| 
               
              
                | 
            
      
     
                | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! 
        BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
              | 
                
                | 
            
      
              | 
               
                   İÇİNDEKİLER
              
               | 
            
      
              
              
              
              Ahmet CANBABA SEVGİLİ GÖNÜL ADAMI ALİ ABDÜLKERİMOĞLU’NUN ARDINDAN
               
              
              Ahmet CANBABA ANNEME 
              
              Ahmet CANBABA ANNEM- ANNELERİMİZ    
              
              Ahmet CANBABA İŞLER HASTA 
              
              Ahmet CANBABA GÖZ GÖRE  GÖRE 
              
              Ahmet CANBABA DÜŞERİM 
               
              
              Atilla ALPAY YEŞİLAY ÜNİVERSİTEDE 
               
              
              Bora ATILGAN TAŞRADA İNTİHARA HAZIRLANAN BİR FARE 
              
              Bora ATILGAN HÜZÜNLERİN TERAZİSİ 
              
              Bora ATILGAN GELECEĞİN ATLILARI İÇİN TEMEL SÜVARİ EĞİTİMİ 
              MAHİYETİNDE AFORİZMATİK ULUMALARDIR. 
               
              
              Mahmut Selim GÜRSEL BİSİKLETE BİNELİM (!) 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL ANAM ! 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL 1 MAYIS KISA TARİHÇESİ  
              
              Mahmut Selim GÜRSEL HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ) 
               
              
              Müslüm TUNABOYLU METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA KALAN ÇORUM 
               
              
              Necati ÇAVDAR EĞTİM- MAĞRİF ve İRFAN 
               
              
              Özkan KERACA GÜL BAHÇESİN DE  
              
              Özkan KERACA KARACAAHMET'TE Kİ VESİKALIK 
              
              Özkan KERACA GÜN BATIMI... 
               
              
              Selma GÜRSEL CILBIR 
               
              
              Serkan ÖKÇE DARGINIM KENDİME 
              
              Serkan ÖKÇE ÇOCUK KALALIM 
               
              
              Üzeyri Lokman ÇAYCI GÜL ÇIKMAZI SOKAĞI 
              
              Üzeyri Lokman ÇAYCI DESENLER 
               
  | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        KİTAP ismi  Sayfaya 
        dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               SEVGİLİ   GÖNÜL  ADAMI ALİ  
              ABDÜLKERİMOĞLU’NUN  ARDINDAN  13-05-2009
            
            Şairlerin sevgilisi,  babası, abisi, 
            Ali Abdülkerimoğlu’nun   vefatının  üzerinden bir  sene  geçti. 
            Şimdi  ikinci  Bodrum şiir  etkinliği  yhapılıyor.  1. Uluslar arası 
            Bodrum şenliğinde Osman Karaaslan tarafından vefatını duyduğumda 
            şoke olmuştum. Kütahya’da, Isparta’da, Simav’da, Salihli’de, 
            Antalya’da, Bursa’da ve daha birçok yerlerde yapılan şiir 
            etkinliklerinde Ali ağabeyimi gördüğümde insana sıcaklık veren 
            babacan davranışlarından dolayı hemen kucaklaşır,  halını hatırını 
            sorardım. O da hep iyiyim derdi. Şiirde usta bir kalemdi. İşte 
            Şairler Meclisi adlı şiirindeki şiirin akışına ve anlamına bakın. O 
            sevgi ile pişip mütevazı tavırlarıyla dostlarının gönüllerinde yer 
            etmiş birisiydi.     
             
            ŞAİRLER MECLİSİ
            Çağırdınız koşup geldim
            Menzilleri aşıp geldim
            Bu meclise çiğ yakışmaz
            Sevgi ile pişip geldim
             
            Ali Abdülkerim ağabeycim Yaşadığı 
            yer olan Simav’a âşık bir kişiydi.  Simav’ı çok severdi. Yalnız ben 
            değil tüm şairler camiası yas tuttu onun için. Kendi halinde, 
            ağlayanla ağlar, gülenle gülerdi. Yav Canbaba çok kıtalı şiir 
            gönderi yon başka şairlerin şiirlerini basamıyoruz bu yüzden senin 
            şiirlerinin uzun olanına yer vermeyeceğim dediğinde ne kadar 
            haklıydı. O ne söylese kimse üzülmezdi. Yöresel basında ve 
            camiamızda ses getirecek yazılar yazıldı hakkında. Ne kadar sevilen 
            birisiydi.
            KÜTAHYA (İHA) - Simavlı şair 
            gazeteci Ali Abdülkerimoğlu’nun vefatı sebebiyle, Kütahya 
            Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, merhumun ailesine bir 
            başsağlığı mesajı gönderdi.
            Başkan İhsan Tunçoğlu imzasıyla 
            Kerimoğlu'nun ailesine gönderilen taziye mesajda şu görüşlere yer 
            verildi: "Simav İlçemizde yıllardır gazetecilik yapan değerli 
            ağabeyimiz, şair Ali Abdülkerimoğlu’nun vefatını üzüntü ile 
            öğrendik. Merhuma Allah’tan rahmet, kederli ailesine, dostlarına ve 
            basın camiasına başsağlığı ve sabırlar dilerim   gibi, Kütahya 
            gazeteciler Cemiyeti'nin, baş sağlı mesajı gibi insanı hayretler 
            içine düşürecek başka haberlerde okudum internet sitelerinde  Ali  
            Abile  ilgili.
             
            GAZETECİ-ŞAİR ALİ ABDÜLKERİMOĞLU, BALKONDAN DÜŞEREK ÖLDÜ
             
            SİMAV - 11.04.2008 15:35:00
            "Kütahya'nın Simav ilçesinde yaşayan 
            84 yaşındaki gazeteci-şair Ali Abdülkerimoğlu evinin balkonundan 
            düşerek yaşamını yitirdi.
            Dün sabah saatlerinde 
            rahatsızlanarak Simav Doç. Dr. İsmail Karakuyu Devlet Hastanesine 
            kaldırılan Ali Abdülkerimoğlu ayakta tedavisinin ardından evine 
            gönderildi.  
            Tabakhane Mahallesi'nde kendi adının verildiği caddedeki evinin 
            balkonuna çıkan Ali Abdülkerimoğlu dengesini kaybederek altı metre 
            yükseklikten düştü.
            Önce Simav ardından da Uşak Devlet 
            Hastanesine kaldırılan Abdülkerimoğlu, tüm müdahalelere rağmen 
            kurtarılamadı. Abdülkerimoğlu’nun cenazesi Halil Ağa Camisi'nde 
            kılınan cenaze namazının ardından Çitgöl beldesi Cumhuriyet 
            Mezarlağı'nda toprağa verildi.  
            Cenaze törenine, ailesi, yakınları, Simav Belediye Başkanı Rıza 
            Özdemir, katıldı. Ali Abdülkerimoğlu 55 yıldır genel yayın 
            yönetmenliğini yaptığı oğlu Aslan Abdülkerimoğlu’na ait Anadolu 
            isimli gazetenin haber müdürlüğünü de yürütüyordu. Ali 
            Abdülkerimoğlu, yazdığı bini aşkın şiirini üç kitapta toplayıp 
            yayımlamıştı. Son olarak Amasya Valiliği tarafından düzenlenen Türk 
            Sanat Müziği Beste Yarışmasında Altın Elma ödülü de kazanan Ali 
            Abdülkerimoğlu’nun bugüne kadar bestelenmiş 20'yi aşkın şiiri 
            bulunuyor."
            Sevgili gönül dostları yukarıdaki 
            yazıyı internetten bululduğum zaman Abdülkerimoğlunun eşinin de 
            kendisinden önce vefat etmesinden dolayı daha da yalnız kaldığı 
            ortaya çıkıyor.  Tabiî ki 84 yaşındaki şair babamızın kim bilir 
            dengesini kaybedip de balkondan düşmesini gerektirecek nedenler 
            nelerdi. Canım Ağabeyimin o anda tansiyonumu yükseldi de dengesini 
            kaybetti acaba. Ben tabi bu zamana kadar onu hiçbir zaman aklımdan 
            çıkarmadım. İstedim ki Ali ağabeyimizi sevenlerin yazdıklarını hep 
            bir arada toplamak ve kimler onun için ne dedi diye bilmek ve bunu 
            siz sevenleriyle paylaşmak istedim.
            Oyhan Hasan Bıldırki, Ali 
            Abülkerimoğlu ile  bir  anısını  anlatarak uzunca  bir  yazı  
            yazmış.  Gene Rahmetle Andığımız Tayyar Tahiroğlu Ağabeyimizin de 
            içinde bulunduğu bir anı da bakın Bıldırki neler  diyor.
            "Kendisiyle 2004 Temmuz’unda Söke 
            Öğretmen evi’nde görüşmüştüm. İlçemize gelen konuk şairlerle 
            Öğretmen evi’nde buluşmuştuk. Akşamüzeri serinliği başlamıştı. 
            Çardak altındaydık. Birinin adımı seslendiğini duydum. Baktım, en 
            ulu ak servi ağaçlarından birine belini dayamış olan Tayyar 
            Tahiroğlu’nu gördüm. Yanındaki yaşlı şairle birlikte bana 
            gülümsüyordu. Kalktım, yanlarına gittim, rica mica dinlemedim, 
            ellerini öptüm.
            Tayyar Tahiroğlu’nun; “Oyhan, bize 
            sahip çık. Hele Ali Abdülkerimoğluna’na hepten sahip çık. Bu kadar 
            gencin arasında iki yaşlı biz varız. Üstelik ben sonbaharımdayım, 
            kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Belki sonbaharı bir daha göremem.” 
            deyişini unutamam. Ali Abdülkerimoğlu durur mu? “Tayyar, sonbaharda 
            olan benim. Üstelik“Sonbahar” ilk şiir kitabım. Belki sen sonbahara 
            biraz yakınsın ama bu genci üzmeye çalışma. O daha ilkbaharında 
            olmalı. Bana göre sen de öylesin…” demişti.
            Sonbahar, Tayyar Tahiroğlu’nu sevmiş 
            olmalı, onu aramızdan çekip aldı."
                
                  | 
      
      
        | 
                 | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                -    ANNEME
 
                -  
 
                - Şarkı olmuşsun dilde yaşarsın çok gönülde
 
                - Bağışla suçlarımı bana ne olur gül de
 
                - Hiç yok ki düşlerimde son gününden bir anım
 
                - Yalnızca bizim için yaşamana hayranım
 
                -  
 
                - Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
 
                - Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
 
                - Ah!... Anneciğim.
 
                -  
 
                - Yokluğun sevda olmuş büyüyerek içimde
 
                - Sana olan sevgimi arayayım ben kimde
 
                - Beyhude yakınmalar nafile bu çırpınış
 
                - Geriye senden bana yalnız bir resmin kalmış
 
                -  
 
                - Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
 
                - Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
 
                - Ah!... Anneciğim.
 
                -   
 
                - Kızman severmiş gibi darılmansa bir sitem
 
                - Girer misin rüyama arzu etsem istesem
 
                - Kulaklarım çınlıyor beni mi anıyorsun
 
                - Bir cennette belki de bizle uyanıyorsun
 
                -  
 
                - Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel
 
                - Çok özledim burnumda tütüyorsun gel
 
                - Ah!... Anneciğim.
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - ANNEM- ANNELERİMİZ    
                 
 
                
                -  
 
                - Karnında dokuz  ay  taşırken  beni
 
                - sen kanınla besleyerek  can, veren  annem.
 
                - Bir  ana  kucağı  özlemi  duyup
 
                - Doğmuşum
 
                - Senin  şefkatinle 
                 
 
                - Şefkatli  ellerinde.
 
                - İlk defa  tenini okşayıp
 
                - Sütünden  emmişim huzurla  anam.
 
                - Çocuğuna  yanık  bağrını  açan
 
                - Can suyuna  değer   şefkatin annem.   
                 
 
                - Uyutur bir  ninniyle  sesin
                 
 
                - Ve usulca öpüşünde
 
                - Sıcacık  nefesin  
 
                - Uyutur.
 
                - Hem fedakar,  hem cefakar yürekte
 
                - Derin  uykularını böldüğümden   
                 
 
                - Uykusuz gecelerin  sebebi  bendim. 
                 
 
                - Anlatılmaz verdiğin  emekler  bize.
 
                - Yıkaman,   
 
                - Sıcacık sarıp,  sarmalaman
 
                - Ve  kundaklaman öpüp yüzümü.
 
                - Kırıp  dökmemize  gülüp  geçerdin.  
                 
 
                - Bizi tehlikelerden  kurtarman
 
                - Tutup  ellerimizden kaldırıp. 
                 
 
                - Yüreğin  dayanmazdı   düşmemize.
 
                - Bir  boynuma  sarılışına hasretim
 
                - Ve birde yüzümde gezdirmene ellerini.
 
                - Ben ilk gülmeyi senden öğrenmişim anne
 
                - İlk emeklemeyi,
 
                - Ayakta durmayı.  
                 
 
                - İlk anne,  baba  demeyi
 
                - Ve ilk  soru  sormayı
 
                - Masallarınla büyürken.
 
                - Bu  günlere  kolay  gelmedik  anne.
 
                - Kuruyken yeşeren  bir  ağaç gibi
 
                - Seni görmek  bile  beslerdi  beni.
 
                - Gülüşün sabırdı, gülüşün  keder
 
                - Her şeyde  acılar  sana  düşerdi.
 
                - Sözlerin  teselli  bütün  dertlere.
 
                - İlacımdı  saçlarımı  okşaman.
 
                - Derdimizde  sabrın  tükenmez  anne
 
                - Senin  ellerinin  değdiği  her şey
 
                - Odamızı doldururdu  bir  güneş  gibi.
 
                - Dertleşmeni  özlüyorum  anne.
                 
 
                - Birazda  çekiştirmeni  kim olursa.
 
                - Gönlünü  bir  dinlendiremedin bizlerle.
 
                - Bir yanın  hep hasreti yaşadı,
 
                - Bir yanın  yorgunluğunu  hayatın.
 
                - Resminde bir kınalı  elini  görsem
 
                - Ve görsem bir kınalı  saçının  telini
                 
 
                - Cız eder  yüreğim hasretinle  bil.
 
                - Neleri  sığdırmadın  derya  gibi  gönlüne
 
                - Bayram  sevincini yaşatırdın,
                 
 
                - Öptüğümde elini
 
                - Yollarıma  bakıp  geç kaldın  diye
 
                - Sen çalardın  zor  günlerde kapımı.
 
                - Neyin varsa  paylaşırdın  benimle
 
                - Bize kuldun  bize  köleydin  anne    
                 
 
                - Hep  omzunda  ağır  yüktük,  ağır  yük.
 
                - Ardımızda   yıkılmayan kaleydin. 
                 
 
                - Yavrum  diye  kucaklayıp
 
                - Bağrına basardın,  gurbetten  gelsek.
 
                - Işığın  geliyor  sönmüş  yıldızlar  gibi.
 
                - Gözün  açık, hasret  gittin oğluna.
 
                - Can damlalarıydı  sözlerin,  hayat  veren.
 
                - “Yavrum  seni çok  özledim,
                 
 
                - Tütüyorsun  burnumda” derdin.
 
