken keçi yoluna doğru yürürken bir an ileride bir kıpırtı 
              görür gibi oldum. Kendi kendime adım bir av bir ya nasip diye 
              geçirirken dürbünümü gördüğüm kıpırtıya doğrulttum. Aman Allah’ım 
              bu gördüğüme her halde bir serap veya rüya mı diye düşünürken 
              Mustafa:
 
             
            
            -Mehmet Bey ! O gördüğünüz çocuklar 
            burada ya konar göçer Yörüklerin, ya da orman işçilerinin çocukları 
            olsa gerek. Dedi. Beni iki şaşkınlık kaplamıştı:
            
            Birincisi çocukluğumu hatırlatmıştı. 
            Kardeşimle bende köyümüzde okuldan kalan boş zamanımızda köyümüzün 
            hemen yanında bulunan çayırları hatırladım.  Dürbünde gözüken iki 
            küçük çocuk bizleri 500-600 metre uzaktan incelediklerini görmüştüm. 
            Giyimleri biraz yoksul ve eskice görmüştüm. Mustafa’ye dönerek:
            
            -Mustafa Bey. Bunlar her halde orman 
            işçisi çocuğu olması muhtemel mi? Giyim kuşamları pek iyi 
            gözükmüyor. Benim kırk yıl önce giydiğim lastik ayakkabılardan 
            giymişler? Konar geçer olsalar onların ekonomik durumları iyi olası 
            gerek değil mi? Diye sordum. Mustafa:
            
            -Mehmet Bey! Bu gördüklerimiz 
            zannedersem konar göçer bir ailenin çocukları. Siz bu çevrenin fakir 
            olduğunu bilmiyor muydunuz? Bu çevrede yaşayan halk hMustafani 
            kimselere söylemeden yaşarlar. Güneydoğu ve Doğu da yaşayan bazı 
            vatandaşlarımız gibi fakirlik edebiyatı yaparak devlete isyan 
            etmezler.  Diye konuşarak çocukların bulunduğu karşı yamacın karşı 
            kısmına geldik. Ben çocuklara hitaben:
            
            -Nasılsınız çocuklar ? Diye sorunca, 
            ikisi bir ağızdan:
            
            -Sağ ol amca. Diye bağırdılar. Benim 
            nasılsınız sesimin yankısı ile çocukları sağ ol amcası aynı anda 
            kulaklarımızda çınladı. Mustafa ile gülümsedik. El sallayarak av 
            yapacağımız tepeye doğru tırmandık.  
            
            Tepenin son kıvrımını dönünce ileri 
            kayanın üzerinde üç yaşlarında heybetli Teke bizimle alay edercesine 
            bizi seyrediyordu. Tüfeğimi doğrultarak peş peşe iki el ateş ettim. 
            Tüfeğimizde kurallar gereği iki mermiden başka bulunması yasaktı. 
            Teke hiçbir şey olmamış gibi bakmaya devam ediyordu. Iskalamıştım. 
            Acaba bu kadar kısa mesafeden neden vuramadım diye düşünürken avım 
            kıvrıldı ve kayadan aşağıya yuvarlandı. Mustafa beni alkışlayarak 
            belinde bulunan telsisini çıkarttı. Avın konumunu verdi alınmasını 
            talep etti. Telsizden diğer avcı arkadaşlardan tebrikler geldi. 
            Mustafa:
            
            -Mehmet Bey; ikinci hakkınız için 
            devam edecek misiniz? Diye sordu: Ben de:
            
            -Hayır dönelim. Avım gayet güzel. 
            Kayalardan yuvarlanırken boynuzları zarar görmediyse güzel bir av 
            anısı olur. Diye cevapladım. Tüfeğimi sırtıma alarak geldiğimiz keçi 
            yolundan geri dönmeye başlamıştık. Avımız 2 saat sürmüştü. Akşam 
            güneş batana kadar av devam edebilecek bir zaman dilimine sahiptik.
            
            
            
            Aşağıya inerken bizden ayrı gelen 
            bir araçla vurulan avları taşıyacak yardımcılardan ikisi ile yolun 
            yarısında karşılaştık. Mustafa onları muhiti tarif etti. Biz jeep 
            doğru giderken onlarda keçi yolundan ayrılarak keçinin düştüğü 
            vadiye doğru indiler.  Biz jeepin yanına gelince av malzemelerimi 
            jeepe koydum. Mustafa’ye:
            
            -Şu çocukların yanına gidebilir 
            miyiz diye sordum. Mustafa. Tabii niye olmasın. Dedi. Çocukların 
            bulunduğu bölüme doğru yürüdük. Çocuklar halen oturdukları yerde 
            bulunuyorlardı. Bize gülen gözlerle bakıyorlardı. Fotoğraf makinemi 
            çıkartarak resimleri çektim. Yanlarına yanaştık. Ben:
            
            Çocuklar nerede oturuyorsunuz? 
            Dedim. Kızdan büyük olduğu anlaşılan erkek çocuk cevap verdi:
            
            -Aha şu aşağı yerde. Diyerek: arka 
            tarafı gösterdi. Bizde zaten onların oturdukları kayaya çıkmıştık. 
            Cidden çocukların değdi gibi aşağıda iki kıl çadır vardı. Etrafında 
            da koyunlar ve tavuklar bulunmaktaydı. İnce bir derecik şırıltısı 
            yanımıza kadar geliyordu. Mustafa’ye dönerek:
            
            Avı almaya giden arkadaşlar avı bu 
            çadırların yanına getirseler olur mu? Dedim. Mustafa telsisi açarak 
            aşağıda bulunan ikinci aracı arayarak, bizim avı bizim geldiğimiz 
            tarafta bulunan iki kıl çadıra getirsinler. Av sahibi öyle istiyor 
            diye tMustafamat verdi. Biz çocuklarla birlikte çadırlara doğru 
            yürüdük. Çadırlara yaklaşırken bizi bir Kangal karşıladı. 
            Sahiplerini yanımızda görünce gelen var manasına gelen kısa ve sert:
            
            -Hav. Diye çadırdakilere bilgi 
            verdi. Çadırdan birisi sakallı, birisi genç iki erker, çadırın 
            diğerinden ise iki kadın çıktılar. Ben:
            
            -Merhabalar! Dedim. Yaşlı adam:
            
            -Merhaba Bey! Diye cevap verdi. Ben:
            
            -Misafir kabul ediyor musunuz? 
            Dedim.
            
            -Baş üstüne Bey! Diye cevapladı. 
            Hemen çadırdan çıkan kadınlara çitle getirin, ayran hazırlayın 
            beyler susamışlardır. Diye seslendi.
            
            -Biz çadıra gelene kadar çitleler 
            çadırı gölge tarafına serildi, minderler serpiştirildi. Yaşlı adam 
            bana yer gösterdi, Mustafa ye de yer göstererek bana:
            
            -Hayırdır Bey. Buraya av için mi 
            geldiniz? Diye sordu. Ben otururken cevap verdim:
            
            Evet Amca. Av için geldik. Sizin 
            bebeleri görünce yanınıza bir uğrayalım dedim. Mustafa bey de olur 
            dedi. Birlikte geldik. Dedim. Yaşlı adam tekrar hoş geldiniz dedi. 
            Genç adam kalaylı iki tas ile saf mı saf yağlı ayranı bize sundu. 
            Buz gibi ayran cidden çok hoştu. Beni eskilere götürdü. Bizi 
            seyreden iki çocuğa genç işaret ederek gitmelerini işaret ettiğini 
            gördüm. Müdahale ederek:
            
            -Babası müsaade edersen yanımızda 
            otura bilirler mi? Dedim. Yaşlı adam oğluna işaret etti ve:
            
            -Evet Bey biz sizi rahatsız ederler 
            diye düşünmüştük! Dedi. Çocukları yanıma çağırdım. Yalnızlığın 
            verdiği serbestlikle koşarak yanıma geldiler. Oturmalarını işret 
            ederek dedelerine döndüm:
            
            -Amca adınız ne? Yaşlı adam:
            
            -Mehmet ! Dedi. Bende gülümseyerek:
            
            -Benim ismim de Mehmet! Dedim. 
            Gülüştük. Devam ettim: Biliyor musunuz bilir mi siniz? Osmanlı 
            döneminde sayım yapılırken hanelere gidilir erkeklerin isimleri 
            yazılarak sayılırmış. Evde ev erkeği olmayınca yada hanede kimse 
            olmayınca kayıt yapan yazıcıya memur bir mim koyuver dermiş. 
            Duymuşsunuzdur yeri gelince bir mim koy deyimi buradan gelmekte. 
            Diye anlattım. Genç durumu anlamamış olacak ki:
            
            -Bey neden mim koy derlermiş? Diye 
            sordu ve kıp kırmızı oldu. Babası tersler gibi bakarken ben:
            
            -Bakın babanın ismim Mehmet, 
            Arkadaşımızın ismi Mustafa ya senin ismin ne dediğimde: Usulca:
            
            -Mahmut. Dedi. Ben:
            
            -Gördüğünüz gibi burada dört erkeğiz 
            deyince yanımda oturan çocuk atıldı:
            
            -Benim adım da Muhammed. Dedi. Ben:
            
            -Bak burada beş erkeğiz. Hepimizin 
            isminin baş harfi M harfi ile başlıyor. Osmanlıca M harfinin okunuşu 
            MİM dir.  İşte Nüfus sayımını yapan kişi muhakkak böyle 
            düşündüğünden muhakkak burada oturan kişinin ismi M ile başler, bir 
            mim koy demiş. Diye anlatmaya çalıştım. Bu sıra keçiyi tutuşarak iki 
            yardımcı geldiler. Kalkıp hep birlikte karşıladık. 70 kiloya yakın 
            bir hayvandı. Getirenlere bahşişlerini verdim. Mustafa:
            
            -Arkadaşlar siz arabanın yanında 
            bekleyin. Grup toplanınca telsizden bilgi verirsiniz dönerim. Diye 
            talimat verdi. Gelenler araca doğru gittiler. Teke’ye baktım 
            boynuzları zarar görmemişti. Sakalı da yeni yeni uzamaya başlamış 
            olgunluğa ulaşmaya başlamıştı. Yaşlı adama dönerek:
            
            -Mehmet amca. Sen bu işi iyi 
            bilinsin. Bana sadece keçinin başını kesip ver. Diğerini de kavurun 
            birlikte tadına bakalım. Sakatatı ve kalan etleri ile derisinden de 
            siz faydalanırsınız diyince:  
            
            -Mehmet bey oğlum sağ ol. Biz 
            hazırlayalım. Eti birlikte yeriz, kalanın siz götürün. Diye cevap 
            verdi. Ben:
            
            -Mehmet amca: Ben İtalya’ya bu eti 
            nasıl götürüyüm? Diye güldüm. Siz çocuklarla güle güle yiyin. Dedim. 
            Sevindiler.
            
            Tekenin başı itina ile kesildi, 
            derisi yüzüldü, içi boşaltıldı. Etleri parçalandı. Bu sıra kadınlar 
            büyük bir ateş yaktılar. Tekenin etleri el büyüklüğünde parçalanarak 
            derede yıkandı köz olan ateşin üzerine bir saçayağı kondu. Bir ekmek 
            saçı ters olarak konuldu. Etler yapışmasın diye halis koyun yağı ile 
            yağlarak etler düzüldü. Üzerine bir saç daha kapatılarak saçladın 
            birleşen yerlerine hamur sürülerek beş santim kadar açık bırakılarak 
            sacın üzerine de bir miktar olan köz ateşinden koydular. Yarım saat 
            kadar sonra, yaşlı bayan közleri saçtan sıyırdı. Bir beyle saçı 
            saçayağından* indirdi. Halis ev ekmeklerinin üzerine etler birer 
            parça koydu. İçimden gülümseyerek ebemin yani babaannemin dediği 
            aklıma geldi. “Sakın keçi etinden bir parçadan fazla yeme iltilem** 
            olursun) Mehmet amca gülümsememi görerek alındı.
            
            -Bey ben bağ bağışladım, onlar bir 
            salkım üzüm verdi mi diye düşündün? Derken ben hemen:
            
            -Hayır Mehmet Amca babaannemin 
            dediği aklıma geldi. Bir parçadan fazla keçi eti yeme diye biz 
            küçükken tembih ederdi. Aklıma o gelmişti. Dedim Gülüştük.
            
            -Etimizi ve ekmeğimizi yedikten 
            sonda biz müsaade istedik. Mehmet amca:
            
            -Olmaz! Üstüne kahvemizi içelim. 
            Arkadaşların gelene kadar konuşuruz. Bırakmam. Diye ısrar etti.. 
            Olur babından başımı salladım.
            
            -Birazdan kahvelerimiz geldi. İçtik. 
            Sordum:
            
            -Mehmet Amca! Çocuklar okula 
            gidebiliyor mu?  
            
            -Hayır oğul, nasıl gitsinler. Ben:
            
            -Mehmet Amca gelir seviyeniz ne 
            durumda?
            
            -Allah’a şükür. Biraz bizden artarsa 
            şehre peynir ve yağ götürüp diğer ihtiyaçları karşılamaya 
            çalışıyoruz. Ben:
            
            -Mehmet amca sorması ayıp. Siz yılda 
            ne kadar kazanıyorsunuz?
            
            -250- 300 lira Bununla da üst baş ve 
            tuz un filan alıyoruz. Diyince utandım. Şimdi para teklif etsem 
            bunları kıracağımı biliyordum. Öğleni biraz geçerken telsizde biz 
            hazırız cevabı geldi. Bizde müsaade isteyerek kalktık. Mehmet amcaya 
            dönerek:
            
            -Mehmet Amca ben geline bir hediye 
            alman için şu parayı bırakıyorum. Diyince kızardı:  
            
            -Yok Olmaz dedi. Ayıp olur dedi. 
            Ben:
            
            -Hayır, gönlümden koptu. Ne olur 
            alın dedim bir miktar parayı zorla verdim. Aracımıza kadar bizimle 
            geldiler. Mahmut arkamızdan gelmekte ve elinde bir beze bohça ile 
            bir bardak***  bulunmakta idi. Jeepin yanına gelince bütün ekibin 
            tamam olduğunu gördük. Elimi Mehmet amcaya uzatırken:
            
            -Bey bir dakika dedi. Mahmut’a 
            işaret etti. Mahmut elindeki bohçayı yere serdi ve diğer ekipteki 
            arkadaşlara buyurun dedi. Üç yabancı avcıya ben İngilizce:
            
            -Buyurun yemek yiyiniz dedim. 
            Şaşırarak oturdular. Mahmut Şoförler ve mihmandanlar ile 
            hizmetlileri de çağırdı:  
            
            Siz de buyurun! Evet bende mars 
            olmuştum. Güya aileye keçi hediye etmiştim. Keçinin sakatatı, 
            döküntüleri ve biraz  kemikli kısmı kalmıştı.
            
            Arkadaşlar beğenerek yediler. 
            Bardaktan ayran içtiler. Karnımız tok olarak jeeplerimize binerek 
            otelimize döndük. Burada yaşayanlar için 250-300 lira ile bir yılı 
            geçiren gönlü zengin insanlarla tanışmış olduk.
            
            21 Ocak 2009 saat 01,00 ÇORUM
            
            * Saçayağı. Üç ayaklı ateş üzerine 
            konulacak kapın konacağı demirden üçgen üç ayaklı gerek.
            
            ** İltilem İrsal.
            
            *** Çam ağacından yapılmış su kabı.
        
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          42  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - 
              Geçmiş 
              sayılardan bir yazım
 
            
            
               - 
              DİKKAT ! 
              TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
 
            
            - 
            Biraz  Çorum'da ne var,ne  yok diye 
            yerel bir kanalını açtım.   
 
            - Çorum  Değişim Projesi bilgilendirme toplantısı. Anlatılanları 
            dinleyince tüylerim  diken diken  oldu. Ya ne diyeceksiniz? 
             
 
            - 
            Sevgili  Sayın   Prof.  Hocamın tek 
            muhalif olan  matbaacı arkadaşımızın ne demek  istediğini anlar gibi 
            olduğunu söylemesine.   
 
            - 
            Konu: Çorum'un  kültür varlığı 
            olarak tescil edilmiş olan bir bölümü. Anlatan : Diksiyonu çok 
            düzgün ve ödevine  oldukça iyi çalışmış,teklemeden konuşan bir 
            hatip. Anlatımı gayet mantıklı görünüyor. 20-25 dinleyici. Hiç çıt 
            yok. Konuşmacı tezini anlatıyor. Yerine otururken Sorusu  olan var 
            mı ? Diye sorunca sadece   bizim haklı  her konuya itiraz eden Sayın 
            Nizamettin Oktay'ımız:  
 
            - 
            -... Bu çalışmalar için belirlenen   
            sınır nereden,ne reye kadar ?  
 
            - 
            Başlama  noktalar, itiş noktaları 
            neresi...  diye sorunca.  Konuşmacı bir şeyler geveliyor. Nizamettin 
            tekrarlıyor sorusunu.  Bu   sefer  Sayın Başkanımız cevap veriyor. 
            
            
 
            - 
            Sonra Rüstem baba sarı levhalarla 
            ilgili başkana soru yönetiyor.  
 
            - 
            Başkan cevaplıyor.  Şimdi  gelelim 
            konunun özetine: Belediyemiz mantıklı gözüken bir proje için 
            kollarını  sıvamış.  Bir bilene danışmış, proje istemiş. Acaba bu ön 
            proje için ne kadar ücret vermiş ?   
 
            - 
            35  dönümlük şehir merkezinin altı 
            seçilmiş. Acaba; bu alanın üstünü düzenlemek  yerine  niçin altını 
            seçmiş ? Bu alanın altında neler  var acaba ? Neler yok ki.  Bu  
            belirlenen  alanın  altında bir tarih yatıyor.  Bir  kent yatıyor. 
            Tarih kokan büyük bir hazine yatıyor.   
 
            - Neden  buraya  ÇÖPLÜK denilmiş acaba belediye   bunu  araştırdı 
            mı ? Hiç zannetmem. Bence bu fikirlerinden vazgeçmeleri  için 
            gereken bir iki başlık sizle re ileteyim.   
 
            - Birincisi:Burası NİKONYA şehrinin bulunduğu  yer olabilir mi. 
            Uzun süre Çorum'u fetih eden  atalarımız bu yıkıntıları çöplük  
            olarak kullanmış olamazlar mı ? Buralar ve  eski Karakeçili 
            mahallesi bir önceki medeniyetin yıkıldığı alan olup olmadığı 
            biliniyor mu ?   
 
            - 
            İkincisi: 1 Temmuz 1940 Tarihli 24. 
            Sayı Çorumlu Dergisinin normal sayfa 2. genel sayfa 725 şi bir güzel 
            okumaları ve yine aynı derginin 25. Sayısında yayımlanan  "MTA TAG 
            Direktörlüğü Tusik Raporu No:1057 Çorum Havalisinin Jeolojik ek 
            sizi"ni  bir güzel inceleyiversinler.   
 
            - 
            İkinci  bilgiyi bulamazlarsa;  
            yayımladığım Çorumlu   2000 dergisi 7 sayı 28 numaraya bakı 
            versinler.  Ya da ; 8. Sayı 27.  Sayfada  bu  rapor hakkında   
            yazan  Sayın 
 
            - Hocam Oğuz Leblebicioğlu'nun yazısını bir inceleyiversinler. 
            
            
 
            - 
            Bence bu iş biraz cıvık. Neden mi? 
            Çünkü bu projenin yapılacağı alan oynak toprak yani alüvyon yatağı. 
            Altında Ankara gibi  taban  kayası yok. Biliyoruz ki; bizim il 
            merkezimizin yerleşim  alanı taban suyu bol bir yer.  Bu topraklar  
            bence yer altında bir katlı derinliği   kaldırabilir  fakat 35 
            dönümlük bir alanı  ve  hele hele,2 kat olan bu projeyi kaldıramaz. 
            
            
 
            - 
            Gerekçeleri gayet açık. Bir kere bu 
            alanı şu anda  bile beş dakikalık ufak sağanak yağmurlarda bile 
            caddelerimizden dereler  gibi akan sular acaba nerelere akar. 
            Nereler dolar ?  İşte  sizin projenizde Çorum'da bu  akıntıyı 
            verecek ne bir eğilimli arazi var,nede  bu suları pompalayacak  bol  
            enerjimiz var. Yoksa burayı bitirdiğiniz   gün  yağan  şiddetli  bir 
            yağmurla doldurarak  yüzme havuzu filan mı yapacaksınız ?  O  da  
            olamaz,koca Çorum'da   bu derinlikteki  bir  havuzda  yüzebilecek 
            kaç hemşehrimiz var ? Belki de: Bir efsanevi söylenişte geçen;   
            "...yelden;Çorum selden batacak."  Denilen sözler sizin eserinizle  
            gerçekleşecektir.  Orayı yaptığınızı  var sayalım.   Şiddetli bir 
            yağmur yağınca ne olacak acaba ? Olacağı malum.  Otopark,dükkanlar 
            ve Allah C.C. korusun orada  yüzleri bulan dükkanlarda çalışanlar 
            ile, yağmurdan  kaçmak için oraya doluşan binlerce Çorumluya mezar 
            olacak. Bakın ; kendinizde söylüyorsunuz. Uydu kent. İstimlak ederek 
            bir sürü güzel tarım arazisini,mesken yeri olarak alıp Çorum'a büyük 
            bir kötülük yaptınız Bari oralarda bu projeyi yer üstünde 
            yapıverin.    Yok olmaz diyorsunuz. Ben zor olanı seçtim.  Bence siz 
            ; zor olanı değil,rant olanı seçtiniz.   
 
            - 
            Yine de  size  5. Sayı  15. Sayfada 
            kolay rantlı ve müteahhit ve istimlâke bile gerek  olmayan  bir 
            teklifim vardı bir zahmet onu okuyuveriniz. Tek katlı olan önerimiz, 
            şehrimizin tarihi dokusunu da zedelememektedir.  
 
            - 
            Sizin projeniz bence birilerine, 
            proje karşılığı biraz   para vermek. Yada  bu proje ışığı altında 
            “definecilik” yapmak.   
 
            - 
            Son  olarak;  Alah’u  Teala  bir 
            daha Türkiye’mizi  eleme  boğan depremle bizleri imtahan etmesin. Bu 
            proje ile deprem bölgesi olan ilimizin gerçeklerini göz önüne  
            alınması gerekir. Kolay rant uğruna  ilimizi   büyük bir felakete 
            sürükleyecek olan  bu  projenin   belki getirebileceği birkaç milyon 
            dolar için, Çorumluları lütfen tehlikeye atmayınız.   
 
            - 
            Saygılarımla.  
 
           
            
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          43  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                - 
                
                ÇORUM'UN KADISI
 
                - Çorum;Amasya’ya bağlı iken;
 
                - Bir rüşvetçi kadı varmış. 
                
                
 
                - Aldığı rüşvetler ile,
 
                - Çorumluların canına tak etmiş.
                
 
                - Çorumlular toplanıp;
 
                - Gizlice bir name yazıp padişaha;
 
                - Bir heyet seçerek yola 
                çıkarmışlar. 
 
                - Heyet Kırk dilim'e varınca 
                arkalarından,
 
                - Yetişmiş kadı ile adamları .
 
                - Heyeti durdurmuşlar hemen. 
                
                
 
                - Kadı heyet başkanının yanına 
                gelip:
 
                - Geri dönmelerini,bir şey 
                göstereceğini, 
 
                - Heyetin ikna olmazsa eğer;
 
                - İstanbul'a tekrar gitmelerini 
                dilemiş,
 
                - Heyettekiler bakalım,ikna 
                olmazsak eğer,
 
                - Müsaade de etti gideriz 
                İstanbul'a.
 
                - Padişaha şikayet ederiz demişler.
 
                - Kırk dilim'den Çorum'a dönmüşler.
                
 
                - Doğruca heyet ve kadının adamları
                
 
                - Kadının evine birlikte gitmişler.
                
 
                - Kadı adamlarına dışarıda kalın 
                demiş. 
 
                - İçeri gidince de heyete dönmüş:
                
 
                - Burada gördükleriniz sizde 
                kalacak 
 
                - Kimseye söylemeyin ben o zaman
                
 
                - Size söyleyin diye 
                bildiririm!Demiş.
 
                - Yemin de almış orada heyetten.
                
 
                - Beraberce bodruma girmişler.
                
 
                - Kadı bodrumdaki üç küpü 
                göstermiş,
 
                - Heyet başkanına dönerek söylemiş:
 
                - Şu baştakinin ağzını aç demiş,
 
                - Heyet başkanı küpü açmış,
 
                - Görmüşler ki ağzına kadar altın 
                dolu
 
                - İkincisini de açtırmış ,oda altın 
                dolu,
 
                - Üçüncüsünü de açtırmış kadı 
                ısrarla;
 
                - Bakmışlar yarıyı biraz geçmiş
 
                - Olarak o da çil çil altınla dolu.
 
                - Kadı sesini biraz yükseltmiş:
                
 
                - Bakın şikayete giden Çorum 
                heyeti! 
 
                - Ben üç küple geldim,iki buçuğu 
                doldu. 
 
                - Yarımı da yakında dolar,başkası 
                da yok. 
 
                - Şayet beni şikayet ederseniz,
 
                - Ben iki buçuk küpü alıp giderim.
                
 
                - Yalnız;gelen kadı da üç küple 
                gelir,
 
                - Gerisini siz artık düşünün. 
                Demiş. 
 
                - Eski rüşvetçiler belki de 
                kanaatkarlarmış,
 
                - Üç küple idare ederlermiş.
 
                - Ya şimdikiler küp değil oda da
 
                - Doldursalar yetmez imiş.
 
                - 01/03/2006
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          44  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
                GAZİ TOP (Gerçek hikaye)
            
                        Geçtiği yerde herkesle selamlaşarak dükkanın önüne 
            gelen Yusuf dükkanını Besmele ile açtı. Allah’a hamt etti. İçinde de 
            “Ya Rabb’i,bu sıkıntılı günlerden bizleri kurtar” diyerek duasını 
            etti. Son on aydır dükkana gelenlerin sayısı gittikçe azalmıştı. 
            Yaşı 55’e ermiş,güzel günler,sıkıntılı geceler geçirmişti. Açıkçası 
            feleğin çemberinden geçmiş bir yaşa ermişti. Bu düşünceleri bir 
            tarafa atarak gelirken aldığı gazetesini açtı okumaya başladı. Üç 
            beş yıldır alıştığı gazetesinin ekonomi bölümünü inceledi. Dün akşam 
            giderken hayali yatırdığı tahvilleri ile dövizin ne getirdiğini 
            öğrenmek artık onda bir tutku olmuştu. Bu tutkuları kazanmasının 
            birinci sebebi müşterilerinin azalmasından dolayı kendisine maddesel 
            olmazsa bile düşünsel bir meşgale bulmasının yansımasından başka bir 
            şey değildi. Birde Çorum’da pek popüler olan at yarışı tahminleri 
            onu oyalıyordu. Bir ara kolundaki saate baktı saat dokuzu biraz 
            geçmekte idi. Yavaş yavaş diğer esnaflarda “Çöplük”’te ki 
            dükkanlarını açmaya başlamışlardı.
                        Kalktı,küçük tüpü yakarak çay suyu için demliği 
            koydu tekrar gazetesinin başına döndü. Bu sefer spor sayfasını 
            açarak at yarışı tahminleri ile o gün hangi atların ve hangi  
            jokeylerin koşacağını inceledi. Bu inceleme de onun on dakikasını 
            almıştı. Kendi kullandığı bir tarafı yazılı kağıtlarından birisine 
            bir altılı ganyan çıkarttı,aynanın kenarına itinalı olarak 
            yerleştirdi. Beli ağrımıştı. Belini tutarak küçük tüpün üzerinde 
            kaynamakta olan demliği aldı. Kaynayan suyun büyük bir kısmını 
            dükkanda bulunan çift kapaklı termosun birinci gözüne boşalttı. 
            Demlikte kalan suyu da küçük demliğe boşalttı,belirli miktarda çay 
            atarak tüpün üzerinde bir taşım kaynayana kadar demlik elinde 
            bekledi. Demliği alarak bir kenara koydu. İyice boşalan büyük 
            demliğe su doldurarak tüpün üzerine dikkatlice koydu,küçük çay 
            demliğini de üzerine oturttu. Doğrulurken:“biz çırakken tüp ne 
            gezerdi. Yanan ocağın üzerinde güğümle su kaynatırdık. O zamanlar 
            Çorum’da dükkanda çay demlemek ayıp sayılırdı” diye düşündü.
            
            Her zaman ki saatte tertibi Selim 
            dükkana uğradı. Hal hatır sorduktan sonra kendi iş yerine gitti. 
            Saatte on olmuş,sokaklar dolmuştu. Bir ara bir müşteri geldi,acele 
            bir sakal tıraşı yapıver usta diyerek koltuğa oturdu. Yusuf gelen bu 
            genç müşteriyi tanıyamadı. Berberliğin verdiği alışkanlıkla sordu:
            
            - Çorumlu musunuz ? Genç adam
             
            
            - Evet” diyerek cevapladı. Yusuf:
            
            
            
            - Hangi mahalleden ? Diye tekrar 
            sordu. Genç adam:
            
            - Kale mahallesinde. Diye cevapladı. 
            Yusuf’un gözleri daldı. Genç adamın sakalına sürdüğü sabun köpüğünü 
            biraz daha dolaştırarak,yeğenim:
            
            - Sen bizim rahmetli koca Üsüğe çok  
            benziyorsun,bir akrabalığın var mı ? Dedi. Genç adam:
            
            - Dedemin ismi Hüseyin’di. Diye 
            cevap verdi. Yusuf.
            
            -“Evet bizim Üsüğün torunusun demek. 
            Maşallah. Yeğenim deden sana “Gazi Top”u anlatı mı ? Genç adam 
            meraklanmıştı.  Dikkat etti,berberin yüzünde geniş bir gülümseme ve 
            parlaklık gelmişti. Kendi kendine düşündü. Dedesi böyle bir hikaye 
            anlatmamıştı.Dedesi kendisi ile çok ilgilenirdi fakat onunla sohbet 
            etmeyi pek sevmezdi. Meraklandı,berbere:
            
            - Hayır usta böyle bir hikayeden 
            haberim yok. Dedi.
            
            - Yusuf hafifçe gülümseyerek 
            usturayı eline aldı;genç adamın yeni gürlemeye başlamış sakalını 
            tıraşa başladı. Genç adam;berberin söylediği hikayeyi iyice merak 
            etmişti. Berbere:
            
            - Usta hani demin söylediğin 
            hikayeyi bana anlatabilir misin ? Dedi. Yusuf:
            
            - Bak yeğenim;bundan yıllarca önce 
            idi. Duymamış olsan da ders kitaplarında okumuşsundur. Ülkemizi 
            idare edenler karar alarak kahraman Mehmetçiklerimizi Kore’ye 
            göndermişlerdi. O yılın Ramazan ayıydı. Belediye tarafından kaleden 
            atılan Ramazan topunun merkezden duyulmaması nedeni ile merkeze 
            yakın olan Parka alınması ve oradan Ramazan topunun atılması karar 
            çıkmıştı. Derken bu kararı tatbik eden Belediye Zabıta Memurları 
            Arife günü öğleden sonra topu Kale’den alarak Parka getirmişlerdi. 
            Ramazan topunu atan Osman ağa sahur topunu atar,akşam topunu da 
            Metin usta atardı. Zabıta akşam topunu atan Metin Ustaya haber 
            vererek topun yerini bildirmiş ve ikindiden sonra Ramazan karşılama 
            toplarını atması için haber vermişti. Osman Ağaya ise topun yeri 
            haber verilmemişti. Diyerek soluk alarak sabun artıklarını 
            temizlemeye başladı. Hüseyin anlatılanları dinlemeye başlamıştı. Bu 
            hem bir yakın tarihle ilgili anı idi ve hem de meraklı bir bilgiye 
            benziyordu,sabırsızlanarak.
            
            - Usta sonra ne oldu ? Dedi. Yusuf:
            
            - Bak Üsüğüm neler oldu neler 
            anlatayım da dinle: Kale mahallesinin delikanlıları bu topun 
            gittiğine çok içerlemişlerdi. Hemen mahallede toplandılar. Kendi 
            aralarında konuştular ve karar aldılar. Akşam bütün şehir teravide 
            iken topu alıp yerine koyacaklardı. Bu kararı alınca herkes evine 
            gitti. Yatsı vakti sela verilirken her zamanki toplantı yaptıkları 
            buluştular. Deden Üsük de dahil dokuz kişiydiler. O zamanlar her 
            akşam başka camide teravi kılmak için dolaşıldığı için 
            delikanlıların topluca gitmeleri dikkati çekmedi. Yürüyerek parka 
            geldiler. Hava karardığı için ortalık zifiri karanlık olmuştu. O 
            zamanlar şimdiki lisenin bulunduğu yerde ev filan yoktu. Karşısında 
            bulunan yeni kurulan Bahçelievler Mahallesi yeni kurulmuş,yavaş 
            yavaş canlanmakta idi. Hele Esnaf Evleri diye bir mahalle yoktu. 
            Milönün dediğimiz yerde bir sellağı vardı,sellanın şehir sınırı 
            sayılırdı.  
            
            Parkta topun yanına geldiler. 
            Kundağından kaldırarak yürüterek,Yeşilyurt üzerinden Milönüne 
            geldiler,orada sellayı takip ederek topu kaleye getirerek eski 
            yerine koydular. Şimdi bundan sonraki kısmını bana Osman ağa 
            anlatmıştı :” Sahur topunu atan Osman Ağanın topun yerinin 
            değiştirilmesi olaylardan haberi olmadığı için,barutunu alarak topun 
            yanına gelerek sahur başlangıç topunu atarak bir sigara yakıp evine 
            dönerken camilerin birinden temcit okunmaya başladı. Ne güzel 
            okuyorlardı temcit ilahilerini diyerek eve girdi. Sofra 
            hazırlanmıştı,mayalıları birer birer mideye indiren Osman ağa 
            hanımına bir kahve yap hatun dedi. Hanımı ocakta bulunan ateşe kahve 
            cezvesini koyarak kahve pişirdi. Osman ağa serkisof marka saatine 
            bakarak yerinden kalktı. Bir sigara daha yakarak topun bulunduğu 
            yere gitti,topu doldurdu bekledi,sigarası bitince evden adeti üzere 
            getirdiği matarasından ağzını yıkadı,suyunu içti fitili ateşledi 
            evine döndü. Diyen Yusuf sustu. Bir bardak su doldurdu. Bir yudum 
            aldı. Herhalde Ramazan,mayalı,su derken ağzı kurumuştu. Hüseyin 
            iyice meraklanmıştı.Acele ediyordu,sabırsızlanıyordu sonucu dinlemek 
            için. Dayanamayarak sordu:  
            
            Usta kimse topu sormadı mı ? Diyerek 
            sonucu dinlemeyi bekledi. Yusuf gülümseyerek.
            
            - Patlama be oğlum anlatacağım. 
            dedi. Soluklandı,sanki o günleri yaşıyordu 50 yıl öncesinin 
            dinlediği hikayeyi sanki toparlıyordu. Anlattığı bu hikayenin her 
            bölümünü birisi anlattığı için hafızasında sıraya koyuyordu :
            
            - Ertesi gün; Parkın bahçıvanı 
            koşarak belediyeye gelir,Zabıta Müdürüne çıkarak durumu 
            anlatır,topun yerinde olmadığını söyleyince Belediye karışır,hem de 
            ne karışma  koskoca tarihi top yok olmuştu,olur mu böyle bir şey 
            diyerek Başkanın odasına çıktı. Başkan da şaşmıştı bu işe. Telefona 
            sarılarak karakolu ararken Zabıta Müdürüne dönerek yahu temcit topu 
            atıldı ben kulağımla duydum diyince Zabıta Müdürü de evet bende 
            duydum derken,odacı içeriye evrak getirmiş bulunuyordu,top bahsini 
            duyunca sıkıla büzüle,Başkanım top kalede duruyor,bir şey 
            olmamış,ben buraya gelirken yerinde duruyordu deyiverdi. İş temelli 
            karışmış bulunuyordu. Parkın bahçıvanı top yerinde yok diyor,odacı 
            ise top kalede duruyor diyordu. Hemen telefon etmekten vaz geçerek 
            odacıya,makam arabası hazırlansın diyerek Zabıta Müdürüne beraber 
            gidelim bir bakalım diyerek aşağı indiler ve makam aracına binerek 
            Kale’ye geldiler. Cidden top yerli yerinde duruyordu. Fazla 
            düşünmediler ve Belediyeye döndüler,zabıtalar tekrar topu Kaleden 
            alarak Parka geri getirdiler.  
            
