 |
YIL 12
SAYI 145 25 Mart 2011 |
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL ÖĞRENMEK!
-
Mustafa Nevruz SINACI ATATÜRK VE GAZETECİLİK
-
Mustafa TURAN ÇANAKKALE ZAFERİ ÜZERİNE
-
Ali EMİROĞMU SEN AYIP BİLMEZ MİSİN
-
Mustafa Nevruz SINACI ERMENİ SORUNUNA ANALİTİK BİR YAKLAŞIM
-
Atilla ALPAY HANGİ GENÇLİKLE NEREYE?
-
Suhubi Ulvi CIRIL TEL TEL YAPIMI
-
Nurdane DURAK ONKO-SAV DERNEĞİ
-
İsa KAYACAN ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ
-
Selma GÜRSEL TEPSİ ÇÖREK
-
Özkan KARACA İSTANBUL'DA KİMSESİZ
-
Muhsin AKTAŞ GELİYORUM YAR SANA
-
Üzeyr Lokman ÇAYCI DESEN
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
ÖĞRENMEK!
-
Zaman değişti,
-
Öğrenme ve bilgilenme araçları artık oldukça çoğaldı.
-
Öğrenmek isteyenlere çeşitli imkânlar var. Her konuda
artık her türlü bilgiye ulaşmak mümkün; bilgileri
öğrenirken araştırmanın nasıl yapılabileceğini bilmek
yeterli!
-
Bir zamanlar bilgi kaynağımız olarak kütüphaneler,
ansiklopediler ve o konuya vakıf kişilere müracaat
ederdik.
-
Bunlardan öğrendiklerimizi uygular ve onların
yönlendirmeleri ile de öğrendiğimizi öğretirdik.
-
Artık İnternet denen bir öğrenme aracı var.
-
Var da bundan hangisi doğru onu öğrenmek zor.
-
Bilmeden öğrenmek buna mı deniyor?
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Mustafa
Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
-
ATATÜRK
VE GAZETECİLİK
Cumhuriyetin temelleri ve temayüz ilkeleri konusunda
‘kurucu irade’ adına Atatürk’ün gazetecilik hakkında
irşatları ve Türk gazetecilerine emanet ve
vasiyetidir: “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet,
hiçbir doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural
bırakmıyorum. Manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden
sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin, köklü
zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen
eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve
ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benden
sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver
üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse,
manevi mirasçılarım olurlar.”
-
“İnsanlar daima yüksek, soylu ve kutsal amaçlara
yürümelidirler. Bu davranış biçimi, insan olanın
vicdanını, aklını ve tüm insanlık kavramlarını
doyurur. Bu şekilde yürüyenler ne kadar büyük
esirgemezlikler gösterirlerse o kadar yükselirler ve
bu hareket biçimi mutlaka alnı açık olur. Çünkü, alnı
açık, aklı açık, kalp ve vicdanı açık (vicdanı hür,
irfanı hür) insanlar tarafından yönetilebilen
toplumlar, ancak bu anlamda hareketlerin takipçisi
olabilirler., Güneşsiz kalmış bir dünya; İçinde
“düşünce özgürlüğü olmayan” bir ülkeden daha iyidir.”
-
“Biz, cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış
olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati
bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan “en büyük cahiller”
çıktığı gibi, klâsik tahsil görmemiş olanlardan da
‘hakikati gören âlimler’ çıkabilir.”
-
“Memlekette basın hürriyetinin de; (namuslu) demokrat
(ve dürüst) bir idareye lâyık olgunlukla
kullanılmasında daha dikkatli bulunulacağını ümit
ederim. Hürriyeti kötüye kullanmanın doğurduğu birçok
felâketleri çekmiş olan bu memlekette, bu dikkate
özellikle gerek olduğu kanaatindeyim.
-
“Basın Hürriyetinin sakıncalarının giderilmesinin,
yine basın hürriyeti ile mümkün olduğuna dair, bu
büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında
tespit ettiği saygı duyulan esaslar, eğer Cumhuriyetin
ruhu olan “faziletten” yoksun kendini bilmezlere,
basında eşkiyalık fırsatı verirse, eğer halkı aldatan
ve doğru yoldan çıkanların fikir sahasındaki kötü ve
uğursuz etkileri, tarlasında çalışan masum
vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının
dağılmasına sebep olursa ve en sonunda bozgunculuğun
en zararlısını göze alan bu gibi doğru yoldan
sapanlar, kanunlarda mevcut aksaklık ve açıklıklardan
yararlanma imkânını bulurlarsa, BMM’nin yola getirici
ve ezici kudretinin müdahale ve uyarması elbette
görevi olur.
-
“Bununla birlikte, basın serbestisinden meydana
gelecek kötülükleri ortadan kaldıracak etkili vasıta,
asla geçmişte zannedildiği gibi, basın hürriyetini
kısıtlayan hususlar değildir. Aksine, basın
hürriyetinden doğacak sakıncaların giderilme vasıtası,
yine basın hürriyetinin kendisidir.”
-
“Gazeteler, kanunun ve toplum çıkarlarının aksine bir
olaya şahit ve bir bilgiye sahip oldukları taktirde
gerekli yayında bulunmalıdırlar., Memlekette kalem
hürriyetinin de, demokrat bir idareye lâyık olgunlukla
kullanılmasında daha dikkatli olunacağını ümit ederim.
Şuradan ve/veya buradan gelecek günlük fikirlere,
sahte ve yanıltıcı sözlere asla önem vermeyecek bir
olgunluk esastır.
-
“Vatandaşı; Millete karşı milletin büyüyüp yaşaması
için alınan tedbirlere karşı harekete geçirmek en
büyük ihanettir.
-
“Demokrasi müesseselerinin başında basın hürriyeti
olduğuna inananlar asil bir davanın takipçisidir.
Basının üç işlevi vardır. 1.si: Basın, halkı ülke
sorunlarından ve siyasi partilerin bu sorunlarla
ilgili önerilerinden halkı haberdar etme ve eğitme
yükümlülüğü., 2.si: Basın, vatandaş şikâyetinin
serbest bir kürsüsü’ dür., 3.sü: Basın hükümetlere yön
vermelidir. Çünkü, “Bugün memlekette vazifesini bilen,
güçlüklerle uğraşabilen siyasilere rağmen, siyaset
adamlarına akıl verebilecek dirayette ve basirette
gazetecilerimiz vardır.
-
İşte, TC’nin Gazetecilik ve Basın (medya) ilkeleri
budur. Bu ruh, anlam ve bağlamda Cumhuriyetin temel
hedef ve ilkeleri korunarak çıkartılan 5680 S. Basın
Kanunu, 1960’dan bu güne paçavraya dönen mevzuat ve
5846 S. K.’la kaim telif hakları kavramına dair hukuki
prosedür ile 5187 S.K; Atatürk’ün koyduğu ilkeler,
milli standart ve normlar muvacehesinde derhal TBMM’de
ele alınmak ve “Medya Terörü” ne son verilmek
zorundadır.
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Mustafa
TURAN |
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
|
-
ÇANAKKALE ZAFERİ ÜZERİNE
-
Anzaklar her yıl Çanakkale’ye gelir ve atalarını
anarlar. Çanakkale’de yenilen ve perişan bir şekilde
çekilip giden Anzaklar’ın torunları, atalarını
unutmuyor ve hatıralarını yaşatmak için binlerce km
uzaktan gelip atalarına sahip çıkıyorlarsa, acaba biz,
bugünkü varlığımızı kendilerine borçlu olduğumuz ve
orada kefensiz yatan şanlı atalarımız için ne
yapıyoruz sorusunu, kendimize sorup gereğini
yapabiliyor muyuz?
-
Çanakkale zaferi T.C.nin bir önsözü niteliğindedir.
Balkan savaşları hezimetinin de bir rövanşı
sayılabilir.
-
I. Dünya Harbi’nin, gerek Türk, gerekse dünya tarihi
açısından en önemli bölümünü hiç şüphe yok ki
Çanakkale savaşları işgal eder. Dünya tarihi, metre
kareye altı bin merminin düştüğü ve yine metre kareye
5 litre insan kanının aktığı böylesi bir savaşı ne
görmüş, ne de tanımıştır. İki taraftan tam yarım
milyon insanın hayatına mal olan büyük bir savaştır
Çanakkale.
-
Çanakkale savaşları; tarihin kaderini değiştiren,
Türk’ün şan ve şerefini şahikaya eriştiren, vatana
sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran
ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran
görkemli bir destandır.
-
Çanakkale’de, özlemle gelenlerin nasıl hüsranla
döndüğüne, Ehl-i Salib’in ümit ışıklarının nasıl
söndüğüne tarih şahit olmuştur.
-
Çanakkale, 250 bin şehidin kefensiz yattığı, Türk’ün
şanına şan kattığı ve bir devrin battığı yerdir.
-
Bir yanda dünyanın en güçlü ordu ve donanmaları,
diğer yanda Avrupalıların “Hasta adam” dedikleri
uzunca süren savaşlarda yorgun ve bitkin düşmüş,
teknolojisi zayıf, ama imanı, azmi, ve iradesi tam
olan Osmanlı kuvvetleri.
-
Dünyada kendilerini emsali görülmemiş bir galibiyetin
mümessili sayan ve kendilerine çok güvenen bu mağrur
düşmanlar, Türkleri rahatça yeneceklerini
düşünüyorlardı.
Çanakkale, şiirlerimizde ve türkülerimizde
destanlaşan, zihinlerimizde ve gönüllerimizde silinmez
izler bırakan bir zaferdir.
-
Çanakkale, iman ve azmin maddi güç ve kuvveti yendi
denildiği, Türk’ün cesaret, kahramanlık ve
yiğitliğinin düşmanlar tarafından öğrenildiği bir
yerdir.