                - Bizim içinde  sen  öylesin  anne
 
                - Her şey  sen varsa  bir  anlam kazanır.
 
                - Sensizlik  düşmanımdır  uğramasın yanıma
 
                - Şiirlerim  tedirgin, seni  anlatamıyorum.
 
                - Sen  bir  mihenk  taşısın yaşamımın.
 
                - Senin  sevgin  son  durağı yüreğimin.
 
                - Son  istasyonu gönlüm, orada in.
 
                - Sıcaklığın tenimde  
 
                - Sözlerin kulağımda  kalsın.
 
                - Resmin,  
 
                - Avutmuyor beni annem.  
 
                - Tutamıyorum ellerini
 
                - Senin karşılıksız  sevgin var ya
 
                - Onu  tadamıyorum
 
                - Ben  sevgi  sarhoşuydum  sen varken.
 
                - Dokunulmazlığımın tadını  yaşardım.
 
                - Sen benim özgürlüğümün  sınırıydın,
 
                - Sen benim günahlarımın  ceza  keseni.
 
                - Sen  benim  sevaplarımdın  anne,
 
                - Aydınlık penceremdin.  
 
                - Sen benim  bereketimdin
 
                - Sen benim  örfüm.
 
                - Yaşamda  en güzel  şeyleri
 
                - Bana layık  görendin,
 
                - Yedirendin,   
 
                - Tadına bile  bakmadığın ne varsa.
 
                - Öğütlerin  ayaklarımın  altında  yol
 
                - Öğütlerin gözümün önünde  bir  perde
 
                - Büyüklere saygı  derdin, 
                 
 
                - Küçüklere sevgi
 
                - Ben onun için  sayar  ve  severim  anne.
 
                - Hep senin  içinde  çocuktum  
                 
 
                - Sen affedendin.   
 
                - Şimdi  affedenim  yok. 
                 
 
                - Acımasız  sensiz  her şey
 
                - Senin  varlığın  umuttu,  umut.
 
                - Sensizlik  hüznümün kaynağı şimdi.
 
                - Sensizlik  bir  uçurum.
 
                - Sensizlik  yalnızlık demek.
 
                - Sensizlik  sevgiye  acıkmak  demek,
 
                - Bilemedim affet anne.
 
                - Şimdi  mezar taşlarına
 
                - Pişmanlıklar okunuyor  dua  diye.
 
                - Bir rüyaya  mahkum oluyor  sevenlerin.
 
                - Rüyalar  bile  terk ediyor kimi  zaman  sevenlerini.
 
                - Bir  resme  mahkum oluyor  bu  gözler.
 
                - Bir  misafir  gibi  sessiz
 
                - Göz  göze  geliyoruz her  andığımda.
 
                - Sensizliğe  hazırlıksız yakalandım anne
 
                - Zaman  hep  hasret  dokudu  tezgahında.
 
                - Hep  gelişini  düşündüm  son  gidişinin,
 
                - Umutlar boşa  çıkıyor,  boşa.
 
                - Muson yağmurlarına  benzerdi dua  edişin.
 
                - Bir  çöl  fırtınası  gibiydi kızışın.
 
                - Hem  sıcaklığını  tadardım
                 
 
                - Hem acının özsuyunu.  
 
                - Sevgi  çıkmazlarını  yaşıyorum  seni  düşünürken.
 
                - Zincirlerinden  kopmuş  bir halka  gibi,
 
                - Hasretim boşlukta anne.  
 
                - Üstü kapalı bir  gülüş dudaklarımda
 
                - Uykuya dalarken  seni  düşünüşüm.
 
                - Bir girdap yaratıyorsun rüyalarımda. 
                 
 
                - Yeniden  keşfediyorum  seni,
 
                - Uyanıp hayata merhaba  derken.
 
                - Pusuya yatmış bir canavar  gibi
 
                - Dünya telaş esi.
 
                - Her gün  savaşla  uyanır  günaydınlar.
 
                - Ahh!...  annem,  anneler,  annelerimiz.
 
                - Çocuklarınız  şehit  olurken,
 
                - En çok üzülensiniz.  
                 
 
                - Tüten ocağımızda hem kordunuz,
                 
 
                - Hem de  duman.
 
                - Yavru  çığlıkları  gözyaşlarında
 
                - Vatanını  benden çok  severdin  bilirim.
 
                - Onun için  ölmeye  yollarsın  vatan uğruna.
 
                - Onun için  doğurmadın mı  beni?
 
                - Ama  şimdi  gel gör ki anne  nice  evlatlar
 
                - Bile  bile  gidiyorlar
                 
 
                - Dünya  barışı  diye  ölüme.
 
                - Sen  mutlu olmalısın  anne vatan için
 
                - Hala o ölecek  yürek  var bende.
 
                - Hala o  ölecek  yürek  var  bende.
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               İŞLER HASTA   
               
            
            Kendi  iç  dünyasına  dalmış  
            internette  tanımış olduğu  adama  düşüncelerini  yoğunlaştırmıştı. 
            Hangi  tasarımcılar  benim  gibi  kusursuz  bir  aşkı   güzel  
            giysiler  içinde cansız  bir   vücutta  hayata   geçirebilir ki. 
            Bahar,  kıpırdanmasındaki  esin  kaynağını  kendinden  almıştı  
            sanki.  Sevgilisine   cömertçe  yazılar  yazıyordu. Erkek  bayan  
            konseptleriyle  hizmet  veren  butiklere  dönmüştü   içi.   Düşü  
            rengarenkti.   Tatlım  diyordu. Her  yerim  rengarenk  çiçekler  
            açmış  gibi geometrik  desenler  üzerinde ki bluzumun   ve  platin  
            rengi  mini  eteğimin altındaki  bacaklarımın   bir  sütun  gibi  
            seni  beklediğini  bilmeni  istiyorum.    Marka  merakım dan  olsa  
            gerek  hep  en  nadide  giysiler  içinde  göreceksin  beni.  Şimdi 
            duygusuz  ve  acımasız  bir  şeytan tarafından  ruhum   ele  
            geçirilmiş gibi  sanki.  Çok kısa  zamanda  tanışmış  olsak ta iki  
            uzatmalı  aşıklar  gibi  hissediyo0rum  kendimi. Seni  çok  
            seviyorum.   
            Adam  ismini  dahi  bilmediği  bir 
            bayandan  gelen  yazılar  karşısında  aşk  sarhoşu  olmuş,  sanki  
            kendinden  geçmişti.  “İnsanlar elbetteki sevecekler, o  zaman  
            sevgisinin  kendisini  götürdüğü  yere  kadar  gitsin  aşkları. 
            Yazarlar  kalemlerinin  götürdüğü  yere  kadar  yazsınlar.  
            İnsanlar  yapmak  istediklerini  yaptıklarında,  yapacakları  yere  
            kadar  gitmiş  olurlar.  İşte  bizde  gittiğimiz  yere  kadar  
            gidelim  internette  seninle.  Bende  seni  çok  seviyorum.  Başka  
            bir  çetleşme de  buluşmak üzere” demişti mesajında.
             
            Daha  böyle  birçok  göndermeler  
            yaptılar  birbirlerine. Uzun, kısa  yazılarla  aşklarını  üç ayın  
            sonuna  getirmişlerdi ki  bir  pastanede buluşarak  tanışmaya  
            karar  verdiler.  Her ikisi de   yaşamlarının  gerçeklerini  
            anlatacaklar mıydı  acaba. Bir  gün   anlaştıkları   gibi bir  
            pastanede  buluştular.  Bayan:  
            -Aaffedersiniz ne  iş  yaparsınız”  
            dedi. Adam:   
            -Fabrikatörüm”
            -Çok  güzel.  Der bayan.
            -Benim  eşimde  borsacı.  Adam 
            bayanın  eşinin  borsacı  olduğuna  Sevinir çaktırmadan.
             
            -Çok  güzel,  benimde    hisse  
            senetlerim  var. Borsa  yükseleceği  zaman  beni  inşallah  
            uyarırsınız”  der bayana. Bayan:   
            -Ne  demek  efendim  tabi ki  
            yardımcı  olurum.  Ancak  bu işler  alenen  olmaz  ne de olsa  
            eşimin  telefonu  dinlenebilir”  der  bayan.   Adam:
            Sen  orasını  merak  etme. Ben  
            telefonda hal hatır  sorarım  işler nasıl  derim   işler iyi  
            dediğinde   ben  o gün  kağıt  alacağım.  Sen   işler  kötü  
            maalesef  işler    hasta,   işler  yattı,  dediğinde de  elimdeki  
            kağıtları  satacağım. Der.  Kadın  aslında Borsacı Şükrü  İşler 
            beyin evlerinde  hizmetçi olarak  çalışmaktadır. Çetleşerek iyi 
            birini bulsa evlenip kendi  hayatını  kurtaracaktır. Ama  tanıştığı  
            fabrikatöre de  ben o  evin  hizmetçisiyim  diyemez.  Kadın  bir  
            fabrikatörle  tanışmaktan  dolayı  gayet  mutludur. Bu  arada  
            fabrikatörde   çok  sevinçlidir  nede  olsa  bir  ‘borsacı  eşiyle’  
            tanıştığı  için.  O da  içinden  ‘inşallah  benim  memur  emeklisi  
            olduğumu  anlamaz’  diye  geçirir.  O da  bayana  ‘fabrikatörüm’  
            diye  yalan  söylemiştir.  Emekli  olunca  bütün  parasını  borsaya  
            yatırmış, orta  hali  emekli   Satılmış beyden  başkası  değildir. 
            Oldukçada  yüklü paralar  kaybetmiştir borsada.  Ama  bundan  sonra  
            hele  sevgilisi  Mahsune  hanımla tanıştıktan   sonra  daha  fazla  
            kazanacağından  emindir. Kadın,  borsacının  yanında  çalışmaktan  
            dolayı  borsa  ile ilgili  birçok  açıklamalarda  bulunur  
            fabrikatöre.
            -Nede  olsa  eşimin bu  işlerdeki  
            gizemliliğini  ancak  ben  bilirim. Der . Fabrikatörle tekrar 
            buluşmak üzere ayrılırlar.  İçinden  ‘Huşa hazretlerine yüz sürüp 
            dilekte  bulunmamın karşılığını  alacağım  inşallah. Az mı gittim 
            yatırlara.  Tekkelere  az mı  yüz  sürdüm. Ne kadarda yakışıklı 
            adam  bayağı  ilgilendi  benimle,  Yarabbim  bir kabul  olsun  
            dileklerim,  bundan  sonra  bende  gün  yüzü  göreyim’ der.
            Satılmışta   borsacı  hanımıyla  
            tanışmanın  verdiği  sevinçle daha  çok  kazanmanın  hayallerini  
            düşledi. Kadın  eve  vardığında   daha  Şükrü  beyin  gelmesine  
            hayli  bir  zaman  vardı.   Şükrü bey  eşinden  ayrılmasına  rağmen 
            kendisine  davranışında  en  ufak bir  yanlışlığı  olmamıştı. Ne de  
            olsa  yaşça  borsacıdan  çok  büyüktü.  Kendine  uygun  arkadaş  
            getireceği  zaman  evine:     
            -Mahsune bugün  ablanın  evine  
            gidebilirsin? Der.  Mahsunede   o gün  sevinçle  ablasına  gider eve 
            beyin  istediği  zamanda  dönerdi. O gün de  öyle  oldu.
            Akşama  bey  gelmeden  sofrasını  
            hazırladım  yanına da   bir  duble  rakısını  ve  soğuk  suyunu  
            hazır  etmiştim ki  kapının  zili  çaldı. Baktım Şükrü bey
            -Hoş geldiniz  efendim. Dedim.
            -Hoş bulduk Mahsune. Dedikten 
             sonra   üstünü  değiştirip  banyoya  girdi  bu  arada da bana:
            -Bu gün ………kağıtları  para  edecek, 
            borsa  yükselişe  geçecek . AB  için  tarihin  verilmesine  kesin  
            gözüyle  bakılıyor. Yarın hareketli bir  gün  yaşayacağız.  Çok  
            alım,  satım olacak, onun  için  sabah  erken  gitmeliyim,  beni  
            uyandır. Dedi.  Mahsune hanım da:
            -Olur  bey uyandırırım. Dedi. Şükrü  
            bey banyodan  sonra  yemeğini  yiyip  bir  duble  rakısını  
            içtikten  sonra  yattı.  Mahsune  sabah  dediği  saatte  beyi  
            uyandırmak  istedi.  Şükrü  bey   rahatsızdı, yatağından  kalkmadan
            
            
            -Mahsune  hanım  beni  arayanlara   
            kalkamayacağımı rahatsız olduğumu  söyle.  Lütfen  beni  kimse  
            rahatsız  etmesin. Diye  tembih etti  ve  odasından  çıkmadı. İşe  
            gitmemesinin  verdiği yoklukla  arkadaşlarından  birkaçı  aradı  ve  
            hepsine  şükrü  beyin  hasta  olduğunu  söyledi.
            Tanıştığı  fabrikatör  yani  
            Satılmış da  büyük  bir  heyecanla  bayandan  tiyo  almak  için  
            telefon  açar:
            -Efendim  günaydın    işler  nasıl? 
            Der  kadın  internetten  tanıdığı  adamla  telefonda  ilk  defa  
            konuşmaktadır  sesini  alamaz   patronunun  yani  Şükrü  beyin  
            arkadaşlarından  birinin   aradığını  ve  Şükrü beyin  tembihini de 
            düşünerek  
            -Maalesef  efendim işler  hasta,  
            yatıyor.  Kimseyle konuşacak durumda  değil. Der.  Hizmetçi  
            Satılmışın telefondaki sesinden  tanıyamaz.  Nasıl  tanısın ki,  
            daha  ilk  defa  duyduğu  bir  ses.  Telefonu  kimsenin  rahatsız  
            etmemesi  için de  devre  dışı  bırakır. Mahsune  Hanımdan  işlerin  
            yattığına  dair  mesajı  alan  Satılmış ‘demek ki kocasının  
            yanında  ancak  bu  kadar  cevap verebiliyor,  müsait  değil.   
            Canım  sevgilim benim.  Gene beni düşünerek  işler  yattı diyebildi. 
            Bu  benim  için  çok  önemli  der  ve elindeki  bütün   kağıtları  
            satar.
            Ertesi gün  borsa yükselişe  
            geçmiş,  borsadaki ekranlardan  sattığı  kağıtların yükselişi  
            karşısındaki  değer  kayıplarından  Satılmış  saçını  başını  
            yolacak  duruma  gelmiştir. Yumruklarını  sıkıp bunumu  yapacaktın  
            bana  Mahsune  hani  parolamız  işler  hastaydı. Sevgilisinin  
            evini  bilmiyordu. bildiği  tek  şey  telefondu  ve  imeyil  
            adresiydi. Büyük  bir  kızgınlıkla  telefona  sarıldı  telefonuna  
            kimse  cevap  vermedi.  Sonra  imeyil  gönderdi  bir internet  
            kafeden.  İşler  hasta  dedin.  İşler  yattı  dedin, hayatımı  
            mahvettin  Mahsune. Üstelik  telefona da  çıkmıyorsun.  Bu  sana  
            son mesajım  sanıyorum bu  bu  dünyaya  son  mesajım. Hoşça  kal  
            oysa  seni  ne kadar çok  sevmiştim.
            Artık  Mahsune  içinde  çok  geçti 
            ertesi günkü  gazetelerden ‘Borsada iflas  etti kendisini  boğaz  
            köprüsünden  attı’  diye  bir  haber  okudu. Kendisini  seven  
            birisini tanımış  ama  onu  kısa  bir  zamanda  kaybetmenin  acısını 
            da  yaşamıştı. Şükrü  İşler  beyin  birkaç  gün içinde  hastalığı  
            geçmiş   ama  Mahsune  için  kendisini  hiçbir  zaman  
            affetmeyeceği  ve  bir  sır  olarak içinde  sakladığı aşk acısının  
            izleri  hiçbir  zaman  geçmeyecekti.  
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - GÖZ  GÖRE   GÖRE
 
                
                -  
 
                - Hak yolu deyip de uçkur
 
                - Çözülmez göz göre gör
 
                - Tanrı aşkına kadın kız
 
                - Düzülmez  göz, göre göre
 
                -  
 
                - Hata kimde ne demeli
 
                - Herkes suçunu bilmeli
 
                - Uçacak evin temeli
 
                - Kazılmaz göz göre  göre
 
                -  
 
                - Tahrik etme sağı solu
 
                - Nedir işin çıkar yolu
 
                - Hakaretler dolu, dolu
 
                - Yazılmaz göz, göre  göre
 
                -  
 
                - Yönetirler cambaz gibi
 
                - Çalarlar düzenbaz gibi
 
                - Bunca vatandaş kaz gibi
 
                - Yolunmaz göz, göre göre
 
                -  
 
                - Ateşten gömlek giyerek
 
                - Allahuekber diyerek
 
                - Bilerek ve bilmeyerek
 
                - Ölünmez göz, göre göre
 
                -  
 
                - Düşün yobazın kastı ne
 
                - Çıkar Atanın büstüne
 
                - Kırsınlar diye üstüne
 
                - Salınmaz göz, göre  göre.
 