            Ramazanın birinci günü akşam topu 
            yine Parktan atıldı. Akşam aynı gençler topu alıp kaleye 
            getirdiler,bu git gel dört gün sürdü. Dördüncü gün Başkan bu 
            gençleri topu götürürken zabıtaları ile yakaladı. Suçüstü yakalanan 
            gençlere niçin böyle yaptıklarını sorunca,onlarda mahallemizin 
            topunun Parka gitmesine gönlümüz razı olmadı dediler. Reis önce 
            kahkaha ile güldü,sonra düşündü delikanlılar haklı diye düşündü 
            zabıtalara da emir vererek topu Kaleye götürün dedi. Gidiş geliş 
            sırasında topun tekerleğinin birisinin arızalanmasının da aşağıdaki 
            söylentiye sebep olduğunu düşünebilirsiniz.  
            
            İşte Üsüğüm top olayı böyle oldu.
             
            
            Yalnız;şehirde bir dedikodu 
            yayıldı:”Top savaşmak için Kore’ye gidiyor,geliyor dediler” 
            sonraları da  halk tarafında topa "Gazi" unvanı verildi.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          45  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                 -         
                BİZ
 
                
                - Bizi; biz yapan bu dünya sanırız.
 
                - Kimi kimden sorar, kimi ararız
 
                - Bekleriz Allah’tan emek vermeyiz
 
                - Dünyaya da esir olduk kime ne?
 
                -  
 
                - Arkamızda bir eser var demeyiz,
 
                - Yaptığımız kıymet görür bilmeyiz
 
                - Ölünce bilinir kıymet ederiz
 
                - Bu dünya ya esir olduk kime ne?
 
                -  
 
                - Ağlayan değil de, gülen olduk biz,
 
                - Öldürene  köle olduk hepimiz
 
                - Bombalanır dindaşlar seyrederiz
 
                - 
                İki devletin kuklası olduk biz
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          46  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                
                  
                   - TIMARHANE YOLCUSU
 
                  
                  -  
 
                  - Kader ağlarını yavaş yavaş örüyor.
 
                  - Bataklığa gidiyorsun bak milim milim
 
                  - Düşünmezsen bu dünyayı olursun salim
 
                  - Boş ver şu geçmişe,şen olsun istikbalin.
 
                  -  
 
                  - Sevmek ne haddine be,sevilmekte keza.
 
                  - Tutuldum zannetme,sen bu kara sevdaya
 
                  - Bir yol alır gider,boş yorumlanır rüya.
 
                  - Kanma  kimseye. Gidersin tımarhaneye.
 
                  - 20/12/1972
 
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
        |   | 
      
      
        |   | 
      
      
        |   | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          47  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mesut ARTAR  | 
      
      
        | 
        
        
        Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               BUNUN BÖYLE OLDUĞUNU İSPAT EDEN AK PARTİYE 
              TEŞEKKÜR BORCUMUZ VAR..
            
            
            Kafese beş maymun, kafesin ortasına 
            da bir merdiven konur. Merdivenin üzerine de iple bir kangal muz 
            asılır. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak 
            istediğinde dışarıdan üzerine hortumla soğuk su sıkılır. Her bir 
            maymun aynı denemeyi yapar, buz gibi soğuk suyla ıslatılır. Bütün 
            maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam olurlar. Bir süre sonra 
            muzlara doğru hareketleneni diğer maymunlar engellemeye başlar.
             
            
            Su kapatılıp maymunlardan biri 
            dışarı alınır, yerine yeni bir maymun koyulur. Yeni gelen maymunun 
            ilk yaptığı iş, koşup muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. 
            Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni gelen maymunu 
            üstüne üstlük bir de güzelce döverler.  
            
            Daha sonra ıslanmış maymunlardan 
            biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve o da merdivene ilk 
            yaptığı atakta dayak yer. Bu maymunu en şiddetli ve istekli döven de 
            biraz önce diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen 
            birinci yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. 
            Bu da ilk atağında diğerleri tarafından cezalandırılır.
            
            Diğer dört maymundan yeni gelen 
            ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir 
            fikirleri yoktur ama en iştahlı dövenler de onlardır. Sonra en 
            baştaki ıslanan maymunların dördüncü ve beşincisi de yenileriyle 
            değiştirilir.  
            
            Ama tepelerinde o bir kangal muz 
            hâlâ asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır. 
            Maymunların tamamı değiştirilmiş olmasına rağmen muza hamle yapan da 
            olmaz. Muz, merdivenin üzerinde durur, fakat hiçbir maymunun neden 
            muza hamle yapmadığını da bilmez. Muzun merdiven üzerinde durması 
            tüm maymunlar tarafından kanıksanmıştır. Muzu çok seven maymunlar, 
            hayatlarından memnundurlar!
            
            Neden mi? Çünkü; burada işler böyle 
            gelmiş ve böyle gitmektedir. Eskiden beş yıl dolmadan seçimler 
            yapılırdı. Kanunlarda seçimler beş yılda bir yapılır denilse de 
            kimse bunu sorgusunu yapmazdı. Koalisyon hükümetleri canları 
            istediklerinde seçim yapar, istediklerinde bakan değiştirirlerdi. 
            Bizler de halk olarak ne zaman seçim yapılırsa sandığa giderdik. Bir 
            anlamda sandığa gitmeyi kanıksamıştık.  
            
            Şimdi ilk kez seçimler vaktinde 
            yapıldı. muhalefet partisi CHP bilmelidir ki . Türkiye'de siyasetin 
            temel sorunu, özgürlükler çerçevesinde kolayca çözülebilecek yaşam 
            tarzları, kimlikler, inanç farklılıklarının algılanması üzerinde 
            kurulu gerginlikleri bir türlü ortadan kaldıramayışıdır. Sosyal 
            demokrat bir parti, CHP. 'Sosyal' kelimesi çerçevesinde 
            konuşacağımız çok ciddi sorunlar varken. Büyük bir neoliberal 
            kuşatma içine girdi. Sosyal güvenlik reformunu tartışırken. CHP'nin 
            gündeminde bunlar yok, 'AB'ye yaptığınız liman teklifini, Çankaya'ya 
            sordunuz mu, sormadınız mı?' Ana muhalefet bununla meşgul. Laik - 
            cumhuriyetçi eksen ile İslamcılar arasındaki kırılmadan yararlanıp, 
            Meclis'te tekrar nasıl var olacağının hesaplarını yaptı. Aslında bu 
            gerilim aslında AKP'nin da işine geldi. Uzaktan davulun sesi hoş 
            gelirmiş. Atıp tutmak kolaydır. Şunu bilmek lazım Türkiye 
            kurulduğundan beri gelen hükümetler yabancı ülkelerle yaptıkları 
            anlaşmalar, kötü yönetim ve yanlış siyasetler sonucu öyle bir hale 
            gelmiştir ki başbakan olduğunuzda yabancı ülkeler elinize ilk önce 
            kelepçe vuruyorlar ve ağzınızı da bantlıyorlar. Artık bu durumda 
            yapabileceklerinizin en fazlasını ülkeniz için yapmaya 
            çalışıyorsunuz. Ne zamanki alışa gelmişlik muhalefet çizgisini terk 
            edersek o zaman banttan da kurtulup kelepçeyi de elinden söküp 
            atabilirsek yani ülkemizi yabancı ülkelerin baskısından kurtulmuş 
            tam bağımsız bir ülke haline getirirse o zaman uyuyan dev uyanacak. 
            İşte o zaman dediğimizi yapabilecek, saygı görecek ve herkesin içine 
            korku salabileceğiz. Zaten Uygulamalar konusunda memnun olmayanlar 
            sandıkta kararını verdi. Başarılı olanlar yine beş yıllığına iktidar 
            oldu, başarılı olamayanlar da baraja takıldı. Birçok uygulamasına 
            karşı olup olmadığımız veya katılmadığımız AK Partinin bize 
            seçimlerin beş yılda bir yapıldığını hatırlatması ve halkın 
            istikrardan yana oluşu görüşüne bir vatandaş olarak sonuna kadar 
            katılıyorum. Temennimiz, alışkanlıkların bitip, doğru olanın 
            yapılmasıdır.  
            
            Ama Kimse halkın beş yıllığına 
            iktidar seçtiğine bakmıyor. Garip gelse de alışkanlıklarımızın 
            yanlış olduğu ortada. Bunun böyle olduğunu ispat eden AK Partiye 
            teşekkür borcumuz var.
        
          | 
      
      
        | 
         
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          48  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mesut ARTAR  | 
      
      
        | 
        
        
        Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ANNE VE BABANIZIN KÜÇÜK YAVRUSU DEĞİL 
              MİSİNİZ?
            
            
            Her insan belli bir yaştan 
            sonra,'hep çocuk kalsaydım keşke' der. Her insan özler 
            çocukluğunu... İster kötü ister güzel geçsin çocukluk dönemi; gene 
            de çocuk saflığıyla yaşamak ister hayatını. Nedendir bilinmez küçük 
            bir çocukken ve daha annemiz elimizden tutup parka götürürken bizi 
            oyun oynamaya; en büyük hayalimizdir büyümek ve kocaman bir adam 
            olmak...Düşünsenize bir kere o günleri...Hep büyüklere özenerek 
            oynamaz mıydık oyunlarımızı? Öğretmencilik...Evcilik... bir an önce 
            büyümek için dualar ederdik. Böyle giderdi,hepimiz için, küçüklerin 
            hayalindeki büyüklük halleri ve onları örnek alarak yarattığımız 
            çocuk tiyatrosu...Hep büyüyünce ne olacağımız sorulurdu da büyük bir 
            gururla cevap verirdik. 'Doktor olacağım yok yok öğretmen...'Her an 
            bir meslek değiştirebilen başka hangi insanoğlu var çocuklardan 
            başka? Ne güzeldi o dönemlerimiz öyle değil mi? Ağladığımız yada 
            korktuğumuz zaman babamızın güvenli kollarında huzur bulmamız, 
            annemizin şefkatli kollarında, onun kokusuyla uykuya dalmamız... Ne 
            güzeldi kardeşimizle yaptığımız oyuncak kavgaları.. Bir oyuncağı 
            bile paylaşamazken, başka biri ona zarar vermeye kalktı mı nasılda 
            koruma altına alır yada alınırdık kardeşimiz tarafından Ve... 
            Ve...Zaman...O günlerin, deli gibi büyümek istediğimiz zamanın hızla 
            akıp geçmesi, zamanın bizi yenişi... Düşünün bir kere hangimiz 
            kendimizi çaresiz hissettiğimiz zaman, iki büklüm olup cenin halini 
            almıyoruz. Bir an için annemizin güvenli karnında olmak 
            istemiyoruz.. Hangimiz ağlarken anmaz annesinin ismini yada duymak 
            istemez onun şefkatli sesini? Babamızın güvenli kollarına sığınmak 
            için neler verebilirdik acaba o anlarda?.. O kadar kaptırmışız ki 
            kendimizi büyümeğe, büyüdüğümüzü anladığımızda çok geç olmuş belki 
            de... Peki şimdi yapabileceğimiz sadece, 'keşke çocuk kalsaydım. 
            'Demek mi acaba? Hayır, tabii ki değil; çünkü çocuk saflığıyla 
            yaşayabilmek, yüreğimizdeki çocuğu çıkarmak kendi elimizdedir her 
            zaman. Lunaparka gidip de atlı karıncaya binmeyi deneyin 
            mesela...Yada bir gün toplayın bütün arkadaşlarınızı saklambaç 
            oynayın gecenin bir vakti çığlık çığlığa...Hayır.. Hayır.. sakın 
            utanmayın bunları yapmaktan, sakın utanmayın sizi mutlu eden bu 
            şeylerden.. Size tuhaf tuhaf bakan gözlere de aldırmayın, emin olun 
            ki onların bakışlarının nedeni ayıplamak değil, bir nevi, 'keşke 
            bende yapabilsem.' Düşüncesidir, siz mutlu olacağınız şeyleri 
            yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyin.. En önemlisi de yüreğinizi o 
            çocuktan uzak tutmayın.. Hep sevin, sevilin, gülün ama; bir çocuğun 
            kalbinin şeffaflığıyla yapın bunları... Böylece de daima mutlu 
            olun... Hem düşünün 70 yaşına da gelseniz hala biricik anne ve 
            babanızın küçük yavrusu değil misiniz? Yüreğinizdeki küçük sizi hep 
            yaşatın ve hep yaşayın
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         49  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mesut ARTAR  | 
      
      
        | 
        
        
        Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               AYNASI İŞTİR KİŞİNİN LAFINA BAKILMAZ
            
            
            Öylesine güzel ve köklü bir vatanın 
            evlatlarıyız ki ne kadar şükür etsek azdır. Bu cennet vatanın her 
            köşesi ayrı bir güzel Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle 
            bulunmaz bir cennettir.  
            
            Malum herkes kendi ilini, ilçesini, 
            köyünü çok sever ve doğru olanda budur. Ancak ben konuyu kendi 
            memleketime Çoruma getireceğim.  
            
            Geçmiş yıllarda bir çok sıkıntılar 
            yaşadık, fakirlik yaşadık, geride kalmışlık yaşadık ama hiç bir 
            zaman isyan eden olmadık ve olmayız da. Çünkü "Vatan sevgisi 
            imandandır. "hadisi şerifine gönülden inanmış, gönül erleriyle dolu 
            bir şehirdir Çorum. Ta ezelden bu böyle gelmiş ve böyle de 
            gidecektir.  
            
            Her nimetin bir külfeti vardır, 
            bunlarında sabırla, sevgiyle hoşgörüyle ve vatan sevgimizle 
            hallederiz  Eyvelallah!.  
            
            Çünkü vatanı olmayanın dini, dili, 
            namusu tehlikededir. Üzerinde yaşadığımız Vatanımızı, şehrimizi, 
            köyümüzü sevelim, sahip çıkalım ve yaban ellere çiğnetmeden 
            birbirimizle barışık yaşayalım. Kimselerin kaşının üstünde ki 
            karaya, soğanı sarımsağı saymaya gerek yok, Gerçek Çorumlu gibi 
            çalışıp kendi yağımızla kavrulup, şahlanışımızı her alanda kendimiz 
            yapacağız başka yolu yok.  
            
            Çoğu insan kendi şehrini candan 
            sever. Ona tutkuyla bağlıdır.
            
            Başka bir şehre yada yere değişmez 
            kendi şehrini. Çeşitli sebeplerle başka yerlere göçse de başka 
            yerleri de yurt tutsa, kendi doğduğu şehir yani memleketi bir 
            başkadır gözünde.  
            
            Onunla ilgili her haberle ilgilenir, 
            her resme doya doya bakar; bir çok kez. Oradan gelenleri hasretle 
            kucaklar, oraya gidenleri bir başka uğurlar insan.  
            
            Gurbetteki insan bir başka gözle 
            bakar şehrine, daha çok sahip çıkar belki.  
            
            Şehirde yaşayanlar o an için onun 
            kıymetini bilmezler belki.  
            
            Sabahlarını, yaz akşamlarını, tozlu 
            sokaklarını, kalabalık çarşılarını, caddelerini, yollarını ve diğer 
            nice özelliklerini hiç bilmeden yaşarlar. Şehrini seven insan için 
            yaşadıkları şehir kayıp değildir. Tozuna, toprağına, çamuruna, daha 
            duyarlı olur şehrine.  
            
            Şehirleri insanlar idare eder. İster 
            seçilmiş ister atanmış.  
            
            Onlarında şehri sevmeleri gerekir. 
            Candan, canı gönülden.
            
            Bu sevgi hem borçtur üzerlerine.
            
            
            
            Çünkü ya devlet yada bu millet görev 
            vermiştir kendilerine şehri sevsinler güzelleştirsinler diye.Onların 
            görevi çok zordur. Kendilerini düşünmeden hizmet etmeleri gerekir 
            şehre ve şehirde yaşayanlara. Hizmet edeni şehirlerde sever 
            yaşayanları da.  
            Bu yüzden çok çalışmalı, her zaman neşeli güler yüzlü olmalı, 
            zorluklarla yorulmamalı, kimseye tepeden bakmamalı, üretmeli, her 
            zaman şehri ve yaşayan insanlarını düşünmeli, klasik söylemler ve 
            günü birlik bildik politikalarla vakit geçirmemeli şehri yönetenler. 
            İster seçilmiş ister atanmış olsun.  
            
            Yoksa şehir ve insanı yapılanları 
            unutmaz. İster iyi ister kötü olsun.Bakmışsınız bir gün hiç 
            umulmayan bir insan sizden büyük fil var deyiverir. Atandım yada 
            seçildim diyen burnu bir karış havada yöneticiye. Güzel sözler 
            söylemiş atalar ?aynası iştir kişinin lafına bakılmaz?.Bu yüzden 
            söylemek yada gazetelere çıkmak kurtarmaz insanı. Şehrin insanı 
            yapılanlara bakar ve notunu verir ve oyunu ona göre yönlendirir. Ben 
            şehrimi seviyorum ve şehri yönetenlerden de bu sevgiyi bekliyorum. 
            Kendilerine karşı değil şehre, şehrimize karşı...
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
        |   | 
      
      
        |   | 
      
      
        |   | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          50  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Muhsin AKTAŞ  | 
      
      
        | 
         
        
        Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
              DURDURUN ŞU ZALİMİ 
              Dimağ durdu bu akşam ciğerim kin kusuyor, 
              Zalim zulüm yapıyor kefereler susuyor, 
              Nice Mümin Müslüman koltuğunda pusuyor, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.  
               
              Büyük şeytan haince arkasında duruyor, 
              Katil şerefsiz hain acımadan vuruyor, 
              Bir milletin tüm soyu bombalarla kuruyor, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.  
               
              Küçücük yavrucaklar kurşunlarla ölüyor, 
              Arap şeyhi makamdan utanmadan gülüyor, 
              Vahşet demek bu işe inan hafif geliyor, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i. 
               
              Dünya denen âlemde böylesi görülmedi, 
              Üç buçuk boz ayının defteri dürülmedi, 
              İnsanlığa bu kara boşuna sürülmedi, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i. 
               
              Gece ayazı çöktü yüreğimin üstüne, 
              Kurt bürünmüş sinsice yavru kuzu postuna, 
              Bebek kurban gidiyor vicdansızın kastına, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i. 
               
              Lokmalar boğazıma kurşun gibi dizildi, 
              Seyrettiğim her canda kalbim durdu ezildi. 
              Yirmi yedi aralık katliamla yazıldı, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i. 
               
              Kalem kurşun olmaya yemin etti bu gece, 
              Katile isyan etti tüm kelime ve hece, 
              Filistin’de tütmüyor birçok hanede baca, 
              Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i 
              Espiyeli MUHSİN AKTAŞ 
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
        |   | 
      
      
        |   | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          51  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Muhsin AKTAŞ  | 
      
      
        | 
         
        
        Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - AFFEYLE GAZZELİ BALAM
 
                
                -  
 
                - Yahudi’nin dölleri bombalar yağdırıyor
 
                - Sivillerin kanını göklere ağdırıyor
 
                - Pirifâni yaşlıyı itine boğduruyor
 
                - Mazluma kurşun sıkan elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Ağlayan yürekleri hırsından çatlatıyor
 
                - Müslüman’a kinini ininde hortlatıyor
 
                - Cami okul demeden füzeyi patlatıyor
 
                - Mazlum evini yıkan elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Bebek ağlatan dünya bu utanç sana yeter
 
                - Filistin’de yapılan vahşetten de bin beter
 
                - Anaların karnında bomba dumanı tüter
 
                - Mazlum canını yakan elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Çoluk çocuk demeden masumlar vuruluyor
 
                - Yardakçı yönetimler koltuk da kuruluyor
 
                - Kundağında yavrular kefene sarılıyor
 
                - Gazzeye ceset eken elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Büyük Şeytan, Avrupa, açık destek veriyor
 
                - İnsan hakları var mı? Asil vicdan soruyor
 
                - Mazlumların kanları yanağında kuruyor
 
                - Bebek kanını döken elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Lanetlenmiş İsrail leş yemeye doymuyor
 
                - Kendinden başkasını insan bile saymıyor
 
                - Eli kanlı katiller kurallara uymuyor
 
                - Bebek gözleri söken elleri kır Allah’ım
                 
 
                -  
 
                - Affeyle yavru balam uzanıp alamdım
 
                - Oyuncak oynamaya sana yer bulamadım
                 
 
                - Göğsündeki kurşuna siper de olamadım
 
                - Kafayı kuma sokan elleri kır Allah’ım
 
                -  
 
                - Espiyeli Muhsin AKTAŞ
 
                - 05.01.2009
 
               
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          52  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER 
              
              
              Siyah beyaz televizyonlu yıllardan 
              kalma bir alışkanlık olsa gerek, her yılbaşı akşamında nedense bir 
              türlü vazgeçemediğim bir ritüelim var… Siz ona batıl inanç da 
              diyebilirsiniz… Az sonra söyleyeceğim… 
              
              “Nerede o eski bayramlar” dedirten 
              erozyondan nasibini almış bir kuşak temsilcisi olarak (buradan çok 
              yaşlı olduğum zannına kapılmayın, dipçik gibiyim daha) şimdilerde 
              bayram hüzünlerini anımsatan “nerede o eski yılbaşı akşamları” 
              diye hayıflanırken yakaladım kendimi… 
              
              Hakikaten de insanın kendini 
              “suçüstü” yakalaması, suçüstü yakalanmasından daha beter bir 
              durummuş… İnsan kendini böyle bir durumda yakaladığında ne 
              yapacağını şaşırıyor vesselam… Atsan atılmaz, satsan satılmaz, 
              çünkü kendi bedenin, kendi ruhun, kendi fikriyatın, kendi 
              hislerin… 
              
              O zaman en iyisi kendimden kısa 
              bir süre uzaklaşayım ve karşıdan şöyle bir kendimi süzeyim ve 
              nihai kararımı vereyim diye niyetlendim… Bir nevi kendi kendimin 
              “Anayasa Mahkemesi” olacaktım veya “Danıştay”ı yahut her ne 
              derseniz… Önce kendime dair delillerden işe başlamalıydım ancak o 
              konuda belirli bir eğitimim olmadığından “delil yetersizliğinden” 
              berat edeceğim ümidi hasıl oldu… 
              
              Ancak “demokrasilerde çare 
              tükenmez” demişlerdi ya ben de çareyi çabucak buluverdim… Eski 
              defterleri karıştıracak, eski kayıtlardan delil toplama eylemine 
              girişecektim… Evet, en iyisi böyle yapmak olmalıydı… Aksi takdirde 
              daha mahkeme başlamadan bitecek, “suçüstü” yakaladığım kendime 
              dair bir yaptırım uygulayamayan “kendim” üzüntüden helak olup 
              gidecekti… 
              
              İşte böyle kendimle uğraşan 
              kendime hangi yöntemi salık vereceğimi düşünedurayım, planlar 
              yapadurayım, öte yandan yaklaşan yılbaşı akşamı için de bir plan 
              hazırlamam gerektiği şu kış ortasında buzlanmaya meyilli sular 
              gibi suratıma suratıma çarpıyordu… “Yahu daha bu sabah yüzümü 
              yıkamamış mıydım, nedir bu soğuk işkence?” 
              
              İşe koyulma vaktidir diyerek, 
              dolapların karşısına karargâhımı kurdum, yanıma uzunca süre 
              yetecek kadar kahve, kraker, bonbon, kabak çekirdeği ve su almayı 
              da ihmal etmedim, ayrıca doğal gazın doğal olmaktan çıkması 
              nedeniyle bir adet battaniye almayı da asli görev sayarak görevimi 
              ifa ettim… 
              
              Şimdi sıra delil toplama eylemine 
              başlamaya gelmişti… İlkin okul zamanlarımdan kalan defterlerimi 
              bulmalıydım, zira oralarda bir yerlerde mutlaka yeni yıl 
              münasebetiyle yazılmış birkaç satır bulma ümidim saklıydı… Yine 
              eskiden her seferinde “günlük” yazma hevesiyle aldığım, birkaç 
              sayfadan sonra yazmayı unuttuğum “ajanda”lar da o dolaplardan 
              birinde bulunmayı bekliyor olabilirdi… Öyle ki hasretimden 
              prangayı falan bırakın hapishaneler eskitmiş olma ihtimalleri de 
              kuvvetliydi hani… 
              
              Aslında kısa bir süre düşününce bu 
              delil toplama eyleminin başarısız olabileceği aklıma düştü, zira 
              ben eskiden hiç yazmazdım ki… Evet, yazmayı zül addeder, 
              kompozisyon derslerinden hoşlanmaz, edebiyat derslerinde “Divan 
              Edebiyatı” şiirlerini tercüme etmekten hiç hazzetmezdim… Ayrıca 
              öğrencisi olduğum “Fen” şubesinin kalıplarını yumurtanın kabuğunu 
              kırıp başını çıkartan civciv gibi de kıramazdım… Tamam sanata dair 
              ilgisiz değildim, şiire ve yazıya da ilgim vardı, lakin o ağır 
              aksak kağnı misali ilerleyen, konu-konu işlenen ve ders programına 
              tabi olan o kitapları sevemedim işte… Müfredat haricine 
              çıkılamayan bir eğitim sistemi içerisinde ormanda yolunu kaybetmiş 
              “çaylak tilki” misali, kim ne tarafa işaret etse o tarafa yönelen, 
              kendi sapımızdan tutamayacak kadar kendimize uzak bırakılan bir 
              kuşaktık ne de olsa… (Şimdilerde bizim kuşağa “darbe kuşağı” da 
              diyen oluyor) 
              
              Hazır konuya girmişken oradan 
              devam edeyim bari… İşte o “kendi sapından tutamayan” ama herhangi 
              bir “baltaya sap” olması istenen kuşağın çocuklarından olduğumuz 
              için olsa gerek düşünce sistematiğimiz de aynı okuma kültürümüz 
              gibi ağır aksak ilerliyordu nitekim… Zaten dumur halindeki düşünce 
              sistemimiz (isterseniz “düşüncesiz sistemimiz” de diyebiliriz) 
              tamamen “fen ve matematik” üzerine yoğunlaştırılmaya çalışılarak 
              daha beter felç edilmiş, “edebiyat” dersleri olmasa da olur 
              alışkanlığına maruz bırakılarak değersizleştirilmiş ve öyle 
              algılanmasına sebep olunmuştu… Matematiği bilen adamın “mantık” 
              dersiyle ne alakası olabilir ki, “fizik” kitabını yalamış yutmuş 
              üstüne bir de soda içmiş gencin “felsefe” dersini almasına ne 
              gerek var ki düşüncesinden olsa gerek, “felsefe ve mantık” dersi 
              de gereksiz kategorisine alınarak diskalifiye edilmişti…  
              
              “Kimya ve biyoloji” dersleri savaş 
              taktiğinin önemli bir parçası bellenmiş, girilecek üniversite 
              seçme sınavında bizi kurtaracak can yelekleri olarak nam 
              salmışlardı ya, o vakit “sosyoloji” gibi ne idüğü belirsiz bir 
              dersin okutulması da elzem değildi demek… Sosyoloji okuyup da 
              sosyolog mu olacaktık nasıl olsa… Ahanda bakın işte sosyologlar 
              bir araştırma yapıyorlar da bir küfür yemedikleri kalıyor…  
              
              Resim ve müzik dersleri de “el 
              emeği göz nuru” hazırlık testleri ile yavanlaştırılmış, “sol 
              anahtarı” evrim geçirerek “cevap anahtarı” halini almış, masa 
              üzerine koyulan bir vazonun resmi defalarca çizilmeye çalışılmış 
              ama her defasında ders bitmişti… 
              İşte kısaca anlattığım şahsi/öz/hakiki hikayemde de gördüğünüz 
              üzere geçmişimde yazmaya özendirecek, yazıp bir kenara saklamayı 
              adet haline getirecek, “yazayım da ilerde lazım olur” düşüncesiyle 
              arşiv oluşturmayı sağlayacak bir çocukluk/gençlik geçirmemişim… O 
              halde dolabın karşısındaki karargahımda kabak çekirdeği yiyerek 
              eski defter arama girişimimin hüsranla sonuçlanacağını siz bile 
              kestirebildiniz… Ben yine de ümitliydim… Bir süre sonra azık 
              olarak yanıma aldığım yiyecekler tükenince gerçeğe aydım ve aymaz 
              olaydım… Ne yazık ki eskiye dair yazılı bir “delil” 
              bulamayacaktım… 
              
              O zaman bu delil toplama olayını 
              başka türlü halletmek gerekecek… Nasıl olsa dolaplardan eli boş 
              döneceğim hiç olmazsa yorulmayayım, akılsız başımın cezasını başka 
              yerlerim çekmesin… Bu arada girişte belirttiğim “ritüel”ime de 
              geleceğim, lakin bana ayrılan sürenin sonuna geldik… Demek ki bir 
              sonraki yazıda kaldığım yerden devam edeceğim… 
              29 Aralık 2008 Pazartesi
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          53  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER-2 
 
              
              - 
              Her yılbaşı akşamında musallat 
              olan ve bir türlü vazgeçemediğim ritüelimden bahis açmış ve konuyu 
              dallandıra budaklandıra ve belki de ballandıra ballandıra 
              anlatmaya başlamıştım… 
 
              - 
              Her zaman olduğu gibi yine araya 
              ufak tefek de olsa yan konular girmiş, yan konuları derinlemesine 
              irdeleyemeden ve en mühimi de esas konuya bir türlü giremeden 
              yazıyı bitirmiştim… İşte kaldığım yerden devam ediyorum… Bu defa 
              bitirmeye gayret edeceğim, söz… 
 
              - 
              Aslında mevzu bahis olan ritüel 
              olsa da, bir nevi şahsi yıl sonu hesaplaşması gibi de 
              algılayabilirsiniz yazdıklarımı… Çünkü yazdıklarım daha çok o 
              minvalde yani “kişinin kendiyle hesaplaşması” mahiyetinde vuku 
              buluyor… Zaten bir çok yazımı da kişisel iç dökümüm gibi görüyor 
              ve o rahatlıkta yazıyorum… Aksi halde samimiyetsiz ve gerçeğe uzak 
              yazılar ortaya çıkar… 
 
              - 
              Bence herkes yılbaşı akşamları 
              sadece deli danalar gibi oynayarak, yiyerek, içerek vakit 
              öldüreceğine bir miktar, çok değil, mebzul miktarda iç 
              hesaplaşmasına gitmeli, bir nevi yıl sonu hesap dökümünü yapmalı 
              ve bu temel üzerine yeni yılda izleyeceği yolları 
              değerlendirmelidir… Tamamen şahsi bir düşünce ve öneridir… Yoksa 
              eğlenmeye karşı olduğum filan yok… Aksine ben de az önce bahsini 
              ettiğim türde yiyecek ve içeceğim, üstüne bir de deli danalar gibi 
              oynayacağım… Zira bütün yıl bedenime toplanan negatif enerjiyi bir 
              şekilde atmam, üçyüzaltmışbeş gün boyunca biriktirdiğim stresli 
              kurtlarımı kızgın kumlardan serin ve derin sulara dökmem lazım…  
 
              - 
              İşte bir yıl boyunca bedenimde ve 
              ruhumda birikmiş, dökülmeyi bekleyen kurtlarımı dökebilmem için ve 
              hatta eski yıllarda kıyıda köşede tutunmayı başarmış “eski” 
              kurtları da alaşağı edebilmem için dört başı mamur bir yılbaşı 
              programı hazırlamalı, buna uygun bir ortam oluşturmalı ve 
              öngördüklerimi eksiksiz yapabilmeliyim…  
 
              - 
              Tabi bunu yapabilmek “güven, 
              özveri ve tecrübe” istediği kadar aynı zamanda “güzel, özel ve 
              tedarikli” bir plan da istiyor… Her ne kadar hariçten “gazel, öğüt 
              ve terane” söyleyecekler olsa da dostlar arasında mutlaka 
              “gayretli, özenli ve teyakkuz halinde” şahsıma yardım eli 
              uzatacaklar da mevcuttur hamdolsun… İşte bunun rahatlığından olsa 
              gerek şimdilik hesaplaşmaya devam ediyor ve plan yapmayı bir 
              müddet daha erteliyorum… 
 
              - 
              Nerede kalmıştım diye kendime 
              soruyorum, ama malum kendimle bir hesaplaşmam var ya, kendim 
              kendime nerede kaldığım konusunda belki yanlış bilgi ve beyanda 
              bulunur diye sayfanın üst taraflarına ve önceki yazıya göz 
              atıyorum… 
 
              - Evet, “suçüstü” yaptığım kendimle ilgili delillerde kalmıştım… 
              Malum yazılı bir delil arama çalışmaları daha başlamadan bitmek 
              zorunda kaldı ve maalesef yazılı olmayan delillerden 
              yararlanacağım… 
 
              - 
              Şimdi kafamda o eski yıllara bir 
              yolculuğa çıkıyorum… Zira kendimi “nerede o eski yılbaşı 
              akşamları” diye hayıflanırken yakalamıştım, bakalım neredelermiş… 
 
              - 
              Siyah beyaz televizyonumuzda henüz 
              günün yayını başlamamışken “dıııııt” sesiyle birlikte ekranda 
              gördüğümüz siyah beyaz enine ve boyuna çubuklu, içinde saat olan, 
              televizyon görüntü netliğinin ayarlanmasına yardımcı olduğunu 
              düşündüğüm ve şimdilerde sadece TRT-4 yayını bittiğinde 
              görebildiğim görüntüyü hatırıma getirdim… Televizyonun yayına 
              başlamasını kardeşimle birlikte dört gözle beklerken, akşam yemeği 
              hazırlıkları yapan annemin “daha açılmadan karşısına geçip 
              oturdunuz, ne anlayacaksınız bundan” şeklindeki homurdanmasına 
              aldırış etmeden, suratlarımızdaki tarifsiz heyecanın resmini nasıl 
              anlatayım ki size?… 
 
              - 
              Hele ki televizyon açıldıktan 
              sonra, İstiklal Marşı’nın ruhumuzda yarattığı “zafer” depreminin 
              içimize salınan coşkusunun, kişiliğimizdeki ve benliğimizdeki 
              devinimlere katkısını nasıl izah edeyim?… 
 
              - 
              Reklamlar da dahil olmak üzere 
              televizyonda çıkan her şeyi mutlaka görmeliyiz içgüdüsüyle 
              donanmış arzu dolu iç sesimiz “bu uğurda gerekirse altınıza da 
              yapabilirsiniz” telkinlerini kulaklarımıza fısıldayadursun; 
              sobanın yanında her daim hazır bulunan ve annemin hünerli eline 
              geçtiğinde popolarımıza kırbaç gibi inecek olan maşanın o soğuk 
              görüntüsünün korkusuna ne yazık ki söz dinletecek bir “içgüdü” 
              sesi yoktu… O yüzden birimiz tuvaletteyken televizyonda olup 
              bitenleri diğerimiz en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, böylece 
              havsalamızda eksik raf kalmıyordu… 
 
              - 
              İşte bu şerait altında bir de 
              yılbaşı akşamlarını düşünebiliyor musunuz? Yılbaşı demek; 
              kesintisiz saatlerce yayın demekti, yılbaşı demek; bir sürü 
              şarkıcıyı ardı ardına dinleyebilmek demekti, yılbaşı demek; 
              annemin “haydi yatın artık, geç oldu” diye bize tasallut etmemesi 
              demekti, yılbaşı demek; ağabeyimin “akşam yatmıyorsunuz, sabah 
              kalkmıyorsunuz, hadi yatağa!” diye bağırıp çığırmaması demekti 
              bizim için… 
 
              - Evet o yılbaşı akşamı “Olacak O Kadar, Güler misin Ağlar 
              mısın” başta olmak üzere türlü türlü parodileri hem de bir hafta 
              beklemeden doya doya izlemek serbestti… Bütün bir yıl boyunca bir 
              arada göremediğimiz her türlü kuruyemişten tıka basa yiyebilmek 
              demekti… Tabi birde “gelsin koka-kola” sloganını söyleye söyleye, 
              arada bir geğirerek kola içmekti… 
 