-
Çanakkale, Mehmetçiğin Türk tarihine ve Türk
milletine üstün bir hizmeti olduğu gibi, kendilerini
yenilmez sananların da en büyük hezimeti olmuştur.
-
Çanakkale, kendisine hasta adam denen bir milletin
uyanışı, dirilişi ve şahlanışı olduğu kadar, en kötü
günde ve en zor şartlarda bile zafere inanışı ve
zaferi kazanışıdır.
Çanakkale, alçakça ve insafsızca yurdumuza saldıran
zalimlerin rezil, zelil, mağdur, milletimizin ise aziz
olduğu bir savaştır.
-
Çanakkale, yorgun ve bitkin bir milletin, paylaşılmış
yurdunu istiklale kavuşturan destânî bir zaferdir.
-
Çanakkale, imanın küfrü boğduğu, milletin bağrından
Atatürk gibi bir devlet adamının doğduğu, bizi esir
etmek isteyenlere iyi bir ders olduğu, Birinci Dünya
savaşının iki yıl daha uzamasına mal olduğu bir
savaştır ki, sonuçları dünya kaderini değiştirmiştir.
Bütün olumsuzluklar içinde kazandığımız bu zafer,
dost ve düşman tarafından takdir edilmiş ve “Çanakkale
Geçilmez” sloganı tarihe mal olmuştur. Bu zafer;
Yediden yetmişe bütün Türk milletinin bir direniş ve
var oluş destanıdır. Çanakkale’nin geçilmez oluşunun
da bütün Dünya’ya ilanıdır.
-
Çanakkale’de 253 000 vatan evladı şehit verilmiştir.
Bu durum, en iyi şekilde yetişmiş, doğu ve batı
kültürlerini nefsinde birleştirmiş ve ülkenin
geleceğinde ve inkişafında mühim derecede rol
oynayacak bir genç neslin yok olması demekti. Bilhassa
bir yedek subay savaşı şeklinde büyük bir Türk aydını
kitlesinin imhası demekti. Bu korkunç zayiatın içtimai
sarsıntısı da izahı mümkün olmayacak derecede büyük
olmuştur.
-
Bir Yazarımızın ifadesiyle,“ Evet dün olduğu gibi bu
gün de yarın da ilelebet Çanakkale Türk milletinin
harim-i ismeti olarak kalacak ve asla
geçilemeyecektir… Bu memlekette, bir hane yoktur ki
Çanakkale sırtlarında en az bir yiğidini yahut bir
yakınını feda etmemiş olsun… Bizi bizden alıp
Mehmet’in yanına götürmeyen, Çanakkale tepelerinde,
Conkbayırı’nda, Seddül-bahir’de gezdirmeyen kelam boşa
kelam değil de nedir?
Dün kıtlık çekirgesi gibi boğazın mavi sularına kan
içmek için üşüşenlerin torunlarına, Çanakkale
destanının mana ve maksadı anlatılmalı. Böylece yeni
hatalara düşmesinler; buna rağmen bir çılgınlığa
teşebbüs edebilecekler de “hafıza-i beşer nisyan ile
maluldür” tezine sarılmasınlar.
-
Çanakkale destanını öğrenmek ve yeni nesillere
öğretmek Türk milletinin şeref borcudur.”
-
Şu ibret dolu hadiseye birlikte bakalım:
-
Artısıyla eksisiyle bir döneme damgasını vuran devlet
adamlarımızdan merhum Turgut Özal, milli değerlerine
sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan
okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon
eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve
araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog heyetini
Türkiye’ye davet eder. Alanında uzman olan bu Japon
heyeti, ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve
araştırmalar yapar. Görüşme ve temaslarda bulunur.
Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim
etmek üzere, zamanın Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’le
birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkar.
Eğitim alanında uzman olan Japon heyetinin kararı kısa
ve kesindir. Derler ki:
-
“Sizin gençlerinizde milli şuur yok.”
-
Bu karar; Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer
üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok
yaratır. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde:
-
“Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:
-
“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme
adına ne yaparsınız? Hangi programı nasıl
uygularsınız?”
-
Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da
bizim açımızdan acı acı düşündürücü olan şu cevabı
verirler:
-
“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI” (Osmanlılarda
çocuk 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir
törenle eğitime başlatılırdı. Anlaşılan Japonlar bunu
alarak kendilerine uyarlamışlar) ile eğitime giriş
yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak
başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere
bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün
teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı
gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında
sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki:
-
Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi
sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok
çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar,
daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve
modern fabrikalar kurarsınız. Daha sonra bu çocukları
Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz.
-
II.
Dünya savaşında atom bombasıyla yerle bir edilen bu
bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye
aynen koruruz.
-
Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve
gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve
bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri
çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler.
Bu gördükleri şeyler onların taze hafızalarında hiçbir
zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz
ki:
-
Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz,
milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde
olmazsanız işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi
bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale
getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız
düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız
yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar
size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak
konusunda kararınızı siz verin.
-
Bu ikinci şokla kendilerine gelerek iyi ve çalışkan
bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar.
Böylece de MİLLİ BİR ŞUUR kazanırlar.”Tam bu sırada
orada bulunan Türk yetkililerinden biri: “İyi de bizim
Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki” der.
-
Bunun üzerine Japonlar der ki:
-
“Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz
var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi
bölgeleriniz var. I. Dünya Savaşı içinde meydana gelen
ve bir metre kareye altı bin merminin düştüğü
Çanakkale zaferinin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız
ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile.
-
Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı ve
üstün teknolojiye rağmen Türkler olmazları olduruyor
ve bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zafer
kazanıyorlar. İmanın, azmin ve iradenin tekniği
yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünya’ya meydan
okuyorlar.
İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi
gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek
mahiyettedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde
Çanakkale’ye götürüp gezdirmelisiniz.
-
Her Türk genci Çanakkale savaşlarının olduğu bölgeyi
mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra
onlara demelisiniz ki:
-
Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız,
güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine
Çanakkale’ye gelirler, ülkenizi işgal eder ve
özyurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler. Ama
çalışırsanız, birlik ve dirlik içinde olursanız
teknolojiyi yakalarsınız.
-
Ülkenizi kalkındırır ve müreffeh bir hale
getirirsiniz. Gençlerinize bunları telkin ettikten
sonra, bu zaferin destanını en iyi şekilde ifade eden
Mehmet Akif’i ve safahatı’nı okutmalısınız…”Japonların
verdikleri bu ibretli ve acı ders, bizim için çok
manidardır. Bu tablo bize, maalesef yen içinde
kolumuzu kaybetmişiz de haberimiz yok dedirtmektedir
ve kafalara dank eden düşündürücü manzaramızı
sergilemektedir.
-
Çanakkale Zaferi T.C.nin bir önsözü ve Balkan
hezimetinin de bir rövanşıdır. Dünya tarihi, metre
kareye altı bin merminin düştüğü ve yine metre kareye
5 litre insan kanının aktığı böylesi bir savaşı ne
görmüş, ne de tanımıştır
-
Çanakkale savaşları; tarihin kaderini değiştiren,
Türk’ün şan ve şerefini şahikaya eriştiren, vatana
sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran
ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran
görkemli bir destandır. Çanakkale, şiirlerimizde ve
türkülerimizde destanlaşan, zihinlerimizde ve
gönüllerimizde silinmez izler bırakan bir zaferdir.
Hele M. Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” şiiri
edebiyatımızın tam bir şahaseridir.
Çanakkale, imanın küfrü boğduğu, milletin bağrından
Atatürk gibi bir devlet adamının doğduğu, bizi esir
etmek isteyenlere iyi bir ders olduğu, Birinci Dünya
savaşının iki yıl daha uzamasına mal olduğu bir
savaştır ki, sonuçları dünya kaderini değiştirmiştir.
Aynı zamanda dünya tarihinde âbideleşen, ebedileşen,
efsaneleşen, heykelleşen ve destanlaşan emsali
bulunmaz bir zaferdir. Bu sebeple Çanakkale destanını
öğrenmek ve yeni nesillere öğretmek Türk milletinin
şeref borcudur.”Biz bu şerf borcunu ödemek için bir
yılımızı ayırıp 2004’de “Destanlaşan Çanakkale” adlı
eserimizi kaleme aldık. Yurt içinde ve dışında diyar
diyar gezip anlatıyoruz. Bu yıl Avusturya, Almanya,
Bosna Hersek proğramlarımızdan sonra, İstanbul’dan
Kayseri'ye kadar Anadolu’ yu dolaştık. Yoksa bir
Tarihçi olarak, bu işin vebalinden kurtulmak mümkün
değildir diye düşünüyorum.
-
Bütün olumsuzluklar içinde kazandığımız bu zafer, dost
ve düşman tarafından takdir edilmiş ve “Çanakkale
Geçilmez” sloganı tarihe mal olmuştur. Çanakkale
savaşları hakkında, 2 binden fazla kitap yazılmıştır.
Dünya tarihinde yok böyle bir savaş daha.
-
Hakkında binlerce de şiir yazılan Çanakkale’nin,
geçilmez olduğunu biz de, bir şiirle ifade edelim
duygularımızı.
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Ali
EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
SEN AYIP BİLMEZ
MİSİN?
Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından sevilmeyen bir şeyler
ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında bırakmayı bilmelidir.
Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında bırakmalıdır,o zaman
pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış olunur.
Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey yok kabul
edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini
gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır ?