                -  
 
                - Demokrasi almış yara
 
                - Ufkumuz görünmez kara
 
                - Gizli ödenekten para
 
                - Çalınmaz göz ,göre  göre.
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA  | 
      
      
        | 
         
        
        Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                
                 - DÜŞERİM
 
                
                -  
 
                - Seninle sensiz yaşarım
 
                - Gel desen gele düşerim
 
                - Bende böyle bir beşerim
 
                - Hallerden hale düşerim  
 
                -  
 
                - Yaparım aşk için hile
 
                - Yel olur dağlar aşarım
 
                - Yetişmek için menzile
 
                - Bellerden ,bele düşerim.
 
                -  
 
                - İçim coşku dolu benim
 
                - Bendime sığmaz taşarım
 
                - Akan suyun yolu benim
 
                - Sellerden , sele düşerim.
                 
 
                -  
 
                - Yüreğinle sarsan beni
 
                - Gönlünde sevda eşerim
 
                - Sevip’ de harcarsan beni
 
                - Ellerden, ele düşerim
 
                -  
 
                - Bende sen varsın sor niçin
 
                - İçimden gelir coşarım
 
                - Kem söz etme benim için
 
                - Dillerden dile düşerim  
 
                -  
 
                - Gitme bir bak n’olur dur da
 
                - Senin için hep başarım
 
                - Rüzgar gibi dağda kırda
 
                - Yellerden ,yele düşerim
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
                
                  | 
      
      
        | 
                Atilla ALPAY | 
      
      
        | 
                
                Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
             
               YEŞİLAY  ÜNİVERSİTEDE..
            
            Her  yıl geleneksel  olarak yapılan 
            üniversite  bahar şenliğine  bu  yıl Açaray  gençlik kültür ve 
            sanat  Derneğinin  davetlisi  olarak katılan  Türkiye  Yeşilay 
            Derneği   Çorum Şubesi de açtığı  standıyla ilgi ve beğeni   
            topladı.
            Üç gün süren  şenlik boyunca  
            gençlerle beraber olan  ve onlara sigara  alkol ve  uyuşturucuların 
            zararlarını anlatan Şube  başkanı Attila ALPAY; gördüğü ilgiden  
            memnun  olduğunu   belirterek şunları söyledi :
            “Hitit  üniversitesinin Geleneksel 
            olarak yaptığı  bahar  şenliklerine  bu yıl ilk defa  katıldık. 
            Üniversite  yönetiminin  bize verdiği  yerde  stand açarak  
            panolarımızı  yerleştirdik. Üniversite gençliğimizden  çok büyük bir 
            ilgi  ve   alaka gördük. Pek çoğunun  sigara içmesine rağmen  hemen 
            hepsinin bırakma isteği içinde  olduklarını gözlemledik. 
            Bütçelerinin  büyük bir kısmının  bu zehire gittiğinin ve şiddetle 
            zehirlendiklerinin hemen  hepsi farkında. Yine hepsi de  kurtulma  
            yolları arıyor.Onları bilgilendirdik , broşür ve cd 
            dağıttık.Sorularını  cevapladık.Sergi  süresince  sigarayı  bırakan 
            gençlere  belge ve armağanlar verdik.Gördüğümüz samimiyetten son  
            derece memnunuz. Bütün  gençlerimizin sigarayı  ve kimne içiyorsa 
            bilumum bağımlılık  yapan maddelerini bırakmalarını  ve sağlıklı bir 
            ömür   sürmelerini  diliyoruz. Hepsine  derslerinde  başarılar 
            temenni  ederiz. Ayrıca bize  yer veren  üniversite  yönetimine ve  
            bizi  bu etkinlikten haberdar ederek davet eden Açaray  Kültür ve 
            gençlik derneğine de  çok  teşekkür ederiz.”
         | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Bora ATILGAN  | 
      
      
        | 
         
        
        Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
              TAŞRADA İNTİHARA HAZIRLANAN BİR FARE
            Geldi, yazıcımın içine girdi. Ben 
            onu misafir etmemiştim oysa. Mülkiyetimin sınırlarını gaslederek 
            geldi ve benim hayatımın içine acısıyla kederiyle yerleşti. O derece 
            rahattı ki ben bile kendi yaşam alanımda bu ölçüde rahat tasarruflar 
            gerçekleştirme konusunda onunla yarışamam. Ne kadar rahattı, yüzünde 
            belli belirsiz bir gülümseme de vardı galiba. Tüm dünyaya karşı bir 
            isyanı mı simgeliyordu bu küçücük farenin varlığı.  Oysaki çevremi 
            bütün bütün düzenlemiştim. Beni etkileyecek olan ortamımın aurasını 
            bozacak düzeydeki her şeyi uzaklaştırmıştım çevremden.. Bulunduğum 
            yere hâkim olmanın mutluluğunu tarif bile edemezdim önceleri, buna 
            inanın. Yalanı bile uzaklaştırmıştım hayatımdan. Zamanla bunu da 
            yani yalana da alıştım. Alıştırdılar işte ne yapabilirim. Ah o şeker 
            ve sevimli fare. İlk günlerde tiksinmiştim ondan, korkmuştum bana 
            virüs bulaştıracağını düşünerek. O ise korkarak değil hissederek 
            sevmişti beni ya da ben öyle hissetmiştim. Altı üstü bir fare 
            değildi bu, ‘’hümanist entel bir serseriydi’’ kesinlikle. Nietzsche 
            felsefesindeki anarşik öğelerin kökenleri üzerine bir yazımı 
            yazdırırken yazıcımın içine öylece ağıverdi işte. Ani bir refleks 
            ile onu engelleyemez miydim? Bunu elbette yapabilirdim. Zaten tüm 
            tanıdıklarım bu tür entelektüel konulardaki refleksif hassasiyetim 
            konusunda hemfikirdirler. Masamın ayrılmaz parçaları olan gazete 
            destelerinden birkaçını kullanarak farenin üzerine bir kâbus gibi 
            çökemez miydim? Bunu da yapabilirdim; çünkü bu tür tacizlere karşı 
            gösterdiğim fiili tepkilerim allame arasında meşhurdur; ama 
            yapmadım. Korkudan değildi, inanın, sadece bunu yapmak istemedim. 
            Bazen edip eylediklerimizin sebebini net bir biçimde bilemeyiz, 
            bizim dışımızda olan etkenler nedeniyle harekete geçen kaslarımızın 
            edip eylediklerinden mesul edilemeyiz. Biz yapmamışızdır, bizi bir 
            dürten olmuştur bu işe ve bunlara dürtü denir. Bu durum da tam 
            olarak bu tarife uygun bir biçimde gelişti.
            Günler geçtikçe faremin çıkardığı 
            seslere alışmaya başladım. Sabahleyin erkenden kalkarak senfonik bir 
            eyleme hazırlanıyordu fareciğim. Oldukça kakafonik sesler çıkarıyor 
            olsa da modern atonal müziğin kuramsal ve felsefi içeriğine yabancı 
            olmayan kulaklarım bu düzensiz sesleri bir senfoni gibi algıladı. 
            Algımda bir yanılma payı elbette vardı; fakat ben bu yanılma payının 
            katsayısının yüksek olduğunu pek düşünmüyorum. Evet, çok 
            heyecanlanmıştım. Yazıcımın içinde dünyanın en etkileyici atonal 
            müzik şaheserleri bedava besteleniyor ve sadece bana sunuluyordu. 
            Kendimi bir lord gibi hissettim. Büyük ve görkemli şatomun içine 
            tıktığım ve paraya boğduğum onlarca klasik müzik sanatçısı sadece 
            benim için en güzel eserlerini veriyorlardı. Ve ben sofamdaki ipek 
            koltuğa oturmuş ve ayaklarımı geniş penceremden gördüğüm kusursuz 
            kır manzarasına doğru uzatmış bir biçimde onları dinliyordum. Hayal 
            bu işte, nasıl ki dilin kemiği yok ise hayalin de kemiği yok. 
            Hayallerinizin sınırları ile imgelerinizin sınırları aynı. Öyle 
            işte! Benim şeker fareciğim seni sevmeye alışıyor muyum ne?  
            Sevgi mi? Kimse bunun varlığını 
            iddia ederek bana çeşit çeşit taklalar üzerinden felsefeler üretmeye 
            kalkmasın. İnsanlar sevilmek için çok kötü ve benim minicik farem de 
            bunun farkında elbet. İnsan adı verilen vahşi yaratığın güvenilmeye 
            değmeyen bir yapıya sahip olduğunu benim minicik fındık farem de 
            biliyor. Yazıcımın içine girerek hayatımı taciz etmeye başlayan bu 
            fare vesilesiyle fare adı verilen yaratıklar hakkında bilgilerimi de 
            tazeleme imkânı elde ettim. Mesela fındık faresi farelerin en küçük 
            olanlarından ve bu fare türü elektronik aletlere özel bir ilgi 
            duyuyor. Bunları kemirerek yaşamını sürdürüyor. Benim farem de 
            fındık faresi boyutlarında olmasına rağmen senfonik sesler çıkararak 
            kemirme etkinliği konusundaki üstün başarıları nedeniyle fındık 
            faresi adı verilen zararlı mahlûkat sınıflaması içine girmiyor. 
            Vereceği zararın da o kadar büyük olacağını sanmıyorum ben. 
            Sanrılarım pek güvenilir şeyler değil, bunu biliyorum; ancak 
            insanoğluna olan güvensizliğim nedeniyle güvenecek bir tek bu 
            minicik fareyi buluyorum galiba. Emin değilim hiçbir şeyden, 
            insanlara güvenim sarsılıyor, hayvanlar âlemini tanıdıkça insanların 
            hayvanlaşmaya başladığını düşünmeye başlıyorum. Bugün gördüğüm 
            insanlar geçmişte abideler yaratarak insanın ruhsal dünyasına 
            tercüman olmuş o şair ve yazarlar neslinin torunları mı? Kesinlikle 
            hayır! Ben bir insan olarak bir insan yerine bir fare ile 
            dertleşmeyi deniyorsam bunun bir tek açıklaması olabilir: insanlar 
            beni ve benim değerli düşüncelerimi hak etmiyor. Hakkınız olmayan 
            bir şeyi size verdiğim için ben suçluyum; çünkü hiçbiriniz bunu hak 
            etmemişti. Alayınız dayatılmış bir adiliğin aidiyetinin sırtınıza 
            vurduğu semerler ile yol almaya çalışıyorsunuz. Bunu görmenizi 
            beklemiyorum, beni farem bunu görüyor bu bana yeter. Beni anlamanızı 
            istemiyorum, benim farem beni anlıyor bu bana yeter. Ama şunu bilin 
            ki size boyun eğmeyeceğim, isyanımın bayrağını dalgalandırmaya devam 
            edeceğim. İtirazımı yüksek sesle sürdüreceğim. Hem kimsiniz siz? 
            Benim hayatıma bu derece rahat bir biçimde müdahale etme hakkını 
            kimden alıyorsunuz. Kendi aşağılıklığınızı görmeden benim 
            samimiyetimi sorgulamaya çalışıyorsunuz? Hititler gelecekte böyle 
            tipli insanların topraklarının üzerinde hüküm süreceğini bilselerdi 
            eminim ki Hattuşaş’ı buraya kurmazlardı. Ama gelecek bilinemez ki …
            Küçücük bir fare bile insan adını verdiğimiz yaratıkların 
            yanında gayet medeni bir konumu işgal ediyor. Sam Savage’nin Firmin 
            adlı romanı da burada anlam kazanıyor. Kitapların arasında onları 
            okuyarak insanlar âlemi hakkında bilgi sahibi olan ve kendini 
            geliştiren bir hümanist entel fare yanında ot gibi yaşayıp inekler 
            gibi böğüren ve birbirini yemek için zaman kollayan bu vahşi 
            yaratıkların yeri ne? Felsefe okumaları yapabilen bir farenin 
            yanında daha kendi dilindeki bir metni okuyup anlayamayan 
            yaratıkların esamisi okunur mu? Peki bu yaratıkları ciddiye alarak 
            yapılan faaliyetler yerini bulup amacını gerçekleştirebilir mi?
            Kim ne derse desin Anadolu hala 
            Yakup Kadri’nin Yaban’ında anlatıldığı ölçüde yaban ve yırtıcı. 
            Kendi dışından gelenleri kabul etmeyecek kadar tutucu ve yobaz. 
            Kendi yabanlığına bakmadan, medeni insanları iftiralarla yıldıracak 
            kadar kurnaz ve ikiyüzlü. Yaklaşık bin yıldır bu topraklar üzerinde 
            ekip biçiyoruz ve hala bu toprakları ıslah edebildiğimiz söylenemez. 
            İnsanlarımızı ıslah edemedik ki toprakları nasıl ıslah edelim mi 
            dediniz? Haklısınız insanlarımız ıslah edilmemek için üstün çaba 
            sarf ediyorlar. Bu çabaları nedeniyle onlara üstün hizmetsizlik 
            madalyası versek yeridir. Ancak bütün bu duruma rağmen ‘ gelen neden 
            gitmek için gün sayıyor buradan’ diye sormaları da yok mu? Beni deli 
            ediyor. Siz onları kaçırıyorsunuz da ondan anladınız mı mankafalar 
            diye haykırasım geliyor.  
            Reşat Nuri’nin güzel bir romanı var 
            bilisiniz belki: Yeşil Gece. Romanın adı Anadolu’nun yabanlığının 
            sebebine yönelik ipuçlarını içeriyor olsa da ben bu romanın 
            cehaletimizin daimiliğinin engellenememesi hakkında bilgi edinmek 
            amacıyla okunması taraftarıyım. Şunu da söylemekten çekinmiyorum: 
            zamanı geldiğimde ayaklarım topuklarıma değe değe kaçıp gideceğim bu 
            zorunluluklarımdan ve sizlere inat bir fare besleyeceğim kafeste, 
            daha sonra da ‘fareciğim altın kafeste aman’ diye türküler 
            söyleyeceğim sevinç içinde.
            Vakti zamanında Don Kişot’u okumak 
            gibi bir gafleti ve dalaleti gerçekleştirmiş 
            bulunduydum!!! Yel değirmenlerinin betonsu kütlelerine hücum 
            etmeyeceğim.  
            İlgililere binaen duyurulur!
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Bora ATILGAN  | 
      
