| 
               
              
                | 
            
      
     
                | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! 
        BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
          | 
            
           | 
              
      
              | 
               
                   İÇİNDEKİLER
              
               | 
            
      
              
              
              
              Abidin ÇETİN ALLAHUEKBER YOLU 
              
              Abidin ÇETİN ÇANAKKALE YOLU 
              
              Abidin ÇETİN HABERİM YOK  
              
              Abidin ÇETİN KAN UYKUSU 
               
              
              Ahmet CANBABA İYİ NİYET 
              
              Ahmet CANBABA ŞÖFÖR HİKAYELERİ "RÖTGENCİ" 
              
              Ahmet CANBABA SOSYETE KAZIM 
              
              Ahmet CANBABA UMUTLARIN ÖTESİ VE TÜLAY SARAYKÖYLÜ (Bir Roman 
              Eleştirisi) 
              
              Ahmet CANBABA KURBAN EDİLDİ    
              
              Ahmet CANBABA ADINI SEN KOY  
               
              
              Atilla ALPAY YEŞİLAY İLİM YAYMA’DA 
              
              Atilla ALPAY ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI 
              
              Atilla ALPAY GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY KUTLAMASI 
              
              Atilla ALPAY SENA ÖZKAŞ SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ 
              
              Atilla ALPAY YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI 
              
              Atilla ALPAY YEŞİLAY HAFTASI (1-7 MART)  
              
              Atilla ALPAY YEŞİLAY’IN İSKİLİP ÇIKARTMASI 
               
              
              İsa KAYACAN TÜRKÇEMİZ 
              
              İsa KAYACAN CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ 
              
              İsa KAYACAN DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ 
              
              İsa KAYACAN HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER 
              
              İsa KAYACAN MEHMED b. SÜLEYMAN (FUZULİ) 
              
              İsa KAYACAN NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI  
              
              İsa KAYACAN YAZILANLARIN IÇINDEN  
              
              İsa KAYACAN VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI 
              
              İsa KAYACAN YENİ YENİ YAZILANLARDAN  
              
              İsa KAYACAN ÜÇ ŞİİRLE ANLATILANLAR  
              
              İsa KAYACAN BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK  
              
              İsa KAYACAN YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ 
              
              İsa KAYACAN GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM 
              
              İsa KAYACAN BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI 
              ARAŞTIRMALARI  
              
              İsa KAYACAN ESKİMEYEN ŞİİRLER 
              
              İsa KAYACAN YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ 
              
              İsa KAYACAN TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE SAYGIYLA 
              UĞURLADI 
              
              İsa KAYACAN SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ 
              
              İsa KAYACAN TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE 
              
              İsa KAYACAN YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN 
              
              İsa KAYACAN MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ 
              
              İsa KAYACAN ŞAİRLERİMİZ 
              
              İsa KAYACAN KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ 
               
              
              Mahmut Selim GÜRSEL BEN 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL SEVDALIM 
              Mahmut Selim GÜRSEL HER AYIN 15’i ile 25’İ 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL MEHMET AKİF ERSOY OKULU ÇANAKKALE ETKİNLİĞİ 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL AN 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL KONUŞMUYORUZ 
               
              
              Mesut ARTAR BİR OYUNUN BİTİŞİ, BAŞKA BİR OYUNUN BAŞLANGICI DEĞİL 
              Mİ ? 
               
              Mustafa Nevruz SINACI BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI 
              Mustafa Nevruz SINACI İHTİRAS, KAPİS VE HIRS 
              Mustafa Nevruz SINACI 29 MART SENDROMU 
              Mustafa Nevruz SINACI DE’FACTO SULTA
                
              Mustafa Nevruz SINACI ŞİMDİ NE YAPMALI? 
              Mustafa Nevruz SINACI ÖZÜR’CÜLERE YARGI YOLU 
              Mustafa Nevruz SINACI EREĞLİ ÇÖL OLMASIN! 
               
              Neval KAVCAR KÜRT RAPORU VE ABANT PLATFORMU 
              Neval KAVCAR KARANLIĞA GİDEN IŞIK FETULLAHÇILIK 
               
              
              Ömer KARACA KANLI ve KINALI TOPRAKLAR: ÇANAKKALE
                
               
              
              Selma GÜRSEL KARNI BAHAR KIZARTMASI 
               
              
              Serkan ÖKÇE BİRİMİZİN BİRİMİZDEN FARKI
                
               
              
              Tülay BİLGİN HAYAT SENDROMU 
               
              
              Üzeyir Lokman ÇAYCI GEÇMİŞTEN KOPARILAN ŞEHİRLER ANKARA VE 
              İSTANBUL 
              
              Üzeyir Lokman ÇAYCI SUSMA MEHMET!
                
              
              Üzeyir Lokman ÇAYCI BU MEMLEKET BİZİM MEMLEKETİMİZ 
              
              Üzeyir Lokman ÇAYCI DESEN 
  
                 | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        KİTAP ismi  Sayfaya 
        dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
                 | 
      
      
        | 
                 
                
                   | 
      
      
        | 
                 Abidin ÇETİN  | 
      
      
        | 
                 
                
                Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - ALLAHUEKBER YOLU
 
                -  
 
                - Rus ayısı vurup gelmiş
 
                - Sıcak hayal kurup gelmiş
 
                - Mehmet hasta, sorup gelmiş
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - SARI GELİN inilemiş
 
                - EBUL HASAN banılamış
 
                - Urus Türkü günülemiş
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Sarıkamış ney mi oldun?
 
                - Enver Paşa bey mi oldun?
 
                - Vatansever şey mi oldun?
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Alman'a yaranamadık
 
                - Buzlarda barınamadık
 
                - Soğuktan korunamadık
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Urus top atmış Hasan'a
 
                - Ha Hasan'a ha da sana
 
                - Geri dönmüş ürke, yana
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Ermeniler mezar sökmüş
 
                - Yaşlı-genci çakıp yakmış
 
                - Uluçınar'ımız yıkmış
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Batı-Kuzey birlik olmuş
 
                - Türkü sahipsiz mi bulmuş
 
                - Sömürücü dersin almış
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
                -  
 
                - Şehid olmuş Mehmetçikler
 
                - Demişler; "Allhuekber!
 
                - Ruhumuzu Nur'a gönder!"
 
                - Sarıkamış kışta kalmış
 
                - Mehmetçikler düşte kalmış
 
               
                
                  | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
                 
                
                   | 
      
      
        | 
                 Abidin ÇETİN  | 
      
      
        | 
                 
                
                Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - ÇANAKKALE YOLU
 
                -  
 
                - Sömürücü Batı gelmiş
 
                - Mehmetçikler şehid olmuş
 
                - Saldırganlar vurmuş, ölmüş
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Bulut almış alayını
 
                - Hakk eylemiş kolayını
 
                - Parlatmış, Yıldız, Ayını
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - HIZIR demiş; "Dökün mayın!"
 
                - Otlar olsun size tayın,
 
                - Kurtuluşu yurda yayın!"
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - SEYYİD ÇAVUŞ mermi kapmış
 
                - Gemi ortasından kopmuş
 
                - Gaziler görevin yapmış
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Mondoros'ta teslim almış
 
                - İstanbul Batı'nın olmuş
 
                - İngiliz'in İpi dolmuş
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Misakı Milli budanmış
 
                - Lozan Batı'ya adanmış
 
                - Sömürgeciler dadanmış
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Batı'nın Doğu Sorunu
 
                - İflah olmaz o burunu
 
                - Kırar Türkün gururunu
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Birlik yapar işbirlikçi
 
                - Bizi soyar aşbirlikçi
 
                - Şaşkın, düşkün şaşbirlikçi
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - Çanakkale içindeyim
 
                - Avrupa'da Maçin'deyim
 
                - Hay'dan izinli zindeyim
 
                - Gelibolu Hakk'ın yolu
 
                - Özüne dön Hakk'ın kulu
 
                -  
 
                - 27.12.2006  
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
                 
                
                   | 
      
      
        | 
                 Abidin ÇETİN  | 
      
      
        | 
                 
                
                Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - HABERİM YOK
 
                -  
 
                - Şu nefisten heva aldım
 
                - Ne oldum delisi oldum
 
                - Salatımı yanlış kıldım
 
                - Benin benden haberim yok
 
                -  
 
                - Kim öttürse nerde düdük
 
                - Kılvavuzum oldu hödük
 
                - Surlarımda açık gedik
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - Savrulmuşam küller gibi
 
                - Estirmişem yeller gibi
 
                - Coşturmuşam seller gibi
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - Dost dost diye tuttum kuyruk
 
                - Gafillerden aldım buyruk
 
                - Sadıklardan kaldım ayrık
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - Yalpalayıp sağa, sola
 
                - Ayrılmışam nice kola
 
                - Akletmiyor beynim hala
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - Soruları sorarım ben
 
                - Yorgunları yorarım ben
 
                - Çözümleri ararım ben
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - Helal lokma alıp yesem
 
                - Coşkun rüzgar olup esem
 
                - Allah aşkın bulup desem
 
                - Benim benden haberim yok
 
                -  
 
                - 29.02.2009
 
               
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
                 
                
                   | 
      
      
        | 
                 Abidin ÇETİN  | 
      
      
        | 
                 
                
                Abidin ÇETİN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - KAN UYKUSU
 
                -  
 
                - Şehid olursam üzülme sen anam
 
                - O benim Allah'ıma varışımdır
 
                - Bırak dünyada ateşlerle yanam
 
                - O benim gazilerle yarışımdır
 
                -  
 
                - Düşersem yaptığımız bir akında
                 
 
                - Giysilerim dursun, o kefenimdir
 
                - Hakk'a yürüyeceğim pek yakında
 
                - Cihad eylemek ilmimdir, fenimdir
 
                -  
 
                - Saplanan o kurşunlar varsın, kalsın
 
                - Kurşunlar benim madalyalarımdır
 
                - Toprağa gömün ki koynuna alsın
 
                - O topraklar benim mayalarımdır
 
                -  
 
                - Botumu çıkartma, bana lazımdır
 
                - Sırat köprüsünden tezden geçirir
 
                - Şehidlik benim alnımda yazımdır
 
                - Kevser havuzundan şarab içirir
 
                -  
 
                - Boyandığım al kanları silmeyin
 
                - Onlar benin Cennet'te nişanmdır
 
                - Muhammed'den başka kulu bilmeyin
 
                - Mehmetçik tarihi benim şanımdır
 
                -  
 
                - "Mehmet şehid!" deyin, selam söyleyin
 
                - Babam sakın ha, kara bağlamasın
 
                - Fatiha okuyup rahmet eyleyin
 
                - Anam sakın ha bana ağlamasın
 
                -  
 
                - 15.02.2007  
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - İYİ  NİYET         
               
 
            
            -             Efendim bu  ozan  ‘Zebuni’  Yani  Ali  fazıl  Bozdağ  
            çok iyi  niyetli  bir  arkadaşımızdır. Ozanlar  derneğini  yeni  
            kurmuş  ve  aynı  zamanda  başkanı  seçilmişti. Bürosunda  
            kendisini  ziyarete  gittiğimde, laf  döndü  dolaştı insanlar  
            iyilik  yaptıklarında  karşılığını  göremiyorlar a  geldi. 
            Gerçektende   öyleydi.
 
            - Efendim  bende sırf Ali Fazıl Bozdağ  
            derneğin  başkanı diye   derneğe  üye  olmuş bir  senelik de  
            aidatını  vermiştim. Ocak  ayında  genel  kurula  gidecekler   beni 
            de  başkanlıktan  düşürecekler  dedi. Zebuni  Babanın da  bir  
            bildiği  vardır  demek ki dedim içimden.
 
            -  -Neden  düşürecekler. Dedim.
             
 
            -  -Bütün  zorluklar  aşılmış 
            derneğin  kimseye  beş kuruş  borcu  yok.    Masrafları  cebimden  
            harcadım. Burada  toplanıp  ardımdan  kulis  yapıyorlar,  sanıyorum 
            beni  ekarte  edecekler. Dedi. Bende:   
 
            - -Benim  oyum  senin. Dedim.
             
 
            - -Sana  oy  kullandırtmayacaklar ki.  
            Dedi.
 
            - -Neden?  Dedim. 
             
 
            - -Seni geçici  üyelikte bırakacaklar. 
            Zebuni yanlısıymışsın. Zaten  bir  iki  oy  farkıyla da  seçimi  
            alacaklar. Dedi. Dediği gibide oldu. Ben ve benim gibi bir iki 
            arkadaşlar geçiçi üyelikte kaldı Zebuniyi  başkanlıktan  düşürdüler.
            
            
 
            - Laf  iyilikten  açılmışken Zebuniyi  
            hayatında  iyi niyetinden  dolayı  hep  çarpmışlar.  Öyle  bir  
            zaman  gelmiş ki  artık  “kimseye  ne  bir  yardım  yapacağım,  
            nede  iyilikte  bulunacağım”  dedi. Dedi  ama  dediğini  kalbi  
            tasdik  etmiyordu.  Gözleri çook gerilere  daldı ve  bir  anısını  
            anlatmaya  başladı.
 
            - - Bir  kazada  postanede  çalışan  
            memurdum.  O gün sabaha kadar nöbetçiydim. Gece saat birde bir 
            bayanla bir bey geldi. Uzun boylu iyi giyimli  bey:
 
            - -İstanbul’a telefon  edeceğim. 
            Dedi.  Bende:  
 
            - -Telefon  etmeden  belirli  bir  
            ücret  ödemeniz   gerekmektedir. Dedim. Ya  telefon edip de  ücret  
            ödemeden  giderlerse, onun için önceden belirli bir ücret ödeyip 
            telefon  ettikten sonra ne kadar alacakları ücret kalmışsa konuşulan 
            miktardan çıkarılıp bakiyesi  ödenir.  Yani postanedeki  sistem  
            böyle  işlemektedir.  Adam:   
 
            - -Ne  kadar  ödemem  gerekiyor? Dedi 
            
            
 
            - -On  milyon! Dedim. Adamda para 
            yoktu demek ki kolundaki saatini çıkarıp bana  uzattı.  
 
            - -Telefon  etmek  zorundayım, bu  
            altın  saat  sizde  kalsın  daha  sonra   telefonun  ücretini  
            getirir  saatimi  alırım! Dedi.  Ben  baktım ki  adam  zor  durumda  
            verdiği  saat  altın,  saat  öyle  sıradan  bir  saat  değil.  Daha 
            önceden kendime verdiğim  sözleri  tutacak  adam mıyım  sanki  ben.  
            Her  şey  lafta  kalıyor. Baksana  adam  darda  kalmış  gel de 
            iyilik  etme.  
 
            - -İnsanlık öldü mü beyefendi kalsın! 
            Dedim.  
 
            - -Adam asil birine benziyordu birazda 
            buraların  yabancısı, kim bilir  ne  için  gelmişti.  Yanındaki  
            bayanda  oldukça  şık, birbirlerine  çok yakışmışlardı. Gecenin  bu  
            saatinde  binde  bir  insanların  işi  düşer  postaneye. Demek ki 
            bunlarında  bir  sorunları  vardı. Yabancı:  
 
            - -Olur mu efendim  saat kalsın, yarın 
            bana havale para çıkaracaklar o zaman telefon ücretini  öder, 
            saatimi de  alırım. Dedi.   
 
            - -Olur mu, olmaz mı.  derken  
            onların  samimi  davranışlarına  göre  bana  sonra  öderler  diye  
            saatini  almadım  adamın. Geçmiş gün konuşma ücretleri de üç milyon 
            tuttu.  Hani  bana  ertesi  gün  ödeyeceklerdi. Bir gün,  iki gün, 
            üç gün, beş gün, o da öyle  gitti  diye  düşündüm.
 
            - -A hhhh.! Ahmet  abii iyi  
            niyetimizden ! Hep  böyle  çok  paralarımız  gitti  hangi birisini  
            anlatayım ki.
 
            - Gene  bir gün  bayram  telaşımız  
            vardı. Ankara’ya gideceğim. Bütün yazıhaneleri  gezdim o  gün için  
            bilet  bulamadım  çaresizim. Postacılık yaptığım kazadan tayinim 
            Ankara’ya çıktı, orada çalışıyorum. O gün gitmem lazım ki ertesi gün 
            mesaim  var yetişeyim. Birazda ne bileyim  bize  idare  taktı bir  
            pundumuzu  yakalasınlar ki  bizi  gene  başka  bir  yere  sürsünler. 
            Zaten  Ankara’ya  sürgün  gittik. Okullar  tatile  girmiş,  ertesi  
            gün bayram. Başka  zaman  her gün  Ankara’ya  boş  giden  
            otobüslerin o gün  akşam gece  yirmi dörde  kadar  bütün  biletleri  
            satılmış.  Öyle  yer ayırtma  falan da  yok. Bütün  biletler  
            birkaç  gün  öncesinden  satılmış. Çaresizim  Ankara istikametinde  
            yolda  duruyorum  hangi  araba  geçerse  geçsin  el  kaldırıyorum. 
            Belki  biri  içlerinden  acırda  şu  garibanı da  alalım  der. 
            Derken  aradan  epey  bir  zaman  geçti. Hani  umudun  kesildiği  
            yerde  yeni  umutlar  doğar.  Son  model  güzel  bir  araba  önümde  
            durdu.  
 
            - -Nereye?  Dedi  şoför.
 
            - -Ankara!  Dedim. 
             
 
            - -Hadi  atla  bende  Ankara’ya  
            gidiyorum! Dedi. Büyük  bir  sevinçle  bindim arabaya, keyfime 
            diyecek  yoktu. Daha önceden benim gibi bekleyenler beklemekten 
            usanmışlar dağılmışlardı. Hani ne derler bekleyen derviş muradına  
            ermiş  diye.  Ankara’ya  doğru  epey  bir yol aldık.
             
 
            - -Nasılsınız  iyi misiniz? Dedi. 
            
            
 
            - -İyiyim  beyim! Dedim. Fazlada  bir 
            şey  konuşmadık. Yolda  benzin  istasyonunda  durdu. İstasyondaki  
            kafede  yemek  yiyeceğini  söyledi.  Beni de  davet  etti. Benimde 
            üzerimde fazla  para  yok;
 
            - -Sağ olun, teşekkür  ederim  benim  
            karnım  tok. Dedim. Esasında açlıkta  hissediyorum. İsmini 
            bilmediğim bey ısrarla:
 
            - -Olmaz! Dedi  beni kolumdan  
            tutarak.  Lütfen  bir  yemeğimiz  nasip  olsun  daha  Ankara’ya  
            kadar  yol  arkadaşlığımız  sürecek  sizinle! Dedi.  Bende ister 
            istemez  adamla    kafeye  gittim, bir  güzel  doyurdum   karnımı. 
            Kendisi  ne  yediyse bana da onu  ısmarladı.   Hayatta  ne iyi  
            insanlar  varmış  demek. Ben  ne  büyük  yanılgı  içindeymişim  
            meğer, herkese  iyilik  yapmayacağım  bundan  sonra  derken.  Bak  
            hiç  tanımadığın  biri çıkıyor  karşına, sana  yemek  ısmarlıyor. 
            Oradaki  garsonlardan  gördüğümüz  iltifatlardan dolayı adamın  
            tanınmış  birisi  olduğunu  anlamak  için  falcı olmaya  gerek  
            yoktu. Masaya  oturduk  lokanta  sahibinden  garsonlara  kadar  
            hepside:
 
            - - Hoş geldiniz  beyim! Dediler  
            adamın  halını  hatırını  sordular.  Beraber  yemeğimizi yedik,  
            ardından  çay  getirdiler  çayımızı içtik  arabasına  benzinini  
            aldı. Benzincide  bekleyen ve  Ankara’ya  gidecek  başkalarını da  
            aldı  arabaya. Hepside:
 
            - -Allah  razı  olsun. Diyordu  
            binenlerin. Çünkü  bütün  otobüsler  dolu  geçiyor  binmek  
            isteyenlerden  ancak üç kişiyi  alabilmişti  arabasına. İçimden: 
            “Hayır  yapmayı çok  seviyor  bu  adam  Allah  böyle  adamları  
            başımızdan  eksik  etmesin”  dedim.  Araba  Ankara’ya  doğru  
            hareket  etti.  Ben  yemek için  teşekkür  ettim.  O:  
 
            - -Lütfen  efendim  ne gereği  var  
            teşekkürün. Size ne yapsam hakkınızı  ödeyemem!  dedi. 
             
 
            - -Estağfurullah efendim  ne  hakkım  
            var ki ödeyemeyeceksiniz  baksanıza  herkese  karşı  insanlığınızı 
            gösteriyorsunuz. Dedim.  O  
 
            - -Benim  yapım  böyle  ne  yapayım. 
            Dedi. Ben  hep  kendi  kafamdan  şimdi  benden  ödeyemeyeceğim  
            para  istese  diye   düşünürken,  Şoföre:
 
            - -Önce  konuşalım  sonra  kavga  
            etmeye  gerek kalmasın. Ne  vereceğiz beyim Ankara’ya  kadar? Dedim.
            
            
 
            - -Bir  şey  vermen  gerekmez! Dedi. 
              
 
            - -Olur mu  canım. Şimdi  senden  
            alsak  herkesten de  almamız  lazım. Hiç  birinizden  beş kuruş  
            almayacağım.  Zaten  Ankara’ya  gitmek  zorundayım. Hep  beraber  
            konuşarak  gitmişiz  çok mu?  Dedi. Böyle  konuşurken  Dikmene  
            gelmişiz  farkında  değilim. Diğer  binenler  indiler  arabadan  baş 
            başa  kalmıştık.  Artık  bundan  sonrasını  ben  eve  kadar  
            gidebilirdim.  
 
            - -Bende  bir  kenarda  ineyim. Dedim. 
            O:
 
            - -Nereye  gideceksin?  dedi. Bende:
            
            
 
            - -Abidinpaşa. Dedim. Sonra  adam  
            gazladı  doğru  Abidinpaşa.  Ben  içimden  “iyiliğin  bu  kadarı da  
            olmaz.  Ben  olsam  aynı  şeyi  yapmam  elin  tanımadığı  birine. 
            Bu  devirde  gardaş  gardaşa  yapmaz  bu  adamın  yaptığını”  diye  
            düşünürken  Abidinpaşaya  gelmişiz.  Ben:
 
            - -Aha  şurada ineyim. Dedikçe  O:
 
            - -Sen  evini  tarif  et  hele,  
            buraya  kadar  getirmişiz  ben  seni  evine  bırakmadan  gider 
            miyim  hiç? Dedi. Evin  önüne  geldiğimizde:
 
            - Bu  seferde  ben  seni  bırakmam  
            tövbeler  olsun.  Acı  bir  kahvemizi  içmeden  gitmek  olmaz! 
            Dedim. O:
 
            - - Peki  öyle  olsun  hadi içelim! 
            Dedi.  Dairenin zilini  çaldım hanım  bizi  kapıda  karşıladı.
             
 
            - -Hanım  misafirimiz var, bu  bey  
            beni  kazadan Ankara’ya  kadar  getirdi. Allah  razı olsun.  Bize  
            bir  yol yorgunluğu  kahvesi  yap ta  kendimize  gelelim”  dedim.  
            Kahvelerimizi  içtik  ismini  bilmediğim  şahıs:
 
            - -Sen  Ali  Fazıl  Bozdağ  
            değimlisin? Dedi.  Bende biraz hayret kesilerek:
 
            - -Evet! Dedim.
             
 
            - -Beni  tanımadın mı? Dedi. Bende:
 
            - -Yook!  Dedim.
             
 
            - -Hele  bi dikkatli  bak! Dedi.
 
            - -Valla  tanıyamadım  beyim! Dedim.
            
            
 
            - -Ben  Hamdi  Gül,  Hani  beş  sene  
            önce bir  akşam  gece  saat  on ikiyi  geçmişti. Postaneden  
            İstanbul’u aramam  gerekiyordu.  Üzerimde de saatimden başka beş 
            kuruş  param  yoktu. Telefon  ederken ödemem  gereken  paraya  
            karşılık  paramın  olmadığını  söyleyip saati rehin  bırakmak  
            istemiştim de  sen:
 
            - - Olmaz  efendim  ben  kendimden  
            ödeyim  siz   bana   elinize  geçince  ödersiniz! Demiştiniz. O  
            günün  parasıyla  tutan  üç  milyonluk  borcumu da   5  milyon  
            olarak  ödemek  istiyorum”  Dediğinde  ancak  olayı  hatırlamıştım.
 
            - -Olur mu  Hamdi  bey! Kesinlikle  
            almam! Dedim.  Alırsın, almazsın derken 5 milyonu  komedinin 
            üzerine   bıraktı  ve  başladı  o günün   akşamından  sonrasını  
            anlatmaya.   
 
            - -Ben fabrikatörüm. O gün  geceyi 
            arabada  geceledik.  Ertesi  gün İstanbul’dan  gelen  havaleyi  
            aldıktan  sonra  postaneden   seni  aradım.  Senin   nöbetinin 
            bitip  gittiğini  söylediler. Postanedeki  arkadaşlarından  hiç 
            biri   sana  ulaşamayacaklarını  söylediler. O  akşamki  olayda  
            Kayseri’den  kazanıza  gelirken  bir benzin istasyonunda 
            yankesicilere  cüzdanımı  çaldırdım.  İçinde  paralarım  
            dövizlerim,  kimliklerim  vardı. Hepsi  gitti. Yanımdaki bayan  kız  
            arkadaşımda da  aksine  para  yoktu. İstanbul’a  telefon edecek 
            kadar  bile  üstelik.  İstanbul’dan  havale geldiği zaman  
            ödeyeceğiz  dememe  rağmen  otelin  kabul  etmemesinden dolayı  
            geceyi  arabada  geçirdik. Sana karşı borcumdan dolayı vicdanen çok  
            rahatsızdım. Bir tesadüf eseri siz karşıma çıktınız.  Önce uzaktan 
            tereddüt ettim. Yakınınıza  geldiğimde  artık  siz  olduğunuzdan  
            kesinlikle  emindim.  Size karşı  borcumu ödeyebileceğim bir  
            fırsat  çıkmıştı önüme. Senin Ankara’ya gitmende  ayrıca  memnun  
            etti  beni.   Bakalım  ne  zamana  kadar  sürecek  beni  tanımaman  
            diye  özellikle  bekledim. Dedi   
 
            - Beni  evime  kadar  getirmesi    
            bulması  karşısında  ne  kadar   memnun olduğumu     anlatıp  evden  
            yolcularken böyle  dürüst   insanlarda  varmış  demekten  kendimi  
            alamadım.  
 
            - Hala  kendisiyle  haberleşiriz. 
            Şimdi  artık  fikrimi  değiştirmiştim  sen  iyilik  yap ta   varsın  
            el  alem kendi  kötülükleriyle  baş başa  kalsın. Çünkü  kötülük  
            yapmanın vicdani  huzursuzluğu  insanı  yer  bitirir.  
             
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - ŞÖFÖR HİKAYELERİ  "RÖTGENCİ"  
              23-3-2003
 
            
            
               -  
 
            
            - Zengin bir ailenin iki çocuğundan 
            biriydi Mahmut. Yeni yetmelerin ilk sevgililerini  bir  baykuş  
            çığlığında gecenin  tatlı  hatıralarını yaşatmışsa  kim unutabilir  
            o  ilk  aşkını. Geleceğe boş bakan gözlerle ufukta, bir çizgi gibi 
            yakaladığı hayali mutluluğu, yaşanmamış  hayata  dair heyecanı kimi 
            yerde  bir  acı  anı  gibi saklıyordu içinde. O içindeki ütopik  
            sevgilisini de hiçbir  an  aklından  çıkaramazdı. Bir gizli 
            hastalığın  oluşmasının  baş mimarıydı çevresindeki  arkadaşları. 
            Böyle  bir  başı boşlukta   kendisine  kimsede  söz  geçiremezdi.  
            Anasının sözünden çıkmayan bir babası vardı. Arkadaşları  Mahmut’la 
            babasının arasını açmayı çok severlerdi.  Mahmut’un  babası  bir 
            sefarette çalışıyordu. Şoförler uzaktan Mahmut’un babasını  
            gördüklerinde’ sabah, sabah  gene ev(ossuruk)havalandırmaya gidiyor’ 
            derlerdi.  Süleyman  amca iş dönüşünde oğlu  Mahmut’u   sorarsa 
            şayet,  duraktakiler:
 
            - ”Oooo  Süleyman   amca o şimdi kim 
            bilir nerede içiyordur, bir iki iş aldı mı   Mahmut  için yeter,  
            aslan gibi arkasında sen varsın “ derlerdi . Süleyman  içinden 
            kızdığını belli etmeden başını sağa, sola sallayıp o kızgınlıkla eve 
            gittiğinde, ‘oğlunu koruduğu   için’ karısı  Hamiyet hanımla da 
            münakaşa ederdi.
 
            - Mahmut’un  taksicilik yaptığı 
            senelerde Gaziosmanpaşa’ya  ‘yes’ mahallesi derlerdi. Adım başı 
            Amerikalılar  otururdu  o muhitte. O muhitte  çalışan hizmetçilerin 
            hepside İngilizce konuşur olmuştu. Dinamik  ve genç  görüntüleriyle  
            kendilerini naza çekerler, yeri geldiğinde  sosyetenin  büyük ve  
            seçkin  isimlerinin  katıldığı   kokteyllerde  vazife  alırlar, 
            konukların  pembe  halılar  üzerinden  yürüyerek  girdikleri  
            mekanda    kokteylin  mönüsündeki   uzak doğuya  ait  yiyecekleri  
            çaktırmadan tadarlardı.  Şoförlerinin de tavladıkları birçok güzel 
            hizmetçiler vardı. Sevgilisi olan  şoförlere Amerikan içkisi  ve  
            sigarası  getirirlerdi. Türk ailelerinin çocukları  onların 
            çöplüğüne atılan oyuncaklarla sevinir, Amerikalıların  işe yaramayan 
            okunmuş kitaplarını almak için çoğu kez çocuklar kavga yaparlardı. 
            Hatta çöplükler bile paylaşılmıştı. Hiç kimse kendi evine yakın 
            çöplükleri başkalarına  karıştırtmazlardı. Taksi müşterilerinin çoğu 
            Amerikalılardı. Çoğu kez sent verirlerdi, dolar verirlerdi.  
 
            - Süleyman amca  Mahmut’u  çok okusun 
            istemişti  ama  olmadı. Oğlunun ısrarı üzerine 1958 model bir 
            pontiyac otomobil almıştı. Ama Allah’ı var   Mahmut  arabasına çok 
            iyi bakardı. Süleyman amca miras zenginiydi,  oldukça  mülayim bir 
            yapısı  vardı.  Mahmut babasını parmaklarının ucunda  oynatsa da 
            yeni alınan  otomobilden  dolayı bir baba  baskısı  altına  
            girmişti. Baba  baskısından bıktığı içinde  için  takside  hep gece 
            çalışmayı  seviyordu. Gündüz  taksisini  bir şoföre veriyor   gecede 
            kendisi kullanıyordu. Tabi   babası gece yorgun, argın oğlunu  takip 
            edecek değil ya. Mahmut’ta  istediği  gibi  hareket  ediyordu.   
            
            
 
            - Mahmut  gece bir iş alsın, dönüşünü 
            muhakkak  herhangi  bir evin ışık yanan  penceresinden bakıp evin 
            içersini röntgenler, geçte olsa öyle durağa gelirdi. Gözlerden de 
            ırak olduğu için  Süleyman  amca da oğlunu  dürüst çalışıyor 
            bilirdi. Gene bir gün  iş dönüşü durağa gelirken bir binanın  en üst 
            katındaki  odalardan birinin penceresinden odanın  lambasının 
            yandığını görür. Gecenin  saat ikisinde ışığın yanması  Mahmut’u  
            heyecanlandırır. Öyle ya  insanlar bir şey yapmasalar ışık boşu 
            boşuna yanmaz ki. Arabasını görünmeyecek bir şekilde zulaya  çeker. 
            Dairenin yanan penceresinin tam karşısı  hizasına  gelen servi  
            ağacının gövdesine  tırmanmaya başlar. En üst katın ışığından başka 
            binada hiçbir ışık yanmamaktadır. Bitişikteki kabası bitmiş  
            inşaatın bekçisi bile çoktan uyumuştu. Gece karanlığındaki 
            sessizlikte kendi soluk alışının sesini  ve birde ara sıra  
            bastığında kırılan dalların çıtırtılarını duymaktaydı.
 
            - Röntgencilik sanki  Mahmut’un  
            ikinci mesleğiydi. Başka ağaçlara tırmanmak kolaydı ama böyle ulu 
            bir servi ağacına  ilk defa tırmanacaktı. Tehlikeli bile olsa bir 
            şey görme heyecanı, içindeki korkuyu bastırıyordu. Ağacın 
            gövdesinden çıkan dallar oldukça kırılgan ve narindi. Çoğu kez 
            tuttuğu dal elinde kalmakta, kırılan dalların çıkıntıları zorda olsa 
            ayaklarına basamak  oluyordu. Dördüncü katın hizasına vardığında, 
            Gördüğü manzara muhteşemdi. erotizmin  kuşatmasından  kurtulamayan  
            bir  bayan git  gide ufalan   hafifleyen  giysilerin  darlığından 
            hap solmuş    uzuvlarının  dışarıya  fırlayacakmış  gibi  taşmaları  
            karşısında  kendini  zaptedemeyen  eşinin hırslı sarmaş  dolaşın da  
            sonsuz  bir  haz  yaşıyordu. Biraz  cilveli  nazlı  ve  çekingen  
            davranışları adeta  eşini  çıldırtıyordu. Sevdiği  bir çiçeğin ilk  
            tomurcuğunu  verdiği  bir andı  sanki karşısındaki  eşine karşı  
            duruşu. Sanki  orijinal  lezzetle  eşine  sunulmuş bir  aşk  
            tanrıçası  gibi  hissediyordu kendini bayan.
 
            - Mahmut’un  bastığı çatal dal  
            arasında sıkışan    ayaklarının yorgunluğu  bir acıyla kendisini 
            uyarır.   Ayağını   dinlendirme  ihtiyacını  hisseder.  Diğer  
            ayağını  bastığı  çatal  arasına koymak  için  yorgun  ayağını  
            kaldırdığında bütün yükü diğer ayağına verdiğinden,  gövdesinin 
            ağırlığını çekemeyen dal kırılır Mahmut hızla aşağı doğru  düşmeye 
            başlar. İşte ne olduysa bu düşüşte olmuştu. Kurtulmak için her 
            tuttuğu dal  elinde kalmaktadır.  Gövdesinin ağırlığını taşıyamayan  
            dallar  kırılıyor ,  Mahmut’un  düşüşünü  yavaşlatıyor ama 
            engelleyemiyordu.  
 
            - Genç evliler  duydukları  gürültü  
            üzerine, üzerlerine sardıkları bir çarşafla  yatak odalarının 
            balkonuna açılan kapıdan balkona çıktıklarında  birisinin ağaçtan 
            düştüğünü görmüşlerdi. Kendilerinin  röntgenlendiklerini   
            bilmediklerinden, hırsız zannedip, gece karanlığında, avazlarının 
            çıktıkları kadar “hırsız kaçıyor, kimsecikler yok mu? aşağıda hırsız 
            var.” diye birkaç  sefer bağırdılar. Gece karanlıkta  yankılanan  
            sesi kimin duyduklarını bilemediler  ama  kavak ağacının dibinde 
            acıdan kıvranan birinin  siluetini belli, belirsiz gördüler.  
            Giyinik vaziyette olmadıklarından bağırmaktan da  öte bir şey 
            yapamadılar.
 
            - Mahmut  korkunun verdiği 
            paniklemeyle düştüğü yerden kalkıp üstünü  silker. Yırtılan üstünü 
            başını gözü görmez,  çeşitli yerlerine batan dalların sıyrık ve 
            kanatmalarındaki acıyı bile hissetmez. Bitişik inşaatın  tahta 
            perdelerine tırmanır  kendini  inşaatın bahçesine atar. Yeter ki 
            röntgenlediği binanın bahçesinde olmasın, yeter ki orada 
            yakalanmasın. Ama şanssızlıklar  Mahmut’u orada da rahat 
            bırakmayacaktır. Atladığı yeri görmez gece vakti. Oysa atladığı  yer 
            bir kireç kuyusudur. İnşaat için açılmış ve söndürülmüş kireçle dolu 
            bir yer.  Üzeri kaymak bağlamış ve derinlere doğru git gide 
            katılaşan kirecin içersine neredeyse dizkapaklarına kadar 
            gömülmüştür.  
 
            - Gece geç saatlerde kadının 
            çığlıklarını duyan bekçide uyanmış, kum yığınlarının ardındaki kireç 
            kuyusundaki   Mahmut’u görmüştür bir karartı halinde. Mahmut’un 
            yanına kadar gelen bekçi elinde koca bir kalasla, Mahmut’un  
            karşısına dikilip ,“hadi bakalım buradan nereye kaçacaksın” der.  
            Mahmut  bekçiye “Yav arkadaş beni tanımadın mı?.  Ben  pontiyacın 
            sahibi  Mahmut.  Hani seni iş dönüşü yolda, belde alırım ya.  
            Hatırlamadın mı.?   Süleyman’ın  oğlu   Mahmut’um “deyince  bekçi 
            elindeki kalası bırakıp el fenerini   Mahmut’un yüzüne tutar ve  
            ancak  Mahmut’u tanır. Mahmut’a:
 
            - ”Yav  Mahmut  abi senin ne işin var 
            burada”   deyip  Mahmut’u ellerinden tutarak  çeker, çıkartır 
            kuyudan.   
 
            - Mahmut  bazı geceler  bira alır, 
            bekçinin yanına uğrar beraber bira içerlerdi.  Mahmut’un tavladığı 
            Amerikalıların yanında çalışan    bayan arkadaşına  beraber  
            kalsınlar diye  kendi  yerini  vermişti birkaç kez bekçi.  Onun için 
            Mahmut  abisini çok severdi.  
 
            -  Başına böyle haller de geldiğinde 
            elbette ki yardımcı da olacaktı. Mahmut  çoğu kez  kimi akşam rakı, 
            kimi akşam bira alıp, bekçiyle içtiklerinde  bekçiyi konuşturur,  
            hangi dairede kim oturuyor, hangi dairede yollu var,  hangi si 
            güzel, iş verir  bekçiyi konuşturup dinlerdi.  Mahmut  ne zamandır o 
            daireyi göz hapsine almıştı . Her gecede   aynı dairenin ışığı 
            yanmaz ya, ama gözetlediği dairenin ışıkları her gece yanıyordu. 
            İşte  Mahmut’u  gözetlemeye çeken nedenlerin başında da bu merakı 
            vardı.
 
            - Kuyudan diz kapaklarına kadar kirece 
            batmış bir vaziyette çıkan  Mahmut’un  üzerine  tazyikli hortumla su 
            tutan bekçi  tahta perdedeki aralıktan bitişik binanın aydınlatma  
            ışıklarının yandığını ve kapıdan iki kişinin düşen ağacın altına 
            kadar gelip  yere serilmiş servi dallarını ve yapraklarını bir 
            birlerine  gösterip, biraz duyulacak bir sesle,”İşte hırsızın  
            çıktığı ağaç, bitişik inşaata bir soralım bakalım” dediklerinde  
            bekçi  Mahmut’a:  “aman abi hemen  saklan” deyip   Mahmutu   
            inşaattaki kendi odasına göndermişti.  
 
            - Bitişik binadan gelen iki kişi 
            bekçiye bir gürültü duyup duymadığını sorduklarında bekçi de  
            gürültü duyup onun üzerine uyandığını söyler. Guya hırsızı 
            kovalamıştır ama yakalayamamıştır. Gelenler tatmin olduklarından  
            bekçiye teşekkür edip oradan ayrılırlar.
 
            - Mahmut  bekçiden aldığı pantolonu 
            giyer  ve  açık bir büfeden aldığı rakıyı bekçiyle beraber içmeye 
            koyulurlar. Mahmut bekçinin ısrarı üzerine olayı anlatır. İşte bu 
            korku üzerine  Mahmut  bir daha  röntgencilik yapmayacağına dair 
            bekçinin yanında kendi kendine söz verir. Yaptığı  işin  kötü  
            olduğunu  acı  bir  deneyle kendiside  anlamıştır.  Mahmut  bu sözü 
            acaba ne kadar tutacaktı. Sabah bekçiden aldığı kıyafetlerle eve 
            gittiğinde babası çoktan işine gitmişti. Yırtılmış gömlek ve 
            pantolonlarının eksikliğini  bir hayli anası babası sordu ama   
            Mahmut  bir sır  gibi   ölene kadar kimseye söylemedi. 
             
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - SOSYETE  KAZIM
 
            
            - Mutluluk  arayanların  üzerlerinde 
            durdukları  konuların başında  günler  gelir. Bu günlerde eşini 
            mutlu  edebilmenin çarelerini arar  kocalar. Anneler gününde Kendi 
            annesinin  gönlünü  alamayan koca , sırf  eşi memnun olsun diye  
            kayın validesini  düşünür gibi  görünmek  zorunda  hisseder 
            kendisini. Kayınpederini kaybetmiş  bir damat , ilaçlar sayesinde 70 
            yaş sınırının çok   daha  altında  görünen  kayınvalidesine  telefon 
            ederek
 
            - “Annecim Anneler Günün kutlu olsun” 
            der. Yokluk sınırının içindeki  vatanım insanı  kendisini  
            ilgilendiren  günleri  işte  bu nedenlerden dolayı kaçırmaz.
 
            -             Memleketimizdeki insan manzaralarını incelediğimizde 
            ; acısı bol bir muıtluluk tablosu çıkar karşımıza.  Açlık sınırında 
            yaşayan  ve  gelirleri  asgari ücretin de  altında  bulunan  
            vatanım  insanı  mutluluğu  televizyon izlemekte  bulur.
             
 
            -             Satılmış 37  ekran televizyonunun karşısına kurulmuş 
            haberleri izlerken , ‘Anneler Gününün’ kullanıldığını işittiğinde
 
            - “Yav garı,  bah bu gün  analar  
            günüymüş, oda neyse. Her zaman  bir gün çıkarıyolar besbelli” 
            der.Hemen kanal değiştirerek , koca şiddetine maruz kalmış bir 
            kadının  gözyaşları içersinde  ağza  alınmayacak kelimelerle 
            kocasına  hakaret  etmesini  gördüğünde
 
            -  “aha  bizim  ganal burası” der. 
            Açlık sınırında  yaşayan  Satılmış gibiler şiddeti, itilip 
            kakılmışlığı, mutluluk sınırları içersinde  göredursun biz  bir de   
            mutluluğu  yakalamış  mutlu  azınlıktan  bahsedelim  birazda. Onlar 
            kocalarını mutlu  etmek için  sürpriz olsun  diye  doğum  günü  
            pastasından dansöz  çıkaranlardır. Üzüntüleri günün  birinde 
            buluşlarında  tıkanıp kalmalarıdır. Ne yapsınlarda  kocalarını  
            mutlu  etsinler…
 
            -             Binlerce  çarpan kalbin, binlerce  alınan nefesin 
            ücra ve  kuytu bir köşesinden, çılgınca  dans edenleri  seyreder 
            Kazım. Kendi kafasından Lailada   çılgınca  dans edenlerden  nasıl 
            bir kazanç kapısı  çıkarırım diye  düşünür.. Bunlar geç vakit  
            evlerine varacaklar. Kiminin  ertesi gün  daveti,  kiminin yakın bir 
            zamanda düğünü  nişanı  vardır.
 
            -             Kafasından o an  düşündüğü ile ilgili olarak  
            yapacağı işin tutacağını bilen sosyete  Kazım para harcamada  sınır 
            tanımayan hanımların imdadına yetişir.. Şayet çiftler  
            evleneceklerse, gazete sütunlarına ‘sosyete Kazımın’ buluşları ile  
            geçmeleri  lazım. Kimi  evlilerin nikahını helikopterde kıydırır, 
            kimininkini  denizde, sandalda. Örneğin birisinden hoşlanmıyorsanız 
            seçeceğiniz hediyede , Kazım  yardımcınızdır. Kimine  akrep aldırır  
            kimine  fare  maskotu, kimine  ayıpladığınız bir koku.
 
            -             Hediye  paketleri açıldığında  kiminde  mutluluk  
            gülücükleri  belirirken  kiminde  korku  çığlıkları.
 
            -             Mutluluk hiçbir  zaman bekleyerek kişinin  ayağına  
            gelmez. Mademki  mutluluk  sizin  ayağınıza  gelmiyor  o halde  sen 
            mutluluğun  ayağına  git. Onun için nemi yapacaksın ? Kazıma  
            müracaat edeceksiniz, Kazıma.
 
            -             İşte  bizim komik ve espiri  anlayışı sınırsız  
            Kazım kardeşimizin karşısına  gelip de  bir parti, bir davet, nişan, 
            düğün herhangi bir  etkinlik, bir akşam yemeği gibi aklınıza gelen 
            veya  gelmeyen kutlamalarda yardımcınızdır. Öyle çılgınlıklar 
            düşünen  kişilerde  işin parasal yönünde  pek fazla  durmazlar.
 
            -             Mesela otobüsteniz, Kazım en önden herkesi görecek 
            bir seviyeden hayırlı yolculuklar diler. Gurupla  samimiyet 
            duygularını pekiştirir. Ve  arkasından her yolculuklarında  
            söylediği   
 
            - “Erkekler uzun yaşamak istiyorlarsa kendilerinden genç bir 
            kadınla, Mutlu  bir evlilik  istiyorlarsa  kendilerinden yaşlı  bir 
            kadınla  evlenmelidirler” (Pery W.Buffinton) sözünü  yüksek  sesle  
            söyleyip  herkesten alkış almasını  bilir.
 
            -             İşte sosyete Kazım dünyanın çeşitli yerlerini 
            dolaşmış en çok heyecan yaşanılan yerde  Türkiye.  Düşünün  bir 
            kere  tam doğum  gününüzde  Galata  kulesindesiniz. Sinagok’ta  bir 
            patlama  oluyor.Sizin  partinizdeki  gezinizden onlarca  kişi  
            koşar  adımlarla  kaçışırken peşinizdeki  sosyete habercilerinin  
            flaşları patlıyor. Gazetelerdesiniz. Örneğin  bir gün  deprem 
            oluyor, dörtlük  bir sarsıntı  geçirdiniz.  Bu rahat  sizde  ve 
            konuklarınızda  7.7 lik bir heyecan yaratır.  Kazım  gene  iş 
            başındaysa  gene  gazetelerin  sosyete sayfalarındadır. Korkunun 
            kimyasına  karışmış  aşkların  gölgesinde  bir gece  geçiren  
            misafirlerinizi  ertesi gün  bir Kapadokya  gezisine rahatça ikna  
            edebilirsiniz.
 
            -             Kazımın bir başka  ustalığı da  Bulunduğu ortama  
            göre  Türkçesini  ayarlar. Kimi  davetlerde  Türkçesini  
            İngilizciye  kaçan bir  lehçeyle  anlatır  kimi  davetlerde  
            Almanca. Biz işte o zaman  davetlerdeki  yabancı misafirler 
            arasında  İngilizler mi  ağırlıkta  yoksa  Almanlar mı   hemen 
            söyleriz. Bay Kazım için  Türkiye’de keşfedilmemiş bir köşe yok. 
            Meryem Anadan, Antalya’daki  Düden Şelalesine, Trabzon’daki  yayla  
            şenliklerine  kadar   ilginç kutlamalarda  ilginç mekanları hemen 
            bulur..Onun için yurdun  ve  dünyanın  muhtelif yerlerinden de  
            davetler  alır. Onun  dağarcığındaki  kelimeler  ve  anlatım  
            teknikleri çok farklıdır. Seçkin yabancı misafirleri  ağırlaması  
            bazı yabancı dillerde tarzancadır.  Herkes kahkahadan kırılır. 
            Kendilerini  renkli  bir  sosyal hayatın içinde  bulanlar buradaki  
            arkadaşlıklarından dolayı birbirlerini yakınen tanımış 
            olurlar..Birde bakarsınız  bu gezinin sonunda  evlenmeye  karar 
            vermişler..
 
            - Tiyatro ,müzik, veya şiir grupları 
            içersindeki  bir etkinliğe katılmışsanız şayet sizin güzelliğinize 
            beste  yapacak kişiler çıkıverir karşınıza.
 
            -             Kazımın partisini  renkli bulanlar “Binlerce  
            partiye  gittim bu kadar  insanlar için şaşırtıcı  olanı yok” 
            derler..Herkes bir şeye  hayret eder partide  muhakkak. Belirli  bir 
            refah seviyesinde yaşayan azınlığın  gardorabında hapis kalmış 
            giysiler  gibi hissederler kendilerini,  Kazımın partisine 
            katılmayanlar.
 
            -             Bir defa  Kazım herkesin  rüyasını  keşfeder. Dört 
            kez bıçak altına yatmış ve  sonra bu benim yüzüm  değil diye  
            estetik  ameliyattan feryat eden bayan G.Y yi  yatıştırır  ve  
            kendisinin de  avantasını  alacağı  estetik doktoruna  havale 
            ederek  hayır dualarını alır. Onun için insanların rüyalarını  
            gerçeğe  dönüştürmesini  sağlar. İnsanların  zihinlerindeki  rekleri,  
            burunlarına  gelen kokuları  anlar. Gözlerindeki ışığın  güneş mi,ay 
            mı olduğunu  bilir. Daveti veren kişinin  süslenmesine ,  
            hazırlanmasına  yardımcı oluyor diye  beylerinin de Kazım  pek bir 
            hoşlarına  gider.
 
            -             Kazım  bir gün gök kuşağının  altında  bir davet 
            yapacağım  demişti. Yağmur yağdığı  zaman en güzel gök kuşağı  
            nerede oluşur diye  kafasından düşünüp keşfettiği  bir mekanda .Metorolijiyi  
            dinleyip yağmurun yağacağı  bir günü  tespit  etmiş  ve o gün  hemen 
            ‘Mutlu çiftler yemeği’ adı  altında bir  gezi düzenlemişti.  Hem 
            güneşli,  hem yağmurlu  bir ortam olacak. Böyle  bir ortam  ancak  
            baharda  olabilirdi. Üzerlerinde de  gök kuşağı  oluşacaktı  
            üstelik. Etrafı hırçın dağlarla  çevrilmiş küçücük  bir dağ 
            lokantasının  taraçasındaki  o muhteşem  günü  kimse 
            unutamamıştı..Geziye katılan bayanlardan  şık kostümler içindeki  
            kusursuz fiziklerinin  nimetlerini  toplayabilmek için,   bekar 
            zamparaların zuladan kendilerine  bakmalarında  bir sakınca  
            görmeyenler ve hatta  buna  fırsat verenler  gezinin  en renkli  
            simalarıydı. Saçlarından tırnaklarına kadar süzülüşlerinin  farkında 
            olmasını isterlerdi  bayanlar  erkeklerin. Çokları pahalı 
            markaların  koleksiyonlarını  üzerlerinde  toplamanın  
            avantajlarını  bile kullanıyorlardı.
 
            -             İnsanları şok  etmek Kazımın işiydi. Kazıma  
            sorsanız:  “bir programınız  var mı?” diye o:  “Benim  
            deliliklerimin programı olmaz   her zaman her yerde  her şey  
            olabilir” derdi.  Herkes  Kazım için. “Kazımın  yapacağı her türlü  
            sürprize  hazırlıklı  olun”  derlerdi.  
 
            - Havuz kenarında  masalara kurulmuş  
            davetliler  bir  ağustos  sıcağında   “ah şu  havuza  girsek te  
            bir  serinlesek”  demeye  fırsat kalmadan  birde bakarsınız  bir 
            itfaiyenin hortumundan  sular  gökten yağmur gibi  inivermiş 
            başınıza  sizin kalbinizi okumuşcasına.  Kalbinizin fırtınalarından 
            dağılan yağmur bulutlarını  keşfeder ön sezileriyle. Hayatınızın  
            gerçeklerini  yüzünüze karşı  söyleyerek  herkese pes  dedirtir.
 
            -             İşte  mutlu  azınlığımızın  kendisini, hayatın acı 
            gerçekleri  arasına  duvar çekerek  soyutlamalarının  örneklerini  
            görmüyor muyuz yaşamımızda. Memleketimin mutlu  azınlığından 
            mutluluk manzaraları  sunduk. Kim bilir yaşam yelpazemizin  
            grafiğinde   yüzde kaçlık bir  açı ile  göstereceğiz böyle  
            mutluluk  tablolarını.  
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
                  UMUTLARIN  ÖTESİ VE TÜLAY 
                  SARAYKÖYLÜ    
                 
                   (Bir  Roman  Eleştirisi)
                
                          Sirkeci  Garından  hareket  eden, trendeki 
                Almanya’ya  gidecek  yolcular  yerlerini  alırlar  ve  bir  
                Almanya  serüveni  başlatır ki  Tülay  Sarayköylü,  inanın  
                kitabı  elinizden  bırakamazsınız,  bir  solukta  okumak 
                istersiniz.  
                Sanıyorum ilk  romanı,  bunda 
                da  oldukça  başarılı. Her ne kadar  mütevazılığınden, “böyle  
                bir  gurbetçi  serüveni yazacak kadar  kuvvetli  kalemim  
                olmadığını  biliyorum”  demesine  rağmen  oldukça  akıcı  konu  
                ve  kişileri  birleştirici  bir  bütünlük  sağlayarak  güzel  
                bir  sonla  romanını  bitirmiş.
                         Gurbetçilerimizin  hayatını  yazarken  kendiside  
                bir  gurbetçi  olarak  11 yıl  Avrupa’da  yaşamış  biri olarak  
                yaşamdan  yansımaları  yakından  gözlemlemesi neticesi  böyle  
                bir  eseri  edebiyatseverlere  kazandırmış.
                 
                         Umutların  Ötesinde  köylerinden,  şehirlerinden  
                yaşam  derdiyle  anasını,  babasını,  eşini,  sözlüsünü  geride  
                bırakanların  bir  tren  yolculuğunda  tanışmaları ve  
                Almanya’daki  acı, tatlı  yaşam hikayeleri güzel  ve  akıcı  
                bir  dille  yazılmış.  
                         Trendeki  yolculukta  tanışanların  Almanya’da da  
                yollarının  kesişmeleri,  gurbetçi olarak  birbirlerine  sahip  
                çıkmalarının  bizlere  has  bir  meziyet olması  çok  güzel  
                işlenmiş.  
                         Aşkın, sevginin,  mutluluğun,  mutsuzluğun, acının, 
                intikamın,  kinin,   nefretin  ve  ihanetin   bir  oya  gibi 
                işlenerek yazıya  dökülmesi  neticesi  güzel  bir yapıt  ortaya  
                çıkmış.  
                         ‘Aşk’  diyorum çünkü  Selim’in içten içe Fatma’yı  
                sevişi, Fatma’yı  önceleri  bir kardeş  gibi  görüp,  koruyup 
                kollaması ve  sonradan  evlenmeleri.  
                         Faruk  ve  Aynur’un  herkese  örnek  bir  
                evliliklerinin  olması.  Rafet’in  Türkiye’deki  ilk  göz  
                ağrısı  Hatçe’nin  bir  başkasıyla  evlenmiş  olmasının   
                verdiği  aşk  acısı  neticesinde, Türk  örf  ve  adetlerine  
                uymasa da    bir  Alman  bayanla  önceleri  arkadaş  ve  sonra  
                kadının  evlenmeden  beraber olmayı sürdürmek  istemesi 
                neticesi  Rafet’in Örfümüze uymayan  bir  davranıştır  diyerek 
                Beate’yi evlenmeye  razı  etmesi  gibi yaşam  kesitlerinde Türk  
                Alman ilişkilerine  yer  vererek güzel  bir  konuyu  romanda  
                işlemesi  ve tabiî ki  Beate’nin eski kocasıyla  bir  yasak  
                aşka  girişmesi  neticesi Rafet’in Alman  eşini  ve  eski  
                ayrıldığı  Alman kocasını  öldürmesi  neticesi  ihaneti  ve  
                cinayeti de  romanına  taşıyarak  yazar  Umutların  Ötesi  
                romanını  insanların  belleğine  yerleştirmeyi  başarmıştır. 
                Başarmıştır  diyorum  çünkü,  anlatımında  yöresel  halk  
                ağzını  çok  güzel kullanarak o ortamı adeta  yaşatmıştır  
                okuyanına.  
                         Sonuç  olarak yurt  dışında  para  kazanmaktan  
                öte  yeni  başlayan  ve  biten umutlarda  daha  birçok  konuyu  
                elbette ki   yorumumda  bahsetmem  mümkün  değil. Ama  yazar  
                Almanya’daki  sevmediği  şeyleri   sıralamış  Güzel  cennet  
                yurdumuza  dönüş  yaptığında da Türkiye’de  olmasını  
                istemediği  birçok  keşkeler ide  yazmadan   geçememiş.
                 
                         Keşke insanlarımız  asık  suratlı  olmasa, Rüşvet  
                isteyen  Gümrük  memurları, Kahveleri  dolduran işsizler, 
                yabancı plakalı  arabaları  görünce içilen  bir  şişe  gazozdan 
                iki  misli  fiyat  alan  aç  gözlü  sahtekarlar olmasa. 
                Elektrikler,  sular  kesilmese, hastanelerde  uzun hasta  
                kuyrukları  olmasa.    
                           İşte  bütün kötü  alışkanlıklarımızı  bırakarak  
                dönsek  yurdumuza. Bizim  paradan çok  bunlara    ihtiyacımız  
                var  diyerek  bitirmiş romanını  sevgili Tülay  Sarayköylü
                 
                                   Söke  Şairler ve Yazarlar  Derneğinde 
                bir  grup  şair  arkadaşlarla kendisini 2008 senesinin  
                şubatında  ziyaret  ettiğimizde bana imzalayarak verdiği  
                romanını   Ağustosta  okuyup  bitirdiğimde  kendisini  hep  
                kutlamak  geçiyordu içimden. Bekilli  şiir  etkinliğinde  
                kendisini  göremedim  ama Şair  Cemal  Şimşek  dostumdan  
                kendisini  kutladığımı   ve  selam  söylememi  iletmesini  
                istemiştim.  İşte  bu  duygu  ve  düşüncelerimle Tülay  
                Sarayköylüyü   Umutların  Ötesi  Yapıtından  dolayı  tekrar  
                kutlar  başarılarının  devamını  dilerim.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - KURBAN  EDİLDİ   
 
                
                -  
 
                - Ağaya  kul olup   vatanı için
 
                - Ölen  ölmeyene  kurban  edildi
 
                - Zalimin  zulmünden  kaçarak  yüzü
 
                - Gülen,  gülmeyene  kurban  edildi
 
                -  
 
                - Kor’a  muhtaç  yakamaz  çakmağını
 
                - Her lokmada  yer  patron  tokmağını
 
                - Elindeki  bir dilim  ekmeğini
 
                - Bölen,  bölmeyene  kurban  edildi
 
                -  
 
                - Seneleri  geçti  boşu  boşuna
 
                - Bakmadılar  fakirin  gözyaşına  
                 
 
                - Anlamayan  geçti  işin   başına 
                 
 
                - Bilen,  bilmeyene  kurban  edildi
 
                -  
 
                - Kadın  onlar içinmiş  el  kiri de
 
                - Cevap  veremez ki   sorsan  biride
                 
 
                - Bir  bak   ülkemizdir  en çok  geride
                 
 
                - Kalan,  kalmayana  kurban  edildi
 
                -  
 
                -  
 
                - Alın  yazısının  içinde  naat (1)
 
                - Şifa  dağıtmaya yetmedi  saat
 
                - Sırtı   sıvazlanıp yalnızca  vaat
 
                - Alan,  almayana  kurban  edildi
 
                -  
 
                - Saltanat a  karşı çıkan  sürgünde
 
                - On binlerce  şehit  verdik  bir günde
 
                - Yurduna  askerlik  için  zor  günde
                 
 
                - Gelen,  gelmeyene  kurban  edildi
 
                -  
 
                - Halkına  gelecek  vermek    görevi
 
                - Barındırır  içinde   gizli   devi
 
                - Yürekte   yalnızca  birikmiş   sevi
 
                - Olan,  olmayana  kurban  edildi.
 
                -  
 
                - * Bir şeyin  niteliklerini  övmek
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - ADINI  SEN  KOY  
 
                
                -  
 
                - Başkası  atarken    konuşturmazdı.
 
                - Palavrada  tek başına  yeterdi
 
                - Sorumsuzlukta  üstüne  yoktu ha
 
                - Nerde  akşam  orda  sabah  yatardı
 
                -  
 
                - Siyasette  ömrü  gelmez ki  sona
 
                - Haksız kazançları  yatırır  fona
 
                - Babadan  zenginlik   kalsada  ona
 
                - Kumarda kaybedip  mal mülk  satardı
 
                -  
 
                - Çokları  etse de  yemin Hipokrat
 
                - Zanneder ki  o  en iyi  demokrat
 
                - Kendisine  yardım   eden  bürokrat
 
                - Dostlarının  arkasından  atardı
 
                -  
 
                - Anlamaz  sanırdın   bakardı  bönce
 
                - İçinden planlar yapardı  bence
 
                - Kulağı  delikti  herkesten   önce
 
                - Avanta  gördüğü yerde    biterdi
 
                -  
 
                - Anlamaz  çok şeyi  yakıştırırdı
 
                - Dost  görünüp  dostluk pekiştirirdi
 
                - Dedikodu  edip  çekiştirirdi
 
                - İnsanları  birbirine  katardı
 
                -  
 
                - Ne  satsa da  hiç  bilinmez  markası
 
                - Çene çalar  lafa  tutar  herkesi
 
                - Bakar ki  yok  zavallının  arkası
 
                - Bülbülü  gösterir  karga  satardı
 
                -  
 
                - Zikzaklı yaşamı  tutmaz ki  ayar
 
                - Kiminin ne işi varsa  göz koyar
 
                - Ali dibo  gibi  milleti  soyar
 
                - Öyle  şer  birisi  öyle   beterdi
 
                -  
 
                - Ardından  ne  dense  pek  tınlamazdı
 
                - Anlar  sanırsınız   hiç  anlamazdı
 
                - Aksinin  biriydi  söz dinlemezdi
                 
 
                - Durup  dururken  herkese  çatardı
 
                -  
 
                - Rastlanmaz  canlıda  böyle  bir  türe
 
                - Ne dost hatrı  bilir  ne  adet  töre
 
                - Boğulacak  olsan  göz göre  göre
 
                - Elinden  tutmaz  insanı   iterdi
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         YEŞİLAY İLİM  YAYMA’DA  | 
      
      
        
          
            - İlim Yayma Cemiyeti Çorum Yurdunda 
            Türkiye Yeşilay derneği  Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gençleri 
            zararlı maddeler konusunda  bilgilendirdi.
 
            - Yurdumuzda  gün geçtikçe artan  
            sigara  bağımlılığı  başta olmak üzere  gençlerimizin ruh ve beden 
            sağlığını etkileyen her türlü  madde bağımlılığı  üzerinde de  duran 
            Yeşilay şubesi  başkanı Alpay; bu tür konferanslarında  
            dinleyicilerini  sigara  içmekle  itham etmediğini ; bilakis 
            gençlerimizi yarınların  geleceği olarak gördüğünü ve 
            bilgilendirmek  için bu  tür davetlere  gittiğini de  belirterek : 
            “Burası  bir paratoner gibi  gençlerimizi her türlü  tehlikeden  
            kurtaran ve  koruyan bir cemiyet  çatısıdır. Bu itibarla biz bu tür 
            yerleri diğer  toplu öğrenci kurumlarından  farklı görmekteyiz.  
            Zira bir misyonu temsil eden  gençler burada  barınır ve 
            eğitilirler. Bu itibarla bizde üzerimize düşeni yapmaya geldik. 
            Sevgili genç kardeşlerimizi her yıl olduğu gibi bu  yılda 
            bilgilendirdik. Onları da gelecekte zararlı  maddelerle mücadelede 
            yanımızda görmek istiyor; Türk İslam toplumunu   tehdit eden  
            unsurlarla mücadele de   birlikte  çalışmaya  gerekirse savaşmaya  
            davet ediyoruz.
 
           
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI
            
              
             Yeşilay Haftası Kutlamalarının 
            gerçekleştirildiği Çorum Atatürk Lisesi geçtiğimiz gün heyecanlı 
            saatlere sahne  oldu.
              
              
             İlimizde ilk defa ödüllü 
            yarışmaların tertiplendiği ve birincilere kıymetli armağanların 
            verildiği kutlama etkinliklerine gençler resim, kompozisyon, afiş, 
            maket, bilgisayar sunumu ve şiir dallarında katılarak hüner ve 
            yeteneklerini sergilediler.
              
              
             Üç aydır devam eden çalışmalarının 
            neticesinde ortaya koydukları eserlerinin jüri tarafından 
            incelenmesi ve sergilenmesinin ardından geçtiğimiz gün okullarında 
            tertiplenen Yeşilay Gün’ünde ödüllerini alan genç Yeşilaycılar; 
            sigara ve alkol kullanmadıklarını, hayatları boyunca da 
            kullanmayacaklarını belirterek Yeşilay davasına sadık kalacaklarına 
            da söz verdiler.  
              
              
             Okul Müdürü Ahmet Güngör’ün yaptığı 
            açılış konuşmasının ardından bir sinevizyon  sunumu  yaparak  
            Yeşilay  haftasının önemini anlatan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum 
            Şubesi Başkanı Attila Alpay bağımlılık yapan maddelere hiç 
            başlamamış sağlıklı ve  tertemiz  nesiller  istediklerini  anlatarak 
            özetle şunları  söyledi:
              
              
             “İlimizde ilk defa böyle bir Yeşilay 
            haftası kutlaması yapıyoruz. Senelerdir bütün eğitimcilerimize 
            yalvardığımız halde kimse bizi ve Yeşilay haftasını önemsemedi. Aynı 
            zamanda benim de eski okulum olan Çorum Atatürk Lisesinde böyle 
            ciddi ve önemli bir çalışma yaptık. Bir kaç aydır hazırlıklar devam 
            ediyor. Kırka yakın öğrencimiz bu hafta münasebetiyle ciddi eserler 
            hazırladı. Onları geleceğin Yeşilay gönüllüsü gençleri olarak 
            görüyor ve muhabbetle selamlıyoruz. Bu etkinliği tertipleyen okul 
            müdürümüz Sayın Ahmet Güngör Beyefendiye ve Biyoloji öğretmeni Sn. 
            Sebiha Küçüker’ e sonsuz şükranlarımızı sunuyor, Türkiye Yeşilay 
            derneği ve şahsımız adına çok teşekkür ediyoruz.”
              
              
             Törende daha sonra dereceye giren 
            gençlere armağanları verildi.  
              
        
          | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY  KUTLAMASI
            
            Yeşilay etkinlikleri çerçevesinde 
            ilimizdeki  okullarda  Yeşilay  haftaları kutlamaları devam ediyor..
            Geçtiğimiz gün de  Gazipaşa   
            ilköğretim  okulunda öğrencilere bir konuşma yapan Türkiye Yeşilay 
            Derneği  Çorum Şubesi   başkanı Attila Alpay ‘ da  bu haftayı idrak  
            eden ve  önemseyen  tüm  eğitim  kurumlarına ve  onların saygıdeğer 
            yöneticilerine  teşekkür  ettiğini bildirerek şunları söyledi :
            “Sigara  yasasının  çıkmasıyla  
            davamız desteklenmiş olmakta  bizde  bu gibi zararlı  maddelere  
            karşı  bir kez daha  zafer   kazanmış  bulunmaktayız. Bu günde 
            ilimizdeki  eğitim kurumlarından  Gazipaşa ilköğretim okuluna 
            gelerek  Yeşilay  haftası  etkinliklerine  katıldık. Genç 
            öğrencilerimiz  haftanın önemini  belirten  şiirler ve 
            kompozisyonlar okudular. Bu suretle bilinçlenen gençlerimizi  görmek 
            ve onların bu önemli haftanın  etkinliklerine  katılımlarını  
            sağlamak  bizim için son derece  memnuniyet verici olmaktadır. Zira  
            sigara  alkol ve  her türlü bağımlılık  yapıcı  madde tüm 
            yurdumuzu   ilgilendirmekte nüfusumuzun  önemli  bir kısmı da bu 
            maddelerin esareti altına  girmiş  bulunmaktadır. Bizim mücadelemiz  
            insanları  ve bilhassa  gençlerimizi bilgilendirmek  suretiyle  bu 
            çabalar katkıda bulunabilmektir. Zira ağaç yaşken  doğrulur. Otuz   
            yıl sigara  içmiş bir  insanın bırakması  bizim için  hiç önemli 
            değildir. Bizim  derdimiz hiç başlamayan bir  nesil yetiştirmektir. 
            Bunun müjdesini de  gençlerimizin gözlerindeki parıltılardan 
            anlıyor, görüyor  ve çok seviniyoruz.
            Gazipaşa ilköğretim  okulunda bu 
            etkinliği tertip eden  tüm  yöneticilere Okul müdürümüz Sn.Tuğrul 
            Delibaş’ a  Müdür Yardımcımız Sn.Nuray Ertaş’ a  bilhassa din 
            kültürü öğretmeni Sn.Rıdvan Bolat’ a sonsuz şükranlarımızı sunuyor; 
            hafta  etkinliklerine katılan  tüm öğrencilerimize de  sağlıklar ve  
            başarılar diliyoruz.
            Resimlerde  Gazipaşadaki  Yeşilay  
            haftası  etkinleri  ve Yeşilay  konferansından  kesitler görülüyor
        
          | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         
        
          
        
              Sena ÖZKAŞ  
             
               SİGARA’NIN  GERÇEK YÜZÜ
            
            YEŞİLAY GÖNÜLLÜSÜ
            DUMLUPINAR  İLKÖĞRETİM  OKULU 7/C 2660
            Bilindiği  gibi  içinde bulunduğumuz 
            1-7 mart 2009  tarihi Yeşilay Haftasıdır. Günümüzden 89 yıl önce 
            kurulmuş ve Bakanlar Kurulu  kararı  ile topluma  yararlı  
            derneklerden  kabul edilmiştir.Yeşilay’ın  temel görevi insanları  
            bilhassa  gençleri Sigara ; alkol ve bağımlılık yapan her türlü 
            maddenin  zararlarından  korumaktır.
            Bunun için eğitim faaliyetleri 
            düzenler, okullarda seminerler ve  konferanslar  verir,hapishanelere 
            ve askeri birliklere gider, yurtları  ve sivil  toplum 
            kuruluşlarını  ziyaret eder; film gösterileri yapar , broşür ve cd 
            dağıtır, sergiler açar…
            Her yıl ülkemizde yüz binlerce cana  
            ve milyonlarca maddi  kayba yol  açan  sigara orta çağdaki  veba  
            salgınından sonra 21. Yüzyılın en  tehlikeli hastalığıdır.
            Bunu alkol, uyuşturucu , enerji içecekleri ve  benzerleri takip 
            eder.Günümüzden  elli yıl önce  üretilen Türk Sigaraları artık  
            yapılmamaktadır. Zira bu sigaraların  yerini  artık yaşıtlarımın 
            dahi  üzerinde bağımlılık  yapan  yabancı  sigaralar  almıştır. 
            Sigara kullanmak ve gömlek  cebinde bulundurmak adeta bir gelir 
            göstergesi sayılmış ve moda  olmuştur. Halbuki bu süslü ve şık 
            sigaraların içerisinde  genleriyle  oynanmış, radyoaktif 
            hormonlarla  beslenmiş ve kimyasal gübrelerle  yetiştirilmiş   
            aslında tabiatta olmayan , laboratuarlarda  üretilmiş  yabancı 
            tütünler mevcuttur.Bu  tütünler  fabrikalarda  ince  ince kıyılır, 
            nemlendirilir, sonra da üzerlerine kakao, etil  alkol ve  toz şeker  
            katılarak daha da zehirli  hale  getirilir. Bir de bunlara  
            ilaveten  formülünü  kimsenin bilmediği  soslar katılmış ve  
            bağımlılıkları artırılmıştır.
            Sigara  içenlerde içmeyenlere  göre 
            kalp krizi ,damar tıkanıklığı , kanserler, erken yaşlanma ve erken 
            ölümler daha  çabuk gerçekleşir.sigara  içen insanların  bir çoğu 
            zengin  değildir. Fiyatı pahalı olmasına rağmen dar gelirli 
            aileler’de  paket  paket sigara tüketilmektedir. Sigaranın  içinde 
            bulunan  bağımlılık yapan maddeler  veya kimyasallar  üreticinin  
            yararına olmasına  rağmen tiryakilerin  de sonunu  hazırlar.Bu  
            yüzden  sigaraya başlayan bir insanın bırakması  tıbbi  yardım 
            almadan  çok zordur.Sigara  içenlerin  sayısı  gün  geçtikçe 
            artarken , hayatını  kaybedenlerin  sayısı  da artar. Sigarayı  
            başlama  yaşı  ilkokullara  kadar  inmiştir. Bunun sebebi  hem 
            çevremizdeki tiryakiler  hem de  tv ve medyadır. Amaçları  
            insanları  ve bilhassa   yaşıtlarımızı  etkilemektir. Sigara 
            paketlerinin  üzerinde birtakım  uyarıcı  yazılar vardır.(Sigara 
            öldürür, sigara sizlere ve çevrenizdekilere  zararlar  verir, 
            sigarayı bırakmak ölümcül  kalp ve  akciğer  hastalıkları riskini 
            azaltır gibi…) Paketlere  bunların yazmasına  rağmen  geleceklerini  
            düşünmeden neşeliyken, ağlarken veya  gülerken büyük bir zevkle  
            içerler. Hatta sigaranın rahatlattığını, kendilerine iyi geldiğini 
            bile  düşünürler.  
            Sizlerden bu  Yeşilay haftası  
            münasebetiyle  ricamız ; bilhassa bizlerin ve  küçük   
            kardeşlerimizin  yanında  sigara  içmemeniz  mümkünse bu kötü 
            alışkanlığı artık bırakmanızdır. Zira  bizler de  bu dumanlı  
            atmosferi  soluyarak  pasif  içici  oluyor  ve sizlerden  çok daha 
            fazla  etkileniyoruz. Öte yandan  aylık  bütçemizin önemli bir 
            kısmı  sigaraya; ülkemizin  bütçesinin  büyük bir  kısmı da  sağlık 
            harcamalarına gidiyor.
            İnsanlar iyiliği de kötülüğü de kendilerine yaparlar. Nasıl  
            başlarsak  öyle gideriz.Bu nedenle  bağımlık yapan  zararlı  
            maddelerden uzak  duralım.
            Hem kendimize hem de  
            çevremizdekilere zarar vermeyelim. Zira  içinde  bulunduğumuz durum  
            artık büyük   bir felaketten ibarettir!
            Saygılarımızla!
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - YEŞİLAY  HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
 
            
            - Yeniyol mahallesi  Gazi  sokakta  
            işyeri  sahibi olan 42  yaşındaki  Kemal  Öztürk de Yeşilay haftası  
            dolayısıyla  sigarayı bırakanlar kervanına  katıldı.Türkiye Yeşilay 
            Derneği  Yeşilay Çorum şubesi tarafından sigarayı  bırakması  
            dolayısıyla  kendisine  şükran belgesi verilerek , tebrik edilen ve 
            bilgisayar  hizmetleri   veren   bir  müessesenin  sahibi  olan 
            Kemal Öztürk yirmi yıldır sigara  içtiğini belirterek  şunları 
            söyledi :
 
            - “Yıllardır zararlarını  bu kadar  
            bilmeden  sigara  içiyordum. Pek de  fazla  içtiğim söylenemezdi 
            ama  her an artırabilirdim.  Geçtiğimiz  aylarda  Yeşilay 
            Başkanımız  Attila Alpay ile tanıştım.İşyerime gelerek  bana ve  
            yanımda  çalışan gençlere  kısa bir konuşma yaptı ve  sinevizyon 
            görüntüleri ile  bizi  bilgilendirdi. O sırada  epeydir  fark 
            etmediğim  zararlarını  resim ve  filmlerden görüp  öğrendim.Epey 
            canım  sıkıldı. Fakat o anda  bu işten kurtulmak için  gün bu 
            gündür  dedim  ve  son paketimi  Attila  ağabeye  vererek  bu işe  
            son verdim. Bırakalı  dört gün  oldu  . Biraz zorlanıyorum  ama  
            sağlıklı  ve uzun ömürlü  yaşamaya da  alışacağım. Kimler  
            bırakmadı  ki.Ben mi bırakamayacağım. Bu zehrin esiri olarak  hem 
            ömrümden  yirmi  yılı kaybedeceğim ve  birde  maddi ve manevi  büyük 
            kayıplara uğrayacağım.Artık geri dönüş yok. Beni kimse  başlatamaz. 
            Dumanını  yel ve parasını  da  el almayacak. Hem sağlıklı olacağım  
            hem de   param cebimde kalacak. Bu krizde bütün  esnaf  arkadaşlara 
            tavsiye  ediyorum.  
 
            - Bunu  herkes bırakabilir.
             
 
            - Herkese  sağlık ve  mutluluklar 
            temenni ediyor  ve Yeşilay haftası münasebetiyle  sigarayı  
            bırakmalarını sağlıklı bir yaşamı  tatmalarını diliyorum.”
 
           
          
          
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             YEŞİLAY  
            HAFTASI   (1-7 MART)  
            
              -  “Sigara ; En Büyük Uyuşturucudur”
 
              - Yeşilay Haftası  münasebetiyle bir 
              basın açıklaması yapan Türkiye  Yeşilay Derneği  Çorum Şubesi 
              Başkanı  Attila Alpay ; sigaradan  büyük uyuşturucu yok  dedi.
 
              - Dünyanın en büyük kitle imha 
              silahının sigara olduğuna da değinen  Alpay; milletimizi  tehdit 
              eden en önemli maddenin sigara olduğunu ve yılda Çorum nüfusu 
              kadar insanın  sigara yüzünden  boş yere ve erkenden öldüğünü  
              kaydederek  şunları söyledi :
 
              - “Dünyada   uyuşturucu  ticareti  
              yasaktır. Ama  zehir tüccarları sigara serbest olduğu için 
              uyuşturucularını ve formülü meçhul  kimyasallarını bu seferde 
              sigaraların içine koymaya başladılar. Bir paket sigara yarıya 
              alkol ihtiva  etmektedir.İlaveten toz şeker ve  kakao da vardır. 
              Bunların yanması kansere   sebep olmaktadır. Ama en korkuncu 
              formülü meçhul kimyasal soslardır. Bunlara tekelciler sos 
              demektedir ve her marka sigaranın    sosu  ayrıdır. Bunların 
              formülünü kimse   bilmemekte işin garibi  merak da etmemektedir. 
              Halbuki yılda iki yüz bin insanı erken öldüren çocukları sakat  ve 
              öksüz bırakan, nesilleri mahveden bu zehirli sigaralardır. Sağlık 
              bakanı   sigara Çernobil’den tehlikeli demektedir. Buna da kimse 
              kulak    asmamaktadır. Bu soslar şiddetli   bağımlılık 
              yapmaktadır. Kurtulmak için    çok ciddi bir  klinik   takviye 
              gerekmekte tiryakiler  hastaneye  yatmadan ve doktor yardımı 
              almadan bilimsel  olarak sigaradan kurtulamamaktadırlar. Yeşilay 
              uzmanlarına  göre bu sigara sosları  şiddetli bağımlılık  yapması 
              için ve tiryakinin devamlı o marka sigarayı çok daha fazla içmesi  
              hata çocuklarının  bile sigara tiryakisi olması için hazırlanmış  
              uyuşturucu  türevleridir.Bu korkunç bir tuzaktır.Uyuşturucular 
              artık sigaraların içinde serbestçe  satılmaktadır. Bir paket açıp 
              ikinci sigarasını içen  şiddetli  bağımlı olmakta ve 
              kurtulamamaktadır.
 
              - Ülkemize    yabancı sigaraların 
              girişi bu salgının  başlama tarihidir. Radyoaktif   hormonlarla  
              gübrelenmiş Amerikan tütününden mamul bu zehirler şık ambalajlar 
              içinde  kola, alkol, reklam ve medya  desteği ile gençlerimize  
              ulaştırılmış ve bir kültür olarak da benimsenmiş durumdadır. Bu 
              kainatın     en büyük  yanlışıdır. Şu anda kırk dokuz milyon 
              sigara tiryakisi vardır. Bunlara ve getirdiği hastalıklara        
              verilen   para silahlı kuvvetler bütçesi  kadardır. Bypass 
              ameliyatları ve kanser vakaları sağlık bakanlığı  bütçesinin  
              yüzde seksenidir. Bu milli bir felakettir. Bu uyuşturucu  
              salgınından  hep birlikte  kurtulalım . Ruh ve  beden sağlığımıza 
              yeniden kavuşalım.
 
              - Anayasamızın 58. Maddesi  Devlet 
              gençlerin  ruh ve beden sağlığını korumak için gerekli tedbirleri 
              alır demektedir. Ama ortalıkta tedbir  filan olmadığı gibi serbest 
              kalan alkol reklamları ve çığ gibi artan sigara tiryakiliği ve 
              gittikçe düşen başlama yaşı bize  milli bir felaket olarak adım 
              adım yaklaşmaktadır.Herkesi göreve  ve gençlerimizi de  akıllı  ve 
              sağlıklı olmaya  davet ediyorum.
 
              - Yeşilay haftası  münasebetiyle  
              ilimizde sigara  alkol ve uyuşturucu  ile  mücadelemize  destek 
              veren  tüm hayırseverlere, öğrencilerini bilgilendirmek için bizi 
              okullarına  davet eden  saygıdeğer öğretmenlerimize  teşekkür 
              ediyor; bu vesile ile zararlı  alışkanlıklarından  vazgeçen   
              hemşerilerime  de Allah’tan  sağlık ve  afiyetler diliyorum. 
              Yeşilay  Haftamız kutlu  olsun.”
 
             
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
             YEŞİLAY’IN  İSKİLİP ÇIKARTMASI
            
            Geçtiğimiz gün  altıncı defa  
            İskilip’e  giderek üç konuşma yapan Türkiye Yeşilay Derneği  Çorum 
            Şubesi  İskilip’i en duyarlı ilçe ilan etti.
            Gündüz öğretmenevinde  
            öğrencilere,gece de  Endüsti  meslek lisesinde halka hitabeden 
            Türkiye Yeşilay Derneği  Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gördüğü  
            ilgiden  memnun olduğunu  belirterek  şunları söyledi : “Her zaman 
            olduğu gibi  bu  seferde Endüstri Meslek Lisesi  Müdürü  Aziz  insan 
            ve  değer eğitimci Sn.Sabri Çiçekçi’nin  daveti  ve organizasyonu  
            ile İskilip’e  geldik. Gündüz öğretmen evinde  sevgili genç 
            İskilipli öğrencilere peş peşe iki konuşma yaptık. Gece de  Endüstri 
            meslek Lisesi  konferans  salonunda yöneticilerimize ve  halka 
            hitabettik. Gördügümüz  ilgiden  son derece  memnunuz. İskilip her 
            zamanki gibi   bu konuda da  en duyarlı ilçemiz. Her yıl geliyor  ve 
            öğrencilerimizi  ve  halkı bilgilendiriyoruz. Ne zaman çağırsalar 
            yine gideriz. Zaten çağırılan  her yere gidiyoruz ama  daha bizi ve 
            çalışmalarımızı   önemsemeyen ve programlarına alamayan kurumlar 
            olabiliyor. Sigara alkol ve uyuşturucu davası gözbebeğimiz 
            gençlerimizin var olma davasıdır. Bunları üretenler bizleri 
            kandıramamaktalar.  Zira  hepimiz  orta yaşa  erişmiş ve 
            doktorlarımız  tarafından  uyarılmış, sağlık problemleri  olan 
            insanlarız. Ama sağlıklı ve tertemiz gençlerimiz bu konudaki  bilgi 
            eksikliklerinden  ve tecrübesizliklerinden dolayı eğitime ve 
            bilgilendirilmeye muhtaç  bir durumdalar. Lise çağındakilerin pek 
            çoğu  sigara  ve  kola bağımlısı, bu ileri yaşlara doğru başka 
            tehlikeli  maddelere doğru  tırmanabiliyor. Ülkemizde hatırı sayılır 
            bir sağlık bütçesi var. Bunun büyük bir kısmı madde bağımlılığı ve 
            onların getirdiği hastalıklar ile tedavilere harcanıyor. Geri kalanı 
            ise bildiğimiz sağlıksız ve dengesiz beslenmenin ve çevre 
            sorunlarının getirdiği hastalık türleri.
            Milletçe hayatımızdan zararlı 
            maddeleri çıkaralım. Bilhassa gençlerimizi bilgilendirelim. Onlar 
            geleceğimiz ve umudumuzdur. Onları kimsenin zehirlemesine ve 
            kandırmasına imkân vermeyelim.
        
        
        
           
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               TÜRKÇEMİZ
            
            Türkçemiz, üzerine titrediğimiz 
            oranda büyür, dilimiz üzerine gösterdiğimiz titizlikle kişilik 
            kazanırız.  
            Bu yönde çaba gösteren, gayret 
            sarfeden kalem sahipleri var, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız var.
            
            
            Şair-yazar  Fatma Uçarlar, dilimizle 
            ilgili değerlendirmeleri bulunan, doğrunun doğruların peşinde koşan 
            bir arkadaşımız. 21 Şubat 2009 tarihinde, Isparta’da faaliyet 
            gösteren SDÜ  Türkçe Topluluğu öğrencileriyle Türkçemiz üzerine, 
            dilimiz üzerine bir sohbet toplantısı gerçekleştirdi Melahat 
            Ecevit’le birlikte.  
            Fatma hn konuşmasına, Ziya 
            Gökalp’ın; “Türklüğün bir ili var. Yalnız bir dili var/Başka bir 
            dili var, diyenin, başka bir emeli var” uyarısından hareketle söze 
            başladı. Sonra;  
            13 Mayıs 1277 tarihinden yola çıkarak, Türk büyüğü Karamanoğlu 
            Mehmet Bey’in; “Bugünden geri divanda, dergâhta, bergahta, mecliste 
            ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır” buyruğunu 
            hareket noktası yaptı.  
            Osmanlı Devleti zamanında, Fars ve 
            Arap edebiyatından etkilenildiğini, Osmanlıca içinde bu dillerin 
            ağırlığının hissedildiğini hatırlattıktan sonra; İlk defa II. 
            Abdülhamit Han’ın Arap harfleriyle yapılan eğitimin yetersizliğini 
            görerek;  
            -“Yazımızı öğrenmek çok kolay 
            değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak. Bu işi halkımıza 
            kolaylaştırmak için, belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde 
            olur” diyerek başlatılan çalışmaların yetersiz kaldığına dikkat 
            çeken Fatma Uçarlar; Türk dilinde ilk yenilik hareketinin, Bergamalı 
            Kadri Efendi’nin “Meyseretülulum” adlı gramer kitabı ile başlanılmış 
            olmasının da yeterli olmadığını ifade etti.  
            Dilimizle ilgili, Türkçemiz 
            hakkındaki çalışmalarda emeği geçenlerin; Kütahyalı Hoca Abdurrahman 
            efendi; İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Mehmet Emin Bey, 
            Yusuf Ziya, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi Türk 
            aydınlarının Türkçenin yeniden milli dil olması için öncülük edenler 
            olarak sıralandığından sözetti.  
            Dünyanın değişik bölgelerinde 
            yaşayan ve en fazla nüfusa sahip olan milletlerarasında yer alan 
            Türklerin, ortak bir alfabesinin olmayışını üzüntüyle karşıladığını, 
            1925 yılında Latin Alfabesini zorunlu tutan Stalin’in daha ileri 
            giderek; Türkmen, Karakalpak, Kırgız, Kırım Türklerine Latin 
            Alfabesinin farklı sürümlerini vererek, aralarındaki bağların 
            kopmasını sağlamada da başarılı olduğu noktasından hareket eden 
            Fatma Uçarlar;  
            Atatürk’ün 1928 yılında, Latin 
            Alfabesine geçişiyle, Stalin’in tüm hesaplarının altüst edildiğini, 
            Stalin’in buna karşılık olarak Latin Alfabesini kaldırıp, Türklere 
            kril Alfabesini zorunlu tutması, bu alfabeye de her bölgeye göre 
            değişik sürümler uygulatması, Türk birliğinin paramparça olması için 
            yeterli olduğu gerçeğinin üzerinde durdu.  
            Deli Petro’nun; “Bir milleti ortadan 
            kaldırmak istiyorsanız, önce dilinden başlayın” sözünden hareket 
            eden, bu gerçeği hatırlatarak konuşmasını sürdüren Fatma Uçarlar, 
            günümüz halk ozanlarının en ünlülerinden Şeref Taşlıova’yla 
            kendisinin şiirlerinden bazı dörtlük örnekleriyle, Z. Gökalp ve 
            Atatürk’ten örnekler verdi:  
            1- Türkçe oku, Türkçe öğren, Türkçe 
            yaz/Türkçe büyü, Türkçe yürü, Türkçe gez/Türkçe davul, Türkçe zurna, 
            Türkçe saz/Türk çocuğu, Türkü söyle, Türk’ü yaz (Şeref Taşlıova).
            
            
            2- Yüreğim dilim dilim/Unutuldu bu 
            dilim/Türkçe yazı yazmazsa/Kurusun bütün elim (Fatma Uçarlar),
             
            3- Dilim dilim güzel dilim/Hem 
            ayağım hem de elim/Türkçemle uyanmazsam/ Geçer bütün günüm elim 
            (Fatma Uçarlar).
            4- Türklüğün dini bir, vatanı bir, 
            vicdanı bir/Lakin hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir (Ziya Gökalp)
            5- Türk demek, Türkçe demektir. Ne 
            mutlu Türküm diyene (M. Kemal Atatürk)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ
            
            Bazen, masanız üzerinde yer alan, 
            size ulaşanların başlıklarından, içeriğinden kopya çektiğiniz olur.
            
            
            Şiirleriyle, yazıp yayınladıklarıyla 
            bir olgunluk çizgisi üzerinde bulunan, her yazdığı ve yayınladığı 
            beğenilip ilgi gören, Melahat Ecevit hocanım Isparta ilimiz 
            merkezinden sesleniyor.  
            İki şiiri daha var masamda. Bunların 
            mısraları arasında kısa bir gezinti yapacağım. Önce başlığımızın 
            alındığı “Canevime ateş düştü” başlıklı şiir efendim:  
             
            CANEVİME ATEŞ DÜŞTÜ
            Şiir altı dörtlükten meydana 
            geliyor. Sitem, kırgınlık, kızgınlık ve kabullenmeler sıralanıyor 
            şiirin bütünlüğünde:  
             
            Ötün kuşlar, ötün selvi dalında,
             
            Gönlüm firar etti, nasıl eyleyim?
            Dediler; “o şimdi elin koynunda”,
            Canevime ateş düştü neyleyim!
             
            Arkasından, kesin kararlılık 
            belirtileri geliyor ortaya. “Bundan sonra O’nun adını anmam” diye 
            kestirip atarken, dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğinin altı 
            çiziliyor. Talih kuşu olsa bile, O’nun başına kesinlikle 
            konmayacağını kalın çizgilerle belirtiyor.  
            Hani “Kitaba el bassa sözüne kanmam” inanç kesinliği, bütünlüğü 
            varya, Melahat Ecevit hocanım bu görüşün ortaya koyucusu olarak 
            görünüyor.  
            Bir kuru dal gibi yaprağın dökülüşü, 
            derinden çekilen ahlarla boyunların bükülüşü ve arkasından “Yıkılmaz 
            dağ idim, bir günde çöktüm” teslimiyet görüntüsü, hocanın canevine 
            düşen ateşlerin yakıcılığıyla iç içedir, yan yanadır.
            Artık, istekler törpülenmiştir 
            “İstemem başıma çiçekler taksa/İstemem bir ömür ağıtlar 
            yaksa/İstemem el-bebek-gül bebek baksa/Canevime ateş düştü 
            neyleyim”ler sıralanıp gider.  
            Kaderin hep kendisiyle uğraştığını çektiği acıların boyunu 
            aştığını, bir bir sıralar ve arkasından şu dörtlükle noktasını koyar 
            Melahat Ecevit hocanım:
             
            Çıkardım üzümden, gözümde yoksun,
             
            Aşk için yandığım, sözümde yoksun
            Kalbime saplanan zehirli oksun,
             
            Canevime ateş düştü neyleyim
             
            Bir başka şiiriyle yine sayfa ve 
            sütunlardadır Melahat Ecevit hocahanım.  
            Şiirin başlığı:
             
             
            DUYDUM Kİ
            Hayatın garip bir cilve olduğu 
            noktasından hareket ederek, saçlara düşen kırağı gerçeğinin içinde 
            sıkışıp kalmanın yararı olmayacağının altı çizildikten sonra, aşkın 
            pazarlığının olmadığı hatırlatılıyor Melahat Ecevit hocanın 
            kaleminden, duyguları arasından sayfalara dökülenlerle. Ve şiirin 
            girişinde şöyle deniyor:  
             
            -Bu akşam yapayalnızsın,  
            Can çekişen duygularla,  
            Yenik düştün besbelli,  
            Işıkları söndürmedin her nedense..
            Ve ne kadar umursamadan,  
            Bunlar küçük şeyler desende…
             
            Kıt kanat geçinip giderken, cebinin 
            boşluğuna aldırmadan yaşayıp giderken, hiç olmadık bir zamanda aşık 
            olmasının da pek anlam ifade etmediği anlatılıyor, hatırlatılıyor.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ
            
            Dilimiz, Türkçemiz, Buradan 
            hareketle ortaya koyduğumuz anlatımlarımız. Yazdıklarımız, 
            yayınladıklarımız:  
             
            BENİM DİLİM-ANA DİLİM (Prof. Dr. Mehman Musaoğlu)
             
            İlk Türkçe, Ön Türkçe, Eski Türkçe,
            Derken,  
            Orhun yazıtları ve Yenisey anıtları,
             
            Geliyor aklıma.  
            Çünkü; hem geriye, ileriye,  
            Tuşlanmıştır, benim dilim ana dilim!
            Karahanlıca, Uygurca, Oğuzca,
             
            Derken,  
            Kaşkarlı Mahmut ve Divanü Lügat’it-Türk,
            Geliyor aklıma.  
            Çünkü; eğitimdir, öğretimdir,
             
            Bir bilimdir, benim dilim, ana dilim!.
            Çağatayca, Osmanlıca, bir tarihçe,
            Türk dilleri, lehçeleri, ağızları ve konuşmaları
            Derken;  
            Gaspıralı İsmayil Bey ve tercüman,
             
            Geliyor aklıma.  
            Çünkü; bir iştedir, fikirdedir, bir dildedir,
             
            Benim dilim, ana dilim..
            Türkçede, sadeleşme, özgürleşme, millileşme,
             
            Derken;  
            Ulu Önder Atatürk ve  
            Ne Mutlu Türküm Diyene!.
            Geliyor aklıma.  
            Çünkü; gelişimdir, değişimdir, erişimdir,
             
            Benim dilim, ana dilim!..
            Ve nihayet,  
            Lengüistik küreselleşme,  
            Resmi diller, ortak diller ve
            Avrasya Türkçeleri,  
            Derken;  
            Irak Türkçesi, Türkmencesi,  
            Geliyor aklıma.  
            Çünkü; Fuzuliden armağandır,
             
            Hoyrat’çadır, Kerkük’çedır, hep Türçedir,
             
            Benim dilim, ana dilim . (10.08.2004)
             
            TÜRK’ÜN KALBİDİR KERKÜK (Murat Duman)
             
            Bir asır boyunca, batarken güneş,
             
            Yanar durur Kerkük, gören kör olur.
            Türk’ün tarihinde en sadık kardeş,
             
            Kanar durur Kerkük, gören kör olur.
             
             
            TÜRKİYEM (Fatma Uçarlar)
             
            Vatanıma Malazgirt’le girildi,
             
            Medeniyet Türklük ile dirildi,
             
            Atatürk’üm yüreklere örüldü,
             
            Güzellikler senden çıkar Türkiyem.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER
 
            
            - Bana ulaşan kitapların sayısındaki 
            artış sürüyor. Sayfalarındaki gezinti zorluğuma rağmen, gündemimde 
            yeralanların genel değerlendirilişleriyle mutluluk duyduğumu 
            kaydetmek istiyorum.  
 
            - Merkezi Azerbaycan’ın başkenti 
            Bakü’de bulunan, Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler 
            Akademisi yayınları arasında günyüzü gören, Hacı Ferhat Mirza 
            imzalı, ciltli, 270 sayfalık “Kelamlar-özdeyişler” adlı, Türkiye 
            Türkçesiyle Ankara’da Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in editörlüğünde 
            günyüzü gören kitabın, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine 
            Prof. Dr. Elçin İskenderzade ve Oktay Hacımusalı tarafından 
            aktarıldığını görüyoruz.  
 
            - Hacı Ferhat Mirza’nın fotoğrafının 
            bulunduğu sayfanın üzerinde; “Evrenin kurtuluşu islamda, kanunu ise 
            Kur’an’dadır” cümlesi yer alıyor.  
 
            - Türk Dünyası Araştırmaları 
            Uluslararası İlimler Akademisi Ankara Başkanı Prof. Dr. Hayrettin 
            İvgin’in üç sayfalık bir sunuşu var. Sayın İvgin sunuşunun bir 
            yerinde; “Elinizdeki bu-Kelamlar-Özdeyişler-adlı kitapta 232 başlık 
            altında 1602 kelam bulunuyor. Bu kelamlar, Hacı Ferhat Mirza’nın 
            İslam dini çerçevesinde, ahlaki ve sosyal hayatın nasıl düzenlenmesi 
            gerektiğine ilişkin uzun gözlem ve deneyimlerine özellikle düşünce 
            gücünün sağlamlığına dayanarak kısa ve öz halindeki yorumlardır” 
            diyor, kitapla ilgili özet bilgiyi, değerlendirmeyi sunuyor efendim.
            
            
 
            - Bölüm başlıkları; Din, Din adamları, 
            İlahiyat, İslam, Müslümanlar, İbret, Kadre ve alın yazısı, Ölüm, 
            İntihar, Eşitlik, Kadın, sevgi, nikâh, İsraf, ticaret, Zafer, Haram, 
            öfke, yalaka, Azerbaycan, Allah korkusu, şeklinde sıralanmış… Bunlar 
            aldığımız bazı başlık örnekleriydi efendim. Örneklerimizin devamı:
            
            
 
            - 1- Din: Din insanlığı zulmetten 
            ışığa götürecek nur, ilim ve iman onun anahtarı, kendini bilmez, 
            siyaset ve yobazlıksa onun uyuşturucusudur.  
 
            - 2- Kur’an-ı Kerim: Bütün küresel 
            sorunların ve tartışmaların halli Kur’an-ı Kerim’dedir.
 
            - 3- Ölüm: kafesin dağılması ve 
            güvercinin özgürlüğüne kavuşmasıdır,  
 
            - 4- Şehitlik: Allah’a kavuşmak için 
            en güzel yoldur,  
 
            - 5- Akıl: hazine, ilim servettir.
            
            
 
            - 6- Kibirlilik: kibirlilik ve kendini 
            beğenmişlik zalimliğin ta kendisidir. Sonu ise zulmüdür.  
 
            - 7- Nankör: Nankör kimsenin gözü kör, 
            kulağı sağır, kalbi mühürlüdür,  
 
            - 8- Haset: Haset kendin için kazdığın 
            kuyudur,  
 
            - 9- Yalaka: yalakalık arını, namusunu 
            kaybetmektir.  
 
            - 10- Yaşlılar: yaşlıları olan evde 
            bereket vardır. Onlara merhamet edene Allah da yardım eder..
 
            - Hacı Ferhat Mirza: Çağdaş özdeyiş 
            ekolünün kurucusu, kelam ve fikir adamı Ferhat Ahmed Ali oğlu 
            Mirzayev (Hacı Ferhat Mirza) 11 Şubat 1950 tarihinde Bakü’de doğdu. 
            İnşaat mühendisi olan Mirza, Devlet Halk Kontrolü Şube Başkanı 
            görevinde bulundu. 1995 yılından itibaren kurucusu olduğu 
            “Azerbiznes “Hayriye-Üretim Ticaret Şirketinin başkanıdır.  
 
            - Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin, 
            Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin üyesi olan Hacı Ferhat Mirza’nın 
            değişik ödülleri bulunuyor.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               MEHMED b. SÜLEYMAN 
              (FUZULİ)
            
            Asırların gerilerinden seslenerek, 
            bugünlere gelebilenler, bugünlerde yaşayıp, zaman engelinin 
            karşısında dimdik durarak, engelleri aşabilenler, kalıcılıklarıyla 
            anıtlaşan, kökleşip eserleriyle yaşayanlardır.
            Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle 
            Türk dilli ülkelerde yaşayanların büyük bir bölümü:  
             
            Beni candan usandırdı, cefadan yar 
            usanmaz mı?
            Felekler yandı ahımdan muradım şem’i 
            yanmaz mı?
             
            Mısralarının kime ait olduğu 
            sorulduğunda hep birden “Fuzuli’nin gazelinden ilk iki mısra” 
            cevabını koro halinde söyleyeceklerdir.  
            Bu gerçek, bu yıllara meydan okuyarak asırlar öncesinden 
            günümüze kadar gelen mısraların sahibinin köklü bir kültüre, inanca, 
            azim ve gayrete sahip, Mehmed Bin Süleyman yani Fuzuli olduğunu 
            bizlere hatırlatmakta, duygu ve kültür zenginliğinin satırbaşlarını 
            göstermektedir.  
             
            FUZULİ (Mehmed b. Süleyman)
             
            Kayıtlara baktığımızda, 
            ansiklopedilere baktığımızda hemen görüyoruz ki, Divan Şairi olan 
            Fuzuli 1495 yılında Hille-Bağdat’ta doğru. Asıl adı Mehmet Bin 
            Süleyman olan Fuzuli, 1556 yılında Kerbela’da vefat etti, yüzlerce 
            eser bırakarak, dönemindeki insanlar arasından ayrıldı, yani 
            dünyasını değiştirdi.  
            Hille Müftüsü Süleyman Efendi’nin 
            oğlu olan, şiire başladığında önce çeşitli mahlaslar kullanan, başka 
            şairlerin de bu mahlasları kullandığını görünce hepsini bırakarak 
            “Fuzuli” mahlasını seçen Mehmed Bin Süleyman kısa zamanda yaşadığı 
            dönem şairleri arasındaki seçkin yerini göstermeye, zamanla 
            korumaya, fark edilmeye başlandı.  
            Kaynaklar gösteriyor ki; Fazl’ın çoğul biçimi olan Fuzuli, şahsi 
            üstünlüklerle ilgili veya şahsi üstünlüklere ait manasına gelen bir 
            kelime olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Fuzuli’nin “Boşu boşuna” 
            manasına geldiği de söylemekte ifade edilmektedir.  
            Fuzuli’nin gençlik dönemine ait 
            fazla bilgi bulunmamaktadır. Eserlerinin incelenmesiyle, iyi bir 
            öğrenim gördüğünü, İslami ilimler, İran edebiyatı, hendese, hikmet 
            ve tasavvufla ilgilendiği sonuçlarıyla karşılaşıyoruz.  
            Sıhhat-u Maraz (1940) adlı eseri, 
            Fuzuli’nin hekimlik bilgisine de sahip olduğunu göstermektedir. 
            Gördüğü öğrenim ve hayatının değişik dönemleri hakkında da yeterli 
            bilgi bulunmayan Fuzuli’nin “Molla” unvanını alacak kadar ileri 
            derecede İslami bilimler öğrenimi gördüğü hakkında bilgiler 
            bulunmaktadır.  
            Fuzuli, 1508 yılında Bağdat’ı 
            fetheden Şah İsmail’e “Beng-ü Bade” adlı mesnevisini sundu. Bir 
            süre, Bağdat taki Safevi Valisi İbrahim Han’dan himaye gördü. Kanuni 
            Sultan Süleyman Bağdat’ı fethedince (1534) padişaha ve paşalarına 
            sunduğu kasidelerle dikkat çeken Fuzuli, kendisine bağlanan günde 
            dokuz akçelik maaş bir süre sonra kesilince Nişancı Celal zade 
            Mustafa Çelebi’ye ünlü şikâyetnamesini yazmıştır.  
            Şii mezhebine bağlı olan Fuzuli’nin 
            hayatı tümüyle Hille, Bağdat, Necef, Kerbela çevrelerinde geçti. 
            1556 yılında çıkan bir veba salgını sırasında vefat etmiştir. 
            Kerbela’da Meşhed-i Hüseyin (Hz. Hüseyin’in türbesi) karşısındaki 
            türbenin Fuzuli’ye ait olması ihtimali büyüktür.Dergah ve türbenin 
            zamanla yıkılması üzüntülere neden oldu.  
            Hayatı boyunca geçim sıkıntısı 
            çeken, Fuzulinin Fazlı adlı oğlu, babası gibi şair olmakla birlikte, 
            babası kadar tanınmamış, isim ve imza bırakamamıştır.
            Fuzuli, Azeri lehçesinde yazmasına 
            rağmen, yazdığı çok güçlü lirik şiirlerle Türk edebiyatının en büyük 
            şairleri arasında yer almış ve kendisinden sonra gelen çok sayıda 
            şairi etkilemiştir.  
            Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün 
            inceliklerini bilen Fuzili, İranlı şairlerden Selman-ı Saveci, 
            Hafız, Türk şairlerinden de Nesimi, Ali Şir Nevai ve Necati’nin şiir 
            anlayışını benimsemiş ve şiirlerinin çoğunda tasavvufu işlemiştir.
            
            
            Mutasavvıf bir şair olarak Fuzuli 
            şiirine tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalışmış, 
            zekası ile lirizmi bağdaştırmıştır. Fuzuli’nin bazı şiirlerinde 
            tababete ait işaretler de vardır.  
            Fuzuli’nin yaşadığı dönemde önde 
            gelen isim ve imzalar arasında yer almasının en önemli nedeni: 
            İlimsiz şiiri hor gören ve edebiyat aleminde şiirin ilme dayanması 
            fikrine yer veren ve savunan olmasıdır. Aynı ölçüde, imlaya da büyük 
            önem veren şair, yazılı metinlerin nesilden nesile 
            devredilebilmesinin, geçebilmesinin ancak doğru ve yanlışsız yazma 
            ve özen göstermeyle mümkün olabileceğini savunmasıyla da dikkat 
            çekmiştir, ilgi toplamıştır.  
            Fuzuli’ye göre, Hz. Ali, erdemli , olgun yetkin bir kişidir. 
            Bütün halifelerden ve
            Peygamber’in yakınlarından üstündür. 
            Şairin 1. Şah İsmail’e yazdığı övgünün temelinde sevgi vardır.  
            “Beng-Bade” adlı Türkçe mesnevisi 444 beyitten oluşmaktadır. Eserin 
            konusu, esrar ve şarap arasındaki düşsel bir çatışmadır.  
            Fuzuli’nin “Şikayetname” adlı 
            mektubunda, saray şairleri arasına girememekten dolayı iğneleyici 
            bir dille yakındığı görülmektedir. Istırap şairi olarak bilinen 
            Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” adlı dört bin beyitlik mesnevisi ile 
            diğer eserleri hakkında çok sayıda inceleme yayınlandığını 
            biliyoruz.  
            Bir başka bildiğimiz gerçek; 15. 
            yüzyıl Azeri şairi Habibi’nin, Çağatay şairi Ali Şir Nevai’nin, 
            İranlı şair Hafız’ın, Nizami Gencevi ve Cami’nin Fuzuli üzerinde 
            belli belirsiz etkilerinin olduğudur. “Leyla ve Mecnun” adlı 
            eserinde, Nizami’den yararlandığını kendisi ifade etmektedir.  
            Fuzuli’nin anlayışına göre; şiirin 
            temeli ilim, özü sevgidir. İlime dayanmayan şiirin temelsiz duvar 
            gibi hemen yıkılabileceğini söylemesi, şiir anlayışındaki derinliği 
            göstermektedir.  
            Kendinden sonra gelen, hemen bütün 
            divan şairlerini büyük ölçüde etkileyen Fuzuli için şiir, düşünce 
            duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan önemli bir 
            etkinliktir.  
            Genellikle, Azeri ağzını kullanan 
            Fuzuli’nin şiirinde uyumu sözcükler arasındaki ses benzerliği 
            sağlamaktadır. Şiirlerinde, halk dilinde geçen kelimelere, 
            deyimlere, atasözlerine, Kur’an’dan ve hadislerden alıntılara sıkça 
            rastlanmaktadır.  
            Türkmen soylu Iraklı şair Fuzuli de her Türkmen şairi gibi 
            “hoyratlar”ın etkisi altında kalmış ve şiirlerinde hoyratlardaki 
            cinas oyunlarını ustaca kullanmıştır. Fuzuli’nin, bugünkü Irak 
            Türkmencesini şiir dilinde az bir değişiklikle kullandığını gösteren 
            pek çok örnek vardır.  
             
            ESERLER
            Fuzuli’nin “Hadikatü’s Süeda (1837, 
            Saadete Ermişlerin Bahçesi 1955) adlı eseri düz yazıda dinsel 
            lirizmin en güçlü örneklerindendir. Kerbela olayını anlatan bu eser 
            özellikle şiirler arasında yüzyıllardan beri okunmaktadır.  
            Fuzuli’nin mesnevi biçiminde yazdığı 
            ve 3.096 beyitten oluşan “Leyla ve Mecnun” (1955) adlı eseri Türk 
            edebiyatının şaheserleri arasında yer almaktadır.  
            Fuzuli’nin yirmiye yakın eser 
            yazdığını biliyoruz. Bunların başında, Türkçe Farsça ve Arapça olan 
            üç divan gelmektedir. Ünlü “Türkçe Divan”ı mensur girişle 
            başlamaktadır. Farsça ve Arapça Divanları yanında, Fuzuli’nin 
            Peygamber efendimizi metheden “Su Kasidesi”de çok sevilen 
            eserlerindendir.
            Fuzuli’nin eserlerinin sıralamasında 
            yeralanlardan;  
            Rind-ü Zahid (Farsça mensur eser, 
            Çev: Silim Efendi, 1868),  
            Hüsn-ü Aşk (Sıhhat-u Maraz adıyla da 
            biliniyor. Farsça mensur eser, ilk çeviri: 1856’da yapıldı. Son 
            çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı 1940)
            Enisü’l-Kalb (Farsça kaside, Türkçe 
            Çev. Cafer Erkılıç,1944)
            Türkçe Mektuplar (Abdülkadir Karahan,1948),
            Şikayetname (1955),
             
            Hadikatü’s-Süeda (Saadete Ermişlerin 
            Bahçesi, Kerbala olayını anlatır, Selahattin Güngör, 1809),
            Beng-ü Bade (Farsça mesnevi, 444 
            beyit, esrar ile şarap arasında bir tartışmayı anlatır, K. Edip 
            Kürkçüoğlu, 1956),  
            Türkçe Divan (taş basması, 1951, 
            Abdülbaki Gölpınarılı 1961)
            Farsca Divan (Hasibe Mazıoğlu, 1962)
            Arapça Divan (yazma nüshası 
            Leningrad’da), Heft Cem (Sakiname adıyla anılan bu yedi bölümlük 
            eserin her bölümünde şair bir müzik aletiyle tartışır)
            Tercüme-i Hadis-i Erbain (40 manzum 
            hadis çevirisi, Esad Çoşan, 2003)
             
            HAKKINDA YAZILANLARDAN
            Fuzuli hakkında yüzlerce makale 
            yazılmış, yayınlanmış doktora ve yüksek lisans tezlerine konu 
            edilerek, asırlardan asırlara nakledilen bir isim ve imza haline 
            gelmiştir şairimiz.  
            1- Fuzuli zaman engelini aşarak, 
            zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustalarındandır. O’nun 
            şiirleri özellikle şiirlerinden bazıları her dönemde sevilmiş, 
            kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşabilmişlerdir.  
            Fuzuli’nin şiirlerini, yüzyılları 
            geride bırakarak kalıcı kılan acaba hangi özellikleridir? Değişen 
            kültüre ve topluma rağmen, sözkonusu şiirler nasıl olmuş da 
            yaşayabilmişlerdir?
            Konuşma dilinde tonlama ve vurgun önemlidir. Bu unsurların 
            şiirde kullanımıyla, konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak 
            söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı olmasını 
            sağlamaktadır (Mine Mengi, 500. Yılında Fuzuli Sempozyumu 
            Bildirileri,1996)
            2- Fuzuli hiç kuşkusuz en büyük 
            şairlerimizden biridir. Yunus’u ayrı tutarak böyle bir ayırım 
            gereklidir. Çünkü Yunus, altıyüz yıl öncesinden bugüne açılan 
            kapıdır. Onunla ancak, şeyhi, Necati bey, Baki, Nedim, şeyh Galib 
            gibi eski şiirin sıkı düzeni ve ortak dili içinde gerçekten bir 
            çığır açabilen şairler boy ölçüşebilirler. Fakat Fuzüli bir bakıma 
            bu şairlere de üstündür. Çünkü eseri bize onlardan çok ayrılan, 
            tümüyle kişisel diyebileceğimiz bir deneyim ile gelir.  
            Denebilir ki, Fuzuli’nin bize 
            şiirleriyle verdiği kendi iç dünyası, bütün rindlik ve kalenderlik 
            heveslerine, kimi zaman gerçekten sıkıcı sanat oyunlarına karşın, 
            iki örneğin etrafında toplanır: Mecnun ve Kerbela şehidi Hüseyin… 
            (Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler)
            Fuzuli şiir yarışmasının 
            şairlerinden:  
            Merkezi Ankara’da bulunan, kısa adı 
            İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek 
            Birliği’yle, merkezi Azerbaycan’da bulunan ve kısa adı DGTYB olan 
            Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin 2004 yılında ortaklaşa 
            düzenlediği “2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması”nda dereceye 
            giren şairlerin şiirlerinin mısraları arasında mini bir gezinti 
            yapmak istiyorum efendim:  
            Dereceye giren ilk dört şair:
             
            Orhan Seyfi Şirin: 1961 yılında 
            Eskişehir’de doğdu. “Tuna Boylarında Alişimiz Var” adlı şiirinden:
            Sorma buralarda ne işimiz var!,
            Tuna boylarında Alişimiz var.
            Yemen türküsüne ağlayışımız,
             
            Nasrettin Hocaya gülüşümüz var.
             
            Selami Yıldırım: 1959 yılında 
            Sivas’ta doğdu. “Derdim parmak uçlarımda tuşlu” adlı şiirinden:
             
            “Asanı göğe at,
             
            Düşene kadar sultansın”,
            Demiyorum,
             
            Yalnızlığımı getirdim sana,
             
            İnanmazsan tut ellerini
            Ya da bak gözlerime
            Hicretimi gör!..
             
            Halil Gürkan: 1954 yılında 
            Eskişehir’de doğdu. “Yiğitlerimiz” adlı şiirinden:
            Türk’üz, anıldık “yağız” la, mertçe 
            vuran yiğit bizde,  
            Birkaç obalık Oğuz’la, devlet kuran 
            yiğit bizde.  
            Hakkı Şener: 1969 yılında Adana’da 
            doğdu. “Şadırvan” adlı şiirinden:  
             
            Ben bir ulu cami şadırvanıyım,
             
            Manâ âleminden izler bilirim.
             
            Elden ele giden dost kervanıyım,
            
            
            Nice kışlar, nice yazlar bilirim.
            
            
             
            İkinci Uluslararası Fuzuli Şiir 
            Yarışması’nda mansiyon alan şairlerden şiir örnekleri:
            Selami Şimşek: 1974 yılında 
            Erzurum’da doğdu. “Çocuklar hiç ölmesin anne” başlıklı şiirinden:
            
            
            Dünya çocukları gözleri etrafında,
            
            
            Ağlamak için dönüyor
            Kırık bir çiçek,
            Her gece rüyalarımı süslüyor
            Hangi yangına kül olsam,
            Hangi bahçeye gül olsam
            Dünya çocukların gözleri etrafında
            Dönüyor anne.
            Zeynep Ayla Sütçü: 1956 yılında 
            Isparta’da doğdu. “Gel gönül gül olalım seninle” adlı  şiirinden:
            Gel gönül gel gül olalım seninle,
            
            
            İster dost koklasın, isterse düşman,
            
            
            Diken gibi batmayalım eline,
            İster dost toplasın, isterse düşman.
            
            
            Galip Kurdoğlu: 1955 yılında 
            Arhavi’de doğdu. “Ey Fuzuli” başlıklı şiirinden:
                        Ey Fuzuli
            Ben seni fuzuli sevmedim ki
            Sevginin yüceliğini, erdemli olmayı,
            Hasretin acısını, mutlu yaşamayı
            Leyla Mecnun’u,
            Ve daha nicelerini senden öğrendim
            O yüzden
            Canıma can katıyorsun.
             
             
            KAYNAKLAR:  
            1.Işık, İhsan; Resimli ve Metin Örnekli, Türkiye Edebiyatçılar 
            ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. Baskı, cilt 4, Pozitif 
            Matbaacılık, 2007-Ankara)
            2.Küzeci, Şemsettin: 2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması ve 
            Türk Dünyası Şiir Şöleni. (İLESAM –DGTYB-Ankara–2004)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI
            
            Sanat ve edebiyat dünyamızın içinde 
            yeralan, yıllardır, yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çeken isim 
            ve imzalardan biri: Nurdane Uzun.  
            Nurdane Uzun Bursa’da yaşıyor, buradan sesleniyor. Yayınladığı 
            kitapları var. Değişik türlerde, genellikle şiir ağırlıklı bu 
            kitaplar.
            Yenilerde bana ulaşan bir demet 
            şiiri, çocuk öykülerinden oluşan, Ağustos 2008’de günyüzü gören, 
            okurlarıyla buluşan, buluşturulan “Mavi Kurdele” adlı çocuk öyküleri 
            var masamda. Alp Yayınları arasında günyüzü görmüş 96 sayfalık “Mavi 
            Kurdele’ Nurdane hanımın 13 ncü kitabı.  
            Öykülerin adları; Mavi kurdele, 
            çorapçı kadın, sakızcı çocuk, Doktor Ahmet, Kurban bayramı, Alabaş, 
            Güvercin dede, Osmanlı kadını, Yavru güvercin, Kediler, Kiraz 
            mevsimi. Nurdane uzun, şiirde olduğu gibi, öyküde, çocuk öykülerinde 
            de anlatım zenginliği ve konuların dağılmadan, toparlanış ustalığı 
            içindeki görünümüyle takdir görüyor.  
            İlk öykünün girişinden: “Vakit 
            ikindiyi gerilerde bırakırken, sahildeki insanlar da birer ikişer ve 
            gruplar halinde evlerine dönüyorlardı. Deniz dalgasız pırıl pırıldı” 
            cümlesi söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymuyor mu?.
             
            ŞİİRLER
                        Nurdane Uzun’un şiirlerindeki konu seçimi, anlatım 
            ve bütünlük içindeki genel görüntü, anlatılmak istenilenlerin 
            özelliğini, güzelliğini ortaya koyar.  
            Bu şiirlerin bazıları, güfte denebilecek durumdadır. 
            Bestekarlarımızın gözden geçirmeleri halinde besteleyebilecekleri 
            şiirlerin, güfte bütünlüğü içinde olanların bulunduğu görülecektir.
            
            
            “Gülüm” adlı, başlıklı şiir vermek 
            istediğimin örneklerden biri: Şöyle başlıyor bu şiir:  
            -Kaldırdın başımdan umut tacımı,
             
            İçimde acılar dinmiyor gülüm.
             
            Sardın bedenime gönül sancımı,
             
            Yediğim içime sinmiyor gülüm.
             
             
            Mor menekşem, Gönül ocağına koy 
            tencereyi, O sahilde bekliyorum, Hasretin içimi yakıp yıksada, 
            iklimler mi yoksa ben mi değiştim?, İkinci bahar, Yeşil gözlü yar, 
            Aşk bahçemde bülbül diye, İlahi, Yaşamayı sevdiren gibi başlıklar 
            verilen, yazılıp, sayfalara aktarılan Nurdane Uzun şiirleri. 
            Bunlardan “İlahi” den:  
             
            —Hidayete erenlerden,  
            Cemalini görenlerden,  
            Kalbe şefkat verenlerden,  
            Eyle bizi, eyle Yarab!..
             
            Ve Nurdane Uzun’un bendenize atfen 
            yazdığı “İsa Kayacan Hocam’a” başlıklı 7 dörtlükten oluşan bir şiiri 
            var. Bu şiirin girişi:  
             
            -Dolu, boynu eğik başağa benzer,
             
            San’atın mimarı İsa Kayacan.
             
            Gönlünün yanında hiç kalır anzer,
             
            San’atın ustası İsa Kayacan.
             
             
            Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - YAZILANLARIN İÇİNDEN
 
            
            - İnsanoğlu, kendisinden söz edilince, hemde ‘olumlu’ söz 
            edilince, biraz şımarır,  
 
            - Gururlanır, bunların yenileri gelsin ister.
             
 
            - Bu satırların yazarı İsa Kayacan olarak, benim için yazılanların 
            sayısı arttıkça, seviniyor, mutlu oluyorum.  
 
            - Samsun’dan Ozan Obalı (Mustafa Bilir) 16.07.2008 tarihinde benim 
            için bir şiir yazmış. Hemde yüz yüze gelmediğimiz halde. Kendisi 
            “sizi kırk yıldır ismen tanıyorum” diyor.. Bu tür anlatımların, 
            şiirlerin karşı karşıya gelmeden yazılması ayrı bir anlam getiriyor, 
            farklı bir düşünce ortaya koyuyor. Mustafa Bilir’in (Ozan Obalı’nın) 
            şiiri efendim:  
 
            -  
 
            - İSA KAYACAN BEY’E
 
            -  
 
            - Dokuz yüz kırk üçte Burdur’da doğmuş
 
            - Şu dünyaya gelmiş İsa Kayacan.
 
            - Ne avuca sığmış ne kaba sığmış
 
            - Bir ırmak bir selmiş İsa Kayacan.
 
            -  
 
            - Güzel-iyi-doğru denilen üçlü
 
            - Onunla anlamlı onunla güçlü
 
            - Bu kadar sevecen bu kadar içli
 
            - Olmasını bilmiş İsa Kayacan.
 
            -  
 
            - Sanat ve basına kol kanat germiş
             
 
            - Yazıp tam yüz otuz kitaba ermiş
 
            - Herkese kalbinden bir parça vermiş
 
            - Saygı hürmet almış İsa Kayacan.
 
            -  
 
            - Yıllar akıp gitmiş, o hiç gitmemiş
 
            - Sevgiyi büyütmüş, aşkı bitmemiş
 
            - Namerdin dalında bir gün ötmemiş
 
            - Mert bağına dalmış İsa Kayacan.
 
            -  
 
            - Dostluk destanını yazan birisi
 
            - Ona hürmetlerin layık irisi
 
            - OBALI dünyanın boştur gerisi
 
            - Gönüllerde kalmış İsa Kayacan.
 
            -  
 
            - PTT’nin “İSA KAYACAN ÖZEL POSTA PULU”
 
            - Söke ilçemiz merkezinde yaşayan, eğitimci, şair, araştırmacı, 
            yazar Abdülkadir Güler, 01 Kasım 2008 tarihinde, açtığımız, 
            Burdur-Tefenni Ece Köyü’ndeki “İsa Kayacan Kütüphanesi” için yazdığı 
            makalesinin bir yerinde:  
 
            - -“İnsan neyi ekerse onu biçecektir. Sayın Kayacan, yıllardır bu 
            kitap ve kütüphane uğruna emek veriyordu. Çaba harcıyordu. Yaklaşık 
            52 yıldır durmadan yazıyor ve yazdıklarını hem ili Burdur’a ve 
            Anadolu’ya gönderiyordu. Daha öncede söylemiştim. Sayın Kayacan 
            sadece sanat ve Kültür bağlamında PTT’ye verdiği paraları bir yere 
            toplasaydı, şimdi Ankara’nın Çankaya’sında lüks bir dairesi olurdu. 
            Ama o, toplamadan ziyade dağıtmayı tercih etti. Halâ bu kültür 
            uğraşı içinde hizmet veriyor.  
 
            - Aslında PTT Genel Müdürlüğü’nde bir yetkili olsaydım, İsa 
            Kayacan adına bir posta pulu basardım. Bu hizmeti de PTT Genel 
            Müdürlüğü yetkililerinden bekliyoruz. Çünkü İsa Kayacan yayınladığı 
            kitap, gazete ve dergileri Anadolu’ya taşıması konusunda evi ile PTT 
            arasında mekik dokumuş ve binlerce TL yatırmıştır. Bu hizmetler 
            yadsınamaz” dedi.  
 
            -  
 
            - BURDUR
 
            - Uzun süre Burdur’da görev yapan Fatma Uçarlar’ın Burdur 
            şiirlerinden biri, “Burdur” adıyla 12 dörtlükten oluşuyor. Burdur 
            Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınladığımız “Şiirlerle 
            Burdur” adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan Fatma 
            Uçarlar’ın “Burdur” adlı şiirinden:  
 
            -  
 
            - -Folklorü bir başka güzel,  
 
            - Sipsinin sesi, yüreği ezer,  
 
            - Zeybek oyunu dünyaya değer,  
 
            - Baki Bey Konağı var Burdur’un.
             
 
            -  
 
            - Mehmet Akif vekilin olmuş,  
 
            - Fakir’in sende doğmuş,  
 
            - İsa Kayacan sesin olmuş,  
 
            - İncir Han’ı var Burdur’un.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          25  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               
                 VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI
              
              Şiirlerinin mısraları arasında gezerek, şiir dünyaları 
              hakkında bilgiler vermeye çalıştıklarımın sayısı, yüzlerle ifade 
              ediliyor. Hatta binlerle denebilir.  
              Van ilimiz merkezinden seslenen, şiir, yazı ve 
              araştırmalarıyla, dikkat çeken hele TRT Radyolarının 
              dinleme-izleme müdavimlerinden Ümit Kayaçelebi’nin şiirleri 
              arasında, daha doğrusu mısraları arasında bir gezinti yapma 
              isteğim hep ertelendi.  
              Elimde olmayan nedenlerle erteleyen, ertelemek zorunda kalan 
              benim efendim.  
              Ümit Kayaçelebi, bir fotoğraf makinesi gibi. Çevresinde olup 
              bitenler hakkındaki tesbitlerini sayfalara aktarıyor. Yumuşak bir 
              anlatımı, anlaşılırlık oranı fazla olan bir sunuş biçimi var.
               
              TSM-THM sanatçılarıyla arkadaş gibidir. Ümit Kayaçelebi. Onlar 
              hakkında bilgiler verir, onlar için yazdıklarını gazete ve 
              dergilerin sayfalarına aktarıp, okurlarıyla paylaşır, bölüşür.
              
              
              Şair,yazar ve gazeteci Ümit Kayaçelebi Sevim Süer’e ithaf 
              ettiği 9 dörtlükten oluşan şiirinin ilk iki dörtlüğünde şöyle 
              seslenmektedir:  
               
              -Yıllarca radyoda dinlediğimiz,
               
              Unutmadık, unutulmaz o sesler.
               
              Hepsine muhabbet beslediğimiz,
               
              Unutmadık, unutulmaz o sesler.
               
               
              Korolar yönetti Ahmet Yamacı,
               
              Şemsi Yastıman’la Bayram Aracı,
               
              Halâ hatırlarda Seyfettin Sucu,
               
              Unutmadık, unutulmaz o sesler.
               
               
              Gelin-Kaynana şikayetleri, gelin-kaynana atışmaları Ümit 
              Kayaçelebi’nin şiirlerinin konusudur, anlatımlarının önemli 
              boyutlarında yer alır, karşımıza çıkarlar. Gelin-Kaynana 
              atışmasında Gelin:
               
              Sabun koydum legene
              Bak başıma gelene,  
              Ben kadar taş düşe,  
              Kaynana senin tepene
               
              Kaynana durur mu, hemen cevap 
              verir. Hemde böbürlenerek verilen bir cevaptır bu:
               
              Kartal sinek avlamaz,  
              Köpek kuşa havlamaz,  
              Aklı olan gelin,  
              Kaynanaya hırlamaz.
               
              Gelinden şikayeti anlatan 
              şiiriyle, kaynanayı şikayetle anlatılanların imza sahibi oluşuyla 
              Ümit Kayaçelebi, toplumsal sıkıntıların toparlanışını yapmakta,  
              adeta çözüm yolları göstermektedir. Bir başka şiirinde de Van 
              sebzelerinden sözetmektedir.  
              Bu şiirin ilk dörtlüğü:  
              -Şimdi sorsam nedir şu gazayağı,
               
              Sen görmedin bilemezsin evladım.
               
              Bir de desem nedir guzu gulağı?,
              Sen görmedin bilemezsin evladım..
               
              Sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim…
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           26  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               YENİ YENİ YAZILANLARDAN
            
             “Bana Yazılan Şiirler” adlı bir 
            kitabın yayın hazırlığı içindeyim ya. Bana yazılan şiirlerden 
            örnekler vermeye o yüzden devam ediyorum, biraz da sıklaştırıyorum 
            sizin anlayacağınız. Bunlardan ikisi daha:  
            Vefalı, yani gönüllü, yiğit insan 
            İsa bey: Gönlümde sizin için düşündüklerimi yazdım. Aslında siz 
            benim yanımda daha çok değerli ve özel birisiniz. Lütfen hoşgörünüze 
            sığınarak af buyurmanızı ve bununla yetinmenizi rica ediyorum.
             
            Aslında ben hiç kimsenin arkasında methe-mazhar yazı yazmayı ve 
            söylemeyi sevmem. Amma siz olunca bu niyetim aniden değişiverdi. 
            O’da sizleri ne kadar sevip saydığımın nişanesidir. (Türkmen Ozanı, 
            Süleyman Özçelik, İskenderun, 15.01.2009
             
            Prof.Dr. Sayın İsa Bey
             
            Aslı Türktür Kayacan’ın soyundan,
             
            Burdur ili güzel Ece köyünden,
             
            Ayrı düşmüş aşretinden, beyinden,
             
            Çarkı felek Seyranında biri var..
             
             
            Can ile cananın Kayacanından,
             
            Aşıklar, ozanlar, pirler şanından,
             
            Üç ile yediler, kırklar ceminden,
            Çarkı felek devranında biri var.
             
             
            Bir dem içmiş, ol aşıklar deminden,
             
            Güneş dahi kıskanıyor şeminden,
             
            Taşı sıksan can fışkırır canından,
             
            Çarkı felek hayranında biri var.
             
             
            Türkmen ozanıyım övgü yazarım,
             
            Nokta koyar, bir kalemle çizerim,
             
            İsa beyi, çar köşede gezerim,
             
            Çarkı felek bayramında biri var.
             
             
            Isparta ilimiz merkezinden Melahat 
            Ecevit hocanım, “Bizim gız” başlığıyla yazdığı ve bendenize ithaf 
            ettiği 10 Ocak 2009 tarihli şiiri:  
             
            BİZİM GIZ
            Hemşehrimiz, Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan’a
             
            Pembe gül takınmış siyah saçına
            Daha yeni değmiş ondört yaşına
            İnce rastık çekmiş hilal kaşına
            Kapı gıcırtısına oynar bizim gız
             
            Hele bakın ürkek ceylan haline
            Zilleri takınmış narin eline
            Şal kuşak yakışmış ince beline
            Kaşık şıkırtısına oynar bizim gız
             
            İşvesi yerinde hava atıyor
            Göz süzüp etrafa çalım satıyor
            Kıvırıp kıvırıp göbek atıyor
            Tabak tıkırtısına oynar bizim gız
             
            Bir başka rakseder ritimde sazda
            Baygın bakışı can yakar birazda
            Çağlayıp coşuyor baharda yazda
            Suyun şıkırtısına oynar bizim gız
             
            Oyuna doymuyor elleri havada
            Çalıkuşu gibi durmaz yuvada
            Hamsi balık gibi oynar tavada
            Sinek vızıltısına oynar bizim gız
             
            Çıkar orta yerde saçın savurur
            Edalı dönüşü içler kavurur
            Davul zurna gümbür gümbür vurulur
            Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          27  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               
              ÜÇ 
              ŞİİRLE ANLATILANLAR
            
            
            Şiirlerin 
            ortaya koyucuları, şairlerimiz, şairelerimiz. Melahat Ecevit, 
            Isparta ilimiz merkezinden seslenmeye devam ediyor. Yenilerde üç 
            yeni şiiri geldi. 18 Aralık 2008 ve 10 ve 11 Ocak 2009 tarihlerinin 
            taşıyıcıları bu şiirler. Yani üçü de çiçeği burnunda şiirler. Bu 
            şirlerin mısraları arasına dönelim ve kısa kısa bir göz atalım. 
            Buyurun: 
             
            BİR MİNDERLİK YER
            
            18 Aralık 
            2008 tarihinde kaleme alınmış, daha doğrusu bu tarihte bitirilmiş, 
            tamamlanmış. Beş ayrı bölümden meydana gelen bu şiirin girişinde; 
            “Bir zamanlar seninle/Herşey daha güzel olacak derken/Bak, kapımızı 
            güz yelleri çalıverdi erken” mısralarıyla başlanıyor. 
            O güzelim günlerin keyfinin 
            sürülemediğinin altı çiziliyor, “hep mor çiçeklerini topladık/Umudu 
            dökülmüş bahçelerin” diye devam ediliyor. Mor çiçekler, umudu 
            dökülmüş bahçeler, anlatım zenginliğini sağlayanlar. Ve sonunda 
            şöyle bağlanıyor şiir:
             
            -Pencereden gün ışığı sızmalı derken,
            
            Hani kapattığımız perdeler var ya,
            
            Onları biraz olsun aralı bırakamadık.
            
            Ne yazık ki, özlem çektiğimiz 
            mutluluğa,
            Bir minderlik yer ayıramadık..
             
            
            Duygularının çorak kalacağını anlayamayan insanlar. Anlatma zorluğu 
            içinde olan duygu sahipleri, kalem sahipleri. 
             
            HAİN RÜZGAR
            
            Rüzgarın 
            da haini oluyor demek ki. Vardır değil mi? Melahat Ecevit hocanım 11 
            Ocak 2009 tarihinde yazdığı veya tamamladığı “Hain Rüzgar” adıyla, 
            başlığıyla yazdığı dört bölümlük şiirin ilk bölümünde şunlardan 
            sözediyor: 
             
            Bu akşam başka esiyorsun,
            
            
            Hain rüzgar!...
            Bakışların sadece göz ucu,
            
            
            Belli ki şeytana ters giydireceksin,
            
            Papucu…
             
            
            Melahat 
            hocanım, “Pencere camlarını kırıp/Döküşün/Hiçbir şey olmamış gibi 
            bir de dönüp/Öpüşün” lerden rahatsız oluyor. 
             
            BİZİM GIZ
            
            Melahat 
            hoca altı dörtlükten meydana gelen, Burdur, Isparta ve çevresine ait 
            olan bir yakınlık deyiminden, kan bağı gösteriminden söz ediyor” 
            Bizim gız” diyor. Şiirinin başlığı da bu. “Pembe gül takınmış siyah 
            saçına,/Daha yeni değmiş ondört yaşına/İnce rastık çekmiş hilal 
            kaşına/Kapı gıcırtısına oynar bızım gız” anlatımından sonra şöyle 
            sesleniyor: 
             
            -Çıkar orta yerde saçın savurur,
            
            Edalı dönüşü içler kavurur,
            
            
            Davul-zurna gümbür gümbür vurulur,
            
            Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız..
             
            
            Bizim gız, 
            ürkektir, ceylan gibidir. Zilleri takınca narin ellerine, döner, 
            döner. İşvesi yerindedir, baygın bakışları çok canlar yakar, sinek 
            vızıltısı karşısında oynar bizim gız.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           28  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK
            
            Burdur’dan, Burdurludan yola çıkarak 
            ortaya koyduklarımız. Burdur’dan bize yansıyanlar, Kitaplarda, 
            gazetelerde yer alanlar.  
             
            BURDUR’UM SENİ
            Burdur ilimize bağlı Gölhisar 
            ilçemizde yaşayan, çağdaş halk ozanı, folklor derlemecisi Osman 
            Akkoç’un “Burdur’um Benim” adlı, başlıklı şiiri, Burdur’u değişik 
            yönleriyle ve yerleşim birimleriyle anlatıyor. Yedi dörtlükten 
            meydana gelen şiirin girişi genellik içinde veriliyor. Şöyle:
             
            Burdur’umu anlatmakla açayım sözümü,
             
            Aklıma gelir durur, salkım salkım üzümü.
             
            Su deposuna çıkar doyururum gözümü,
             
            Şirin, güzel, sevimli Burdur’um benim.
             
             
            Sonra ilçeler teker teker 
            dolaşılıyor. Yaşilova, Ağlasun, Altınyayla, Çavdır, Çeltikçi, Bucak, 
            bir bir anlatılıyor. Bu şiirin bir başka dörtlüğünde de şöyle 
            seslenilmekte:  
             
            -İlçeleri, Gölhisar, Bucak, Tefenni,
             
            Her zaman görmek isterim, mest eder beni,
             
            Karamanlı, Kemer ilçe olmuştur yeni,
             
            Nerelere gitmek istersem, durdurun beni..
             
            Osman Akkoç “Burdur ve İlçeleri”ni 
            de bir başka şiirinde uzunca anlatıyor. 12 dörtlükten meydana gelen” 
            Burdur ve ilçeleri” adlı, başlıklı şiirin ilk dörtlüğünde ki Osman 
            Akkoç duyguları şöyle:  
             
            -O ceviz ezmesiyle, rengarenk gülünle,
             
            O şeker fabrikanla, o masmavi gölünle,
             
            Şen şakrak insanınla, baldan tatlı dilinle,
             
            Mısralara sığmazsın, anlatsam Burdur seni…
             
            Fatma Uçarlar’ın dört bölümden 
            meydana gelen “Sende Burdur”u sevdim” adlı, başlıklı şiiri var 
            yazımızın bu bölümünde:  
             
            SENDE BURDUR’U SEVDİM
                        Fatma Uçarlar, Burdur sevgisini, Burdur’a olan 
            bağlılığını, Burdurluya olan yakınlığını, içtenliğini bu şiirde 
            anlatıyor. Anılan şiirin ilk bölümü şöyle efendim:  
             
            -Ben sende Burdur’u gördüm!,
            O yüzden sevdam sana değildi,
             
            Ben Burdur’u sevdim..
            Bakışlarında,  
            Salda’nın derinliğini,  
            İnsuyu’nun serinliğini gördüm.
             
            Ben bu bakışları sevdim.  
            Bu bakışlarda,  
            Selda’yı sevdim, İnsuyu’nu sevdim…
             
            Son bölümde, gazeteci Mesut Madan’ın 
            Burdur’da günlük yayınlanan 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün 
            gazetesinde ki köşesinde” Hoş geldin usta” başlığıyla yazdığı 
            makalesinin girişi:  
             
            HOŞ GELDİN USTA
            Tefenni’nin Ece Köyü’den çıkıp 
            yazdığı yazılarla Burdur’u tüm Türkiye’yi tanıttı o. O bir duayen. O 
            bir Usta. O Anadolu Basını’nın yıldızı. Bitmek tükenmek bilmez bir 
            hazine o. Yazılarıyla, şiirleriyle bütün Anadolu Basınının can suyu. 
            O bir yazı fabrikatörü.  
            “Herkes beni Ankara’larda sanır / 
            Burdur’da bir dam çökse içim parçalanır” diyen bir Burdur sevdalısı 
            o. Ama Burdur o’nun kıymetini biliyor mu? İşte bu tartışılır…
            Yüzlerce kitap yazdı. On binlerce yazısı gazete ve dergilerde 
            yayınlandı. O mütevaziliğini hiç elden bırakmadı. Yazılarını 
            aksatmadan mahalli gazetelere gönderdi. Kısa bir aradan sonra 
            yazılarıyla tekrar aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan…
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          29  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
            
            Araştırma ve incelemeye yönelik, 
            çalışma-edebiyat alanındaki noktadan yapılan çıkışlar, hareket 
            noktalarıyla ortaya konulanların zorlukları vardır.  
            Hemşehrim Yusuf Erkan, uzun bir Burdur araştırma ve 
            incelemesinden sonra;  
            600 sayfalık, “Zamanın Ötesinden Burdur Gezi Rehberi” adlı 
            kitabını, İstanbul’da, Birleşmiş Yazarlar Şairler ve Bestekarlar 
            Derneği yayınları arasında günyüzü görmesini sağladı.
            Geride bıraktığımız 2008 yılının son 
            aylarında gerçekleştirilen basım çalışmasıyla, Burdurluların, Burdur 
            severlerin ve kültürel çalışmaların içinde bulunanların hizmetine 
            sunulan anılan kitabın önsözü Yusuf Erkan imzasını taşıyor. Uzunca 
            olan önsözün biryerinde Yusuf Erkan;  
            -“Burdur’un tanıtılması, turizmde 
            daha fazla pay alması, ekonomisinin gelişmesi ve bir arada Burdur 
            insanının bilinçlenmesine, katkıda bulunmasında küçücük bir adım 
            olarak niteleyebileceğim bu çalışmayı babam Bayram Erkan ve annem 
            Azime Erkan olmak üzere tüm Burdurlulara ithaf ediyorum” diyor. Bu 
            cümleler, önsözün sonunda yer alıyor efendim. Düzeltelim.  
            İçindekiler bölümlerinin ana 
            başlıkları; Burdur, adının kökeni, araştırmalar, tarihçe kalıntılar, 
            Burdur Müzesi, Burdur’daki Müze Evler, Camiler, Türbeler, hamamlar, 
            çeşmeler, kütüphaneler, kiliseler, Burdur’daki arkeolojik kazılar, 
            Yakın dönemdeki yüzey araştırmaları,  
            -Burdur’dan yurtdışına kaçırılan 
            önemli eserler, Burdur’da bulunan eserlerin sergilendiği müzeler, 
            Burdur’da neolitik dönem, Burdur’un neolotik dönem özellikleri, 
            Burdur’un höyükleri,  
            -          Frigya, Frigya kentleri, Lykia-Lykia kentleri, 
            Pisidia, Pisidia Kentleri, Burdur’daki Nekropoller, Burdur’daki 
            hanlar, Turizm, doğal güzellikler, mağaralar, içmeler, göller, 
            kanyonlar, orman içi dinlenme yerleri, yaylalar, anıt ağaçlar, 
            önemli bitki alanları, Burdur Faunası, rehber, geleneksel şenlikler, 
            geleneksel sanatlar, Burdur mutfağı, vd.  
            Yusuf Erkan, Burdur’un turizm 
            açısından önemli bir fotoğrafını çekmiş, bu fotoğrafın kareleri 
            içinde neler var onların değerlendirilişini başarılı bir şekilde 
            ortaya koymuş, sayfalara aktarmış. Yine kitap içindeki fotoğrafları, 
            kendi fotoğrafları, Valilik arşivi ve ötekiler şeklinde sayfalara 
            aktarılmış.  
            Bunları anlatırken, naklederken, 
            ifade olarak sayfaya aktarırken, Burdurlu olduğum için,Yusuf 
            Erkan’ın bu çalışmasından dolayı gururlandığını da bir pay çıkarma 
            ifadesi olarak kaydedeyim efendim.  
            Yusuf Erkan: 1970 yılında Burdur 
            iline bağlı Gölhisar ilçesinin Evciler köyünde doğdu. 1998 yılında 
            Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi “Konaklama 
            İşletmeciliği” bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da “Otelcilik 
            ve Turizm Meslek Grubu’ öğretmeni olarak görev yapıyor. Yusuf Erkan, 
            Burdur’u Burdur folklorunu enine-boyuna incelemeye devam ediyor.
            
            
             
            Hazırlamakta olduğum “Burdur Destanı”ndan: Yusuf Erkan: 
            İstanbul’da yaşayan/Turizm eğitimi alan/Zamanın ötesinden/Burdur’u 
            araştıran/Yayınlarla kitaplaştıran/Yusuf Erkan benim.. Bensiz 
            olmaz..
             
            HAFTANIN DÖRTLÜĞÜ (Fatma Uçarlar’dan)
             
            Folklorü bir başka güzel;  
            Sipsinin sesi, yüreği ezer,  
            Zeybek oyunu dünyaya değer,  
            Baki Bey Konağı var Burdur’un..
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          30  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               GÜLAYE RAZYEVA’DAN: 
              ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
            
            Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den 
            gelen şair, şaire ve yazarlarımızın sesleri, kitapları, yayınları… 
            Bunlardan bir yenisi, Gülaye Rızayeva-Şınıklı’ya ait. “Atatürkü 
            Görürem” adlı 99 sayfalık şiir kitabı efendim.  
            Kitabın redaktörü: Sirus Azadi, 
            Operatörü: Ayşegül Abdülkerimova, Dizgi: Arda Grafik Planet, Cavidan 
            Elbars imzalarıyla karşımıza çıkıyor.  
            Gülaye hanım bu kitabında değişik 
            şiirleriyle Türkiye, Atatürk sevgisini dile getiriyor. Atatürk 
            şahsiyetinin büyüklüğünden ve ölmezliğinden sözediyor, yola çıkıyor 
            Türkiye/Azerbaycan kardeşliğinden, Mevlana yüceliğinden,  hareket 
            ederek kalbinde, ruhunda duyduğu sevgilerini mısralara döküyor.
             
            “Bitip tükenmeyen sevgilerin sahibi” 
            olarak bilinen Gülaye Rizayeva-Şınıklı’yla Ankara’da, Altındağda 
            Şiir Akşamları programı çerçevesinde tanışma fırsatı buldum.  
            Atatürk ve Türkiye sevgisiyle dolu 
            olduğunu, yayınladığı “Atatürkü Görürem” adlı kitabıyla daha açık ve 
            net anlama, görme gerçeğiyle karşılaşmam beni sevindirdi, mutlu 
            etti.  
            “Atatürkü Görürem” adlı kitabın 
            sunuş ve önsöz mahiyetinde yazılanlar, “Redaktordan”, “Türk Türkü 
            goşdu” ve “Hazine köprüsü” başlıklarıyla verilmiş. Bunlardan:  
            - “Salam Azerbaycan şiirinin hususi 
            bir yeri var. O öteki şiirlerinde olduğu gibi, Deyir ki Salam 
            Azerbaycan şiiriyle, hiç kimsenin demediği, diyemediği yalnız 
            şahsına ait tarzda vatan sevgisini mukaddesleştiriyor” (Sirus Azadi),
            
            
            - “Düzüm düzüm sıralanan bu 
            satırlar, Garabağ ağrılı, Tebriz hazretli, Kerkük, Çanakkale 
            yanlığıdır. Sarıkamış çölündeki şehid ruhunun masım bakışıdır. Bir 
            ana laylasının ışığında sizinle söz dünyasında görüşdük” Telman 
            Dejelli)
            - “Gülaye hanım düşünür ki, Mustafa 
            Kemal Atatürk dünyanın bir çok ülkelerine, milletlerine örnek 
            olarak, yalnız öz milletinin değil, bütün insanlığın azaldığını 
            arzulayan büyük bir lider idi” (İmami Şövket Ebülfezi gızı).  
            Azerbaycan yazıçılar ve jurnalistler 
            birliklerinin üyesi, şaire Gülaye Şınıklı, “Taleyimin laylaları” 
            adlı şiir albümleriyle de dikkat çekiyor. Bu albümlerde yeralan 
            şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından 
            seslendirilmeye devam ediliyor efendim.
            Kitabın adı olan “Atatürkü Görürem” 
            adlı şiir 37, 38, 39, 40 ve 41 nci sayfalarda yeralıyor. Bu şiirden:
            
            
             
            Aşkımızın aynasında,
             
            Atatürkü görürem.
             
            Azadlığ dünyasında,
             
            Atatürkü görürem.
             
             
            Gülayeyem, sözümle,
             
            Hep özünü-özümle,
             
            Hakkı gören gözümle,
             
            Atatürkü görürem..
             
            Gülaye hanım Atatürkü böyle 
            görüyor.. Ya bizim Türkiye’de bazı zeka özürleri nasıl görüyor?  
            Anlayan var mı? Tebrikler Gülaye hanım, tebrikler.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          31  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI 
              ARAŞTIRMALARI
            
            İnsanlar, kararlı, sabırlı ve bu iki 
            nokta arasına, sürekliliği çalışma sürekliliğini yerleştirdi mi, 
            yerleştirebildi mi, başarıya mutlaka ulaşıyor-ulaşıyorlar, zirveye 
            bağdaş kurup oturabiliyorlar. Tıpkı, Yrd. Dç. Dr. Bayram Durbilmez 
            hocada olduğu gibi.  
            AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
            Yrd. Doç. Dr. Bayram Durbilmez, 
            “Aşık Edebiyatı Araştırmaları-Taşpınarlı Halk Şairleri” adlı 
            kitabının 3. ncü baskısını yayınladı. Merkezi Ankara’da olan Ürün 
            Yayınları arasında günyüzü gören 302 sayfalık kitap.  
            Bayram hocanın halk edebiyatımız 
            alanında ciddi çalışmalarıyla, araştırma ve yayınlarıyla geniş bir 
            kaynak bütünü içinde yeraldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 
            Elimizdeki tek bir kitap bile, görüşlerimizin doğruluğunu 
            gösteriyor.  
            Bayram hoca, hazırlanan tezlerdeki, 
            yüksek lisans tezlerindeki, ortaya konulan projelerdeki imzalarıyla 
            dikkat çekerken, bu konudaki makaleleriyle de göz dolduruyor. 
            Bildirileri var uzun uzadıya hazırlanmış, detaylandırılmış. 
            Dinlendiklerimiz var, okuduklarımız var, izlediklerimiz var.  
            Kitabın içindekiler bölümüne şöyle 
            bir göz atıyoruz:  
            - Aşık edebiyatı Nazım biçimleri ve 
            türleri,  
            - Aşıklık gelenekleri,
             
            - Taşpınarlı halk şairleri ve 
            şiirlerinden örnekler,  
            Bunlar kimler?. Kimlerden 
            sözediliyor. Bakalım:  
            - Aşık İkramı (1986-1954), Aşık 
            Gariboğlu (1929-) Aşık Halis (1937-) Aşık Erdemli (1936-1968), Aşık 
            Muttalip (1941-1991), Aşık Türkmenoğlu (1944-1998),  
            - Aşık Sadettin (1944-) Aşık Nurani 
            (1951-2001), Aşık Çemeloğlu (1955-) Aşık Gülbahçe (1958-), Ozantürk 
            (1969-)
            Önsözün girişinde; “Geleneği olanın 
            geleceği de olur. Aşık edebiyatı da bir gelenek edebiyatıdır” 
            deniyor. Önsöz Bayram Durbilmez hocanın efendim. Giriş bölümünde, 
            ilk cümleler şöyle:  
            -“Aşık edebiyatının kökenlerini en 
            eski halk şairleri olan Kam_Şamanlara kadar götürmek mümkündür. Kam, 
            şaman, baskı, oyun, akın,ozan gibi adlar verilen gelenekli halk 
            temsilcileri, halk şairliği yanında, yüzyıllar boyunca toplumun 
            değişen sosyal ihtiyaçlarına göre farklı işlevler de 
            yüklenmişlerdir. Azerbaycan, Anadolu ve Rumeli sahasında ozanlıktan 
            aşıklığa geçişte de toplumun değişen ihtiyaçları etkili olmuştur”.
            
            
            Esas adı: Sami Sırakaya olan ve 10 
            Mayıs 1951 tarihinde Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Taşpınar 
            köyünde doğan Aşık Nurani’nin (1951-2001) “Yozgat’ım” adlı uzunca 
            bir şiiri var 217 nci sayfada.Buradan iki dörtlük nakledelim:  
             
            -Bozok yaylasında mübarek belde,
            
            
            Bellidir tarihte izi Yozgat’ın,
            
            
            Hiç soranı yok ki, nedir, ne  
            halde,  
            Onun için buruk özü Yozgat’ın.
             
             
            Nurani der, her kul seni görmeli,
            
            
            Senle olup, senle kavil kılmalı,
            
            
            Sazlar çalar, diller söyler 
            Sürmeli,  
            Çalar yanık yanık sazı Yozgat’ın.
            
            
             
            Aşık edebiyatının kökenleri, 
            oluşumu ve gelişimi, Yozgat ve yöresindeki aşıklık geleneklerini 
            anlatan, dile getiren bu yayınından dolayı Bayram Durbilmez hocamızı 
            kutluyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           32  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               ESKİMEYEN ŞİİRLER
            
            Zamanın eskitemedikleri vardır. 
            Bunlar değişik alanlarda, farklı biçimlerde karşımıza çıkarlar. Söz 
            etmek istediğim eskimeyenler, Fatma Uçarlar’ın, Tanrı sevgisi, ölüm, 
            dualara yönelik duyguların şekillendirdiği şiirlerinden birkaçı 
            efendim.  
            Bu şiirlerin başlıkları; Hak yolu, 
            Ölmem mi lazım? , O’na koşmak isterim, o yer, Kerim Aydın Erdem’e, 
            Sessizce. Bu şiirlerin mısraları arasına dönmek istiyorum. Buyurun 
            birlikte gözden geçirelim
             
            HAK YOLU
            Her şey seninle yıkandı yağmur,
            
            
            Şu katı yüreğim, nasıl olur hamur?,
            
            
            Eğer ben hak yolunu bulmazsam,
             
            Toz yap bedenimi, oradan oraya 
            savur.  
             
            İkinci şiir “Ölmem mi lazım?” 
            başlığıyla karşımıza çıkıyor. Burada, “Her geçen gün/Dedirtiyor 
            aman/O konuşma anı/Bilsem ne zaman?” mısralarıyla söze başlanıyor. 
            “Yaşamak zor ama/Dayanmam lazım/Ölümsüzlüğe ulaşmak için/Ölmem mi 
            lazım?” diye soruluyor. (Burdur, 07.11.2003)
             
            ONA KOŞMAK İSTERİM
            Fatma Uçarlar’ın üçüncü şiiri bu. “Bir umut düştüm bilinmez 
            yollara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum/Bıktım, hesap vermekten 
            kullara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum”la biten beş dörtlükten 
            oluşan “O’na koşmak isterim”in ilk dörtlüğü. Bu şiirden bir dörtlük 
            daha:  
             
            -Dağlarda Ferhat’ın sesini duydum,
             
            Çöllerde Mecnun’un izini gördüm,
             
            Veysel Karani’nin izini yüzümü sürdüm
            Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum.. (Burdur, 14.11.2003)
             
            Ve arkasından Fatma Uçarlar’ın “O yer” adlı, başlıklı şiiri. 
            Burdur’da 23.11.2003 tarihinde kaleme alınmış, şekillenmiş, sonra 
            yayınlanmış. “Gel deyip, çağırıp bekleyenim yok ama/Bilirim/Bir yer 
            var, bekler beni/Çare yok/Geldi mi o emir/İstesem de istemesemde/uyacağım/ilk 
            kez değer bulacak bu bedenim/ Götürüleceğim eller üstünde/Belki de 
            annemin kucağı kadar sıcak/O yer Bekler beni son nefeste.”
             
            KERİM AYDIN ERDEM’e
                        Rahmetli Kerim Aydın Erdem dostumuz için Fatma 
            Uçarlar, Denizli’de başladığı altı dörtlükten meydana gelen şiirini 
            21.09.2004 tarihinde Burdur’da bitirmiş, tamamlamış. Bir 
            dörtlüğünde  şöyle diyor Fatma Uçarlar:  
            Kaptan’ımız kılavuz, yaptık vazifemizi, Allah’tan Kerim’ini, 
            diledik dostumuza, İsa, Musa, Fatıma, açtık ellerimizi,  
            Ayrılık burukluğu, çöktü tüm omzumuza.
             
            Ve sessizce, şiiri Fatma Uçarlar’ın. 12.11.2004 tarihinde 
            yazılmış, kaleme alınmış ve yayınlanmış. Burada; “Dilimdedir 
            yalnızca tek bir hece/Dualarla seslenirim her gece/Günahlardan sonra 
            boynum eğince/Af dilerim, af dilerim sessizce” mısralarıyla söze 
            başlanıyor.  
            Bu şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Bir başka dörtlüğü 
            anılan şiirin:
             
            -“Gel kulum” de, yalın ayak geleyim,
             
            Huzurunda, yüzüm yere süreyim,
             
            Son nefeste göz kaparken güleyim,
             
            Rahman’ına sığınırım sessizce…
             
            Ve duaların kabul olduğu anlarla ilgili Fatma Uçarlar duyguları, 
            anlatımı: “Huzurunda kabul olur dualar/Gönüldeki geçenleri o 
            anlar/Hak yolunda dinmez akar hep yaşlar/Bülbüllerle seherdeyim 
            sessizce”.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          33  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               YAŞLILIK, 
              TANRININ İNSANLARA 
              ÖDÜLÜ
            
            Yaşlılıkla ilgili 
            değerlendirmeler farklılıkla karşımıza çıkıyor. Kimisi, “yaşlılık, 
            sağlıklı olduğu takdirde, olgunluğun, tecrübelerin bütünlüğünü 
            oluşturur, ortaya koyar” derken, kimisi, “yaşlılık zordur. Ne 
            yapılırsa, gençlikte yapılmalıdır” diye kestirip atıyor. 
            
            Denemeleri ve 
            şiirleriyle dikkat çeken bir kamu görevlisi, hem de başarılı bir 
            kamu görevlisi Aytekin Aydın’dan bir “mektup” aldım.. Yaşlılıkla 
            ilgili görüşleri dikkat çekiciydi, farklılık netliği ve görüntüsü 
            getiriyordu. İlginç bulduğum Aytekin Aydın’ın yaşlılık yaklaşımını 
            aşağıya alıyorum efendim: 
            YAŞLILIK
            Yaşlılık, bana 
            göre, Tanrının insana verdiği bir ödüldür. Nasıl mı?: 
            Dünyaya gelen 
            insan hastalıklardan, kazalardan ve yaşamın her türlü zorluklarından 
            bedenini ve ruhunu koruyarak.  60–70 yaşına geliyor. Yüzünde derin 
            çizgiler, kırışıklıklar oluşuyor, saçlar beyazlaşıyor. Acaba neden?. 
            Bunların bir anlamı yok mu?.  
            Bir insan 
            istesede 15 yaşında saçları beyazlayıp, yüzünde derin çizgiler 
            oluşamaz. Farzedelim böyle bir şey oldu. Toplumdaki herkes onunla 
            dalga geçer. Ona kimse saygı duymaz. Çünkü, o yüzündeki derin 
            çizgileri ve beyaz saçları hak etmemiştir. Onlara sahip olması için 
            en az bir 50 yıl beklemesi gerekecektir. 
            O derin çizgiler, beyaz saçlar, Tanrının o 
            kişiye teşekkürüdür. 
            Yaşlı ve ünlü bir 
            tiyatro sanatçısına bir doktor arkadaşı, estetik ameliyat öneriyor. 
            Ve sanatçı inanılmaz bir tepki göstererek doktora şöyle diyor:
            
            -“Siz ne 
            diyorsunuz doktor bey. Ben o derin çizgilere, o beyaz saçlara sahip 
            olmak için tam 70 yıl bekledim. Şimdi siz benden, hayatımın 70 
            yılını alıp yok etmek istiyorsunuz. Buna hakkınız yok, kesinlikle 
            ameliyat olmuyorum”. İşte böyle..
            Bana göre, Tanrı yaşlı bir insana şöyle 
            diyordur: 
            -“Benim sana 
            verdiğim emanetimi, bedenini ve ruhunu tam 70 yıldır, hayatın tüm 
            zorluklarına, kazalara, hastalıklara, acılara rağmen korudun, bu 
            yaşa geldin. Bende senin yüzünde her birinde binlerce anlamı olan 
            derin çizgiler oluşturdum. Saçlarını beyaz aklarla doldurdum. 
            Bunları gören insanlar, sana hayranlık ve saygı duyacaklardır. Çünkü 
            o insanların bir çoğu, senin bazen hüzünlenerek baktığın o kırışmış 
            yüze, o beyaz saçlara sahip olmadan bu dünyadan ayrılacaklar. Çünkü 
            sen özelsin. Sen gençliğin ne olduğunu biliyorsun ama onlar 
            yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorlar”.. Tüm yaşlılara sesleniyorum: 
            Siz dünyamızın renkli bahar çiçekleri gibi güzel, onlar kadar 
            hassassınız. Tecrübelerinizle, erdemliklerinizle, çorak dünyamızın 
            çiçekleri, tatlı bilgeler, kahramanlar iyi ki varsınız. 
            Hepinize çok uzun 
            ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sizden bir ricam var: Biraz bekleyip, 
            beni de aranıza alır mısınız? Sevgilerimle, (Aytekin Aydın, Ocak 
            2009-Ankara).
             
            İSA KAYACAN (2)
            Soğukta kalmış 
            gibi, 
            Titriyor yazın 
            senin. 
            Yüz kitabın 
            sahibi, 
            Alında yazın 
            senin. 
            Sevindirir 
            garibi, 
            Kışında yazın 
            senin
            Mustafa CEYLAN 
            (Ankara, 19,5,1999)
            GÜNÜN SÖZÜ:
            Denetim, eğitimin önemli bir ayağıdır. 
            (Recep Yiğit)
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          34  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE 
              SAYGIYLA UĞURLADI
            
            Azerbaycan’da söylenen çok güzel 
            kelimelerden, cümlelerden biri: Vefat etti yerine, dünyasını 
            değiştirdi.
            Türk Dünyasının ünlü ve milli şairi 
            Bahtiyar Vahapzade adını duymayan, şiirlerini okumayan, O’nun 
            şiirlerindeki lezzeti almayan yoktur. Veya böyle biliyor, böyle 
            olmasını istiyorum, bekliyorum.
             
            BAHTİYAR VAHAPZADE
            1925 yılında, Azerbaycan’ın Şeki (Nuha) 
            kentinde doğdu. 1934 yılında Bakü’ye göçeden Bahtiyar Vahapzade, 
            Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji bölümünden 1947 yılında  
            mezun oldu. Aynı bölümde asistan olarak  çalışmaya başladı.
            1964 yılında ünlü Azeri şair Samed 
            Vurgun hakkında yazdığı tezle doktorasını verdi. Mezun olduğu 
            üniversitede Muasır Azeri edebiyatı profesörü olarak görev yaptı. 
            Azerbaycan Parlemantosunda milletvekili olarak hizmet veren, 
            Azerbaycan Halk Cephesinin önde gelen isimleri arasında yeralan 
            Bahtiyar Vahapzade, Türkiye’de daha çok Varlık dergisinde yayımlanan 
            ve Fuzuli hakkındaki eleştirilere cevap niteliği taşıyan “Yel 
            Kaya’dan Ne Aparır?” başlıklı yazısıyla tanındı.
            Türk Edebiyatı dergisinde uzun 
            yıllar yazı ve şiirleri  yayınlanan, 1975 yılında Azerbaycan Devlet 
            mükafatına layık görülen ve kendisine “Emekdar İnce-sen’et Hadimi” 
            unvanı verilen Bahtiyar Vahapzade, şiirin yanında uzun manzumeler 
            veya manzum hikayeler (poema) ve tiyatro eserleri yazdı, çeşitli 
            tercümeler yaptı. Uzun manzumeleri arasında Cezayir Milli Kurtuluş 
            Hareketi’ne hasredilmiş “Yollar Oğullar” ve kompizatör Üzeyir 
            Hacıbeyli’ye ithaf ettiği “Mugam” bunlardan iki tanesi olarak 
            bilinir.
            Şiirlerinin pek çoğu bestelendi. 
            Ayrıca “İkinci Ses, Yağıştan sonra, Artığ adam, Vicdan” gibi 
            isimleriyle bilinen tiyatro eserleri de çalışmaları ve yayınları 
            arasında yeraldı.
            Lord Byron’ın “Abidon Felinisi”ni Azeri Türkçesine çeviren 
            Batiyar Vahapzade’nin şiirleri Sovyetler Birliğindeki bir çok dile 
            ve bu arada bir çok Türk lehçesine, ayrıca, Almanca’ya, Fransızca’ya, 
            Farsça’ya çevrilerek kitap halinde yayınlandı. 2002 yılında “Benim 
            Garibim” adlı şiir kitabıyla Romanya Kültür Bakanlığı tarafından 
            Komodor Madalyası ödülene layık görüldü.
            Yayınladığı 22 şiir kitabından 
            bazıları; Menim Dostlarım (1949), Sade Adamlar (1956), Şairin 
            Kitaphanası ( 1961), Bindörtyüzonaltı (1970), Benim Garibim (2002) 
            şeklinde sıralanırken, “Feryat” (manzum-1991, günümüz Türkçesine 
            Yavuz Bülent Bakiler tarafından çevrildi), Nereye gidiyor bu dünya? 
            (1991), İkinci Ses (1991), Özümüzü kesen kılıç-Göktürkler (1998: oyn. 
            DT. Şinasi Sahnesi 2000-2001) oyunlarıyla da dikkat çekti.
            Hakkında, Türkiye’de Mehmet Nuri Yardım “Edebiyatımızın 
            güleryüzü” adlı yayınını 2002 yılında gerçekleştirdi.
            Uzun süredir rahatsız olan, her 
            fırsatta “Türk halkını ve Türkiye’yi çok seviyorum” diyen Samet 
            Vurgun’dan sonra Azerbaycan’ın ikinci büyük şairi kabul edilen, 
            yaşamı boyunca Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele veren 
            Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti.
            14 Şubat 2009 tarihinde, yıllarca 
            ders verdiği Bakü Devlet Üniversitesinin salonunda, Cumhurbaşkanı 
            İlham Aliyev başta olmak üzere, bakanlar ve üst düzey yöneticiler, 
            Türkiye’nin Bakü Büyükelçi’si Hulusi Kılıç’ın da aralarında olduğu, 
            çeşitli ülklerin büyükelçileri, milletvekilleri, siyasetçiler ve 
            kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı törenin arkasından kılınan 
            cenaze namazından sonar Bakü’de toprağa verildi.
             
            GÜNÜN DÖRLÜĞÜ; Demek ki, sevirem men vetenimi / Çoh azdır 
            “veteni sevirem” demek / Vetenin yolunda babalar kimi / Canını, 
            ganını veresen gerek.. (B. Vahapzâde) .
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          35  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ
 
            
            - İnsanların, yakınları, arkadaşları 
            ve dostları için görüşlerini ortaya koymaları, ifade edip, yazmaları 
            hatta yayınlamaları, kamuoyuyla paylaşmaları ne güzeldir.  
 
            - Bu duygu ve düşünceler, ilköğretim öğrencileri arasında, 
            sınıfları içinde, sınıf arkadaşları için olursa daha bir anlam 
            kazanıyor, daha bir özellik ve güzellik taşıyor.  
 
            -  
 
            - NAZLI’NIN SINIF ARKADAŞLARI
 
            - Nazlı önceki yazılarımda da 
            belirttiğim gibi torunum. Ankara Özel Arı Okullarının, İlköğretim 
            Okulunun 4-A sınıfında okuyor. Buz pateni sevgisi var. Bu konuda 
            epey mesafe aldı. Hatta önümüzdeki yıllarda, önce Türkiye, sonra 
            Dünya şampiyonluğu düşünceleri, hayalleri bile var.  
 
            - Nazlı kayıtlarda torunum görünüyor. 
            Ama o benim öncelikle arkadaşım. O’nunla her şeyi konuşuyor, 
            tartışıyoruz… Kol kola girip, kaldırımlarda yürüyor, yürüyoruz. 
            Nazlı’nın, Özel Arı İlköğretim Okulu 4-A sınıfındaki arkadaşları, 
            Nazlı için düşüncelerini yazmışlar… Minik kağıtlara, minik ellerle, 
            sevimli yazılarıyla. Nazlı için arkadaşlarının, 4-A sınıfı 
            öğrencilerinin (bazılarının) görüşleri şöyle efendim:  
 
            - 1-  Sevgili Nazlı; Seni çok 
            seviyorum. Biliniyor ki, 1. sınıftan beri arkadaşız. Seni çok ama 
            çok seviyorum. Ayrıca çok mutluyum. Seni seven kişi (Aleyna Elisıkı,05.01.2009)
 
            - 2- Nazlı, seni çok seviyorum. Sen 
            bence dünyanın en güzel buz kızısın (Kraliçe olabilirsin). Bazen 
            şımarabiliyorsun. Ama yinede biz bir arkadaş sayılırız (Elif Tüzün, 
            05.01.2009)
 
            - 3- Bence Nazlı çok iyi bir kız.. Çok 
            tatlı, canayakın, Paylaşımcı ve biraz da afacan. Arkadaşlarını 
            seven, yardım eden, ne bileyim daha çok buna benzer şeyler. Onu çok 
            seviyorum. Sevgiler (Duygu Naz)
 
            - 4- Bence, sen Nazlı esprili bir 
            kızsın. Şakacısın, komiksin, iyimisin. Ama bazenleri kızabiliyorsun. 
            Ama içindeki iyilik bir çıkıyor, bir giriyor. Komiksin, hatta 
            gülünce çok komik görünüyorsun. Duyguların ve hayallerin çok. Bu 
            hayallerini gerçekleştirebilecek misin bilmiyorum? (Ece Toptaş)
 
            - 5- Naime ablan burnunu ısırsın. 
            Arkadaşım olursun. Nazlı zamanı iyi kullan. Lale gibi sınava 
            hazırlan. İyi şanslar olsun  Nazlı mutlu olursun inşallah. Seni çok 
            seviyorum (Tomris Şilan Kurt, 05.01.2009)
 
            - 6- Merhaba Nazlı. Nasılsın. Sen iyi 
            birisin. Tabi kötü yanlarında var. Ama bunu sana söylersem 
            kırılırsın. Saygılarımla. (İpek Tekiner)
 
            - 7- Nazlı iyi bir arkadaş. Bazen kızıyorum. Ama çok seviyorum. 
            Şeker düşünceli, ama yaramaz bir kız. (Selenay Çiftci).  
 
            -  
 
            - ŞİMDİ BAKALIM
 
            - İlköğretimin 4 ncü sınıfında okuyan 
            miniklerin, bir arkadaşı için görüşleri. Bunların içinde varolan, 
            temellerinde bulunan sevgi. Nazlı için, arkadaşları için görüşlerini 
            ortaya koyarlarken, sayfaya minik ellerindeki kalemlerle 
            yazarlarken, aktarırlarken nezaket dolu dünyalarından aldıklarını 
            toparlayıp aktarıyorlar. Kızgınlıkları yok denecek kadar az. Hatta, 
            yer yer yok. Tertemiz dünyalarının, tertemiz duygularını 
            anlatıyorlar, aktarıyorlar… Onların hepsini, bu satırların yazarı 
            olarak ben de çok seviyor, sevgiyle kucaklıyorum efendim.  
 
            -  
 
            - GÜNÜN HABERİ: Isparta’lı, Şair-Yazar Melâhat Ecevit’le Fatma 
            Uçarlar, 21 Şubat 2009 cumartesi günü, Isparta Süleyman  Demirel 
            Üniversitesi, Türkçe Topluluğu öğrencileriyle bir sohbet 
            gerçekleştirdiler. Ecevit ve Uçarlar bu sohbetde, Türk dilinin 
            Türkiye ve dünya üzerindeki hareketliliğinden, Atatürk ve Ziya 
            Gökalp’ın dilimize verdikleri önemden, dil konusundaki 
            yanlışlıklarımızdan, kentlerimizdeki tabelalarda yeralan yabancı 
            hayranlığının fazlalığından söz ettiler.  
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          36  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE
 
            
            - Ülkemizde öyle değerlerimiz var ki, 
            bilmiyoruz, hatırlamıyoruz.
 
            - Merkezi Ankara’da bulunan ve kısa 
            adı YOYAV olan (darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana 
            arkadaş olmayı ilke edinen iyiliksever insanların yeraldığı bir 
            yardım kuruluşu) Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nda, 21.02.2009 
            tarihinde;
 
            - - “Kilisli Muallim Rif’at Bilge” 
            konulu bir panel vardı. Panel, Milli Eğitim Eski Bakanlarımızdan 
            Hasan Celal Güzel tarafından yönetildi. Panele konuşmacı olarak; Dr. 
            Uygur Tazebay, Prof. Dr. Adil Kılıç ve M.Yahya Efe katıldı.
 
            - Ertesi günü, yani 22.02.2009 
            tarihinde Kilis Yardımlaşma Derneği merkezinde, yine Kilisli Muallim 
            Rif’at Bilge konulu ikinci bir anma, bilgilendirme toplantısı 
            gerçekleştirildi.
 
            - İkinci günü yapılan toplantıya, konuşmacı olarak Dr. Uygur 
            Tazebay, Mehmet Temel, Veli Kaya, Dr. İbrahim Ateş, H.Güner Özmen, 
            İsa Kayacan ve M.Yahya Efe katıldı.
 
            - Her iki günde ortaya konulan, Kilisli Muallim Rif’at Bilge’yle 
            ilgili araştırma ve değerlendirmeler gösteriyor ki;
 
            - Kilisli Muallim Rif’at Bilge; 1874 
            yılında Kilis’in Cadid mahallesinde doğdu. 22 Şubat 1953 tarihinde 
            Ankara, Maltepedeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti ve 
            Ankara Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.
 
            - Kilisli Muallim Rif’at Bilge 
            kimilerine göre 100 bin, kimilerine göre 3 bin kitap okudu.
 
            - Adının başına Kilis kelimesini 
            ekleyerek, mesleği muallimliği de ilave ederek, Türkoloji dünyasının 
            ünlü isimlerinin başında, ilk sıralarında yeralan Kilisli Muallim 
            Rif’at Bilge, 1892 yılında Kilis Müftüsü Abdurrahman Efendi’den 
            icazet-name aldı. 18 yaşında İstanbul’a geldi ve 1898 yılında 
            İstanbul Darü’l Muallimin yüksek kısmından birincilikle Şahadetname 
            alarak öğretmenlik mesleğine atıldı.
 
            - Muallim Rif’at Bey, önceleri Rüşdiye 
            ve İ’dâdiler’de, sonraları liselerde Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih 
            ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Medresetü’i Kuzat’da Ceza Kanunu, 
            İmam Hatip Mektebinde ise Felsefe dersleri verdi.
 
            - Ayrıca, İstanbul Üniversitesi İlahiyat ve Edebiyat Fakültesinde 
            Arap Dil ve Edebiyat derslerini okuttu. Bu arada İstanbul Hukuk 
            Mektebinden birincilikle mezun oldu.  
 
            - Kilisli Muallim Rif’at’ın başlıca eserleri sıralamasında 17 
            rakamı var. Bunlardan:
 
            - 1- Kitab-ı Dede Korkut (Alâ Lisan-ı 
            Ta’ife-i Oğuzan, Dresden yazmasından 1914),
 
            - 2- Divanu Lugati’t Türk (3 cilt. 1 
            ve 2 cilt 1915, 3. cilt 1917, İstanbul, Matbaa-i Amire)
 
            - 10- Evliya Çelebi Seyahatnamesinin 
            7. ve 8. ciltlerinin Türkçeye çevrilmesi (1928)  
 
            - Bu arada ifade etmeliyim ki, Kilisli Muallim Rif’at Bilge, 
            alanında yetişmiş Türkologların başında gelmektedir.
 
            - Bugün, Muallim Rif’at ilgili eğitim 
            çevrelerinde bile, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı camialarında bile 
            ilk anda bilinemiyor, hatırlanamıyorsa bu ayıbın oralarda görev 
            yapanlara ait olduğunu kaydetmeliyiz.
 
            -  
 
            -             KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE’DEN
 
            -  
 
            - Okumaya kanmadım,
 
            - Geçen ömre yanmadım,
 
            - Kırk yıldır muallimim,
 
            - Çok şükür usanmadım.
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          37  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
            
            Şairler, yazarlar ortaya 
            koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...  
            Yekta Göngör Özden, hukukçu, şair, 
            gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat çekiyor... Hangi alanda, hangi 
            konuda değerlendirme, yorum yaparsa yapsın, mutlaka gerçeklerin 
            mutlaka doğruların varlığıyla karşılanır, karşılaşırız
            Yekta Güngör bir yorum adamıdır, 
            isim ve imzasıdır..  
            Ele aldığı, işlediği, hazırlayıp, 
            şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve sütunlara aktardıklarının 
            tümünde ifade etmek istediğimiz gerçeklerle karşılaşırsınız...
             
             
            DÜNDEN KALAN
            Yekta Güngör Özden’in Ocak 2009’da 
            günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni şiirlerinin yer aldığı bir 
            kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla İstanbul’da basılmış, günyüzü 
            görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık” dan;  
            -Doğal kavşağındayız yaşamın,
             
            Doğumdan ölüme...
             
            Yürüyoruz ağır-aksak,
             
            Ve bölüne… bölüne..
            Burada dört mısra, bir anlatım 
            bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz, yaşamın içindeki 
            varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne bölüne..Bundan 
            daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?. Tebriklerimi 
            sunuyorum efendim.  
            Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da , şiirin anlatılmak 
            istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle ilgili ipuçları 
            veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk, Çözümsüzlük, Eskidi, 
            derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne yapsak? Değişmez, Yitirdik, 
            Biran gibi.  
            Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı şiirden aktarma yapalım, 
            örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:  
            - Hiç çizilmemiş bir sayfa,
             
            Donduran yokluklarda,
             
            Ağırlığında acıların,
             
            Bekleyişlerin,
             
            Kendi karanlığında.
             
            Yekta Güngör Özden’in adressiz 
            mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu. Bu konuda yazılmış bir 
            mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:  
            - Yalnız sınıfın değil, okulun en 
            güzel,  
            Güldükçe yanağında çiçekler 
            açıyordu,  
            Çevrende belirgindi görkemli sevgi 
            seli,  
            Eteğin rüzgârlarda kıvılcım 
            saçıyordu.  
             
            Ne mektuplaşabildik, ne konuştuk tek 
            sözcük,  
            Sınıf fotoğraflarında köşelerde 
            kalmışız,  
            Ne de sen ayrılırken vedalaştık, 
            öpüştük,  
            Şimdi nerelersin, alımlı-çalımlı 
            kız?
             
            Son mısradaki sorunun cevabı 
            biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla duydum/Ağladım günler boyu, 
            kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu mutluluk diliyorum/Umarım 
            bir yerlerde bir gün karşılaşırız” şeklindeki temenniyle 
            noktalanıyor efendim.  
            Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı 
            yineliyorum..
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          38  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
             - MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ
 
            
            -             Mansur Ekmekçi Adana ilimiz merkezinden seslenen, 
            şair, yazar ve araştırmacılarımızdan..  
 
            -             Bize ulaşan yeni şiirleri var, duygu ve anlam 
            yüklülükleriyle karşımıza çıkan Mansur Ekmekçi, azim ve kararlılığı, 
            mütevazılığı, şiirimiz üzerindeki, şiir yolumuzdaki yürüyüşüyle, 
            dikkat çeken, göz dolduran isim ve imzalardan biridir. O samimi ve 
            gerçekci duyguların sahibidir.  
 
            -             Yazdıklarındaki başarı, gelecektekilerin bir ölçüde 
            haber vericisi, garantisi olarak bize döner.  
 
            -             Benimle ilgili pek çok şiiri var Mansur Ekmekçi’nin. 
            Hatta ilk şiiri, biraz mesafeli ve eleştiri yüklüydü. Bu şiir 
            30.06.2006 tarihinin taşıyıcısıdır. Bir toplantıda benden beklediği 
            ilgiyi görememiş, konuşma sınırlılığımızı dayanamayarak “Şair İsa 
            Kayacan’a” başlıklı uzunca şiirinde eleştirmiş, eleştirmişti. Sonra 
            barıştık. Bu barışma kendiliğinden gelişti.  
 
            -             Mansur Ekmekçi’nin şiirlerinin başlıkları bile, 
            mısraların içinde nelerin bulunduğunu anlatır:  
 
            - -Ne olur geri dön bu acı yeter,
             
 
            - Boşalan kalbime dolsan olmaz mı?
 
            - Sensizlik acısı ölümden beter,
             
 
            - Gönlünde kayboldum, bulsan olmaz mı?
 
            -             Görüyorsunuz, sevdiği insanın gönlünde kayboluyor, 
            nerede olduğunun farkında olacak, olması gereken kişiyi göreve davet 
            ediyor, sorular soruyor.  
 
            - Mansur Ekmekçi, toplumsal olayların tahlilinde bir uzmandır. 
            Görülmeyenlerin tespitini iyi yapar: “Hele bir düş de gör, tanı 
            dostunu/Başına geleni hal diyeceksin” mısraları söylemek 
            istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. “Güvenme dünyanın 
            süsüne dostum” hatırlatması da söylemek, işaret etmek istediklerimiz 
            arasındadır.  
 
            -  
 
            - -Yaratıldı Havva Adem’in eşi,
             
 
            - Yaratılan Hakkın kulu kadındır,
             
 
            - Dünyada türedi erkekle dişi,
             
 
            - İnsanlığın doğru yolu kadındır…
 
            -  
 
            -             Bu anlatımı, ifadeleri tesbitlerinin, tahlillerinin 
            sonunda gördükleri, karşıolaştıkları gerçekler olarak ifade 
            edilenlerdir. Mansur Ekmekçi, Azerbaycan’a tutkundur. “Azerbaycan, 
            Azerbaycan-Can Azerbaycan” adlı, başlıklı şiirleri tutkunluğunun 
            belirtileri olan mısralarıyla doludur:  
 
            - -Güzel yurdumun kalesi,
             
 
            - Azerbaycan, Azerbaycan.
             
 
            - Bağında sümbül lalesi,
             
 
            - Azerbaycan, Azerbaycan..
 
            -  
 
            - -Her günüm, her anım seninle geçer,
            
            
 
            - Azerbaycan sana daim ağlarım.
             
 
            - Gönlüm seni sevdi, her yerde seçer,
            
            
 
            - Sensiz geçen günü kara bağlarım..
 
            -             Mansur Ekmekçi’nin şiir dünyası öyle geniş, öyle 
            uzunluk içindedir ki, tamamı üzerinde yorum yapmak, gezinti 
            tamamlamak adeta mümkün değildir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı 
            sunuyorum efendim...  
 
            -             Mansur Ekmekçi’nin şiir tahlilleri ve denemeleri de 
            dikkat çeker boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.  
 
           
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          39  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - ŞAİRLERİMİZDEN
 
            
            - Bendenizle ilgili duygularını 
            şiirleştiren, bana gönderen dostlarımın sayısının artışı, beni 
            sevindiriyor.  Hattâ, zaman zaman sütunlarımdan bu şiirleri sizlerle 
            paylaşıyorum. Ankara’dan Davut Cömert’in “İsa Kayacan’a başlıklı 
            şiiri efendim:  
 
            -  
 
            - İSA KAYACAN’A (Davut Cömert)
 
            -  
 
            - “Gıcık bir adamdır” öyle sanırdım,
             
 
            - Burdur, Tefenni’den, Eceli biri.
             
 
            - Profesör olmuş, böyle tanıdım,
             
 
            - Yazar, çizer, gündüz, geceli biri.
             
 
            -  
 
            - Sonra anladım ki, adamın hası,
             
 
            - Arkasından atan, madamın pası,
             
 
            - Unvanı var diye, çekenler yası,
             
 
            - Şerefsiz, arsızlar elinin kiri.
             
 
            -  
 
            - Yüz elli kitabı, nasıl gelde yaz!..
 
            - Kalemle, tırnakla, dişle, elle kaz,
             
 
            - Şiir güfte, beste, şarkılarda saz,
 
            - Köşe yazısında, örneğin miri..
 
            -  
 
            - Benim, bir kitaplık yazım olmadı,
             
 
            - Serbestte, hecede, azım olmadı,
             
 
            - Şairim, şirde, nazım solmadı,
             
 
            - Tarzıyla yazıda, şairin piri.
             
 
            -  
 
            - Üşenmeden yüzkırk basamak çıkar,
             
 
            - Şiirlerim alır, çantaya tıkar,
             
 
            - Başkası olsa “of-puf” der bıkar,
             
 
            - İnsanda lisan, olmaza çiri.
 
            -  
 
            - Yüzünden bellidir, acılar çekmiş,
             
 
            - Gördüğüm teminat, insanlık ekmiş,
             
 
            - Eşini kaybetmiş, sevgide tekmiş,
             
 
            - Yaşatır öldürmez, kalbinde diri.
             
 
            -  
 
            - Hazret-i Davut’um, Cömertlik böyle,
             
 
            - Gerçekler acıtır, söz ile söyle,
             
 
            - İsa Kayacan’dan, yandıkça öyle,
             
 
            - Közünde açılır, yarası iri.  
 
            -  
 
            - ELİNDE TUTARSIN
 
            -  
 
            - İsa Kayacan, dendiğinde Türkiye’de,
             
 
            - Edirne’den Van’a kadar tanırlar seni.
             
 
            - Yurdumuzu basın yoluyla dolaşırsın,
             
 
            - Yeni Evliya Çelebi sanırlar seni.
             
 
            -  
 
            - O güzel duyguların, düşüncelerinle,
             
 
            - Gazetelerde, dergilerde, hep sen varsın.
             
 
            - Binlerce yazı, yüzü aşan kitabına,
 
            - Kırılmayan rekoru elinde tutarsın.
             
 
            -  
 
            - Özkan GÖNLÜM (Temmuz 2003)
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           40  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN  | 
      
      
        | 
         
        
        İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ
            
            İllerimizin, ilçelerimizin, yerleşim 
            birimlerimizin kültürel zenginlikleriyle ilgili yapılan 
            araştırmalar, ortaya çıkarılanlar, bu bilgi ve belgelerin dışa 
            yansıtılması için gösterilen çabalar.
            Kilis ilimiz (İl) Kültür ve Turizm 
            Müdürü Raif Tokel, kültürel ağırlıklı  bilgi ve haberlerle zaman  
            zaman bizimle birlikte oluyor. Yani değerlendirmelerinin sonuçlarını 
            bize aktarıyor…
            Geçtiğimiz yılın son ayının 
            ortalarında, bir basın açıklaması geldi Kilis Kültür ve Turizm 
            Müdürlüğünden. Burada, Kilis Tekke mevlevihanesinden (Tekye 
            mevlevihanesinden) sözediliyor, bilgi veriliyordu. Birde görüntü cd.si 
            eklenmişti basın açıklamasına. Verilen bilgilerden:
            Tekke Mahallesi, Cumhuriyet 
            Alanı’nda olan bu yapı Adliye Sarayı (eski Hükümet Konağı) ile karşı 
            karşıya olup, ülkemizde (XIX. Yüzyılda ülkemiz topraklarında “90” 
            tane Mevlevihane  vardı) ayakta kalabilen “32” Mevlevihane’den 
            biridir.
            Evliya Çelebi’nin “Asithane-i Hazret-i Mevlana” sözüyle 
            belirttiği “Mevlevihane” şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir 
            tekkedir.
            Günümüze sadece mescit ve semahanesi 
            kalan Mevlevihane’nin, Hurufat Defterleri’ndeki adı “Kilis 
            Mevlevihane Mescididir”
            Düzgün, beyaz sarı/ sarımtırak renkli kesme taşlardan yapıldığı 
            için yöre halkı arasında “Ak Tekke/Ak Tekye” olarak  bilinir.
            Kare planlı olan yapı, “L” biçimli 
            dört ayağın üzerine oturan bir merkezi kubbe ile köşelerdeki köşe 
            kubbelerinden oluşmuştur. Dört yığma ayağa binen merkezi kubbenin 
            ayak tablaları mukarnaslıdır. Onikigen bir kasnağa oturan  bu kubbe, 
            dışarıdan payandalarla desteklenmekte olup kurşun kaplıdır.
            Semahanenin doğu ve batı cepheleri  
            diğer cephelere göre daha farklıdır. Örneğin batı cephesinde kapı, 
            kapı üstünde bir tane yuvarlak pencere yanında, altlı üstlü 
            sıralanmış toplam sekiz pencere vardır. Altları düz atkılı, üstleri 
            sivri kemerli olan bu pencereler ile kapı, yüzeysel bir niş içinde 
            ve düz mukarnas kornişle sonlanmaktadır. Yapının güney cephesinde de 
            aynı özellikleri taşıyan altlı üstlü sıralanmış dörder pencere; doğu 
            cephesinde niş içinde olmayan altı pencere bulunmaktadır. Kuzey 
            cephesi ise süssüz ve penceresizdir.
            Yapıda sivri, at nalı kemerli mihrap nişi yanında doğudaki 
            duvarda iki, kuzeydeki duvarda dört adet dolap nişi vardır.
            Mukarnaslarla doldurulmuş olan 
            mihrap nişinde çeşitli boyutlarda bitki motifleri ile süslenmiştir. 
            Ayrıca mihrap kemerinin yan dolgularında kandil koymaya yarayan 
            konsollar, kaval, silme, silme ile mihrap arasındaki yüzey de, 
            bitkisel ve geometrik desenlerle süslüdür.
            Günümüzde cami/mescit olarak kullanılan Mevlevihane Mescidi iki 
            yan duvarındaki nişler, üstlerindeki mukarnaslar-yapının batı ve 
            güney tarafındaki nişlerden düz saçağa geçişte kullanılan 
            mukarnaslar- ve mihrabındaki desenli kalem işçiliği, iki dönemin 
            özelliklerini yansıtan güzelliklerdir.
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          41  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
              - BEN!
 
            - İşte en sevmediğim kelime.
 
            - Bu kelime bence; biraz riya ve 
            kendini beğenilmişlik kokuyor.
 
            - Her zaman söylerim ve yazarım :"Her 
            insan bir kitaptır" O kitabı açıp okumak gerek. Okumazsanız 
            bilemezsiniz. Her insanda kendisini okutmak istemez buna da artık 
            siz kendiniz adını koyunuz. Bir iş ve bir girişimde bulunmak biz 
            insanlar için ezelden yazılmış bir kader olsa gerek. Bu ise gündeme 
            getirmek için bize verilmiş fırsattır. Tabi medeni cesaretimiz varsa 
            yazılır ve okunur.
 
            - Bir işi yapmak ve bir şeyleri 
            meydana getirip ondanda nemalanmak gayet tabii bir haktır. Dünyanın 
            düzeni bu eksen ile yürümekte ve insanlar bu emekleri ile 
            geçinmektedirler. İşimizi gerçek ve tam yapmamız gerekli ve o işleri 
            yuvarlak kelimelerle geçiştirmemeliyiz. Örneğin “sitelerim” var 
            demek yanlış olan bir bilgilendirme ve karşında bulunan okuyucuna 
            gerçeği anlatmamanın bir göstergesi olarak gözükür.
 
            - Bizi tanıyanlara bilgi amacı ile bir 
            hatırlatma babından aşağıda bulunan linkleri inceleyerek kimliğimi 
            tamamını öğrenebilirler.
 
            - Görüşmek dileği ile!
 
            - Mahmut Selim GÜRSEL
 
           
          Sitelere girmek için üye yapılmıyorsunuz 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          42  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                  
                    - SEVDALIM
 
                    -  
 
                    - Biz birlikte kardeş olalım sevdalım!
 
                    - Barış marşları ile şevk bulalım
 
                    - Vatan bir tek başka nerde kalalım?
 
                    - Bu topraklar; bu sınır bizim sevdalım!
 
                    -  
 
                    - Hayat bu; bir gün biteceği tutar;
 
                    - Çağırır O; gel der verir artık karar,
 
                    - Bu beden her zaman Rabbi’ni arar
 
                    - Bayrağa sarılmayan ceset neye yarar?
 
                    - 25 Mayıs 2009 02.22 ÇORUM
 
                   
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          43  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
              HER AYIN 15’i ile 25’İ
                        İnsanların belirli bir periyodik çok önemli işleri 
            vardır. Benimde belli periyodik ve çalıştığım, başımı kaşıyamadığım 
            belirli günlerim bulunmaktadır.
                        Her ayın On beşi, Sanal iki dergimiz olan Çorumlu 
            2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi ile Sarı Çiğdem 
            Şiir Defteri güncellenme günüdür. Gelen yazıları hazırlar ve on beşi 
            ile on altısı ile çok yoğun günümdür.  
                        26 sı ise bir aylık gelen ve geldiği gün 
            güncellemeye çalıştığım yazarlarımın yazılarının her sayfasına link 
            vermeye ve siteye yükleme günüdür.
                        Yazarlarımız o gün yazı yollayabilirlerse artık 
            gelecek ayın sayısında elimden geldiği kadar sizlere sunmaya 
            çalışmaktayım.
                        Bu ay altıncı sayıda kapak olarak yazarlarımız 
            aldım.
                        Yazı göndererek yayınlanması için müracaat eden 
            arkadaşlarımız bulunmaktadır. Fakat küçük kurallarımıza uymaya 
            yanaşmamaları onların çalışmalarının burada yayınlanmasına mani 
            oluyor. Tercih onları.  
                        Nice altı aylara birlikte ermek dileği ile   
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          44  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
           MEHMET AKİF ERSOY OKULU ÇANAKKALE 
          ETKİNLİĞİ 
        
         
        
          
        
          
        
          
        
          
        
          
        
          
        
          
        
          
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          45  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
                
                  - AN
 
                  -  
 
                  - Bir gün bu gördüğün yerlerde
                   
 
                  - Bir gün o topraklar yok olacak.
 
                  - Oraya bakınca gördüğüm bu yer mi;
 
                  - Diye bakınıp duracaksın sen.
 
                  - Evet o gördüğün yerler artık ateş,
 
                  - O gördüğün topraklar kömür,
 
                  - O gördüğün güzellikler
 
                  - Hepsi birden Cehennem
 
                  - Olarak karşında duracak.
 
                  - Onları tanıyacaksın ateş olarak
                   
 
                  - Bedenini saran kıvrak alevler
                   
 
                  - Ve  seni yok ederek tekrarlar;
 
                  - Yeniden yaratan Rabb'ini
                   
 
                  - Anarak yaşadığın yer.  
 
                  - O yeri boş ve harap olarak bulacaksın.
                   
 
                  - Son pişmanlığa ramak kalmadan;
                   
 
                  - Sen sen ol da esas dünyanı bil,
                   
 
                  - Orada geçecek zamanlarda;
                   
 
                  - Bulunduğun mekânlarda
 
                  - Acı ile, zahmet ile Rabb'in
 
                  - Sana verdiği elem ile  
 
                  - Değil sana vereceği saadet
                   
 
                  - Rahatlık ve neşe ile an.
 
                  - Cennetlik olman kolay!
 
                  - 13 Mart 2003 02,15
 
                 
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          46  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
              
                - KONUŞMUYORUZ
 
                -  
 
                - Sana söyledim. Duymadım mı?
 
                - Sen kendini nasıl anlamıyorsun ?
 
                - Ben seni anlamadıysam eğer,
 
                - Niçin kendini anlatmıyorsun ?
 
                - Bizleri yaratan;insan yaratmış,
 
                - Hayvanlar koklaşarak anlaşırmış.
 
                - İnsan olduğumuz doğru ise neden,
 
                - Savaşarak birleşip, anlaşıyoruz da;
 
                - Konuşmuyoruz ?
 
                - 13 Mart 2003 01,20
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          47  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mesut ARTAR  | 
      
      
        | 
        
        
        Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - BİR OYUNUN BİTİŞİ, BAŞKA BİR OYUNUN 
              BAŞLANGICI DEĞİL Mİ ?
 
            
            - Hayalleri var insanların. Kimisi ne 
            istediğini bilen, kimisi bilmeyen. Kimisi sevdiği için kurar 
            hayalleri; kimisi hayal kurar, yıkmak için hayalleri.  
 
            - Sevgileri var insanların. Kimisi ne 
            sevdiğini bilen, kimisi bilmeyen. Kimisi sever birilerini, sevgi 
            nedir bildiği için; kimisi birilerine sevdiğini söyler, yıkmak için 
            sevgileri.
 
            - Hayaller ve sevgiler? Bazen biri 
            birinden ayrılmayan ikili, bazen biri birinin panzehiri. Sevgililer 
            hayal kurmayı sever aslında masumca. Çoğu zaman olmadık hayaller 
            yıkar sevgileri acımasızca. Bazıları bilir hayaller gerçek değildir. 
            Bazıları farkında değildir; hayal nedir, gerçek nedir?  
 
            - Büyük adam olma hayali ile kalkıp, 
            Gurbet'e giden aşk çocukları var. Memleketinden onun için 
            gözlerinden aşk damlacıkları yuvarlayan bir yüreği unutup başka bir 
            ufka, başka bir kalbe yelken açan aşk(cık) çocukları var. Sevmeyi 
            oyun zanneden ve her seferinde kaybeden aşk garibesi insanlar. Hiç 
            sevmeyi öğrenemeyecek garip kalplere çobanlık yapan insanlar?  
 
            - 22 Temmuz günü yapılacak 
            milletvekilliği seçimleriyle ilgili olarak aday listeleri açıklandı.
 
            - Bu listeler henüz kesin değil 
            tabi.Yerlerini beğenmeyip istifa edenler olabilecek belki.ama öyle 
            veya böyle Seçim takvimi işliyor sizin anlayacağınız.?Kırılan 
            kalpler, yıkılan umutlar?
 
            - Bir oyunun bitişi, başka bir oyunun 
            başlangıcı değil mi yani?? Felsefesi bu ve buna yakın insanlar 
            tanıdım. Bazısı ne yaptığının farkında değil; bazısının, yıkılan 
            sevgiler umurunda değil.
 
            - Bir dünya istiyorum?..içinde şunlar 
            şunlar olsun?? diye cümleler kurmayacağım bu satırlarda. Nasıl olsa 
            yalan limitini dolduracak bir aşk çocuğu her asırda olacak. Nasıl 
            olsa gurbet'e adam olmaya giden birinin ardından, her şehirde bir 
            ayrılık türküsü yakan bulunacak.  
 
            - Birileri ağlayacak, birileri 
            aldatacak. Birileri bu satırlarda okuduğu bu mektubu, yazıyı 
            algılayacak. Ve bu mektubun sahipleri bir anlığına olsun donup 
            kalacak. Birileri gurbet'te aşk başkadır? Şarkıları mırıldanacak. 
            Kimi öfkesini yutacak, kimi pişmanlık duyacak. Ve bu cümlelerin 
            sonuna, sonu olmadığı için bir nokta hiçbir zaman konmayacak. O 
            yüzden Memleketimizin ve insanlığımızın kıymetini bilelim.
 
            - Birileri kurallar uydurup insanların 
            önüne sunuyorlar.  Hayat ve yaşamak nedir acaba? Sadece doğmak ve 
            nefes almak mı? Hiç düşünmeden gelmişiz gideceğiz deyip tüm 
            nimetleri düşünmeden ayrımsız kabullenmek mi? Hani derler ya 
            "üzümünü ye bağını sorma" misali sadece üzüme mi aldanıyoruz.
             
 
            - Her başlangıcın bir sonu mutlaka 
            vardır. Bunu herkes bilir. Demek ki aldandığımız ve Ahir etimizi 
            feda ettiğimiz dünyanın da bir sonu mutlaka olur. Ama insana 
            yarınlar hiç bitmiyor gibi geliyor. Kendisini Çınar ağacı falan mı 
            sanıyor ki?  
 
            - Ama çınar ağacıda asırlar geçse de 
            bir gün kuruyacak. Demek ki her şeyin bir sonu var.  
 
            - Her son bir başlangıç derler. Bunun 
            başlangıcı neresi. Çocuğun doğması mı? Ya da vadesi gelince canlının 
            hayata veda etmesi mi? Kıyısından, köşesinden tutunmaya çalıştığımız 
            bu hayatta herkes birilerinin özgürlüğünü,vatandaşlık haklarını 
            kısıtlamak için uğraş veriyor. Özgürlüğü o veya bu şekilde 
            kısıtlanmış herhangi biri, başka birinin özgürlüğünü,haklarını; o 
            başka biri, bir başkasının özgürlüğünü; o başkası, bir başkasının 
            özgürlüğünü kısıtlamaya çalışıyor. Bu zincir günden güne kendisine 
            yeni halkalar ekleyerek büyüyüp gidiyor.
 
            - Birileri kurallar uydurup insanların 
            önüne sunuyorlar hayat, diye. Hak, Hukuk , vatandaşlık hakkı, 
            Özgürlük, diye bağıranlar bir bakmışsınız ki bir takım çizgiler 
            edinmişler kendilerince ve o çizgilerin dışına çıkanları lanetli 
            kılmışlar. Duyar gibiyim şu an hop hop! tamam da nereye kadar 
            özgürlük, nereye kadar kuralsızlık,nereye kadar vatandaşlık 
            haklarınız. Diyenleri. Anlatmaya çabaladığım kuralsızlık değil. 
            Evet, kurallarımız olmalı; lâkin bu kurallar insanların bozup 
            pisleterek önümüze sundukları kurallar olmamalı. Asıl olan kurallar, 
            kendimizi tâbî hissetmemiz gereken kurallar, Tanrı’nın kuralları 
            olmalı öncelikle. Ama insanların pis elleriyle hükmetmeye kalkışıp 
            kurallarını değiştirdiği hayat öyle bir yere gelmiş ki; nedense 
            Tanrının kurallarından çok insanların uydurduğu kurallara uymak 
            mükellefiyetinde hissediyoruz kendimizi. Öyle benimsemişiz ki bu 
            uydurmaca kuralları, yerine getirmediğimizde kötü hissediyoruz 
            kendimizi, bunalıma giriyoruz. Kurallar, sınırlar, hürriyet denilen 
            kısıtlamalar, şırıngayla damarımıza verilen eroin gibi. Hoş bir zevk 
            veriyor, damarımıza girerken. Farkında değiliz ki kendi ellerimizle 
            tertemiz kanımızı boşaltıp, damarlarımızı zehirle doldurduğumuzun.
 
            - Memleketimde nedense isyan 
            denildiğinde bir panik havası oluyor hemen. Bir yerde, bir 
            toplulukta isyan kelimesi söylenmeyiversin, hemen yüzler birbirine 
            bakınıyor, korkuya kapılıyor. insanların büyütüp beslediği, 
            ruhsatsız iş yeri çalıştıranlara göz yumanlara, pasajlarda demir 
            doğrama işi için ruhsat verenlere, yapılmayan yollara, dökülen 
            kaldırımlara, işçiye, memura, emekliye çay kaşığıyla verip, kepçeyle 
            alanlara, seçim yatırımı için göz boyama için yapılan hizmetlere 
            kötü kuralları gör artık, bu düzensiz düzenin çarkı içinde döndüğün 
            sürece hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini. Şimdilik kurallara boyun 
            eğiyorum; ileride iyi bir yere geldiğimde bu kurallara hükmedip 
            değiştireceğim deme ey arkadaşım. O zaman, zehir damarlarını çoktan 
            doldurmuş olacak ve istesen de boşaltamayacaksın o zehri 
            damarlarından, hükmedip değiştiremeyeceksin o kuralları. Hatta, o 
            zehir, içine işleyip, sen kendinden geçtiğinde hoşuna gidecek, o 
            kuralları sözünün geçtiği insanlara uygulatmak, insanların 
            haklarını, özgürlüğünü kısıtlamak.
 
            - Bu serzenişlerimi duyun istiyorum. 
            Arabayla o eşikten kaç bu eşikten kaç, bakımsız, boyasız parklara, 
            dökülen yaya kaldırımlarına, Arap saçına dönmüş şehir trafiğine, 
            sözde engelliler için yapılmış yaya geçitlerine, bir türlü bitmeyen 
            üst geçide,üstüne ölü toprağı serpilmiş çorum sivil toplum 
            kuruluşlarına,bunların sizin temel haklarınız olduğunu duyurun 
            istiyorum.
 
            - Gelin, başımız önümüzde yürümeyelim 
            artık. Haydi, haykıralım kardeşlerim. Kızıyla, erkeğiyle, 
            rockçısıyla, popçusuyla, converselisiyle, iskarpinlisiyle, 
            başörtülüsüyle, dekoltelisiyle köylüsüyle, şehirlisiyle, işçisiyle, 
            memuruyla, emeklisiyle,esnafıyla  
 
            - Dik tutalım başımızı, göğe doğru 
            bakalım artık. Gökyüzünden, özgür maviliklerden özgür kurallar 
            devşirelim artık.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          48  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
                BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI
              Vatandaş internette “açık mektup” 
              yayımlamak suretiyle yakınıyor.  
              “Ben politikacı değilim, olmaya da 
              niyetim yok. Ben zaten politik bile davranamam. Hatta o konuda 
              özellikle beceriksizim. Ama anlatmam, açıklamam gerek. 
              Yapılanların kötü olduğunu ve kötülüğün ağırlığını 
              hissettirebilmek için..Belki görülür, anlaşılır, fark edilir diye. 
              Bana göre tarih bu başbakan’ı asla affetmeyecektir. Çünkü: Bu 
              toplumu adına türban denilen bir kılıçla, kese kanata, yarıp ikiye 
              böldü. "Velev ki siyasi simge, suç mu?" sözleriyle fitili 
              ateşledi. Meseleyi özellikle bir kan davası noktasına getirdi. Söz 
              verdiği gibi kendisinden olmayanı da kucaklamak yerine, 
              tokatlamayı tercih etti. Artık kimse birbirini sevmesin, saflar 
              derinleşsin, bıçaklar bilensin istedi. Ettiği her lafla bilerek, 
              isteyerek nefret tohumları ekti..
              Öfkeli. Kendinden olmayan herkese 
              yukarıdan bakan tavrı var. Aslında duyduğu korkunç öfkeyi 
              maskelemek için öfkeli. Çünkü sevgisiz. Öfke bir hitabet 
              biçimidir, savunması sadece komiklik. ‘Öfke bir hitabet biçimi 
              olsa da asla bir yönetim biçimi olamaz’ gerçeğinden bihaber. İşte 
              bu yüzden her öfkeyle kalktığında zararla oturmakta!.Çünkü 
              hırsının sonu yok.  
              Her yer ve her şey benim olsun, 
              herkes benden olsun istiyor. Kendisinden olmayana tahammül 
              edemiyor, dayanamıyor, eleştirilere katlanamıyor. Bunca yıl 
              şakşakçılara o kadar alışmış ki, AB müzakerelerine gittiğinde 
              elinde koca bir hiç’le dönmesine rağmen “Avrupa Fatihi” manşeti 
              atanlara öylesine güvenmiş, uçağına binenlerin hep kendisini 
              alkışlayacağına o kadar emin ki, en ufak bir eleştiride çığırından 
              çıkıyor, saldırganlaşabiliyor.  
              Çünkü o, savaşta her şeyin mübah 
              olduğu bir ekolü temsil ediyor; Dini de, dindarlığı da, bir tek 
              kendinden yana olanlara ait sanıyor. Onun için inanmanın tek şartı 
              baş örtmek.  
              Çalan da, çırpan da, yiyen de, 
              yediren de; satan da, sattıran da türbandan yanaysa mesele yok. 
              Her biri bilmem kaç yüz dolarlık has ipek örtüler takmış eşleriyle 
              İslam bir tek onlarınmış gibi davranıyorlar. Yerine göre ulema 
              kesilip, büyük kalabalıkları saf, samimi, temiz ve yürekten inanan 
              insanları inancından soğutuyor ve İslam’ı kendilerine mal etmeye 
              çalışıyorlar. Ama gerçek şu ki, çok yanlış yapıyor, yapıyorlar.
              
              
                          Çünkü gerçekleri konuşmak yerine mazlum ve mağdur 
              edebiyatına sığınıyor. işler ters gittiğinde ise, o yanık sesiyle, 
              izan, insaf ve adapla ezilmiş halk kahramanını oynuyor. Eğer 
              ezilen halkın kahramanı olmaksa niyet, kendisi ve şürekâsının 
              gemilerini, villalarını, bitmek bilmeyen dünyalıklarını nasıl 
              açıklıyor? Bu halk bir torba kömüre, iki dize şiire kendisini halk 
              kahramanı yapar diye düşünüyor Çünkü bu halk aç, çaresiz, işsiz ve 
              kimsesiz. Ama ya "Gayri yeter" derse! Bir gün gözü açılır da, o 
              bir torba kömür karşılığı kimlere ne tavizler verildiğini görürse! 
              O bir torba kömür için çekilen peşkeşleri fark ederse. "Neden 
              elektriğe, suya, gaza, yola bu kadar para veriyorum?" diye 
              sorarsa! Benzinin neden çok pahalı diye merak ederse!  
              Hani olur da bir gün gözü açılır 
              da gerçekleri görürse Hiç mi korkmuyorsunuz?  
                          Dedim ya onu tarih affetmeyecek. O ki, adaletten, 
              hukuktan, kul hakkından korkmaz. Ama tarihten korkmalı Çünkü 
              ellerinde Türkiye'nin kanı var. Ellerinde türbanı kılıç yaparak 
              kanatarak, yara-yara ortasından ikiye böldüğü Türkiye'nin kanı 
              var. İşte bu yüzden, onu tarih hiç affetmeyecek.” Bu, halktan 
              birinin serzenişi... Mektup internette dolaşıyor okunabilir.
               
                          TC ‘karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve barış’ 
              üzerine kurulu bir Halk Devleti’dir.  
              Atatürk’ün, despotizm, sulta ve 
              zorbalık anlamına gelen ‘devrim’ yerine, toplumsal konsensüs’e 
              dayalı ‘İnkılâp’ı tercih nedeni budur. Kanıtı TBMM’de kazılı 
              “Egemenlik kayıtsız, şartsız Milletindir” vecizesi olup;.Devlet 
              idaresinde “sevgi-saygı, adalet, eşitlik ve hukuk esastır "insani 
              boyut ve bilinçli toplum" Türk halkının hakkı, bir Cumhuriyet 
              projesi ve milletin “muasır medeniyet seviyesini aşma” idealidir. 
              Çünkü, darbelerle dayatılan, “Bundan böyle asla, bir Atatürk 
              çıkartamayacak (pasif, palyatif, bilinçsiz ve paralize) toplum 
              yaratma” emeli güden, sözde “bilgi çağının baronları” fiilen 
              bitmiş ve tükenmiş, ülkemiz ve dünyayı da tükenme noktasına 
              getirmişlerdir. Yukarda açıklanan mektup bir örnek... Hakikat: 
              Türk halkı’ nın sinesini parçalayan ıstırap ve çile, diğer tarafta 
              ‘yalan-talanla’ saltanat süren baronlardır.    
               
               
              "İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat 
              olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve 
              kötüler kahrolsun." AMİN
               
                         Sadece "Özel" yazışmalar için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
                         WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
                         *Bu makaleler telif yasası kapsamı dışındadır. 
              Serbestçe yayınlanmaları için gönderilmektedir.  
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         49  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
              - İHTİRAS, KAPİS VE HIRS
 
            - Türkiye siyasetinin elli yıldır 
            süregelen zaafı “ihtirasın itişi ve yetmezliğin çekişi” ile kör inat 
            uğruna tam bir ikilem (bocalama, çelişkiler yumağı) içinde 
            sürüklenerek olduğu yerde dönüp durmasındadır. Gerçekte ıstırap 
            içinde kıvranan dünyanın da derdi budur.  
 
            - Bilgi çağında bilgisizlik, cehalet 
            ve safahat..Olacak şey değil!...Ama gerçek bu..
 
            - Egoizmin sınırlarını aşan çılgınlık, 
            hırs ve ihtiras derecesine varan korkunç bencillik;
 
            - Buna mukabil, daima üç maymunları 
            oynayan, ağır-aksak, kör, topal, sağır ve dilsiz sencilik..Kısır 
            döngü içinde yıkılan, yok olan gelenekler, ötelenen, hor-hakir 
            görülen insan, insanlık davası ve medeniyet…   
 
            - Oysa insan olmanın, insan olarak 
            kalmanın ebedi şartı: Adalet ahlâkı ve hukuktur…  
 
            - Adalet ve hukuk evrensel bir değer. 
            Yalnız insanları değil, bitki, hayvan, hava, su ve sair hayatın 
            bütün unsurlarını kapsar. Yeryüzünün ortak sahibi, yaşamı paylaşan 
            insanlık ve insan’a hizmetle memur canlı-cansız yaratıkların 
            tamamının muhatabı adalettir.  
 
            - Dolayısıyla, adalet, hukuk ve 
            hakkaniyet cihazına sahip ve saygılı olmayan toplumlar sürü 
            konumundadır. Sürüyü ‘kendi mod’unda sabit kılarak’ yönetme adına 
            domuz veya kene gibi sömürenler var. Bunlar, çılgınca bir hırs, 
            ihtiras, kapris ve menfur emellerinin zebunu müzmir mütegallibe 
            (gizli emel ve kötü niyet sahibi işgalci, sulta, tasallut ve 
            gayrimeşru yollarla ‘gücü elinde tutan’ unsurlar) biçiminde bilinir, 
            medeni siyaset, kadim hukuk ve klasik sosyolojide ‘hayvan altı 
            varlık olarak tanımlanırlar. Zira yaradılış var oluş mutlak 
            saygı-sevgi, adalet’e sadakat ve hukuka mutlak itaat üzerine 
            kuruludur. Hakikatte hukuk: İlimde kıdem, görevde ehliyet, 
            insanlıkta liyakat ve (üretim) gayret oranında eşit hak esasına 
            dayanır.  
 
            - Doğrusal yönde (insanlık boyutunda) 
            hırs, ihtiras, bencillik ve kaprise yer yoktur.  
 
            - “İnsanlar eşittir ve üstünlük sadece 
            takva (ilim-ifan ve yüksek ahlâk) iledir.    
 
            - Örneğin: İslâm’ın son Peygamberi Hz. 
            Muhammed, “Mümin olmadıkça Cennet’e giremezsiniz, sevmedikçe de asla 
            mümin olamazsınız” derken; Yunus Emre “Yetmiş iki millete, bir gözle 
            bakmayan; Halka Müderris (Alim, Profesör) olsa (da), hakikatte 
            asi’dir” der. Yine Hazreti Peygamberin buyurdukları: “Allah’ın 
            varlığı ve birliği’ne inananlar (hangi şerait ve mezhepten olurlarsa 
            olsunlar) Müslüman’dırlar. Onların kanı ve katli haramdır. Zira 
            onlar da sizin kardeşlerinizdir. Onlar, İslâmi muameleye 
            müstahaktırlar” Ve nihayet, evrensel değer Hazreti Mevlâna’nın: 
            “İster Mecusi ol, ister putperest.. İstersen 40 kez tövbe edip 
            bozmuş ol, yine gel. Bu kapı (insanlık kapısı) ümitsizlik kapısı 
            değildir” çağrısı, insanlığın çimentosu, asgari müşterek’i sevgi, 
            saygı, hürmeti ve mükellef olduğu muhabbetidir.  
 
            - Burada evrensel bir örnek daha 
            vereyim.  
 
            - Şöyle ki: “Temiz insan ve temiz 
            toplum üç esas üzerine kaimdir.  
 
            - 1. Bireyin ruh temizliği (ahlâken 
            yüksek, namuslu-dürüst, beden-ruh ve can üçleminde anlaşık ve 
            kendisiyle barışık olmak)., 2. Vücudu temiz, sağlıklı ve güçlü 
            tutmak. 3. Tertemiz bir ruh, (akıl-berrak bilinç) ve güçlü, sağlıklı 
            bir vücut sahibi olarak yakın/uzak çevreyi tam bir titizlik, onur, 
            erdem, ilke ve sorumlulukla temiz tutmaktır.  
 
            - İşte iktisadi, sosyal, siyasal, 
            kültürel temizliğin “toplumsal ve bireysel” şartı budur.
 
            - Dikkat ederseniz tezlerin hepsi 
            değer; Hırs, ihtiras, kapris ve egoizm (bencillik) tam bir 
            değersizliktir. Değersizlik, insanlık âlemi, dünya ve evren için 
            büyük tehlikedir.  
 
            - Zira değersiz varlıklar hırsızlık, 
            yolsuzluk, yoksulluk, cehalet, ahlâksızlık, onursuzluk, 
            nedenidirler. Sorun ve sorumsuzluk üretirler. Anarşi, terör-tedhiş, 
            yalan-talan, vurgun-soygun, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap, 
            istismar ve suiistimal bunun doğal sonucudur.  
 
            - Bu bağlam ve kapsamda 29 Mart’ta 
            vazife nedir?  
 
            - Elbette, hırs, ihtiras, kapris ve 
            bencillik üzerine kurulu, millet iradesini hiçe sayan, bu dayatma 
            seçimde; Açıklanan değerler ve insani ilkeler ışığında, onur-erdem 
            ve sorumlulukla hareket ederek, parti fanatizmini aşıp, insanlık 
            düşmanı “hırs, ihtiras ve kapris” zebunlarına asla oy yerine, acil 
            ihtiyaçları olan “onurluluk ve sorumluluk” dersi vermektir.  
 
            - "İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat 
            olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve 
            kötüler kahrolsun." AMİN
 
            -  
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          50  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
              29 MART SENDROMU
            Toplumsal veya bireysel boyutta 
            araz-hastalığı belirleyen, bir arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran 
            bulguların tümüne sendrom; birim belirti ise semptom olarak 
            tanımlanır. Şu kadar ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel 
            hastalık veya toplumsal bozulumu kapsar.
            Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!) 
            hazırlanıyoruz.
            Parti sahipleri bazında semptom 
            (demagoji, popülizm, fikri mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi 
            yetersizlik); Bütünleşik yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir 
            sendrom (bitmişlik, tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk, 
            projesizlik, çözümsüzlük) gözlenmektedir.  
            Bir yanda başarısızlık, yetersizlik 
            ve yeteneksizlikten kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta 
            “dedikodu, çamur atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan 
            ibaret, hırs ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda 
            yoğunlaşan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı 
            kimsenin bir projesi, alternatifi yok!..  Partiler ve adaylar 
            birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soygunla 
            itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık kapılar ardında 
            pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız tekliflerde cabası.
            Politik-ACI gündeminde hak-adalet, 
            ilke-onur, üretim, sorumluluk ve halk yok.  
            Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp 
            gidiyor. Adaylar millet iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık 
            105.000 kişi belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600 
            bin. Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye kayıtlı 
            üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk dışı baskı 
            altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan seçilmesi; buna da 
            merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk, adalet ve demokrasi 
            buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez unsuru (!) siyasi partiler 
            yine sınıfta kaldı!
            İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik 
            ve krizin esas nedeni.. Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş, 
            statüko kirlenmiş durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden 
            kara”.  Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter. 
            Peki “Temiz Eller” operasyonu ne oldu?
            Sonuçta, bu seçimde milletin adayı 
            yok!..  Halka biçilen vazife yine Noterlik!
            Bir de seçmen boyutu var.  2002'den 
            bu yana kütüklerde tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı 
            41 milyon 300 bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine 
            çıkıyor. İki yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon 
            500 bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç 
            yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon 300 
            bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon birden artıyor!
            Konu, kamu vicdanını tatmin edecek 
            biçimde çözümlendi mi? Maalesef hayır.
            Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve 
            sorumsuzluktur. Neticede seçmen, parti farkı gözetmeden; Şaibesiz, 
            dürüst bir aday’a veya “bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek 
            her oy, suça iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir. 
            Ki, sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların adalete 
            teslimi, alacakların tahsili ve faillerin cezalandırılması aciliyet 
            kesbetmektedir. Zira biriken yolsuzluk dosyaları ürkütücü 
            boyutlardadır. Üstelik ortada bir ‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni, 
            yandaş-yoldaş dayanışması ve yetkisizlik sorunu vardır.
            Oysa uluslararası yolsuzlukla 
            mücadele hukuku, BM-AB kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar; 
            (çoğu imzalanmış ve TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama 
            yasalarının çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca, 
            onaylanan sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız 
            "Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve tam 
            yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili dokunulmazlıkları 
            “kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak koşuluyla kaldırılmak 
            zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852 sayılı kanunla kabul edilen 
            GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM) 
            kabul tarih ve 5506 sayılı “BM yolsuzlukla mücadele sözleşme” 
            hükümlerinin tam uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk 
            kurallarının ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması 
            derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi takdirde 
            sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve sendrom 
            partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.  
            Sadece özel yazışma ve görüşmeler 
            için e.MAİL:
            gercek.demokrat@hotmail.com
            WEB:
            http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com  
            NOT: Makaleler telif yasasına tabi 
            olmayıp; mümkün olduğunca yayınlanması için gönderilmektedir.
         
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          51  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               DE’FACTO SULTA
            
                       Neredeyse yarım asırdır devletin düzeni bozuk.
             
            Milletin üstüne kâbus gibi çöken 
            darbeler; eşitlik, hak, adalet ve hukuk düşmanlığı de’facto (resmen 
            olmasa da fiilen) hükmünü sürdürüyor.
            Rejim, haklı, doğru-dürüst, ilkeli, 
            onurlu ve sorumlu yurttaştan yana değil; Zengin, güçlü, paralı, 
            onursuz, hırsız-yolsuz, milli servet ve kaynakları sorumsuzca israf 
            eden, peşkeş çeken saltanat ve sulta unsurlarından yana.  
            Milli tarih-Milli hafıza, manevi 
            değerler ve doğal stabilizatölere (temel toplumsal ilke ve denge 
            unsurlarına) inadına bir direniş, başkaldırı, güzel adet, örf, ahlâk 
            ve geleneklere karşı red bilinci oluşturulmaya; bunun yanı sıra 
            “sorumluluk bilincinden arınmış, ilkesiz-onursuz ve sorumsuz birey” 
            yani, prototip insan yaratılmaya çalışılıyor.  
            Bu uğurda yıllardır uygulanan 
            psikolojik savaşla; Vatandaşın beynine, bilinçaltına, onu 
            ümitsizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı, kâbus, karamsarlık ve 
            hüsrana sürükleyecek, hak yolunda-millet hizmetinde mücadele gücü ve 
            direncini yıkacak-kıracak olumsuz mesajlar ve yönetimi denetleme 
            iradesini ortadan kaldıracak sistematik telkinler empoze ediliyor.
            Öyle ki; Halkın bilinçaltından 
            toplumsal görgüler, örfler, adetler ve yasa kavramının ifade ettiği 
            algılar, yozlaştırılmaya, çürütülmeye, anlamsızlaştırılmaya 
            çalışılıyor. Bilincin bu özelliğinin keşfedilmesi ve teknolojinin de 
            ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj 
            gönderme yöntemiyle, samimi dindarlık ve özellikle saf (arı-duru) 
            Müslümanlığa karşı; Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm gibi 
            Watikan’ın menfur yöntemleri kullanılıyor.
            Psikolojik savaş sürecinde bu 
            mesajları bilinçaltına gönderme, aktive etme, çeşitli illegal yol ve 
            yöntemlerle yapılmakta. Örneğin müzik, dizi, sıradan program, normal 
            ve çizgi film, açık oturum, münferit hitap-sohbetlerle haber 
            programlarının ses/görüntü altına insan kulağının duyamayacağı ama 
            bilinçaltımızın algılayabileceği düzeyde ‘çok hassas’ dalga boyunda 
            mesajlar yerleştirmek suretiyle insanlar üzerinde tahribat, akıl ve 
            hafızalarda tahrifat yapıyorlar. Bazı siyasi partiler bile 25. kare 
            denilen bu yöntemi zaman zaman kullanmaktan geri kalmıyor. Ekolojik 
            denge, doğal doku ve bedensel tehdide yönelik DNA, RNA bozucu tohum 
            kodlaması, sanayi kirliği, biyolojik savaş ve hormonal baskı da 
            cabası.  
            Elli yılı mücavir bu süreçte 
            Depresif ve şizofrenik, paralize bir yapı oluştu. İnsanların ruh 
            beden imtizacı, vücut kimyası ve zihinlerini senkronize edecek, 
            dengeleyebilecek sosyal ilâç ve unsurlar bir bir yok edildi. Buna 
            paralel cinnet, cinayet, şiddet eğilimi ve gerilim arttı. 
            İnsanlarımız artık geleceğinden umutsuz, yaşama sevincini yitirmiş, 
            karamsar ve mutsuz.
            İşte bu nedenle, Cumhuriyet’in temel 
            (Atatürk) ilkeleri, insan hakları ve hukuka aykırı ayrıcalık, 
            dokunulmazlık ve imtiyazlar ısrarla korunuyor. 27 Mayıs’tan bu güne 
            demokrasi, hak, adalet, eşitlik ve hukuk kavramları muâllakta.. 
            Seçimden siyasete, siyasetten başıboş piyasa (!) ekonomisine kadar 
            şaibe bulaşmadık yer kalmadı. Cumhuriyet’in vazgeçilmezi ve temel 
            ilkesi olan halk’a hizmet, art arda yaşanan hezimetler (kaos, kriz, 
            bunalım ve buhran), eza, cefa, haksızlık, yolsuzluk ve aralarında 
            ‘başbakan, bakan, parlamenter, general, emniyet müdürü, rektörler 
            ile şehir ve büyük şehir belediye başkanları’ da bulunan bit, pire, 
            kene, sülük ve vampirlerce yapılan sömürü, suiistimal ve hortumlarla 
            halk canından bezdirildi.
            Kamu vicdanını derinden sarsıldı, 
            rencide edildi, yaralandı.  
            Türkiye’de yaşamak adeta bir zulüm 
            ve işkence halini aldı.  
            TBMM’nin Genel Kurul duvarında 
            “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı. 549 kişi her gün bu 
            temel emir ve ilkeye bakarak el kaldırıyor. Hani ‘Milli İrade’?
            Amma bu “EL’LER” ne hikmetse bir 
            türlü, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soyguna, 
            saltanat ve sultaya “DUR” demiyor. Ortalıkta dosyalar uçuşuyor, 
            kimse Hâkime, Savcıya gidemiyor. Cumhuriyet’in savcıları ‘hak-adalet 
            adına” durumdan vazife çıkartmıyor.  
            
            NEDEN? 
            Çünkü, ülkemizde DE’FACTO saltanat ve SULTA hakim de ondan!...
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          52  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               ŞİMDİ NE YAPMALI?..
            
            Dünya, yıllardır Türk milleti’nin 
            yaşadığı felaketlerin boyut ve hacminden habersiz.
            Öyle ki, bölücü unsurlar ile ülkemiz üzerinde menfur emel ve 
            çıkar hesapları olanlar ‘Tehcir’ i dahi soykırım olarak niteleme 
            çabası içindeler. Üstelik bu tür haber ve yorumlar bütünüyle yanlı, 
            objektif ve tarafsız değil. Şu an için, ilhamını karanlık güçlerden 
            alan ‘aydın’ bir kesim özürcülerin yargılanmasından son derece 
            kaygılı ve rahatsız.  
            Ancak bilinmelidir ki bunun, arsızca 
            ve hâyasızca iddia ettikleri fikir özgürlüğüyle bir alakası yok. 
            Soykırımı algılama, milli etik ve etnisite ile alakası var. Bunlar 
            gerçek amaçlarını gizleyerek "fikir özgürlüğü" demagojisi 
            yapıyorlar. Dertleri bu değil!. Türkçe konuştukları ve Ermenilerce 
            Türklere uygulanan “belgelerle sabit” vahşet, ihanet ve soykırımı 
            iyi bildikleri halde sözde soykırıma inanmaya, savunmaya ve lehte 
            propaganda yapmaya çalışmak, ya kör cahillere, ya da soyu belirsiz 
            hainlere mahsustur..
            Hani Recep Tayip Erdoğan’ın, Başbakan sıfatıyla bunlara verdiği 
            bir cevap var ya;  
            “Her halde soykırımı bunların dedeleri yapmış ki, özür 
            diliyorlar!”
            “mükemmel” bir cevap.. Doğruluğunu görmek için lütfen bu 
            makalede isimleri verilen ve mezkür sitelerinde mahfuz kimseleri bir 
            araştırın!. Aralarından nesebi Ermeni, Rum-Yunan ve Sabetaistlere 
            dayanmayan kaç kişi çıkacak acaba?... Konuyu Atatürk’ün ‘etnik 
            köken’lerle ilgili vecizesi ile derinleştirmek istiyorum. “Ben 
            ülkemde iş başına gelecek insanın soyuna, sop’ una bakmam, ancak 
            ihanetlerini gördüğüm vakit damarlarındaki kanına bakarım."
            Yanlış anlaşılmasın. TC’de hiç kimsenin etnik kök filan 
            gözettiği yok.  
            Davos’tan sonra sanal olarak 
            yaratılan Yahudi karşıtlığı da uydurma, yalan.  
            Dünya da azınlık hukuku’nun asli unsur haklarından ileri olduğu 
            tek ülke Türkiyedir. Bakmayın adları Türk’çe olduğu halde, soydan 
            bozuk Ermeni, Rum-Yunan haymatloslarına; Bunların ar damarları 
            çatlak, kanları kirli. Sürekli Kürt sorunu, soykırım, demokratik 
            hak, özgürlük, güvenlik deyip demagoji yaparlar. Oysa gerçekte bütün 
            değerleri yozlaştıran, ortamı karıştıran, anarşi, terör-tedhişe 
            çanak tutan, yardım ve yataklık eden işte bunlardır. Organize suç 
            örgütlerinin mimar ve müsebbipleri, bilumum soygun-vurgun 
            olaylarının suçluları da!...   
            Gerçek odur ki, tarih boyunca Türk devletlerine asla ‘Türk’ 
            ihanet etmemiştir.  
            Ülkesi ve milletine ihanet eden de görülmemiştir. Türk “azınlık” 
            olduğu ülkede bile namuslu, dürüst ve merttir. Yaşadığı devletin 
            yasalarına uyar, yasaklarına riayet eder. Ülke insanlarına saygı 
            duyar. Zulme maruz kaldığında anayasa ve hukuk yolundan hakkını 
            arar. Baskı, cebir ve şiddetle karşılık bulursa; Yunanistan, 
            Bulgaristan, eski Yugoslavya, Kıbrıs, Musul Vilâyeti (Kerkük) D. 
            Türkistan ve diğer Türk esaret (azınlık ve tasallut) bölgelerinde 
            olduğu gibi ‘medeni ve insani’ hakları uğruna açıkça, insanca, 
            mertçe mücadele verir.  
            Netice de Türk budur. Türk böyledir!..  Türk büyüktür… Bunlar 
            kadar alçalmaz!..
            Peki; bunların neresi Türk Allah aşkına? Batılı Tarihçi illâ 
            ortaya bir fitne-fesat, iftira katar. Bu sözde tarihçiler, her ne 
            kadar Türk’ten hain göstermeye çabalarlarsa da, bu kesinlikle 
            yalandır. İftiradır. Hele ki yazarın adı Türk’se kansızdır! Bu 
            tahrifçiler şüphesiz dönme, devşirme veya soydan gayrisahihtir. 
            Meselâ, Ermeni asıllı yerli lobilerle müştereken kökü dışarıda 
            ‘diaspora’ca yürütülen sözde Kürt sorunu ve soykırım iftirasına bir 
            bakalım:
            Baştan söyleyeyim Türkiye’de asla 
            bir Kürt sorunu yok. Var diyenleri bir bir araştırın, soruşturun 
            altından mutlak surette Ermeni, Rum ve Yunan dönmesi çıktığını 
            göreceksiniz.
            Dahası; “1915'te Ermeni’lerinin maruz kaldığı büyük felâket'e 
            duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. 
            Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu 
            ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” diye, hıyanet 
            kokulu bir metne imza atarak; 16.12.2008’de ‘Türk Milleti adına’ ve 
            TC’de: “Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan özür dileyelim” savıyla 
            başı çeken isimleri de analiz edin.  
            Açıkça ifade ettikleri şekilde, öç alma, hıyanet, haset ve 
            düşmanlıkla kıvranan hain bir kitle ile karşılaşacaksınız. Üstelik 
            bunlar bizden para kazanan kişiler. Menfur siyasi görüşleri bizi 
            ilgilendirmiyor. Kimi bunların yazılarını sever, şarkılarından 
            hoşlanabilir. Güzel gibi görünen fakat en hafif ifadesiyle gülünç 
            bahanelerle aymazlar ve ihanet kalkışmacılarına para kazandırmayı 
            sürdürebilirler. Onlardan biriyle söyleşi yapanlar da çıkabilir.
            
            
            Bu bir Türklük onuru ve insanlık 
            derecesi sorunudur.  
            Böyle düşünenler aslında çok 
            yanılıyor ve aldanıyorlar. Doğrusu: bunları, böyle düşünenleri ve bu 
            ‘gibileri’ millet olarak çevremizden atmak hayatımızdan çıkartmak, 
            dışlamak, insanlık adına memur, zorunlu ve sorumlu olduğumuz 
            demokratik tepkimizi göstermek, bedhahları cemiyet, devlet, siyasi, 
            sosyal ve sanat hayatımızdan silmek gerekir.  
            “Ermeni’lere soykırım yaptık onlardan özür dileyelim” savıyla 
            ‘başı çeken”  isimler ve sürdürülen kampanyalar http://www.ozurdiliyoruz.com 
            adresinden görülebilir..  
            Lütfen kendinize gelin. Uyumayın!.. Bilinçlenin, farkında 
            olun!...
            Özgürlük, huzur ve güvenlik 
            alanımızı daraltan, insan hakları, adalet ahlâkı, hukuk ve 
            demokrasiyi dumura uğratan, anarşi-terör ve tedhişe çanak tutan, 
            rüşvet alan-veren, hırsızlık, yolsuzluk, gasp-irtikap, görevi kötüye 
            kullanma, kaçakçılık, kayıt dışılık, aleni istismar ve 
            suiistimallerle malul “takip, denetim, kontrol ve şeffaflıktan” ödü 
            kopan, ulusal veya uluslar arası denetimden şiddetle kaçan güruhun 
            tamamı benzer tandansta düşünen, frekansları pek farklı olmayan, 
            mütemmimleri “Türk, Türkiye, Milli Devlet, Hak-Adalet, Hukuk, 
            İnsanlık ve İslâm düşmanı” organize çıkar (anarşi, terör ve tedhiş) 
            örgüt furyalarından müteşekkildir.    
            Başta Türk milleti aleyhine kirli kumpaslara taraf ihanet 
            şebekeleri olmak üzere; yukarıda nitelik ve nicelikleri açıklanan 
            bütün zanlı, fiili ve potansiyel suçlulardan devleti arındırmak, 
            “her kim olursa olsun” hedef kitle bazında zan altındaki bu menfur 
            topluluktan “iyilik, doğruluk, namuskârlık, dürüstlük ve erdemlilik 
            adına” toplumda şüphe, şaibe, korku ve tereddüt uyandıran herkesi ve 
            her kesimi hesaba çekmek, suçluları bulmak, şiddetle men ve 
            cezalandırmak, çevremizden dışlamak zorundayız.  
            Bu devlet, hükümet ve birey için 
            görevdir. Hedef kitle sadece “özürcüler” değildir. Yanlış 
            anlaşılmasın. Onlar zaten bağımsız yargı ve Türk adaleti önünde 
            hesap verecekler.
            MESELE: Bunlar ve benzerlerinden “ADAY OLANLARA” asla oy 
            vermemektir.  
                        Türk Milleti bir yandan bu “emsal” davaya taraf 
            olmak, sahip çıkmak; Diğer taraftan yukarda evsafı açıklanan ve 
            eylemleri tanımlanan “hırsız-yolsuz-yalan-talan” takımından ülkeyi, 
            siyaseti, STK, parti, iktisadi sektör ve kurumları kurtarmak için 
            elinden geleni her şeyi yapmak zorundadır. Bu bir insanlık ve 
            vatandaşlık görevidir. Sosyal sorumluluktur.  
                        SONUÇ: Türk, Kürt, aleni Ermeni, Rum, Müslim veya 
            Gayrimüslim; Asli unsur veya azınlık, her kim olursa olsun: 
            Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, hakkıyla üreten ve helâlinden 
            tüketen herkes bizim kardeşimiz, yurttaşımız, sevgili ve değerli; 
            Birinci sınıf vatandaşımızdır.
                        AMA!.. Suç odağı, organize terör ve çıkar örgüt 
            zanlısı, kumar borcu-diyet borcu olan  yalancı-talancı, 
            şüpheli-şaibeli, rüşvetçi-iltimasçı, hortumcu ve suiistimal güruhu 
            asla!. Bunlar Türk milletini alçakça sömüren keneler, sülük ve 
            domuzlar mesabesinde olup; yandaş, yoldaş ve yol arkadaşları dâhil 
            insanlık ve millet düşmanıdırlar.  
                        ŞİMDİ TAM ZAMANIDIR: 29 Mart’ta bir yerel (genel) 
            seçim var ve bu seçimde yukarda tanımlanan tür’lerin büyük bölümü 
            halkın önüne “ADAY” sıfatıyla çıkacak. Dikkat ediniz lütfen!.. Bu 
            adayların hiç biri “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” umdesine 
            uygun olarak milletçe belirlenmedi. Gayrisini millet düşünmeli,OY’unu 
            tam bir vatandaşlık şuuru ile ‘BİLİNÇLE’ kullanmalı ve siyasi 
            mevtalar ile politik-ACI’ları ebediyen sandığa gömmelidir.  
            Biline…
            Özel yazışma için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
            WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          53  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - ÖZÜR’CÜLERE YARGI YOLU  
 
            
            -             Günümüz Türkiye’sinde psikolojik savaş, provokasyon 
            ve dezenformasyon (yanlış, maksatlı, art niyetli bilgilendirme, 
            perdeleme ve menfur amaçlar doğrultusunda yönlendirme) hükmünü tüm 
            şeametiyle sürdürmekte. Başta ‘sanal âlem’, yazılı ve görsel kartel 
            medyası bu işi 50 yıldır aleni bir düşmanlıkla yapıyor. Örnek: 
            ‘özellikle’ gözden kaçırılan özürcüler…  
 
            -             Hatırlarsanız bu kalkışmaya en ciddi tepki 
            23.12.2008 tarihinde Hüseyin Türk, Hasan Hüseyin Satır, Sabahat 
            Özgür, M.İnal Kolburan, Hüseyin Erdoğan, Serdar Orhaner ve Kürşat 
            Karacabey’den geldi. Milli tarih şuuruna sahip, onurlu-sorumlu ve 
            mazinin şanlı şehitlerine saygılı bu kardeşlerimiz; Türk Milleti’ni 
            aşağılayan özürcüler hakkında TCK’ nun 301/4 maddesi uyarınca 
            koğuşturma ve kamu davası istemiyle “Büyük Türk Milleti’nin tarihine 
            leke sürüp, izzeti nefsine saldırıda bulunan” zanlıların “halkı kin 
            ve düşmanlığa alenen tahrik ve Türk Milleti’ni aşağılama suçlarından 
            yargılanıp cezalandırılmalarını” istemişlerdi…
 
            -             Basın Savcısı Abdulvahap Yaren başvuruyu inceledi ve 
            08.01.2009 günü: Türk’lerin Ermenilerden resmen özür dilemesi 
            gerektiğini savunan şüphelilerin, “üzerlerine atfedilen iddiaların 
            içeriğine bakıldığında; kamuoyunda tartışılan güncel beyanlardan 
            olduğu ve demokratik toplumlarda ortaya çıkan düşüncelerin ifadesi 
            niteliğinde bulunduğu, subjektif düşüncenin tüm kamuoyu tarafından 
            benimsenmesinin zaten mümkün olmadığı, bu tür aykırı düşüncelere 
            rağmen, zaten karşı düşüncelerin de kamuoyunda ifade edildiği; 
            Düşünce özgürlüğünü benimseyen demokratik toplumlarda genel 
            kamuoyunun düşüncelerine aykırı ifadelerin suç olarak nitelenmesinin 
            hukukun temel ilkeleri ile bağdaşmayacağı..” gerekçesi ile 
            “özürcüler hakkında soruşturmaya gerek olmadığına” karar verdi.
             
 
            -             Akabinde davacı ve şikâyetçiler 29 Ocak 2009 günü 
            Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na: C. Başsavcılığı’nca 
            verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’a itirazla; “İtirazın 
            kabulü ve zanlılar hakkında kamu davası açılması” isteminde 
            bulundular. 
 
            - Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı kabul edip, Ankara C. 
            Başsavcılığı’nca verilen ''Ermenilerden Özür Dileme'' kampanyasıyla 
            ilgili takipsizlik kararını kaldırdı ve TCK (301 madde) gereği ‘izin 
            için’ Adalet Bakanı’na başvuruda bulundu. Adalet Bakanı Şahin 
            4.3.2009 günü istemi kabul ederek, davalıların (zanlıların) 
            yargılanmalarına resmen izin verdi. Böylece yargılama yolu açıldı. 
            Sayın Adalet Bakanı’nı bu takdir ve tasarrufundan dolayı 
            kutluyorum.   Her ne kadar bu “takdir hakkı” (301 değiştirilirken) 
            AB’den “vize” nedeni ise de, şu an için kullanma biçimi isabetli ve 
            yerinde oldu. Şimdi ‘adil bir yargılama için’ gözler Mahkemede.
 
            -             Milletin inandığı-güvendiği kurumların başında 
            ‘bağımsız” Türk Mahkemeleri gelir. Türk Adaleti daima halkın 
            itimadına mazhardır. Oysa: Sözde dost-müttefik ABD eyaletlerinin 
            ekseriyet ile AB’nin tamamında, “Türkler Ermeni soykırımı 
            yapmamıştır” demek resmen yasaktır. TTK eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf 
            Halkacoğlu ile İP Genel Başkanı D. Perinçek ile isimleri muhal çokça 
            TC vatandaşı hakkında kesinleşmiş para ve hapis cezası var. Kaldı 
            ki, mezkür ülkelerde, bu hukuk ve ahlâk dışı müeyyideden dolayı 
            ‘Türkiye ve Türklerden özür dilemeyi’ hiç kimse, değil telâffuz 
            etmek, insanlar akıllarının ucundan bile geçiremez. Üstüne üstlük, 
            katılmak veya bağlanmak için çırpındığımız AB’de..  O, AB ki, 
            1580’lerden beri fırsat buldukça Türklere soykırım yapmış, tehcir 
            uygulamış ve DRAKULA namıyla maruf Kazıklı Voyvoda’yı insanlığın 
            utancı soykırım tarihine altın harflerle kazımıştır.
 
            -             Şimdi Türk kamuoyu ve kamu vicdanı; Adalet 
            Bakanı’nın yargılama izninden ötürü rahat, memnun ve müsterihtir. 
            Artık iş millet-vekil’lerine düşmektedir. Şimdi, damarlarında 
            Türklüğün asil cevherini taşıyan bütün Vekiller bu durumdan cesaret, 
            ders ve ibret alarak, “1876-1923 yılları arası Ermeni, 
            Rum-Yunanlılar tarafından Türk Soykırımı yapıldığına dair” milli 
            mevzuat ve evrensel hukukun temel ilkelerine uygun bir yasa önerisi 
            hazırlayıp: derhal Genel Kurul’a sunmalıdırlar. Elbette, bütün 
            sıcaklığı ve güncel belgeleriyle sabit Srebrenica, B.Hersek, Karabağ 
            ve Irak soykırımları, katliam ve yerel “progrom”ları da hesaba 
            katarak..
 
            -             Çünkü: İnsan hakları, siyaset ve adalet; hukuki 
            mütekabiliyet üzerine kaimdir.   
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          54  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Mustafa Nevruz SINACI 
         | 
      
      
        | 
        
        
        Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - 
              EREĞLİ ÇÖL 
              OLMASIN!
 
            
            - 
            Konya’nın Ereğli 
            ilçesi 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak harikulâde bir 
            güzellikte idi. Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal 
            damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, 
            insanları sağlıklı, neşeli, huzurlu-mutlu, nüktedan, gelecekten 
            umutlu hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir efsane şehir vardı. Sonra 
            mı? Okuyunuz lütfen!...   
 
            - 
            Ülkemiz ve dünyanın 
            en güzel şehirlerinden biri olan (Konya) Ereğli'nin en önemli ACİL 
            ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum…
 
            - 
            Bilindiği üzere 
            Ereğli en az 5000 yıllık kadim bir yerleşim merkezidir.1985’ e kadar 
            şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı 
            bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç 
            Anadolu’nun yemyeşil, mümbit, masalsı ve cennetsi bir yöresiydi. 
            Öyle ki, “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırır, taşı toprağı değer 
            üretir, insanları sağlık, mutluluk, refah, zenginlik ve barış içinde 
            yaşarlardı. 
 
            - 
            Zira, ilçeye hayat 
            veren ve insanlara bolluk ve bereket bahşeden ark, akar ve dereleri 
            (can suyu) vardı. Rivayete göre 
            İvriz’den fışkıran bu su, Hazreti Ali (RA) tarafından, asırlar önce, 
            susuzluktan kıvranan bölge halkına mucize kabilinden bir armağandır. 
            Dolayısıyla Ereğli, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaklaşık 500 yıl 
            Mekke’ye vakıflık yapmış olup; kaynaklar ve halk arasında yaygın 
            anlatımlara göre Zemzem suyunun yeryüzündeki ikinci zuhuru 
            Ereğli’dedir ve “Erkili” efsanesine konu pınarın burada olduğu 
            bilinir. Yani Ereğli, aynı zamanda kutsiyet izafe edilen bir 
            yerdir.. Bazı seneler, Bahar ve Sonbahar aylarında gelen seller, 
            bazen de 'mirav' ların su dağıtım rejiminde yarattığı sorunlar 
            nedeniyle; 1970’ lerde İvriz Barajı Ereğlililerin rüyası haline 
            geldi. O dönem politikacıları “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. 
            Sonuçta beklenen oldu. 1985’te İvriz Barajı açıldı. Ama inanılmaz 
            (haksız ve hukuka aykırı) cebri bir kararla Ereğli’nin ana dere, 
            akar ve arklarından akan “can suyu” birdenbire kesiliverdi. Önce, 
            binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, tarla, 
            bağ-bahçe, güzelim ağaçlık alan ve çayırların sulandığı, sıcak yaz 
            günlerinde ailelerin piknik yaparak çevresinde dinlendiği, hayat ve 
            bereket kaynağı, binlerce emsalsiz güzellikle birlikte akarlar,  
            ark’lar ve dereler kurudu, hâttâ, zamanla üstleri kapatıldı. 
            Dolduruldu. Asfaltlandı... 
            
 
            - 
            Sonrada, “Yeşil 
            Ereğli” kubbe de bir hoş seda veya mazide muhteşem bir hatıra gibi 
            gözler önünden silinmeye, yok olmaya, kuraklığın pençesinde 
            ıstırapla kıvranmaya, için için ölmeye ve çölleşmeye başladı! …2008 
            de, gelinen durumu özetleyecek olursak::
 
            - 
            Türkiye’nin en 
            lezzetli sebze ve meyvelerinin yetiştiği bağ ve bahçeler kurudu. Son 
            5-6 yılda, Türkiye çapında haber olan toz fırtınaları oluşmaya ve 
            yoğunlaşmaya başladı. Bu fırtınalar esnasında insanlar evlerine 
            sığınmak, bir yerlere saklanmak ve kapanmak, kimi daireler ve 
            hastaneler boşaltılmak zorunda kaldı. Henüz çağla iken meyveler, 
            olgunlaşmadan çeşit çeşit sebzeler 'çok hazin ve içler acısı bir 
            manzara sergileyerek' susuzluktan dallarda kurudu. Yer altı su 
            seviyesi 8-10m de iken 80-100 m ye indi, Ortalama yıllık yağış can 
            suyu kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm 
            oldu (% 8,9 azaldı); yeşil alanlar kuruduğu, meyvelik, selvilik ve 
            söğütlükler kesildiği, yeşil örtü yok edildiği için yağmur bulutları 
            ‘yağmura” dönüşmeden Ereğli’yi terk etmeye başladı. Ortalama 
            sıcaklık arttı. Eko sistem bozuldu. Mevsimler özellik, tazelik ve 
            güzelliklerini yitirdi. Eski Bahar’lar ve efsanevi (şairane) 
            Sonbahar’lar kalmadı. Kış’lar çok kurak, inadına soğuk ve 
            çekilmez-dayanılmaz, tahammül edilmez hale geldi. Ereğli'nin gülen 
            yüzünün yerini, sert ve haşin, acımasız ve zalim doğa koşulları 
            aldı. Dünyanın sayılı sulak alanları ve kuş cennetlerinden biri olan 
            meşhur Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500hk dan 3000hk a indi, 
            geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık 
            rastlanmamaktadır. Hayaller, eski fotoğraflar ve hafızalarda yaşayan 
            güzellikler yok oldu. Ereğli resmen ve fiilen çölleşme başladı…
 
            - 
            Bu çevre ve doğa 
            katliamının sorumlusu, sanıldığı gibi İvriz Barajı değildir. Yanlış ve bilinçsiz, 
            haksız ve hukuksuz uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş 
            mümkündür. Kayıplar telâfi edilebilir ve şehir tekrar kazanılabilir. 
            Velev ki, kurtarılmak istensin!..
 
            - 
            Gerçekte 
            ülkemizin ekolojik denge sorunu çok büyük. Yerine göre çok kritik ve 
            telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda. Eko sistem çekilmekte, 
            çökmekte, iklim değişmekte, onursuz-sorumsuz, cahil ve bencil ‘beton 
            yığınları dikmeyi kalkınma sanan” şehir eşkıyaları ve çıkar odaklı 
            neo-yönetim unsurları yüzünden Türkiye, acil-vahim bir doğa 
            felâketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
 
            - 
            İşte, 
            Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik yerleşim ve yaşam alanlarından 
            biri..
 
            - 
            Ancak 
            önce genel duruma,  AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz 
            atmak gerek. 
 
            - 
            Dünya’da 
            ‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama gelmektedir? Şöyle bakalım 
            bir.: 
 
            - 
            “Tüm 
            Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000., 
            Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya 
            kadar) Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu. 
            Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 
            22.5 kilogram karbondioksiti absorbe ediyor. Sadece dünya kâğıt 
            tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8 milyon hektar orman 
            alanı korunabilir. Günümüzde dünya dakikada 21 hektar orman alanı 
            kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç 
            borçlanmaktayız. Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt- kartonlar 
            ve ayrıca yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz. 
            Bir Avrupalı yılda ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte. 
            Dünyada her yıl kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye 
            büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılabilecektir. 
            Bunu asırlar öncesinden gören Fatih Sultan Mehmet ne demiş? 
            “Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, başını keserim” Ya İslâm’ın son 
            Peygamberi Hz. Muhammed? “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi, mutlaka 
            bir fidan dik!” Ve bir Çin atasözü: “Herkes kendi kapısının önünü 
            temizlerse şehirler tertemiz olur” 
 
            - 
            Sonuçta 
            eko sistemle barışıklık anlamına gelen ‘çevre koruma’ olgusu, 
            bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke ve arz’ı içine 
            alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen görev 
            önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir. 
            Çevrecilik  sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda 
            ekolojik sistem, denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama, 
            iyileştirme ve geliştirme anlamını taşır.
 
            - 
            Ki, başta 
            Ereğli olmak üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık; 
            Yasa dışı edinim, kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant 
            kaygısı ve imar yolsuzluklarıdır.     .        
            
 
            -  
            Dolayısıyla hemen harekete 
            geçilmez ise Ereğli çok yakında çöl olacaktır.
 
            - 
            Unutmayın ki 
            başlayan çölleşme ‘acil önlem alınmadığı takdirde’ hızlanarak 
            artacak ve “acil önlem alınmaması halinde” çok geç olacaktır. Artık 
            bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun 
            vadede Ereğli’yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (can 
            suyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz 
            Gölü seviyesinin (905 m ) altına düşmesi halinde ova köylerinde 
            ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir. 
 
            - 
            EREĞLİ İÇİN; ACİL ÖNLEM ve ÖNERİLER:
            
 
            - 
            DSİ, Belediye ve 
            Özel İdare işbirliğinde İvriz Barajı’nın su yönetim planı acilen ve 
            derhal değiştirilerek Ereğli’ ye can suyu yeniden verilmelidir. Bu 
            halk için ‘doğal bir hak’, DSİ ve Belediye için asli görev, tarihi 
            vebal ve ivedi sorumluluktur. Akarlar ve binlerce yıllık, “ark”lar 
            tekrar açılmalıdır; (açma, temizleme ve dönüştürme işlemi günümüz 
            teknolojisiyle kolaylıkla mümkündür, çok kısa sürede 
            gerçekleştirilebilir) Ayrıca, 1965'lerde Göztepe'de olduğu gibi; 
            yerel potansiyel, Ordu, Okul-Öğrenci ve TEMA gibi kuruluşların 
            desteği alınarak ve halkla işbirliği yapılarak, bütünüyle Tont ve 
            Toros yamaçları mutlaka ağaçlandırılmalıdır.
 
            - 
            
            Aslında mesele bu kadar basit, kolay ve ucuz olmakla; Yeşil 
            Ereğli’nin çöl olmasını önlemek, eski güzelliklere, yemyeşil ve 
            bereketli topraklara tekrar kavuşmak sadece sahiplik, duyarlık ve 
            sorumluluk gerektirmektedir. Burada duyarlık, bilinçli-sorumlu 
            takipçilik halka; şehir medyasına; 29 Mart adaylarına; Görev ve 
            sorumluluksa, başta Çevre-Orman Bakanı, DSİ Genel Müdürü, Kaymakam 
            ve Belediye Başkanı’na düşmekte. Şimdi “Sosyal sorumluluk ve bilinç” 
            zamanıdır. Yeşil Ereğli’nin çöl olmaması dileğiyle, iyi, sağlıklı ve 
            mutlu günler
 
           
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          55  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - KÜRT RAPORU VE ABANT PLATFORMU
 
            
            - 2007 Ekimindeki “Kürt Raporunun” 
            gelişmiş versiyonu Obama’nın önüne konuldu demiştim. “Kürdistan 
            Üzerinde Çatışmayı Önleme” raporunun ana fikri; TSK’nin PKK ile 
            mücadeleden çekilmesi, PKK için af çıkarılması ve Çapulcistan’ı 
            tanımaya yönelik adımların atılması idi.
 
            - Bu adımlar 29 Mart 2009 yerel seçimi 
            sonrasında atılacaktır. Bir yandan Brüksel’in talebi doğrultusunda 
            bölge halkını daha azdıracak çözümler öne çıkarılacak, öbür taraftan 
            Irak’ın Kuzeyindeki yapı ile tanımaya dönük çalışmalara girilecek.
 
            - Obama’nın Gül ve Erdoğan’ı arayarak 
            “bölgenin liderisiniz” mealindeki sözlerinin altında yatan budur. 
            Amerika’nın Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya siyasetindeki öngörülerini 
            Erdoğan ve Gül’e aktarması “Top sizde” demesi, yerel seçim sona 
            erdiğinde daha anlam kazanacaktır.
 
            - Amerika Obama döneminde daha atak 
            siyaset yürütecek ve muhtemeldir ki İslâm Coğrafyasının, Washington 
            lehine dönüşümü hız kazanacaktır. “Barış, terörle mücadele ve 
            demokrasi” kelimelerini çok duyacağız.  
 
            - Avrupa ve Amerika’nın Türkiye’den 
            beklediği davranış, “içerde Kürtleri özgürleştirmek, dışarıda 
            Irak’ın Kuzeyindeki yapıyı tanımaktır.” İç kamuoyuna bunu anlatmanın 
            yolu onlara göre “PKK terörünün bitirileceği” müjdesidir. PKK’nın 
            bitme vakti gelmiştir. Tahterevallinin PKK ucu aşağı inerken, 
            Kürdistan kısmı yukarı kalkacaktır. Geçmişin coğrafi bölgesini, ABD 
            lehine devletleşme sürecine tanıyarak katkı vermemiz istenmektedir.
 
            - Sevr tekrar karşımızda yani. Ülke 
            toprakları önce G.Doğu’dan başlayarak “Kürtleri” ve “K.ırak’taki 
            yapıyı” tanıyarak, yasal bölünme sürecine girecektir.  
 
            - İşte bu günleri yaşarken, Fetullah 
            Gülen’in “Abant Platformu” Irak’ta toplandı. Dolar yürekli olan bir 
            yığın kendini bilmez oraya giderek, Amerikan politikasına hizmetkâr 
            olduğunu ilân etti.
 
            - İki gün boyunca orada konuşulanın 
            özü “Türkiye’nin o soysuz yapıyı” mutlaka tanıması üzerinde 
            yoğunlaştı. Fetullah Gülen’in Amerika’nın menfaati doğrultusunda 
            adım attığının ilânı Erbil’deki toplantıdır. Sonuç bildirgesinde 
            “Türk medyasının bakış açısını değiştirmek ve Kürt Yönetimini 
            tanımak” vardır.
 
            - Tanımanın göstergesi de Abant 
            hizmetkârlarına göre:
 
            - “Erbil’de bir Türk Konsolosluğu ve 
            Ankara’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bir temsilciliğinin 
            açılması” dır.
 
            - AKP iktidarı gelmeden önce 
            Türkiye’nin kırmızı çizgisi “Irak’ın kuzeyinde oluşacak Kürdistan’ın 
            harp sebebi olacağı” idi.
 
            - Görüldüğü gibi Erdoğan çok şeyi 
            değiştirdi. Millî menfaatler aşındırıldı. Daha daha aşındırılması 29 
            Martta yerel seçimi kazanmaları sonrası olacaktır.
 
            - Yoksa oğluna değil gemicik, isterse 
            trans Atlantik alsın. Çevresi Harun gibi gelip, Karun’a dönüşsün. 
            “Millete din iman deyip, kendilerine han hamam alsınlar.”  
 
            - Türkiye altımızdan kayıyor. 
            Yolsuzluklar, millî menfaatlerimizin aşındırılmasına bakınca hafif 
            kalıyor.
 
            -  
 
            - Özgür Fehmi Efendi
 
            - Allah kimseyi para pulla imtihan 
            etmesin. Şu kısacık ömrünü satacak çok kişi var çevrede. Adı 
            yaptığının karşılığını almak gibi masum fakat 100 bin liraya da köşe 
            yazılmaz yahu Fehmi Koru. Her kim neyi abartırsa abartsın, bunca 
            parayı önüne serenlerin beklediğini misli ile veriyorsun. O paranın 
            onda birine AKP iktidarı önünde takla atan onca şarlatan bu miktarı 
            duyunca dudakları uçuklayacaktır emin ol.
 
            - Günlerdir aldığı miktar ortalarda 
            geziyor, millet “vay bee” diyordu. Nihayet cevap vermiş, diyor ki: 
            “Elde ettiğim ekonomik bağımsızlık, bana, fikirlerimi özgürce 
            açıklayabilme fırsatı da tanıdı. Kimseye eyvallahım yok, canım 
            sıkılınca ceketimi alıp gidebilecek haldeyim.” ( F.Koru- 18 Şubat 
            2009- Y.Şafak)
 
            - Binlerce lirayı sana ceketini alıp 
            gitmen için ödemiyorlar Fehmi Efendi. Hizmetinin karşılığı o para, 
            ananın ak sütü gibi helal değil bilesin. Hele ceketini al bak, 
            kimlerle hangi telefon görüşmelerin, bağlantıların ortaya saçılacak.
            
            
 
            - Odatv’nin yayınına göre TMSF’den 
            program başı 32 milyar almış. Toplam da 640 milyar ediyor. Bunca 
            para “Ekonomik özgürlük” saçmalığı ile açıklanamaz.
 
            - TMSF cevap versin hele. Daha kimlere 
            ulufe dağıtıldı?  Bahsi geçen dağıtıma kim karar veriyor? Sorusundan 
            başlayarak cevaplasın TMSF sultanlığı.
 
           
            
          
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         56  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Nevval KAVCAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               KARANLIĞA GİDEN IŞIK FETULLAHÇILIK
            
            Fetullah Gülen gerçeği ne kadar 
            anlatılsa, ayet gereği bazıları görmüyor, duymuyor. Amerika’da 
            hazırlanan Kürt raporunu meşrulaştırmak için, Abant Platformu 
            Musul’da toplanmıştır. “Türkiye Kürdistan’ı tanısın” denmiştir. 
            Böyle bir şey olursa, bu çığ nerede durur? Fetullah Gülen dinî bütün 
            Müslüman mıdır, yoksa Müslüman –Türk kimliğini Amerika’ya 
            kullandırarak fason mu çalışmaktadır?
            Okulları, yurtları, STK marifetiyle 
            içinde bulunduğu toplumu dönüştürmektedir. Dönüşüm geçmişini unutup, 
            inancı yozlaşıp önüne konulanla yetineceği yerde duracak süreçtir. 
            Okullarının dili İngilizce olmakla birlikte, seçmeli ders ile Türkçe 
            öğretilen fakir çocuklar Türkiye’ye getirilerek, vitrin olarak 
            kullanıldıkları “Türkçe Olimpiyatlarına” çıkarılmaktadır.  
            Bin bir yüzlü bu insanların kendi 
            projeleri olamaz bu elbette. İçinde yaşadıkları toplumun gözüne 
            girip, zeki, ilerisi için istikbâl vaat eden gençler, kendi 
            kültürüne yabancı Amerika’yla iyi geçinecek şekilde eğitilmektedir. 
            Okuldan yetişen gençler ailesi ve toplumundan kopmuş, kendilerine 
            her söyleneni yapacak konuma gelmektedir. Devlet yönetimindeki 
            görevlerinde söyleneni yapan, ılımlı idareciler olacaklardır. 
            Misyonerlik yapılmaktadır tercümesi. Okul Müslüman ülkede ise 
            gençler Kürd Said’in (Said Okur) hezeyanları ile İslâm’dan 
            koparılmaktadır.  
            AB’de Avrupalının ırkçı ve kasvetli 
            din anlayışından çocuklarını korumak isteyen Müslümanlar, 
            Çocuklarını bilmeden bu defa, Fetullah’ın misyonerlerinin kucağına 
            atmaktadır. Öyle olmasa AB ülkelerinde o çocuklara eğitim Türkçe 
            olurdu. Almanya’da Almanca, diğer ülkelerde İngilizce eğitim 
            verilmektedir. Ki, Türkçe AB’nin kabul ettiği dildir.
                        Müslümanlarımız zeki olmalı ve karşılarına çıkacak 
            tehdidi görmesi gerekli iken, bu konuda ayak diremektedir. 
            Almanya’da yaşayan bir akrabama Gülen konusunu anlattığımda bana: “ 
            Aman sus, çarpılacaksın” demişti. “Şeyh uçmaz, Mürid uçurur” bu gibi 
            durumlara mahsusu bir anlatım olmalı.
                        Gelelim Özbekistan’a. Asala bitip, rutine bağlanmış 
            PKK saldırıları başlatıldığında, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri 
            özgürlüğüne kavuşuyordu bir bir. Washington’un gözü onlarda idi. Ne 
            oldu? Fetullah Cemaati “Amerika’nın işaretlediği yerlere 
            konuşlanmaya başladı.” Komünizmin zindanından kurtulan Türkler, bu 
            defa da Amerikan cehennemine düştü.
            Özbekistan’da suçlama gerekçesi her 
            ne olursa olsun, biliyoruz ki cemaat devlet işleyişine karışmış, 
            okullarındaki gençleri toplumdan koparmış ve akla hayale gelmeyen 
            birçok işe karışmıştır. Bugün Türkiye’de yasalar karman çorman. 
            DTP’liler ellerinde APO posteri geziyor, AKP değişemez maddeler ile 
            Anayasanın ruhuna fatiha okumaya hazırlanıyor, “dur” diyecek 
            kalmadı.  
            Netice olarak Özbekistan Cemaati 
            erken çözdü, diyebiliriz. “3’ü Türk 11 kişinin 6,5 yıl ile 8 yıl 
            arasında hapis cezalarına çarptırıldılar.”  Sadece bu kadar değil. 
            Cemaat okullarından mezun olan epey bir kişi de cezalar aldı. 
            Beyinleri tamamen yıkanmış o kişilerin artık ne Özbekistan’a ne de 
            kendilerine faydası olmayacaktır.  
              
            Kerimov’a Düzenlenen Suikast
            Amerikan Kolejlerinin Özbekistan’da 
            kapatılma tarihi epey eski. 2000 yılı. Gerekçesi Devlet Başkanı 
            İslâm Kerimov’a suikast girişimi. “Kerimov bu kararı alırken 
            kendisine yönelik bir suikast girişiminde Gülen yandaşlarının da yer 
            aldığı”nı açıklamış, Ankara’ya da bildirmişti.
                        Görüyor musunuz hangi fonksiyonları yerine 
            getiriyorlar.
                        Güvenlik servislerinin takibi ile varılan bir 
            netice. Bu konuları kapsayan TV programı da yaptılar. O programda( 
            Basın – 21 Şubat 2009);
            1- Özbek Ulusal Güvenlik Servisi 
            tarafından hazırlanan ve devlet televizyonunda 16 Şubat günü 
            yayımlanan “Karanlığa Giden Işık” başlıklı belgeselde ise Nurculuğun 
            ve Gülen hareketinin tarihi anlatıldı ve bu hareketin özellikle 
            yatılı okullar aracılığıyla yaydığı görüşlerin Özbek ulusal 
            kültürüne ve bilincine aykırı olduğu vurgulandı.”  
            2- Özbek televizyonu, Türkiye'den 
            gelen Fethullahçıların kurduğu okulların özellikle yatılı statüyle 
            faaliyet gösterdiğini, bunun amacının da öğrencileri ailelerinden ve 
            çevrelerinden uzaklaştırarak, 24 saat kendi denetimleri altında, 
            daha kolay etkilediklerini belirtti”  
            3- Fethullah Gülen tarikatının 
            binlerce yıllık Özbek kültür ve geleneklerini yıkıp din yoluyla 
            beyin yıkadığını belirten Özbek Televizyonu, bu okullardan mezun 
            olan iyi eğitimli, çocukların ileride devletin kilit noktalarına 
            gelmesinin amaçlandığını vurguladı.
            Bunları biz değil, Özbek Devleti 
            söylüyor.
                        Hollanda Hükümeti de mercek altına aldı cemaati.
            
            
                        Amerikan emperyalizminin bu kolu geriletilirse, 
            insanlık rahat nefes alır.
              
            Abant İle Türkiye’yi Sırtından 
            Vuranlar
                        15 Şubatta Erbil’de cemaat – Amerika işbirliğinde 
            yapılan toplantıda “Türkiye Kürdistan’ı tanısın” denmiştir.
            Washington’un “Kürt raporunun” 
            hayata geçmesi için gereken yaptırım, sonuç bildirgesine girmiştir.
            Türkiye’ye bunu yapan, bulunduğu 
            ülkelere neler yapmaz?
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          57  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            
               - KANLI  ve  KINALI   TOPRAKLAR:  ÇANAKKALE
              
 
            
            - Selam sana... Bin bir çile ve 
            zahmetlerle yoğrulmuş. Al kana bulanmış ve gözyaşı sulanmış. 
            İzanlarımızın muhakemesinde buluşmuş. Toprağının her bir metresi 
            şehitlerin kemikleriyle süslenmiş. Hüzünlerin alevlerinde çığlık 
            olarak kopan mahşerin kanları duygularımızı incitmiş bulunan. Hicran 
            alevlerine sokulan korlarla  kalb odamızı yakmış olan. ÇANAKKALE...
 
            - Selam size... Bin bir çile ve 
            zahmetlerle yoğrulmuş, al kana bulanmış ve gözyaşı ile sulanmış 
            Müslüman ümmeti ve beldeleri.  
 
            - Selam sana... Toprağının her bir 
            metresi Anadolu’nun kapısını aralayan Alparslan ordusunun zaferinden 
            günümüze  şehitlerin kemikleri ile zenginleşmiş. Binlerce tarihin 
            mirasçılığını üstlenerek çağların  üstü çağlara umran kaynağı olmuş. 
            İslam Medeniyetinin arzı saran özellik ve adalet yurdunun güzelliği 
            olan.
 
            - Hürmet size... Bin bir çile ve 
            zahmetlerle yüzleşerek: hakkın rızası ve halkın hizmetçisi olan; 
            alimlerin, fadılların ve nurlu yıldızların yurdu... Ecdadımızın 
            hicret konağı... Eyvanların istikamet bucağı. Selam...  
 
            - Kanla sulanan, aziz kemiklerle 
            süslenen ve vuslatla üflenen ülkemizin istirahat yerinde bulunan: 
            Celadettin  Rumi, Akşemsettin, Mimar Sinan ve daha nice çağının 
            temelinde çağların ufkuna mesafe aydınlığı olan  
 
            - isimlerin; berrak hecelerin, asırların güzellik sesinin: rikkat 
            safileri. Çağlayanların hakikat nefesinin  fısıltısında yükselen 
            himmet ve hizmetleri.
 
            - Haçlı ordusunun dünyanın dört 
            yanından akarak çiğnediği güzel yurdumuzda birleşen Müslüman şanlı 
            ve kanlı cengaverler. Hilafetin temsilcisi İslam ülkesinde 
            toplanarak din ve vatan mücadelesi için gelmiş olan şehit yada 
            gaziler. Ak alınlarını terlettirerek, kara saçlarını kınalatarak, 
            geride kalanları göz yaşına boğarak ve hayır dualarını alarak... Acı 
            savaşın yıkıcı ve yırtıcı namlularda kurban olan ey şanlı ve kanlı 
            kahramanlar. Selam...  
 
            - Asırların zaman akıntısını sağlam 
            gayelere oturtarak dünyayı sevdaların bağrına sokarak. Osmanlı 
            imparatorluğu adalet ve nizam içersinde hüküm sürmüştü. İnsanların 
            kaçınılmaz çukurlara yuvarlandığı varoluşun perdesi ruhlardan 
            çekilmesi. Antik zamanların derinliğinde anlık yaprakların solması. 
            Yaşamların donması. Tarihin yosunlu kuyularında fani batışına 
            ibretle bakarak müşahede ederek nice devletler; doğmuş, büyümüş ve 
            bir daha doğrulanmayarak çağların mezarlığına göçmüştür.  
 
            - Yalnızca yaptıkları imarları, 
            eşyaları, kaşıkla meydana çıkarılan toprak altında ki medeniyetleri 
            gün yüzüne çıkarak, günümüzün ibret aynasında  zihin ve 
            fikirlerimize çökmüştür.
 
            - 20.yy başının ensesine tokmaklar 
            vurulmaya başlanmıştı 1. Dünya harbinin fitnesini dinamitleyen savaş 
            Avrupa’yı alevlendirmişti. Avrupalılar fakir ülkelere kan ve gözyaşı 
            akıttırarak, alın terlerini gasp ederek, tarih mirasını çalarak ve 
            yeraltı ve yerüstü madenleri kepçeleye dek sömürüyor ve kendi 
            ülkelerine taşıyorlardı. Bunun içinki savaşla birbirlerini 
            yumruklayan Avrupa daha da maddi zenginliklere kavuşma mücadelesine 
            girmişlerdi. Osmanlı imparatorluğu da o sıra da tarih sahnesinden 
            çekilmeme sancısına girmişti. Balkan harbinin ağır darbesinden yeni 
            çıkmış, ellerindeki silah ve mühimmatlar çamurlu yollarda 
            terkedilmiş ve  iktisaden halk fakir durumda inliyordu. Kısaca 
            Osmanlı beli bükük, bağrı yanık ve yorgundu. Öyle bir yorgunluk ki 
            ağır hasta.  Avrupa’nın adlandırdığı hasta adam. Ve hasta adamın göz 
            kamaştıran zenginliğini harita üzerinde mücrim ellerle paylaşılan 
            pasta: Osmanlı toprakları...
 
            - Hüzün yüklü kör kuyularında kaybolan çileli zamanlar. Buhranlı 
            dalgaların zihnimize ve fikrimize yansıması. Bulanık hazin dolu 
            zamanının kanları taşlara ve yaşlara yapışması. Zamanın sisleri 
            arasında kaybolarak başlara ve taşlara kazınarak yer edinmiş hazin 
            soluklar. defterlere yayılan, eserlere yazılan Çanakkale’nin 
            duygularımıza bakışı, düşüncelerimize batışı.
 
            - 1915 tarihinin kanlı deresinden 
            süzülerek; hecelerin fısıltısını, hadiselerin  fırtınasını, 
            hicranların nefesini dinliyoruz ve izliyoruz.  
 
            - Haçlı ordusu toplanmış hasta diye 
            nitelendikleri Osmanlı imparatorluğu- na hançeri saplayarak ölmesini 
            hızlandırmak emelleri. İşgal için geleceğin bulanık tablosunu 
            gözleyerek, hayal penceresinden ufkun kirli istikbalini kanla 
            resmederek hülyalara kapıldılar.  
 
            - İstanbul’un ihtişamına kavuşma ihtirasları ile; vicdanlarını 
            yırtarak, zihinlerini kızıl tablolarına sararak, 1915 zamanının 
            damgasında yeni çağların temellerinde ufukların ve uzakların 
            kirpiklerine  yönelmişlerdi. Lakin Çanakkale topraklarına göçülen, 
            tozlarına gömülen sabis işareti ile alınlarını öptürmüş haçlı 
            ordusu. Acı dolu zamanın kör kuyularında  talihsizlikle buluşmuşlar 
            ve  hayal kırıklığına uğramışlardı. Tarihin mühründe kazılan kanlı 
            geçitsizlik ve şanlı Osmanlı askerinin mücadelesi ile yazılan 
            Çanakkale. Kanla sulanan, şanla seslenen topraklar...
 
            - Halis istikametli, ihsanların 
            işaretinde  Müslüman askerler. İmanının aydınlığını söndürmemek, 
            bağımsızlığın nefesini boğdurmamak için alınlarını ve ellerini 
            kınalatarak toplanmışlardı.
 
            - Umman  denizinin engin maviliklerini 
            yararak, menzillerin konağına ulaşma sabırsızlığı ile dalgaları 
            süratle tokatlayarak yaklaşıyorlardı. Evet savaşın kanlı yüzünden 
            günümüze göz yaşların sızısı kalplere süzülerek, idraklere 
            sokularak... 1915’in kanlı balçıklarına kapılarak çığlıklarla 
            hüzünlerin balyozları ruhları sarsacak. Çanakkale’nin sıkıntılı 
            yosunlu kuyularına yanık gözlerin sızıntıları akacaktır.  
 
            - Hüzünlü kör kuyuların kızıl 
            bataklığının aynasında zihin ve fikrimizi iğneleyen, vicdanlarımızı 
            yaralayan zamanların çarkında öğütülen. Gözleri kararak, iştahları 
            kabararak, akıllarını kapatarak üstün teknolojik silah üstünlüğüyle 
            Çanakkale boğazına yığılmışlardı.  
 
            - Tarihlerin kimi yerde altın 
            sayfalarla süsleyerek anlattığı şanlı, kimi yerde arşın bağrına 
            vurulan kanlı soluk. Sisli şafakların gözlerini dinamitleyen,  umran 
            ların nefesini dişleyen, rikkatlerin dizlerini titreten zamanın 
            boğuşması  18 Mart 1915  
 
            - Gökyüzünün tatlı serinlik ve 
            maviliklerini örten karabulutlar dağılmış, yaşları dinmişti. 
            Günlerden Perşembe dir. Osmanlı tabyasının sırtlarında  ufukların 
            berraklığında görülen düşmanın gri hantal gemileri boğazın perdesini 
            yırtarak giriş yaptılar. Haçlılar vicdanlarını kopararak ve 
            izanlarını kırar arak  tek noktanın limanına kilitlendiler. Zengin 
            İstanbul’un kaynaklarına sahip olmak, toprakları işgal ederek 
            tarihten silmek. Kınalı kahramanlar engin maviliklerin boyasını 
            kirleten griliğe kısıklı. Ağır hantal teknolojik üstünlükte geçecek 
            ve Osmanlının boğazını sıkarak öldürecek- mi. Dilleri ıslatan,  
            kalbler ısıtan ALLAH’A  dualar la  tevekkül teslimiyeti.
             
 
            - Ve… kulakları yırtan korkunç gürültü 
            çığlığını kopardı,  Osmanlı tabyaları üzerine. Yıkıcı topların 
            dokunduğu yerleri anında dağıtıyor. Mehmetçiğin nazik bedenine 
            yapışan saçmalar anında ruhları koparmaya başlamıştı. Tabyalar ise 
            mühimmat yönünden yetersiz  olduğu için boşa harcanacak bir tek 
            malzeme olamazdı. Bir diğer yetersizliler, toplar eski ve paslı 
            durumda olduğu için atış menziline ulaşılamıyorlardı. Kısacası bu 
            kanlı meydan  MADDE – MANA  SAVAŞI  olacaktır.
 
            - Kinlerini kusan savaş gemileri 
            gururlu askerlerinin yüreği kıpırtılı.  Birkaç gün sonra ulaşmayı 
            planladıkları ihtişamlı güzelliği hülyalarıyla içiyorlar.  Hayalleri 
            ile adeta uçuyorlardı.
 
            - Gözleri kararak, iştahları kabararak 
            İstanbul’a dümenler daha da hızlandı. İtilaf askerleri daha da 
            hırslandı.
 
            - Madde kuvvetinin çevrelediği, 
            teknolojik üstünlüklerinden dolayı çalımla ilerliyorlar. Osmanlı 
            askerleri tetikte ve kulakları komutanlarının vereceği emirlerin 
            sabırsızlığında. Ve… Savaş gemileri boğazın en dar yerinde karadan 
            cevap geldi. Öyle bir karşılık ki anında gemileri alabora olarak 
            suların dibine gömülüyordu. Kanları denize döktüren  DENİZ – KARA 
            savaşı berrak suların aynasında  günümüze yansıyarak başladı. Bir 
            yanda havadan başlarına yığılan toplar. Bir yandan da on gün önce 
            kör karanlığın ufuksuzluğunda rotalarına döşenen mayınlarla şaşkına 
            döndüler. Hülyaların kıskacında İstanbul tablosu buharlaşarak söndü. 
            Rüyalar hazin tablonun karşısında  dondu. İdrakleri çetin 
            mücadelelerin sahnesi olan savaş gerçeklerine buluştu. Ölüm 
            istemeyen nefisleri,  mücrim ruhlarını kurtarmaya daldılar. Ölüm 
            veya hayat arsında kaldılar.
 
            - Namlulardan kopan toplar anında 
            yerini buluyor. Kızıl alevler kıvılcım yaparak hantal metali 
            deliyor. Gemileri kısa sürede  Çanakkale denizinin derinliğine 
            gömülüyordu. Deniz – kara birbirine karıştı. Barut ve alev kusan 
            gemileri öfkelenmiş karış karış  Çanakkale nin toprağını savuruyor 
            ve yer yer sarsıyordu.
 
            - Öğle saatlerinde başlayan savaş 
            korkunç bir dövüşle sürerek  akşamın hafif meltemine yaklaşılmıştı. 
            Çanakkale nin hırçın dalgaları ufukların sisli menziline 
            sürükleniyordu. Hülyaların kırıklığı ile denize sabitlenen gözlerin 
            kırışıklığı. Gam ve kasvet yüklü kor yangınlarla dolu duygular 
            izanlara yığılarak umutlarını söndürmüştü.
 
            - Akşama doğru itilaf savaş gemilerinin bazıları ağır yara almış. 
            Bazı gemilerde tabak gibi anında mavi gözyaşlarını yararak deniz 
            bataklığına iniyordu.  
 
            - İtilaf donanmasının muhteşem silah teknolojilerin karşısında. 
            Osmanlı ordusunun zayıf araç gereçlerine, yoksul ve yoksun 
            mühimmatların  yetersizliğine rağmen Çanakkale boğazında 
            sıkıştırılmıştı. Bu da madde ve mana savaşı olarak tarihin şanla 
            kaydettiği ve kanla resmettiği mücadele olacaktır.
 
            - Muhteşem donanımlı savaş gemilerinin 
            attığı seri mermilerinin alev örtüsü Mehmetçiklerin ruhlarını 
            çekerek ötelere kanatlandırıyordu. Kara tarafında  oluk oluk dökülen 
            kanların istikamet sızısı şanlı işareti  gösteriyordu. Yenilmez 
            dedikleri gemileri suların hararetine yutuluyor. Kısaca mana 
            bileğinin kuvveti itilaf tarafına yenilgi olarak  yazılıyordu.  
            Unutulmaz zamanının  kör kuyusunda acı olarak tarihin derinliğine 
            kazılıyordu.
 
            - Rumeli mecidiyesi topçu erlerinden 
            Seyit onbaşı. Mermi taşıyan vincin bozulması üzerine: imanının 
            istirahat inde, vatanına olan sevdası coşkusunda. 276 kiloluk 
            mermiyi sırtına alarak yorgun topun namlusuna sürdü.  Nusret mayın 
            gemisinin kanlı duvarını aşan ve tabyaların başarılı atışlarını 
            atlatan birkaç gemiler ya durdurulacak. Ya da İstanbul menziline 
            süzüleceklerdi. Billur billur damlayan terler. Savaşın kaderini 
            belirleyecek son mermi. Balistik hesaplar yapıldı. Gözler hedefe 
            kilitlendi. Gönüller sürpriz  hadisenin belirsizliğine fişeklendi. 
            Kalbleri ısıtan niyazlar tevekküle işlendi. Ya ALLAH çığlığı dağ, 
            taşlarda yankılandı. Son mermi havayı delerek uğuldadı ve  tam 
            isabetli atışla mermi çelik zırhı deldi. Düşman gemisi vurulmuştu. 
            Altı buçuk saat süren deniz savaşında gemiler engellendi.  
 
            - Biraz sonra da  Çanakkale nin  ince 
            kalbur tepelerinde güneş. Etrafına kızıl alevler yayarak gizlendi. 
            Karanlığın perdesi Kara ve Denizi örtmüş. Süslenen inci taneli 
            gökyüzü ve hilal parıltısı. Savaş gemilerinin alnına konulan haç 
            işaretine anlık yansımış. Karanlığın boğultulu nemlerinde kaybolarak 
            yok olmuştu.  Var olan yalnızca hilal kaşlar. İman dolu başlar.
             
 
            - Düşman gemileri yenilerek geri 
            çekiliyordu. Sömürmeye gelmişlerdi kendileri sönmüştü. Kinlerini 
            kusarak hırsla dövüyor… dövüyordu. Kahraman Mehmetçikten intikam 
            almak için.  
 
            - Şanlı geçitsiz Çanakkale boğazından 
            çıkarak son mermilerini de rast gele attılar. Etrafa derin sessizlik 
            hakim oldu. Akşamın mehtabında esen ceset ve duman kokusu kalblerin 
            dokusunda gözleri ıslattı. Kahraman Mehmetçiğin tarafında coşku 
            remzi ile dalgalanıyor. Düşman tarafında  ise yenilginin  gamlı 
            kasvetiyle ağır ağır ülkelerine yol alıyorlardı.
 
            - Bu donanmanın üçte biri ya serin 
            sulara batmış ve ya ağır yara almışlardı. 900 askerlerininde canları 
            heba olmuştu. Osmanlı tarafında da 58 şehit 74 yaralı verilmişti.
            
            
 
            - Bir günlük savaş. Serin sulara 
            batanlar. Toprağın bağrına çökenler.  
 
            - Bu bir günlük savaş. Tarihin 
            kaydettiği acı savaş. Ne ummuşlardı ve ne buldular:
 
            - KAYIP  ve  YENİLGİ…
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           58  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL  | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               KARNI BAHAR KIZARTMASI
            
            1 orta boy karnı bahar  
            2 yumurta  
            6 yemek kaşığı un  
            Tuz 
            Kızartmak için; margarin 150 gram 
            1 kase yoğurt  
             
 
            Orta boy karnı bahar kökünden 
            kesilerek bölünerek çiçek gibi çıkarılır, bol su altında yıkanır. 
            Tencereye bir miktar su konularak yarım yemek kaşığı tuz atılır ve 
            karnı bahar kaynayan tuzlu suda haşlanır fazla yumuşatılmaz. 
            Haşlanan karnı bahar süzülür biraz soğumaya bırakılır. Bir kaba 
            kırılan iki yumurta çırpılır ve bir kaba da un konulur.
            Bir tava da eritilen yağ kızınca 
            soğuyan karnı bahar önce yumurtaya bölenerek una batırılarak tavaya 
            konulur. Karnı baharlar kızartılır.  
            Kızartılmış karnı bahar istenirse 
            sıcak sıcak servis yapılır. İsteyenler düz yoğur veya sarımsaklı 
            yoğurt dökülerek yenilir.
        
          | 
      
      
        
        
         
        
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
          
         
  | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           59 
           | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         
              BİRİMİZİN BİRİMİZDEN FARKI 
           
              Birimizin birimizden farkı  
              İki gözü bir ağzı  
              Değil ya.....  
              Her değirmenin farklı dönse de çarkı  
              Aynı buğdaya çalışır  
              Un olması için öğütme taşı  
               
              Her kanadı olan kuş uçmaz  
              Ama her uçan kuşun kanadı vardır,  
              Tıpkı böyledir ben de sevmelerin anlamı  
              Ve,  
              Akşamları...  
              Beni bu satırlara,  
              Seni bana getiren hep aynı  
              Aynı sevdanın ekili tohumları.  
               
              Aynı vazifeye mahsus,  
              Acıya yoğrulan sevginin tadı  
              Hangi ellerde örülür,  
              Ve nasıl...  
              Birimizin birimizden farkı,  
              Aynı göz yaşlarına ıslatmaz mıyız?  
              Farklı bedenlerde ki canı.  
               
              Madem zaman eşit,  
              Sevgi eşit,  
              Sevda aynı.  
              Neydi o aynalarda göremediğimiz,  
              Yalanlara katık ettiğimiz gerçek,  
              Neydi....  
              Birimizin birimizden farkı  
               
              Aynı buğdaydan olma unun  
              Fırında pişmiş,  
              Bir tepsi çöreğiyiz...  
              Ben, sen, o yok; hepimiz....  | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          60  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Tülay BİLGİN  | 
      
      
        | 
         
        
        Tülay BİLGİN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            
               - HAYAT SENDROM’U
 
            
            - Kadınlar kocalarının kıymetini 
            bilirler ve hep Allah başımızdan eksik etmesin diye dualar ederler.
 
            - Evin emekçisi kadın bilumum tüm 
            işlerden anlar.
 
            Yemekçisi 
            Bulaşıkçısı 
            Süpürgecisi 
            Çamaşırcısı 
             Ütücüsü 
            Çaycısı 
            Meyvecisi 
            Bilumum tamirat işleri 
            Çocuk bakımı 
            Çocuk eğitimi 
            Yıllık temizlik bakım ve onarım 
            Pazar alış verişi 
            İç işlerinden sorumlu aile bakanı(tabii ki sözü geçiyorsa) 
            - Erkeğin zaman bulamaması sebebiyle 
            büyük ebeveynlerin işleri de kadına yıkılır. Kendi annesi, babası, 
            kayın valide kayın pederi derken günün rekortmeni kadın her işi 
            yoluna koyar.
 
            - Bunların birçoğunu, günlük yapmak 
            zorunda olan kadın yoğun bir çaba sonunda işlerini yoluna koyarak 
            akşama güzel bir sofra hazırlar. Üzerini değiştirir evin hizmetçisi 
            gitmiş yerine hanfendisi gelmiştir.
 
            - Akşam yemeğinde buluşan aile 
            bireylerinin ilk Sendrom’u başlar.
 
            - Çocuklardan biri de olsa, damak 
            tadına uygun sofrada yemek bulamaz ve sofraya oturmak istemez.
 
            - Babanın çabasıyla zorla yemek 
            yedirilir.
 
            - Yemeklerin birçoğuna kusur bulunur. 
            Akşam yemeğinde kadının ilk sarsıntısını yaşar.
 
            Büyük bir maraton sonunda yine hayata devam eder moral verir 
            etrafına gülücükler dağıtır, pozitif sulara yelken açar. 
            - Evin reisi akşama kadar çalışmıştır. 
            Dışarıya çıkıp hava almak ister. Evde sıkılan çocuklar başlar kavga 
            etmeye. Şefkatli yüreğiyle bir sabreder ikincisinde ses denemesiyle 
            herkesi muma çevirir.
 
            - Gece reis eve gelir ve kadın harpten 
            çıkmışçasına dinlenmek ister. Birazda eşine nazlanır söylenir.
 
            - Akşama kadar ne yaptın da birde 
            dırdır ediyorsun der.
 
            - Kadının bütün hayalleri yıkılmıştır. 
            Beğeni ve takdir için gayret eden kadının Uzun koşu maratonunun 
            sonunda şikeyle madalyası elinden alınmıştır.  
 
            - Yedi şiddetindeki deprem önceleri 
            yıkmaz. Zaman aşımıyla devreleri yanar. İşlevini kaybeder. Bir daha 
            eski halini almaz. Takdir ve beğeniyi karşımızdaki insanlara sunmak 
            çok kolay bir teşekkür ve bir gülümseme yıkımı önler.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          61  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               GEÇMİŞTEN KOPARILAN ŞEHİRLER ANKARA VE 
              İSTANBUL 
              İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
            
            Ak görüntüler adıyla bu 
            şehirlerimizin üzerlerine kara bulutlar çökertiliyor.  
            İdealleri çürüyen, parayı ayna gibi 
            kullanan, siyaseti çıkar aracı kabul eden kişiler tarafından bu 
            şehirlerde uygulanan tahribatlar bize hizmet diye yutturuluyor!
            Bu şehirlerin geleceğe nasıl ve 
            hangi konumlarda taşınacağına dair ipuçlarını da bu şehirleri 
            yönetenlerin ve bunları destekleyenlerin tavırlarından anlıyoruz.
            Bunlar bugün yüzsüzlük göstererek 
            adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden oy 
            vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!
             
            Geçmişte görmediklerimizi bunlarda 
            görüyoruz!  
            Dolmabahçe Sarayı’na kadar uzanarak, 
            kendilerine bu faziletli yerlerde siyasi büro açanlar, tarihi kendi 
            yerinde bırakmama kompleksini taşıyorlar. Bunlar şuursuzca, «kendi 
            kendilerine gelin - damat olarak»  ebedileşmek için adımlar 
            atıyorlar... Tepki alıp almayacaklarını düşünmeden gelecekte 
            koyacakları noktaları da  önceden belirginleştiriyorlar.  
            Bu noktalarda, bulundukları yeri tanımlamak için Anayasa’ya ve 
            mevcut kanunlara aykırı bir şekilde mitinglerde Şeyhülislamlık, 
            padişahlık gibi unvanları kendilerine yakıştırarak yükseklerde 
            saltanat aramalarının Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet kanunlarına 
            bağlılık göstereceklerine dair  yaptıkları yeminlerle çelişip 
            çelişmediğini de hiç düşünmüyorlar. 
            Karşılaştıkları eleştirilerden sonra da kendilerine koydukları 
            unvanları inkar ediyorlar. 
            Bunları bu şehirlerdeki tarihi izleri silerek gerçekleştireceklerine 
            inandıkları için de tahribatlarını derinden ve gizleyerek 
            yürütüyorlar.
            Bunlar bugün yüzsüzlük göstererek 
            adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden oy 
            vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!
             
            Bu şehirlerin sokaklarında 
            suskunluklar yürüyor, vurdumduymazlıklar gezinti yapıyor, 
            ilgisizlikler görev yapıyorlar!  
            Çeşitli iklim şartlarında bu 
            şehirlerimizden bize yansıyanları Avrupa ülkelerinde görmeniz mümkün 
            değil! Yani insan adeta bu şehirlerimizde unutulmuş durumda. Sabah 
            evinizden sağlam çıktıysanız akşam evinize sağ veya sağlam dönmeniz 
            mümkün olmayabilir. Kontrolsüzlüğün ve denetimsizliğin cirit attığı 
            bu şehirlerde  inşaatlardan düşürülen çeşitli malzemelerle 
            hayatlarını kaybedenlerden, açılan kanalizasyon çukurlarında ölen 
            çocuklarımızdan veya değişik ihmallerle kaybettiğimiz veya özürlü 
            hale düşürdüğümüz insanlarımızdan bahsediyorum!  
            Bu kişiler bugün yüzsüzlük 
            göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden 
            oy vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!
             
            İstanbul’da yağmur yağdığı bir gün 
            Aksaray’da iseniz, yolcu taşıyan araçlara binmeniz mümkün olamadığı 
            zaman haliniz harap! Yürüyerek Kapalıçarşı’ya gitmek isterseniz,  
            bir tek sığınak dahi bulmanız mümkün değil! Kaldırımların 
            düzensizliği ve yollardaki su birikintileri de sizin ne denli 
            etkileneceğinizi gösteren unsurlar! Bir de özürlü iseniz veya bir 
            özürlüyü götürüyorsanız sizi rahatça ulaştıracak yol veya size nefes 
            aldıracak bir sığınak bulmanız mümkün değil! İlgisizlikler Ankara’da 
            da İstanbul’dan farklı değil, yaşlı, hasta veya hamile iseniz, ya da 
            şiddetli bir rüzgârla sicim gibi yağmur yağıyorsa üstten geçen 
            yollara çıkabilmeniz, sığınaksız kaldırımlardan yürüyebilmeniz 
            mümkün değil!
            Bu kişiler bugün yüzsüzlük 
            göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden 
            oy vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!
             
            Bu şehirlerde mağazaların 
            kaldırımlara sarkan tabelaları, reklam panoları ve belediyelerce 
            konulan işaret panolarının, yüksekliğiyle, çıkıntı mesafesiyle nasıl 
            tehlike arz ettiğini de ortaya çıkan kazalarla görüyoruz. 
            Mağazaların dış cephe renkleri, yayaların geliş ve gidişlerini 
            olumsuz etkileyen dışlarına çıkarılan tezgâhlar, her birisi 
            şehirleşmenin dışında bir görüntü arz ediyor ve  bu şehirlerimizdeki 
            yönetim boşluğunu ortaya koyuyor!
            İşlek caddelerde süratle geçen 
            araçlardan kaldırımlarda yürüyen insanlarımıza gelebilecek 
            tehlikelere karşı, herhangi bir önlem alındığını da göremiyoruz!
            Avrupa’da şehircilik büroları 
            öncülüğünde, yukarıdaki bahsettiğim bütün konular tek tek kurallara 
            bağlanıyor ve kayıt altında tutuluyor. Her bir değişiklik veya 
            yenileme ise bu bürolardan izin alınarak gerçekleştiriliyor.  
            Sokak veya cadde isimleri ulusal 
            değerlerle çatışmıyor!  
            Bizimle özdeşleşen adeta bir tarih 
            dokusu gibi şehirlerle birlikte değer kazanan sokak ve cadde 
            isimlerinin bu şehirlerimizde gelişigüzel kararlarla 
            değiştirildiğini görmekteyiz.  Victor Hugo’nun doğduğu evin 
            bulunduğu sokağa başka bir isim verseniz, nasıl karşılanırsınız? Bu 
            sebeplerle her insanımız bir değer kabul edilmeli ve doğduğu eve, 
            oynadığı sokağa, yürüdüğü caddeye, gezinti yaptığı parka, yaşadığı 
            şehre saygı göstermek zorundasınız. İsim değişikliği kanunlarla 
            zorlaştırılmalı, bilim adamları ve Türk Tarih Kurumu vasıtalarıyla 
            bir komisyon tarafından yürütülmelidir.
            Diğer şehirlerimizde oynanan 
            oyunları Ankara ve İstanbul’da da görüyoruz;
            Yöneticileri verdikleri seçim 
            rüşvetlerinin insanlarımıza uyuşturucu etkisi yaptığını 
            düşünüyorlar! Narkoz verilen bir kişi,  yapılan ameliyatı fark 
            etmiyorsa, rüşvet alan kişiler de «ceplerinden, akıllarından, 
            geleceklerinden, üzerinde yaşadığı topraklardan nelerin alındığını, 
            bilmiyorlar» şeklinde kabul ediliyorlar!
             
            Ankara ve İstanbul’da Belediye 
            Başkanlığı yapan zatları bulundukları şehrin tarihi, tarihi dokusu 
            konusunda bir imtihan yapsanız  her ikisi de kaybeder!  
            İstanbul Kapalı çarşıyı hemen hemen 
            18 yıl sonra 2007’nin sonunda gördüm. Dışarıda yağmur yağıyordu! 
            İçerde birçok yerde tavandan akıntılar vardı.  Bazı bölümlerde 
            akıntı olan yerlere kovalar konulmuştu.  Duvarlardaki bakımsızlığı 
            aksettiren görüntüler... Yani Kapalıçarşı geçmişin muhteşem 
            derinliğinden, anılara aynalık yapan görkemli tarihinden  bugünkü 
            ilgisizliğe, umursamazlığa isyan edercesine bir haldeydi...  Sanki 
            ağlıyor gibiydi!  
            Esenler Terminalindeki görüntü daha da hazin! Viraneyi andıran su 
            dolu çukurlar! Yerdeki çöpler, balgamlar! Ayakkabılarıyla evlerine 
            mikrop taşıyan yolcular..
            Bu kişiler bugün yüzsüzlük 
            göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden 
            oy vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!  
             
            Çağın gerisinden giden yöneticileri 
            ortaya koydukları işlerden,  kişisel çıkarlar yönündeki hizmet dışı 
            faaliyetlerinden, particilik ve yandaşlık ilişkilerinden tanıyoruz. 
            Halbuki çıkar yerine vatanı, particilik yapma yerine de millete 
            hizmeti ön plana getirmeleri gerekirken bunlar çağın süratle gelişen 
            yüzünü fark edemiyorlar! İktidarda kalabilmek için emperyalist 
            ülkelerin sömürü çarkına takılıyorlar! Başları döndükçe kendilerini 
            ayakta tutanlardan ve sömürenlerden yardım istiyorlar! Yardım 
            ediliyor görüntüsü altında kendilerine ve millete ait birçok şey 
            kaybediliyor! Aynen kumar masasında kaybeder gibi! Çarkların hem 
            titreşimi, hem dönüş hızı arttıkça hırçınlaşıyorlar…
            Size soruyorum? Mitinglerde, «yüksek 
            gerilim hatlarından yayılan manyetik dağılımlardan veya şehrin 
            göbeğinde yer alan elektrik direklerinden, trafolardan, televizyon 
            vericilerinden, fabrikalardaki makinelerden, çevreye yayılan 
            seslerden, gürültü kaynaklarından ya da uzaydan evlerimize kalın 
            beton duvarları  aşarak giren görüntülerden» bahsediyor mu?
             
            13 yaşındaki çocuğun eleştirisine 
            dayanamayan Ankara’nın havasını, İstanbul’un fakirlerini 
            soramazsınız! Biz hazır mıydık yüzlerce insanın birlikte hazırladığı 
            sinema filmlerine, dizilerine... Bunların insan beyninde ne gibi 
            değişiklikler veya tahribatlar yaptığını tesbit edecek bir kurum, 
            bir komisyon, bir ilim adamları topluluğu oluşturduk mu?  
            Ankara Türkiye’nin beyni ise 
            İstanbul kalbidir!  Kötü yönetimler bu iki şehirden tüm ülkemizi 
            olumsuz etkilemektedir!
            10.03.2009    tarihli Evrensel 
            Gazetesi’nde yer alan : «Belediyenin icraatları yüzünden balıkçılık 
            mesleğimiz öldü, diyerek iş isteyen balıkçıya Rize Belediye 
            Başkanının akıl verdiği iddia edildi haberiyle İstanbul ve Ankara’yı 
            hatırlatan meslekler ve özellikler geçti aklımdan...
            İstanbul’da  balıkçılığı denizi 
            kirleterek öldüren, etkisini hesaplamadan ABD’nin savaş gemilerini 
            geçiren zihniyet ile Ankara keçisini unutturan siyaset hepsi aynı 
            noktada birleşiyorlar!   
            Beyoğlu’nda veya Kızılay’da buluşan 
            sevgililer; içleri  beton yığınlarıyla doldurulan, Satılarak 
            kapatılan, Sümerbank gibi müşterileriyle, ürettikleriyle bir kültür, 
            bir tarih olan müesseselerin yüreklerimizden koparılan bu iki 
            şehirde geçmişi soluyabiliyorlar mı?   
            Bu kişiler bugün yüzsüzlük 
            göstererek adeta ilgisizliklerini onaylamanız için, tekrar sizlerden 
            oy vermenizi istiyorlar.
            Bu şehirlerde biz yokuz yani millet 
            yok, Atatürk, Atatürk ilkeleri ve  tarih de yok, zevksizlik, 
            bilgisizlik ve ilkellik var!
            Bozulan çehreleriyle bu iki şehir 
            iki doktor arıyor!  Paris, 11.03.2009
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          62  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
               SUSMA MEHMET! 
               
              Perde açılır… 
              Bir asker bir bayrakla sahnenin ortasındadır.  
              Masa üzerinde kutsal kitap, toprak, Tarih kitabı ve Anayasa 
              bulunmaktadır. 
              Vatandaş bağırarak içeri girer :  
              Üzerimize ölü toprağı mı serpildi? 
              Özümüzdeki kutsallıkları kim aldı? 
              Konuş Mehmet… Ne olursun susma mehmet! 
               
              Vatandaş : 
              Susma Mehmet gerçeklerden söz et! 
               
              Mehmet : 
              Yağarsa bir partinin  
              Ya da din tüccarlarının kuruntuları 
              Milletin üstüne 
              Gök kızarır… yer titrer 
              İnsanlar üçüncü plana atılır 
              Haksızlıkların resimler yapılır 
              Ağlaşır insanlar. 
              Beddualar yükselir... 
              Acılar üstüne 
              Türküler söylenir ! 
              Şiirler yazılır... 
               
              Vatandaş : 
              Susma Mehmet çarpıklıkları anlat! 
               
              Mehmet : 
              Kimi onların arkasından gider 
              Kimi de haksızlığa uğrar 
              Suçlanır 
              Tutuklanır 
              Cezalar verilir 
              Hapishanelere atılır 
              Huzurdan… eğitimden… güvenlikten 
              Hiç bahsedilmez 
              Behtemsizlik ön plana çıkar 
              Yolsuzluk, hırsızlık her tarafa yayılır! 
               
              Vatandaş : 
              Susma Mehmet gafilleri tanıt! 
               
              Mehmet : 
              Baykuşlar gibi 
              Dış güçler tüner devletin üstünde 
              Değerler yok edilir 
              Tarih yağmalanır 
              Geçmiş yargılanır 
              Zalimler alkışlanır 
              Hainler konuşur 
              Güçler susar 
              Kuvvetler dumura uğratılır! 
              Kahramanlar suçlanır! 
               
              Vatandaş : 
              Susma Mehmet zalimlerden bahset! 
               
              Mehmet : 
              Bigisiz insanlar yetkilendirilir 
              Çapulcular iş başına getirilir 
              Bilginler, alimler, gözde insanlar dışlanır 
              Yetkiler kötüye kullanılır 
              Kazalar, olaylar ve cinayetler artar 
              Musubetler insanların üzerlerine çullanır! 
               
              Vatandaş : 
              Susma Mehmet hainleri ifşa et! 
               
              Mehmet : 
              Düşünceler paslanır 
              İnsan sevgisi gündemden kalkar 
              İdrak kaybolur 
              Atatürkçülük rafa kaldırılır 
              Bayrak, toprak ve kitap 
              Kutsallıklarını kaybeder 
              Bağımsızlık önemsenmez 
              Yarınlar hiç düşünülmez 
              Devlet ve kurumlar itibar kaybeder 
              Demokrasi boşluğa düşer 
              Anayasa ihlal edilir 
              Dayanaksız kalır egemenlikler 
              Cumhuriyet sallanır! 
              Ülkeyi koruma ve kollama duyarlılığı  
              Silinir düşüncelerden... 
              Ortada 
              Ne dil... 
              ne din... 
              ne millet... 
              Ne de Ordu kalır! 
               
              Üzeyir Lokman ÇAYCI 
              Ankara, 15.02.2009 
                
              
              Selam ve sevgilerimle. 
                
              Üzeyir Lokman ÇAYCI 
              İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı 
              55, rue Louise Michel 
              78711 Mantes la Ville 
              FRANCE 
                 | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           63  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - BU MEMLEKET BİZİM MEMLEKETİMİZ
 
                
                -  
 
                - Nasıl olsa kural yok… kaide yok
 
                - Sağa, sola,
 
                - Yukarıya aşağıya…
 
                - İstediğin yere çödür evlâdım
 
                - Bu memleket bizim memleketimiz...
 
                - Utanılacak bir şey yok
 
                - Seni yönetenler utansın!
 
                -  
 
                - Onlar seni ısırırlarsa
 
                - Hiç kimsenin kılı dahi kıpırdamaz
 
                - Ama sen ısırırmadan hapı yutarsın!
 
                -  
 
                - Nasıl olsa kural yok… kaide yok
 
                - Sağa, sola,
 
                - Yukarıya aşağıya…
 
                - İstediğin yere çödür evlâdım.
 
                -  
 
                - Üzeyir Lokman ÇAYCI
 
                - Ankara, 25.12.2007
 
                -  
 
                - Üzeyir Lokman ÇAYCI  
 
                - İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
 
                - 55, rue Louise Michel
 
                - 78711 Mantes la Ville
 
                - FRANCE
 
                -  
 
               
              
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         64  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         DESENLER 
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
        
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
            
              | 
               
        07. SAYI FİKİR DERGİSİ 
              NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/04/2009  |