Dindar da öyle değil midir ? İslâm’ı doya doya, laik düzenin kendisine
temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın bundan söz etmesine
gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde, “medeniyet anlaşması,
barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli şekilde bazı
nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası konferanslar
tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne bekliyoruz
bunlardan ? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence
medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri
durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri
din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de
değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da
medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış
bir anlaşma noktasını aramaya kalk ! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak
diyorlar. Türkçe’si, hayal içinde olmak demektir.
Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği gibi, dinler
çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din kavgalarını
dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış olan insanlar
ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din kavgasından
kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din kavgalarını
sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük ve eksantrik
ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak bir özür
dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?
Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit
saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir
kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep
basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı.
Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken
bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor.
Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları
söylenebilir mi?
İşte bir kıvılcım, iki din sahasında da yayılma işaretlerini taşıyor.
Onlarda karikatür yayınlanması yaygınlaşırken, İslâm aleminde de yakıp
yıkmalar başlamıştır. Bu ülkelerin mallarına boykotun bir anlaşılır
tarafı olabilir, ama memleketinizde olan binaların yakılmasının size
ne fayda getireceğini insan düşünmez mi! Bu binalar ilerde yeniden
yapılacak ve paraları da yakan düşüncesiz fakir memleketlerin
vergilerinden ödenecektir. Ülkeye zarar veren hiçbir hareket içinde
akıl vardır denemez.
Bize ne oldu ? Medeniyetler barışının elçiliğini, öncülüğünü yapıyor
değil mi idik ? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile, mevcut dinlerin aynı
meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı olaylarıyla da öğünüp
geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile çıkarılıyor. Ayrıca, 55
Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu yazdıklarıma göre, bu
laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde olmaklığımız
gerekirdi.
Bu 55 Müslüman ülkede reaksiyon var, konsolosluklar yakılıyor ama,
insan öldüren daha olmadı. Bizde, ileri olduğuna inandığımız
Türkiye’de, Trabzon’da papaz öldürüldü. Trabzon’daki bu vatandaşımız
olan ve kanunlarımızı koruması altında bulunan bu papazı öldürmeye
hakkınız olur mu ? Bununla neyi halledeceksiniz ? İlla, bu yola
soyunmuş Türk Başbakanını yalan mı çıkarmanız gerekiyor ? Nedir sorun
?
Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın daniskasını yaşamış
bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması gerekirdi. Kendi
memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini bilen insanların
böyle yazması gerekmez mi ?
Gerekmez de,yine de insanın aklına “beklide” ile başlayan fikirler
geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok olursa olsun,yine de düzelmiş
olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor. Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan
sonra oraya yerleşelim diyecek misiniz
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Mustafa
Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- ERMENİ SORUNUNA
ANALİTİK BİR YAKLAŞIM
-
Terör ve tedhiş örgütü
kaçırdığı 8 Türk askerini 4 Kasım 2007 günü teslim ederken tam bir şov yaptı
ve hemen akabinde, bebek katilinin de serbest bırakılması istemini dile
getirdi. Bu cür’et çok calibi dikkattir. Mesele bütün ayrıntıları ve tarihi
gelişim süreci içinde incelenmeli ve tam bir dikkatle değerlendirilmelidir.
Mezkür örgütün Ermeni orijinli olduğu net bir biçimde ortaya çıktığı için,
günümüz ve özellikle yakın tarihin ülkemiz ve bütün dünyadaki hareket, taktik,
strateji ve faaliyetleri değerlendirilmelidir.
- SEKİZ ASKER MESELESİ
-
Bu mesele hakkında bir
parantez açmakta fayda var. Zira, Dağlıca baskınında kayıp veya kaçırılan 8
askeri hakkında (iadelerini müteakip) çok spekülâsyonlar yapıldı. Adalet
bakanı ve Genelkurmay Başkanının sözlerini iyi okumak ve bu askerlerin roj
tv’de yayınlanan beyan ve ifadelerini mutlaka incelemek gerek. Netekim, bu
askerlerden 6 tanesinin DTP örgüt yönetiminde yer aldıkları ve militarist
çetenin sempatizanı oldukları açıklandı. İşin ciddiyet ve vahameti burada.
Ordu içinde, hükümet içinde, siyasi partiler ve kurumlar bünyesinde yardım ve
yataklık unsurlarından geçilmiyor.
- Dünyanın hiçbir
devlet veya milleti terörist bir örgütün illegal uzantılarını meclisine
sokacak kadar akılsız ve duyarsız değildir. Eğer, demokrasi bu ve benzeri
“demokratik” yollardan katledilmek isteniyorsa; Siyaset kurumları muaheze
edilerek, devlet inisiyatif almalı, dahili ve harici bedhahlar dahil bütün
mücrimler ivedi olarak derdest edilip cezaları acilen ve derhal verilmelidir.
Devlette acizlik, dumur, düşmana sempati ve haine tolerans asla kabul
edilemez. Anarşi ve terör unsurlarına af, atıfet, siyaset ve düz ovada-sahada
serbest hareket imkânı peşinde koşanlar: Yardım ve yataklık unsuru, açık
destek kıtaları, dahili bedhahlar ve vatan hainlerinden başka kimseler
değillerdir.
- Olsa olsa birde
“gizli Ermeni” lobi, diyaspora uzantısı ve Türk düşmanı 28 devletten her hangi
birinin provokatör veya satılık ajanı olabilirler. Başta MİT olmak üzere bütün
istihbarat örgütleri bu kertede vatana, millete borçları ve şu ana kadar “hak
etmeden aldıkları maaşa” mukabil “bütün engellere rağmen” vazifelerini, tam
bir azim, irade ve kararlılıkla yapmalıdırlar.
- BU BİR SÜREÇTİR,
ANCAK !
-
Elbette, kaçak askerler
hakkında soruşturma açılması, mezkür birliğin büyüteç altına alınması, devlet
personelinin takibi dahil bu bir süreçtir ve tam bir kararlılık ile
derinlemesine sürdürülmelidir. Bu arada yerine getirilmesi gereken
zorunluluklar vardır. Birincisi: Irak’ın kuzeyine açılan sınır-hudut kapıları
derhal malum kesimin yüzüne sıkıca kapatılıp, o tarafa verilen elektrik
şalterleri de indirilmek suretiyle, fazla değil üç gün boyunca içerde bataklık
kurutma ve lokal temizlikle uğraşılırken, yeni zuhur edecek olan tutum ve
muhtemel gelişmelerin sonuçlarına göre daha sonra ne yapılacağına karar
verilmelidir...
- Bu günlerce sınır
ötesi harekatı konuşuyoruz, bu elbette acil bir önlemdir ve gereklidir. Fakat,
daha önemli ve öncelikli olan “sınır berisi” harekat uygulamaktır. Evin içini
hainden ve ihanet erbabından temizlemek “çok daha acil” bir sorun haline
gelmiştir. Zira, bataklık içerde, bizzat ülke sınırları dahilindedir.
- MUSTAFA KEMÂL NE
YAPMIŞTI ?
- Mustafa Kemâl
(Atatürk) Kurtuluş Savaşından önce iç isyanları bastırdı, sonra dışarıya
döndü! Bu bir metodolojidir. Vazgeçilmez bir stratejidir. Akıllı olmak, dahili
bedhahları tek tek bulmak, yardım ve yataklık unsurlarını ayıklayıp, içimizi
iyice temizlemek; AB’nin ağzını tıkamak ve ABD’yi susturmak gereklidir. Bu
dahili temizlik harekâtı ile eş zamanlı olarak dış operasyonlar da sürdürülmek
zorundadır. Aksi taktirde, faile fatura ödetmek yerine “ödemek” zorunda ve
durumunda kalınacağı muhakkaktır.
- BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİNDE NELER OLMUŞTU ?
-
Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen tartışmalı ve tek
yönlü Ermeni konferansına bir anlamda cevap niteliği taşıyan ve “Ermenilerin
Türkleri katlettiği” belgeler ve fotoğrafların ortaya konulduğu sempozyuma
sadece 250 kişi katıldı. Panelde izleyenlerin tüylerini ürperten Ermeni
katliam fotoğrafları, toplu mezarlar ve ermenilerin bugüne kadar sözde
soykırımı desteklemek için kullandıkları sahte belgeler tek tek gösterildi.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, 30 yıllık araştırmalarının bir kısmını ortaya
koyarken "Ben sözde soykırıma karşı yaptığım mücadelede çok tehdit aldım.
Avrupa'ya gittiğim zaman ASALA teröründen korunmak için resmen gizlenerek
duruşmalara katıldım" dedi.
-
Ailesi Ermeni çeteciler tarafından katledilen Kanaltürk TV Yönetim Kurulu
Başkanı Tuncay Özkan da "Böyle boş salonlar, böylesine önemli sempozyumlarda
insanı utandırıyor" dedi ve devamla; Neden 'Soykırım' iddiasını ortaya atanlar
burada iddialarını savunmaya gelmediler. Burada bu gün düzenlenen Türk-Ermeni
ilişkilerinde Tarihi Gerçekler sempozyumu' na, “soykırım iddiasını
savunanların” gelmemesi çok garip ve enteresan bir durumdur, dedi.
- Toplantıya
Amerika Birleşik Devletleri'nden özellikle davet edilen Prof. Dr. Dennis
Papazyan, Prof Dr. Richard Hovannisyan, Prof. Levon Maraşlıyan, Prof. Ruben
Paul Adalıyan, Prof. Vakakn Dadriyan ile Ermenistan'dan çağırılan Dr. Lavrenti
Barsehyan, prof. Babken Harutiunyan ve Doç. Dr. Ruben Safrastyan acaba neden
bu toplantıya katılmadı diye sorarak konuşmasını tamamladı.