      
        | 
         
        
        Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
              HÜZÜNLERİN TERAZİSİ
            Tartarak aşamadığınız kütle 
            problemlerini ölçeceğiniz bir alanın olmasını mutlaka istersiniz. 
            Kütlesel bir problem olmadığını kesinlikle bildiğiniz duygusal 
            sorunların bile ağırlığını tartabileceğiniz hassaslıkta terazilerin 
            olmasını mutlaka istersiniz. Ne garip ki bunu ben de isterim. 
            Geceler boyu yalnızlığınızı körükleyen ve ağırlığıyla boynunuza 
            vurulmuş bir prangayı andıran hüzünleriniz ölçü tutmaz olur. Üzülmek 
            çare değildir çoğu zaman; çünkü üzülerek aşamazsınız hüzünlerinizi. 
            Beklersiniz, ‘’O’’ gelsin diye türlü batıl çareler aramaya 
            başlarsınız ve o bir türlü gelmez. Bekleyen olmak beklenen olmaktan 
            daha iyidir bazen. Bekleyişin verdiği acılar ile berkleşen yüreğiniz 
            en sert aşkların acılarına hazırlıklı hale gelir. Bunu bu kadar 
            akılcılaştırmak doğru mudur peki? Yani iki kere ikinin dört olduğu 
            gerçeği kadar belirgin midir acıların insan yüreğini berkleştirdiği? 
            Sanmıyorum. Hayatımızın birçok alanını kaplayan bu tanımlanmış 
            duygular, piyasanın göbeğinde en müstehcen biçimde pazarlanıyor 
            zaten. Bizler bize sunulan duygulardan en rağbet edilenlerini 
            seçmeye çalışıyoruz. Bir boy büyüğünü alıyoruz seneye de olsun diye; 
            ama hiçbir zaman seneye de kullanamıyoruz bu duygularımızı;  çünkü 
            modası geçmiş oluyor bir sonraki sene geldiğinde. Şekillere bağımlı 
            bu duyguların kendilerini şekillerle ifade etme çabası çoğu zaman 
            çok gülünç oluyor; eğlencelik izlence hissi veren hüzünlerin 
            poşetlenmiş Pazar hali satılan değerlerin içinde satılmışlık 
            mertebesine kadar düşen bu duyguları mizahın terazisinde tartıyor.
            
            
            Tartımı ayarladım, yalan yanlış 
            ölçse de hüzünlerimi bu tartının verileriyle yolumda yürümeye devam 
            edeceğim. Hüzünlüyüm desen burada oldukça basit ve estetikten yoksun 
            bir iç dökme olur diye düşünüyorum. Zaten ben genellikle 
            düşünüyorum. Descartes’in dediği gibi var olmayı da bir başarabilsem 
            herhangi bir sorunum kalmayacak. Hüzünlerimin mutlaka mantıklı bir 
            nedeni vardır; ancak ben bu mantığı kuranların bilişsel düzeyine 
            erişmiş miyim bilemiyorum. Mantığınım durduğu bir nokta olmasını da 
            istemiyorum bu durumun. Akıp gitmeli düşüncelerim hüzün deyince. 
            Anlamalıyım, anlamlandırmalıyım, kendime göre bir tanımını 
            yapabilmeliyim hüzünlerimin. Hüzün sözcüğüne eklediğim bu iyelik 
            ekinin bir anlamı olmalı işte. O’nu anlamlandırmalıyım. Nice saf 
            duygunun ehliyetsiz ellerde harcandığı, birçok hassas insanın hassas 
            sıfatını kazanmak için kendi özüne yabancılaştığı günümüzde ben 
            kendi duygularımı hüzünlerimi iyelik ekim ile donatabilmeliyim. 
            Hüzünlerimin üzerinde bir başka tekil şahsın eki olmamalı. Oysa 
            benim hüzünlerimin üzerinde tekil olmayan milyonlarca çoğul şahsın 
            izi var. Onlar hüzünlerime değdikçe daha bir çoğul oluyorum galiba. 
            Dassein’imin bir parçası olmuş bu çoğul hüzünler. İkinci ve üçüncü 
            çoğul şahısların penceresinden bakıyorum dünyamı kamaştıran 
            hüzünlerime. Şahıslarım çoğaldıkça ben de çoğalıyorum. Benliğimde 
            birkaç müstear ismin ağırlığını taşıyorum işte. Bunu neden mi 
            yapıyorum? Yapmasaydım çıldıracaktım desem Sait Faik‘e özenmiş olur 
            muyum?  Ophelia’ya yazarken kendim olmak için başkalarına yazarken 
            uydurma kimliklere bürünüyorum desem ‘’ kökü dışarıda’’ olan bir 
            evrensel esinlenme hattının eksenine girmiş olur muyum? Pessoa mıyım 
            ben, kendimi Pessoa kadar yetkin mi görüyorum bu merhalede?
            Hüzünlerimin terazisini getirin bana, kendimi tartmak istiyorum. 
            İki dirhem kadar gelsem de benliğimde kaç kişiyi taşıyabileceğimi 
            görmek istiyorum. Büyük olasılıkla bir benliği bile taşıyamadığım 
            için sıfır ve virgülle başlayan bir ondalık değerim olacak bu 
            terazinin üzerinde. Ne gam, hiç sorun değil. Yine de görmek 
            istiyorum. Al eline kalemi yaz başından geçeni tarzında şair ve 
            yazarların türediği bu günlerde başımın içinden geçenlerin hamalı 
            olup onları kendime dert edindiğim için hiç de mutsuz değilim. 
            Kendimi dışlanmış gibi hissetmiyorum; aksine ben bütün bu 
            kokuşmuşluğu ve aleladeliği kendi isteğimle dışlıyorum. Belki de bu 
            bir savunma mekanizması, Freudyen bir okuması yapılabilecek nevrotik 
            bir durum. Olsun, ben bu durumumu benimsiyorum ve tüm ağırlığını 
            gönüllü olarak üstleniyorum. Bu konuda kimseyi suçlayamam ve 
            yargılayamam. Kendi suçumu üstlenebilecek kadar cesur ve kişilik 
            sahibiyim. Belki de bu bana öyle görünüyor. Hüzünlerimle baş başa 
            kaldığımda kendime sorduğum nadir sorulardan biri de suçumun 
            kefaletini ödemeye muktedir olup olamayacağım meselesi üzerine 
            odaklı. Farklı kişiliklerin hamalı olduğumu biliyorum, onları kendi 
            isteğimle üstleniyorum.
            Başıma aldığım bu bela da neyin 
            nesi? Kalemimin ucundan damlayanlarla kedimi vuruyorum. Hiç kimse 
            böyle intihar etmeyi denememiştir, buna eminim. Sorularınız varsa ya 
            şimdi sorun ya da daha sonra ban sorun çıkarmayın. Ey insanlık benim 
            halimde olsaydın ne yapardın? Çok çoğul bir soru oldu bu biliyorum 
            ve ben bu kadar çok biliyorum demeyi hiç sevmiyorum; çünkü 
            bildiklerimi bu cihanı dolduran bir tutam bilginin sadece bir 
            parçası olduğunu  ‘’ biliyorum’’. Sakın korkmayın emi,hüzünler 
            üzerine son yazım olmayacak bu. Daha devam edeceğim ama şimdilik 
            değil. Nedenini sormayın bana, nedenlerle aram bu sıralar pek iyi 
            değil.
            Hüzünlerim, ne olur beni anlayın, 
            eleştirmeyin; çünkü ben kendini eleştirdikçe ıssızlaşan biriyim. 
            Şimdi ısız adama çekilmekteyim. Siz şimdilik beni hayal etmekle 
            yetinin.
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Bora ATILGAN  | 
      
      
        | 
         
        
        Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
              GELECEĞİN ATLILARI İÇİN TEMEL SÜVARİ EĞİTİMİ 
              MAHİYETİNDE AFORİZMATİK ULUMALARDIR.
            Ulumalar hayatı taciz etmeyi 
            becerebildiği oranda etkileyici oluyor. Sil baştan yazılan birçok 
            hikâye hayatın içindeki temel taciz hattını oluşturuyor ve yola 
            devam edenlerin gittikleri yerde yaşadıkları tacizin etkileriyle 
            yaşamalarına neden oluyor.  
            Hayatın insanlara dayattığı birçok 
            yükümlülük var ve biz bu yükümlülüklerden yan çizmek için elimizden 
            geleni yapıyoruz. Bilerek ve ya bilmeyerek başka insanların hayatını 
            etkiliyoruz. Etkileşimin en fazla arttığı yerler olarak da karşımıza 
            büyük şehirler çıkıyor. Metroda karşımızdaki koltuğa oturan kişinin 
            o koltuğa oturmaktan başka bir suçu olmasa bile o an orada olması 
            hayatın ona biçmiş olduğu bedeli ödemesi için yeterli oluyor. 
            Elinizde olmadan gözleriniz karşınızdaki kişinin gözleri üzerinde 
            dolaşmak zorunda kalıyor. Gözlerinizin dar açısına yerleşen onlarca 
            insanın çoğu zaman estetikten yoksun yüzleri o an içinde kendinizi 
            gerçekleştirmenize engel olur. Şehirlerdeki bu karmaşık durum süre 
            giden bir anarşinin varlığını hissettirse de bu durum izin verilmiş 
            bir anarşinin bizim isteğimiz dışında hayatımıza sokulması demek 
            aslında. Bunun farkına varmak o kadar güç olmasa dahi farkına 
            vardığın şeyi değiştirmek için harekete geçmek sırası geldiğinde 
            yılgınlığımız ya da umursamazlığımız, sorumsuzluğunuz arttıkça 
            artıyor. Milyonlarca insanın keşfettiği bir durum bu; ancak bu 
            binlerin algısındaki yanılmalar nedeniyle değiştirmenin 
            gerçekleşmesi sonraki bir zamana erteleniyor. Ertelene ertelene sona 
            ertelenmişliği yaşamaya başlıyoruz hayatta. Ertelenen de biziz 
            erteleyen de. Yılmışız yaşadıklarımızdan, dışımızdaki güçlerin bizi 
            kategorilendirmek için gösterdiği çaba karşısında direncimiz çok 
            düşük. Düşmüşlüğün, aşağılığın teorisinin temel fizik kanunları 
            misali deneysel süreçlerle ispata çalışıldığı kalabalık şehirlerde 
            şehrin en minik parçası halinde yaşamımızı devam ettirme zorunluluğu 
            elimizi kolumuzu bağlıyor. Çaresizliği sürekli yaşayınca 
            umursamazlığımız da artıkça artıyor. Umurumuzda değil içinde 
            bulunduğumuz durum ve kimiz biz? Kimliğimize ne tür bir değer hangi 
            birim ile veriliyor? Ölçtükçe artıyor mu acılarımız, 
            terkedilmişliğimiz; yalnızlığımız? Nedir bizi bunca bunaltan bunca 
            çaresiz bırakan temel psikolojik süreç? Bildiğim tek şey var: 
            öğrenilmiş çaresizlik!  
            Milyonlarca insanın yaşadığı en 
            büyük psikolojik sorun bu. Deney kafesine kapatılmış fareler 
            gibiyiz, deneyi yönetenler tarafından ortama sunulan acı verici 
            uyarıcılar tepkilerimizi düzenliyor, zaman zaman arttırıyorlar 
            tepkiyi deneyi yönetenler, zaman zaman azaltıyorlar, biz ise acı 
            verici uyarıcıyı azaltmanın elimizde olmadığını “öğreniyoruz”. 
            Öğretilen bir durum içindeyiz hepimiz. Bunun farkında olsak da 
            değiştirmenin imkânsızlığını öğrenmişiz bir yerlerde. Bu nedenle 
            değişebilir bir durum karşısında olsak bile bu durumu 
            değiştiremiyoruz; değiştiremeyeceğimizi sandığımız için harekete 
            bile geçmiyoruz. Pasifliğimizi başka türlü ifade edebileceğimi 
            sanmıyorum.
            Uluma meselesine gelince, ulumanın 
            yayılması ile bu durumun insan bilişsel süreçlerine dayattığı 
            zorunluluk, insanın farkı algılaması ile ortadan kalkabiliyor. 
            Ulumanın baskısı ile tepkimeye giren insan psikolojisi “acaba” 
            sorusunu sorarak içinde bulunduğu durumu sorguluyor. Tahlil 
            sürecinin uzaması bir anlamda sorgulama sürecinin uzaması demek 
            oluyor ve bu durumda insanın içinde bulunduğu psikolojik konum daha 
            iyi eleştirilebiliyor.  
            Gelelim geleceğin atlılarına: 
            Anadolu coğrafyasında nice dert ve sıkıntıyı yaşayan bir milletin 
            gençliği olarak ileriki koşularımızı başarıyla tamamlamak için bize 
            düşen temel görevler vardır. Daha önce de tanımladığımız gibi içinde 
            yaşadığımız şehirlerin bize dayattığı sanal gerçekliğin dışında bir 
            düşünüş hattı kurmak için içinde bululduğumuz tecrit haline yönelik 
            bir itirazımızın olması gerekir. İtirazımızı yaşamın merkezine 
            eylemsel bir biçimde yerleştirebilmek itirazımızın sanallığını da 
            ortadan kaldırır. Düşüncelerimizin içerdiği itiraz, durumu farkı 
            hissettirecek düzeye ulaşmalı ve temel epistemolojik klişeleri 
            parçalayacak düzeyde yıkıcılığı rahminde besleyip büyütmelidir. Biz 
            her ne kadar Bozok Yaylası’nın göbeğinde bütün bu hay huydan uzak 
            bir yaşantı sürdürmeye çalışsak da küreselleşen dünyanın sanal 
            verileri tarafından bilinçli ve programlı bir süreç zarfında taciz 
            edilmekteyiz. Eserlerimizin de bu süreçten etkilenmesi olasıdır. 
            Buna engel olmak ve eserlerimizin özgünlüğünü korumak için geleneğin 
            kanıtlanmış verilerini yeni bir felsefi sanatsal süreçten geçirerek 
            işlemeliyiz. Aksi takdirde Türk felsefesi ve sanatının geleceği batı 
            sanat ve felsefesinin güdük bir kopyası olma gerçeği ile karşı 
            karşıya gelecektir. Günümüzde tartışılan felsefi ve sanatsal gündem 
            bunun en gerçekçi örneğidir. Bugün bir felsefenin geçerliliği batıda 
            bu felsefeyi benimseyen aydınların çok olması ile ölçülmektedir. Bir 
            sanat eserinin değeri milyon dolar vurguncularının ona biçtiği maddi 
            değer ile ölçülmektedir. Bu süreç izlendiğinde Türkiye’de sanat 
            eserinin ilgi görmesi için bu sanat eserinin batıda rağbet edilen 
            bir sanat anlayışıyla üretilip üretilmediği önemli bir ölçüttür.
            Geleceğim atlılarını tanımladığımıza 
            göre bu atlılara verilecek temel süvari eğitimini de tanımlamalıyız. 
            Bu eğitim geleneğin verilerini putlaştırmadan gerçekçi bir düzleme 
            oturtarak işleyen, geleneğin eş süremli ve art süremli okumalarını 
            yapabilen, anakronizme sapmadan geleneği günümüz verileriyle 
            harmanlayabilen, harmanlama yaparken yamalı bohça yaratmadan özgünü 
            yakalayabilen bir anlayışla yapılabilir. Sanat nasıl ki yaşamı 
            anlamanın organonu ise ( Wilhelm  Dilthey) gelenek de yaşamın 
            köklerini içinde taşır. Okullarımızda verilen sanat ve felsefe 
            eğitimi, batı sanat ve felsefesine dayalı olarak tam anlamıyla bir 
            beyin yıkama sürecinin programlanmış halidir. Milli eğitimin 
            kaynaklarıyla ayakta tutulan bu okullarda batı kültürü yedisinden 
            yetmişine örgün ve yaygın eğitim gören binlerce öğrenciye adeta 
            dayatılmaktadır. Kendi sanat ve felsefesine yabancılaşan bu bireyler 
            bütün felsefeci ve sanatçıların batıdan çıktığını düşünerek bu 
            ülkeden iyi yetişmiş dahi sanatçıların asla yetişemeyeceği 
            anlayışına klasik biçimde koşullandırılmaktadır. Değiştirmeye 
            çalışan sanatçıların ve felsefecilerin de batıya endeksli medyada 
            yer bulamayacağı öğretilmektedir. Böylece öğrenilmiş çaresizlik 
            durumu palazlandırılmaktadır.
            Özetle “bizden adam olmaz” 
            anlayışının güdüklüğü ile kendi gizilgücünü kavrayamamış bireylerin 
            yetiştirdiği gençlerin üretebileceği bir sanat ve felsefe 
            bulunmamaktadır. Geçmişindeki dahi sanat ve felsefe adamlarını 
            tanımayan genç birey tanımadığı bir geleneğin sürdürücüsü olamaz. 
            Buraya kadar devam ettirmeye çalıştığımız ulumanın anlamı da budur 
            işte. Eğiticilerin ulumaları ile uyandırılan bireyler bunu 
            kavrayacak uyanıklığa sahip olabilirler. Aforizma tik bir ulumayı bu 
            yazının sonuna kadar bekleyen saf ve temiz okuyuculara tavsiyemiz 
            aforizma ile hayatı tanımlamaya çalışanların, hayatı sınıflandırmaya 
            çalışan gözlük takmış atlar olduğu gerçeğini hatırlamalarıdır. Keza 
            her tanımlama çalışması “ağyarını mani, efradını cami”’ mahiyette 
            olmalıdır.
             