              - Tombalanın ayrı zevki vardı, Milli Piyango’nun ayrı… 
              Büyüklerimiz gece 12’yi dört gözle beklerdi belki ama o zamanlar 
              daha küçük olduğumuzdan “dansöz” zevkinden mahrumduk… “Küçüktüm 
              ufacıktım/Top oynadım acıktım” şeklinde gayet masumane zevklerimiz 
              vardı… Zaten en büyük zevkimiz var olanlarla mutlu olabilmekti… 
              Daha doğrusu öyleymiş… Şimdi daha iyi anlıyorum… 
 
              - 
              İşte ta o zamanlardan beri bir 
              ritüelim var ki bir türlü vazgeçemedim… Anlattığım bütün bu 
              detaylar şimdi değişti; eğlenceler farklılaştı, mutluluk kavramı 
              nadide pozisyonlara devindi, televizyonlarda zaten her akşam 
              “yılbaşı” mönüsü verilir oldu, şarkıcı-türkücü desen gırla, 
              kuruyemiş hakgetire… Ama o ritüel hala bırakmadı beni… Ve korkarım 
              ki bırakmayacak, zira bana ayrılan süre yine bitti… Zaten ben “Bu 
              defa bitirmeye gayret edeceğim, söz…” demiştim, yani bitireceğim, 
              söz dememiştim… Ne demişler, büyük lokma ye, büyük konuşma… Devam 
              edeceğim…
 
              - 30 Aralık 2008 Salı
 
             
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          54  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 YENİ YIL ŞARKISI (ÜÇLEMENİN SONU) 
              
              
              Bundan önceki iki yazıda anlatmayı 
              beceremediğim, daha doğrusu araya giren ufak hikâyeler ve detaylar 
              nedeniyle bir türlü sırasının gelmediği; yılbaşına ait şahsi 
              “ritüel”imi anlatma çabalarım tam gaz devam ediyor, durmak yok, 
              yazmaya devam… Ritüele dair üçlemenin son yazısını okuyorsunuz… 
              
              Bu kez meramımı ikinci paragrafta 
              çarçabuk deyivereyim de bu işkence bitsin diye düşündüm… İşkence 
              dediysem, “bana dair” bir işkenceden söz etmiyorum, size verdiğim 
              rahatsızlıktan ötürü duyduğum hicaptan ve çektiğiniz işkenceden 
              bahsediyorum… Hatta öyle ki yazının başlığını “Çevreye verdiğim 
              rahatsızlıktan ötürü içimdeki ben ve dışarıdan görünen öteki ben 
              adına özür dilerim” diye değiştirecektim de, bu kadar uzun yazı 
              başlığı daha çok işkence suçu teşkil eder diye çekindim… 
              
              E malum zaten kendimle hesaplaşma 
              derdindeyim, bir yandan geçmişe dair delil toplayacağım diye 
              yırtınıyorum, öte yandan meramımı nasıl anlatacağım diye göbeğimi 
              çatlatıyorum… Üstüne bir de “işkence” mağduru olmayın diye 
              çalışıyorum işte, kıymeti bilin yani… 
              
              Efendim, çocukluğumda nereden 
              duydumsa, yılbaşı akşamına dair bir batıl inanç geliştirmişim… 
              Şimdilerde düşününce sanki yengem söylemiş gibi geliyor… Farz 
              edelim ki o söylemiş; dedi ki: “yeni yıla nasıl girersen, bir yıl 
              boyunca hep onu yaparsın”… Yani demek istemişti ki; saatler giden 
              yılın son saniyelerini gösterirken, o anda yapmakta olduğun eylem 
              her ne ise, gelen yeni yılda da en çok o eylemi yapacaksın… 
              
              Çocuk aklı işte… Ben de o zamanlar 
              bunu gerçek sandım, hatta yalnız ben değil, benden 3 yaş küçük 
              erkek kardeşim de aynı düşünceye sahipti… İkimiz de o andan 
              itibaren yılbaşı akşamlarına ayrı bir ihtimam göstermeye başladık… 
              Öyle ki günler evvelinden yeni yıla “ne yaparken” gireceğimize 
              dair planlar bile hazırladığımız olmuştu… 
              
              Çocukluğumuzda şimdiki gibi her 
              şeyden bol bol bulunmazdı tabi, mesela çikolata nadiren 
              alabildiğimiz enfes bir gıdaydı bizim için ya da muz öyle her 
              mevsim elimizin altında olmayan hatta pazarlarımızda bile arada 
              bir satılan bir meyveydi… İşte buna benzer “nadide gıda maddeleri” 
              ile ilgili planlarımız olurdu… Bir seferinde muzlarımızı 
              hazırladık ve saatler tam 12 ‘yi gösterdiği anda yemeye 
              başlamıştık, kıt aklımızla yeni yıl boyunca her istediğimizde 
              “muz” yiyebileceğimizi düşünmüştük işte… Diyelim ki o yıl 
              beklediğimiz gibi hep muz yiyemedik, asla vazgeçmezdik, ertesi 
              senelerde başka bir “nadide gıda maddesi” ile deneyimize devam 
              ederdik… Çikolata, kola, Antep fıstığı gibi az bulunan gıda 
              maddeleri ile yılmadan yıllarca deneyleri yani bir anlamda 
              “araştırmacı/didikleyici/şansa bırakmayıcı” kişiliğimizi 
              sürdürdük… Hiç akıllanmadık… Nitekim balık hafızalı olacağımız o 
              zamandan belliymiş… 
              
              Tabi bu işin “yeme ve içme” 
              boyutu… Bir de bu ritüel nedeniyle içimizi kaplayan, zaman zaman 
              kabus olup rüyalarımıza giren kötü olasılıklar da vardı… Bir 
              defasında 39 derece ateşle yattığımı bilirim, hasta olduğuma değil 
              de, yeni yıla hasta girdiğime üzülmüş, bütün yıl boyunca hep hasta 
              olup yatacağım diye korkmuştum… Öyle mi oldu bilmiyorum… Çünkü o 
              kısımlar hafızamdan silinmiş… 
              
              Yine buna benzer olası bir kötü 
              senaryo da kardeşimin aklına gelmişti… “Ya tam yeni yıla girerken 
              tuvaletim gelirse” fikrini beyan ederek benim aklıma da korkutucu 
              ve bir o kadar da ürkütücü o kötü olasılığı sokmuş oldu… Haydı 
              bakalım, günlerce içim içimi kemirdi, kemirilmekten içim boşaldı, 
              en nihayet yılbaşı akşamı geldiğinde ben bir müddet hiçbir şey 
              yemeden ve içmeden beklemeye koyulmuştum…  
              
              Ailecek geçirilen o yılbaşı 
              akşamında sofrada neler neler yoktu ki… Her türlü meze (büyükler 
              için), her çeşit meyve ve kuruyemiş, gazoz, kola, patlamış mısır 
              vesaire… Gel de yeme bakalım… En fazla 1 saat direnebildim, “aman 
              be, gelirse gelir, ben de biraz sıkarım dişimi” diyerek yemeye 
              koyuldum… Saatin yelkovanı yeni yılın ilk dakikalarına doğru yol 
              aldıkça beni iyiden iyiye bir anksiyete sardı… Panik atak geçirdim 
              adeta… Gerçekten de kâbuslar görerek yeni yıla girdim, güya yeni 
              yıla “iyi bir şey” yaparak gireyim de bütün yıl o “iyi şey” ile 
              meşgul olayım diye düşünürken, yeni yıla tuvalet korkusu 
              içerisinde girmiştim… Herkes o yıl bir yıl yaşlanırken sanırım ben 
              3 yaş birden büyümüştüm… 
              
              İşte ta o yıllardan beri her 
              yılbaşı, çocukluğumdaki kadar olmasa da yine mebzul miktarda bir 
              dürtü ve içgüdü ile o hissi yaşar oldum… Tabi büyüdükçe o 
              yıllardaki deneyleri yapmaz oldum ama içten içe bu ritüelin beni 
              kemirmeye devam ettiğini hissediyordum…  
              Büyümüş halimle yeni yıla muz yiyerek girecek halim yok ya… 
              Büyüdükten hele ki delikanlılığa eriştikten sonra yıl boyunca 
              yapmak isteyeceğiniz şeyin şekli de değişiyor meali de… Örneğin 
              üniversite yıllarında o saatlerde ders çalışmamaya özen 
              gösterirdim ki sene boyunca çalışmak zorunda kalmayayım… Ne yani 
              “yıl boyunca yapmak isteyeceğiniz şeyin şekli de değişiyor” 
              deyince başka bir “şey” mi yazacağımı düşündünüz, aşk olsun… Haydi 
              ufacık bir örnekle geçiştireyim bari; o zamanlarda eğer sevgilim 
              varsa ki çok olmadı, yeni yıla onunla sarmaş dolaş girmeyi istedim 
              hep… Böylece yıl boyu hep sarmaş dolaş oluruz diye bekledim… 
              
              Tabi yaş kemale erme noktasına 
              yaklaşınca da işler değişiyor… (Başbakanımız gibi “nokta” vurgusu 
              yaptım, fark ettiniz mi?) Ne çocukluktaki o saflık kalıyor ortada, 
              ne gençlikteki deli-kanlılık… Ne çocukluğa dair absürd istek ve 
              beklentiler kaplıyor içinizi ne de gençliğinizdeki sarmaş dolaş, 
              ye-iç-eğlen doktrini… Yolun yarısını bir çırpıda devirdiğinizi 
              arkanıza dönüp anladığınızda artık yeni yılları eskisi kadar 
              istemediğiniz fark ediyorsunuz… Zira yeni yıl demek; bir yıl daha 
              yaşlanmak demek, yeni yıl demek; ruhunuzda esen deli yellerin 
              yerini sakin meltemlerin alması demek… 
              
              Elbette eş-dost bir araya gelip 
              yine eğlenebiliyoruz, kimi zaman nezih bir ortamda, kimi zaman da 
              eğlenceli bir mekanda yeni yılı karşılıyoruz ancak 
              çocukluğumuzdaki o damak tadını bulabiliyor muyuz, bilmem?... Hani 
              ne bileyim bu yıl ekran karşısına yerleşip, önüme türlü çerezleri 
              dizip, TRT kanalını açsam, akşamüstü yemek vakitlerinde çıkan 
              “Çocuk Korosu”ndan “Yeni Yıl Şarkısı”nı dinlesem, nasıl olur 
              acaba… 
              
              Hatırlarsanız şöyle bir şarkıydı;
              
              Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni 
              yıl  
              Bizlere kutlu olsun  
              Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl  
              Sizlere mutlu olsun
              
              İsteyene linkini de vereyim; 
              http://www.dersimiz.com/sarkilar/sarki.asp?id=32 
              Ya bırak bu çocuk işlerini adam gibi bir öneri yap diyenlere 
              de alternatif bir başka ilişim (link) veriyorum; http://www.yonkis.com/mediaflash/reverse.htm  
              Bundan iyisi, Şam’da kayısı…  
              
              Yeni yılınız kutlu olsun… 
              31 Aralık 2008 Çarşamba
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          55  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - YANLIŞ HAYAT, DOĞRU SEZGİ; BEN DE VARIM 
 
              
              - 
              Yıllardır hep kendimden şüphe 
              etmiş, benliğimden kuşkulanmış, arzularımdan tiksinmiş, 
              hayallerimden iğrenmiştim… 
 
              - 
              Kendime dair bir projeksiyonun 
              ruhumda meydana getirdiği yansımaların hayatımdaki ‘kara tahta’lar 
              üzerine çiziktirilen üç beş harf benzeri çizgilerden ibaret 
              olduğundan zinhar kuşku duymamaya, her nefes alıp verişim ile 
              bedenime aldığımız sandığım oksijenin giderek kalbimi yakmaya 
              başladığına kani olmuştum…   
 
              - 
              Gözlerimin gördüğü her nesnenin 
              aslında beynimin bana oynadığı lalettayin bir mizansenin kötü 
              karakterleri olduğuna inanmış, gözlerimin inanamadığı, retinamın 
              hayretlere gark olduğu görüntülerin de suyu çekilmiş beyin 
              kıvrımlarımın rejisörlüğünde kotarılmış kötü birer Fransız kopyası 
              film olduğuna kanaat ederek koroner damarlarımı serinletmiştim… 
 
              - 
              Kulaklarımda uğuldayan nağmelerin 
              annemin küçükken söylediği ninniler olduğundan hareketle hala 
              gündemi yakalayamayan, müzik gıdasından zerre kadar haberi olmayan 
              Gıdasız Ruhumun sefillik içerisinde çırpınışlarını yeni bir beste 
              sanarak, kendimce katkıda bulunduğum müzik literatüründe listeye 
              ne zaman girebileceğim ümidiyle yaşadığım zannına kapılmışım… 
 
              - 
              “Bir lisan bir insan” dediklerini 
              duyar gibi olduğumda yalnızca YARIM lisan konuşabiliyor olmanın 
              getirdiği amansız ve bir o kadar da ağır yükün, zavallı bedenim 
              tarafından nasıl taşınabileceğini kara kara düşünmeye başlamış, 
              Karadeniz’de gemileri batan her hangi biri gibi KARA düşünceler 
              içerisinde ağıma takılan hamsilerin bile farkına varmamışım… 
 
              - 
              Bütün bu şartlar altında ve 
              koşullar üstünde hop hop zıplayarak, aldığım kalorileri yakabilme 
              pahasına en ağır sporları vücuduma reva gördüğüm kadar benliğime 
              ağır gelen her türlü iç hesaplaşmasından ‘kan revan’ olmuş düşünce 
              iklimlerimdeki yangınların sorumluluğundan da kaçmışım, hayret 
              kaçabilmişim… Üstelik hayat bana bir telefon kadar yakınken… 
 
              - 
              İşte zalimlere taş çıkartırcasına, 
              onlara nispet edercesine icraatını yaptığım, ve icraatım 
              neticesinde kendime eziyet ve işkence etmedeki başarımı tam da 
              madalya ile taçlandıracakken iki çift satır ile aniden beynimdeki 
              şimşekleri dellendirmiş bulunmaktayım… 
 
              - 
              Bugün okuduğum Berk Yüksel’e ait 
              yazının (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=148265) 
              düşündürdükleri bunlar… “Bilmiyorum diyebilmek” isimli makalenin 
              ruhumda yarattığı depremlerdir titreşimini el yordamıyla 
              betimleyebildiğim… 
 
              - 
              “Herhangi bir konuda aniden bir 
              şey sorarlarsa ne derim?” korkusuyla yaşamış durmuşum, bu korkunun 
              eseri olan ‘Sosyal Fobi’mi yenebilmek içinse elimi taşın altına 
              koymadan ‘taşı gediğe koyma’ merakına düçar olmuşum…
 
              - 
              İşte marifet değilmiş bilmek ve 
              dünyanın sonu değilmiş bilmemek… Bilmediğini bilmek ne kadar erdem 
              ise, bilmediğini bilmemek o kadar ahmaklık ve üstüne üstlük 
              bilmediği halde biliyor sandığı konuda atıp tutmak ise ahmaklık 
              kere ahmaklık… 
 
              - 
              Kendime bir barış antlaşması 
              hazırladım… Şimdiye dek bir şey bilmiyorum diye dövünüp durduğum 
              her dakikanın anısına bir imza atacağım, ama bilmem ki sayfalar 
              yetecek mi?... 
 
              - Girdiğim her ortamda, hemen her konuda bilgi sahibi olup 
              saatlerce konuşabilen insanlar arasında duyduğum rahatsızlığın, 
              hissettiğim yalnızlığın, benliğimi sıkıştıran aşağılık 
              kompleksinin, “neden daha çok okumadın” diye hayıflanan ve sürekli 
              beni azarlayan üst benliğimin intikamını alıyorum… 
 
              - 
              İntikam vaktidir, çünkü; bilmek 
              konuşmak değildir… Susmak belki bilmemekten kaynaklanıyor olabilir 
              ama her zaman bilmemek değildir… Susmak haddini bilmektir… 
              Susuyorsam haddimi bildiğimdendir… Konuşmuyorsam o konuya dair 
              söyleyeceklerimin olmadığından değil bildiğim onca şeye rağmen 
              konuşmaya değer bulmadığımdan ya da konuşarak vakit kaybetmenin 
              anlamsızlığındandır… 
 
              - 
              Konuşamadığım için yazıyorum 
              zaten… Belki çok bilmişçe, belki küstahça, belki ukalaca 
              yazıyorum, ama yazıyorum… Belki bilgince, belki alimce, belki 
              zalimce yazıyorum, ama yazıyorum… Belki salakça, belki ahmakça, 
              belki delice yazıyorum, ama yazıyorum… Belki gaddarca, belki 
              şefkatle, belki de gereksizce yazıyorum, ama yazıyorum… 
 
              - 
              Yazıyorum çünkü; konuşan binlerce 
              insan gibi havaya yazı yazmayı sevmiyorum.
 
              - 
              Yazıyorum çünkü; konuşarak 
              anlatamayacaklarımı anlatabiliyorum… Yazıyorum çünkü; düşünerek 
              yazıyorum… İşkembe-i kübradan sallanan konuşma metinleri gibi uçup 
              gitmiyor yazdıklarım… Her satırın bir anısı, her harfin bir hazzı 
              var yüreğimde… Ve düşüncemin ispatı… 
 
              - 
              Yazıyorum, çünkü; konuşamıyorum… 
              Konuşamıyorum ama düşünüyorum… Öyleyse ben de varım… 
 
              - 14 Aralık 2008 Pazar
 
             
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         56  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
            
              
                 - KOYUNLUK BİZDE KALSIN 
 
              
              - 
              Küçükken anneannemden dinlerdik 
              hikâyeleri, o başka diyarlara göçüp gittikten sonra annemin 
              anlattıklarıyla büyümüştük… Çok kardeştik ya, kimi zaman 
              komşuların bizi kıskandığını da hissederdik ama bozuntuya 
              vermezdik… İşte dinlediğimiz o hikâyelerin hepsinde küçük küçük 
              dersler vardı… Dersimizi aldık mı, alamadık mı hala çözebilmiş 
              değildim… Ta ki ‘kurban bayramı’na kadar… 
 
              - 
              Her şey ‘kurban bayramı’ gelişiyle 
              değişti… Anneannemin ve annemin anlattıklarını artık daha iyi 
              idrak eder oldum… Buna ‘pişmek’ de denebilir aslında… Hoş pişmek 
              deyince başka başka şeyler de işin içine giriyor ama bu 
              kastettiğim ‘zihnen pişmek’ durumu…  
 
              - 
              İlk çocukluğumu hatırlıyorum da, 
              ne güzel hayallerle kandırmıştık kendimizi… Masmavi denizler, 
              göller; etrafını çevreleyen yemyeşil ormanlar, ormanların yanı 
              başında türlü türlü sebzelerin, meyvelerin yetiştiği bahçeler… 
              Hoplaya zıplaya oyunlar oynardık kardeşlerimle; bazen otlar 
              arasında bazen dere kenarında… Annemin bizi çağıran o tatlı sesi 
              de kulaklarımda çınlar hala… 
 
              - 
              Şimdilerde büyümüşüz anlaşılan, 
              büyümüşüz ki artık ele avuca sığmayan bedenimizle süklüm püklüm 
              bir vaziyette kaderimizi bekliyoruz pazarlarda… 
 
              - 
              Aslında çok üzülmüyorum bayramın 
              geldiğine…. Nasıl olsa gelecekti… Bu sene olmazsa gelecek sene 
              mutlaka piyango bize vuracaktı… O da olmadı ‘yaşı geldi bunun’ 
              diyerek malum kaderimize doğru yol alacaktık nasıl olsa… 
 
              - 
              Pazarcının nasırlı kalın 
              parmakları arasında gördüğüm şeyi ilk anneannemden öğrenmiştim… 
              ‘Para’ diyordu insanlar buna… Hayatlarını devam ettirebilmek için 
              bundan kazanmaları gerekiyormuş… Yiyecek ve bilumum ihtiyaç 
              malzemelerini bununla temin ediyorlarmış… İnsanların ‘para’ 
              dedikleri bu kağıt parçaları biz koyunlar için bir anlam ifade 
              etmiyor ama bizim yediğimiz samanları da bununla satın 
              alıyorlarmış… 
 
              - 
              İşte yine bir bayram geldi dedi 
              kardeşim… O bayramı kendince eğlenecek bir şey sanıyordu hala… 
              Kardeşime isim de takmıştı bu insanoğlu… ‘Kınalı Kuzu’ diye 
              çağırıyorlardı… Kardeşim ismini filan bilmiyor esasında, sadece 
              tanıdık simalar olduğu için ‘ot’ verecekler diye koşup gidiyor… O 
              benim gibi değil… Aklını kullanmıyor hiç… Zaten kullansa ne olacak 
              ki, değil mi?... Bak ben kullanıyorum da ne oluyor… Sonumu 
              erteliyorum sadece… Eninde sonunda beni de götürecekler mezbahaya… 
              Şimdilik direniyorum… Sadece bu… 
 
              - 
              İnsanlar bizi yemek için 
              besliyorlar ya, bunu ilk öğrendiğimde çok ağlamıştım… Annemin 
              teselli verici sözleri bile beni teskin etmeye yetmemişti de, 
              sahibimiz Ahmet Ağa beni doktora götürmüştü… Ben sürekli 
              hıçkırınca belki hastalığım vardır, diğer koyunlara 
              bulaştırmayayım diye götürmüş… Doktor diyorum ama, insanlar ona 
              ‘baytar’ diyorlar… Hayvan doktoruymuş… Beni biraz inceledi… Sonra 
              Ahmet Ağa’ya bir ilaç verdi, o ilacı bir hafta bana içirdiler… 
              İğrenç bir tadı vardı; yediğim otlara, samanlara hiç benzemeyen 
              metalik bir tadı vardı o ilacın… İyi olmam için onu içmem 
              gerekiyormuş, her gün zorla içirdiler… Oysaki onların öksürük 
              sandığı şey benim ağlama nöbetlerim sırasındaki hıçkırıklarımdı… 
 
              - 
              Arife günü dedikleri günde 
              kardeşimi iri yarı bir adam alıp gitti… Bizimki pek keyifliydi, 
              sanki güney sahillerine tatile gidiyordu ahmak… Başına gelecekleri 
              bir bilse, bilmem gitmek için bu kadar hevesli olur muydu?... Ben 
              yine ağladım o giderken… Ahmet Ağa bana yine o şeyden içirdi… 
              Annem sessiz sessiz duruyordu, belli ki için için ağlıyordu… 
              Annemin sütü bol olduğundan onu satmıyordu Ahmet Ağa… Her gün 
              sütünü sağıyorlardı… İnsanoğlu sütü çocuklarına içiriyormuş… 
              Kemiklerini geliştiriyor diye… 
 
              - 
              Bahçeye çıktık… Ben sahibimizin 
              evinin içine girebilen yegane koyundum… Hastayım diye bana iyi 
              davranıyorlardı… O yüzden her yere girip çıkabiliyordum… İşte yine 
              böyle bir anda evin içine girdim… Ahmet Ağa koltuğuna oturmuş, 
              adına televizyon dedikleri şeye bakıyordu… Arada sırada kendi 
              kendine konuşuyordu… 
 
              - 
              Yunanistan dedikleri bir yer 
              varmış… Orada ‘polis’ dedikleri bir görevli bir çocuğu öldürmüş, 
              bundan dolayı o ülkede yaşayan insanlar isyan etmişler… Her gün 
              sokaklarda toplanıp hükümet dedikleri şeyi protesto ediyorlarmış… 
              Ben bunları pek anlamam ama Ahmet Ağa söylenip duruyordu… “Bak 
              işte elin oğlu koyun değil ki, hemen hakkını arıyor, polise ve 
              devlete karşı hakkını savunuyor” deyip duruyordu…  
 
              - 
              Hemen gidip anneme sordum; “Anne, 
              koyun olmak kötü bir şey mi, Ahmet Ağa habire ‘elin oğlu koyun 
              değil ki’ deyip duruyor” dedim… Annem gülümsedi… “Bu insanoğlu pek 
              ilginç bir yaratıktır evladım, işine geldi mi koyun gibi güdülür, 
              işine gelmedi mi aslan kesilir” dedi… Ben yine bir şey 
              anlamamıştım… 
 
              - 
              Bir gün yine gizlice evin içine 
              girdim, Ahmet Ağa yine o televizyon dedikleri kutuya bakıp bakıp 
              gülüyordu… Kurban bayramında insanların ellerinden kaçırdığı 
              danalar sokaklarda koşuşturuyordu… Ama sadece danalar kaçmıştı… 
              Hemen anneme gittim… “Anne neden sadece danalar kaçıyor, koyunlar 
              hiç kaçmıyor?” dedim… 
 
              - 
              Annem derin bir iç çekti… “Boşver 
              oğlum” dedi…  
 
              - 
              “Eninde sonunda yakalanacaksın ve 
              boğazın keskin bir bıçakla kesilecek… Ne diye kaçıp kendini 
              yoracaksın… Sen düşünme bunları, boş ver KOYUNLUK BİZDE KALSIN” 
              dedi… 
 
              - 
              Ben yine bir şey anlamamıştım…
 
             
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          57  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 DUYGULARA GEM VURMAK 
              
              
              Kimi zaman nereden geldiğini 
              bilemediğiniz bir duygu yoğunluğu içerisinde hayata dair yönünüzü 
              ve yörüngenizi kaybettiğiniz hissine kapılırsınız… 
              
              Öyle ki bu düşünce yoğunluğu 
              içerisinde hayatınızı idame ettirmeye yardım ettiğini düşündüğünüz 
              birçok şahsi ve ailesel değerlerinizin bile farkına 
              varmayabilirsiniz… 
              
              Masanızda duran saatin tik-tak’ları 
              arasında adeta evveliyatta annenizin ninnisini dinliyormuşçasına 
              bir ruh hali içerisinde zamana ve mekâna dair gerçekleri fark 
              edemiyor olabilirsiniz… 
              
              Bilmem kaç voltluk lambaların 
              huzmeleri altında, geleceğinize ait yol gösterici ışık 
              tünellerinde yolculuğun ve hayal dünyanızda inşa ettiğiniz, 
              duygusal depremlere dayanıklı olduğunu iddia ettiğiniz 
              konaklarınızda, huzura giden yolun ipuçlarıyla meşgaleyi seçmiş 
              olmanın rahatlığı içerisinde bir sonraki sahnenin kurgusunu 
              yapıyor da olabilirsiniz… 
              
              Maratona hazırlanan bir koşucu 
              misali hayat koşusunda her türlü donanıma sahip olduğunuz fikri de 
              hâsıl olabilir düşünce kazanlarınızda… 
              Bütün düşüncelerinizin doğruluğuna inanmış bir ruh hali 
              içerisinde beyninizdeki ayrık otlarını ayıklıyor da 
              olabilirsiniz… 
              
              İşte bütün bu ahval ve şerait 
              içinde objektifliğinize halel getirmeyi istemeden, karıncayı dahi 
              incitmekten imtina eden gönlünüzün rehberliğinde ruhsal âlemde bir 
              yolculuğa çıkmayı hayal ve ümit etmiş olabilirsiniz… 
              
              İnsanoğlunun doyumsuzluğuna 
              mukabil içinizde büyüttüğünüz sonsuz tevekkül depolarını cümle 
              âleme duyurmayı bir görev addetmiş de olabilirsiniz… 
              
              Hal böyleyken; bulmayı arzu 
              ettiğiniz hazinelerin yakınından bile geçememeyi fütursuz 
              gönlünüze kabul ettirebilmenin çarelerini düşünüyor muydunuz?... 
              
              Yahut akıp giden zaman nehri 
              içerisine “yahu bir kerecik de olsa yıkanabilsem” mantığıyla mı 
              girmeyi hayal ediyordunuz?... 
              
              Elemlerle bezenmiş olduğunu 
              varsaydığınız hayatınızın her köşe başında elinde kocaman bir 
              balyoz ile sizi gafil avlamak üzere saklanmış tarifsiz ve tanımsız 
              düşmanlarınıza savunma sporları öğrenerek mi karşı koymayı 
              düşlediniz?... 
              
              Ya da fikirlerinizi saran ve 
              ardından zehrini damla damla içine akıtmaya başlayan zehirli 
              sarmaşıklardan kurtulabilmek için nerede üretildiği bile 
              bilinmeyen gamlı yağmurlar altında kala kala pas tutmuş telkin 
              makaslarından mı medet umdunuz?... 
              
              Uykularınızı bölen çileli 
              kâbusların denetiminde ve gözetiminde geçirdiğiniz karanlık 
              gecelerin çetelesini tutamamanın ezikliği ve sorumluluğu altında, 
              kıymeti kendinden menkul zat-ı şahanelerden parasını son kuruşuna 
              kadar ödeyerek matematik kursu almayı mı planlamıştınız?.. 
              
              Savruklaşan ve sığlaşan düşünce 
              dünyanıza çeki düzen vermek amacıyla elinizin altındaki çareleri 
              görmeyerek, yol yordam bilmez mürebbiyelerden terbiye almayı 
              düşünüp, üstüne üstlük bunu gönlünüze kabul ettirebilmenin 
              çarelerini ararken, çaresizliğin tam orta yerinde çöldeki kaktüs 
              misali dikenlerinizle baş başa mı kaldınız?.. 
              
              O vakit elinizin altına 
              bakacaksınız… 
              
              O ana değin hiç farkına 
              varmadığınız ve sapı yer yer çözülmeye yüz tutmuş çalı 
              süpürgenizin kirli ve kopuk uçları ile bir çırpıda hasıraltı 
              ediverdiğiniz gönül güzelliğiniz oracıkta duruyor… 
              
              Evet tam da oracıkta, elinizin 
              altında, avuçlarınızdan tuzlu terleri yiye yiye büzüşmüş bir 
              vaziyette öylece kurtarılmayı ve size geri dönmeyi bekliyor… 
              
              Bekliyor zira onun kurtuluşu sizin 
              de kurtuluşunuz demek oluyor… O zaten sizin can kurtarıcınız 
              olmayı dört gözle beklemiş, sizin bunu fark etmenizi bekliyor 
              sadece… 
              
              Elinizin altına bakın… 
              Sakladığınız duygularınızı oracıktan kurtarın, gözlerinize aks 
              edecek parıltısının mutluluğunu yaşama fırsatını değerlendirin…  
              
              Yoksa, elimize yüklenerek 
              altındakini tek hamlede ezecek ve duygulara gem vurmaya  devam mı 
              edeceğiz?... 
              Sevgi ve sağlıcakla kalın… 
              16 Kasım 2008
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           58  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 TARAF MI, TARAFTAR MI?.. 
              
              
              Hayatın türlü aşamalarında kimi 
              fikrilere, kimi inanışlara ve hatta kimi anlamsız ritüellere taraf 
              olunabilir, zaman içinde yaşanılan çeşitli olaylar ve çıkarılan 
              sonuçlar neticesinde de bulunulan yer gözden geçirilebilir ve 
              yeniden bir değerlendirme ile son duruma kavuşulur… 
              
              Hayatın bu döngüsü kaçınılmazdır, 
              dün karşı olduğunuz bir fikre bugün sempati duyabilir ve hatta 
              taraftar olabilirsiniz… Bu durum utanılacak ve saklanılacak bir 
              acizlik olmadığı gibi, bir tutarsızlık da değildir… Zira insan 
              gelişen bir varlıktır… (Değişmeyen tek şey değişimdir demişler). 
              
              Hangi kademede olursanız olun ve 
              hangi imkanlara sahip olursanız olun bu yadsınamaz bir gerçektir, 
              belki de siz fark etmeden bu döngüyü yaşamaktasınızdır… 
              Sıradan bireyler bu döngüyü kendi hallerinde yaşayıp giderken, 
              toplumun gözü önünde bulunan ve bireylerin bir çoğu ile öyle ya da 
              böyle sürekli temas halinde bulunan şimdiki moda deyimiyle 
              “medyatik” kişilerde ise bu dönüşüm kimi zaman sancılara neden 
              olur… 
              
              Hele ki bir zamanlar sizin 
              tarafınızda olduğunu düşündüğünüz hatırı sayılır, söylediği 
              dinlenir zevatın dönüşümü size kısmen ıstırap bile verebilir… 
              Veyahut karşı cenahtan addettiğiniz eşhasın gün gelip sizin 
              taburelerinizde oturuyor olması size doyumsuz bir mutluluk, coşku 
              sağlayabilir hatta ve hatta çılgınca eğlenmeyi gerektirecek bir 
              bahane olabilir…  
              
              İşte son zamanlarda tartışılan 
              “Mustafa” filmini ve Can Dündar’ı bu bağlamda da değerlendirmek 
              gerekir diye düşünüyorum… 
              
              Öyle, çünkü yazılı basında 
              ağırlıklı olmak üzere bilumum medya organlarında tartışıla gelen 
              bazı hususların temelinde bu huzursuzluk sendromu ya da aşırı 
              taşkınlık hali yatıyor olabilir… Tamamında demiyorum ama bir 
              kısmında bu halin etkili olduğunu düşünmekteyim… 
              
              Tartışmaların ucuna naçizane kendi 
              düşüncelerimi de eklemek gayesi ile bu makaleyi kaleme almaya 
              karar verişimden bu yana günler geçti… Meseleye hangi açıdan 
              bakmak kararını veremediğimden ancak yazabiliyorum… Amaç kişiyi ya 
              da olayı kişiselleştirerek polemik yaratmak değil elbet… 
              Vurgulamak istediğim hususlar kişisel görüşten ziyade yöntemlerin 
              hassasiyetine binaen olacaktır… 
              
              Topluma mal olmuş ve aydın kimliği 
              ile gerek genç kuşaklara gerek ihtiyacı olan yetişkin topluluğa, 
              olayların ve gelişmelerin, fikirlerin ve altında yatan sebeplerin, 
              olayların oluş anındaki koşulları da göz önünde tutarak daha iyi 
              anlayabilmelerine imkân sağlamak için ışık tutması gerekenler 
              “kendi penceremden böyle gördüm ve böyle yorumladım” dememelidir… 
              
              O vakit biz sıradan vatandaşların 
              kendi pencerelerinden olaylara bakışından bir farkı kalmayacak 
              olan bu anlatım biçimi, eğer makul bir şekil ise; sıradan 
              insanların da tek tek kendi pencerelerinden gördüklerinin 
              değerlendirilmesi, bu gördüklerini belgeselleştirme konusunda 
              yardım edilmesi gerekmez mi?... Hatta bu konuda teşvik edilmeleri 
              bile gerekebilir… 
              
              Bir yöneticinin sorumluluğu ile 
              emrinde çalışan bir hizmetlinin sorumluluğunun aynı olmaması gibi; 
              aydın addedilen kişiler ile hitap ettikleri kitlelerin 
              sorumlulukları da aynı değildir… 
              
              Var olan statükoyu eleştirmek bir 
              hak olabilir, ancak eleştirirken olaya her açıdan yaklaşabilmeli, 
              türlü pencerelerden görünenleri eşit yoğunlukta ve eşit ağırlıkta 
              sunabilmelidir… Aksi takdirde açıkça itiraf edemeseniz bile iki 
              taraf arasında olmanız gereken tam orta yerde olmazsınız, bir 
              tarafa daha yakın durduğunuz aşikar hale geldiği için her iki 
              cenahtan da hiç ummadığınız tepkileri duymak durumunda 
              kalabilirsiniz… 
              Buradan tam orta yerde durmanız gerektiği gibi bir anlam 
              çıkarılabilir, kastettiğimiz gerçek anlamda orta yerde durmak 
              değildir… Anlatmak istediğimiz tarihsel olayları zımnen de olsa 
              tarafsızlık gözlüğü ile gösterebilmenizdir (görebilmeniz değil)… 
              
              Zira bulunduğunuz yerin orta 
              sahaya uzaklığı sadece sizi ilgilendiren pozisyonel bir durum iken 
              gösterebildikleriniz toplumsal yargı oluşturacak ve geleceğe dair 
              bazı tohumları ekecek olan; özünde, tamamen olmasa bile kısmen 
              genel bakışa yön ve şekil verici jölelerdir… 
              
              İşte bu noktada yönetici veya 
              idareci (her ikisi de farklı sonuca ulaşır) olgunluğundaki 
              makamların takınacağı objektiflik tavrın önemi vurgulanmaktadır… 
              Yönetici yönetmekle sorumlu iken, idareci her türlü olayı idare 
              etmekle yükümlüdür… Bahsini ettiğimiz “medyatik” sorumlu kişiler 
              ise her iki yönetim makamının inceliklerini taşımalı, 
              sorumluluklarının bilincinde, yön göstermeksizin yön 
              verebilmelidir… 
              
              Çünkü yön vermek ile yön göstermek 
              arasında dağlar kadar fark vardır…
              Sevgi ve sağlıcakla kalın… 
              14 Kasım 2008
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           59 
           | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Murat HACIOĞLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               İNSANLARI ANLAMAK
            
                        Çok zor olduğunu biliyorum. Zaten çok zor olduğu 
            için tam anlamıyla beceremiyoruz ya. İnsanları anlamaya çalışıyoruz, 
            ya da anlamak istiyoruz. Bu madalyonun sadece bir yüzü. Bir de diğer 
            yüzü var elbet. İnsanları anlamaya çalışmamak, anlamak istememek.
                        Toplumda en çok duyduklarınızdan bir tanesi değil 
            midir bu soru? “Yahu şu insanları anlamıyorum bir türlü” diyene çok 
            rastlamışsınızdır eminim. Meselenin hangi tarafında olduğumuz çok 
            önemli. Anlamak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İnsanları 
            anlamadığını söyleyen kişi, gerçekte insanları anlamaya çabalamış 
            mıdır, yoksa hiçbir çaba sarf etmeden ve hatta anlamak istemezcesine 
            meseleyi savuşturmuştur.  
                        Kimi toplumlarda bazı insani değerler farklılık 
            gösterebilir. Batı toplumlarında duygusallığa fazla yer yokken, 
            bizim gibi topluluklarda duygusallık ağır basmaktadır. Dolayısıyla 
            tepkiler genellikle duygusal mantık yürütülerek verilmektedir.
             