-
Sempozyumda konuşan Prof. Türkkaya Ataöv, yurtdışında Türk tarafının tezleri
ile ilgili hiçbir şey yayınlanmadığını belirterek 'Yabancı gazetelerin,
gazeteci, yazar ve televizyonların bu kadar taraflı olacaklarını hayal bile
etmezdim. İfade yolları genelde ve geleneksel olarak kapalıydı' dedi. Gazeteci
Tuncay Özkan da Ermeni Mezalimi'nden kurtulmuş Türklerle yapılan
röportajlardan oluşan bir video sunumu gerçeklertirdi.
-
Burada bir hususu özellikle belirtmek gerekir; Daha önce yapılan ve Ermeni tez
ve görüşlerinin desteklendiği toplantılara bütün dünya televizyonları
katılmış, yerli TV kanallarının büyük bir bölümü aralıklı canlı yayınlar
yapmış ve sonuçta AB ve Türkiye kamuoyu, hükümet ve bazı bakanlar dahil işin
içine katılmıştı. Oysa, bu konferansta, başta Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.
Dr. Yusuf Halaçoğlu olmak üzere, bütün tarih otoriteleri ve küresel üne sahip
bilim adamlarının katıldığı; Bir sergi açıldığı; En zengin bilgi, belge ve
materyallerin ortaya konulduğu toplantıya, ne hükümet iltifat etmiş ve nede AB
adına bir kişi dahi gelmemişti. Konferansta, ITU Rektoru Prof. Dr. Faruk
Karadoğan sözde Ermeni soykırımını kabul eden parlamentoların aldığı
kararların “uluslar arası hukuk yönünden” geçerliliği bulunmadığını ve
psikolojik savaş ve baskıya yönelik olduğunu vurguladı.
-
50 ERMENİ BELGESİ SAHTE
-
Akademik bir düzey ve seçkin bir yapılan "Turk Ermeni ilişkilerinde
Tarihi Gercekler" sempozyumunda bir Ermeni gercegi (aslında yalanı demek
gerek) daha ortaya çıkarıldı. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "Birçok dış yayında
Osmanlı ileri gelenlerine atfedilen belgelerin sahte oldugunu belirledik" dedi
ve ayrıntılı açıklamalarda bulundu.
-
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, konuşmasında Ermeniler'in Osmanlı ileri gelenlerine
atfettigi 50 belgenin sahte oldugunu belirlediklerini ifade etti.
-
Platform Baskani Prof. Dr. Aysel Ekşi, ise konuşmasında, bir takım ABD
eyaletleri ve bazı AB ulkelerin parlamentolarında “sozde Ermeni soykırımının”
kabul edildigini hatırlatarak, “Önumuzdeki 10 yıl içinde de diger ulkelerin
kabul etmesi için yoğun çaba gosterileceğini soyledi. ITU Rektoru Prof. Dr.
Faruk Karadogan ise sözde Ermeni soykırımını kabul eden parlamentoların aldıgı
kararlarin hukuki geçerliliğinin bulunmadıgını ve aslında Türkiye’yi
bağlamadığını tekrar vurguladi.
-
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "1915'te Türkler'in Doğu Anadolu'da öldürdükleri
iddia edilen Ermeniler'in kuru kafalarının fotografı diye sunulan resimlerin,
çok iyi bir sekilde bilinen yağlı boya tablosu olduğunu, 21 yıl once 7 dilde
ayrı ayrı yayınladık ve gercegi kanıtlayıp açıkladık. Ermeniler savaşa
katılmış, öldürmüş ve öldürülmüşlerdir. Buna 'soykırım' demek dogru değil"
diye konustu.
-
“YUNAN VE KÜRTLER (!) YARDIMCI”
-
Ayrıca, "ABD'deki Ermeni Lobi Faaliyetleri" konulu bir bildiri ile sempozyuma
katılan Mimar Sinan Universitesi Ögretim Üyesi Dr. Abdullah Kehale 1830'lu
yıllarda ABD'nin, Osmanlı Devleti ile yaptıgı ticaret anlaşması kapsamında
Anadolu'da ticaretle ugrasan Ermenilerle ilişki kurdugunu ve o dönemde 50 bine
yakın Ermeni'nin ögrenci olarak ABD'ye gönderildiğini soyledi. Bu ögrencilerin
Ermeni lobilerinin cekirdegini olusturduğunu ileri süren Kehale, Ermeniler'in
ilk çalısmalarının Lozan'ı ABD'de kabul ettirmemek oldugunu örnekleri ile çok
net bir şekilde açıklayarak dile getirdi. Bu girişimlerde Yunan ve Kürt
lobilerinin de Ermeniler'e yardım ettiğini söyledi. (Burada iddia olunan Kürt
lobileri ifadesi bütünüyle kasıtlı, yalan, iftira ve yanlıştır. Hatırlanacağı
üzere bu husus daha yenice “Aldatan Put ve Pusudaki İhanet” başlıklı
makalemizde bütün ayrıntılarıyla yer almış ve yayınlanmış bulunmaktadır.
BELDE, 4-5 Kasım 2007, Ankara)
-
Konuşmacılardan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halacoglu, Dünya
Savaşı'nda Ermeniler'in de diger insanlarla aynı acıyı paylastıklarına isaret
ederek, bu konuyla ilgili Osmanli arsivleri gibi diğer ilgili ülke arşivlerin
de henüz tam anlamıyla incelenemediğini soyledi. Yusuf Halacoglu, "Ben bu
ülkede yaşamaktan ve bu milletin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum. Bizim
tartısmaktan kaçacak ve utanacak ne bir tarihi geçmişimiz, ne de soykırım
vardır" dedi.
- (Sayın Halacoğlu,
daha sonra gizli Ermeniler ve örtülü alevi yapılanmaları hakkında çok önemli
açıklamalarda bulunmuş ve konu kamuoyu önünde pek çok gazeteci, araştırmacı ve
yazar tarafından özgün örneklerle açıklanmış bulunmaktadır.)
-
Ayrıca, Turkler'e karşı yargısız infaz yapıldığını vurgulayan Halacoglu,
tehcir
sırasında 37 bin 500 Ermeni'nin salgın hastalıktan öldügünü anlatarak, buna
karşılık Osmanli ordusunun bu ve benzer nedenlerle vaki kaybının ise 402 bin
oldugunu bildirdi. Yusuf Halacoglu, 37 bin 500' ünün, yanı sıra 6 bin 500-8
bin 500 arasında Ermeni'nin eşkiya saldırısı, 230 bin Ermeni'nin de
Kafkasya'da hastaliktan, soğuk veya açlıktan öldüğünü ifade ederek, bunda
Türklerin hiçbir kabahat, kasıt ve kusuru yoktur dedi.
-
Bu arada söz alan Emekli Büyükelçi ve CHP Milletvekili Sukru Elekdag,
Ermeniler'in asıl amaçlarının, "Türkiye'nin doğusundan toprak alarak
Ermenistan'i büyütmek" oldugunu belirterek, "Bu amacın pesinde koşuyorlar,
niyetleri Türkiye’yi bölmek ve parçalamaktır” dedi. Avrasya Stratejik
Arastirmalar Merkezi Baskani Gunduz Aktan da Orhan Pamuk 'u eleştirerek,
"Kendilerini bir tabuyu ortadan kaldıran kahraman gibi goruyorlar. Ceza alınca
da 'mağdur olduk' diyorlar" diye konustu.
-
CHP Genel Baskan Yardımcısı Onur Öymen ise, "Ermenistan'daki çağın dramı,
tarihi Azerbaycan toprağı Yukarı Karabag'da yasanan insanlık dramı ve suçudur.
Bu konu tartışılacağı yerde, 1915 olayları ortaya cıkarıldı. Cunku
unutturulmak istenen ve gözden kaçırılmak istenen olaylar ve suçlar var" dedi.
-
Koç Universitesi Ögretim Üyesi Prof. Dr. Norman Stone da "Yeter artık, biz,
diasporanın sesini kesmesini istiyoruz" dedi, ve devamla Turkiye'nin, haksız,
yersiz ve dayanaksız ithamlarla kendisini savunuyor duruma düsmemesi
gerektigini soyledi.
-
Ayrıca, Fransız tarihçilerin soykırım yasası ile ilgili girişimlerini
açıkladı. Şöyle ki;
-
“Evet, Fransız tarihçiler Soykırımı Yasası'nın iptalini istediler. Meclislerin
tarih konusunda karar alamayacagına dikkat ceken Fransız tarihçiler Ermeni
soykırımı yasasının iptalini istediler. Bu nedenle Fransa'da tarih yazımı ile
ilgili tezler tartısmaya acıldı. 4 yıl once Ermeni soykırımı iddialarını
parlamentosunda kabul eden Fransa'da, kendi somurge geçmişi tartışılmaya
baslanınca, tarihle ilgili parlamento kararlarının iptal edilmesi gerektiği
gündeme geldi. Fransa'nın önde gelen 19 tarihçisi 'tarih için ozgurluk' adını
verdikleri bir bildiri yayınladılar. Bildiride tarih yazma gorevinin meclise
ya da hukuki mercilere ait olmadıgını belirten tarihciler, parlamento
kararlarının tarih biliminde arastırma yapmayı ve egitimi zorlastırdığını dile
getirdiler” dedi ve devamla;
-
“Tarihciler, Fransa'nin somurgecilik tarihinin olumlu yonlerinin anlatılmasını
ongoren yasa ile birlikte Ermeni soykırımının tanınmasına iliskin yasanin da
yururlukten kaldırılmasını istediler.Hatırlanacağı üzere, Fransiz Parlamentosu
1915 olaylarını 4 yıl once 'Ermeni soykırımı' olarak tanıdıgında, Turkiye,
haklı ve doğru olarak bu karara 'tarihi olaylar hakkında karar alma
meclislerin işi degildir, tarihçilerin ve bilim adamlarının işidir' diyerek
itiraz etmişti. Buna rağmen, Fransiz Parlamentosu kararini degistirmemisti.