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
              BİSİKLETE BİNELİM!
            Geçenlerde bir acil işi için Saat 
            kulesinden Bahçelievler de bulunan evime çıkmak yürürken bir Gazi 
            Caddesinde araçların olmaması dikkatimi çekti. Dikkatli bakınca 
            yolun iki tarafının da araç trafiğine kapalı olduğunu gördüm. 
            Etrafta da pek çok polisin olması beni biraz daha araştırmaya itti.
            Birisine sordum:
            - Ne oluyor. Hayırdır? Sorduğum 
            kişi:
            - Bir şey yok amca otuz yaşın 
            üzerindeki şahıslara bisiklete binmelerini tavsiye için bisiklete mi 
            bineceklermiş. Biraz önce bisikletlerle yukarı çıkmışlar. Şimdide 
            buradan geçeceklermiş. Dedi.
            Fotoğraf makinemi çıkartarak bir iki 
            poz alalım diye bekledim. Bir ekip aracının eskortluğunda 
            bisikletliler gözüktü. Birkaç kare resim alabildim.  
            Lafı uzatmayalım. Bu grupta otuz 
            yaşında 9 şahıs vardı 30 yaşının altında da bir o kadar kişilerin de 
            bulunması dikkatimi çekti.
         
          | 
      
      
        
        
         
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         
        ANAM II 
  
        Vardığın yerde kim bilir 
        Hangi makamda bulunuyorsun 
        Çektin o zamanlar eşinden 
        Biz çocuklarında. 
        Babamın bir maaşı yetireceğim diye 
        Yürürdün pazarları o uzak yere 
        Aldığın üç file sebzeyi alır getirirdin bize. 
        Bilmemiştik kadrini o zamanlar 
        Ne cefalar içinde bizleri büyüttüğünü. 
        Ya şimdi biliyor muyuz? 
        Yine bilmiyoruz kadrini. 
        Aklımıza gelirse bir Fatiha 
        Yollarsak mekânına bazen 
        Ziyarete gelemezsek kabrini 
        Unutuldun sanma seni  
        Anamsın bilmedik kıymetini. 
        Bir zaman sonra bizde  
        Senin gibi kabir ehli olup 
        Buluşur muyuz yandaki boşlukta 
        Uzatırlar mı acaba kabrinin yanına. 
        İşte dünya böyle anacığım, 
        Sen yaşadın ve göçtün buradan 
        Bizde geleceğiz ardından.  | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
          
               1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
            
            Sekiz saatlik iş gününü elde etme 
            amacı düşüncesi ilk kez Avustralyalı isçiler, 1856'da, sekiz saatlik 
            işgünü lehinde gösteriler, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, 
            hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler.
            Bu kutlama 21 Nisan olarak 
            kararlaştırıldı. Avustralyalı isçiler bu kararı, sadece o yıl için 
            düşünmüşlerdi. Bu girişim heyecanlara yol açtı ve bu kutlamanın her 
            yıl tekrarlanmasına karar verildi. Bu kutlama diğer ülke yayılmaya 
            başladı ve dünyanın bütün ülkelerince benimsendi. Amerikalılar 
            1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar 
            verdiler ve l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş bırakarak 8 saatlik 
            işgünü talebinde bulundular. Polisiye ve yasal baskılarla, gösteriyi 
            tekrarlamasını birkaç yıl engellendi. 1888'de bu kutlamalar için 
            yeniden karar alındı. Avrupa'daki işçi hareketi de, bu hareketin en 
            güçlü ifadesini 1889'da toplanan Uluslararası İsçiler Kongresi 400 
            delegenin katıldığı sekiz saatlik işgünü talebinin en basta yer 
            alması gerektiği yolunda “Uluslar Arası Birlik, Mücadele ve 
            Dayanışma Günü” olarak kabul kararını aldılar. Fransız 
            sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu isçi Lavigne, bu talebin tüm 
            ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif 
            etti. Amerikan isçilerinin temsilcisinin l Mayıs 1890'da grev 
            yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Amerika Kongresi bu 
            tarihte uluslararası gününün kutlanmasına karar verdi.
            Türkiye’de; Anadolu'da 1 Mayıs ilk 
            defa 1905 yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması 
            izledi İstanbul'da ilk 1 Mayıs kutlaması 1910'da yapıldı. 1912 
            İstanbul Pangaltı da yapılan kutlamadan sonra, 1913 Kutlamalar 
            yasaklandı.  
            1920 1 Mayısı'nda işgal idaresinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun 
            baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. 1921'in 1 
            Mayısı'nda yürüyüş ve kutlamalar askeri suç ilan edilmesine rağmen 
            İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye, Seyrü 
            Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları 1 Mayıs'ı 
            kutladılar. 1922  Sultan Ahmet Meydanında toplanan emekçiler, 
            Galata’dan gelen gurupla birleşerek Kağıt haneye yürüyerek gösteri 
            yaptılar. 1923 1 Mayısı'nda çok sayıda yerli ve yabancı işletmede 
            çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin arasında, yabancı 
            şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak 
            tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve 
            grev hakkı talepleri vardı. Birçok işçi bu gösterilerde tutuklandı.
            1924 yılında1 Mayısı'nı "İşçi 
            Bayramı" olarak kutlayan işçiler engellenmek istendi. Sekiz saatlik 
            işgünü için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı. 1925 yılında 
            Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi. 1935 
            yılına kadar her yıl ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan 
            sonraki tarihi yasaklarla yazıldı.
            1935 yılında "Ulusal Bayram ve Genel 
            Tatiller Hakkında Kanun" adıyla çıkarılan düzenleme ile "Bahar ve 
            Çiçek Bayramı" olarak 1 Mayıs genel tatil günlerine dâhil edildi. 27 
            Mayıs 1960 ihtilalinde yasaklar yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve 
            Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 
            Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı. Ancak bu girişimlerin 
            hepsi, kararlı mücadeleler sonucu geri döndü.  
            En büyük katılımlı 1 Mayıs, 1976 
            tarihinde kutlandı. Bu kutlama DİSK'in öncülüğünde Taksim Meydanında 
            yapıldı. O gün Taksim Meydanı' nı 400 bin emekçi doldurdu. Taksim 
            meydanı "Bir Mayıs Meydani" adi ile anılmaya başladı. 1977 tarihinde 
            500 bin emekçi Beşiktaş ve Saraçhanede toplanıp Taksime yürüdü. 
            Halen meçhul olan saldırılar sonucunda 37 kişi katledildi, 200'den 
            fazla yaralı mevcudu ile kanlı 1 Mayıs olarak tarihimize geçti. 1978 
            tarihinde yüz binler Taksim alanında toplandı. 1977 katliamının 
            failleri bulunsun taleplerinde bulunuldu. 1979 yılında Sıkıyönetim 
            Komutanlığı İstanbul'da mitinge izin vermedi; yasağa uymayarak 
            Taksime çıkan 1059 kişi göz altına alındı. 1979 1 Mayısı İzmir Konak 
            Meydanı'nda kutlandı.  
            1980 12 Eylül Askeri Darbesi sonucu 
            tüm kutlamalar yasaklandı. Bu yasaklar içerisinde 1 Mayıs’ta 
            bulunmakta idi. Bu yeni bir yasaklı dönemde; kısa süreli iş 
            bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi 
            etkinliklerle, 1 Mayıs anısının belleklerden silinmesine izin 
            verilmedi. 1987 tarihinde yedi yıl aradan sonra, bazı 
            Milletvekilleri ve sendikalar öncülüğünde, aydın, sanatçı ve bilim 
            adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı'na 
            1 Mayıs Şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis 
            sadece Milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 1988 
            İstanbul Valiliği 1 Mayıs Kutlamaları için Taksime izin vermedi. 
            Taksime çıkmak isteyen sendikacıları polis önledi. 1989 tarihinde 
            Taksim'de bir araya 2000 kişiye saldırıldı. Mehmet Akif Dalcı isimli 
            bir işçi yaşamını yitirdi. İzmir, Ankara, Adana, Kayseri, Gaziantep, 
            Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Elazığ´da 
            gösteriler yapıldı ve tutuklamalar oldu. 1990 tarihinde Taksim'e 
            yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ Öğrencisi 
            Gülay Beceren felç oldu. 1991 tarihinde İzmir´de 20 bin kişilik 
            gösteri gerçekleştirildi. 1992 TÜRK-IŞ, HAK-IŞ, ve DİSK Ankara´da 
            salon toplantısı yaparak ortak kutlama yapılarak gerçekleştirdi.
            
            
            1996 tarihinde 1980 sonrasının en 
            kitlesel mitingi gerçekleştirildi. Kutlayanların ortak katilimi ile 
            20 yerde kutlama yapıldı. Kadıköy'ü dolduran yaklaşık 100-150 bin 
            gösterici toplandı ama yine açılan ateş sonrası 3 kişi yaşamını 
            kaybetti. 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla kıyaslanamayacak kadar az 
            bir katılımla gerçekti 1997 1 Mayıs’ı İstanbul- Ankara- 
            İzmir-Mersin- Antalya- Denizli ve Uşak’ta yürüyüş ve mitinglerle 
            kutlanmıştır. Bu organizasyonu Türk-İş / DİSK / KESK yapmıştır.
             
            1998 tarihinde 1 Mayıs “Şimdi 
            Demokrasi Zamanıdır” sloganı ile alanlarda kutlanmıştır. 1999 da 
            Büyük Kentler dışında ilçelerde de kutlamalar yapılmıştır. 2000 yıl 
            farklı bir şekilde “Küresel saldırıya küresel direniş”; sloganı ile 
            alanlarda mitinglerle kutlandı. 2001 yılı 1 Mayıs kutlaması İstanbul 
            Abide-i Hürriyet Meydanında “küresel saldırıya karşı güç birliği” 
            sloganı ile kutlandı.  
            Bu kutlamalar 2004 1 Mayısına 
            gelince DİSK, KESK ve diğer meslek örgütleri “bizi Çağlayan alanına 
            hapis edemezsiniz” direnmesi ile kutlamalarını Saraçhane de toplanıp 
            Yenikapı ya yürüyüşlerle ve mitingle kutlarken, Türk-iş ile diğer 
            bazı parti ve meslek kuruluşları Çağlayan alanını doldurdular. 2005 
            1 Mayıs kutlaması İstanbul Kadıköy meydanında 80 bin kişi katılımı 
            ile kutlandı. 2006 1 Mayıs en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy 
            oldu. Çeşitli sendikalar ve gruplar saat 12.00 sularında Rıhtım 
            Caddesi`ne yürüdü. Düzenlenen miting sonrası saat 16.00 sularında 
            gruplar tamamen dağıldı. 2007 yılında 1 Mayıs'ı tekrar Taksim'de 
            kutlayarak aynı zamanda 1977'de olan olayları anmak isteyen grupları 
            polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 
            100'den fazla kişi yaralandı. 580, diğer kaynaklara göre 700'e yakın 
            gözaltı gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını 
            kaybetti. 2007 Tarihinde İşçi Örgütleri karar alarak 1977 Taksim 
            Kanlı Olaylarını anmak istedi. 900 kadar gösterici tutuklandı. Çok 
            sayıda tabanca ve Molotof kokteyli ele geçirildi. 2008 Tarihinde 1 
            Mayıs Taksim Meydanında kutlanmasına izin verilmedi. İstanbul´da 
            şiddetin dozu artı, hastaneye gaz bombası atıldı. İstanbul genelinde 
            531 gözaltı ve 38 yaralı ile kutlandı.
            Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 
            Mayıs'ın resmi tatil olmasına ilişkin düzenlemeyi içeren “5892 
            sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik 
            Yapılmasına Dair Kanun”un onaylayarak Başbakanlığa gönderdi. 2009 
            Nisan'ında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen önergeden sonra 
            1981'den sonra tekrar resmi bayram olarak kabul edildi.  
             Mayıs Bayramı bayram olarak 
            kutlanan ve toplulukların çatışması olarak kutlanması olarak nice 
            yıllarca, yasaklanmadan kutlanmasını dilerim!
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Mahmut Selim GÜRSEL 
          | 
      
      
        | 
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
              HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
                        Geleneklerimizle dini kişilerin karıştığı ve sadece 
            ülkemizde değil bütün İslam âleminde de çeşitli atlarla kutlanan bir 
            bahar karşılama şenliğidir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak 
            adlandırılan Hıdrellez günü; Gregoryen takvimi (Miladi takvimi)ne 
            göre 6 Mayıs, eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen 
            Jülyen takvimine göre 23 Nisan günü olarak  Hızır ve İlyas’ın 
            yeryüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmaktadır.
            6 Mayıs’tan Hızır Günleri adıyla 
            anılır8 Kasım’a kadar olan süre yaz mevsimi, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a 
            kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini 
            oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış mevsiminin bitip sıcak 
            yaz günlerinin başladığının da gösterdiğinin işareti olarak 
            kutlanılır.  
                        Türkiye 6 Mayıs tarihinde kutlanan HIDIRELLEZ ismi 
            olarak anılmaktadır. Bu kutlamalar daha çok kadınlar arasında 
            kutlanır.  
            Hızır Aleyhisselâm’ın (Arapça: al 
            Khidr; Yeşil adam), İbrahim'den sonra yaşamış bir Peygamber veya 
            Veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarney’nin askerinin 
            kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, 
            künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nuh Aleyhisselâmın Sam 
            dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır aleyhisselâm’ın 
            İsrâiloğulların’dan olduğunu söylemiştir.  
            Hızır lakabıyla meşhur olmasının 
            sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil 
            olmasıdır.
            İlyas peygamberin M.Ö. 9. yüzyılda 
            yaşadığı tahmin edilmektedir. İsmi Kur'an-ı Kerim'de geçen bir 
            peygamberdir.  
            Bu iki dini şahsın buluştukları ve 
            bu günün insanların dileklerinin Hızır’ın uğraması ile 
            gerçekleşeceğini umarak dileklerde bulunurlar.
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Müslüm TUNABOYLU  | 
      
      
        | 
         
        
        Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
             
               METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA   KALAN ÇORUM
            
            
            Durup dururken 
            nerden çıktı bu meteorolojik olaylar. Çorum’un geçmişine şöyle bir 
            göz attığımız da çok değişik meteorolojik olayların yaşandığını 
            görürüz.1979 yılının otuz Ağustosu otuz bir ağustosa bağlayan gece 
            saat 22. 45 de başlayan sağanak yağış unutulacak cinsten değil. Hava 
            sıcaklığının normalin üzerine çıkması değişik bir meteorolojik 
            olayın habercisi imiş gibi geliyor insana. O günleri yaşayan 
            Çorumlular hafızalarını bir kez daha sorgulayacaklardır.
            
            Nadık 
            deresinden inen sel,.bugün ki Vali konağının ihata duvarlarını 
            yıktı.Gazi Caddesinde selin yüksekliği iki metreyi buldu.Önüne gelen 
            her şeyi alan sel,suları şehrin batısındaki boşlukları yapay göllere 
            çevirdi.Yarım saati aşkın sağanak yağışla birlikte düşen yumurta 
            büyüklüğünde ki dolu dışarıda yakaladığı canlı cansız demeden tüm 
            varlıkları bilinmez bir değişikliğe uğrattı Çorum o gece yirmi beş 
            evladını kaybetti.Haberleşme olanakları kalmadı.Telefon hatları 
            koptu,direkler devrildi, içinde oturulan oturulmayan .kısaca ne 
            kadar bina varsa  kuzey batı yönündeki camlarını kaybetti.Konutların 
            içerisi buz parçaları ile doldu.Balkonlardan evlere dolan suları 
            boşaltmak için büyük küçük herkes görev aldı.Cam üreten firmalar 
            Çorum’a cam ulaştırmak için araç konvoylarında  yer aldı.Tekerlekli 
            araçların üst kısımları  buz parçalarının darbesinden gerekli 
            nasibini almıştı.Çorum dışına çıkan bu araçların plakasına bakmadan 
            Çorum’dan geldiği hemen dikkati çekiyordu.
            
            Otuz Ağustos 
            seli ve getirdiği felaketi unutmak mümkün değil.çok sayıda konut 
            oturulamaz hale geldi.Sel zedeler için bir süre okullar ve 
            pansiyonlardan yararlanıldı. Dönemin Valisi Nevzat Şensoy’un 
            Çorum’da hayatı normale çevirmek için gösterdiği gayretleri ve 
            çalışmaları da unutmak mümkün değil. Tanık olduğum çok sayıda olayın 
            karşısında unutamadığım bir olayı siz okurlarıma aktarmak istiyorum. 
            Konutlar ya tümden yıkılmış, ya da bir iki duvarı yıkılmış, evde ne 
            varsa yani iğneye kadar her şey sel suları ile yer değiştirmiş, 
            vatandaş olanaksız kendine uzatılacak eli bekliyor. Vali makamına 
            bir pansiyon yöneticisi çağırdı, sel zedelerin misafir edilmesini 
            istedi. Görevlinin olumsuz tavırları kabullenilecek cinsten değildi. 
            Vali kimin malını kimden esirgiyorsun sen diye görevliyi dışarıya 
            attırdı. Yine aynı saatlerde makama gelen bir görevli hanımı, eşinin 
            şehirde olmadığını, kapalı olan ambarın kendisi tarafından açılarak 
            kullanılabilecek ne kadar su boşalma aracı varsa verebileceğini 
            söylemesi Vali Şensoy’u çok duygulandırdı. Anılan araçlar depo 
            kapısı  görevlinin hanımının  kontrolünde kırılarak depo boşaltıldı.
            
            Sel sularının 
            temizliği günlerce sürdü. Ağustosun son günü basın mensupları da 
            çaresizlik içindeydi. Haberleşme çok güçtü. Yol kenarında ne kadar 
            telefon kutusu varsa sel suyu ile dolmuş. Görev yapamaz hale 
            gelmişti.  
            
            Basın 
            mensupları merkez deki PTT binasında toplandık. Pencerelerin camları 
            gece yere inmişti, odanın içersinde hala buz parçaları temizlenmeyi 
            bekliyordu. Biz çok değişik görüntüleri gördüğümüz için burada ki 
            görüntüyü nice sonra fark edebildik. Aramızda haberleşme için 
            çareler üretirken içeriye dönemin PTT Bakım Müdürü Nuri Bey girdi. 
            Meraklanmayın ben sizi istediğiniz istikamete ulaştırırım dedi. 
            Ulusal basın merkezleri ile buluşabilmek için Çorum’dan İzmir’e 
            oradan Ankara’ya, Ankara’dan da İstanbul’a faal iki hattan 
            yararlanarak ilimizin uğradığı doğal afeti yazılı basına 
            ulaştırabildik. Aynı gece Amasya da sağanak yağıştan nasibini almış, 
            bazı maden ocaklarına sel dolmuş işçiler hayatlarını kaybetmişlerdi. 
            Amasya o dönemde yarım otomatik görüşmelere açıktı. Merzifon Tavşan 
            dağı üzerinde ki radyo link aktarıcılarına çok kısa sürede 
            ulaşmışlar, Ankara’yı da bilgilendirmişlerdi. Çorum ‘un böyle bir 
            olanağı kalmadığı için sabahı beklemek zorunda kalmıştı. Şehir 
            itfaiyesinin telefonundan başka telefon çalışmıyordu. Sabah saat beş 
            sıralarında Vali Şensoy’u arayarak bilgi almak istedim. Bende 
            itfaiyenin numarası ile Sayın Şensoy’a ulaşabildim. Aldığım bilgi  
            ürpertiyordu.25 insanımız boğularak can vermişti Devletin organları 
            tarafından hazırlanan rapora göre kayıp sayısı 18 di. Ancak çoğu 
            yurttaşlar otopsiyi beklemeden  cenazeleri  köylerine götürerek son 
            yolculuklarına uğurlamışlardı. Basın objektifleri hiçte iç açıcı 
            olmayan görüntüleri saptamışlardı.
            
            O dönemde 
            .yalnız TRT 1 var.Ancak biz Çorum’daki felaketi Ankara ya 
            ulaştıramamıştık.Sıfır üçte çalışan görevliye Ankara’ya hangi yönden 
            ulaşabilirsek ulaşalım.Dedim Karşıma  Tosya da ki  memur çıktı.Ben 
            haberleri  Tosya ya o da Ankara ya aktardı.Böylece Çorum’daki 
            felaketi Ankara da öğrenmişti.Olayları  neden detayları ile vermek 
            istediğime tepkiniz olabilir.
            
            Amasya Ankara 
            ya bizden önce ulaştığı için yola çıkarılan TRT ekibi Amasya yolunda 
            ilerlerken Kuşsaray karşısına vardıklarında  bir görevli biz yakını 
            bırakıp da neden uzağa gidiyoruz.Önce Çorum’da çekim yapalım sonra 
            da Amasya ya gideriz der.Bu sözcükleri arkadaşlarına söyleyen  
            görevli Çorumlu dur.Yaşadığı bölgedeki felaketi o daha yakından 
            hissetmişti.Vali Şensoy.,TRT ekibine benim yardımcı olmamı 
            istemişti.Akşam haberlerinde Çorum ‘daki sel felaketi ülke geneline 
            sunulabilmişti.
            
            Yapılan 
            haberler sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için izinli 
            bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı ile yüz 
            altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve barındırmaya 
            alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına yerleştirildi.Kente 
            prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan gereği kadar 
            yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için  daha sonrada başka 
            bölgelere gönderildi.
            
            O günlerde 
            afetler yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun 
            olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya 
            milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi geçersiz 
            kılmak için  genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi yıkılana  
            devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda 
            bulunulamaz.Bu maddenin  yeni olgulara göre değişikliğe uğratılması 
            gerektiği düşünündeyim.
            
            Geçmişin bir 
            acısını size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik 
            yorumlar yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz 
            tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan 
            ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir. Çorumun 
            alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz büyütülmesi 
            gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine bir göz atmakta 
            fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs ayı içinde meydana 
            gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen gözünün 
            yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl ıslattığını 
            birlikte  yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan arabasını bedavadan 
            temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen insanların nasıl üstlerinin 
            kirlendiğinden pek haberi olmuyor.Bütün bunları görmemek yada 
            düşünmemek istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden 
            bakmak zorundayız.
            Çok karamsar tablolar çizdiğim için 
            beni bağışlayın,Son günlerde bir hava alanı kırgınlığının oluştuğuna 
            tanık olmaktayız.Herkesin kendini savunma hakkının bulunduğunu 
            unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir yararı olmayacağına inanıyor,Bazı 
            yetkililerin ikide bir hava alanı olayı ile haberlere girmelerini 
            uygun bulmuyorum.
            
            Çorum bulunmaz 
            bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde keşişleme yada 
            poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki meteorolojik yapı 
            ülkemizde çok az yerleşim biriminde bulunmaktadır,sıcaktan bunalan 
            yöre insanlarına yazı Çorum da geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz 
            diyor saygılar sunuyorum
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Necati ÇAVDAR 
          | 
      
      
        | 
         
        
        Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
              - EĞTİM- MAĞRİF ve İRFAN
 
            - Hanım lokalleri, aile ve gençlik 
            merkezleri, belediyelerin yaptığı sosyal çalışmaların başında gelen 
            işler oldu.
 
            - Zira belediyeler; halktan 
            aldıklarını ilk defa doğrudan halka veriyorlar.
 
            - Böylece daralan, bunalan şehir 
            halkının sosyalleşmesinde önemli katkı sağlıyorlar.
 
            - Biz her zaman ki gibi Ankara 
            Büyükşehir Belediyesi’nin “Aile Merkezi”, ‘ihtiyarlar’ bölümünde 
            bilgisayar başındayız.
 
            - Kimler yok ki
 
            - Ev hanımları.
 
            - İşçiler.
 
            - Çiftçiler
 
            - Memur emeklileri
 
            - Kimi üst düzey görev yapmış 
            bürokratlar.
 
            - Profesöründen ilkokul öğretmenliğine 
            kadar öğretim ordusunun çeşitli kademelerinde görev almış insanlar.
 
            - Ve diğer meslek erbaplarından, çoğu 
            emekli 50 yaş üstü amcalar, teyzeler.
 
            - Aile merkezinde Büyükşehir 
            Belediyesinin sunduğu, müzik, resim, spor, diksiyon, bilgisayar, 
            oyun gibi çok çeşitli aktivitelere katılıp, kimi boş zaman 
            değerlendiriyor kimi zamanında ulaşamadıkları bilgi –becerileri 
            ediniyorlar.
 
            - Burası, çocuk,engelli, yetişkin ve 
            ihtiyarlar bölümleri ile tam bir rehabilitasyon merkezi..
 
            - Ancak konum o değil.
 
            -  26 Nisan 2009 günü  “Aile 
            Merkezi”nde “23 Nisan haftası” nedeni ile miniklerin 
            sergileyecekleri çeşitli etkinlikler oldu.
 
            - Değişik okullardan çocuklar 
            hazırlandıkları konulardaki becerilerini izleyenlere sundular.
 
            - Guruplardan biri, sunum öncesi 
            beklemek için “İhtiyarların” bilgisayar bölümüne daldılar.
 
            - Aman ne  gürültü.
 
            - Arkasından bir hanım geldi. Sesler 
            azaldı.
 
            - O hanımın sesi ile derhal sesizlik 
            başladı. Ve – konuşması- hareketleri ile öğretmenleri olduğunu 
            kesine yakın kanaat sahibi kılan – hanımın “Bilgisayarlara 
            kesinlikle el sürmeyeceksiniz” talimatı geldi.
 
            - El sürülse ne olacak ise?
 
            - O, çekti gitti.
 
            - Çocuklar, yine başladı konuşmaya, 
            kaynaşmaya.
 
            - Bir birini duymak adına çıkardıkları 
            sesler gürültü kapsamı içinde..
 
            - Hocaları geldiğinde, “çıt” yok.
 
            - Ve hocalarının bet sesi yine 
            yankılandı:
 
            - -Ben bilgisayarlara el 
            sürmeyeceksiniz dedim. Siz şifresini bile açmışsınız! Bir kere 
            hocaları, çocuklara neden bilgisayarlara dokunmamaları gerektiğini 
            izah bile etmedi. O, bazı çocukların bilgisayarlara ulaşmak için ne 
            zahmet çektiklerini unutarak sadece kendi isteğini “dikte” edip, 
            çekip gitti
 
            - Ve zannediyordu ki bilgisayarlar, 
            şifreli. O, kilidi bilmeyen kullanamaz.Oysa internetle  istenilen 
            yere  rahatça erişebilinecek kamuya açık bilgisayarlardı..
 
            -  
 
            - Çocukların kendi aralarındaki 
            koşturma ve konuşmalarına baksanız sanki hep kendileri var.
 
            - Oysa hemen hepsi önlerindeki ekrana 
            kilitli, hem de bırakın babalarını dedeleri- ebeleri yaşlarında en 
            az 10 kişi oturuyordu.
 
            - Biraz önce hocaları gelince susan 
            çocuklar için çeşitli meslek guruplarından saçları aklaşmış hemen 
            hepsi 50 yaş üstü insanlar sanki “yok”.
 
            - Kimsenin umurunda değil.
 
            - Hepside kuşlar gibi özgür, cıvıl 
            cıvıl.
 
            - Özgürlüklerini bütün serbestliği ile 
            kana kana yaşamak adına çırpınıyorlar.
 
            - Biraz sonra birileri bir top balon 
            ile geldi. Balona hücum eden çocuklar; elinde balon yumağı olanın 
            çevresine toplanıp hep bir ağızdan aynı isteği avazları çıktığınca 
            dile getirerek balon almak için çaba harcıyorlar.
 
            - Çocuklardan bir kaçına,”Hangi 
            okuldan geldiniz. Ne yapacaksınız ?” şeklinde soru sordum.
 
            - Bağırıp çağırarak birbirleri ile 
            iletişim kuran, top alabilmek için topluca ses çıkaranlar sanki 
            kendilerine sorulmamış gibi suskunlar.
 
            - Bazılarının yüzü kızarıyor.  Ama 
            sessizler.
 
            - Biraz önce ve sonra hep birlikte 
            bağıran, çağıran onlar değil sanki
 
            - Toplu istek ve davranışta hep 
            beraber hareket edenler, tek tek ilişkide yoklar
 
            - Tek başlarına davranışta sanki 
            dilerini yutmuşlar.
 
            - Konuşabilenlerde kem küm ve suçlu 
            gibi.
 
            - Yani toplu tepki ve eylemde; 
            birlikte varlar.
 
            - Ancak ferdi işlerde; yoklar.
 
            - Topluluk içinde kaybolurken, 
            bireysellikte, farklı olmak da sıfır çekiyorlar.
 
            - Bu tavırları, ilginç geldi. Onların kimilerine göre gürültüsüne 
            aldırış etmeyen, anlayışla karşılayan. Ya da “Neme lazım?” tarzından 
            ses çıkarmayanlar olduğu gibi müdahale edende olamadı değil.  
 
            - Kilitlendiği bilgisayar ekranına 
            sırtını dönen Mustafa Hoca:
 
            - -Susun. Bu kadar da olmaz. Bak 
            insanlar var. Diye parladı. Aldıran kim. Çocuklar çocukça 
            eylemlerine devam ettiler. Daha da sinirlendiği yüzünün rengine 
            vuran Mustafa Hoca’nın:
 
            - -Biliyor musunuz? Bende öğretmenim! 
            Demesi, çocukların çoğunun susamasına hatta yönlerini Mustafa hocaya 
            çevirerek dikkat kesilmelerine yetti. Mustafa hoca, ancak bu şekilde 
            söyleyebileceklerini söyleyebildi. Ve dahi “Bir zamanlar öğretmen 
            olduğunu” onlara anlattı.. Bilgisayarlara kilitlenerek çevreyle 
            ilgisini kesen ve kesmiş gibi olanlara, kendisini tanımayanlara eski 
            bir “eğitimci olduğunu” bi hakkın öğretti. Ve de  Ben işte bunun 
            için emekli oldum. Çünkü kimseyi dinlemiyorlar. Bırakın çocukları. 
            Orada sus. Burada sus. Burada sus diyorlar. Bakın soru soruyoruz 
            cevap bile veremiyorlar.  
 
            - -Korkutmayın. Birazda rahat olsunlar 
            dememiz üzerine:
 
            - -Bunlar eğitimsiz. Eğitmek lazım. 
            Demez mi?
 
            - Mustafa hocanın “eğitilmemişler” 
            sözüne itiraz ederek:
 
            - -Eğitim insana değil hayvana yakışır. İnsan bilgilendirilir. 
            Eğitilen robotlaşır. Bu yönü ile de hayvana, eğitim verirsiz. Dedik. 
             Abdulkadir hocanın iki tarafı iştahlandırmasıyla tartışma sürdü. 
            Mustafa hoca, hala insanın eğitilmesi gerektiğini söylüyor.
 
            - Peki bu eğitim ne idi?
             
 
            - Hocaları gelince  toptan susulan.
            
            
 
            - Otorite –hoca- gidince toptan 
            farklılaşılan bir yapı neyin eseri?
 
            - Biz yıllarca sözde “eğitim“ 
            veriyoruz.
 
            - İşte manzara ortada.
 
            - Bence insan eğitilmemeli.
 
            - Çünkü o bir nesne değil.
 
            - O, duyguları, aklı, muhakeme gücü, 
            sezişleri olan diğer yaratıklardan farklı olan insan ve değişmez, 
            değiştirilemez tabi kanun ve irade ile ortaya konduğu gibi eşrefi 
            mahluk Yaratılmışların en üstünü, şereflisi İnsana bilgi verirsiniz. 
            Öğretirsiniz. Kullanma, kabullenme, öğrendiklerini hayata geçirme 
            kendine kalmış.
 
            - O, teklif edilmeye değer bir varlık. 
            Dikte edilmeye değer değil. Eğitimde, belirli yönlendirme yapılarak 
            eğitenin belirlediği bir kalıba sokma anlayışı vardır.Dikte 
            etme-edilme vardır.
 
            - İnansın tek tipleştirilmesi.
 
            - Aynı düşünmesi.
 
            - Aynı hareket etmesi.
 
            - Aynı giymesi.
             
 
            - Aynı şeyleri tüketmesi.
 
            - Eğitenin amacına hizmet eder hale 
            gelmesi.
 
            - Yani makine yada robotlaşması söz 
            konusu.
 
            - Akıl yok. Mukayese yok..İtiraz ve 
            eleştiri yok.
 
            - Eğitimcisinin insafına kalmış..Ne 
            yöne salarsa salar.
 
            - Zira eğitim; en basit anlamıyla 
            davranışları değiştirme sanatı. Yani bireyde eğitenin istendiği 
            davranışların yerleşmesi, eğitimcisince olumsuz davranışların 
            sonlandırılması amacıyla sürdürülen sistematik bir program. Eğitim; 
            kişiyi aklı, duyguları ve davranışlarıyla bir bütün olarak ele 
            alarak  bir oluşturma ve yönlendirme sürecine tabi tutar.
 
            - Öğretme, bilgi verme eğitimle aynı 
            değil ki.
 
            - Onda teklif var.
 
            - Orada baştan kabul yok.
 
            - Eğitme bu anlamda insana değil ancak 
            hayvana yakışır bir uygulama.
 
            - Ya da diktatoryalar da kalabalıkları 
            şeflerin istediği kalıba sokma ameliyesi. Tıpkı bir zamanların 
            değişmez, hatta “ebedi “sayılan  şeflerin;  Hitlerin, Musoloni’n, 
            Lenin ve Stalin metodu ..Ve onlardan  şöyle böyle etkilenen diğer  
            çağdaşları diktatörlerin denemeleri, kimi kuruntularının tecrübe 
            edilmesi..Ve de sömürge ülkelerinin her türlü varlığını  
            patronlarına peşkeş çekmenin  başka bir efsunlu  adı “eğitim”.
             
 
            - Ne eğitilene ne de eğitene faydası 
            olmayan zorlamalar. Ama milletlere, insanlara çok şeyler kaybettiren 
            sıkıntılar. Demokrasi ve çoğulculuk.. Hele hele insanı  “en kamil” 
            yaratık gören anlayış, eğitmeyi, eğitilmeyi kabullenemez. Eğitim, az 
            gelişmiş ülkelerin ve diktatoryaların efendileri adına  halklarına 
            giydirdikleri deli gömlekleri. Ve yer yer zulme varan uygulama 
            aracı.  
 
            - Ülkemizde maarif bakanlığının eğitim 
            bakanlığı şekline getirilmesi bile ilginç..
 
            - Zira eğitim, insanları belli amaç için yönlendirmek adına 
            istenen kalıba sokma işi.
 
            - Oysa “marif “, “eğtimle”eş anlamlı bile değil.
 
            - Maarif: Tahsil ile elde edilen ilim, 
            malûmat, bilgi.
 
            - Bu bilgilerle elde edilen kişinin 
            isteğine, kabiliyetine göre şekillenen    “Maharet. Üstatlık. Hüner. 
            Kültür” anlamına geliyor.
 
            - Bununla da iş bitmiyor.
 
            - İnsanın irfan sahibi de olması hoş.
 
            - İrfan sahibi olmak içinde illa 
            tahsil gerekmiyor.  
 
            - Çünkü İrfan;
             
 
            - Bilme, anlama,kültür, üterim, 
            tecrübe ve zekadan ileri gelen zihni bir olgunluk, doygunluk.. 
            Tasavvuf ve felsefe de ise evrenin sırlarını bilme gücü.
 
            - İnsanı eğitebilir, öğrettir, bilgi sahibi yapmak için yılarca 
            tahsil hayatlarında çürütebilirsiniz, ancak o irfan sahibi 
            olmayabilir. Çünkü sosyoloji, psikoloji, biyoloji ve sosyal 
            antropoloji ilimlerinin tespitleri ile sabittir ki insan yalnız 
            fizyolojik yapıdan ibaret değildir.
 
            - Hiç tahsil hayatı yaşamamış biri de pek ala irfan sahibi 
            olabilir.
 
            - İlimde “bilmek” olmaz ise olmaz şart 
            iken irfan da insanın kendi şart ve kabiliyetleri ile düşünüp, 
            inceleyerek kazandığı bilmedir. İrfan sahipleri çok kere 
            birbirinden, beslendikleri  kaynaklarda bile  habersiz oldukları 
            halde insanlığı bir bütün olarak algılayıp insanlık değerlerine 
            nerede olursa olsun duyarlı olmakla  ortak tavırlar gösterirler. 
            Ariflerin irfanı marifet olarak meyvesini verir.Onlar eserden eser 
            sahibine ulaşmak için mücadele ederler.
 
            - Kimi sosyal olaylar “bilimsellik” ya 
            da “eğtim” kılıfı içinde üstü kapatılıyor.
 
            - Eğitimde; bilmek, farkına varmak 
            yoktur. Verileni kabul esastır.
 
            - Bilmek de idrak olmazsa olmaz 
            şarttır. Varlıkları ve oluşları bilmekle ilim olur.
 
            - Bazıları işin tekniğine, şekil 
            şartının yerine getirilmesine bile bilim ve ilim desede bu yeter mi?
 
            - İşte ABD’den dünyaya dalga dalga 
            yayılan ekonomik kriz..
 
            - ABD de ve diğer ülkelerde bunca 
            ilim-bilim adamı. Teşkilatları..
 
            - Bilseler, önceden tedbir almazlar 
            mı?
 
            - Muhasebe kayıtlarının nasıl 
            yapılacağını yani hesap şartlarını bilim-ilim sananlar elbette 
            yaşanan ekonomik krizi bilemezler.
 
            - Çünkü sosyal olayların çoğu bilimle- 
            ilimle olmaz. Onlar yön ve şekil veremezler. Olsa olsa kudretle 
            olabilir. İlimle ancak malum olan, var olan, olabilecekler 
            açıklanabilir. Olmayan mümkün değil.
 
            - Çoğu da malumat ile bilgiyi eş 
            koşar.
 
            - Oda ayrı bir şey.
 
            - Bilgide tenkit etme ve hükümler 
            verme kabiliyetini inkişaf – geliştirme –ettirme esas iken eğitimde 
            bu yoktur. Eğitimde sadece “kabu”l esastır. Bu anlamı ile aslında 
            aklın askıya alınması yani insanın uyutma ve uyuşturma işidir.
 
            - Çok kere bilgi ve kültürü de aynı 
            sayarız. İrfan yerine,”kültür” deriz.. Malumat kırıntılarını kültür 
            zannederiz.
 
            - Oysa Fransızca bir kelime olan 
            kültür; her hangi bir konuda kazanılan sistemli ve geniş bilgi 
            demektir. İlim ve irfan, dolayısıyla kültür en anlamlı ifadesini bu 
            kelimede bulur.
 
            - İrfan da; bilmek ve anlamak manaları olmakla birlikte, eğitim ve 
            öğretimle elde edilemeyen gerçeği, sezerek idrak etme gücü de söz 
            konusudur. Kültürde böyle bir durum yoktur.
 
            -  
 
            - Bu noktada Ömer Seyfettin'in 
            öğretmen arkadaşlarıyla giriştiği “alim-arif “  tartışmasını 
            hatırlamakta fayda var.  
 
            - Ömer Seyfettin;  İkinci Dünya Harbi 
            yıllarında öğretmendir. Bir ara öğretmenler odasında otururken,
             
 
            - Arkadaşlar, der, bu millet âlim 
            değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan 
            daha iyi sezer, fark eder ve bilir.
 
            - Arkadaşları itirazı basar:
 
            - -Olur mu öyle şey!  İlmi olmayanın 
            irfânı mı olurmuş?., derler.  
 
            - Harp yılları olduğu için de, 
            iktisadî ve ticarî hayat durgun, yokluk ve sıkıntı had safhadadır. 
            Şekersizlikten çaylar bile kuru üzümle, pekmezle içilmektedir. Bu 
            durumu değerlendiren Ömer Seyfettin,
 
            - -Müjde arkadaşlar! der. Almanya'dan 
            bilmem kaç ton şeker geliyormuş, çayları kuru üzümle içmekten 
            kurtuluyoruz!
 
            - Bunu duyan öğretmenler, sevinçten 
            yerlerinden fırlar ve bu haberi avuçlarını patlatırcasına 
            alkışlarlar!  
 
            - Ama o da ne? Tam bu esnada kapı 
            önünde bulunan hademe de en ufak bir reaksiyon görülmemekte. Ömer 
            Seyfettin bu defa hademeye döner ve;  
 
            - -Sen niye sevinmiyorsun, şekere 
            ihtiyacın yok mu? diye sorar.  
 
            - Hademenin verdiği cevap arifanedir:
 
            - -Boş versene Bey'im, der, kel 
            merhemi bulsa kendi başına sürecek! Almanya harp ediyor, düşünsene. 
            Şekeri nerden bulup da bize gönderecek?
 
            - Bu cevap üzerine Ömer Seyfettin, 
            irfandan mahrum olan arkadaşlarına dönerek,
 
            - -İşte der, beyler, âlimle ârifin, 
            ilimle irfânın farkı. Ayrıca irfan’ın, tasavvufî yönü de vardır; 
             İlâhî bir feyiz olarak yada  belli alanlarda o konuya yoğunlaşarak; 
            kâinata, hayat ve varlıklara ait birtakım sırlara vâkıf olup, bilme 
            hasletidir.  
 
            - Nasıl ki her sistematik programın 
            olmazsa olmazları varsa elbette ki eğitim sisteminin de olmazsa 
            olmazları var; disiplin bunun başında gelir.
 
            - Sonuç olarak insan duyarlılığının 
            “özgür, kendisini ifade edebilen, kendini tanıyan, sorumluluk sahibi 
            olan, görev bilinci gelişmiş, özgüveni yüksek, özsaygılı bireyler 
            yetiştirmek için” eğitime değil bilgiye ihtiyacı vardır. İstenilen 
            davranışa sevk edecek bilgiyi yükleyerek insanı robotlaştırmak bir 
            milleti toplu davranışa itmek içinde mutlaka eğitilmesi gerek.
 
            - Hakim kültürler; birer zulüm kültürü haline gelmiş ve insanı 
            insanlık dışı bir kültüre doğru itmektedir. Geri kalmış ülkelerin 
            emrine girdikleri yada onlara şirin görünme sevdası ile azat kabul 
            etmez yöneticileri, insanlarını onlara göre yetiştirmek için 
            eğitmektedirler.
 
            - Sömürge ya da yarı sömürgelere 
            bakın.
 
            - Efendileri gitse bile onlar 
            efendilerinin izinde
 
            - Onlara göre eğitiliyorlar
 
            - Hatta birçok millet kendi dilinde 
            değil efendilerinin dilinde resmi konuşmaları yaparak insanlarını o 
            dilde eğitiyor.
 
            - Fakat eğitilenler nedense bir türlü 
            efendilerinin seviyelerine çıkamıyor.
 
            - Ne Hint kıtası İngiltere 
            seviyesinde.Ne de Cezayir, Raunda; o kadar eğitilmelerine rağmen 
            Fransa seviyesine çıkabildi..
 
            - Türkiye, kendisine sınır dikte 
            edenlerin arzularına göre yazısını, dilini, değerler sistemini 
            değiştirdi, “Cumhuriyet projesi” yutturmacası ile insanımızı 
            “batılı”ya uygun “eğitime” tabi tuttu.  Geldiğimiz   nokta ortada..
 
            - Siyasal yapılar da öyle.
 
            - Sömürgeciler, işgalciler, 
            çekilirken, sözde “huzur bulmaları için” bir ev ödevi veriyor.
 
            - İlla “anayasa yapacaksınız. Yapın da görelim.. Ve bu şartlarda  
            ülkenizden çekilelim” diye.. Şimdi Irak’a getirilen “özgürlük ve 
            demokrasi” gibi model dayatıyorlar.
 
            - Efendilerine göre hazırlanan 
            anayasalar o milletlere, devletçiklere bir türlü huzur getirmiyor.
 
            - Oysa, mesela İngiltere’ye,; “Bize 
            anayasa dayatıyorsunuz. Neden sizde anayasa yok. Bize illa seçimle 
            gelen cumhuriyet diyorsunuz. Sizde mutlakıyete yakın meşrutiyet 
            neden
 
            - Eski sömürgeler, bu tür soruları Belçika’ya, Hollanda’ya, 
            İsveç’e.. sormuyor.Akıl bile edemiyor.
 
            - Onların istediği gibi seçim turları 
            atıyoruz, onlar gibi demokratikleşmeyip “anayasal” bariyerlere 
            çarpıyoruz.
 
            - Halk “hâkimiyeti” değil, birilerinin 
            iradesi galip geliyor. Halkın seçtikleri “hakimlerin iradesine” tabi 
            oluyor. Yoksa ”anayasal “engele takılarak  iktidara layık 
            bulunmuyor..
 
            - Oysa her milletin milli 
            hüviyeti,sosyal yapısı farklı olduğu gibi her insanda farklı 
            yapıdadır.Farklı anlayıştadır.
 
            - Mesele;  farkı, kabul ederek 
            farklılığı faydaya çevirmektir.
 
            - Milli Eğitim, maarif kelimesinin 
            yanında çok cılız kalıyor
 
            - Sadece kanun zoruna dayanan 
            tedbirlerle yapılan eğitim milletin hayrına sonuç vermiyor. Milletin 
            irfanına,  mili kültürüne  saygılı  müspet ilimlerin iştirakiyle 
            yürüyen bir maarif sisteminin varlığı ne kadarda gerekli..
 
            - Eski Yunan, görkemli medeniyetine 
            rağmen “Site” dışındakileri insan saymıyordu. İnsanını “Köleler ve 
            efendileri” diye ona göre eğitiyordu.  
 
            - Romalılar buna benzer bir prensibi 
            hukuk kaidesi olarak ortaya koymuşlardı. Güçlünün haklılığı 
            prensibi..
 
            - Hrıstiyanlığın “tabiatı” inkâra 
            kadar giden görüşüne tepki olarak doğan Rönesans’ta insanları zevk 
            ve madde düşkünü olmaktan öteye götüremedi.
 
            - Aristokrasi yıkıldıysa da insanı 
            yücelttiğini sanan “Hümanizm” insanlığı hüsrana götürdü. İnsanı, 
            eşyayı tüm varlıkları amacına uygun “eğitmeye” kalkan 
            “Marksist-Leninist- Maocu” sistemin hali ortada..
 
            - Mesela, Hikmet Sami Türk’e saldıran 
            geç kız.?..
 
            - Veya  Bostancı’da onca teşkilatlı 
            kuvvetlere karşı İstanbul’u savaş alanı haline getiren..
 
            - Tam “eğitimli” değil mi?
 
            - Eğitim, insana insani değerler 
            katmaz belki de “eğiten” sahibinin –amacına hizmet adına- uzatacağı 
            yağlı kemiğe kendini feda etme pahasına hayvanlaştırır.
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        | 
           GÜL BAHÇESİN DE 
          
          Bir ahu bakışın 
          ömrümün kederine değer. Yüreğime kan sızarak akışın: Sevdamın; asil 
          ferdine, asıl kendi adına olan...... değer. Özümü oyalayan, sözümü 
          aralayan, ruhumu korlayan, izanımı zorlayan..! Hüzün sarsıntısı ile, 
          yağmurların irademi örterek karanlığın bağrına sokulmuştum. İsmini 
          dilimden düşürerek karanlığın bezi içersinde arıyordum. Başıma 
          toplanan yıldızları avucumda topladım. Işık süzmeleriyle; yolumu 
          tayin, ismini kaim ederek izlerle sürülüyordum... İsmini anı taşların 
          altında buldum, dudaklarım çığlığın yankılı sesinde isminle duruldum. 
          Seni kalbimin sandığını açarak sakladım. Benliğimi dikenliyen gül adı 
          olan sen. Gül bahçesinde durdum. Karanlık içersinde kan akışı gibi 
          hafakan basan, ızdırab yükleyen güllerin gözlerime kan boşaltan 
          renkleri. İsminle haykırdım, yapraklar savruldu. Hazin bahçenin boğucu 
          oltasında hafakanlar bastı, gölgen kırılan dimağımda taştı. Bir yandan 
          güllerin kanlı bakışı üzerime hücum eder, bin andan günlerin derdi 
          yüreğimi ezer. Anların resminde yansıyan cismin alnıma yerleşti, 
          izlerin sesinde fısıldanan ismin canıma yerleşti. Gözlerimin acı 
          boğultusunda sen, gönlümün sancı kavruluşunda sen. Güllerin 
          yapraklarını rüyalarına sokuyorum. Günlerin şanlı adresinde ve 
          merkezinde konumlanan sana taze gül gönderiyorum. Şiirlerimin bestesi 
          seninle çalıyor, acı melodilerin yakarışı seni çalıyor. Yüreğimin 
          esareti senin adınla kelepçeleniyor.   
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
         
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                - KARACA AHMET'TE Kİ 
                VESİKALIK
 
                -  
 
                - Gözlerime topraktan sürme çekildi
                 
 
                - Dudaklarıma taşların telaşında mim gerildi
                 
 
                - Selvilerin gölgesinde, tarihin göbeğinde
                 
 
                - Yüreğimin tenine hüzün yeli serildi
                 
 
                - Karacahmet'in takibinde ruh torbaları
                 
 
                - Ensemin damarına devrildi
                 
 
                -  
 
                - Mermer köşeli yüzü  
 
                - Ceset döşeli yükü  
 
                - Toprak köseli teli  
 
                - Anılarla yüzleşmiş seli  
 
                - Akar hazin kuyuların duruluğuna
                 
 
                -  
 
                - Saatler, elimde hovardaca kaçan
                 
 
                - Çöllerin kuruluğuna ayak vuran deli
                 
 
                -  
 
                - Bir vesikalık buldum  
 
                - Karacaahmet'in ölüm evrakında dürülen filesinde
                 
 
                -  
 
                - Anların mengenesinde sıkışmış
                 
 
                - Hayatın yaşlılığında gerilerde sıkılmış
                 
 
                - Alınların penceresine karanlık boya yıkılmış
                 
 
                - 1960 yılında kalan er kişi vesikası
                 
 
                - toprağın tabağına gömülen yakamoz
                 
 
                - bedenini çürüttü...  
 
                -  
 
                - Dudaklarında hafif tebessüm,
                 
 
                - Ufukların avucuna uzanan tezekkür bakışlarında,
                 
 
                - yürek seferi vardı, kafanın kürek eseri sardı...
                 
 
                - Kıvırcık saçları maviyi ve maziyi kaç kere yaladı
                 
 
                - Yorgun gözleri kimbilir hangi kaldırımları kamcıladı
                 
 
                - Bilinmez, dostlarının şahitliğinde hatıralarla yaslandı
                 
 
                -  
 
                - Bu yüze ölümü sordum  
 
                - Kendisinden kaçınılmaz vuslatın ağırlığını duydum
                 
 
                - Ruhumun savrulan sağırlığında
                 
 
                - toprak yüküne eğildim  
 
                - Kara toprağın kelepçesinde teslim...
                 
 
                -  
 
                - Bir vesikalık fotoğraf  
 
                - Bin anın ininde aklıma yatalak
                 
 
                - Elimde ki benim vesikalığım olsa
                 
 
                - Geleğin izinde donan yüzle
                 
 
                - Mezarlığa ayna...
 
               
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        Özkan KARACA | 
      
      
        | 
         
        
        
        Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
              
                -    GÜN BATIMI...
 
                -  
 
                - Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
                 
 
                - Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
                 
 
                - İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
                 
 
                - Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar
                 
 
                -  
 
                - Yitip giden zamanların toprağı çöktü
                 
 
                - Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü
                 
 
                -  
 
                - Gün batımı güneşin kanlı gözleri
                 
 
                - Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati
                 
 
                -  
 
                - Gün batıyor, gün doğuyor
                 
 
                - Zamanlar suya yazılarak kaybolur
                 
 
                - Bulutlar başımızda taç olarak
                 
 
                - hatıralar kuma kazılarak yok olur
                 
 
                - Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
                 
 
                - Gün batımı,  
 
                - Gün yakıtı...
 
               
                
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL  | 
      
      
        | 
         
        
        Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
           
      
      CILBIR 
        
          - 
      
          MALZEMESİ:
      
3-4 porsiyon 
için,400 gram kuru soğan,250 gram koyun kıyması,3 yumurta,50 gram tereyağı,2 
domates,2 adet sivri biber,isteğe göre kırmızı pul biber,tuz.4 su bardağı su.
 
          - Soğanlar kabuklarından soyulur ve doğranarak bir tencereye konulur.
          
          
 
        
         - 50 gram tereyağı yada margarin soğanların üzerine konarak tencere 
        ateşe konulur.
 
        
        
         - Yağ eriyip,soğanlar biraz ölünce üzerine kıyma konularak istenildiği 
        kadar tuz ilave edilir.  
 
        
        
         - Soğanlar ölünceye kadar önceden yıkanan domates ve biber doğranır.
 
        
        
         - Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye 
        konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber 
        konulur.
 
        
        
        - Kıymalar haşlanınca doğranmış olan domates ve biberi tencereye 
        konularak üzerine yumurtalar kırılır üzerine istenildiği kadar pul biber 
        konulur.
 
        
           - Bu karışım güzelce ateşte karıştırılır. Karıştırılan bu yemeğin 
        üzerine 4 su bardağı soğuk su ilave edilir,tuzu istediğiniz kadar 
        ayarlanır.  
 
        
        
           - Kısık ateşte çılbır yarım saat kadar pişirildikten sonra sıcak 
        olarak servis yapılır.
 
        
         
         
        
          | 
      
      
        
        
         
        
          
          
          
          
          
          
          
          
          
        
             | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            - DARGINIM KENDİME
 
            -  
 
            - Dargınım kendime  
 
            - Artık gitmiyorum  
 
            - O gittiğimiz yerlere  
 
            - Ve ben uyuyamıyorum  
 
            - Sen gittin diye...  
 
            - Sanki eksiğim,  
 
            - Sanki bir şeyleri unutmuş gibiyim...
             
 
            - Selamı kestim;  
 
            - Yüzüme bile bakmıyorum...  
 
            - Teamülüm yok kendime  
 
            - Görürsen eğer beni şaşırma  
 
            - Kapında bir gece...
 
           
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE | 
      
      
        | 
        
        
        Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ | 
      
      
        
          
            - ÇOCUK KALALIM
 
            -  
 
            - Bakma gözlerime öyle  
 
            - Bir ömür boyu bakmayacaksan eğer
             
 
            - Tutma ellerimi  
 
            - Hiç tutma…  
 
            - Bırakıp gideceksen eğer  
 
            -  
 
            - Sevdiğini söyleme  
 
            - Bir gün keşke diyeceksen  
 
            - Gülme yüzüme  
 
            - Hiç gülme…  
 
            - Bir gün tüm güllerini toplayıp gideceksen
             
 
            -  
 
            - Penceredeki çiçekleri sularken
             
 
            - Yıldızları göremeyeceksen  
 
            - Beni gördüğünde yolunu çevireceksen eğer
             
 
            - Al oyuncaklarını, uzakta oyna
             
 
            - Büyüyünce beni unutacaksan eğer
             
 
            -  
 
            - Bırak çocuk kalalım  
 
            - Körebe oynarız  
 
            - Kırlarda çiçek toplar,  
 
            - Kuzularla koşarız  
 
            -  
 
            - Bırak bizi  
 
            - Çocuk kalalım  
 
            - Bırak bizi zaman  
 
            - Eğer büyüyünce ayıracaksan…  
 
           
            
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        
          
            - GÜL ÇIKMAZI SOKAĞI
 
            -  
 
            - Kıskıvrak acılar saracak düşlerini
 
            Dinle artık denizi 
            Gördüklerince. 
            Güneşin doldurduğu mavilikler var ya 
            Acılar orada uyurken 
            El ele 
            Günah taşıyacak geceler... 
            Göğü içecek gözlerin 
            Dayanamayacaksın 
            Gül Çıkmazı Sokağı’nda 
            Bir kayboluşun uğultusuna. 
            -  
 
            - Şiirler suskun olacak orada
 
            Şarkılar ağlatacak seni 
            Kadehler kırılacak ellerinde 
            Düşünemeyeceksin 
            Ve sonra... bil ki 
            Bir daha Gül Çıkmazı Sokağı’nda 
            Göremeyeceksin beni... 
           
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
         Üzeyir Lokman ÇAYCI  | 
      
      
        | 
         
        
        Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ  | 
      
      
        | 
         
        
          
        
          
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
      
        | 
         
        09. SAYI FİKİR DERGİSİ 
        NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/06/2009  |