            
            Zaten sokaktaki herhangi bir insana, 
            ya da oradaki topluluğa “İnsanları anlamıyorum” gözüyle bakmak 
            mantıklı bir sonuç değildir. İçerisinde duygusal ögeler taşır. Zira 
            insanları anlamak ya da anlamamak o kişiye herhangi bir kazanım 
            oluşturmaz. Kişi kendi işinde gücünde hayatını idame ettirmektedir. 
            İnsanları anlamak istemek, anlamaya çalışmak duygusallığın getirdiği 
            bir süreçtir.  
                        Bizim konumuz mantıki usullerle meseleleri 
            çözümleyen batı toplumlarındaki uygulamalar değil elbet. Çünkü biz 
            anlamak isteriz. Anlamamız gerekir. Her ne kadar madalyonun arka 
            tarafında, insanları anlamak istemeyen kesim ve onların düşünce 
            tarzı varsa da, yine de duygusal bir millet oluşumuzdan mütevellit 
            insanları anlamaya kafa yormayı tercih ediyoruz.
                        Peki anlamak isterken izlediğimiz yöntem ve 
            uyguladığımız metodlar doğru mudur? Esasında yazıya başlarken 
            meselenin sadece bu kısmına değinecektim. Ama yazarken diğer yönleri 
            de kısaca belirtmeden geçemeyeceğimi fark ettim.
                        Kim hangi yöntemi uyguluyor, kimlerin metodu doğru. 
            İnsanları anlamak isterken hangi gözle bakıyoruz, hangi yönlerden 
            değerlendiriyoruz. Kısaca empati denilen kavramdaki gibi, kendimizi 
            karşımızdaki insanın ya da insanların yerine koyabiliyor muyuz? 
            Empati yaparak bu soruya doğru yanıtı bulabilecek miyiz? Empati 
            yapmayı biliyor muyuz? Empati yapabiliyorsak, sonuçları doğru 
            değerlendirebiliyor ve sonuca uygun hareket edebiliyor muyuz?
                        Gerçek şu ki, tam anlamıyla insanı anlayabilmek, 
            çözebilmek mümkün değil. Öyle olsa zaten hiçbir problemimiz 
            kalmazdı. Kimse kimseyle tartışmaz, kavga etmez, gül gibi geçinip 
            giderdik. Demek ki anlamak o kadar da kolay bir mesele değil.
            
            Peki kendimizi karşıdaki insanın 
            yerine koyabilmeyi başardığımızda onu anlamış mı oluyoruz. Empati 
            yapabilmek ile karşıdakini düşünmek arasında da fark var işte. Bir 
            tanesinde koşullar gereği kendinizi o insan yerinde düşünmek söz 
            konusu iken, diğerinde her türlü duygusal, fiziksel özellikler ile o 
            insanın düşündüklerini düşünmeye çalışmak var.
            
            “Acınızı anlıyorum” cümlesi tanıdık 
            değil mi? Burada yapılmaya çalışılan empati kurabilmektir, ki çok 
            zordur. İnsanları anlamaya çalışmanın birinci ve vazgeçilmez 
            kuralıdır bence. Çünkü empati yapmadan, kendinizi her türlü duygusal 
            ve düşünsel şartlarda karşıdaki insanın yaşadıklarıyla 
            hissettiklerini hissetmeye çalışarak, aynı duygusal tepkileri 
            yaşayabilme çabası olmadan onu anlayamazsınız. 
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          60  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - BARAK HÜSEYİN OBAMA
 
            
            - 
            ABD tarihinin ilk siyahi (44.üncü) 
            başkanı Barak Hüseyin Obama, 20 Ocak Salı günü, 233 yıldır (4 Temmuz 
            1776-20 Ocak 2009) tam bir inanç, sadakat ve kararlılıkla sürdürülen 
            gelenek uyarı İsevilerin kutsal kitabı İNCİL üzerine yemin ederek 
            görevi George W. Bush'dan bu güne kadar görülmemiş muhteşem bir 
            merasimle devraldı.
 
            - 
            Aralıksız 623 yıl yaşayan ve sadece 
            yıkılışı bile, ABD’nin dünya siyaset sahnesinde zuhur etmesinden 
            fazla süren (222 yıl) Osmanlı Türk-İslâm Devleti’nin bakiyesi 
            Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken; Mustafa Kemal’de böyle bir 
            başlangıç yapmış ve Cumhuriyet’in temellerini Hacı Bayram-ı Veli 
            Camii’nde okunan mevlid-i Şerif ve ülkenin her yanında 30 gün 
            boyunca okunan Sahih-i Buhari ve Kur’an-ı Kerim hatim duaları ile 
            atmıştı.  
 
            - Bu törende ayrıca ‘Türk Devlet kurma’ geleneği’nin bütün 
            icapları yerine getirildi.
 
            - 
            TBMM kurbanlar kesilerek, ilâhiler 
            söylenip dualar okunarak açıldı. Ayrıca;
 
            - Devlet’in; ‘ebed-müddet’ kaydı, Misak-ı Milli şartı ve ‘Alemi 
            İslâm Halifeliği’nin münhasıran TBMM’nin nevi-i şahsında mündemiç 
            kalması kaydıyla Cumhuriyet, insanlık düşmanı emperyalizme karşı 
            ‘fazilet rejimi’ düsturu ile kuruldu. Cumhuriyet’in temelinde yatan 
            asil gerçekleri, umur-u devletin usul ve idame biçimini bu vesileyle 
            anmakta ve hususan hatırlamakta fayda ve zururet vardır.
 
            - 
            Kaldı ki, O, (Mustafa Kemal Atatürk) 
            hayatta olduğu sürece asker beş vakit namaz ictimâsına kalktı. 
            Kur-an, Bayrak ve silâh üzerine “Besmele-i Şerif” ile yemin etti. 
            Neferler ‘Askerin Din Kitabı’nı okurlar, Genelkurmay Başkanları, 
            Generaller ve üst rütbeli subaylar beş vakit namaz kılarlardı. 
            Orduda rütbeli tabur İmamları vardı. Cumhuriyet o dönemde sağlam, 
            emin, adil, akil ve müstekar, adalet üzere, hür ve hükümran idi. 
            Sonra İslâm’ın çimentosu lâiklik, Atatürk ilkeleri ve Türk 
            İnkılâbına düşman ‘fundamentalist’ karşı devrimci koza ve 
            kriptolarca sulandırıldı… Terör ve tedhiş unsuru ajan 
            provokatörlerce bulandırıldı.
 
            - 
            Fazilet rejimi yerini yozlaşma, 
            çürüme, yalan ve talana bıraktı.
 
            - 
            Şimdi bu elim ihmal ve derin 
            sapmanın ağır bedeli ödenmekte.
 
            - 
            Yalnız biz değil, Bilgi Çağını 
            fetrete dönüştüren dünya da bedel ödemekte.
 
            - İnsanlığın maruz kaldığı bu ıstırabın ‘bilinç’inde olan Obama, 
            ahtapotun kolları gibi dünyayı saran ve ülkeleri abluka altına alan 
            ‘organize çıkar örgütleri, küresel mafyalar ve nitelikli 
            dolandırıcıların neden olduğu krizin doruğunda’ samimi bir imanla 
            işe başladı. .
 
            -         Ülke tarihinin ilk 
            siyahi başkanı yemin töreninden bir gece önce siyahi halkların ve 
            Amerika’da yaşayan Müslümanların lideri (Hacı) Martin Luther King (Malcolm 
            X) (1929-1968) anısına düzenlenen anlamlı bir konsere katıldı. 
            (Dikkat: Bu çok önemli bir ayrıntıdır.)
 
            -        Müslüman olduktan sonra 
            Martin Luther King’in tek bir hedefi, ideali ve rüyası vardı: 
            “Amerikan kâbusuna son vermek, bu ülkeye İslâm’ın öngördüğü insan 
            sevgisi, adalet ahlâkı ve evrensel hukuk’un temel ilkelerini 
            taşımak.”
 
            - 
            O’na göre bu emel ve idealin 
            gerçekleşmesi için illâ bir siyahi zencinin yani, ‘ÖTEKİ’ lerden 
            birinin başkan olması gerekmekte idi. Aksi taktirde 250 sene önce 
            Avrupa’dan kaçan, kovulan ve hayatlarını çapulculuk (yağma, 
            yalan-talan, vahşi kapitalizm ve emperyalizm) üzerine inşa eden 
            mutasyona uğramış imtiyazlı kitleden birinin adaleti sağlaması 
            imkânsızdı.
 
            -  
 
            - SONUNDA RÜYA GERÇEKLEŞTİ!
 
            - 
            Martin Luther King, Müslüman olup 
            Hacca gidip döndükten sonra hakikati kavradı ve “dünyadan umudum var 
            artık!” demeye başladı. Şimdi artık o umudu gerçekleşti. ABD’de 
            Barak Hüseyin Obama bir tarih yazdı! ABD tarihinde ilk defa 
            ötekilerden biri, bir siyahi zenci "BAŞKAN" oldu! Dünya vampir 
            Bushtan kurtuldu!
 
            - 
            İşte, Martin Luther King’in ruhu 
            şimdi belki huzura kavuşmuş olabilir.
 
            - 
            Darısı başımıza!...
 
            - 
            Burada ‘belki’ diyorum çünkü Malcolm 
            X’den bu yana ABD yönetimi yalnız Amerika ve halkının değil, bütün 
            dünyanın kâbusu artık. Barak Hüseyin’ın dediği gibi ABD yeniden 
            inşa, restore ve rehabilite edilmez ise; Haram, yalan-talan, baskı, 
            zulüm, sömürü, işkence ve istibdat üzerine kurulu sermaye 
            imparatorluğu ‘bütün dünyanın üstüne’ korkunç bir deprem, kahredici 
            bir elem ve ölümcül bir sarsıntıyla çökecek.
 
            - 
            Acil tedbir alınmazsa o gün ABD için 
            çok yakındır!..
 
            - 
            Kenya asıllı Müslüman bir babayla 
            beyaz bir Amerikalı annenin oğlu Hüseyin Obama bunun ‘bilinçli 
            olarak’ farkında.
 
            - 
            O, 1964 yılında "tarla zencisi" 
            Malcolm X"i 16 kurşunla delik deşik eden Amerika’nın 2008 yılında 
            kendisini neden başkan yaptığını çok iyi biliyor...
 
            -  
 
            - DÜNYA’YA MESAJLAR!...
 
            - 
            “Terörizme karşı savaşta kararlılık 
            gevşemeyecek ve amacını terörle elde etmeye çalışanlar yenilecek.”
 
            - 
            - Önce ABD terörist devlet olmaktan 
            kurtarılmak zorundadır.
 
            - 
            Müslüman ülkelere: ''İlerlemek için 
            ortak çıkarlar ve karşılıklı saygıya dayalı yeni bir yol arıyoruz''
 
            - 
            - Yol adalet ahlâkı, evrensel hukuk, 
            mutlak mütekabiliyet, insanlık onuru ve idealidir.
 
            - Batı liderlerine: ''Unutmayın ki halklarınız sizi, 
            yıktıklarınızla değil, inşa ettiklerinizle hatırlayacak''
 
            - 
            - Demek ki günün bölücü, yıkıcı, 
            çıkarcı ve karanlık liderleri lânetle anılacak!
 
            - ''Hayat tarzımız için özür dilemeyecek veya savunmamızı 
            gevşetmeyeceğiz. Amacını terörle elde edenlere karşı kararlılığımız 
            güçlenecek ve onları yeneceğiz''  
 
            - 
            - Amacını terörle elde edenlerin 
            başında ABD gelmektedir. Buradan kast olunan halen işgal altında 
            tutup alenen sömürdükleri ulusları kaybetme kaygısı mıdır? Acaba!..
 
            - “ABD, dünyada herkes için eşitlik ve barış isteyenlerin dostudur 
            ve onlara liderlik (!) etmeye hazırdır. Sadece güç bizi koruyamaz. 
            Canımızın her istediğini yapamayız. Bugün burada, önümüzdeki sınavın 
            farkında olarak alçak gönüllülükle duruyorum. Bundan böyle ABD’yi 
            yeniden inşa edecek ve yeni bir çağ açacağız…”
 
            - 
            Elbette adalet ve müesses hukuka ve 
            yedi milyar insanın eşit hakka sahip olduğu arz’a pervasızca 
            hükmetmeye kalkışmak kimsenin haddi ve hakkı değildir. Güç, haklının 
            elinde ve emrinde olursa meşru; Haksızın, emperyalist ve müstebitin 
            elinde olursa gayrimeşrudur. Adil olmayan güçlere karşı ‘dünya 
            ailesi’ birlikte mücadele ve bütün haksızlıklara müdahaleye 
            mecburdur. İnsani boyut ve bilinç toplumunun (hakiki medeniyetin) 
            gereği budur.
 
            - Obama bilmeli ki;  
 
            - 
            “Dünya barışı, adalet ve evrensel 
            hukuk'un hakiki teminatı, evrensellik arz eden, tüm uluslara ışık 
            tutan ve dünyayı aydınlatan Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı ve 
            binlerce yıllık bilgi, birikim ve deneyimden damıtılarak günümüze 
            ulaşmış kadim Türk medeniyetinin “medeni siyaset" geleneğidir.
 
            - 
            Umarız Obama bu gerçeği kavrar, 
            icraatını; Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ve Bilinç 
            Üniversitesi’nin "Sorun bencillik, çözüm sencillik" misyonu üzerine 
            inşa ederek, bilgi çağı kepazeliğine son verip “Bilinç Çağı”nı açar.
 
            - 
            Böylece, bu “‘yeni” açılım, aşama ve 
            ÇAĞ’a Atatürk ve Türk damgası vurulmuş olur.
 
            - Sonuçta Obama; tüm dünyada yankı uyandıran 'değişim vaadlerini' 
            bu bağlamda ve mutlaka yerine getirmelidir!
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          61  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ESKİ CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANLARA KIYAK!.
            
            
            Bakanlar Kurulu hafta başında (16 
            Ocak 2009), kamuoyuna açıklanan her hangi bir talep, istem ve 
            halinden şikâyet vaki olmamasına rağmen, emekli cumhurbaşkanları ve 
            eski başbakan maaşlarına yüzde 14 gibi (emsallerine oranla) 
            astronomik bir zam yapma kararı aldı.
            Memur, işçi ve emekli kesiminde derin infial yaratan bu haksız, 
            adalet, ahlâk ve hukuk dışı kararın sebebi hikmeti, gerekçesi henüz 
            bilinmiyor. Zira bir açıklama yapılmadı. Şu ana kadar bu çifte 
            standart, haksızlık, onursuzluk ve adaletsizliğe muhatap eski 
            Cumhurbaşkanı ve baş bakanlardan da bir ‘ret’ kararı veya tepki de 
            gelmedi.
            
            Sonuçta; Bakanlar Kurulu’nun bu tek 
            yanlı, gelenek, adalet ve hukuka aykırı kararı ile eski 
            Cumhurbaşkanlarının 2009 yılı emekli maaşları % 14 zamlanarak, cari 
            asgari ücretin % 2000’ini aşan 10 bin 800 TL’ye yükseldi.
            
            Kendi bütçesindeki maaş ödeneğine 
            göre hesaplanan cumhurbaşkanlığı emekli maaşı, 1 Ocak’ta bin 330 TL 
            arttı. ( Sadece oransal artışın karşılığı olan bu miktar bile; 
            mevcut işçi, memur ve emekli maaşlarının kahir ekseriyetinden 
            fazladır. Bu adaletsiz, hukuksuz, eşit işe eşit ücret ve hakkaniyet 
            kavramına bütünüyle aykırı (yüzdeli artış) sistemin apaçık hak ve 
            insanlık düşmanlığı olduğunun göstergesidir. Doğru olan: Kıdem, 
            tahsil (hakkı müktesep) ehliyet, liyakat ve adalet ilkelerine uygun 
            ‘seyyanen’ eşit miktarda artıştır.)
            
            Bu haksız tasarruf ile geçen yıl 
            9.470 TL olan cumhurbaşkanlığı emekli aylığı, 2009 yılı için 10 bin 
            800 TL olarak tespit edildi. Bu çerçevede eski Cumhurbaşkanlarından 
            Kenan Evren, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer, bu yılın sonuna 
            kadar ayda 10 bin 800 TL miktarında ‘imtiyazlı (kıyak)’ emekli maaşı 
            alacaklar.
            
            Cumhurbaşkanlığı emekli maaşına 
            bağlı olarak aylık ödenen eski Başbakanlar da bu yıl 7 bin 102 TL 
            yerine 8 bin 100 TL (998 TL zamlı) emekli aylığı alacaklar. Böylece 
            Bülent Ulusu, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan gibi 
            eski başbakanlara, 2009 yılı içinde yüzde 14 zamlı olarak 8 bin 100 
            TL emekli maaşı ödenecek.
            
            İşte her fırsatta adalet ve hukuktan 
            bahseden ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ hükümeti Bakanlar Kurulu’nun 
            adaleti bu!.. Ne kadar adaletse bu!... Oysa adalet ve hukuk, insani 
            ve ahlâki bir vecibe olarak ‘kılı kırk yarmak’ değil midir?
            
            Buna mukabil memur, işçi ve emekli 
            maaşlarına, TÜİK’in de yüksek katkılarıyla kılı kırk yararak (zam 
            falan değil!) sadaka verildiğini esef, şaşkınlık ve üzüntüyle 
            görüyoruz.
             
            ÖTEKİ’LERE YAPILAN ZAM!...
             
            
            Diğer taraftan, maaşları bütçe 
            katsayılarına bağlanan memur emekli aylıkları yılın ilk yarısında % 
            4 artış gördü. (Bu oran bile SSK ve Bağ-Kur emeklilerine göre % 0.17 
            daha fazla. Adalet, ahlak ve hukukun terazisi nerede?) Bu oran yılın 
            ikinci 6 aylık döneminde yüzde 4.5. Şu an 7’nin 9’undan emekli olan 
            normal bir memurun eline Ocak – Haziran döneminde 803.9 TL geçecek. 
            Yani milletvekili, eski başbakan ve cumhurbaşkanlarına verilen 
            zamdan bile az)
            SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise, yılın ilk 6 ayı için yüzde 3.83 
            zam yapılacak.
            
            Ekim 2008'de yürürlüğe giren 5510 
            sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın 55. 
            maddesi doğrultusunda, "Bir önceki 6 aylık (Temmuz-Aralık 2008) 
            enflasyon oranında artırılacaktır” hükmüne göre: 2009 yılı Temmuz 
            ayında alacakları zam % 6.77.
            Tabii eğer adalet ve (hüküm doğrultusunda) hakkaniyet ilkelerine 
            uyulursa eğer!..
             
            ADALETSİZ 'AKP' VE HÜKÜMET!
            
            Bir yanda eski ricale vaki % 14 zam, 
            diğer tarafta ekonomik kriz, fakru zaruret ve sefalet içinde 
            kıvranan, hayati ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz, yaşamı zindana 
            dönen, sefalete mahkum edilen asıl vatandaş!..
            
            Dahası var; Krediler ve kartlar 
            yoluyla vaki banka zulmü,
            
            Belediyelerin keyfi ulaşım zamları,
            
            İçilemeyen şehir suları nedeniyle 
            hane halkına yüklenen iyi su bedeli,
            
            Dünyanın en pahalı akaryakıt, 
            elektrik, su, doğalgaz ve ‘sabit ücretli’ telefon paraları..
            Son aylarda doğalgaz, elektrik ve temel gıda maddelerine yapılan 
            yüksek oranlı zam, aleni zulüm ve işkenceye karşın, bir de TÜİK’in 
            hesaplamalarında gözlenen istihza, ince alay!.. Enflasyon 
            sepetindeki ‘insanlık, hakkaniyet, hukuk ve adalet dışı” 
            yansımalar..
            
            Özellikle kışın vatandaş bütçesinin 
            büyük bölümü doğalgaz, elektrik, su, odun, kömür gibi ısınma 
            giderlerine ayrılmakta; Bu kalemlerde yapılan artışlar net yüzde 
            30'u bulmakta ve bir emekli sadece evini ısıtabilmek için ayda 
            yaklaşık 250–300 TL arasında bir fatura ödemek zorunda 
            kalmaktadır.Bütün bu gerçekleri TÜİK'in hesaplama sisteminde 
            göremezsiniz!..
            
            Üstelik bu zamlar doğrudan ve net 
            biçimde aile bütçesine yansımaktadır.
            
            Bunu neden hükümet ve TÜİK bilemez, 
            anlayamaz ve kavrayamaz?
            
            Diğer taraftan; 2008 yılı içinde SSK 
            ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan zam yüzde 9.3 iken, enflasyon 10.6 
            olduğuna göre: SSK ve Bağ-Kur emeklileri hükümetten yüzde 1.3; 2008 
            yılında ortalama yüzde 8 zam alan memur emeklileri de yüzde 2.6 
            alacaklı durumdadırlar.
            
            Memur ve memur emeklilerine 2009 
            yılı ilk 6 ayı için verilen yüzde 4 zamma göre en düşük memur emekli 
            aylığı yaklaşık 803 TL olacak, bu 30 TL'lik artış, yeterli mi? İşçi 
            ve Bağ-Kur emekli aylıklarına gelince tüm ödemeler dâhil şuanda 
            598.27 TL olan en düşük işçi emekli aylığı Ocak 2009 itibariyle 
            621.18 TL' ye yükselmekte olup; yapılan artış aylık olarak 23 TL dir. 
            Bağ-Kur'lunun en düşük emekliği aylığı 460 TL, Bağ-Kur (Tarım) 
            aylığının ise en düşüğü 305 TL olacaktır.
             
            İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞASIN!..
            
            Çalışanlar ve özellikle Emekliler bu 
            zorlu, zalim ve insanlık dışı koşullara rağmen, tedbir almaya, 
            adaletli olmaya, Anayasanın emrettiği eşitlik ilkesine uymaya ve 
            uygulamaya yanaşmayan yetkililere karşı haklı bir tepki içindeler.
            
            Giderek artan gelir adaletsizliği ve 
            süratle açılan makas karşısında insanlar adeta şok geçiriyor. Bir 
            yanda asgari ücretin dahi altında seyreden utanç verici maaşlar, 
            diğer tarafta asgari ücreti % 2000 (iki/bin) ilâ % 26.000’e kadar 
            katlayan maaşlar…
            
            Yaklaşık % 60’ı kayıt ve kapsam dışı 
            reel sektörde ise ‘krizden dolayı’ işçi çıkaran, işçisinin maaşını 
            gasp eden, vergi ve sigortasını yatırmayan patronlar, trilyonluk 
            arabalara biniyor. Şato gibi devasa köşklerle süper lüks evlerde, 
            israf ve safahat içinde yaşıyor, Alpler veya Havai’de tatil yapıyor, 
            domuz gibi yiyip-içiyor, lordlar gibi giyiniyor, bazıları bilmem 
            kaçıncı kez ‘Mecca Tavır’larına hac yapmak üzere gidiyor, tam bir 
            safahat hayatı yaşıyorlar.
             
            BU MU?.. ADALET!...
             
            
            Elbette adalet falan değil!.. 
            Nitekim bu bağlamda en önemli ve anlamlı tepki, sanal âlemin lider 
            kuruluşu Bilinç Üniversitesi’nden geldi:
            
            “Her türlü yanlış iş, davranış ve 
            haksızlıktan kendilerini sorumlu tutmayı ve bu uğurda sorumluluğun 
            gereğini yapmayı ilke edinenlerin inşa ettikleri Turgutreis Bilinç 
            Üniversitesi; eski cumhurbaşkanları ile eski Başbakanlar için, maruz 
            kaldıkları ağır (!) geçim sıkıntılarını hafifletmek amacıyla bir 
            yardım kampanyası başlatma kararı aldı. Alınan karar ve kampanya 
            kapsamında ilk bağış; kurucu Rektör "TC Emekli Sandığı emeklisi 
            Galip Baran'dan..G. Baran bu kampanya için, Üniversite adına, "aylık 
            1082.00 TL olan maaşından", her ay 500.00 TL katkıda bulunmayı vaat 
            ve TAAHHÜT etti.” Hani? Neden hüküm adalet ve hikmetle değil? 
            Hükümet AKP’yi haksızlık ve zulümle abâd edeceğini sanıyorsa, çok 
            aldanıyor!
            
            Alma mazlumun âhını, çıkar aheste, 
            aheste!...  
             
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          62  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
            
            ESKİ CUMHURBAŞKANLARINA VE BAŞBAKANLARA YARDIM 
            KAMPANYASI… 
            
            
            “Her türlü yanlış iş, davranış ve 
            haksızlıktan kendilerini sorumlu tutmayı ve bu sorumluluğun gereğini 
            yerine getirmek için ellerinden geleni yapma"yı ilke edinenlerin 
            inşa ettikleri Turgutreis Bilinç Üniversitesi; eski cumhurbaşkanları 
            Kenan Evren, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ile eski 
            Başbakanlar Bülent Ulusu, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, ve Necmettin 
            Erbakan'ın geçim sıkıntılarını (!) hafifletmek amacıyla bir yardım 
            kampanyası başlatma kararı aldı.  
            
            
            Alınan karar ve açılacak kampanya 
            kapsamında ilk bağış; Bilinç Üniversitesi kurucularından "T. C. 
            Emekli Sandığı emeklisi Galip Baran'dan... Galip Baran bu kampanya 
            için, Üniversite adına, "aylık 1082.00 TL olan maaşından", her ay 
            500.00 TL katkıda bulunmayı TAAHHÜT etti. 
            Bilinç Üniversitesi 
            Rektör yardımcısı 
            Mustafa Nevruz SINACI 
            TEL: 0312.433 82 06 
            E.posta: gercek.demokrat@hotmail.com 
             
            Gönderen "BİLİNÇ 
            ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE 
            BAK:
            http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com  
            BİLGİ İÇİN: galipbaran@ttmail.com
            
            
         
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           63  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
               
                 DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
              
              
              Vahşi bir vampirlik ve 
              kudurmuşçasına, evrensel savaş hukuku ve sulh kurumlarını hiçe 
              sayarak sivillere saldıran İsrail, dünyada demokrasi havarileri 
              tarafından korunuyor. Onlar ki hanelerinde bin türlü tefessüh 
              (bozulmuşluk ve çürüme) içinde yaşarken nizam-ı âleme 
              kalkışıyorlar. Bu, demokrasi adına büyük ayıp, evrensel hukukunsa 
              “derin” utancıdır.
              
              Gerçek şu ki; Bilgi çağı (!) falan 
              yalan-dolan, fasa fiso.
              
              Ülkelerin çoğu derin karanlık 
              güçler, gizli diktatörlükler, oligarşi, illegal monarşi ve 
              demokrasi düşmanları tarafından yönetiliyor. Şimdi bir kez daha 
              maskeler düştü. Çoklu standart, bin bir surat, sinsilik, 
              kurnazlık, içten pazarlık, kronik bencillik ve ruhlara sinen 
              sosyal şizofreni bütün çirkinliğiyle göründü.  
              
              İnsanlık Osmanlı devleti ve 
              Türk-İslâm medeniyeti’nin huzur ve güven iklimini arıyor.
              
              Evet, dünya bilgi, deha, insani 
              kalite ve ilmi değeri tabana vurmuş, ihtiras kurbanı Siyonizm’in 
              “ilâh-silâh ve ilâç” tüccarları elinde bunalım ve buhrana 
              sürüklenmiş durumda.  Dünyayı ve pek çok ülkeyi insanların idare 
              etmediğinin aleni göstergesi bu.
              
              Merhum Abdülkadir Duru’nun dediği 
              gibi, acaba dünyayı hayvanlar mı idare ediyor?
              
              Örneğin: İsrail’in Gazze saldırısı 
              ile başlayan insanlık dışı vahşi dram, soykırım ve katliam, başta 
              AB olmak üzere diğer dünya devletleri ve evrensel kurumların 
              gerçek yüzlerini bir kez daha ortaya koydu. Araplar tarafından 
              “ateş olsa cürmü kadar yer yakar” denilen, fanatik dinci çete 
              devleti’nin dünyaya meydan okuyan tavrı inadına görmezlikten 
              gelindi, aymazlık, umursamazlık, pişkinlik, sorumsuzluk, insanlı 
              ayıbı diz boyu.  
              
              Hani, dünya bir insanlık ailesi 
              idi!
              
              Bakın şu ‘insanlık ailesi’ ve 
              Adem’in çocuklarının haline!
              
              Ne kadar utanç verici!
               
              
              Üzücü ve düşündürücü!
               
              
              ABD’nin İsrail tarafından 
              yönetilen bir eyalet olduğu artık herkesçe biliniyor.
              
              AB, görünürde ABD’nin güdümünde, 
              gerçekte Siyonizm’in emir ve hizmetinde.
              
              Onca devlet ve milyonlarca 
              nüfustan ibaret Arap âlemi sus pus. Hac, gaz ve petrol 
              gelirlerinden elde ettiği sermaye ABD ve AB bankalarında, IMF’de 
              ve gayrimüslim, Yahudi ve Siyonist yatırımcılar tarafından 
              kullanılıyor. Müslüman, kardeş ülkelerde değil!.. Arap, tıpkı 
              fetret devrinde olduğu gibi sapkın, adalet, samimi inanç, ihlâsla 
              ibadet ve hukuktan uzak;  İslâm’ın öngördüğü sistem “fazilet 
              anlamında cumhuriyet, lâiklik ve demokrasi” olduğu halde 
              hiçbirinde bu erdemlerden eser yok. Safahat devam ettiği sürece 
              Araplar, ezilmeye, düşmanca sömürülmeye, ezilmeye ve harici 
              unsurlar tarafından yönetilmeye müstahak.
              
              Çünkü İslâmi bir iktisat, insani 
              yaşam ve milli siyasetleri yok.
              
              NATO Amerikan uydusu, BM İsrail 
              yanlısı, diğer uluslar arası kurumlar seyirci.
              
              İslâm Konferansı çekingen, 
              olabildiğince pasif ve palyatif.
              
              Arap Birliği kaotik kriz yaşıyor, 
              onursuz ve sorumsuz bir tavır içinde.
              
              Türkiye’nin rolüne gelince :
              
              Türkiye, Osmanlı’nın bakiyesi ve 
              bölgesel aktör sıfatıyla görünürde çok aktif.
              
              Fakat bu girişimleri tahkim 
              edecek, destekleyecek, etkili kılarak samimiyet ve kararlılık 
              göstergesi olacak en küçük bir yaptırımı yok. Bunun yanı sıra, 
              yürürlükteki ikili antlaşmalardan tutun, menşei Yahudi 37 büyük 
              şirket astronomik kârlarla ülkemizin dört bir yanında faaliyetini 
              sürdürüyor. Bu şirketlerin diğer Arap ve İslâm ülkelerinde 
              mevcudiyetini de hesaba katarsak, ortaya son derece garip, ters ve 
              çelişkili akıl almaz bir durum çıkmakta.
              
              Düşmanlarını besleyen ve maddi 
              yönden destekleyen Müslümanlar.
              
              Oysa bir Yahudi, Yahudi olmayan 
              bir esnaftan asla alış-veriş yapmaz.
              
              Bize neden yaptırılır! ve neden 
              Yahudi sermayesi dayatılır? Bilinmez.
              
              Sebebi şu ki, doğru dürüst, 
              ilkeli, onurlu ve sorumlu bir milli politikamız yok.
              
              Netice olarak dünya, büyük bir 
              ‘demokrasi ayıbı’ yaşıyor. Ancak, dünyanın her karış toprağında 
              hâkim ve hükümran olması gereken Adalet adamları ve hukukun utancı 
              bu!..  
            
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         64  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
               
                 AHTAPOTUN KOLLARI VE ADALET’E DAVET
              
              
              İnsanlığın yüz karası, sözde 
              ‘bilgi çağı’nın istismarı-suiistimali bütün dünyada yaşamı kâbusa 
              çevirdi. Tıpkı Cemiyet-i Akvam gibi NATO, BM ve diğer uluslar 
              arası adalet, hukuk ve güvenlik kuruluşları da akamete uğradı. 
              Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı ve kurucu önderi Mustafa Kemal 
              Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi, sözde modern dünya 
              tarafından idrak edilemedi. Yahut ‘çok iyi’ algılandı, lâkin 
              ‘barış içinde bir dünya’ kimsenin işine gelmedi. Tarih boyunca 
              olduğu gibi bencillik, menfaatperestlik ve çıkar ağır bastı.
              
              Aslında bütün dünya ve insanlığın 
              sorunu bu.. Bencillik… Çözüm: Adalet, hukuk, ahlâki formasyon ve 
              Demokrasi.. Yukarda yer alan vecizede kastedilen ‘dünya barışı’nın 
              durumu malum…Bu gün iç siyaset ve ‘yurtta barış’a bir bakalım:    
              
              
              
              İç siyasette, ‘yurtta barış’ da da 
              aynı durumdayız?
              
              “Yurtta Barış”ın olmazsa olmaz 
              şartı adalet ahlâkı, hukuk, Türk İnkılâbı istikametinde 
              kararlılık, istikrar ve sebatla ilerleme, yani “yurdu ve milleti 
              öz’ünden çok sevmek” tir. Türk medeni siyasetinin kadim büyükleri 
              buna, ‘umur-u devlet’ ve ‘istikamet’ derler. Bu, siyasette fazilet 
              mücadelesi, haklıların güçlülüğü (bon sens) ve devletin, iyi 
              insan, namuslu-dürüst ve iyi vatandaşlar adına icra-i faaliyet 
              göstermesidir. Bir başka deyişle: Devlet iyidir, adalet ve fazilet 
              timsalidir. Hak, hakikat ve hukuk’la iş görür.  
              
              Devlet kurumunu yönetmeye ve 
              yürütmeye sadece iyiler lâyıktır.   
              
              Dolayısıyla, devlet idaresinde 
              ‘kötülere’ yer yoktur!..     
              
              Örneğin şu Ümraniye soruşturması 
              ve sözde “Ergenekon” davasının aldığı hal..  
              
              Halkın (kamu vicdanının) bu 
              araştırma ve soruşturmadan ‘haklı olarak’ beklediği “kapsamlı bir 
              temiz eller operasyonu, yüzleşme ve hesaplaşma” dır. Şu ana kadar 
              beklenen olmadı. Tam tersine zaman içinde olay tam bir siyasi 
              hesaplaşmaya, ahtapotun beyni ve gövdesini bütünüyle yok etme 
              yerine, sadece kollardan birini kesmeyi hedefleyen ‘olası 
              muhalefeti’ tasfiyesi hareketine dönüştü.  
              
              Bu bir hayâli sükut ve hüsrandır. 
              Bataklık bütünüyle kurutulmazsa kâbusa döner. Nasıl? Şöyle ki: 
              Sıkça vaki iddialara göre son kırk yılda ülkemizde, kamu 
              kurum-kuruluşları, hayati sektörler, her nevi işletmeler ve 
              özellikle Belediyelerde yapılan soygun-vurgun, görevi kötüye 
              kullanma, rüşvet-iltimas, vergi kaçakçılığı, hortumculuk, 
              yolsuzluk ve suiistimalin faturası 500 milyar doları aşmasına 
              rağmen; Bu süreçte alenen belli fail, zanlı ve müsebbiplerin 
              üstüne gidilmiyor. Belki de gidilemiyor. Oysa Ergenekon’un da 
              finansörleri, ortak, yandaş, yoldaş, yardım ve yatakçı unsurları 
              bunlar. Yani bataklık burada.. Görünüşte tepeye yani, ahtapotun 
              başına (beynine) dokunulmuyor, tabana (köklere) inilmiyor, ana 
              gövde üstüne de gidilmiyor. Sadece menfur kollardan biri olan 
              teorisyen, tetikçi, maşa ve taşeronların ütüne gidiliyor. Bu çok 
              derin bir iç sorundur ve uygulanan yöntem yanlıştır.  
              
              Doğrusu, son 48 yılı büyüteç 
              altına koymak, medya-mafya-siyaset üçgeninde, gelmiş, geçmiş bütün 
              iş adamı, bürokrat, diplomat, bankacı, gazeteci ve siyasetçileri 
              kapsayacak bir yüzleşme ve hesaplaşma operasyonunu 
              gerçekleştirmektir. Kamu vicdanının ‘eğer varsa’ adalet cihazı ve 
              Yargıdan arzu, talep ve beklentisi budur. Mevcut hükümet, dava 
              sürecinde her türlü dokunulmazlık, masuniyet, memurin muhakemat ve 
              sair koruma zırhları, ayrıcalık ve imtiyazları askıya alarak 
              adalete yardımcı olmak zorunda ve durumundadır.  
              
              Zira ancak bu şekilde ve bu 
              operasyon sonucunda, ülkemizde hüküm süren karanlık, gizli 
              diktatörlük, kararsızlık-belirsizlik, oligarşi, illegal monarşi ve 
              demokrasi düşmanlığı son bulabilir. Adalet ahlâkı ve hukukla 
              donanmış, demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşları ile hayata 
              geçirmiş bir Türkiye, çok kısa sürede muasır medeniyet seviyesine 
              ulaşabilir.  
              
              Aksi takdirde, tek yanlı bir 
              tasfiye asla çözüm getirmeyecek; Fırsatı ganimet bilerek hükümete 
              sorun dayatan illegal kesim ve unsurlar, menfur amaçlarını 
              gerçekleştirme yolunda önemli bir mesafe alacaktır. Örnek mi 
              istiyorsunuz? Alın size, “sözde” Kürt sorunu meselâ!..  
              
              EĞER! İçerde istikrar, dışarıda 
              barış ve itibar istiyorsak, “Adaletli” olmak zorundayız.
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          65  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
 
            
            - 
            Adına ‘bilgi çağı’ denilen 
            ‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü 
            aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik 
            bir saplantısı var.  
 
            - 
            Sömürü araçları: İlâh, silâh ve 
            ilâç...
 
            - 
            İnsanlık dışı saplantı: Yahudi 
            fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
 
            - 
            Ancak, bu gün değinmek istediğim 
            konu saplantılar değil, sömürü araçları.
 
            - 
            Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen 
            iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve 
            kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal 
            olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur. 
            Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik 
            (Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam, 
            soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır. 
            Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din 
            ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.  
 
            - 
            Onlar, insanlık âleminin kâbusu, 
            evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
 
            - 
            Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye 
            bir mefhum da tanımazlar.  
 
            - 
            Bu nedenle, asırlar süren sistematik 
            bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış, 
            düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına 
            almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye 
            koyulmuşlardır.      
 
            - 
            Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi 
            çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak 
            insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah, 
            huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç 
            ticareti.  
 
            - 
            Bu, insanlık davası, evrensel adalet 
            ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh, 
            şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
 
            - 
            Önce, tefessüh etmiş batı 
            uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer 
            “organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya 
            Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri 
            yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine 
            soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri 
            savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve 
            küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli 
            orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün 
            dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai 
            amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek 
            kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’ 
            isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları: 
            IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar 
            aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak 
            üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti, 
            siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir 
            anlamda dünya barışının baş belâları…      
             
 
            - 
            Bunlar, menfur amaçları 
            doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal, 
            biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca 
            kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki 
            milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor, 
            yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor, 
            insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün 
            taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.  
 
            - 
            Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür 
            silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.  
 
            - 
            Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel 
            ticaret unsuru “İLAÇ”!..
 
            - 
            Soykırım ve saldırı türlerinin 
            tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden 
            oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç 
            adına ilaç pazarlıyorlar.  
 
            - 
            Ana konumuz olan bu sorun aslında 
            çok derin.  
 
            - 
            Sektör tüm dünyada yukarda 
            açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç 
            şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı 
            bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından 
            tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca 
            hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın 
            alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde 
            rekabete asla izin vermiyorlar.       
 
            - 
            Yani, milyarca insanın sağlığı bu 
            tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
 
            - 
            Bu nedenle dünyanın dört bir 
            tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok 
            sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün 
            alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme 
            dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi, 
            hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri 
            tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme 
            pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
             
 
            - 
            Kalkışmanın en önemli nedeni: 
            Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç 
            firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile 
            Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha 
            doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve 
            malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.  
             
 
            - 
            Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet 
            sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti 
            anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz 
            kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere 
            Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.  
 
            -  
 
            - YETERİNCE YANKI BULMADI    
             
 
            - 
            Evet, çok teknik ve karmaşık bir 
            konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan 
            ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana 
            belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti 
            uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge 
            kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!  
 
            - 
            Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak 
            sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
 
            - 
            Biraz da Eczacıların mitingine 
            bakalım ve seslerine kulak verelim.   
 
            - 
            Mitingde, on binlerce eczacı, 
            yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp, 
            içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
            
            
 
            - 
            “IMF sağlıktan elini çek, Kömür 
            bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır, 
            zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde 
            anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı 
            Eczacı Erdoğan Çolak:  
 
            - 
            ''Her birimizin ama dahası 
            çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
 
            - 
            ''Bugün burada olanlar, bu alanları 
            dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde 
            dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır'' 
            diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf 
            ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan 
            dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle 
            sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak 
            belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu. 
            Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri 
            apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini; 
            Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve 
            paraya tapındıklarını da..    
 
            - 
            Şimdi soruyorum:  
 
            - 
            Kuruluşunun temelinde sosyal devlet, 
            insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan 
            Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine 
            kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı? 
            Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman 
            gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk 
            milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların 
            yanında yer almasıdır.     
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          66  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
 
            
            - 
            Adına ‘bilgi çağı’ denilen 
            ‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü 
            aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik 
            bir saplantısı var.  
 
            - 
            Sömürü araçları: İlâh, silâh ve 
            ilâç...
 
            - 
            İnsanlık dışı saplantı: Yahudi 
            fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
 
            - 
            Ancak, bu gün değinmek istediğim 
            konu saplantılar değil, sömürü araçları.
 
            - 
            Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen 
            iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve 
            kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal 
            olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur. 
            Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik 
            (Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam, 
            soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır. 
            Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din 
            ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.  
 
            - 
            Onlar, insanlık âleminin kâbusu, 
            evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
 
            - 
            Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye 
            bir mefhum da tanımazlar.  
 
            - 
            Bu nedenle, asırlar süren sistematik 
            bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış, 
            düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına 
            almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye 
            koyulmuşlardır.      
 
            - 
            Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi 
            çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak 
            insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah, 
            huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç 
            ticareti.  
 
            - 
            Bu, insanlık davası, evrensel adalet 
            ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh, 
            şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
 
            - 
            Önce, tefessüh etmiş batı 
            uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer 
            “organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya 
            Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri 
            yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine 
            soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri 
            savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve 
            küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli 
            orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün 
            dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai 
            amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek 
            kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’ 
            isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları: 
            IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar 
            aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak 
            üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti, 
            siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir 
            anlamda dünya barışının baş belâları…      
             
 
            - 
            Bunlar, menfur amaçları 
            doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal, 
            biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca 
            kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki 
            milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor, 
            yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor, 
            insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün 
            taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.  
 
            - 
            Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür 
            silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.  
 
            - 
            Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel 
            ticaret unsuru “İLAÇ”!..
 
            - 
            Soykırım ve saldırı türlerinin 
            tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden 
            oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç 
            adına ilaç pazarlıyorlar.  
 
            - 
            Ana konumuz olan bu sorun aslında 
            çok derin.  
 
            - 
            Sektör tüm dünyada yukarda 
            açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç 
            şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı 
            bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından 
            tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca 
            hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın 
            alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde 
            rekabete asla izin vermiyorlar.       
 
            - 
            Yani, milyarca insanın sağlığı bu 
            tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
 
            - 
            Bu nedenle dünyanın dört bir 
            tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok 
            sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün 
            alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme 
            dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi, 
            hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri 
            tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme 
            pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
             
 
            - 
            Kalkışmanın en önemli nedeni: 
            Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç 
            firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile 
            Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha 
            doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve 
            malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.  
             
 
            - 
            Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet 
            sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti 
            anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz 
            kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere 
            Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.  
 
            -  
 
            - YETERİNCE YANKI BULMADI    
             
 
            - 
            Evet, çok teknik ve karmaşık bir 
            konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan 
            ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana 
            belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti 
            uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge 
            kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!  
 
            - 
            Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak 
            sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
 
            - 
            Biraz da Eczacıların mitingine 
            bakalım ve seslerine kulak verelim.   
 
            - 
            Mitingde, on binlerce eczacı, 
            yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp, 
            içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
            
            
 
            - 
            “IMF sağlıktan elini çek, Kömür 
            bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır, 
            zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde 
            anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı 
            Eczacı Erdoğan Çolak:  
 
            - 
            ''Her birimizin ama dahası 
            çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
 
            - 
            ''Bugün burada olanlar, bu alanları 
            dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde 
            dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır'' 
            diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf 
            ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan 
            dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle 
            sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak 
            belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu. 
            Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri 
            apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini; 
            Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve 
            paraya tapındıklarını da..    
 
            - 
            Şimdi soruyorum:  
 
            - 
            Kuruluşunun temelinde sosyal devlet, 
            insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan 
            Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine 
            kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı? 
            Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman 
            gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk 
            milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların 
            yanında yer almasıdır.     
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          67  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI
            
            
            Öncelikle belirteyim ki, son beş 
            altı yıldır sağlık sektöründe insan haklarının zorunlu gereği kamu 
            yararı, sosyalizasyon politikaları ve anayasada belirlenmiş devlet 
            görevi göz ardı edilmekte ve sektör, giderek serbest piyasa 
            ekonomisi çerçevesinde gelişen sıradan bir ticari faaliyete 
            dönüştürülmektedir. Oysa bu alan ‘nevi-i şahsına münhasır’ çok özel 
            bir alandır.  
            
            Burada hükümetlerin görevi ‘dış 
            baskı, uluslar arası üretimin belirleyici unsurları’ ve kartelin iç 
            uzantı ve işbirlikçilerine karşı Ecza depolarını tahkim etmek, 
            spekülâtörlere karşı tedbir geliştirmek ve geleneksel Eczane 
            kurumunu korumaktır.  
            
            Şu anda genel olarak sistem şöyle 
            işlemektedir:
            
            Üreticiler ile Eczacı arasında Ecza 
            depoları var. Depolar yaptıkları dağıtım karşılığı % 9 oranında kâr 
            alıyorlar. Toptancı niteliği taşıyan bu aşamada aslında % 9 kâr 
            fazla. Bunun azami % 5’e çekilmesi gerekir. Bu kâr oranı Eczanelerde 
            % 20. Fakat kurum iskontoları ve sair unsurlar dikkate alındığında 
            bu oran reel olarak % 7-8’lere kadar düşebiliyor. Ayrıca devlet ilâç 
            satışları üzerinden % 8 KDV mahsup etmekte. Bunun gerekçesi artı 
            gelir sağlamak değil, piyasayı denetim, takip ve kontrol altında 
            tutmak! Peki, madem öyle neden % 1 değil? Hiç sağlık hizmetleri ve 
            ilâç vergi konusu olur mu? Bu sistem içinde oluyor ne yazık ki!..
            
            Ayrıca, son 5-6 yıldır ikame edilen 
            sistem Eczacıları bürokrasiye boğmuş, ek personel istihdamını 
            zorunlu kılarak işletme masraflarını önemli ölçüde arttırmış; Buna 
            mukabil reel gelirlerinde ciddi düşüşler olmuştur. Dolayısıyla 
            getirilen sistem ferahlık yerine sıkıntı yaratmıştır. Şimdi daha da 
            sıkıntılı hale getirilmek istenmektedir. Oysa devletin görevi, 
            zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, namuslu ve dürüst sektörleri 
            korumak ve kollamaktır.  
            
            ''2004'ten bu yana atılan adımlar, 
            'Sağlıkta Dönüşüm'le birlikte tüm sağlık sistemini hasta hale 
            getirdi. Krizinizin bedelini de ödemeyeceğiz, hastalarımıza da 
            ödettirmenize izin vermeyeceğiz. Bize dört yıldır haksız yere bedel 
            ödetiyorlar. Şirketler kârlarını katlarken, emeğiyle geçinen 
            eczacının ekmeğine göz dikiyorlar. Bizler, üzerimize kâbus gibi 
            çöken ‘kamu kurum iskontosu’ kamburunu üzerimizden atmadan bu 
            meydanlardan inmeyeceğiz.”
            
            ''Bu ülkede sağlık hizmeti ücretsiz 
            mi? Sizden muayene ücreti almaya cesaretleri bile yok. Sağlık 
            hizmetinin ücretini eczacılara aldırıyorlar. Böyle bir tek ülke daha 
            gösterin bana?''
            
             ''Günübirlik tedavi hizmeti de ne 
            demek? Böyle bir uygulama Türkiye'den başka hiçbir ülkede yok. Bizde 
            özel hastaneler kârlarını katlasınlar diye var! Peki, reçete dağıtım 
            sistemimiz neden kaldırıldı? Rekabete aykırıymış!. Eşit reçete 
            dağıtım sistemi bu ülkenin, bu halkın sağlık sigortasıdır. Sağlıkta 
            asla rekabet olmaz. İlaçta reklâm ve rekabet öldürür!”  
            
            ''Kimse sağlık bütçesini artırma 
            peşinde değil. Eczacılık yasasını değiştirip, alanı kartellere açma 
            peşindeler. Biz eczaneyi ticarethaneye çevirmelerine izin 
            vermeyeceğiz''  
            
            Bu sözler TEB Başkanı Eczacı Erdoğan 
            Çolak’a ait. Dahası var.
            
            - Ankara Eczacı Odası Başkanı Oğuz 
            Ekincioğlu: “Eczacılık mesleğini sistemli olarak yok etmeye 
            çalışıyorlar. Raflarımızdaki ilaçları bedava kamulaştırdılar";
             
            
            - İstanbul Eczacı Odası Başkanı 
            Eczacı Semih Güngör. “Uluslararası ilâç tekellerinin çıkarlarını 
            koruyan sağlık politikalarıyla eczane ekonomileri olumsuz etkiledi. 
            10 bine yakın eczane fiili iflasın eşiğinde. Sağlıkta dönüşüm bu 
            yıkım sürecini hızlandırdı. Sistemi eczaneler üzerinden yürüttüler. 
            Bütün sorunları eczacının sırtına yüklediler. Sanayi ıskontosunun, 
            muayene ücretlerinin, bedelsiz kamulaştırmaların, provizyon 
            sisteminden kaynaklanan sorunların tüm yükünü biz eczacılar taşıdık. 
            Şimdi, Eczacı-Eczacı ortaklığı ile biz eczacıların iradesine rağmen 
            meslek yasamıza sokulmak isteniyor. Eczanelerimizi şirketleştirmek 
            istiyorlar. Şirketleşen eczanelerle hizmetin niteliği temelden 
            değişecek. Eczanelerimiz sağlık hizmeti üreten kurumlar olmaktan 
            çıkacak, birer ticarethaneye dönüşecek. İlaç, eczacılık ve sağlık 
            sistemini tümüyle sermayenin egemenliğine teslim etmek istiyorlar. 
            Bunun içindir ki 'Sağlıkta ve Eczanede Yıkıma Son' diye 
            haykırıyoruz"  
            
            - Uşak Eczacı Odası Yönetim Kurulu 
            Başkanı Halime Özen: “Sağlık politikasının adı ilaçta tasarruf 
            olunca, hem hastalarımızın sağlığı hem de eczanelerimizin geleceği 
            açısından tehlike büyüyor. Eczaneler dört yıldır ayakta kalma 
            mücadelesi veriyor. Hükümet eczaneyi gerçek sağlık hizmet sunucusu 
            olarak değil, “tedarikçi aktörlerden “ biri olarak görüyor.”  
            
            - Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği 
            Başkanı Abdullah Özyiğit: “Bizler, kendi öz sermayelerimizle 
            kurduğumuz eczanelerimizin sahibi ve sorumlusu olarak, halka sağlık 
            hizmeti vermek, bunun karşılığında doğal olarak meslek haklarımızı 
            almak ve korumak istiyoruz. Ancak, sağlık hizmetleri yasası içinde, 
            eczacı yer almamakta ve Eczacı yok sayılmaktadır. Gelecek için 
            tasarlanan tüm modellemelerde eczacı sağlık emekçisi değil, 
            perakendeci olarak tanımlanmaktadır. Oysa ilaç herhangi bir ürün 
            değildir. İlacın değişim değeri değil,  kullanım değeri önemlidir ve 
            ilaç kâr odaklı holdinglerin eline bırakılmayacak kadar hayati bir 
            üründür. Yıllardır 6197 sayılı yasanın değişimine yönelik çabalar 
            var. Ancak, çağın gerekliliği olan bu değişiklikler yapılmadı. Şimdi 
            bazı çevrelerce eczacı-eczacı ortaklığı ileri sürülüyor. Meslek 
            örgütümüzün ve meslektaşlarımızın hiç böyle bir talebi yokken bunun 
            ileri sürülmesini anlamak mümkün değil. Eczanelerimiz üzerinde 
            emelleri olan ve bu konuda alt yapı hazırlıklarını tamamlayan 
            sermaye grupları eczacılık alanını ele geçirmek istiyorlar”  
            
            İşte, ilâçta verilen insanlık 
            sınavının görünen yüzü! Bir tarafta ‘üretici-depo-eczane’ zincirinde 
            yıllardır sorunsuz yürüyen sektör; diğer tarafta kâr hırsıyla 
            kudurmuş kartellerin kirli pazarlıkları. Bu süreçte Eczacılar 
            Birliği, ilaç alım protokolünü feshetti. Sorun çözülmez ise artık 
            sigortalı kendi parasıyla ilaç alacak. Rezalet! İlâç üzerinde oyun, 
            kâr hırsı ve rant kavgası apaçık insanlık düşmanlığı, halka zulüm ve 
            işkence değil mi?  
             
            ECZACILAR NE İSTİYOR? 
             
            
            "Muayene ücretinin eczaneler 
            aracılığıyla tahsili uygulamasına son verilmesi; Türk Eczacıları 
            Birliği’ne verilen sözleşme yapma yetkisinin mutlak olarak 
            tanınması; 6197 sayılı yasa değişikliğine ilişkin yasa tasarısından 
            eczacı-eczacı ortaklığının geri çekilmesi; Avans uygulamasının 
            hayata geçirilmemesi; Sözleşme süresi içinde yüzde 100 ödeme 
            yapılması; Kamu kurum iskontoları yükünün eczacı üzerinden 
            kaldırılması; Eczanelerin 1'inci basamak sağlık kuruluşu olarak 
            değerlendirilmesi; Reçete dağıtım sisteminin devamı; Hastanelerde 
            eczacı istihdamı sağlanması; Günübirlik tedavi uygulamasının 
            kaldırılması ile Reçete onay sisteminin kesintisiz ve verimli 
            çalışmasının sağlanması..”
            
            Şu anda yeşil karttan dolayı devlet 
            2007 yılından eczacılara 350 milyon YTL borçlu.
            
            Konsolide bütçe ve Yeşil Kart geri 
            ödeme sürelerindeki bu gecikme ve ödemelerde yaşanan diğer 
            sıkıntılar eczaneleri ciddi bir ticari risk altına sokmakta. Buna 
            rağmen Ocak ayı içinde sorun çözülmezse Sosyal güvenlik kapsamındaki 
            vatandaşlar, 1 Şubat 2009 tarihinden itibaren eczanelerden 
            alamayacaklar. Her ilacın parası fiş veya fatura karşılığı tahsil 
            edilecek. Şu hale nazaran bu dönemin sorumlusu Türk Eczacıları 
            Birliği değil, sorunlara kayıtsız kalan bürokratların uzlaşmaz 
            tavırları dolayısıyla hükümet olacaktır. .
            
            Eczacılar haklı taleplerinin 
            karşılanmasını, SGK ile birlikte uzlaşı ortamında 2009 ilaç alım 
            Protokolünün imzalanmasını ve vatandaşa ilaç hizmeti sunmaya devam 
            etmeyi istiyorlar.
            
            BU SES’E KULAK VERİN: “TEB'in davası 
            haklı ve doğrudur. Ancak gücümüz kalmadı. Biz yasamak istiyoruz. 
            Yaşamadan yaşatamayız. 2005'e kadar yılda 70-80 eczane kapanırken 
            2005'te 400, 2006'da 700, 2008'de ise 850 eczane kapandı, 
            yaşadığımız sıkıntıların göstergesi bu. Biz, insanları nasıl ilaçsız 
            bırakacağız diye kara kara düşünüyoruz. Huzursuzuz. Ancak 
            yapabileceğimiz bir sey de yok. Sonuçlarına katlanacağız.” (TEB 
            Genel Başkanı)  
             
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          68  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               GAZZE KATLİAMLARI VE GERÇEKLER
            
            
            "Yanlışlar musibetleri, musibetler 
            felaketleri getirir" diyor, konuya vukufu ile maruf gazeteci-yazar 
            Mehmet Nacar.. Bu sözün en son örneği Irak ve Filistin, Irak, Suriye 
            ve hiç de lâyık olmadığı halde Filistin (Devlet-i âli Osmân'ın 
            bünyesinde Yahudiler) ve diğer Ortadoğu (Arap) halkları asırlarca, 
            medeni siyasetin huzur iklimi Osmanlı İmparatorluğu himayesinde 
            müreffeh, memnun, mutlu ve güvenlik içinde yaşadılar. Bu güven 
            onları rahatsız etti. Şeytana uyup, Osmanlı'nın aleyhinde 
            çalıştılar, yetmedi Osmanlıyı yıkanların da safında yer aldılar.
            
            
                        Sonuçta ne oldu?
             
                        Casus Lawrens ve Mekke Şerifi öncülüğünde Osmanlıya 
            alenen ihanet ve Türk'e karşı kıyama kalkan bu gafil halka dost ve 
            hami gibi yaklaşan İngiltere, Avrupa ve ABD, önce ülkelerini işgal 
            ederek, maddi-manevi değerlerini yağmalamaya, namuslarını kirletmeye 
            başladılar. Derken, soygun-vurgun, soykırım ve alçakça zulmün sonu 
            gelmedi. Ta ki bu güne kadar… Kaç günden beri İsrail'in Gazze 
            katliamları haber bültenlerini doldurmakta. Eğer Hamas'la El Fetih, 
            hırs ve ihtiraslarının zebunu olup birbiriyle kavgalı, içten 
            bölünmüş olmasalardı, Gazze de bu insanlık dramını yaşamazdı. İşte, 
            tefrika tuzağına düşmüş, bölünmüş, parçalanmış, milli birlik ve 
            bütünlüğünü yitirmiş ülkelerin acı sonu ve kaderi budur. Demem o ki, 
            onlar bu makus kaderi kendi elleriyle çizdiler. Nasıl mı?
                        Siyonistlerin koltuk değneği Hamas:
                        Hamas, 1987'de ABD tarafından FKÖ'nü bölerek 
            yıpratmak ve Siyonistlerin savaş politikasına hizmet etmesi için  
            kurduruldu. O nedenle Hamas, Filistinlilerin İsrail ile başa çıkacak 
            gücünün olmadığını bilerek yıllardır, kuruluş nedenine uygun şekilde 
            Yahudileri masum ve mazlum gösterecek tarzda her barış girişimini 
            baltalamakta ve Siyonistleri ölüm kusması için kuruluma uygun olarak 
            sözde tahrik etmektedir.   
                        ABD'li silah üreticilerinin koltuk değneği 
            Siyonistler  
                        Hani, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde savaş 
            üretiminin güçlü ayağı Almanya yenilince Nazizmin en büyük silah 
            üreticileri Alman Yahudilerinden özelikle Krupp ailesinin öteki 
            Yahudi silah üreticileri gibi kârlı silah üretimi de sekteye uğradı. 
            Yahudilerin dünyayı birbirine kırdırdıkları savaşı yenidünya ayağı 
            kazanmıştı. Artık ABD'li Yahudi silah tüccarı ve üreticilerine 
            savaşı sürekli kılacak uygulanabilir senaryolar gerekliydi.  O 
            senaryoların birinde 6 milyon Yahudi'nin fırınlarda yakıldığı yalanı 
            işlendi. Oysa bu, büyük bir yalandı. Yahudi bir kadın tarafından 
            temerküz kampında yazıldığı iddia edilen anılarında, (Anna Frank'ın 
            Hatıra Defteri) 1945'te piyasaya çıkan tükenmez kalem kullanıldığı, 
            yani yalan, yanlış ve uydurulmuş olduğu anlaşıldı. Fakat bu hakikat, 
            Yahudi "yenidünya" düzencileri tarafından özenle gizlendi, Almanya 
            haksız bir tazminata mâhkum edilerek İsrail'in kuruluş ve belirli 
            süre idame masrafları çıkartıldı.   
            
            Bu senaryoya göre Siyonistler başrol 
            insan katliamı ve kasaplığını oynayacaktı. Zira, zaten Siyonistler 
            (ırkçı Yahudiler) tarihten gelen gözü dönmüşlükleriyle kasap rolüne 
            çoktan hazırdı; 1948'de, gaflet, dalalet ve hıyanet içindeki 
            Filistinlilerden para mukabili satın alınan topraklar üzerinde 
            İsrail kuruldu. Sonraları katledilenlerse, tarihin geri 
            bıraktırılmış gerçek mazlumları Filistinlilerdi. Böylelikle 1948'den 
            sonra silahlarını kullanabilecekleri alanlardan birini yaratmış olan 
            ABD'li silah üreticileri, Filistinlilere de silah sattı. İsrail 
            ordusu da en büyük destekçisi ABD'nin silahlarını ve teknolojisini 
            ABD silah üreticilerinin verdiği silahları üreterek kullandı. İşte 
            bir büyük yalan, hile-desise, kurnazlık ve kan üzerine kurulu plan…
            
            
                        Canavara Dönüştürülen Yahudiler
            
            Her biri kasap olarak eğitilip, 
            canavara dönüştürülen Yahudilerin karşısında düşman yaratmaktan daha 
            kolay başka şey olamazdı. Gözün dönmüşcesine katlet! Katlet ki, 
            düşman yarat! Yarattığın düşmana karşı sözde savunmak için sonra 
            yeniden saldır. On Emir'in DNA'sında "Öldürmeyeceksin!" sözü sadece, 
            kendi Yahudi halkından olan için mi geçerli? Bir Yahudi insani 
            davranmak istese de sonunçta bir Siyonist'e "Yahudi ırkçısı"na 
            dönüşür. Artık her Yahudi, her katliam sonrasında kendisini korumak 
            için taşla saldırana ABD'li silah üreticilerinin ürünleri tankla 
            tüfekle yeniden saldırarak ölüm kusacaktır ve böylece kendisine 
            biçilen kısır döngüden kurtulamayacaktır. Geleceklerine kanlı ipotek 
            koyulan Yahudilere duyulan nefretin tek mimarı "ırkçı Yahudilerin / 
            Siyonistlerin" gözlerinin dönmüşlüğüdür
                        Şimdi Gazze'de neler oluyor? Özetlemeye çalışalım:
            
            
                        Aslında Gazze öteden beri abluka altında ve bir 
            kapalı cezaevi durumunda. Bütün sınırları kapatılmış, İsrail denen 
            gardiyan içerde istediğine istediği işkenceyi yapmakta. Cezaevi 
            demek konuyu hafife almak olur. Tıpkı Hitlerin toplama kampları, 
            Yahudileri yaktığı fırınlar, her şeyi yağmalanan Yahudiler o 
            yıllarda nasıl bir felaket yaşadıysa, şimdi Gazze de daha fazlasını 
            yaşatıyorlar. Sınırlar kapalı. Elektrik ve ısınmada kullanılan LPG, 
            ilaç ve diğer tıbbi malzeme yok. Ekmek, su, gıda yok. Silâh, bomba, 
            füze çok… 1000'e yaklaşan ölü, üç bine varan yaralı var. Ancak 
            hastane, doktor, ilaç hak getire. İnsani yardımların Filistin'e 
            ulaşmasına bile imkân yok. İzin verilmiyor. Havadan uçaklar, misket 
            bombaları, füzeler, top mermileri yağıyor, yerde İbrani komandoları 
            ateş kusmakta.  
            
            Bu vahşet ve soykırımın adına 
            "orantısız güç kullanımı" diyorlar ama bu, kesinlikle bir savaş 
            değil. Dünyanın gözü önünde yapılan katliam. Haberleri izledikçe 
            insanlığımızdan utanıyoruz. Petrol gelirleriyle hovardalık yapan 
            Arap zenginleri ve zengin Arap ülkeleri sağır mı? Suudi Arabistan, 
            BAE neden suskun? Normal zamanda aslan kesilen İran ve onların 
            Cumhurbaşkanı Ahmedinecat'a ne oldu. Mangalda kül bırakmıyordu hani! 
            Dünkü kaplan halinin kediye dönüşme sebebi nedir? Mısır neden 
            sınırlarını kapattı ve topu Türkiye'ye attı?  
            
            Sorular çok ama cevabı yok. 
            Kıbrıs'ta böyle bir zulüm olmadığı halde, barış teraneleri atan ve 
            Rumları gündemden düşürmeyen Avrupa, uyduruk Ermeni soykırımını 
            Türkiye'ye kabul ettirmek için işbirliği içinde olan AB ve ABD 
            nerede? Sahte bahanelerle kitle imha silahı aramak için Irak'ı 
            mahveden demokrasi ve barış havarisi Bush ve ABD hani?.  
            
            Gazze'de kitleler imha edilmekte. 
            Vahşet hüküm sürmekte ve soykırım yapılmaktadır.
            
            Yediği ile çıkardığını birbirine 
            karıştıran ABD neden İsrail safında? Ermeni-Azeri savaşında, Rusya 
            dâhil, AB ile ABD niçin Ermenistan'ı destekledi? Türkleri Kıbrıs'ta 
            işgalci gören zihniyetler yüzde yirmisi Ermeni işgalinde kalan 
            Azerbaycan lehine niçin tek kelime konuşmazlar? Bosna-Hersek 
            olaylarının perde arkasında yatan zihniyet nedir? 483 yıldır Rus 
            devinin mezalimine maruz Çeçenistan insanlık ve iyilik havarisi 
            kesilen Avrupa ve ABD den neden bir kuruş yardım alamıyor?  
            
            İşte bu soruların hepsinin tek 
            cevabı var.  
            
            Dünya üzerinde fiilen bir Müslüman 
            ve muharref Hıristiyanlık savaşı yaşanmakta. Adı konmamış bir savaş 
            da diyemezsini buna. Bu savaşların adını Afganistan işgaline 
            başlarken Bush koymuştu. Ne demişti Bush oğlu Bush: "Bu bir Haçlı 
            Seferidir." İspat ve safahatını bölümler halinde yaşamaktayız. 
            Avrupa ile ABD'nin taraf olduğu olaylar sözde Ermeni soykırımı, 
            İsrail, Bosna'da Sırplar, doğu komşularımızda Ermeniler, Çeçenistan 
            savaşında Ruslar… Kısacası, canavarlıkta gelişmiş sayılan Avrupa ile 
            ABD her zaman Hıristiyanların safında ve Müslüman ülkelerin 
            karşısındadır. Hitlerin yaptığı soykırımda haklı olduğuna ve 
            insanlığa hizmette bulunduğuna Gazze'de yaşananlardan sonra inanmak 
            gerek. Ya bir de Hitlerin öldürdüğü beş milyon Yahudi de bu günlerde 
            İsrail'de olsaydı..? Ortadoğu'nun tümünün soyunu kırarlardı. Şuna 
            kesinlikle inanıyorum. Üçüncü dünya savaşı Avrupa ile ABD'nin 
            tahrikleri sonucu Müslüman-Hıristiyan savaşı şeklinde yaşanacaktır.
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          69  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - ZALİMİN ZULMÜ SÜRMEKTE
 
            
            - 
            Hükümet aldığı bir kararla, Ağustos 
            ayında memurlara yapılan ek ödeme zammının yol açtığı mağduriyetleri 
            giderdi. Düzenleme sebebiyle maaşları çalışanlarından daha düşük 
            kalan müdür, bölge müdürü, il müdürü ve müdür yardımcılarının yüzde 
            53 olan ek ödemeleri yüzde 100'e çıkarıldı. İdarecilerin ek 
            ödemesini düzenleyen Bakanlar Kurulu kararı 1 Ocak 2009 tarihli 
            Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece bu konumda 
            görev yapan idarecilerin maaşlarına 230 YTL zam yapılmış oldu. 
            Zamlar 15 Ağustos'tan itibaren geçerli. Beş aylık maaş farkları da 
            toplu şekilde ödenecek.
 
            -  
 
            - ÖĞRETMENLERİN DE YÜZÜ GÜLDÜ
 
            - 
            Ek ödeme konusundaki bir başka 
            mağduriyet grubu ise MEB çalışanları. Halen ilçe müdürleri, şube 
            müdür ve müdür yardımcıları ile ilköğretim müfettişlerinin maaşları, 
            tam ek ders alan öğretmenlerin gerisinde kalmakta. Son karar Milli 
            Eğitim çalışanlarını kapsamazken bunlarla ilgili Bakanlar Kurulu 
            kararının önümüzdeki günlerde çıkacağı söyleniyor.  
 
            - 
            Buna göre MEB'de görev yapan 
            yöneticilerin sorunu, ilave 10 saat ek ders ücreti 15 saatten 25 
            saate çıkarılarak çözülecek. Bunun karşılığı ücret ise 250 TL 
            civarında. Ek ödeme alamayan Milli Eğitim'in merkez ve taşra 
            teşkilatlarında görev yapan 3 bin 'geçici görevli öğretmen de ek 
            ödeme kapsamına alınacak.
 
            -  
 
            - ARALIK AYI ENFLASYON RAKAMLARI   
             
 
            - 
            Bu arada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 
            Aralık ayı ve 2008 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Tüketici 
            enflasyonu (TÜFE) yüzde 0.41, üretici fiyatları ise (ÜFE) yüzde 3.54 
            gerilemiş. 2008 yılı geneli TÜFE ise yüzde 10.06, ÜFE yüzde 8.11
            
            
 
            - 
            Buna mukabil % 10.06'yı geçmemesi 
            gereken vergi artış oranları: % 12 ilâ % 14.3
 
            - 
            Birileri hâlâ Türkiye'nin sosyal 
            devlet ve/veya sosyal hukuk devleti olduğundan dem vuruyor ve bal 
            gibi de 'vatandaşın gözünün içine baka-baka' yalan söylüyorlar. 
            Yukarda yer alan ve aşağıda açıklayacağım veriler de maalesef, 
            oynananın bir oyun, söylenenin yalan olduğunu ispatlıyor. Zira 
            sosyal (adalet ve) hukuk devletinin esası: Hakkaniyet, adalet ve 
            hukuk içinde 'mutlak eşitliktir'.  
 
            - 
            Bunun açılımını şöyle yapmak 
            mümkündür. Az kazanandan az vergi. Çok kazanandan çok vergi. 
            Fakir-fukara, guraba'ya sosyal sübvansiyon, zengin-varlıklı ve 
            sosyeteye kademeli olarak artan yüksek fiyat veya çok açık bir 
            anlatımla: Hayati önem ve değeri haiz gıda, temel girdi, zorunlu 
            ihtiyaç ve yaşamsal tüketim mallarının muayyen miktarının KDV-ÖTV 
            'den muaf tutularak, tüketim artışına paralel katlamalı fiyat ve 
            KDV-ÖTV uygulaması… Örneğin: Elektrik, Su ve Doğalgaz, 4 kişilik bir 
            çekirdek ailenin aylık kullanımı hesaplanarak; Bir kısmı ücretsiz, 
            sonraki bölümü kârsız ve müteakibi vergisiz, belirli bir miktardan 
            sonrası da katlamalı fiyatla verilerek önceki indirimlere sağlanan 
            sübvansiyonlar kendi kaynağından finanse edilebilir. Bu, adalet, 
            hukuk ve demokrasinin gereğidir. Yasa dışı ve antidemokratik 
            değildir. Aynı zamanda sosyal adalet, sosyal sorumluluk, milli 
            dayanışma ve yardımlaşmanın 'namuslu-dürüst' ve onurlu biçimidir. 
            Niçin bunu böyle düşünmez ve uygulamazlar?         
             
 
            -  
 
            - 2008 YILI AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI
 
            - 
            Ayrıca, Türk-İş 2008 yılı Aralık ayı 
            itibarıyla 4 kişilik bir ailenin "açlık" sınırını 740 TL ve 
            "yoksulluk" sınırını da 2.409 TL, 2008 yılı "mutfak enflasyonu" nu 
            ise % 12.23 olarak hesapladı. Yapılan açıklamada (Türk-İş): 
            Çalışanların aileleri ile birlikte insan onuruna yaraşır bir yaşam 
            düzeyi sağlayacak geliri elde etmeleri esastır deniliyor.  
 
            - 
            Yani, ülkemizde ve dünyada 
            insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı durumlarda gündeme 
            gelen yoksulluk sorunu ve sınırı "İnsan onuruna yaraşır bir yaşam 
            düzeyi"ni temin maksadıyla gerekli tutar olarak tanımlanmakla; 
            Ülkemiz insanı için bu rakam 2008 yılı Aralık ayı itibariyle 
            2.409,35 TL olarak hesaplanmaktadır.  
 
            - 
            Açlık sınırı olarak tanımlanan 
            asgari miktar ise, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve 
            yeterli beslenebilmesi için yapılması zorunlu harcama tutarı minimum 
            739,67 TL'dir.  
 
            - 
            Pek, bizde asgari ücret ne kadardır? 
            Cevap:  
 
            - 
            16 yaşından büyükler için 1 Ocak 
            2009'dan itibaren brüt 666 TL ve net 527.13 TL, 16 yaşını 
            doldurmamış işçiler için ise brüt 567 TL ve net 456.21 TL olarak 
            belirlendi. Yani, ülkenin en büyük ve en saygın işçi kuruluşunun 
            tespit ve ilan ettiği asgari geçim miktarının (739.67-527.13) = 
            212.54 TL daha az ve aşağı. Olacak şey mi bu. Ortada hükümetin 
            Türk-İş'i tekzip eden bir tespit ve ispatı var mı? Elbette yok. Peki 
            bunun neresi hukuk, adalet ve sosyal devlet. Bilenler beri gelsin. 
            
            
 
            -  
 
            - BUNA MUKABİL:  
 
            - 
            TBMM'de kabul edilen, 2009 Yılı 
            Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısının 21. maddesine göre, kamu 
            personeline Ocak 2009'dan itibaren geçerli olmak üzere yüzde 4, 
            Temmuz 2009'da ise yüzde 4.5 zam verilecek!...  
 
            - 
            Genel olarak emeklilere yapılması 
            icap eden maaş artış zammı ise: % 5.3 + 5.3
 
            - 
            Bu zam, muhtemelen SSK, BAĞ-KUR ve 
            Emekli Sandığı emeklilerine farklı olarak yapılır. Memur emeklileri 
            gözetilir, işçiler ve esnaf göz ardı edilir. Yıllardır uygulama 
            böyle. Yani ortada ne adaletten, eşitlikten ve ne de hakkaniyetten 
            eser yoktur. Ama yine de malum ve mutat kesim "sosyal adalet, hal ve 
            hukuk" dan bahsetmeyi sürdürür. Tıpkı zerre kadar izinden ve 
            yolundan gitmedikleri halde, hiç utanmadan ve alay edercesine "Atam 
            İzindeyiz" demeleri ve TBMM duvarında yazan "Egemenlik Kayıtsız ve 
            Şartsız Milletindir" vecizesine rağmen; Egemenlik ve idare hakkını 
            "halka rağmen" kullandıkları gibi.  
 
            - 
            İşte bunlar Türkiye'nin acı 
            gerçekleri. Bir'de doğalgaz meselesi var.
 
            - 
            Doğalgaz zemheri kış aylarında en 
            hayati unsur, insanlık davası güdenlerin miyarı, adalet, hakkaniyet 
            ve hukuk ölçüsüdür. Kışın insanlık, adamlık ve İslâmlık bununla 
            mukayyet ve mukayyettir. Bu aylarda elektrik, su ve doğalgaz'da 
            süreklilik, vicdani fiyat ve istikrar mutlaka sağlanmak zorundadır. 
            Aksi taktirde müsebbipleri insanlık ve halk düşmanı demektir.  
             
 
            -  
 
            - DOĞALGAZ VE BOTAŞ
 
            - 
            Metroda bir araştırma yapıyorum. 
            Ellerinde 5, 10 ve 20 liralarla insanlar uzayan kuyruklarda çile 
            dolduruyor. Istırap derin. Rezalet diz boyu. 20 lira neyse ama, 5-10 
            liralık gaz için saatlerce bekleyen yaşlı-genç, çoluk-çocuğu 
            gördükçe kahroluyorum. Üstelik şikâyetler gani. Bir doktor, 
            "doğalgazın tansiyonu düşük" diyor ve açıklama getiriyor "geçmiş 
            yıllara oranla basınç çok az" yanımızdaki teyze "harlı değil oğlum, 
            önceleri 10 dakikada pişen çay şimdi yarım saatte olmuyor. Yemek 
            yapmak bir dert" diye ekliyor. Bir başkası "bu saf gaz değil abi, 
            katışık var, kalite düşük. Allah bilir içine ne katıyorlar?" Söz 
            uzadıkça yeni iddialar birbirini izliyor. EGO'dan emekli olduğunu 
            söyleyen bir başkası: "Şu bize satılan m3 hesabı da yanlış. Verilen 
            doğalgaz miktarı paramızın karşılığı değil. Bunda da bir muvazaa 
            var" dedi. Bütün bu ileri sürüm ve iddialar çok ciddi. Mutlaka 
            incelenmesi ve araştırılması gerek!...     
 
            - 
            Bu arada BOTAŞ'ın web sitesinde, 
            doğalgaz'ı (KDV ve ÖTV hariç) 0.769008 - 0.776776 TL arasında 
            sattığı yazıyor. Araştırıp baktığınızda; BOTAŞ ile tüketici 
            (vatandaş) arasına Maliye (Hükümet) Belediye ve bir de aracı şirket 
            girdiğini görüyorsunuz.  
 
            - 
            Bu aşamada fiyat derhal katlıyor. Bu 
            ne iş? Yukardan aşağı rakamlara bakınız lütfen.  
 
            - 
            Hiçbir uygulama, ayarlama ve 
            düzenlemede adalet, hakkaniyet, insaniyet ve hukuk var mı? Yok. 
            Maalesef yok. Peki bu "zalimin zulmü değil de, nedir Allah aşkına?..
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          70  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN
              
            
            
            Devletin çözemediği sorunları 
            çözmeğe girişen “Ey ahali duyduk duymadık demeyin, Galip Dede 
            devletin yapamadığını yapmağa soyundu.” (10.05.1998-Milliyet, 
            M.Hayırlıoğlu) 76 yaşındaki “Halk filozofu, ilim, aksiyon ve eylem 
            adamı, yurttaşlara örnek bilinç üstadı, Milli Kahraman” Türk genci 
            Galip Baran, yıllar önce başlattığı, “trafik terörüne son verme ve 
            demokrasiyi tabana yayma projesi’nin uygulamasında, Trafik Yasası’nı 
            ihlal yoluyla yolsuzluk yapan bazı rütbeli-rütbesiz polisleri, 
            askerleri, avukat ve hâkimleri uyarıyor.
            
            Türk polisi, Galip Baran’ı sözü 
            edilen projeyi uygularken gözaltına alıyor. “Kırmızı Işık Eylemcisi 
            Gözaltında” (22.04.1989, Milliyet) Ancak, Türk inkılâplarının 
            sahipliğine ve cumhuriyetin ilmen, fennen ve bedenen kuvvetli, 
            yüksek seciyeli muhafızlığına (bekçiliğine) soyunan Baran, “bu 
            ülkenin polisi vardır, jandarması vardır” demiyor. Polisin ve 
            jandarmanın henüz cumhuriyetin polisi ve jandarması olamadığını 
            düşünüyor. Ne Cumhurbaşkanı’na, ne Başbakan’a, ne Adalet ve ne de 
            İçişleri Bakanına telgraflar çekip, mektuplar yazarak affı için 
            yalvarmıyor, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yapıyorum, eylemimde 
            haklıyım, eğer bana haksızlık yapılmışsa bu haksızlığı ortaya koyan 
            neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir” diyor. 
            Demokrasilerde devletin etkinleştirilmesini sağlama, kurumları 
            disiplin ve toplumsal denetim altına alma çalışmalarını sürdürüyor. 
            
            
            
            Bu mücadele sürecinde kendisini 
            (Rektör'ü olduğu) Bilinç Üniversitesi Baş amelesi olarak tanımlayan 
            Galip Baran; Atatürk’ün, Bursa Nutku’nda sözünü ettiği, 
            “Cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sizlersiniz. Ey yükselen nesil! 
            İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve 
            yaşatacak sizsiniz” diyerek görevlendirdiği Türk Gençleri’nden 
            (büyüklerinden) birisidir… Katıldığı HABİTAT-II zirvesinde, 
            kendisinden, “Tek Kişilik Ordu” olarak da söz ettiren (Milliyet, 
            13.06.1996) Galip Dede, Türkiye (ve dünyanın) tek “yasa 
            bağımlısı”dır. Yasa kavramıyla bu denli içli-dışlı ve özdeşleşmiş 
            oluşunu dikkate aldığımızda, Galip Dede’yi “Bay Yasa” olarak 
            tanımlamamız; O’nu önemseyip izlememiz, örnek almamız ve “Bilinç 
            Üniversitesi” ne sahip çıkarak, açtığı yoldan yürümemiz gerekir diye 
            düşünüyorum… Önce, Atatürk’ün Bursa Nutku’na ilişkin kısa bir 
            hatırlatma:
            
            1975 yılında ilk kez yazılı bir 
            metin olarak, Cafer Tanrıverdi tarafından açıklanıp dağıtılmasından 
            sonra; Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan duruşmada dönemin 
            Türk Tarik Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ile Öğretim Üyesi Sami N. 
            Özerdem’in katkılarıyla, Atatürk’e ait olduğu kesinleşen nutkun, 
            mahkemece onaylanan orijinal metni aşağıdadır. Ayrıca 1935 yayını 
            bir dergide de vardır. İrticai bir ayaklanma sonrası, Bursa’ya giden 
            Atatürk tarafından söylenen bu nutuk’un bir bölüm de, Celal Bayar 
            tarafından meclis kürsüsünden okunmuştur. Önceleri siyasi 
            iktidarlarda tedirginlik yaratan ve yasak olan Bursa Nutku, mahkeme 
            kararından sonra, serbestçe okunur, söylenir ve dağıtılır hale 
            gelmiştir.
            
            BURSA NUTKU:  
            
            “Türk Genci, devrimlerin ve 
            cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna 
            herkesten çok inanmıştır. Yönetim
             
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          71  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               DEVLET, ADALET, HUKUK VE CEMAATLER…
            
                        Günümüz toplumunda, (yıkılış dönemleri hariç) 
            binlerce yıllık tarihimizde eşine ender rastlanan vahim bir 
            onursuzluk, sorumsuzluk ve buna paralel salt bencillik, yani, 
            hırs-ihtiras ve çılgınlık derecesinde, kanun-kural tanımaz bir ‘öz 
            çıkar’ yoğunlaşması (sosyal şizofreni) gözlenmektedir. Hatta bu 
            uğurda toplumsal ilkeler, sosyolojik-psikolojik ilmi disiplinler, 
            milli ve manevi değerler hiçe sayılmakta, halkı birbirine kenetleyen 
            temel stabilizatörler, devletin ve demokrasinin çimentosu 
            niteliğindeki asgari müşterekler tahrip ve tahrif edilmektedir.
                        Örneğin: 29 Mart 2009 tarihinde yapılması yasa ve 
            Anayasa emri olan Yerel seçimler konusunda, önce Yüksek Seçim Kurulu 
            tarafından ilân edilen ‘seçmen sayıları’ ile bir şaibe bulaşmış 
            (Seçmen sayıları: 2002=41.300.000, 2007=42.500.000, 
            2008=48.300.000., Buna göre: Seçmen sayısı 5 yılda 1.2 milyon 
            artarken, 1 yılda nasıl olup da 6 milyon artmıştır?), sonra yüksek 
            yargı arasında vaki çelişkili karar ve açıklamalar kaygı yaratmış ve 
            nihayet, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile 2839 ve 2972 Sayılı 
            temel Kanunlara fiilen muhalefet anlamına gelen, adayları re’sen 
            belirleme biçimindeki ‘hak, hukuk ve ahlak dışılık’ gölgesi  
            düşmüştür. Açıkçası: Henüz resmi seçim takvimi işlemeye başlamadan, 
            önseçim veya delege yoklaması yapılmadan belediye başkanı, belediye 
            meclisi ve il genel meclisi adaylarının büyük çoğunluğunun belli 
            olması, ilan ve kamuoyuna deklaresi utanç verici bir gelişmedir.
            
            
                        Daha doğru bir anlatımla bu: Anayasa ve yasalar 
            gereği halkı idare etmekle memur ve mükellef kişileri belirlemekle 
            yükümlü, ‘demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyaset (politika) 
            kurumlarının’ iyice yozlaştığı, çürüdüğü ve tabana vurduğunun 
            göstergesidir.  
                        Buna rağmen gidişatı ‘aynı istikamette 
            yoğunlaştırmaya ve pekiştirmeye çalışan’ bazı art niyetli kesimler, 
            milli hassasiyetleri izole etmeye yönelik, fakat, aynı şikayet 
            konularını baz alan tahrip ve tahkir amaçlı tartışmalar 
            yapmaktadırlar.
                        Bunlardan biri ve en belirgin olanı da, başarısız 
            yönetimleri tahrik, kafaları bulandırma ve mesnetsiz, dayanaksız 
            suçlamalarla saman altından su yürütmedir. Esas itibarıyla, genel 
            gidişattan çok memnun olan bu kesimler, yaşanan kaos ve kargaşadan 
            yararlanma peşindedir.  
                        MESELA “DEVLET-CEMAAT” İLİŞKİSİ:       
             
            
            Yukarda değinildiği üzere, Türk 
            toplumunda son zamanlarda yaşanan belirgin değişim ve dönüşüm, bazı 
            art niyetli, dış bağlantılı, gerici, fanatik, yobaz, bağnaz kişi ve 
            kesimlerce “devlet-cemaat ilişkisiyle” açıklanmakta, konuyla ilgili 
            olarak da bazı iddialar, görüş, düşünce ve yorumlar ileri 
            sürülmektedir. Bu nedenle konuyu, umur-u devlet kavramı, medeni 
            siyaset geleneği ve konjonktürel bağlamda incelemek gerekmiştir. 
            Buna göre:
            
            Kendilerini konuyla ilgili gösteren 
            bazı uzmanlar (!) ile; (AB-D yanlısı ve Soros güdümlü) Boğaziçi 
            Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından hazırlanan 
            “Türkiye’de Farklı Olmak” konulu raporda yer alan görüşler (21 
            Aralık 2008 Cumhuriyet) ve Bahçeşehir Üniversitesi Uluslar arası 
            İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr. Hasan Köni tarafından:
            
            “AKP’nin ikinci dönem kalacağını 
            gördüğümüzde, iktidar kültürünün topluma yansıyacağını da tahmin 
            ediyorduk. Bu araştırmanın verileri bilinen gerçeklerdi. Türkiye’de 
            laikler, kadınlar, gençler; kısacası farklı olan herkes üzerinde 
            giderek artan bir baskı var” denilirken; Marmara Üniversitesi 
            Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Narlı da:  
            
            “Anadolu  kentlerinde bağnaz 
            muhafazakârlaşma ekseninde bir değişim yaşanıyor. Bu değişimde en 
            önemli noktalardan birincisi kadınların ötekileşmeden daha fazla 
            olumsuz etkilenmesidir. İkincisi, bağnaz bir muhafazakârlığın katı 
            konvansiyonel ahlak ilkelerine sıkı sıkıya bağladığı insanların 
            yalnızca diğer insanları yargılamakla kalmadığı, aynı zamanda 
            onların yaşam tarzına müdahale ettiği de ortaya çıkmıştır. Gülen ve 
            benzer cemaat yapılarının, toplum tarafından sempati görmesinin 
            temel nedeni, devletin özellikle eğitim ve sosyal dayanışma alanında 
            çökmesidir” demekte. Sosyoloji Derneği Bşk. Prof. Dr. B.Gökçe ise:
            
            “Muhafazakârlaşma yalnız Anadolu’da 
            değil, büyük şehirler dâhil olmak üzere Türkiye’nin her yerinde 
            artarak bir baskı unsuru haline dönüştü. Toplumdaki kişi ve 
            grupların, kendilerini yöneten siyasi erk ile egemen güçlerin 
            farkında olmadan etkisi altına girdi. Bu durum Türkiye’nin sosyal 
            yapısındaki değişimle bağlantılı bir olgudur.”
            
            Yukarda özetlenen devlet ve cemaat 
            ilişkileri ile ilgili görüşler konumuz dışında olmakla birlikte, 
            bahse konu cemaatten kasıt insani ve İslâmi cemaatler değil; Bilakis 
            kendi öz çıkarları uğruna bütün ekonomik, sosyal, bilimsel, kültürel 
            ve dinsel değerleri pervasızca kullanmaktan kaçınmayacak kadar 
            değersiz sapkınlardır.  
            
            İNSAN’A ODAKLI OLMAK GEREK!...
            
            Dolayısıyla ‘insanlık, adalet ve 
            hukuk dışı gasp, edinim ve tasarruflar’ bilumum fail ve fiilleriyle 
            Cumhuriyet Savcıları, Yargıç ve Mahkemelerin işidir. Yargı, Yasama 
            ve Yürütme bunun için vardır. her şeye rağmen insanlık düşmanlığı, 
            zulüm ve hukuk dışılık sürüyorsa, bunun bedelinin ne kadar ağır 
            olduğu da bilinmeli ve gereken tedbir ivedilikle alınmalıdır. 
             
            
            Biz konuyu “insan” bağlamında ele 
            almak, incelemek, irdelemek ve değerlendirmek durumundayız. Bu 
            noktadan hareketle: Sözde uzmanların görüş açıklarken temas 
            ettikleri, ‘devletle ilgili’ düşüncelerin temeline inmek ve 
            değerlendirmek gerekir diye düşünürüz.  
            
            Buna göre: Yönetimin yerini 
            cemaatlerin aldığını söyleyebilmek için; devletin en azından şimdi, 
            veya bir zamanlar haklı, adil-doğru ve dürüstler adına hâkim ve 
            hükümran, demokratik disiplin unsuru, adalet ahlâkı çerçevesinde 
            hukuka, insan haklarına sahip-saygılı, eşitlikten yana “var” 
            olduğunu kabul etmek gerekmez mi? 10 Kasım 1938’den sonra, (1950-60 
            hariç) devlet var mıydı ki? Eğer devlet adalet ahlâkı ve hukuk 
            hâkimiyeti ise, bu anlamda oldu mu hiç? Olmayan bir şeyin yerini ne 
            alabilir?
            
            BİR AÇILIM VE DEMOKRASİ DERSANESİ
            
            Başta Galip Baran olmak üzere; 
            İnsanı, insani (insanlık dışı, yasa karşıtı) davranışları ve 
            bunların nedenlerini araştırdığımız, 20 yıldır devam eden, demokrasi 
            dershanesi odaklı “okul dışı eğitim” çalışmalarımızda gördük ki, 
            devletin hizmet etmesi beklenen kalabalıkların varlığı ve devlete 
            muhatap bu kalabalıkların davranışları başlı başına bir sorun. 
            Devletin var olabilmesi için kalabalıkların üstlerine düşeni 
            yapmaları vergi vermeleri, yasalara uymaları ve var olan devlet’in 
            de, ne pahasına olursa olsun bunu temin etmesi gerekirken, 
            yönetimlerin yasayı, yönetilenlerinse ana kural ve kaideleri boş 
            vermesi. Buna paralel sosyal gevşeme ve toplumsal yumuşama..  Adalet 
            ve Hukukun yerini, kaynağı adalet ve hukuk olmayan keyfi yasa 
            kavramının alışı ve yığınların bunlara da uymayışı. Kalabalıklar 
            bunu yapmıyorlar ise ki yukarıda sözü edilen çalışmalarda 
            “vatandaşlık görevlerini” yapmadıklarını gördük ve bu 
            sorumluluklarını nasıl yerine getirecekleri konusunda onlara örnek 
            olmak için yıllarca çalıştık. Projeler hazırladık uyguladık. 
            Kalabalıklar anlamadılar. Yönetimler de anlamadı. Durumu olmayan 
            devletin kurumlarına sunduk. Onlar da anlayamadılar. Haklıydılar 
            kalabalıklar (toplum) anlamayınca kalabalıkların seçtikleri nasıl 
            anlayabilirlerdi ki? Anlamamaları bir tarafa, şaka gelecek ama zaman 
            zaman gözaltına da aldılar bizi, o çalışmaları yaparken…  
            
            Sonuç olarak demek istediğimiz şu 
            ki: “Kanun, adalet, vergi ve denetim yok’sa, devlet de yok 
            demektir”. Cemaat olsa ne yazar?  
            
            Neden uyruk değil de, kalabalık 
            dedik, açık değil mi?  
            
            Açık değilse, “toplumsal ve yasal 
            sorumluluk nedir?” bir araştırın ve daha ayrıntılı bilgi için: 
            http://bilinc-universitesi.blogspot.com’u ziyaret edin lütfen!...
            
           
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          72  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - PKK RAPORUNA SON RÖTUŞ
 
            
            - 
            15 Ekim 2007’de Amerika bir rapor 
            yayınlandı. Dış Politika Ulusal Komitesi adlı düşünce kuruluşunun 
            “PKK’nın Silahsızlandırılması; Hareketinin Sınırlandırılması ve 
            Yeniden Kazandırılması” raporuydu bu. İşte o andan itibaren Irak ve 
            Türkiye’de gelişmeler o doğrultuda ilerledi.
 
            - 
            Neler vardı o raporda?
 
            - 
            - PKK sorununa çözüm için “Sivil 
            Anayasanın” çıkarılması
 
            - 
            - Siyasi ve kültürel reformların 
            uygulanması
 
            - 
            -TCK 301. Maddesi ve Terörle 
            Mücadele Kanununun kaldırılması
 
            - 
            - Güneydoğu bölgesinin 
            kalkındırılması
 
            - 
            - Bu tür reformların yapılması için 
            Avrupa Birliği’nin önemi
 
            - 
            - Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı 
            Mesut Barzani PKK’yı sınırlayan adımları atması durumunda, 
            Türkiye’nin Barzani’yle doğrudan ilişki kurması gerektiği  
 
            - 
            - DTP’nin PKK’yla Türkiye arasında 
            arabulucu olması
 
            - PKK sorununun cephede çözümlenemeyeceği ve PKK’nın barışçı bir 
            yaklaşım - sergilemesi durumunda, örgüt üyeleri için af ilan 
            edilmesi
 
            - Affedilen PKK’lıların Türkiye’de istihdam edilmesi
 
            -  
 
            - 
            Bahsi geçen rapor PKK’nın 
            bitirilmesi ve PKK’nın G. Doğu’ya siyasi çalışmalar için dönmesini 
            içeriyor. AKP İktidarı bu manada hangilerini yapmış?
 
            - 
            Sivil Anayasa: Çıkarmak için epey 
            uğraştılar, “Kapatma Davası” engel oldu. Böyle bir dava açılmasa 
            idi, bugün “Sivil Anayasa” konusu ile cebelleşiyor olacaktık. 
            Amerika’nın hedefi “Değişemez Denilen Maddeleri” yok ederek, 
            Türkiye’nin parçalara ayrılmasının önünü açmaktır. Son günlerde AKP 
            milletvekili Burhan Kuzu “Mini Anayasa” diye, aynı hedefe varıcı 
            çalışmalar için nabız yoklamaktadır.
 
            - 
            Siyasi ve Kültürel Reformlar: 
            Kürtçenin serbest bırakılması, Üniversite’de “Kürtçe” bölüm açma 
            çalışması, “Kürtçe” Kuran-i Kerim basılma işareti ve TRT’de Kürtçe 
            yayın başlayacak olması. Bunları gayet masum isteklerin 
            gerçekleşmesi gibi yerine getiriyor Batı madem ki bunları yaptın, 
            artık “Kürtleri tanı” der mi demez mi? Lozan delinirse, “Türkiye 
            Türklerin elinden alınır mı, alınmaz mı?”
 
            - 
            TCK 301 Madde: Değişemez maddelerin 
            ve batılı ajanların konuşmasının önünü açacak şekilde değiştirildi.
 
            - 
            G. Doğu Bölgesinin Kalkındırılması: 
            G. Doğu için öngörülen kültürel, siyasi açılımlarla birlikte 
            güvenleri yerine gelsin, “bağımsızlık talebinde” bulunsunlar diye 
            ekonomik olarak güçlendirilmeleri çalışmaları yapılmaktadır. G. Doğu 
            Ülkenin en geri bölgesi değildir ki?
 
            - 
            A.B.: AB’nin son 10 yıllık serüveni, 
            Türkiye’nin parçalanması üzerine kurulmuş senaryolarla yürümektedir. 
            Kendi içinde çöken AB’ne Türkiye Doğu Anadolu’yu Ermenilere, G. 
            Doğu’yu da Kürdistan olarak tanımak şartı ile girmesi 
            öngörülmektedir.
 
            - 
            Irak Bölgesel Hükümeti İle Bağlantı 
            Kurulması: AKP İktidarı bu adımı da atmıştır. Türkiye’nin tanımadığı 
            Kürdistan hayatta kalamaz. ABD Türkiye’ye bunu yaptırmış, iktidar 
            alet olmuştur.
 
            - 
            DTP’ nin Arabuluculuğu: DTP’ nin 
            bölgede ve Türkiye’de kabul görmesi için, kaçırılan askerler 
            oyununda proje gerçekleşmiştir. Fakat tutmamıştır. AKP, DTP’ ni 
            sollayıcı hareketleri başarı ile gerçekleştirmiştir.
 
            - 
            PKK’nın Cephede Çözülemeyeceği: 
            başından beri AB, ABD ve yerli işbirlikçileri bunu söylemektedir. 
            PKK, Kürt bağımsızlık hareketidir. Onlarla anlaşın, istediklerini 
            verin. TSK, PKK’yı terör örgütü gördüğü için, askeri bu işe 
            karıştırmayın. TSK’ne baskı ve çeşitli cephelerden saldırı bu 
            yüzdendir. Türkiye’yi koruyucu fonksiyonunu bitirip, BOP’nin 
            güvenliği başta olmak üzere, Amerikan kontrollü politikalarda 
            hizmetkâr olması istenmektedir.
 
            - 
            PKK’lıların Affedilmesi: İktidar 
            bunun için deneme yapmıştır. “Ananın yanına Dön Affı” gibi. Suça 
            bulaşmayan PKK’lıları geri çağırmışlardır. Şimdi ayrım yapmadan 
            hepsini affetmesi gündeme gelecektir. Ne Zaman? 29 Mart yerel 
            seçimlerinde AKP %50 oy aldıktan sonra.
 
            - 
            Netice: Türkiye AKP İktidarı ile 
            Türkiye’nin bölünme noktasına doğru “Demokratikleşme” adı altında 
            sürüklenmektedir.  
 
            - 
            İç Savaş tehlikesi kapıdadır.
 
            -  
 
            - 
            PKK Raporunu Destekleyen Taraf 
            (Mandacılar Korosu )
 
            - 
            1-Ankara’nın talebine kulak veren 
            Irak Kürt Bölgesel Hükümeti PKK’yı silahsızlandırmayı amaçlayan bir 
            proje üzerinde çalışmaya başladı.
 
            - 
            2-Irak’taki iki Kürt partisinin 
            üzerinde uzlaştığı adımların başında Irak Parlamentosu’nun PKK’yı 
            “yasadışı” ilan etmesi geliyor.
 
            - 
            3-Örgüte “Silah bırak, Türkiye’ye 
            dön” çağrısı yapılacak. Eyleme karışmayan PKK’lılara ‘eve dönüş’ 
            yolunu açacak olan proje BM gözetiminde bir geçiş sürecini 
            öngörüyor. ( Nevzat Çiçek- 14.12.2008 - Taraf Gazetesi)
 
            -  
 
            - 
            Amerika’nın PKK Raporunu adım adım 
            gerçekleştiren AKP İktidarı ve bu eyleme destek veren Taraf başta 
            olmak üzere medya ayağı. Kendilerine aydın diyen Amerikan 
            mandacıları ve Ermeni özür kitlesi, Türkiye’nin bölünmesine aracı 
            oluyorlar.
 
            - Bush’un kafasına ayakkabısını atan Iraklı Gazetecinin tırnağı 
            olamaz bizdeki o yazarçizer takımı.
 
            -  
 
            - 
            Hablemitoğlu’nu Rahmetle Anıyoruz
 
            - 
            Katledilmesinin üzerinden altı yıl 
            geçti. Onu şehit edenlere lanetle.
 
            - “Sevgili Dostlar,  
 
            - 
            18 Aralığın, o kara günün, 5. 
            Yıldönümünde Karşıyaka Mezarlığı 5. Kapıda bulunan kabrinde saat 
            12.00′de ben, kızlarımız ve katılmak isteyen herkes Necip ‘le bir 
            kez daha buluşmak üzere orada olacağız.
 
            - 
            Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu”
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          73  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ GENEL TOPLAMI NEDEN SİLDİ?
 
            
            - 
            22 Temmuz 2007 seçimlerinde 
            anormallik vardı. AKP’nin belirli rakamlarla baştan itibaren 
            otomatiğe bağlanmış oranla önde gösterilişinden tutun, nüfus 
            konusundaki çelişkili bilgiye kadar tamamı problem içeriyordu.
 
            - 
            Öyle olduğu yönündeki kanaatim 2008 
            Ocağında ilan edilen Türkiye nüfusu ile pekişti. Bu arada 
            çalışmalarımda kullanmak üzere Nüfus işleri genel müdürlüğündeki 
            istatistikî bilgileri kayıt altına almıştım.
 
            - 
            Devletin resmi kurumunun sitesindeki 
            son üç yılın istatistikî bilgilerinde genel toplamlar silinmiş. Bu 
            tedirginlik oluşturdu bende. İç İşleri bakanlığına bağlı olan Nüfus 
            ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü sitesinde yeni nüfus 
            açıklanıncaya kadar yayında olan toplamlar neden kaldırılır?
 
            - 
            Eski nüfus bilgileri doğru ise, 
            yenisi yanlıştır.  
 
            - 
            Yeni nüfus bilgileri doğru ise, 
            eskisi yanlıştır.
 
            - 
            Netice olarak ortada bir yanlışlık 
            göründüğüne göre, tüm bilgiler oynanmış olabilir.
 
            - 
            Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel 
            Müdürlüğü Sitesinden Alınan Bilgi
 
            -  
 
           
          
            
              
              
                - Eski kayıt
 
               
               | 
              
              
                - Nüfus
 
               
               | 
              
              
                - Yeni kayıt
 
               
               | 
              
              
                - Nüfus
 
               
               | 
             
            
              
              
                - 2003
 
               
               | 
              
              
                - 71.337.204
 
               
               | 
              
              
                - 2003
 
               
               | 
              
              
                - G.Toplam Silinmiş
 
               
               | 
             
            
              
              
                - 2004
 
               
               | 
              
              
                - 72.357.300
 
               
               | 
              
              
                - 2004
 
               
               | 
              
              
                - G.T. Silinmiş
 
               
               | 
             
            
              
              
                - 2005
 
               
               | 
              
              
                - 73.429.426
 
               
               | 
              
              
                - 2005
 
               
               | 
              
              
                - G.T. Silinmiş
 
               
               | 
             
            
              
              
                - 2006
 
               
               | 
              
              
                - 74.530.959
 
               
               | 
              
              
                - 2006
 
               
               | 
              
              
                - G.T. Silinmiş
 
               
               | 
             
            
              
              
                -  
 
               
               | 
              
              
                -  
 
               
               | 
              
              
                - 2007
 
               
               | 
              
              
                - G.T. yazılı değil
 
               
               | 
             
           
          
            -  
 
            - 
            2007 yılı nüfusunu site verisinden 
            toplarsak Türkiye nüfusu 75.472.570
 
            - 
            2008 Yılı adrese dayalı Nüfus kayıt 
            sistemine göre Nüfus     70. 586. 256
 
            - 
            Arada 5 milyonluk fark var. Bu 
            durumda hangi nüfus doğru?  
 
            -  
 
            - 
            Daha iyi anlaşılması için değişimden 
            önce kaydettiğim tablo ile veriyorum.
 
            - 
            Nüfus Sayımı İlanından ÖNCE Nüfus ve 
            Vatandaşlık işleri G.Md. sitesi
 
            -  
 
            - YAŞ VE CİNSİYETE GÖRE NÜFUS İSTATİSTİĞİ    (TÜRKİYE GENELİ)   
            
            
 
            - 2006 yılı ülke geneli
 
            - Erkek                       Kadın                Toplam Nüfus
            
            
 
            -                                             
                                                         
 
            - 37.223.254             37.307.705      74.530.959
 
            -  
 
            -  
 
            - 2008 Ocak ayında Nüfusun İlanından SONRA Nüfus ve Vatandaşlık 
            işleri  G.Md. sitesi
 
            -  
 
            - YAŞ VE CİNSİYETE GÖRE NÜFUS İSTATİSTİĞİ    (TÜRKİYE GENELİ)   
            
            
 
            - 2006 yılı ülke geneli
 
            - Genel Toplam kısmı tamamen kaldırılmış
 
            -  
 
            -  
 
            - 2007 yılına ait Nüfus ve Vatandaşlık işleri G.Md. sitesindeki 
            rakamlar toplanırsa  75.472.570
 
            - 2007  Haneye göre yapılan Nüfus sayımı sonucu…. …………..70. 586. 
            256
 
            -  
 
            - Hangisi doğru?
 
            -  
 
            - Seçmenin artıp, nüfusun azaldığı netice neyin göstergesidir?
 
            -  
 
            - Seçmen sayıları
 
            - Yapılan Seçimler         Seçmen  Sayısı
 
            - 3 Kasım 2002
 
            - Genel Seçimler              41.407.027
 
            - 28 Mart 2004  
 
            - Mahalli İda. Seçimi        43.552.931
 
            - 22 Temmuz 2007
 
            - Genel Seçimler             42.799.303
 
            - Son Nüfus sayımına
 
            - Göre                           48.265.644
 
            - 
            22 Temmuz 2007 seçiminden altı ay 
            sonra yeni nüfus açıklanmış ve bu nüfusa göre, altı ay içinde 6 
            milyon seçmen artışı oluşmuştur.
 
            - 
            Bu bilgiler ışığında CHP ve MHP’nin 
            ortak seçim bürosu kurarak, Türkiye Genelindeki genel oy toplamına, 
            SEÇSIS’i devre dışı bırakarak kendilerinin ulaşması gerekir.
 
            - 
            Ortak seçim bürosu kurulmaz, 
            neticeler SEÇSIS ve Cihan Haber Ajansı inisiyatifine bırakılırsa, 
            AKP’nin yerel seçimlerde alacağı oy oranı %50 yi geçebilir.
 
            -  
 
            - 
            Not: Veriler Nüfus ve Vatandaşlık 
            işleri Genel Müdürlüğü sitesinden alınmıştır.
 
           
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          75  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               MUSKA VE DOZER
            
            
            Dozerler, kepçeler toprağın altını 
            üstüne getirirken, yerel seçimlere yaklaşıyoruz. Biraz mantık ötesi 
            bir yazı olacak biliyorum, idare edin.
            
            Ne bileyim bir yandan yaklaşan 
            seçimler, öbür yandan BM yardım örgütü Gazze’den çekilme kararı 
            aldığı bu gün İsrail yine onlarca kişinin kanını döktü. Türkiye’de 
            akla ziyan işler oluyor. Eski Yargıtay başsavcısı teknik takibe 
            takılıyor, çünkü Ergenekoncularla konuşuyormuş. Şimdi aklıma ne 
            geldi. Kendisine geçmiş olsuna gelen, Yargıtay görevlileri de takibe 
            alınır ve emekliliklerine binaen bilmem kaçıncı dalgaya kapılırlar 
            mı?  
            
            Neyse dönelim evde bulunan muskaya. 
            Sahte hocalar vardır, derler ki senin evde muska var..Eee, ne 
            olacak? O muskayı bulup, karşı muska yaptık mı iş tamamdır. Tez, 
            antitez gibi..Muska nerede? Düşünür gibi yapar, ana kapının yanında 
            bir oda var mı? Bildi, valla. Var , var.. sakalını sıvazlar 
            hoca..İşte o odada. Gidip bulalım. Hoca eve gelir, bahsedilen odaya 
            dalar, arar gibi yaparken elindeki muskayı bırakıverir. İşte..der, 
            burada. Ev sahibi şaşkın ve mutlu. Hoca kendinden emin. Ne alakası 
            var muska ile yerel seçimin değil mi?
            
            Neyse dönelim yerel seçimlere. 
            AKP’nin gidişatı gidişat değil. Yolsuzluk paçasından akıyor. Nasıl 
            düzelecek bu iş? İşte BOP eş başkanım bunun için seferberlikte. Ne 
            ilginç değil mi? AKP için açılan kapatma davasına konu olan BOP eş 
            başkanlığı başta olmak üzere iddianamedeki birçok madde 
            görüşülemiyor. Bu vesile ile eş başkanlık kaldığı yerden devam 
            ediyor.
            
            Teknik takibe mi takıldı birileri 
            bilmiyoruz ki.  
            
            Tekrar 29 Mart yerel seçimine 
            projektör tutarak önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim. Nerden 
            geldiği belirsiz, in mi cin mi olduğunun tespiti yapılamayan 6 
            milyon seçmen bana şunu düşündürttü. Olurda muhalefet seçmenler 
            doğru mu, sanal mı araştırması yapmaz ve seçim haftası çok büyük bir 
            Ergenekon bombasına ulaşılırda kafalar allak bullak olursa. 
            Sandıkların başına dikilecek âdemler, badem yiyerek işi savsaklarsa. 
            (Buraya dikkat)
            
            Ne olur o zaman? Tüm partilerin 
            gerçek oyları ile birlikte, bir tek partiye sanal oylar akabilir. 
            Akşam namazını müteakiben bir bakmışız ki “hamdolsun %50” oy 
            alıvermiş partinin biri.  
            
            Bu arada İsrail kararladığı harekâtı 
            bitirmek üzere iken, BM güvenlik konseyi “ateşkes” istemiş. Ne mutlu 
            Türkiye’nin de içinde bulunduğu üyeler “ateşkes”i kabul etmiş. 
            İsrail BM kararını dinlemiş duruma düşmemek için Gazze’de operasyona 
            devam edeceğini açıklamış. Onlarda mı muska arıyor acaba? 
            İsrail’deki hükümeti devirmeyi planlayan bir terör örgütü, orada da 
            olur mu olur. Haklı adamlar. Altlarında dozer, Gazze’yi yıkıyor.
            
            Bu arada İngiliz Guardian gazetesi 
            diyor ki: “Son tutuklamalar soruşturmanın AKP’nin laik rakiplerine 
            karşı bir cadı avı olduğu şüphelerini artırdı.”  
            
            İşin ucu İngiltere’ye mi uzanmış 
            gibi.
            
            Bir dozerde güneş batmayan 
            İmparatorluğun topraklarına.
             
             
            
            “Durmak Yok, Yola Devam” İçki 
            Reklamı(ymış)
            
            Yılbaşı gecesi oldukça geç bir 
            saatte televizyonun karşısındayım. İki kişi geçtiğimiz yılı 
            değerlendirirken, biri diğerine dedi ki: “Durmak yok, yola devam” 
            sloganı viski firması reklâmı, AKP bunu nasıl kullanıyor?” diğeri 
            “Bilmiyorlardır” dedi. Bunun cevabını merak ettim doğrusu.
            
            Bu sloganı “otobüs firmalarına” 
            yakıştırıyordum, içki firmasına ait çıktı.
            
            Melih Gökçek ile Kemal 
            Kılıçdaroğlu’nun düellosu, AKP’nin işine yaradığı konuşuluyordu. 
            Yaklaşan yerel seçimlerde Gökçek’in kellesi gider gözü ile bakanlar 
            vardı işe. “Yolsuzlukla mücadele ettiğini” söyleyen Başbakan’ın, 
            “Buraya kadarmış Melih, hizmetlerin için, teşekkür ederiz” diyeceği 
            sanılıyordu. Fena halde yanıldılar.  
            
            “Gökçek”ten karizmatik aday 
            olmadığı, AKP’nin oylarını böler masalını geçsinler önce. 
            Milyonlarca seyircinin gözü önünde “sayaçlar” yolu ile halkı 
            kazıkladığını ifade eden bir Belediye Başkan adayı var ortada.
             
            
            Niçin Gökçek sorusuna verilen en 
            ilginç cevap ise şu olmalı. “AKP'nin son MYK’sında yapılan oylamada 
            19 üyeden 10’unun Gökçek’i desteklemesi”  Üçkağıtçılığına rağmen mi? 
            Sorusunu akla getirdi. Üçkağıtçılığına ve vatandaşı dolandırmasına 
            rağmen..AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu yani partinin beyni Gökçek 
            demiş.  
            
            Derler derler.
            
            İktidarda olan onlar.
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         76  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               2. CUMHURİYET BÖYLE BİR ŞEY OLMALI
            
            
            Anayasa başkanı, Danıştay, YSK ve 
            Başbakan arasındaki gerginliği görünce, dedim ki bir daha bu tür 
            olayların yaşanmaması için çözüm bulmalıyız. “Çözümsüzlük çözüm 
            değildir” nihayetinde.  
            
            Öncelikle Danıştay mahkemesine gerek 
            olmadığı için onu kaldıralım. Zaten baş ağrıtmaya başladı. Devletin 
            Başbakanına, Haşim Beyin mahkemesine kafa tutmaya başladılar 
            çaplarına bakmadan. Sanki hukuk okumuşlarda, bir şey olmuş gibi.
            
            Sonra, YSK ne ihtiyaç var. AKP 
            iktidarı birkaç yasa çıkarıp o görevi devralsın. Ne olabilir? AKP 
            iktidar ve Başbakan Erdoğan “Yeter Gari” diyene kadar Başbakan 
            olsun. Veya bir başka çözüm. Çünkü beş yıl kadar sonra, 
            Cumhurbaşkanlığı, devlet başkanlığı mı gibi konular ve yeni 
            gerginlikler olacak.
            
            Erdoğan ve Gül aralarında 
            anlaşsınlar, beş yıl ara ile bıkana ya da ölene kadar bu görevi 
            sürdürsünler. Vefatları halinde ailenin büyük oğlu görevi devralır.
            
            Seçimler ve muhalefet ise 
            demokrasiyi zedeleyen unsur halini aldı. Ortalığı karıştırmaktan 
            başka bir işe yaradıkları yok. Tek parti olsun o da AKP. Millet 
            bıktı kavgadan. Başbakan Erdoğan ister BOP eş başkanı olsun, isterse 
            BOP’un Genel Başkanı olsun. İster şehitlere kelle desin, isterse 
            Öcalan’a “Sayın” desin. Canı ne isterse onu yapsın. Dilinde tüy biti 
            “alt-üst kimlik” demekten. Hangisi alt, hangisi üst nasıl istiyorsa 
            iyi bir ayar çeksin vatandaşlık işlerine.
            
            Kızılay’ı lağvedip yerine Deniz 
            Fenerini Türkiye’nin millî yardım kuruluşu olarak ilân etsinler. 
            Başına Zahid Akman’ı geçirelim. Bir sürü kanala ihtiyaç yok. Bir 
            tane Samanyolu olsun. Günde bir saat “Cemaat Vakti” olur. Fetullah 
            Gülen’i dinler feyz alırız. O ağlar biz ağlarız, “Amerika, hâlâ bu 
            dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır” demesini huşu 
            içinde dinleriz.  
            
            Anayasayı tamamen kaldırıp yerine 
            “Sivil Anayasa”yı koysunlar. Değişemez denilen maddelerden kurtulmak 
            şartıyla. Devletin adını Özal’ın arzusu hilafına içinde “Anadolu” 
            kelimesi geçecek şekilde yenileyelim. “Anadolu Etnikistanı” şeklinde 
            örneğin. 36 Etnik kökenin devletin kurucusu olduğu, yeni Anayasada 
            belirtilsin. Böyle bir durumda başkent Ankara’ya hiç gerek kalmıyor. 
            Özerk devletçiklere ait nasılsa 36 başkent olacaktır. Farklılıklar 
            zenginliğimiz ya, o bakımdan.
            
            Anıtkabir’in bulunduğu yerde 
            kurulacak özerk devlet kesinlikle Türklere ait olmamalı. Onların 
            aklı başına devletleri elden gidince geldiğinden, geçmişi onlara 
            hatırlatacak bir yerde olmamalılar. Veya onları diğer etnik 
            kökenlerin içine azınlık olarak dağıtabiliriz. O daha makul olur.
            
            Kürtçe TV ile ülkeyi bölmeye 
            nesiller yetiştirmeye uğraşacağımıza, kendi bağımsız yapıları bir an 
            önce kurulsun. Ne halleri varsa görsünler.  
            
            Diyanet İşlerine hiç gerek yok. 
            Amerika’dan Fetullah Gülen’i getirip, BOP, Şark ve Garp 
            vilayetlerinin Şeyhülislamı olarak ilân ettik mi tamamdır.  
             
            
            ANAYASA MAHKEMESİ
            
            Anayasa Mahkemesi devletin tek 
            mahkemesi olarak kalmalıdır. Fakat 11 üye kısmı sakata bindiriyor 
            işi. Başkan Haşim Kılıç ve röportör Osman Can yeter. Üyeleri 
            kafalayacağım, dinleyeceğim, tufaya düşüreceğim diye uğraşılıp, 
            aylarca ülkeye vakit kaybettiriliyor. İkisi tabii üye olsun, ölene 
            kadar bu görevi yürütsünler. Yasaları da kendileri belirlesin. İster 
            şeriat üzre, ister akıllarına ne eserse. Onlar rahmetli olunca 
            tamamen lağvederiz gider.
            
            Etnik devletçiklerin resmi dilleri 
            kendi arzu hilafları doğrultusunda olmalı. Sadece Türklerin resmi 
            dili İngilizce olmalı. Türk diye millet mi var. Geçmişi tamamen 
            sileceksiniz beyinlerinden ki fırlamalık yapmayalar.
            
            “Soykırım” kabul edilerek, 
            Ermenistan Anayasasında gösterildiği şekli ile D.Anadolu’da 
            “kendilerine” ait olduğunu iddia ettikleri yerleri verelim. Bitsin 
            artık “özür dileme” teferruatı.
            
            Bu işleri acil tarafından yürütelim. 
            AB “devlet Politikası” vs ile ağır aksak, onun gönlü olacak, bunun 
            gönlü olacak beklemeyelim. 70 milyona referandum uygulayalım. 36 
            etnik kökene bölünmek istiyor musunuz? Sorusu sorulsun ve tek cevap 
            hakkı olsun. “Evet”
             
            İŞİ KÖKTEN ÇÖZELİM.
            
            Türk Silahlı Kuvvetleri şimdi kalkar 
            “Cumhuriyeti koruma “ falan karıştırır işe. Gerçi Anayasa değişince 
            o maddeler kalkmış olur. Onlar içinde bir çözüm bulur bulmaz, 
            yukarıdaki planı uygulayalım, derim. Ne bileyim TSK’ne görev olarak 
            zincir mağazaların güvenliği verilebilir. “Mecburi askerlik” 
            kalkınca, ortada ordu falan kalmayacağından kendi kendilerine 
            dağılır giderler.  
            
            Türkiye’yi hayal ettiğim şekle 
            getirmek için çaba harcayanlarla uğraşmak yerine, açalım önlerini. 
            “Yollarına devam etsinler.”  
            
            Yetti gayri.
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          77  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Ömer SEZER 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
                
                  -          
                  GİTME!
 
                  - Gitme ey yürek yakışım, gönlümün hicranı olursun!
                   
 
                  - Eğer ki yağmur değilse gözlerimdeki damla!
                   
 
                  - Son bir kez düşün gitme!
                   
 
                  - Bak ellerim nasılda titriyor!
                   
 
                  - Kalbimin atışları ve kulaklarımdaki can alıcı zonklar!
                  
                  
 
                  - Gitme!  
 
                  - Geceme doğan ay gündüzümün güneşi gitme!
                   
 
                  - Sen diye atan bu kalbe kast etme!
                   
 
                  - Ha durdu duracak kalp atışlarım!
                   
 
                  - Damarlarımda kanım yürümez oldu gitme!
                   
 
                  - Her taraf karanlık oldu rengim soldu gitme!
                   
 
                  - Bak gözlerimin içine son kez bak!
                   
 
                  - Eğer ki hazır değilse bu ayrılığa gözlerindeki veda!
                   
 
                  - Ki yaşlıysa kor gibi yanıyorsa gitme!
                   
 
                  - Gitme cananım dizlerime felç iner!
                   
 
                  - Bu yükleri bir başıma bırakıp gitme!
                   
 
                  - Her doğan sabaha ismini verdim!
                   
 
                  - Ve sen diye başladım her bir yeni güne!
                   
 
                  - Şimdi niyetsiz bir boşlukta bırakıp gitme!
                   
 
                  - Gitme ey cananım dinmeyen sızım olursun!
                   
 
                  - Gitme!  
 
                 
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          78  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Ömer SEZER 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         İSİMSİZ 
          
            - 
            Ağarmış saçlarımız hayat kavgasında! 
            Görmemiş kimseler yüreğimizin sevgisini ve bizler akşamın güneşinde 
            batarken gönlümüz ayla birlikte ışıltılara kavuşmuş.
 
            - 
            İnsanlar güneşin sıcaklığından ayın 
            güzel ışığını fark edememişler; terke dilmiş harabe çöküntülerinin 
            enkazlarının altında kaderimize terk edilmişiz ve bizler kadere 
            gülümseyip adını yaşamak koyup yarı solukla da olsa yinede yaşamaya 
            devam etmişiz.  
 
            - 
            Sevmek ne güzel; dostluklar ne güzel 
            ve sen o kadar güzelsin ki senin için yaşaması en güzel yerin 
            kalbimde çok özel.
 
           
          
            - 
            Ayrılıklarım dibe vurmuş! 
            Şiirlerimde bir isyan bir sitem! Ne yapmalıyım; kime gitmeliyim de 
            bu adaletsizlik yok olup gitsin! Kimedir bu nefretler öfkeler! 
            Yalnızlığın kollarında ayrılık faslı; geçmiş ömür denilen hapisliğin 
            yarısı! Ya ben matematik bilmiyorum; yada matematik beni sevmiyor!
            
            
 
            - 
            Sayıyorum; sayıyorum elimde sıfır 
            kalıyor:
 
           
          
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          79  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Ömer SEZER 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         İSİMSİZ  | 
      
      
        
                
                  - Mademki bu yaşamda bize yer yok!
                   
 
                  - İstenmiyorsak buralardan çekip gideriz!
                   
 
                  - Galiba biz kendimizi anlatamadık!
                   
 
                  - Elveda hayat biz gidiyoruz!
                   
 
                  - Çiçekler solgun elimizde!
                   
 
                  - Vefasızlıkla ezilmiş kalbimizle!
                   
 
                  - Kırgın cümlelerin ezikliğiyle!
                   
 
                  - Elveda hayat biz gidiyoruz!
                   
 
                  - Üzerine bastığım her santimetrekaresinin!
                   
 
                  - Öpüpte kokladığım çiçeklerinin!
                   
 
                  - İçtim suyunu çektim havasını!
                   
 
                  - Elveda kainat biz gidiyoruz!
                   
 
                  - Yaşlı gözlerle bıraktığın içimdeki uhdelerle!
                   
 
                  - Şu kısacık ömürden büyük yaşadığım çif tarifeli 
                  günlerinle!  
 
                  - Her aldığım solukta nefretini çeksem de içime!
                   
 
                  - Elveda hayat biz gidiyoruz!
                   
 
                  - Doğdumuzda ağladık ha öleceğiz yine ağlarız!
                   
 
                  - Hüsran şiirlerinde hep baştayız!
                   
 
                  - Sanırlar ki hep kabahatteyiz!
                   
 
                  - Elveda hayat biz gidiyoruz!
                   
 
                  - Yarı canla yaşadık sefalette sürgün!
                   
 
                  - Diyemedik derdimizi bak gidiyoruz!
                   
 
                  - Galiba sen bizi anlamadın!
                   
 
                  - Elveda hayat biz gidiyoruz!
                   
 
                 
                   | 
      
      
        | 
         İSİMSİZ  | 
      
      
        
                
                  - Hüzünler içimde bir fırtına! estiği kadar!
                   
 
                  - Yalnızlığım kumlarda yazılı baş aşağı ağlayışlar!
                   
 
                  - Bir dalaganın sürükleyişinde şimdi onlarda kayboldular!
                  
                  
 
                  - Yaşam içimde soluklandığım kadar!
                   
 
                  - Bir nefesten sebep sadece işte o kadar!
                   
 
                  - Kırık cam parçaları ayağıma batar!
                   
 
                  - Kan revan olsada hissetmem sızısını!
                   
 
                  - Sadece kırmızı bir boya gibidir gözümün gördüğü kadar!
                  
                  
 
                  - Hayat nasılda kayıp gitmiş ayaklarımın altından!
                   
 
                  - Haberim olmamış sadece günlermiş rutin takvim 
                  yapraklarından yırtılan!  
 
                  - Birde yırtılmış yüreğim var!
                   
 
                  - Diyorlar ki bu hüzün dolu şiirler niye!
                   
 
                  - Kimse bilmiyor ben hapisim dünya denilen koca kafeste!
                  
                  
 
                  - Sahi yalnız değildir diyorlar hiç kimse ve hiç bir zerre!
                  
                  
 
                  - Peki bu bendeki tek kalmışlık niye!
                   
 
                  - Acılar mıhlansa da insana bir zaman sonra kendiliğinden 
                  düşer!  
 
                  - Ama bu bendekiler bitmiyor her nedense!
                   
 
                  - Sözlermiş aynası insanın ele veren gözlermiş!
                   
 
                  - Ben ne aptalmışımda hep yanlışmı görmüşüm!
                   
 
                  - Geceymiş düşman olan gündüze!
                   
 
                  - Peki gecedeki bu gündüze kavuşma hasreti niye!
                   
 
                  - Güneşin doğduğu yer kimin kalbinde?!
                   
 
                  - Neden hep bozuk pusula bende!
                   
 
                  - Şimdi ağlıyorum göle dönmüş bir ıslaklığın içerisinde!
                  
                  
 
                  - Sadece ıslanmıyorum seninde bunu anlayabildiğin kadar!
                  
                  
 
                 
                   | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          80  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                 - GÜN BATIMI
 
                
                -  
 
                - Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
                 
 
                - Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
                 
 
                - İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
                 
 
                - Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar
                 
 
                -  
 
                - Yitip giden zamanların toprağı çöktü
                 
 
                - Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü
                 
 
                -  
 
                - Gün batımı güneşin kanlı gözleri
                 
 
                - Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati
                 
 
                -  
 
                - Gün batıyor, gün doğuyor
                 
 
                - Zamanlar suya yazılarak kaybolur
                 
 
                - Bulutlar başımızda taç olarak
                 
 
                - hatıralar kuma kazılarak yok olur
                 
 
                - Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
                 
 
                - Gün batımı,  
 
                - Gün yakıtı...
 
               
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          81  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                
                 - YETİM ÇOCUK
 
                
                -  
 
                - Zamanların çarkında sönen yıllar
                 
 
                - Sislerin perdesinde solan yıllar
                 
 
                - Hatıralarım da hep yer edinen acı sahneler
                 
 
                - Mahzun, mazlum duruşuyla zihnimin duvarına yapışan
                 
 
                -  
 
                - Ne zaman, nerde görsem mahzundu
                 
 
                - Herkes şad, o ise durgundu
                 
 
                - Meçhullere yüzen sala benziyordu
                 
 
                - Babasını yitirmişti küçük yaşında bu çocuk
                 
 
                -  
 
                - Bir anacığı vardı, birde gelinlik çağında ablası
                 
 
                - Anacığını, ablasını hasret demleri ile kaynatarak
                 
 
                - Küçük göz odadan çıkarak,
                 
 
                - Bir avuç toprağından koparak
                 
 
                - Gurbetin yapraklarıyla İstanbul’un ensesine kapanarak
                 
 
                - Sancıların terleriyle yoğrulmuş,
                 
 
                - Elleri, alnı nasırlı olan.
                 
 
                - Maişet temininin gayretiyle köşelere sığınmış yetim çocuk
                
                
 
                -  
 
                - Kimi yerde boynunda şeker kutusu çıngıraklı
                 
 
                - Dolaşırdı sokaklarca: “Şekerci keskin naneli, şekerci “
                 
 
                - Kimi yerde ayaklı tezgah: Simit - poça satar dururdu
                 
 
                - İstanbul’da kimseleri yoktu, kimsesizliğe gömülmüş
                 
 
                - Kaldığı yer ise nem kokulu,
                 
 
                - Duvarı yosunlu bekar odasıydı.
                 
 
                -  
 
                - Yetim çocuk ellerini kafasına sıkıştırmış
                 
 
                - Saatlerce öylece durup saklanırdı kendinden
                 
 
                - Duman... duman üstünde efkarlı duruşu
                 
 
                - Boynu bükük, ürkek bakışlarıyla inilticiydi
                 
 
                -  
 
                - Yetim çocuk gözleri İstanbul aynasında yağmurluydu
                 
 
                - Dertlerin kabuğunda bedenini sarsarak ağlardı
                 
 
                - Hayatın ağırlığını taşımaya çalışan çocuk azimliydi de
                 
 
                - Daha delikanlılığın baharında...
                 
 
                - On yedi yaşında olan çocuk
                 
 
                -  
 
                - Sılanın bağrında tam on dört ay olmuştu
                 
 
                - Hicranın çilesi yüreğini kanatmaya başlamıştı
                 
 
                - Anacığının ve ablasının özlemleri kanatlanmış
                 
 
                - Uykusunu bölen rüyalardan sonra kalbine inmişti
                 
 
                - Gurbet hapsinden koparak dönüşe karar verdi
                 
 
                - Kurban bayramına da sayılı günler kalmıştı
                 
 
                -  
 
                - Akşamın ılık serinliğinde sokaklarca süzüldü
                 
 
                - Cebinde parası, hülyaların kıskacında dalıp durdu
                 
 
                - Bir gün sonra köyümün gözlerimde bulutluğu dağılacak
                 
 
                - Birkaç gün sonra tarlamızın başında bulunacak
                 
 
                - Birkaç yıl sonra askere uğurlanacak
                 
 
                - Ondan sonraki yıllarda evlenecek
                 
 
                - Ondan sonra... Daha sonra, diye düşünüp duruyordu
                 
 
                - Fakat Rabbimizin kader defterinden habersiz
                 
 
                - Biraz sonra ruhunu uçuracak sonundan habersiz
                 
 
                -  
 
                - Karanlığın içinde iki çift yırtıcı gözler izinde
                 
 
                - Takip ederler insana benzeyen eşkıyalar
                 
 
                - Loş ışığın altında önünü kestiler yetim çocuğun
                 
 
                - “Para, parayı ver çabuk “... Çıkar haydi
                 
 
                - Yetim çocuk irkildi, gözleri büyüdü ve haykırdı
                 
 
                - “Hayır, vermem paramla memleketime gideceğim”
                 
 
                - Eşkıyanın suratsızlığına patlayan yumruk
                 
 
                - Ve... Diğer hain keskin bıçağı sapladı. Yetimin kalbine
                 
 
                - Çocuk kesik “ hı “ diyebildi. Oracıkta yere kapaklandı
                 
 
                - Eşkıyalar ise karanlığın bağrında uzaklaşmıştı
                 
 
                - 
                
                Kurban bayramına yakın, üç kuruş için kurban edilmişti...
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          82  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               SEVDANIN YALNIZLIK GÜLÜNE
            
            Bir sevdanın gülünü sisli ufukların yağmurların da bırakarak; 
            gözlerden uzak, gönülden ırak kalmıştım. Kalıp'ta donan ruhum 
            erimiş, satırlar da duran hasret kalbime inmişti. Günümüzün tozlu 
            kirpiklerinde anılar canlanmış, ruhumdaki yarada kanamaya 
            başlamıştı.  
            Kalbimin baskısının ve ruhumun sancısının okları muhakememi 
            açmış, izan muhasebesiyle aşmıştı. Benliğimin solduğu, irademin 
            dolduğu ve yüreğimin hicranla yoğrulduğu taşkınlıklar da 
            boğuluyordum.  
            Kah... tabiatın yeşil boyasında bedenimi kapatarak,
             
            Kah... sahiller boyu ufukların çizgisine doğru ayaklarımı 
            sürükleyerek,  
            Kah... İstanbul'un geniş ensesinde kaldırımları çiğneyerek:
             
            vakitlerimin damlasında akan sen, hayallerimin aynasında sen, 
            gözlerimin boğuntusun da sen...  
            Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne 
            geçemiyerek sellerin taşkınlığında sürüklenerek  
            haykırıyorum.  
            Selamlar sana: kelamlar seninle buluşsun. Canım Ay. K...
             
            Buhranla tütsülenen duygu atmosferinin çilesi ile: yosun tutmuş 
            zamanın koyu boşluğuna; zihnimi yapıştırarak,  
            fikrimi yaslayarak süzülüyorum. Anlık kuyulara akan hatıraların 
            perdesini aralıyorum. İzanım durmuş ve ruhum dalmış olarak film 
            şeritleri beyaz sayfalara yayılıyor.  
            Çocukluğumun basamaklarında; gül kokulu, şen dokulu sevdanın 
            izlerini takip ediyorum... islerini anlık kuyuların kovalarına 
            batırıyorum...  
            Sevginin yakınlığından uzaklaşarak, sessizliğe kapanan. Gölgenin 
            ve bulanık çehrenin peşinde olan ben..!  
            Hani... gözlerin gözlerimde eriyordu.
             
            Hani... sesin sesimi arıyordu.
             
            Hani... nefesin nefesimi soruyordu.
             
            Zihnimin odasını altüst eden, fikrimin adasını işgal eden, 
            vicdanımın yarasını işret eden: bir zamanların yalnızlık  
            gülünün samimi ve içten sevdası.
             
            Sen izanımın bünyesinde, hali yemin bütünlüğünde gölgeli 
            varlıksın. Sürekli zihnimi, fikrimi kemirip duran varlık.  
            Zamanların çarkında: gölgenin kelepçesinde peşinden sürükleyen 
            darlık.  
            Sevdanın yalnızlık gülü olan: Ay. K...
             
            Karanlığın aynasından sıyrılarak; ruh güzelliğinle, gönül 
            zenginliğinle, duygu enginliğinle... gözyaşı ve gönül yası ile 
            birikmiş kuyumdan su alırmıydın.  
            Hatırlarsın; ilkokulun ilk sınıfında senin bana yaptığın ilanı 
            aşkın mührünü. İlan sözle değildi. Ne olur gözlerin küçülmesin, 
            gönlün ezilmesin: anlatıyorum... Sıra arkadaşlarımla oturup 
            konuşurken, sen aniden iki kolunu; incecik boynuma dolayarak sağ 
            yanağımdan öpmüştün. Geriye dönüp baktığımda senin zafer kazanmış 
            edalarla tatlı gülümsemenle karşılaştım.  
            Eminim ki; şimdiler de bu yaptığın hareketi hatırına geldikçe 
            kendinden utanıyorsundur. Çocukluğun gamsız ve  
            idraksiz silsilesinin içinden geldiği gibi davranışlar özgürlüğü 
            bunlar.  
            Hatırlarsın, bazen okul çıkışlarında beni beklerdin. Omuzun 
            kollarıma yaslanarak evlerimize dönerdik. Ben bir üstte,  
            sende bir alttaki sokakta bulunurdun.
             
            Hani... okulumuzun olmadığı günler de Sokağında karşılaşırdık ta 
            nasılda gülümserdin. Sanki seni görmeye gelmişim gibi. O anda 
            dünyalar senin olur: için içine sığamaz alaka gösterirdin.  
             
            Hani okulun en uzun boylusu olduğum için ' sırık' derdin. Bunu 
            söylerken tatlı tatlı kırıtırdın. Ben de; yüzümü buruşturarak, 
            başımı eğerek alınmış rollerine bürünürdüm. Sen ise hemen pişmanlık 
            duyar ve kalın sesle ' Özkaaan'' diyerek sarsardın. Geride 
            bıraktığın o çocuk şimdide boyu uzun. Beni görsen: şakaklarıma hafif 
            kar düştü, yüzüm ince kırıştı, alnım ve ellerim nasır bağladı. 
            Kıskanırdın, kem gözlerinden sakındırırdın. Kız arkadaşların benimle 
            konuşmak istese onları iter, birileri baksa  
            önünü keserdin. Okulun bahçesinde oyunlar oynardık; mendil 
            kapmaca, çember olup dönme ve daha farklı oyunlar.  
            Mendili daha çok benim arkama bırakır: fark edince de peşinden 
            koşardım. El ele tutuşarak şarkılar söyleyecek olsak yabancı elleri 
            kırar ve ellerime yapışırdın. Nasılda mutlu olurdun: benim gözümde 
            eriyecek, ellerim elini tutacak ve sadece benimle konuşacak: 
            sahiplenme isteğin.  
            Hatırlarsın... İlkokulun dördüncü sınıfına gelmiştik. Beni 
            senden kopartan kiralık evimizden, bir kaç kilometrelik  
            uzaklıkta ki satın aldığımız eve taşınma olmuştu.
             
            Bir ılık sonbaharın günlerinde, semayı karabulutların ördüğü 
            saatlerin akşamında: okulun koridorlarında yalnız sen ve ben vardık. 
            Nasılda bedenin sarsılarak: gönlünün içi yanıyordu. Kaybetme 
            korkusundan göz bebeklerimin içine işleyerek oyuyordun. Dışarının 
            fırtınalı esintisiyle beraber hafif yağmur yağmaya başlamıştı. Senin 
            acı dişli bakışlarından koparak: pencereleri tokatlayan yağmurları 
            izlemeye başlamıştım. Pencerede yansıyan başımda ki yağmurla bir 
            süre öylece kalmıştım. Sonra senin ıslak yüzün penceredeki yüzüme 
            değmiş ve şunları söylemiştin.  
            ' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur 
            gelirsin değil mi. '  
            Islanan yanakların, islenen küçücük yüreğinin korlarını üflemeye 
            gayret ederek senden kopmuştum. Acımasızca döven yağmura bedenimi 
            bırakarak karanlık sokaklarla dertleşerek yürümüştüm. Ertesi günde 
            yeni okuluma merhaba diyecektim.  
            ' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur 
            gelirsin değil mi. '  
            Ve... bu bizim son görüşmemiz olacaktı.
             
            Ah... başımı taşlarla vursaydım.
             
            Ah... kaşımı iğnelerle batırsaydım.
             
            Ah... yaşımı balyozlara vurarak, çocukluğumda bıraktığım gülüme 
            dönseydim.  
            Gitmedim. Hiç gitmedim: çünkü unutmak, maziden silmek, sevdadan 
            koparmak istiyordum. Ama geçen bunca yıldan sonra da unutamadım 
            seni.  
            Beni beklemiştin, yolumu gözlemiştin. Ders sırasın da kapı 
            açılacak; sırığım ve yakışıklım ' Özkan ' görünerek hasreti  
            donduracak diye. Kapılar açılmadı, sokaklar aralanmadı. Böylece 
            dudaklarını ısırarak, dişlerini sıkarak boynunu kırdın  
            ve mahzunluğun girdabına kapılarak ağlamış, ağlamıştın...
             
            Bunları biliyorum çünkü: aynı sınıfımız da okuyan akrabam ' 
            Murat ' söylemişti. ALLAH şahidimdir ki bu olanları bana  
            okuldan mezun olduktan sonra anlattı da: bir kaç yıl kendisine 
            kırgın ve kırgın kaldım. Niye bana bunları zamanın da  
            söylemedin diye.  
            İnan. Daha sonraları seni aradım. Sana kavuşma özlemleri ile 
            yanıp tutuşmuştum...  
            Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K...
             
            Okuduğun '... Anadolu İmam Hatip Lisesinin ' nizamiyesi önünde 
            bazı zamanlar seni beklemiştim. En sonunda bekçi ve hocaların sövüp, 
            itmesi sonucu uzaklaştırıldım. Hatta bir kaç kere de üç katlı 
            apartmanın en üst katında ki evinizin önüne gelmiştim: kapınızı 
            çalmaya cesaret edemedim. Kavuşamadık, buluşamadık seninle.  
            Şimdi ise sana;  
            Ses olsam... sesim kalın duvarlara çarpıyor ve içimde feryat 
            olarak yankılanıyor,  
            Nefes olsam... nefesim donuyor ve ruhum boğuluyor,
             
            Ellerimi uzatsam... ellerim boşlukta saplanıyor ve idrakim 
            duruyor.  
            Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K...
             
            Rabbim bilir. Şimdiler de nereler de ve ne yapıyorsundur.
             
            Belki mutlu bir evlilik ocağında sana bağlı eşin ve şefkatle 
            üzerlerine titrediğin evlatların vardır. ALLAH her daim bahtiyar 
            kılsın: İnşallah.  
            Ya da... Evet hepimizin dünyada ki imtihandan sonra hesapların 
            düşüleceği; ahrete menzil olan kabirdesindir.  
            Bedenini toprağın sıkarak sakladığı, gelinlik gibi kefenin 
            içinde ki kabir misafiri.  
            Belki de bunlar olmamıştır: hayallerin mahsulü olsa da. 
            Evlenmemişsin, henüz beğenebileceğin kısmetin çıkmamıştır. Karşına 
            çıkarak, ailenin de rızasını alarak: ' Beni eşin olarak, kabul ettin 
            mi ' derdim.  
            Evet bu teselli mahsullerin hayalleri. Belki de bana olan derin 
            kırgınlığınla; maziye sünger çekerek, defteri kapatmışsındır.  
            Ama; ben ise seni hiç unutamadım. Canım gülüm Ay. K...
             
            Sevdanın yalnızlık gülü: Ay K...
             
            Genişleyen vicdanımın ağır tokmakla vurulan feryadı, yaralanan 
            gönlüme akan yaygın kanlardan: bu satırların gölgesi gölgeni bulsun.
            
            
            Selamlar seninle buluşsun. Satırlar senin gözünü öpsün. 
            Kelamlarım kırgınlığını dindirerek tutsun. Canım: Ay. K...  
            Ne olur bir ses ver: kalbim ferahlansın.
             
            Ne olur bir nefes ver: duygularım sefahatlansın
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           83  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL  | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               RULO YAŞ PASTA
            
            Pandispanya malzemesi
            4 yumurta
            6 yemek kaşığı un
            7 yemek kaşığı şeker
            1 paket vanilya
            1 paket kabartma tozu
            Krema için
            1 yumurta
            3 bardak süt
            4 yemek kaşığı un
            7 yemek kaşığı şeker
            250 gramlık ¼ paket margarin
            2 yemek kaşığı kakao
            3 veya soyulmuş bütün muz
             
            
            Krema yapılışı:
            
            Tencereye üç su bardağı süt konulur 
            bir yumurta sarısı ile beraber kırılır Sütün üzerine dört yemek 
            kaşığı un, yedi yemek kaşığı şeker tüpe konulur koyulaşana kadar 
            kaşıkla kesilmemesi için karıştırılır.
            
            Krema pişince soğuması için kenara 
            konulur. Soğuyan kremanın içine 250 gramlık  ¼ margarin konularak 
            mikserle çırpılır. Pastanın dışının kreması Kakaolu olması istenirse 
            kakao konulacaksa krema ikiye bölünerek kakao ile mikserle çırpılır.
            
            Bu arada fırın tepsisinin altı katı 
            yağla yağlanır, pandispanya yapışmasın diye üzerine bir miktar un 
            serpilir.
             
            
            Pandispanya hazırlaması
            
            4 yumurta plastik bir kaba kırılır, 
            yedi yemek kaşığı şekerle mikserle yumurtalar beyazlaşana kadar 
            çırpılır. Çırpılan bu karışımın içerisine altı kaşık un, kabartma 
            tozu ve vanilya konularak kaşıkla hamur iyice karıştırılarak 
            yağlanan tepsiye dökülerek incecik serilir ve fırına sürülür.
            
            Pandispanya hafif kabarıp pişince 
            fırından çıkartılır. Pandispanya yırtılmadan tepsiden özenle 
            çıkartılır. İkiye böldüğümüz kremanın beyazını pandispanyanın 
            üzerine iyice süreriz.  Krema sürülmüş pandispanyanın kenarına 
            önceden soyulmuş muzlar düzgünce sıralanarak rulo yapılır.
            
            Rulonun üzerine kakaolu krema iyice 
            kapatacak şekilde sürülür. Üzerine istenirse rendelenmiş çikolata, 
            pasta süs şekeri ve Hindistan cevizi dökülerek buzdolabına 
            dinlenmesi için alınır.  
            
            Buzdolabından bir saat sonra 
            çıkartılan yaş pasta kesilerek servis yapılır.
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        
        
        
        
        
        
        
        
         
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
           | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          84  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
               
              HEPSİNİN TOPLAMI İSTANBUL 
                
              Soğuktan üşüyen ellerimi cebime soktum  
              Bir nefes daha çektim o pis ayazından 
              İstanbul sana inat, 
              Yokluğumda boğazımdan arttırdığım  
              Üç kuruşa bir simit aldım 
              Sıcak bir çay içtim, 
              Haliç`inden bende geçtim İstanbul 
              Can çekişen kurban gibi geldim 
              Ya beni öldür ya adam et İstanbul 
              Yedi tepeye kurulu büyük şehir 
              Namına geldim... 
              Haydarpaşa da trenden indim,  
              Sorduğum sorulara cevap ver İstanbul 
              Sevmek mi zor ayrılık mı 
              İhaneti sen nerene koyuyorsun İstanbul 
              Akşamdan mı ağlayıp yatıyorsun, 
              Yoksa; yattıktan sonra mı ağlarsın 
              Belki sende, 
              Martıların çığlıklarına 
              Kendini kaldırıp bir çırpıda 
              Vuruyorsun kıyıya 
              Bende böyle tutunuyorum 
              Bir mum gibi ama 
              Fırtınalardan sönmeden yaşıyorum İstanbul. 
              Bendeki acılar 
              Bu gökyüzü, yıldızlar 
              Sonra deniz ve balıklar 
              Onca ev, onca insan  
              Verilen sözler, tutulan sırlar, 
              Yağan yağmur, toprak ve hava 
              Karacaahmet`deki dikili taşlar da dahil 
              Hepsinin toplamı, 
              Yekun;  
              Sensin işte İstanbul 
  
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          85  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         BİRİSİ VAR 
                
        Aramızda kalsın  
              Birisi var, 
              Taze bir somun ekmek gibi sıcak 
              Buğday gibi.. 
              Rüzgarın okşaması gibi başağı 
              Birisi var... 
              Tövbe gibi 
              Dilimin ucunda 
              Birisi var 
              Gecenin içinde  
              Uzaklarda bir yıldız gibi 
              Ceylan gibi ürkek 
              Birisi var... 
              Suratımda, 
              Sıfatımda 
              Yürüyüşüm telaşlı 
              Birisi var 
              Bende mahkum 
              Onda firari 
              Yağmur gibi  
              Damla damla 
              Ateş gibi  
              Düştüğünde yüreğimi yakar 
              Birisi var... 
              İskeleye yanaşır gibi vapur 
              Onun bakışlarında benliğim savrulur 
              Yemin ederim... 
              Yemin ederim birisi var … 
               
               
   | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           86  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         UNUTMA 
          
        Seni yitirmiş olsam bile 
        O aynalardan 
        Yine sen olacaksın gözlerimin önünde. 
          
        Tutamıyacağım belki ellerini 
        Belki de çıplaklığını örtemiyeceğim 
        Beyaz tüllerle. 
          
        Seni ele verecek o akşamlar 
        Unutma... 
          
        Nerede görürsen 
        Bir benzerini o durağın 
        Unutma söylensin yine benim şarkılarım. 
          
        Geçtikçe o kalabalık vitrin önlerinden 
        Işıklarda oku benim ismimi 
        Unutma... 
        Seni ele verecek o geceler 
        Unutma... 
        Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           87  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
        KAPAR KAPILARINI DOSTLARINA 
          
        İnsan nereye girerse girsin 
        Hangi çıkmazlarda 
        Kalırsa kalsın 
        Güneşin ışığından kaçamaz… 
          
        Yağmur, rüzgâr etkiler 
        Üşür soğuk havalarda… 
        Nufus cüzdanı üzerindeki 
        Vesikalık resmi gibi, 
        Farklılaşır bazı halleri... 
          
        Kendi içindekilerle yorumlar 
        Dışındakilerini 
        Sevmediklerini beğenmez 
        Beğendiklerini sevemez 
        Kapar kapılarını dostlarına... 
          
        Davranışları 
        Ve konuştukları farklılaşır 
        Zaman zaman... 
        Filmin « son » yazmasından 
        Öncesinde kalır düşüncesi 
        Yarı uykulu gezer 
        Gezerken unutur gerçekleri 
        Kapar kapılarını dostlarına... 
          
        Üzeyir Lokman ÇAYCI 
        Magnanville – Mart 1999 
         
   | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          88  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - ÖÇ
 
            
            - «Işıklar evlerimize girince karanlıklar gider…»
 
            - Üzeyir Lokman ÇAYCI
 
            - Kişiler  :
 
            - Bekir Efendi :  İşçi emeklisi (70 yaşında)
 
            - Necmi : Bekir Efendi’nin oğlu (29 yaşında)
 
            - Profesör Kemal : Bekir Efendi’nin erkek kardeşi (60 yaşında)
 
            - Polis memuru
 
            - 
            Bekir Efendi 40 yıl Almanya’da 
            çalıştıktan sonra Türkiye’ye döner. Hayatını kendisine beşiklik 
            yapan Bor ilçesinde geçirmeye karar verir. Oldukça yorgundur.  
            Türkiye’de bulunduklara süre içerisinde gerek hanımı Cavidan’la ve 
            gerekse tek oğlu Necmi’yle hiç ilgilenmemiştir. Onun ilgi alanında 
            sadece para vardır…  
 
            - 
            Necmi ise annesi öldükten sonra uzun 
            süre Türkiye’de yalnız ve başıboş kalmıştır.  İçkiden başka dayanağı 
            yoktur.  
 
            -  
 
            
               
              - BİRİNCİ PERDE
 
              
            
            - 
            (Gün yavaş yavaş ağarmaktadır… Radyo 
            açıktır. Bekir Efendi’nin dış kapıdan girdiği görülür. Elindeki 
            ekmeği masanın üzerine bıraktıktan sonra,  Necmi’nin yattığı divanın 
            üstünü düzeltir. Yerdeki şişeleri ve eşyaları toplar, diğer kapıdan 
            çıkar. Tekrar gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu 
            anlaşılır.)
 
            - 
            İki kapı, dolap ve pencerelerden 
            oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların bitişiğinde iki divanla, solda 
            divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan bir sehpa ve ortada ise 
            etrafında sandalyeler bulunan bir masa… Masanın üzerinde ise 
            Necmi’nin çerçeveli çocukluk fotoğrafı, resimli mecmualar, eski bir 
            şamdan üzerinde mum, kitaplar ve radyo bulunmaktadır. Duvarda bir 
            ayna, sağdaki divanın yanında da, yerde yatık bulunan boş içki 
            şişeleri göze çarpmaktadır.
 
            - 
            Radyodan «haber saati” isimli 
            programdan konuşmalar duyulur :  
 
            - 
            « Sevgili dinleyiciler, işte bir kaç 
            başlıkla huzurlarınızdayız.  Yine zam haberleriyle sarsılacaksınız… 
            Yarından itibaren ejderhalar gibi pahalılık üzerimize geliyor ! 
            Trafik kazalarında rekor kırdık! Yollar otobüslerle dolup taşıyor. 
            Nehir ve tren taşımacılığımız adeta yok gibi! Yurdumuzun dört 
            köşesinde korsanlar ha bire arabalarımızı yakıyorlar! Şer 
            gönüllüleri  ve caniler artık korkmuyorlar! Eğitimde, ahlâkta ve 
            inançta seviye düştü! Meydanlara çıkanlar bilir bilmez, dinden, 
            imandan, ilaçtan, vatan kurtarmaktan bahsediyorlar!  Yani 
            anlayacağınız, herkes imam, doktor, siyasetçi oldu! Aile yapımız ise 
            ha bire parçalanıyor… Şehirlerimiz ilgisizliğin kurbanı! Sigara ve 
            içki tüketiminin artması bizi korkutuyor! Ajanlar ülkemizde at 
            koşturuyorlar! Önemli kademelerdeki insanlarımız kaza süsü verilerek 
            birer birer öldürülüyorlar. »
 
            - 
            Bekir Efendi :  (Radyo haberlerini 
            dinlemektedir) Ne günlere kaldık?  
 
            - 
            (Radyoyu kapatır, sandalyeye 
            oturarak Necmi’nin fotoğrafını eline alır)  Bir daha geri gelmeyecek 
            güzelliklerden kaçışımdan bahsediyor sanki? Kendisini unuttuğumdan, 
            ihmal ettiğimden bahsediyor gibi... Unutmanın kaybetmek olduğunu 
            bana hatırlatmak istiyor!
 
            - 
            (Elindeki çerçeve ile ayağa kalkar)  
            Gecelerin sihirli boşluğunda kendimi kaybettiğim anları, ya da 
            karşılarında hiç ses çıkaramadığım haksızlıkları eğer şimdi 
            görüntüleselerdi acizliğim ve zavallılığım açığa çıkacaktı…  
 
            - 
            (Ayaktayken, eğilerek masa 
            üzerindeki bir mecmuanın sayfalarını karıştırır)  İkiniz de 
            haklısınız ey kelebek ve boşluğa tekme atarken dudakları uçuklayan 
            eşek!
 
            - 
            (Öne doğru gelir) İnişli ve çıkışlı 
            yollarda, gençliğimin gücünü kullanarak vefasızlık ettiğim 
            insanlarla ben nasıl yüzleşeceğim?
 
            - 
            (Başını yukarı kaldırarak) Menfaat 
            kulluğu, çıkar çobanlığı ve öfke tüccarlığı yapmanın nelere mal 
            olduğunu şimdi gayet iyi biliyorum.
 
            - 
            (Ellerine bakar)  Sanki boşa 
            akıttığım suların içerisinde boğuluyorum.
 
            - 
            (Pencerelerden dışarı bakar) 
            Kalplerini kırdığım insanlar beni yanlız bırakarak öçlerini 
            alıyorlar!
 
            - 
            (Duvardaki aynaya bakarak,  ağzını 
            açar, dişleri görünür) Daha önceden maskemi çıkarsaydım, insanlar 
            acımasız yüreğimle, dengesiz duygularımla ve kontrolsüz arzularımla 
            beni görmüş olsalardı bugün için bir tek dostum kalmayacaktı…
 
            - 
            (Ortadaki masaya yaklaşır ve bir 
            sandalyeye oturur.  Dirseğini masaya koyarak eline başını dayar) Bir 
            de kendi kendimi aldatıyorum… Sanki şimdi etrafım dosttan 
            geçilmiyormuş gibi ulu orta konuşuyorum! Çevremdekilerin adil 
            olamadıklarını söylesem belki biraz inandırıcı olabilir… Bana rehber 
            olan yanlışlıkların, suçların ve günahların sahibiyim. Düşünce 
            fakirliğini zenginlik olarak algılayanlar arasında yaşamanın ne 
            demek olduğunu dahi bilmiyorum.
 
            - 
            (Sabit bir noktaya bakarak) 
            Zamanında öğretmenlerim keşke bana utanmayı öğretselerdi? Hırslarımı 
            taşımak için 40 katır yetmez… Ne yaptığıma, neyi yapamadığıma bakan 
            mı var sanki? Patronu olduğum toprakların çırağı olma gibi bir yöne 
            itildiğimi görür gibi oluyorum. Ne hale düştüm, ne hallere 
            düşürüldüm?
 
            - 
            (Tekrar ayağa kalkar… İçerden küçük 
            bir tabak içinde iki parçaya bölünmüş bir elma getirir. Yarısını 
            yer…) Sevgili oğlum ben sana hayatında bu şekilde bir ikramda 
            bulunamadım. Bak… elmanın yarısını da senin için bırakıyorum… (Eline 
            oğlunun fotoğrafını alır… Gözleri yaşararak…) Necmi oğlum… Necmi! 
            Konuşsana benimle… Bir defa olsun bana “baba” de.  
 
            - 
            (O sırada dış kapı açılır. İçeriye 
            elinde içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde Necmi girer… Odanın 
            ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye oturur. Şişeyi ağzına 
            dayayarak içkisinden içer.  Bekir Efendi soldaki divana yaklaşır… 
            Üstündeki yorganı açar. Oturur. İki elinin arasına başını alarak 
            oğlunu izler.)
 
            - 
            Bekir Efendi :   Yanılgılar upuzun… 
            Kavramlar paramparça… Çevremizde insan avı var… Sinsice ve aptalca!
 
            - 
            (Ayağa kalkar) Sen ve ben bu güne 
            kadar annenin yokluğunun farkına vardık mı? Ya da senin benim 
            varlığımdan ne hissettiğini ben bilmiyorum… Yarın da aynı şeyleri 
            yaşayacağız ! İhtiyaç duyulduğu zaman,  faydası olmayacak bir 
            gelecekten bahsediyorum. Biliyorum bugün de benimle konuşmayacaksın 
            ! Ama aslında kendi halin sana benden daha çok şey anlatıyor.  
 
            - 
            Ben Almanya’da inşaatlarda usta 
            olarak çalıştığım sıralarda duvarları şekillendirmekten zevk 
            alırdım. Harçlara hayallerimi karıştırırdım o zamanlar…Ama ne yazık 
            ki,  yuvamı dilediğim gibi şekillendirmek aklımdan geçmezdi… Bu 
            sebeple bugünkü hayatı bu şekilde yaşıyorum. Kendi ellerimle 
            yüreğimden kopardığım bir varlık olarak susmakta ve bana «baba» 
            dememekle haklısın! Seni bende ve beni sende tüketenler utansın… 
            Önce kendim için, sonra da senin için söyleyeceğim bir söz var... Bu 
            da : «Unutmak kaybetmektir! » sözü...
 
            - 
            (Necmi’nin fotoğrafı elindedir) Kısa 
            süreli mutluluklar uçucudur. Çoğu zaman da insanlara zararlı 
            olurlar. Görüyorsun ki ben yaşlandım. Yakındaki hasret, uzaklardaki 
            hasretten daha sarsıcı… Acıları sırtımda taşıyamıyorum. Kolay mı bir 
            şeyler olmak?
 
            - 
            (Sessizlik… Ayağa kalkar. 
            Pencerelere yaklaşır.) Bak yine gece çöktü dışarıda. Korkunç 
            gölgeler geziyor sokaklarda. Sanki Bağdat’ı görüyorum, kıpkırmızı 
            bir kan denizinin ortasında.  (Necmi’ye dönerek) Bakışların soğuk… 
            Ellerin titriyor senin…
 
            - 
            (Necmi’nin gözleri irileşir… Ayağa 
            kalkar ve Işığı söndürür. Perde kapanır)
 
            -  
 
            
               
              - İKİNCİ PERDE
 
              
            
            - 
            (Gün yavaş yavaş ağarmaktadır … 
            Radyo açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi elindeki ekmeği 
            masanın üzerine bıraktıktan sonra,  Necmi’nin yattığı divanın üstünü 
            düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar. Tekrar 
            gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu anlaşılır.)
 
            - 
            “Haber saati” konuşmaları radyodan 
            duyulur :  
 
            - 
            “Sevgili dinleyicilerimiz sizlere 
            şimdi aldığımız bir haberi ulaştıracağız…Gıda dağıtım işinden 
            denizcilik sektörüne geçen  Orak, Safra  adlı kuru yük gemisiyle 
            taşımacılık yapacak… Yani kaşla göz arasında 40 yıl gurbette 
            çalışmadan, Orak, kısa sürede koskoca bir geminin sahibi oldu. 95.7 
            metre uzunluğundaki geminin piyasa değerinin ikinci elde 5 milyon 
            dolar olduğu belirtiliyor. Geminin kapasitesinin 200 TIR’ın taşıdığı 
            yük değerinde olduğu da her yerde allandıra ballandıra 
            anlatılıyor... Bugünkü iktidarla ilgili haberler bununla da sınırlı 
            değil… Yüzsüzlük bulaşıcı bir hastalık gibi birinden diğerine 
            geçiyor… Osuman Küpe’nin oğlunun da gemi işletmeciliğine merak 
            sardığı iddia edildi. Küpe’nin oğulları Mimat Hilad, Simail Küpe ve 
            Yalha Küpe’nin ortak oldukları Buz İnşaat adına 9 trilyonluk teşvik 
            temin edilerek, Çin’den gemi aldıkları haberleri soğuk rüzgâr gibi 
            ortalıklarda dolaşıyor.
 
            - 
            Ayrıca Osuman Küpe’nin oğullarının 
            600 evi olduğu iddiası ise piyasaya bomba gibi düştü!  Gözler diğer 
            oğullarına çevrildi.
 
            - 
            Kepekkatan’ın oğlunun ardından 
            Yüzali Şimşek’in oğlunun gemi alması siyasi kulislerin gündemine 
            oturdu. Yüzali Şimşek’in 24 yaşındaki oğlu Serkan Şimşek kız kardeşi 
            ile 10 milyar lira sermayeli şirketi adına 720 milyar liraya Mo-Mo 
            gemisi satın aldı. Bunlar bu halleriyle kendilerini kalkındırmaya 
            çalışıyorlar.  Gemilerini kurtaran kaptanlar denmez mi bunlara?
 
            - 
            Sevgili seyircilerimiz burada bu 
            gibi iktidar faaliyetlerini anlatmaya ne gücümüz yeter, ne de 
            vaktimiz? Bu sebeple sizi bu konuları bizzat  takip etmeye 
            çağırıyoruz... Biliyorsunuz, hiçbir zaman felaketler sırıtarak 
            gelmezler.  Bu kafalardan kendi çocuklarınız için en ufacık bir ilgi 
            bekliyorsanız havanızı alırsınız. Bunlara oylarınızı verdiğiniz 
            için, sizlere onlar adına ne kadar teşekkür etsek az... Hiç olmazsa 
            bundan sonra da bu zavallıların devlet imkanlarıyla diğer 
            ihtiyaçlarını karşılamalarına da vasıta olacaksınız. İyi ki 
            varsınız. Sizin kıymetinizi bilmeyenler taş olsunlar!
 
            - 
            Bekir Efendi :  (Radyo haberlerini 
            dinlemektedir) Ağzına sağlık! Ne kadar güzel konuştun! Bir de benim 
            gibi 40 yıl gurbette şuursuz çalışanlara çocuklarının yalnız ve 
            kimsesiz bırakılmalarına, yüreklerinden duygularının sökülüp 
            atılmalarına sebep olan çıkarcılardan, hainlerden de bahset! 
            Biliyorum pusudaki kafalar av peşinde! Din maskesi altında 
            yetkilerini sıçrama tahtası gibi kullananlar var. Zayıf noktalar 
            daima sırıtıcı oluyorlar... Cahillikler acizliklerin örtüsü... Bu 
            cılız örtüler çekildikçe çirkinlikler açığa çıkıyor ve etkinlikler 
            çöküyor!  
 
            - 
            Bekir Efendi : (Radyoyu kapatır, 
            oturur, oğlunun resmini eline alır) Bizi Almanya’da da burada da yok 
            farz ettiler. Bizim oralarda ağa gibi yaşadığımızı düşünenler var! 
            Onlara göre sanki para süpürdük! Yürürken... gezerken... yatarken 
            ceplerimiz marklarla doluyormuş gibi algılandık! Seni böyle 
            yorumlayanlar karşısında göz göre göre unutuldun... Sonra da 
            kayboldun!  (Derin derin iç çeker) Bir gün olsun... bir kez olsun 
            sen orada ne bok yiyorsun diyen olmadı... Onlar için lâf üretmek iş 
            yapmaktan daha kolay!  
 
            - 
            Vay Necmi’m vay! Daha çooook 
            resminle avunacağım. Hiç olmazsa sen yokken dilediğim gibi 
            konuşuyorum. Kim bilir şu an benim paralarımla hangi kahvehanenin 
            köşesindesin? Önünde rakı... dut yemiş bülbül gibi hiç sesini 
            çıkarmadan buraya geleceğin, yani zıbaracağın  vakti gözlüyorsun. 
            Sen orada kalabalık içinde yalnızsın... Ben burada kendi içimde 
            yalnızım... Ahhh farkına varamadığın bir tek şey var?
 
            - 
            (Sessizlik, müzik, ayağa kalkar. 
            Duvardaki aynaya doğru yaklaşır...)
 
            - 
            Bekir Efendi : (Aynaya bakarak kendi 
            görüntüsüyle konuşur) Ahhh... farkına varamadığın bir tek şey var... 
            dedim ya? Bu da hayatın kısalığı...
 
            - 
            Ömür geçip gidiyor... Dün tuttuğunu 
            koparıyordun... Bugün oğluna sözünü geçiremiyorsun! 70 yıllık koca 
            herif! Hıyar oğlu hıyar!  
 
            - 
            (Oda kapısından çıkar, sonra bir 
            kitapla içeriye girer... Masaya doğru yaklaşır ve sandalyeye oturur. 
            Kitaptan bir sayfa açar, yüksek sesle okur)
 
            -  
 
            - Zamanın ikinci yüzü karanlık
 
            - Önümüze çıkan bir çok şeyler var...
 
            - Fark etmediğimiz...
             
 
            - Yanından geçip gittiğimiz gerçekler gibi!
 
            - Düşmanı bol...
 
            - Zengini aptal
 
            - Fakiri çaresiz
 
            - Okumuşu gayesiz  
 
            - Bir toplum...
 
            - Böyle giderse
 
            - Yaşının götürdüğü yerden
 
            - Bir daha
 
            - Geri gelemez Halil Usta...
 
            - 
            (O sırada dış kapı açılır. İçeriye 
            elindeki içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde Necmi girer… Odanın 
            ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye oturur.  İçkisinden 
            içer.  Bekir Efendi soldaki divana yaklaşır… Üstündeki yorganı açar. 
            Oturur. İki elinin arasına başını alarak oğlunu izler.)
 
            - 
            (Necmi de babasına  doğru başını 
            çevirir… Göz göze gelirler. Perde kapanır.)
 
            -  
 
            -  
 
            
               
              - ÜÇÜNCÜ PERDE
 
              
            
            - 
            (Gün yavaş yavaş ağarmaktadır… Radyo 
            açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi elindeki ekmeği masanın 
            üzerine bıraktıktan sonra,  Necmi’nin yattığı divanın üstünü 
            düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar. Tekrar 
            gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu anlaşılır.)
 
            - 
            İki kapı, dolap ve pencerelerden  
            oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların bitişiğinde iki divanla, solda 
            divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan bir sehpa ve ortada ise 
            etrafında sandalyeler bulunan bir masa… Duvarda « Ayıyı nereye 
            götürürseniz götürün kendisini ormanda sanır!» yazısı bulunan bir 
            tablo asılıdır. Masanın üzerinde ise  Necmi’nin çerçeveli çocukluk 
            fotografı, resimli mecmualar, eski bir şamdan üzerinde mum, kitaplar 
            ve radyo bulunmaktadır. Duvarda bir ayna, sağdaki divanın yanında 
            da, yerde yatık bulunan boş içki şişeleri göze çarpmaktadır.
 
            - 
            Radyodan «haber saati” isimli 
            program konuşmaları duyulur :
 
            - 
            « Sevgili dinleyiciler, işte bir kaç 
            konuyla tekrar huzurlarınızdayız.  Uzun bir yolun çıkış 
            noktasındasınız! Ayaklarınızı ne kadar uzağa atarsanız atın oradan 
            hasret çıkıyor... Çeviremeyecekleri dümenlerin başlarına geçenler, 
            perakende yalanlarla acılarınıza ıslık çalıyorlar. Onlar kötülük 
            yaparak rahatlıyorlar... Bizleri tüyleri yolunacak tavuk gibi 
            görenler var! Kemerlerinizi bağlamayı unutmayın... Çünkü sizi 
            güvenliksiz bir geçitten geçirmeye zorluyorlar. İftiraların 
            önlerindeki kargaşalıklardan, mahkemelere intikal ettirilen 
            dayanaksız dosyalardan,  ceza şekline dönüştürülen suçlamalardan 
            medet umanlarla karşı karşıyasınız... Yüzlerinden nefret yağan 
            ahmaklar, tecavüze uğramış aynalardan,  zurnaların ucundaki  
            sineklerden, türban adı altında rahibeleştirilen kadınlardan, kâtil 
            kamyonlardan hiç söz etmiyorlar.
 
            - 
            Telefonlarınızın hukuksuz bir 
            şekilde dinlenebileceğine dair kuşkularınıza hak verenler çok!  
            Halleriyle dini yalanlayanlar her an size de çamur atabilirler… 
            Cilalı siyaset devrinde siz de mağdurlar listesinde yer 
            alabilirsiniz ! Biliyorsunuz kablumbağalar çiftetelli oynamasını 
            bilmezler! Onlar başarısızlığın dokunulmazlığı ve zayıflığın 
            gücüyle, masumları kovalama ekibi gibidirler. Yaşadığınız şehirde 
            size ait neyiniz kaldı? Şimdi ulu orta  yapılan bir kötülüğün kırk 
            yamasından bahsediyor herkes ! Yıpratılmamış bir tek şey gösterin 
            bana… Sanki onlar sizden öç alıyorlar. Siyasi tercihlerini sizden 
            yana yapmayanların bulundukları yerlerde kalma ihtimallerinin 
            ortadan kalktığı da gözlenmektedir ! Başkalarının bastonlarıyla 
            yürüyenler uzaklara asla gidemezler… »
 
            - 
            (Kapının zili çalar. Bekir Efendi 
            kapıyı açar. Kardeşi Profesör Kemal elinde bir valizle içeriye 
            girer. Kucaklaşırlar. Valizi, karşı duvarın dibine konulur.)
 
            - 
            Bekir Efendi : (Radyoyu kapatır) Hoş 
            geldin kardeşim. Yıllarca birbirimizi göremedik... Saçların da 
            benimkiler gibi bembeyaz olmuş! Nasılsın, iyi misin? Emekli oldun 
            mu?
 
            - 
            (Profesör Kemal çeketini çıkarır. 
            Her ikisi birden ortadaki masanın kenarındaki sandalyeleri çekerek 
            otururlar.)
 
            - 
            Profesör Kemal :  Evet ağabey, hemen 
            hemen on yıl oldu birbirimizi görmeyeli. Seni ve bende izleri olan 
            çevremi  oldukça özledim. Hepimiz birbirimizden uzaklarda yaşamaya 
            zorlandık… Anlayacağın hasret, gurbet derken yılları tükettik!
 
            - 
            Bekir Efendi :  Olumsuzluklar 
            içerisine itildik… Birileri de dayanma gücümüzü alıp gittiler.
 
            - 
            Profesör Kemal :  Necmi nerede ?
 
            - 
            Bekir Efendi :  O bir kahvehane 
            köşesinde  günlerini hiç ediyor... Her gün tirit gibi sarhoş geliyor 
            eve… Beni sevmiyor. Benimle konuşmuyor. Adeta benden öç alıyor. Yani 
            ektiklerimi biçiyorum ben!
 
            - 
            Profesör Kemal :  Demek alkol 
            bağımlısı oldu...
 
            - 
            Bekir Efendi :  Hem kendini kontrol 
            edemiyor, hem de çevresini tanımıyor. Yani o küçük Necmi’nin yerinde 
            başka bir kişi var!
 
            - 
            Profesör Kemal :   Hiç kimse 
            kendisini sorgulamıyor.  Dayanaksız ithamlar, kuşku üreten ön 
            yargılar, gerçekleri gizleyen örtülerle karşı karşıyasız. Bu 
            sebeplerle  senin gücünün yetmediği yerlerde sorumlulara, 
            destekçilere veya devlet otoritesine de  rastlayamıyoruz. Geçen gün 
            televizyonda konuşmasını dinledim devam eden Fener yolsuzluk 
            davasıyla ilgili olarak : “Falan ülkede, falan dernek yöneticileri 
            suiistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz diyorlar. Bana ne ya. 
            Bana ne. bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, 
            yargılanmışlarsa, buna ne?” dedi.
 
            - 
            Bekir Efendi : Tarihe, tarihi 
            değerlere hakkını vermek seviyeli bir bakışla mümkündür. 
            Vatanseverleri ve Atatürk gibi değerleri suçlayanlardan ben inançla 
            ilgili, insani tavır beklemiyorum. Onlar kendi çocuklarını ve 
            yakınlarını kurtarma mücadelesi veriyorlar.  Yolsuzluluklarla 
            çevrili yüksek duvarlar ardında saltanat süren bu kişilere bizim 
            halimiz bedduaya çevrilerek yansıyacak! Yani ben sorumluluk 
            mevkilerinde bulunan bu kişilerin geleceklerini de iyi görmüyorum.
 
            - 
            Profesör Kemal :   Otobüsle Bor’a 
            gelirken yanımda oturan bir şahsın bana  anlattıkları da Deniz 
            Feneri davasındaki suçlamalardan hiç geride kalacak şekilde  
            değildi. Kendisi  Paris’te çalışıyormuş. Onuncu Paris’in Strasbourg 
            Saint Denis bölgesinde bulunan Milli Görüş’e ait 64 Numara diye 
            anılan caminin bu gün yerinde yeller esiyormuş. 6 – 7 yıl öncesine 
            kadar cami alacağız vaatleriyle 9 milyon Frank’a yakın para 
            toplandığı söyleniyormuş. Para fabrikası gibi çalışan bu yerde, 
            kitapçılıktan, lokantacılığa... Bakkallıktan kasaplığa kadar bir çok 
            iş yeri de faaliyet gösteriyormuş... Cami alınmadığına göre toplanan 
            paraların nereye gittiğini vatandaşlar birbirlerine soruyorlarmış!
 
            - 
            Otobüste benim önümdeki koltukta 
            oturan bir vatandaşımız da : «Ülkemizin dışındaki vatandaşlarımızın 
            karşılaştıklarından bahsediyorsunuz... Biz de burnumuzun dibinde 
            bize yansıyan olumsuzluklardan rahatsızız! Adeta denetlenmesi 
            gerekenlerin dokunulmazlıkları var! Denetleme yapması gerekenlerin 
            de bir şekilde etkisiz hale getirildiklerini görüyoruz. 
            Birbirlerinin adamları olanlar ister huzur evlerinde olsun, ister 
            bir başka hizmet alanlarında olsun tecavüzlerin, yolsuzlukların ve 
            baskıların görmezlikten gelinmesini sağlıyorlar! Olan üçüncü 
            şahıslara yani mağdurlara oluyor. Bu gibi yerlerde hukuk 
            işletilmiyor... Yarın bu tür kanunsuzluklara kaynaklık yapmış olan 
            kişilerin belediye başkanlıklarına getirilmelerine veya milletvekili 
            adayı olmalarına da hiç şaşırmayın » dedi.
 
            - 
            Ankara’ya indiğimde kömür 
            kullanılarak havası kirletilmiş bir başşehirle karşılaştım.
 
            - Gelirken bir baktım,  ilçemizdeki Özden Çayını kurutmuşlar. 
            Dereye yığınlar halinde betonlar dökülmüş. Hatıralarımızın kaynağı 
            bu dereyi kurutmadan önce ne yapıp ne edip sularla besleyemezler 
            miydi? Dünyanın hiç bir yerinde ırmaklar, nehirler ve kanallar 
            kapatılamaz... Onlar gelelecek için toplumların güven alanlarıdır. 
            Yarın, bir gün ihtiyaç duyulduğu anda çevreden gelen sel sularını 
            taşıyacak bu ırmağı kapatanlar, çevrenin sel sularıyla harap 
            olmasına sebep oldukları anlarda lanetle anılmayacaklar mı? 
            Yarınları niçin düşünmüyorlar?  
 
            - Her zaman tekrarladığım bir sözüm var : İnsanlar kendilerinden 
            uzaklaştıkça kötülüklere yaklaşırlar.
 
            - 
            (Kapının zili çalar. Her ikisi 
            birden ayağa kalkarlar.)
 
            - 
            Bekir Efendi :  Necmi bu saatte 
            gelmezdi? Hem o anahtarıyla açardı kapıyı... Hayırdır inşallah!
 
            - 
            Bekir Efendi kapıyı açar... Profesör 
            Kemal de merak içerisinde onun yanındadır.
 
            - (Bir polis memuruyla karşılaşırlar.)
 
            - 
            Polis : Oğlunuz Necmi’ye bir kamyon 
            çarptı... Olay yerinde can verdi. Araştırmalarımıza göre amcasının 
            Amerika’dan geldiğini görenler ona söylemişler… O da buraya gelirken 
            koskoca kamyonu fark etmemiş. Cenazesi morga kaldırıldı. Başınız sağ 
            olsun!
 
            - 
            (Her ikisi de giyinerek dışarı 
            çıkmak üzeredir.)
 
            - 
            Bekir Efendi :  Oğlum... Biricik 
            yavrum... Seni de kaybettim... Bizi bu hallere düşürenleri ALLAH’a 
            haval ediyorum.  Ben yitirdim, ne olur siz sevdiklerinizi 
            kaybetmeyin?
 
            - 
            Profesör Kemal : (Ceketini 
            sandalyenin üzerinden alır) Biricik yeğenim beni göremeden hayatını 
            kaybettin… Ben de sen çok özlemiştim.  (Hüzünlü bir müzikle her 
            ikisi de ağlayarak dışarı çıkarlar. Perde kapanır.)
 
           
          Bor, 13.12.2008 
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              |   | 
            
      
              |   | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          89  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         
        
          
        
        
          
        
        
        
        
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
            
              | 
               
        05. SAYI FİKİR DERGİSİ 
              NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ  01/02/2009  |