-
Asil katliama ugrayan Turkler Sempozyumda anılar ve sergiler bölümünde
Turkiye'nin Erzincan, Erzurum, Igdir ve Van bolgelerinde Ermeniler'in yaptığı
katliama tanık olanların yakınlarının katliam ve Ermeniler tarafından yapılan
soykırıma iliskin aktarımları da yer aldı. 1915 yılına ait örneklerin yer
aldığı bir belgesel eşliğinde Kanalturk TV Yonetim Kurulu Baskanı gazeteci
Tuncay Ozkan, Erzincan Kemaliye'de Ermeniler'in halka yaptıklarını örnekleri
ve kendi ailesinden dinledikleriyle aktardı.
- Tuncay Özkan,
konuşması sırasında kürsüye Alaca Köyü Katliamı olarak bilinen olayın en yakın
tanığı olan Dr. Ali Gurcan'ı davet etti.
- Ali Gurcan babası
Ismail Gurcan'ın tanik oldugu olayları kendi sesinden dinleterek, ailesinden 7
kisinin Ermeniler tarafindan nasıl sungulenerek oldurüldüğünü anlatti.
Gazeteci Ozkan da o yillarda yasanan acıları, "Insanlar ağıllara toplanarak
hunharca yakılmıstır. Ermeniler, kursunladıkları insanlari sonra da
dipciklemistir. Kursunlanma, Ermeniler'in elinden kurtulmak icin bir luks.
Ermeniler, Turkleri kafalarina mıhlari (çivi) cakarak ve hertürlü mezalimi
yaparak oldurmuslerdir. Öyle ki, Turkler belli yollardan gecemez olmuslar,
geçmeyi canlarıyla odemislerdir" sozleriyle dile getirdi.
-
Bundan sonra söz alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen: "Tekrar
ediyorum, Yukarı Karabağ'da yaşanan insanlık suçudur". Öymen devamla, "Tekrar
tekrar ifade etmekte zaruret vardır. Evet, Ermenistan'daki çağın gerçek dramı,
Yukarı arabağ'da yaşanan insanlık suçudur. Bu konu tartışılacağı yerde, 1915
olayları ortaya çıkarıldı. Çünkü unutturulmak istenen olaylar var" dedi.
-
Onur Öymen, konuşmasının bu bölümünde Dağlık Karabağ vahşeti, Ermeni mezalimi
ve Azeri soykırımını örnekleri açıkladı. Dönem itibarıyla o gün için gözlenen
diğer dünya ülkelerinin tutum ve tavırlarını, olaya yaklaşım biçimlerini ve
Azerbaycan’ ın nasıl yalnızlığa itildiğini açıkladı. Onur Öymen devamla;
Ermeni soykırım iddia, yalan ve iftiraları konusunda Türkiye'nin haksız yere
itham edildiğini ve köşeye sıkıştırılmak istendiğini somut örnekleri ile
ortaya koyarak şunları söyledi. "Bugün Ermenistan'da neler oluyor?";
"Niçin 1915 olayları tek yanlı olarak bu kadar abartıldı ve hiç gereği yok
iken öne çıkartılıyor ? Bunu özellikle ve bir kez daha irdeleyelim.
Ermenistan'daki çağın dramı, Yukarı Karabağ'da yaşanan insanlık suçudur. Esas
bu konu tartışılacağı yerde, 1915 olayları ortaya çıkarıldı. Çünkü
unutturulmak istenen olaylar ve örtülmek istenen vahim insanlık suçları var.
Yukarı Karabağ'da yaşananlar insanlık için yüz kızartıcıdır. Ermenilerin
saldırısıyla o dönemde 18 bin Azeri öldürüldü, 50 bin Azeri yaralandı, 44 bin
Azeri esir düşürüldü ve 1 milyon Azeri göçmen durumunda bırakıldı. İşte çağın
dramı budur.
-
Ama neden ? bir kere de
'Karabağ konusunda konferans düzenleyelim' diyen olmadı.
- Neden ? Halen 6 Azeri
eyaleti Ermenilerin işgali altında. Uluslararası alanda bunlar kınandı, ama
Ermenistan BM kararları gereği işgal ettiği yerleri boşaltması gerektiği halde
bir köyden bile çekilmedi. Bunun yerine tam bir kasıt ve maksat ürünü olarak
1915 olayları çıkarıldı. Bu oyunlara gelmeyelim. Dünden önce, bugünü
konuşalım." Kıbrıs Rum Kesimi'nde de Türklerin yaşadığı 4 köydeki herkesin
öldürüldüğünü, Rumlar tarafından tam bir katliam ve soykırım yapıldığını ancak
öldürenlerin yakalanmadığını, hesap sorulmadığını ve Türk hükümetlerinin de
olayın üstüne kararlılıkla gitmediğini, dile getiren Öymen, asıl katliam ve
soykırımın bu olduğunu vurguladı.
-
"DİASPORANIN SESİNİ KESMEK"
-
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Norman Stone da konuşmasına, "Ermeni
diasporası ne oyun oynuyor, neden buradayız? Neden öğrenciler, insanlar bir
şekilde milliyetçi akımlara kapılıyor?" diyerek başladı. Ermeni diasporasının
gerçeği manipüle ettiğini ifade eden Stone, "Yakında '10 milyon Ermeni
öldürüldü' diyecekler. Böylece esas kendilerine zarar veriyorlar. Fransız
diasporasının ne yapmak istediğini anlamıyorum" dedi. Türkiye'nin durumunun
çok yakın zamana kadar "şu durumu nasıl idare etsek" şeklinde olduğunu ifade
eden Stone, Türklerin savlarını yabancılara sunma tarzlarının iyi olmadığını
söyledi. Türklerin söylemini dürüst, açık ve kısa makalelerle dile
getirmesinin daha doğru olacağını anlatan Stone, Türkiye'nin kendisini
savunuyor duruma düşmemesi gerektiğini kaydetti. Stone, "Bu ülkeyi benim gibi
gerçekten seven insanlar olarak, Orhan Pamuk ve Hırant Dink'in çektiği
sıkıntıları anlatamıyoruz, bunu anlatmakta zorluk çekiyoruz" diye konuştu.
Norman Stone konuşmasını, "Biz, ortalığı karıştırmaktan ve anlamsız bir
kasıtla suyu bulandırmaktan başka hiçbir işe yaramayan Ermeni diasporanın
sesini kesmesini istiyoruz" diyerek tamamladı.
-
"TOPRAK PEŞİNDE KOŞUYORLAR"
-
CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ ise batıdaki bazı ülkelerin sözde
Ermeni soykırımı iddialarını benimsediklerini anlattı. Türkiye'ye yönelen
küresel bir tehdit bulunduğunu ve bu suçlamaların Türk dış politikası üzerinde
baskı yaptığını ifade eden Şükrü Elekdağ, batılı devletlerin Ermeni
iddialarını Türkiye'ye karşı koz olarak kullandıklarını söyledi. Bu tür
olayların sürekli gündemde olduğu bugünlerde Ermeni tarafının muazzam bir
faaliyet içinde bulunduğunu anlatan Elekdağ, savundukları iddialarla ilgili
her yıl (yalan-yanlış) binlerce kitap ve makale yazdıklarını, her vesile ile
sempozyumlar düzenlediklerini, ses getirecek lobicilik faaliyetlerinde
bulunduklarını kaydetti. Bütün Ermeni dünyasının kendisini son bir asırdır
Türkiye'ye karşı savaş içinde gördüğünü belirten Elekdağ, şöyle devam etti:
-
"Bunun bir amacı var. Amaçları, Ermenistan'ı Anadolu'nun doğusundan toprak
alarak büyütmek. Bunun peşinde koşuyorlar. Bunun için de “4 T” stratejileri
var. bunlar; tanıtım, tanıtma, tazminat ve toprak... Bunu yıllardır
kimseye anlatamadık. Bugüne kadar tanıtma ve tanıtımda mesafe aldılar. Son
olarak ABD'de soykırıma uğradığını söyleyen bir kesim açtığı tazminat davasını
kazandı ve tazminat aldı. Yani 3. üncü aşama da geçti. Tanıtım, tanıtma,
tazminatta mesafe aldılar, şimdi sıra toprakta... Biz bu edilgenlikle bu
davayı nasıl kazanacağız? Karşımızda bu dava için seferber olan büyük bir
kesim var." Devamla, "Tehcir, Cenevre Sözleşmesi'ne uygun, burada Türkiye
açısından endişe edecek bir şey yok" diye konuştu.
-
Daha sonra,Tehcirin, Cenevre Sözleşmesi'ne uygun olarak bir "askeri
gereklilik" çerçevesinde uygulandığını anlatan Aktan, şöyle devam etti:
"Dönemin yönetiminde ve Türk toplumunda Ermenilere karşı yok etme kastı asla
mevcut olmamıştır. Çünkü Ermenileri aşağılık gören bir ırkçı nefret yoktur. Ne
daha önce, ne de o sırada ortaya çıkmıştır. Böyle bir duygunun ne yazılı, ne
sözlü örneği vardır. Tam tersine Ermeniler Osmanlı Türklerini aşağı, gayri
medeni, vahşi, hatta barbar görmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa'nın
tarihi önyargıları ya da ırkçılığının yol açtığı savaşlarda ve bu ırkçılıktan
esinlenerek Türkleri aşağı gören Balkan Hıristiyanları ve Ermenilerin
isyanlarıyla yıkılmıştır. Osmanlı hakimiyetinden çıkan bölgelerdeki Türk ve
Müslüman’ lar ırkçı nefretle katledilerek Anadolu'ya sürülmüşlerdir. Dünya bu
trajedilere kayıtsız kalmıştır. Bu açıdan Osmanlı'nın yıkılışı, basit bir
askeri-politik kuvvet mücadelesinin çok ötesine ve ilerisine taşınmış ve
tarihi gerçeğe aykırı olarak, soykırım niteliği kazanmıştır. Belki de bu
nedenle geçmiş travmalarımızı unutmayı yeğliyoruz. Tarih çalışmalarında Ermeni
olaylarına fazla değinilmemesinin nedeni de bu olmalı. Yine aynı nedenle
Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ve Cumhuriyeti kuran kuşaktan sonra, kendimizi
batıya karşı küçük görmek, özgüvenle mücadele edememek, sürekli suçlu
hissetmek gibi depresif ve yersiz duygular giderek toplumumuza hakim
olmaktadır."
-
PROF.HALACOGLU\'NUN KONUSMASI
-
TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI PROF. DR. HALAÇOĞLU konuşmasında: ''BİZİM
TARTIŞMAKTAN UTANACAK NE BİR TARİHİ GEÇMİŞİMİZ, NE DE SOYKIRIM VARDIR'' Türk
Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, ''bu ülkede yaşamaktan
ve bu milletin bir ferdi olmaktan gurur duyduğunu'' belirterek, ''Bizim
tartışmaktan utanacak ne bir tarihi geçmişimiz, ne de soykırım vardır'' dedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Sivil Toplum Kuruluşları Birliği
Platformu'nun işbirliğiyle İTÜ Maçka Yerleşkesi'nde düzenlenen ''Türk-Ermeni
İlişkilerinde Tarihi Gerçekler'' konulu sempozyumun öğleden sonraki bölümünde
''1915 Soykırım İddiaları... Savcılar ve Hakimler'' başlıklı bildiri sunan
Prof. Dr. Halaçoğlu, bu konunun bilimsel olmaktan çıkıp siyasal alana
dönüştürüldüğünü vurguladı. Dünya Savaşı'nda Ermeniler'in de diğer insanlarla
aynı acıyı paylaştıklarına işaret eden Halaçoğlu, bu konuyla ilgili Osmanlı
arşivleri gibi diğer devlet arşivlerin de henüz tam anlamıyla incelenemediğini
belirttiği konuşmasına öyle devam etti:
-
''Osmanlı arşivleri son 1 yıldır internet ortamındadır. Osmanlı arşivlerinin
yüzde 10'u incelenebilmiştir. Buna rağmen soykırıma uğradıklarını
söylemektedirler. Bu durumda verilecek yanıt 'hayır' olacaktır. Bu takdirde
iddianameyi hazırlayanlar ile kararı verenlerin varmak istedikleri sonuç
nedir? Yok eğer 'yeterli bilgilerimiz var' deniyorsa, bu durumda ellerindeki
verileri dünya kamuoyuna sunmaları gerekir. Ama görülen o ki ellerinde böyle
bir veri yok. Bilgi Üniversitesi'nde yapılan sempozyumda 'belgeyle tarih
yazılmaz', 'soykırımın belgesi olmaz' denildi.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
|
07 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
HANGİ GENÇLİKLE NEREYE?
-
Büyük yazar ve şair aziz Hocam son makalesinde “M.
Âkif ile Âsım'ın Nesli'nin bu toplumun oluşumundaki
önemli yerleri iyi bilinip gençlere benimsetilmeden,
bu ülkenin geleceği belirsiz; yabancılaşmanın tehdidi
altındadır. Bunu iyi bilmeliyiz...”diyor.
Hemen her gün bir eğitim kurumunu ziyaret edip
Yeşilay konferansları veren birisi olarak karşımda
gördüğüm gençlik profili hakkında hiç de iyimser
değilim. Tabii bu profil aslında onların
ebeveynlerinin de talihsiz bir izdüşümüdür aslında.
-
Kanaatimce ortada gençlik filanda yoktur. Hele “Ey
Türk Gençliği” hitabede kalmış hatta tarihe
karışmıştır. Bir ila on yedi yaş arası çocuk ve ergen
insan topluluğu tümüyle kendine ve değerlerine hatta
inancına yabancı bir gençliktir. Tespitime göre
Türkiye topraklarında yeni bir Amerikan kolonisi
yetişmektedir. Bunların nüfusu 26 milyondur ve on beş
milyonu da talebedir. Tabii “talebe talebeden
demektir” oysa bunların da velilerinin de gelecekte
neyi talep edeceklerine dair en ufak bir fikirleri
bile yoktur. Bu yeni Amerikan nesli doğru dürüst
Türkçe konuşamamakta, gramer bilmemekte ana-babasından
öte kimseyi tanımamakta ve kendi aralarında
geliştirdikleri garip bir lisan ile hatta çoğu zaman
da argo ile konuşmaktalar. Büyük bir kısmı ilkokulda
sigaraya, ortaokulda içkiye başlamakta, ilerleyen
yaşlarda da enerji içecekleri ve biralar ile ağır
alkollü içkilerin esiri olmaktalar. Kola bağımlılığı
artık iyice yerleşmiş ve bunu da fastfood yiyecekler,
cips hamburger ve diğerleri takip ettiği için ortaya
bizim çocukluğumuzun iki katı cesametinde yeni ve
tuhaf bir nesil çıkmış bulunmaktadır. Büyümeden
küçülmüş ve büyük bir kısmı küçük dağları ben
hallettim edası ile dolaşan; dünyada ne kadar moda
varsa takip eden, para kazanmanın güçlüğünü bilmediği
ve asla da bilemeyeceği için çok kolay harcayan bu
genç insanlar topluluğu ile o yaştaki Çanakkale
mücahitlerinin ve Asımın neslinin de en ufak bir
alakası bulunmayacaktır elbette.
-
Yüzlerce diziden gördükleri gibi yaşayan ve esrarkeş
şarkıcı ve sarhoş türkücülerin peşinden adeta
uçarcasına koşan bu milyonlarımıza hiçbir nasihat ve
eğitim sistemi para etmemektedir. Çünkü onları
televizyon dizileri ve internet zaten gereği kadar
yetiştirmiştir. Tüm dizilerdeki alkol sofralarında
eniştelerine aşık ablalarını görerek ve gayrı meşru
çarpık ilişkileri takip ederek onları taklit edenler
kadar bunlara müsaade eden ebeveynlerde suçludur
elbette.
-
Neticede bu gidişat ve zorlamalarla liseler ortaokul,
ortaokullar da ilkokul seviyesine adeta çekilmiş ve
hatta indirilmiştir. Genel kültür, Adabı muaşeret,
yüksek ahlak, Milli ve manevi ,hatta bedii değerler
adeta küserek bu toplumu terk etmişlerdir. Sayıları
iki yüze yakın üniversitenin pek çoğunun ise seviyesi
bir memurluk sınavında bile başarı sağlatamazken
hayatta başarı nasıl sağlanabilecektir. Bilimsel
makale, buluş ve dünya çapındaki araştırmalara dair
hayallerimiz henüz temenniler halindedir.
-
Hemen her köyde ve kasaba açılan üniversite ve
kampuslar oraya yığılan genç nüfusun bitmez tükenmez
ihtiyaçları için esnafın işlerini biraz yoluna
koymaktan başka bir işe yaramamıştır. Üniversite
sanayi işbirliği masalları bende yıllardır ninni
etkisi yapmaktadır. Hayata hazırlamaktan uzak ve ülke
gerçekleriyle hiç ilgisi olmayan mevcut eğitim
sistemimiz yüzde doksan işletmeci yetiştirmekte ve
hemen herkes okulu bitirince bir masaya ve
bilgisayarın karşısına yerleşerek bir şeyler işletip,
imza atıp çuvalla para kazanacağını ve ispanyada
şatolar kuracağını zannetmektedir. Babasının tezgahını
devralma talihine sahip olmayanlar için ise durum bir
felaketten ibarettir.
-
Birde muhafazakar ailelerin çocukları olan bir kısım
İslamcı(!) gençlik kesimi vardır. Bunlar da mevcut
moda rüzgarlarının ve çağdaş trendlerin(!) etkisi
altında kendilerine yeni bir sosyete ve giyinme tarzı
icat etmişler, daracık kot pantolonlarının üstüne
başörtüsü, pardesülerinin altına Amerikan spor
ayakkabıları, cilbablarının tepesine de rengarenk
eşarplarını hörgüç gibi bağlayarak Çin parfümlerinden
oluşan ağır koku bulutları içerisinde ana caddemizde
boy göstermektedirler. Büyük şehirlerde sevgilileriyle
sarmaş dolaş gezinen bu gençlerimizin ilimizdeki
temsilcileri de sayıları gittikçe artan kafeteryaların
baş müşterisidirler.
-
Çoğundaki en pahalı cep telefonları babalarında bile
yoktur ve hepsi de sevgili ebeveynlerinin gözbebeğidir
ve ne isterlerse yapmalıdırlar. Gittikleri ol
tuttukları takım, konuştukları Türkçe doğrudur,
peşinden gittikleri esrarkeş şarkıcılar doğrudur.
Müzik onların müziğidir. Sanat onların yaptıklarıdır.
Bunların haricinde bizim deminden beri
söylediklerimizin hepsi yanlıştır zaten.
-
Okul bitince kapak Amerika’ya atılmalı, susayınca kola
içilmeli, su gibi İngilizce bilinmeli, Hıristiyan
Avrupa’nın ne kadar adeti ve rezilliği varsa
benimsenmeli, sevgililer günü filan asla
atlanmamalıdır. Beş vakit namaz kılmak Müslüman olmak
için yeterlidir. Ona da hacdan gelince başlanmalıdır.
Şehir olarak yılbaşı gecesi iki yüz tanker içki
içilmeli ve bir gün mutlaka zengin olunmalıdır. Tabii
bunun içinde hedefe ulaşmak için her yol sonuna kadar
denenmelidir.
-
Ana caddede normal bir otomobilin beş katı zehirli gaz
üreten ve üç katı benzin tüketen dev ciplere imrenerek
bakanlar ve lüks vitrinleri seyredenler; zavallı aziz
şehrimizde il nüfusunun yüzde kırkının yeşil kartlı
olduğunu ve kenar mahallelerde ne kadar öksüz, dul,
yetim, aç, perişan ve yoksul insan olduğunu asla
bilmemektedirler. Mevcut ne kadar cemaat, cemiyet, stk
aktivist vs varsa kendi çevresinde, yurdunda,
partisinde, dergahında bulunan ve belki hakikaten
düzgün, iyi Kur’an okuyan bir avuç yavruya bakıp
teselli bulmakta ve büyük resmin tamamını kimse
görememektedir.
-
Akşama kadar birbirlerini eleştiren siyasilerimize ve
bizi yönetenlere soruyorum. Bu konulara dair bir
öneriniz, çözümünüz veya hatta bir diyeceğiniz var mı?
-
Buradayım bekliyorum!
-
Adam gibi çocuk yetiştiren o bir avuç ebeveyni
yukarıdaki ifadelerimden elbette tenzih ve tebrik
ediyor, selamlar yolluyorum.
-
Saygılarımızla…
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |
 |
Suhubi
Ulvi CIRUL |
Suhubi Ulvi CIRIL Hayat Hikayesi
|
-
TEL
TEL YAPIMI
-
Çorum`a özgü, soğuk kış geceleri eğlenmek amacıyla
yapılan bir şekerleme türü olan TEL TEL, havaların
iyice soğuduğu kış gecelerinde, akraba, eş dost veya
konu komşu bir araya gelerek yaptıkları, fakat
yapılışı zor olmasına rağmen, sonrası eğlenceli
geleneklerimizdendir.
-
O
anda evde bulunan insanlara yetecek miktarda
hazırlanılmak üzere, toz şeker, çok az limontuzu ve
su, şerbet olup köpürünceye kadar kaynatılır,
kaynatılan şerbet tepsiye dökülür, tepsi içindeki
şerbetin soğuması için kar üzerine bırakılır ve takip
edilir. Soğutulmak üzere tepsinin dışarıya
bırakılmasıyla birlikte dikkat edilmezse ilk şakalaşma
ve eğlence de başlar. Tel Tel yapıldığını öğrenen
komşular şaka amacıyla, kar üzerine soğutulmaya
bırakılan tepsideki şeker ağdası soğumadan, eriyik
halde iken ipin ucuna takılan bir çengel, ağdanın
içine atılıp soğuyunca çekilir ve tepsiyi evine
götürür. Ağdayı hazırlayan ev bekleye dursun tepsiyi
götüren ev Tel Teli hazırlar ve tepsisini aldığı ev
halkını evine davet eder, eğlence diğer evde devam
eder. Tepsi başkaları tarafından götürülmeden eve
soğumuş halde getirilmişse, tepsi içindeki şeker
ağdası rulo biçiminde sarılır, ilk önce iki kişi
tarafından 18-21 kere sıkılarak inceltilip uzatılır,
katlanır inceltilip uzatılır halka yapılır sıkılarak
halka çevrilir, ağda beyazlayıncaya kadar çevirme işi
devam eder.
-
Beyazlayan ağda halkası, kokulu olması için toz
haldeki leblebi unu karıştırılmış kavrulmuş un
serilmiş tepsiye yerleştirilir, tepsinin etrafına kaç
kişi sığarsa oturulur. Ağda halkası, tepsinin içinden
dışına yarım tur dışa ve soldan sağa her iki yönde
uyum içinde çevrilerek halka uzadığında yine
katlanarak tepsiye yerleştirilir, ağda halkası tel tel
ayrılıncaya kadar çevirme işlemi devam eder.
-
Yapılmış olan tel tel, avuç içi büyüklüğünde
kopartılarak orada bulunanlara ikram edilir, çocuklar
arasında çeşitli şekillerde tel tel yeme yarışmaları
düzenlenir, örneğin tel tel yenirken tosyaa denilerek
tel tel üzerindeki unun genze kaçmasıyla boğaz tahriş
olur öksürülür, diğer bir eğlence, yarışmaya katılan
çocuklar ellerini arkada tutarak yerdeki tabaktan, tel
teli en hızlı yeme yarışı yaparken yüzleri şeker ve un
olur, yine undan boğazları tahriş olur suu diye yardım
isterler, gece böylece eğlenerek devam eder.
-
Bu tür eğlencelerle, uzun kış geceleri eş dost ve
çocuklarla birlikte hem eğlenilir hem de kültürler
gelecek nesillere aktarılır. 10 kişilik tel tel için
gerekli malzeme: 3 kg. Toz şeker 3 litre su 1 fındık
büyüklüğü limon tuzu 2-3 kg. kavrulmuş un 10-Ocak
-2011
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki
Sayfaya Gitmek için Tıklayınız! |

Nurdane DURAK |
-
ONKO-SAV DERNEĞİ
-
Hepimiz Onkoloji
hastalığı hakkında doğru yanlış bir takım bilgilere
sahibiz. Ama ONKOLOJİNİN kanser birimi olarak ifade
edilebildiğini kanserin oluşumu, nedenleri, kalıtımla
ilişkisi, tanısı,tedavisi,kanserle ilgili
istatistikleri düzenlediğini ve kanserden korunmayla
ilgili bir tıp dalı olduğunu, kanserin kötü huylu bir
tümör türü olduğunu, TIBBI ONKOLOJİNİN Yani MEDİKAL
ONKOLOJİNİN kanserli hastaların bu açıdan takip ve
tedavisini yaptığını , cerrahi ve radyoterapiden sonra
da bu hastaların bakımını üstlendiği, bu bilim dalının
uzmanlarına ONKOLOG denildiğini bilen ve Onkoloji
hastaları için Türkiye ve Çorum ‘da ne gibi
çalışmaların olduğunu ve ne gibi yeni çalışmaların
yapıldığını bilen çok az kişi vardır.
-
Derneğimiz ONKO-SAV
yani Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Savaşma Derneği
Çorum Devlet Hastanesi İntaniye Doktoru SAYIN AYHANIM
TÜMTÜRK tarafından 2005 yılında kurulmuş olup bu
yıldan bu güne kadar faal bir şekilde 100 üyesi ile
çalışmalarına devam etmektedir.
-
Derneğimizin amacı;
Çorum halkını kanser konusunda bilgilendirme,
bilinçlendirme, ve hastalığı daha az seviyeye
düşürmektir.
-
Derneğimize kayıtlı
180 hastamız vardır. Sadece çorum merkezde değil
ilçelerimizdeki ve köylerimizdeki hastalarımıza da her
konuda desteğimizi ve yardımlarımızı esirgememekteyiz.
Bazı hastalarımızsa bizden sadece manevi destek
beklemektedir.
-
Derneğimiz sadece
hastalarımıza değil hasta yakınlarımıza da her türlü
desteğini sağlamaktadır.
-
Türkiye’de Çorum’da
dahil olmak üzere 23 ildeki onkoloji dernekleri
birleşerek 2010 temmuz ayında bir federasyon kurdular.
Yine bu 23 il içerisinden Çorum’unda dahil olduğu 7 il
yönetimde görev aldı.
-
Çorum Onko-Sav Derneği
bu federasyonun hem kurucu üyesi hem de yönetiminde
görev almaktadır. Ayrıca Türkiye Kanser Daire Başkanı
SYN. Dr. Murat Tuncer; bu federasyonun hem kurucu
üyesidir, hem de yönetiminde görev almaktadır.
Federasyonun amacı: kansere karşı toplumsal bilinci
ve duyarlılığı geliştirmektir. kanseri önleme, tarama,
erken teşhis, teşhis tedavi, tedavi sonrası takibin
sağlanması amacıyla devlet ile sivil toplum
kuruluşlarının iş birliğini sağlamaktır.
-
Onko-Sav Derneğine
gelen hastalarımız hastanede sorunlarını tam
anlatamadıklarını, yeterli ilgi göremediklerini,
yetkililerin duyarsızlıklarını, yeteri ilgi
göremediklerini, toplumun kendilerini anlamadıklarını,
hastalıkları nedeniyle kendilerini dışladıklarını,
kendilerine çok yoğun duygusallıkla(yani acıyarak
veyahut ta üzülerek) baktıklarından şikâyetçi
oluyorlar.
-
Biz dernek olarak bu
hastalığın basit bir grip algılanması gerektiğini,
hastalığın herkesin başına gelebileceğini, hastalığa
yakalanan insanların morale çok ihtiyacı olduğunu
anlatmaya çalışıyoruz.
-
Derneğimiz ile
KETEM(yani kanser erken teşhis tarama ve eğitim
merkezi)ile işbirliği sayesinde kanserden korkmadan
korkutmadan bize başvuran her bayana kanser tarama
testleri yaptırmaktadır.
-
Ayrıca derneğimize
bağlı olarak Gençlik Kollarımız vardır. Yeşilay
başkanı Syn. Atilla Alpay ile Onko-Sav gençlik kolları
birlikte faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Gençlerimizi tehdit eden sigara, alkol, bağımlılık
yapan uyuşturucu maddeler, enerji içecekleri, kola
gibi gazlı içeceklere, fast food türü yemek
çeşitleriyle savaş da lise ve üniversite gençliğini
bilinçlendirmeyi hedefliyoruz.
-
Bazı kişilerin
derneğimizin adını kullanarak para topladıklarını
hastaların duygularıyla oynayarak kendi çıkarları
uğruna hastalar üzerinden prim yapıp rant sağlamaya
çalışarak derneğimizin adını kötüye kullandıklarını
duymaktayız. Ama çorum halkının böyle insanlara prim
vermediğini ve asla vermeyeceğini bilmekteyiz.
Başta Çorumlu iş adamlarımız ve sevgili halkımızın
maddi manevi desteği ile dernek olarak yolumuzda emin
ve kararlı adımlarla ilerlemekteyiz.
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ
-
Şehirler, şehirlerimiz…
Kentler, kentlerimiz. Her iki başlıkta geçerli.
-
Şu veya bu nedenle
gerçekleştirilen seyahatler sonunda görülen, gezilen şehirlerimizin, yerleşim
birimlerimizin satırlara, mısralara dökülerek anlatımları geniş kareli
fotoğraf çekimi, sergilenmesi, albümlere yerleştirilmesi gibidir. Fatma
Uçarlar, şair ve yazar. Her gittiği yerle ilgili, yerleşim birimiyle ilgili
gördüklerini, duygularını sayfalara, mısralara aktarıyor.
-
-“Çocukluğumdan beri
Türkiye hatırasını incelerken, Ege Denizi ile Akdeniz’in birleştiği yer olan
Datça ve Bodrum yarımadaları ile Karadeniz’e burnunu biraz fazlaca sokmuş olan
Sinop’un bulunduğu bölge, daha doğrusu Doğu Karadeniz Bölgesi en çok ilgimi
çekerdi” (Bir Sevda oldun yüreğimde’nin girişiı
-
-“Fazla yağmur almayan
Şebinkarahisar’ın havası bize oyun oynamıştı/Giresun’a kadar gittikten sonra
Trabzon’u Sümela’yı görmesek olur mu?” İki cümleyi, iki paragrafın anlatım
hazırlıkları Fatma Uçarlar’dan.
-
- ISPARTA GÜLÜ
-
Fatma Uçarlar’ın altı
dörtlükten meydana gelen “Isparta Gülü” başlıklı şiirinde Isparta anlatılıyor.
Isparta ile ‘gül’ün bütünleştiği noktasından hareket edilerek bir dörtlüğünde
şöyle anlatılıyor:
-
- -Bülbül figân eder, dalda yaprakta,
- Büyür Isparta gülü, dağda, toprakta,
- Gülyağı damla damla, akar imbikte,
- Yârin yollarına ser, Isparta gülü…
-
-
Fatma Uçarlar, yıllarca
görev yaptığı Burdur’dan da sıkça sözeder şiirlerinde. Duygularını ortaya
koyar içten, samimi; anlamlı;
-
- BURDUR
- Ben sende Burdur’u gördüm,
- O yüzden sevdam sana değildi,
- Kollarını açtığın an,
- Bir kolunda Tefenni’yi,
- Bir kolunda Ağlasun’u gördüm,
- Bu yüzden sevdim bu kolları,
- Ben bu kollarda tüm Burdur’u sevdim..
- Benim sevdam Burdur’aydı,
- Ben sende Burdur’u sevdim, Burdur’u..
- Arkasından Yozgat ilimiz gelir. “Kayboldum Yozgat
ilinde” başlığıyla Fatma Uçarlar, avuç içi kadar Yozgat’ta kaybolur. Demek ki
görünüm genişliği var. Yozgat’ın.
-
- YOZGAT
- Annemin sevdiği türkü dilimde,
- Bozok Yaylası’nda yürür dururum.
- Vatanımın güzel Yozgat ilinde,
- Tarihime içten selam dururum.
-
- Bir başka kentimiz, Bodrum’da görürüz Fatma Uçarlar’ı.
Bodrumla ilgili duygularını da dile getirir uzunca şiiriyle. Bir dörtlüğü bu
şiirin:
-
- BODRUM
- Beyaz iki katlı, evlerin hepsi,
- Kalenin üstünde mehtabın tepsi,
- Denizin dalgasız, suyun ipeksi,
- Yüreğim sevdaya daldı, sevindim. .
-
- YILIN SÖZLERİ (1):
- 1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana
söylediklerimin, yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
- Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir
gerçek, doğru olan (18.12.2008)
- 2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım,
kırılmayacağım,
- Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve
yorgunluğu içinde olamayacağım,
- Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum
mahkemede, mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
- 3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan
haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
-
İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında, 8-10
bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur.
(20.12.2008)
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
TEPSİ ÇÖREK
2 orta boy patates
Yarım kilo un
1 küçük paket yaş maya
Bir miktar margarin
2 kaşık Sıvı yağ
1 yumurta
2 kaşık yoğurt
Bir miktar tuz
İstenildiği kadar susam
-
Bir kaba un, maya ve
tuz konularak ılık su ile kulak memesinden cıvık
olarak yoğrulur.
-
Çöreğin kızartılacağı tepsi yağlanarak bir miktar un
serpilerek tepsiye yapışması önlenir. Yoğrulan hamur
tepsiye dökülür. Karışımın tepside mayası gelmesi için
bekletilir.
-
Mayası gelerek tepsi ağzına kadar dolar. Bir kapta iki
kaşık yoğurt iki kaşık sıvı yağ ve bir yumurta güzelce
çırpılır kabaran hamurun üzerine fırça ile sürülür.
İstenildiği kadar Susam ekilerek sıcak fırına sürülür.
-
Çörek pişince fırından çıkartılır biraz soğulunca
bıçakla istediğiniz büyüklük veya şekilde kesilerek
servis yapılır.





















 |
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Özkan KARACA |
Özkan KARACA Hayat Hikayesi |
İSTANBUL'
DA KİMSESİZ
Bir ılık sonbaharın yalnızlığında
Semayı karabulutların ördüğü saatlerin diliminde
Akşamın soğuk deminde, Kadıköy sahilinin dizinde
Yüreğimi saran kor alevlerin dibinde
Yalnızlığın sarsıcı kollarında
Gözlerimde ki nemler bedenimi titreterek
Gönlümdeki yaslar ruhumu kemirerek
Kalbime dolan hicranla ezilerek
Akşamın soğuk deminde
Fırtınaların savurucu elinde
Ufukların çizgisine doğru ayaklarımı sürüyorum
Gecenin ıssızlığında karanlığı yırtan adımlarında
Karanlığın anlık soluğunda gözlerimdeki dolunay
Sahillerin bedenimi alıp sürükleyen boyunda,
Karabulutlar başımda taç
Dalgaların kayalıkları döven hırçın seslerin çığlığında
Yürüyorum karanlığın gizlediği ufuklara doğru
Dilimde dökülen heceler nakış, yaratana yakarış
Kalbime saplanan hançer feryat oluyor
Ruhuma vurulan tokmak çığlık oluyor
İdrakime yığılan seller sızı oluyor
Zihnimde ki iğne, fikrimdeki yara
Eğik bedenime ağırlık oluyor
İstanbul gecesinde bulanıklarla islenmiş ruhum
İstanbul gecesinde buhranlarla seslenmiş kafam
Gecenin ıssızlığında, hüzünlerin ıslığında
Kafamın odasını sarsan uğultu yüklü
Çilekeş kimsesizlerin yorganı olan karanlık
Üzerlerinde yüklü kasvet, ümitlere olan ahdet
Sisli ufukların aydınlığına uzanan eller
Yıkık bir hülya gibi sönük ve donuk
Hicranın kollarında, hüzünlerin alevinde
Ayak izime dolanan bir kedi yalnızlığıma sokulan
Karanlığı inleten kedinin mırıltısı gözlerimde yağmurlu
Yürüyorum karanlığın meçhullerine doğru
Ruhumu kaplayan kara perdelerin bağrında
Gönlümü dolduran sislerin altında
Kedinin mırıltısı ve dalgaların tokadı
Kulaklarımı iğneleyen.
Yürüyorum karanlığın gizlediği ufuklara doğru
Ey İstanbul..! Hep yaşanılmaz hüzünlerin ile
Sende mutluluk ver hazanlarında
Hayallerimin aynasında sen, gözlerimin boğuntusunda sen
İn cin uykuya dalınca
Gecenin boğucu uğultusunda dişlerde gıcırtı
İki yanımda kanatlanan evlerin ateşi dinmiş
Evsizliğin evinde kör pencerelere gözleri yapıştırarak
Yalnızlığın rıhtımında hülyalar la süzülerek
Düşlerin tebessümünde lekeli tablolara kapılarak
Kimsesizliğin sessizliğinde, kimseleri bekler gibi
Yalnız ve yıkık
|
|
|
|
|
13 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ Hayat Hikayesi |
GELİYORUM YAR SANA
Kader savurdu bizi düştük çok uzaklara
Ağustosta üşüdük sarıldık kazaklara
Hasret ağını ördü tutulduk tuzaklara
Kırarak zincirleri geliyorum yar sana
Aramıza dağlardan barikatlar örüldü
Sevenler sevdiğinden ıraklara sürüldü
Özlemin tüm sancısı yüreklere kuruldu
Yararak sarp dağları geliyorum yar sana
Dünya arenasında duyulan sözlerini
Sen düşünce aklıma parlayan yüzlerini
Her gördüğüm çiçeğe övdüğüm gözlerini
Sararak gizlerime geliyorum yar sana
Uykumu parçalayıp dağıttım yıldızlara
Düşümü hırpalayıp taktım çuvaldızlara
Yanılıp aldanmadım süslenmiş yaldızlara
Sorarak izlerini geliyorum yar sana
Sen gönlümün şahısın senden gayri bilemem
Öleceksin deseler senden ayrı ölemem
Mizabi şu ömrüme seniz bir gün dilemem
Sererek özlerimi geliyorum yar sana
|
|
|
|
14 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
|
 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
146 SAYI 25 Nisan 2011 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |