| 
               
              
             | 
            
      
     
                | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
              | 
               
                | 
            
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
              | 
              
         | 
            
      
              | 
               
              
              TAKDİM 
              Ali EMİROĞLU 
              
              İNSAN KENDİNE GÜVENİNCE 
              AKIL İÇİNE 
              GİRDİK 
              ALACA HÖYÜK 
              KÜLTÜR ŞENLİKLERİ 
              GÖRÜNÜRDE ÜÇ 
              YOL VAR 
              ŞEYTANIN AKLI 
              ERMİYOR 
              ALTINA 
              İMZANI AT! 
              ÇORUM 
              GÖÇ MEMLEKETİ 
              
              KİBARLAŞTIK 
              ;FUAR (FOİRE) DEDİK 
              
              BİR İLİM KONGRESİ HİTİTOLOJİ  
               
              
              SEN AYIP BİLMEZ 
              MİSİN? 
              ÇORUM'DA 
              TURİZM 
              
              23’CÜ 
              ÇORUM HİTİT FUAR VE FESTİVALİ 
              
              BİLMEK 
              YAPMAK DEĞİLDİR 
              
              10 
              KASIM VE ATATÜRK 
              
              CUMHURİYET 
              
              ÇORUM'DA 
              TURİZM 
              
              TAŞ 
              YERİNDE AGIRIR 
              
              BAYRAMLAR 
              
              SÖZDE 
              SOYKIRIMI 
              
              KASTAMONU 
              
              MİLLETLER 
              HUY DEĞİŞTİRİR 
              
              BİR 
              MAKAMIN HASİYETİ 
              
              MENDERES 
              MANTIĞI 
              
              BİRADERİMİN 
              ÖNERİSİ 
              
              HERKESİN 
              YETKİSİ VARDIR2 
              
              TRAFİK 
              BİR BELA MIDIR ? 
              
              BİLGİ 
              VE PARA GEREKLİ    
              
              FRANSA'DA 
              RÖNESANS (Renaissance) 
              
              KARARIMI 
              VERDİM DEDİ 
              
              AĞIZDAN 
              BAKLALAR ÇIKIYOR 
              
              BİZİM 
              ÖZEL TEŞEBBÜSCÜLER 
              
              
              HAYYAM DEYİNCE 
              
              DÜNYA 
              GENİŞLEMEDEN VAZGEÇMEDİ 
              
              MANTIK 
              SEÇİMDE DE GEREK   
              
              ÜMİTLENDİRMEKTE 
              MEZİYETTİR 
              ÇEVRE YOLUMUZ 
              
              BİR 
              KÜLTÜR KAYBOLURKEN 
              
              BİR 
              MAYISIN KUTLANMASI 
              
              DOĞANIN 
              BAHARI 
              
              ÇORUM 
              ÇÖLLEŞECEK 
              
              MEDENİYET 
              BİR ALIŞKANLIKTIR 
              
              ÇEVRE 
              YOLUMUZ 
              
              HAYAT 
              KISA AMA... 
              
              AMERİKAN 
              ZENGİNLERİ 
              
              NEREDEN 
              BAKARSAN 
              
              MAKYEVELLİ 
              KİM OLUYOR? 
              
              YETİŞMİŞ 
              ADAMIN VARSA   
              
              ZORUNLU 
              MADDELER 
              
              HER 
              İŞ KIYMETLİDİR 
              
              GÖRÜNÜŞ 
              AYNI DA!! 
              
              SÖZÜ 
              YERİNDE KULLANMAK 
              
              BİR 
              KURUM YETMEYİNCE 
              
              TRAFİK 
              BİR BELA MIDIR? 
              
              BU 
              ESKİ DÜNYA 
              
              HATIRALAR 
              
              ÇAĞDAŞ  
              OLMAK   
              
              FİKİRLER 
              AYRIDA OLSA 
              
              
              İŞTE YAHUDİ DÜŞÜNCESİ HAKİM  
               
              
              
              ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER  
               
              
              
              DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER  
               
              
              
              ÇORUM’LA İLGİLİ BİRİ İSİM 
              
              
              HAYIRLI BAYRAMLAR 
              
              
              ALIŞKANLIK DIŞILAR 
              
              
              CUMHURİYETİMİZ SON AŞAMADIR 
              
              
              AVRUPA’NIN BÜYÜK İLGİSİ 
              
              
              AKIL İÇİNE GİRDİK 
              
              
              AKIL KULLANILMAYINCA 
              
              
              BORÇ KREDİLERİ   
              
              
              HAVALARDA VAR BİR ŞEY 
              
              
              FETHİYE’DE LAZ HAKİM  
              
              
              YETER BE ! 
              
              
              ARAFATSIZ DÜNYA 
              
              
              HATIRALAR 
              
              
              KADIN HAKLARI, İNSAN HAKLARI İÇİNDEDİR  
               
              
              TOPKAPI 
              SARAYI'NIN TOPU TÜRK 
              
              
              ULUS OLMAK ZORDUR 
              
              
              TÜRK KADINI BÖYLE OLUR 
              
              
              KADINLARIMIZIN GÜNÜ   
              
              
              KIBRIS’TA OLAN BİTENLER   
              
              
              SEN 
              AYIP BİLMEZ MİSİN?   
              
              
              ESKİ GÜZEL İSTANBUL   
              
              
              ÇARPICI BENZERLİKLER 
              
              DÜNYA ISINIYOR 
              
              ALIŞKANLIK 
              DIŞILAR   
              
              
              TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR 
              
              
              ÇAĞDAŞ MEDENİYET SEVİYESİ  
               
              
              
              AVRUPA’DAKİ TÜRK MİLLET VEKİLLERİ 
              
              
              LATİFE HANIM HAKKINDA 
              
              
              İŞİN YOKSA YAZIYA DEVAM 
              
              
              ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI  
               
              
              
              AVRUPA MI ESKİ, ANADOLU MU?   
              
              
              İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR 
              
              
              AKIL FİKİR VE İYİ NİYET   
              
              
              AMERİKA’NIN İKİ DEVRİ 
              
              
              KKKA 
              
              ÇARPICI BENZERLİKLER 
              
              ALIŞKANLIK DIŞILAR 
              
              
              ÇEKVA 
              SANATÇILAR KURULTAYI 
              
              BİZİM GÖĞÜS 
              HASTANEMİZ   
                 | 
            
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
                 TAKDİM 
                            Bu sanal kitapta 
                bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak 
                yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve 
                Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak 
                yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde 
                yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir 
                
                Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu 
                sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak 
                sizlere sunmak amacı taşımaktadır. 
                
                Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve 
                sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım. 
                
                Mahmut Selim GÜRSEL 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
           
        Dr. Ali EMİROĞLU  | 
      
      
              | 
        | 
            
      
              
        - 
        1921 yılı 15 Şubatta  doğmuşum. Doğum 
        yerim Alaca-Höyük  Köyüdür.  İlkokulun ilk  üç senesini 
        İmat Köyü İlkokulunda okudum. Son iki  yılı  Sungurlu'da devam 
        ettim. Ortaokulu Çorum Ortaokulunda,liseyi Yozgat’ ta bitirdim. Orta 
        tahsilim, parasız  yatılı olarak  devlet   
        tarafından karşılanmıştır. İstanbul  Tıp  Fakültesinden 1945 
        yılında mezun oldum. Askerlik hizmetinden sonra 4 yıl Urfa  
        Akçakale  İlçesinde Hükümet Tabibi olarak çalıştım,orada  bir  
        hastane kurdum ve açtım. Fethiye  Hükümet  Tabibi  iken  
        ayrılıp Fransa'nın Lyon Üniversitesinde  kalp  hastalıkları  
        ihtisası yaptım. Dönüşte  Ankara Üniversitesinde  Dahiliye 
        Mütehassısı  imtihanını  geçirdim  ve bu unvanı 
        kazandım. 
 
        - 
        1962 de Çorum Devlet Hastanesine tayin 
        edildim  ve  bu  hastaneden  emekli oldum. Halen 
        serbest hekimliği sürdürüyorum.   Ben;ilkokuldan itibaren hep 
        hekim olmayı isterdim,isteğimi yerine getirdim. Hekim olmaktan da 
        şikayetim olmadı.   
 
        - 
        Hekimlik mesleği dışında hiçbir işte  
        çalışmadım.   Sosyal faaliyetlerin hep içinde oldum ve olmaya 
        devam  ediyorum. Hekimlik  hayatım  hep enteresan olay 
        larla doludur.  Bunlardan kitaplar çıkartabilirim. Bunların ilgi 
        ile oku nacağını da sanırım. Bunların bir kısmı hekimlik sırlarıdır ve 
        bunlar gizli kalacaklardır. Hekim;mesleği bilgi sahibi olduğu olayları 
        açıklayamaz. Bunların açıklanması ahlak ve  kanun önünde  suç  
        teşkil ederler.  Hekimlik deontolojisi saygı görmektir. Ben buları 
        iyi öğrendim ve iyi tatbik etmeye de gayret gösterdim. Hiç bir hekim 
        arkasından  konuşmamışımdır. Onlarda benim için   
        konuştuklarına  şahit olmadım. Avrupa Hekimlik  ahlakı bu  
        doğrultuda tatbik sahası bulmuştur. 
        
        
 
        - 
        İlginç  bir  olayı   
        anlatmakta zarar görmedim. Bu yıl, 3 - 5 ay önce,çok güzel genç bir 
        köylü kızını ailesi muayene için bana getirdi. Kız hasta, beni  
        şöyle bir süzdü ve net olarak "ben bu doktora  muayene  olmak 
        istemiyorum,bu ihtiyar bir hekim"  dedi. Ben buna hiç kızmadım. 
        Masadan kaldırdım ve  sinirlenmeden   giyinmesini 
        istedim. Kızın ailesini de teskin ettim. Bu  bir  hasta  
        hakkıdır ve saygı gösterilmesi gerekir. 
        
        
 
        - 
        Mesleğim bana hep itibar temin etti. 
        Mesleğime  büyük  saygı  duyarım. Yukarıda 
        yazdıklarımı,genç meslektaşlarıma öğütlerim. 
         
 
        - 
        Yazı yazmaya,elbette amatör olarak hevesim 
        çocuklukta başlamıştı. Babam bazı sorular önerir,onları bana 
        yazdırır,okutur ve pek tatlı gülüm serdi. Yozgat Lisesinde "Yükseliş" 
        Dergisini organize ettik. Ben;edebiyat hocamızla tertipleyici idik. 
        Yükseliş'i  Cumhuriyet  Gazetesi parasız basardı. Yükseliş'te  
        benim yazılarım da çıkardı. Sonra;Tıp Fakültesinde  ve  
        Hekimlik hayatımda çeşitli dergi ve gazetelerde  yazmaya  
        devam ettim  aynı yazının 3 - 5 dergide aynı anda  
        yayımlandığı da olurdu. Tamamı ile amatörce bir heves. Yazı yazınca, onu 
        okutacak,biraz da zorla okutacak muhitim de var.  Çocuklarım, 
        torunlarım  bir  nebze de   Vahit Benderli bunların 
        arasındadır.  
 
        Yazılarımdan, diğer yaptıklarımdan hiçbir ödül almış değilim. İdealim  
        vardır. İdeallerin  yetişilmeyenler olduğunda büyük önder  
        işaretlemiştir.  Benimkini izah etmek açıklamak istemiyorum. Hele 
        şu anda bunu herkes tahmin eder.  Bir  zihin jimnastiği için 
        onu okurlarıma bırakmak istiyorum.    
        - 
        Çok  çalışmalarım var.  
        Yayımlamak beni korkutuyor.  Hatta bazıların imha bile ettim.Ben 
        amatör yazarım. Yazarlık benim mesleğim değildir. Aklıma geleni yazar ve 
        yayımlarım.
 
        - 
        Internet’te Yazarımız 
        Çorumlu2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisinede yazıları yayınlanmaktadır.
 
        - 
        
   
        - 
        
      Yazarımız;Dr. Ali Emiroğlu, 27 Temmuz 2011 Çarşamba 
      günü saat 17.15’te Çorum Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti. 
      Mahmut Selim GÜRSEL  
       
         | 
            
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
  - İNSAN KENDİNE GÜVENİNCE
 
  -             Size, kendine cidden güvenen bir 
        insandan bahsedeceğim. kendisine güvenen ve güvenin dışında çok büyük 
        meziyetleri olan bu kadın amerika’nın eski Demokrat Başkanı  Billy  
        Clinton’nun eşi Hillary Clinton’dur. Hillary Clinton kocası gibi 
        tanınmış bir avukattır. Kocası hovardalık avukatlığını da bizzat 
        üstlenen beklide dünyada ilk kadındır. Bayan Hillary Clinton bu gün 
        başkanlık yapar durumdadır. Kendisine çekilmesi tavsiye edenlere 
        şiddetle karşı çıkmıştır. O zaman birazcık gerilemiş durumu vardı. Şimdi 
        durumu değişmiştir. Bana göre daha ileride çalışmalarında daha da 
        değişecektir. Yine bana göre Hillary Clinton kocası gibi Amerika’nın 
        Başkanı olacak ve iyi de bir başkan olarak tarihe geçecektir.  
 
  -             Yazıya devam etmeden önce kocasıyla 
        arasında geçmiş bir olayı size kendi kitabından nakletmek istiyorum. O 
        zamanlar Hillary Clinton’u anlamakta kolaylık göreceksiniz.
 
  -             Kocası Billy Clinton’un son valilik 
        altı yıllık seçiminde karı koca arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
 
  -             “ Koca Clinton seçimlerden vazgeçerse 
        eşi Hillary Clinton’un seçime girip girilmeyeceğini koca tarafından 
        Hillary Clinton’a soruluyor” Verilecek cevap hakkında koca Clinton bir 
        fikri yok.
 
  -             “Hillary Clinton yavaş bir sesle eğer 
        Billy Clinton’un adaylığı sorun olmazsa onun yerine aday olabileceğini” 
        ifade ediyor. İşte bu cevabı duyan koca adaylığa karar veriyor. Siz 
        bunda bir kıskançlık göremezsiniz. Bunu gören Bayan Hillary Clinton ise 
        bu konudan hiç söz açmayarak kocası ile birlikte kocasının kazanması 
        için carla başla çalışıyor.
 
  -             Acaba Bill Clinton sözünde kalan 
        Hillary Clinton adaylığına devam etsi vali olacağına mutlak gözüyle 
        bakılabilir idi? Koca Clinton buna mutlak başkan adaylığı söz konusu 
        oluhca Hillary Clinton sessiz kalır mı idi? Bütün bu ihtimaller düşünmek 
        ve projeler üretmek için güzel şeylerde hakikatinde insan kati kanatlar 
        vermekten uzak kalıyor. Hillary’nin adaylıktan vazgeçmiş olacağını kim 
        bilebilir?
 
  -             Zaman geçti ve Hillary; New-York 
        senatörü oldu. Senatör olarak yaptığı faaliyetleri takip etmiş değil mi? 
        Kocasının yazdığı ikinci kitabında ameliyat olduğumu için henüz okumuş 
        değilim. Ancak; Hillary Clinton aile hayatında politika hayatında da çok 
        ciddi bir insan. Senatör olarak ta kendisine düşeni yapmış olması 
        gerekir. O zaman siyaset içinde ilerlemesi daha kolay olacaktır.
 
  -             Başlangıçta aynı partiden olan erkek 
        adayın biraz ileri gitmesi bazı demokratları şüpheye düşürmüş ve Hillary 
        Clinton’a adaylıktan çekilmesi tavsiye olunduğu söylenmiştir, Hillary 
        her adayın şansını sonuna kadar denemesi gerekli olduğunu söylemiştir. 
        Bu gün gazete haberlerinden öğreniyoruz ki; Hillary Clinton rakibini 
        geçmiştir. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğini açıklamış oluyor. 
        Bilgi birikimi ve denemeleri kendi yolunu açmıştır. Bana göre Hillary 
        Clinton arayı açacak ve parti adayı olacaktır. Bir kere aday olduktan 
        sonra asıl seçimlerde kendi iradesini ve maharetini gösterme  imkanını 
        kolayca bulacaktır. Açıkça söylüyorum ve görüyorum ki; demokrat aday 
        olacak olan Hillary Clinton önümüzdeki devirlerin Amerikan Cumhurbaşkanı 
        olacaktır.
 
  - 
  Hillary Clinton; iyi 
        bir başkan, büyük bir devlet adamı olacaktır. Büyüklük vasfının sadece 
        erkekler için icat edilmiş olduğunda icat edilmemiş olduğunu ispat eden 
        olaylardan birine vesile olacaktır. Amerikan halkının refahını arttırmış 
        olacağından binim hiç şüphem yok. Dünya milletleri de bu refah ve 
        saadetten hissesine düşeni alacaktır. Ben ümit ederim ki yapacağı 
        seyahatlerden bizim memleketimizde nasibini alacaktır. Ülkemiz için ne 
        hisler beklediğinin zaten bilincindeyiz. Ben inanıyorum ki; bir kadın 
        şefkatiyle insanlara ve milletlere bakacak ve hareket edecektir.
 
  - 
  Billy Clinton ailesinde insanlar fazla 
  yaşamazmış. Mezar taşlarındaki yazılardan hemen hemen pepsinin 60 ve 68 yaş 
  arasında yazılı imiş. Bu küçük rakamlar eski başbakanın endişelerini artırmış. 
  Yine ümit ederim ki güzel anlayışlı ve büyük olacak olan kadın başkanın kendi 
  memleketi ve milletine olacağı kadar başka memleketlere ve milletine de 
  faydalı olsun.
 
 
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
   
     AKIL İÇİNE GİRDİK
  
  
   
  
  Başlıktan rahatça
anlaşılıyor ki, üniversite isteme yolunda,ilk defa akıl içine girdik. Cumhurbaşkanın
tespitine göre, 72 üniversite  ülkenin  üzerine yağmur gibi
yağarken,işe yaramamış politikalar,bundan sonra  üniversiteler YÖK
iradesine ve kararına bırakılmışken,işe yarayacağı  düşünülebilir mi ? YÖK
Çorum'u  ve özelliklerini  tanır mı ? Sayın Başbakan  
Mesut Yılmaz Çorum'un Milletvekili olmaz ;bizi temsil etmeyi 
istemiş  olsa  bile,  zaten  o balonda sönmüştür. Artık bu
dünyada kaptan, gemisini kurtarana  deniyor.  Türkiye'de  ahlâk 
anlayışı  bu yoldadır.
  
  
   
  
  Çorum  ve  Çorumlu
; sayın Prof.Ahmet Samsunlu'ya
teşekkür etmelidir ; Çorum'da hiç bir  kurumun ve şahsın aklına
getirmediği, getiremediği, ilim adamlarımızın  75.Yıl kutlamaları içinde,
doğdukları yerde toplanma1arını ortaya cesaretle atmıştır.  
  
  
  
   
  
  Çorum ve Çorumlu; Sayın
Prof. Dr. Turan  Ilgaz'da  çok  müteşekkir kalmalıdır. İlim
adamlarımızın toplanabilmesini, ismen takip ederek, güzel  bir oluşumun
ortaya çıkmasını meydana getirmiştir .  
  
  
   
  
  Çorum  ve Çorumlu;
Hayat Şırınga Müdürü  Sayın  Yaşar  Demirtekin'e 
de   teşekkür borçludur.  İlim  adamlarımızın 
toplantısını   ilk baştan  itibaren  önemsemiş ve gereken Sponsor'lüğü  Hayat  Şırınga tarafından temin
edileceği vatında bulunmuştur .  
  
  
   
  
  Çorum ve 
Çorumlu;  Çorum doğumlu ilim adamlarımıza  minnet  hislerini
sunmalıdır ; ilim adamlarımız, Türkiye'de  adet  olmayan bir işi,
doğdukları  şehirde meydana getirmişlerdir. İlim   adamlarımız
,ilmi görüşlerini açıklamışlar; Çorum için çalışmaktan mutluluk duyacaklarını
beyan  etmişlerdir.  İçlerinden bir kısmı; verilecek görevi kabul
edebileceklerini de açıkça beyan etmişlerdir. Hepsi;Çorum için çalışmayı, görev
sayacaklarını da bilgimize iletmişlerdir.  
  
  
   
  
  Biz  Çorumlular
;kendimize de teşekkür etmeyi ihmal etmiş olmamalıyız; çok 
dalgalanmış  bir   zaman aşımından sonra, aklımızı kullanmayı
benimsemiş ve doğru yola girebilmişiz   Akıl  kullanmayı 
adet edinmek,gelişmişliğin ve medeniyet anlayışının bir vasfıdır. İşin 
bu  noktada  bırakılması düşünülemez. Bu akıl içi varlık devam 
ettirilmeli ve bilgi alt yapı birikimine gidilmelidir. Bunların olmasın  
işe  şeytan   karışır, demek ,akıl dışına çıkılmak demektir.
Bizim  memleketimizde, Devlet  desteği veya gözetimi olmadan hiç bir
iş yürürlükte kalamıyor  ve başarı şansıda olmuyor. Şahsi servet birikimi
bile,bu fikrîlimizin  işinde bulunuyor. Devletle  ilişki 
kurmadan,  kimler zengin olabilmiştir bu memlekette ? İlim adamalarımızın
çalışmalarında, eğer  kurulabilirse, üniversitemizde,Devletle 
el  ele  olacaktır. Bunu  nasıl temin edebiliriz ?  
  
  
  
   Burada,
ÇEKVA  ile  iş  birliği yapılarak, Valimizin eminde bir sekreter
ya  oluşturulmalıdır. Bu büro, iki akıllı
eleman   ile  bir  odacıdan oluşabilir. İstanbul'da da, 10
kişilik ilmi bir komite kurulabilir .İlim adamlarımızın çalışmaları ve
düşünceleri  bu sekreter ya da biriktirilir. Bu
vesikalar iki nüsha olarak tanzim edilip,biri ilim adamının adını taşıyan
dosyada, diğeri de,konu Dosyasında  biriktirilir.  Valinin
Başkan  olması, soruna resmiyet   kazandırır. 
Üniversite  işi  ile meşgul olmak isteyen insanlar ve kurumlar,yeteri 
kadar bilgiyi,vilayetteki bürodan,Valinin bilgisi içinde isteyebilirler.
Üniversite kurulması büyük bir iştir.YÖK karar altına almadan da, Millet
Meclisine sorun gelemez; gelse bile,eskiden olduğu gibi, sulandırılır ve 
Çıkmaz sokağa girilir. Demokratik Kitle örgütlerimiz  destekleyici 
durumda kalırlarsa ;faydalı katkılar yapmış  olurlar. Çok sesliliği bir
defada, akıl  içinde, bir  organizasyonla  ortaya koymaya
çalışalım. Biraz Vali sözü,biraz da aklını kullanarak yükselmiş ilim adamı sözü
dinlemede,faydalar olduğunu söylemek istiyorum.  
  
  
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ALACAHÖYÜK  KÜLTÜR ŞENLİKLERİ
 
          - Alacahöyük,   Çorum'un  Alaca   
          ilçesine bağlı  bir  beldedir. Türkiye'de ilk Cumhuriyet ormanı bu 
          beldede kurulmuştur. Alacahöyük o zaman köydü ve muhtarı da Mehmet 
          Köse Çavuştu. Rahmetli  ormanı, memleketinin   Türkiye'nin  ilk 
          Cumhuriyet  ormanını  açarken, hayatının en büyük gururunu duymuştu.
 
          - İmat, Karamhmut, Kalınkaya  ve  Höyük, 
          kendi aralarında anlaşarak, belde  olmaya  karar vermişler  ve  o 
          zamanki   Çorum Valisi ve halen Kayseri  Valimiz bulunan Sayın Mustafa 
          YILDIRIM da yardımcıları  olmuştu. Ben bu köylüyüm ama köylülerim 
          Sayın Mustafa YILDIRIM'I benden çok severler. Türk Halkı genel olarak 
          iyilik bilir ve kendisine hizmet edenleri unutmazlar. İlk yerel 
          seçimlerde Alacahöyük beldemiz, ilk beledi ye  Başkanına ve  Belediye  
          teşkilatına kavuşacaktır. Bekleriz  ve dileriz ki, ilk Belediye 
          Başkanı ve meclisi, ilk iş olarak imar planı yaptırmayı kendilerine  
          iş  edinirler.  İmar planı olmadan yapılacak imar hareketi, beldeyi 
          köylülükten kurtaramaz.  
 
          - Alacahöyük  Beldemizde, hemşehrimiz 
          Memduh DENKLİ'NİN öncülüğünde kurulan "Alacahöyük  Kültür  Ve 
          Dayanışma Derneği" üç yıldan beri, 27 Eylül günlerinde esasını Kültür 
          teşkil eden  şenlikler yapıyor. Köy konağı önündeki Atatürk Büstünü de 
          aynı dernek yaptırmış ve resmi merasimle geçen yıl açmıştır.  Köyde 
          bir de kültürel panel yapılmıştı. Genel olarak toplantıda beldenin 
          ihtiyaçları dile getiriliyor ve resmi görevlilere, yine  orada 
          ulaştırılıyor. Yetkili yöneticiler de gereken cevapları veriyorlar.  
          Aklıma eski Atina'da  yapılanlar geldi: Onlarda da aynı olaylar var.
 
          - Bu yıl ki 27 Eylül Pazar günü, 
          köylülerim beni de davet etmişlerdi.  Davete gittim ve adıma bir de 
          çiçek götürdüm.  Çeşitli kurumlardan gönderilen çelenkler, açılış 
          saatinde Atatürk Büstünün önüne konuldu; Resmi merasimde başladı.  
          Öğrencilerin  İstiklâl Marşından sonra , Alaca'nın genç  Kaymakamı 
          Sayın İsmail FIRAT tarafından  günün  anlamını  belirten özlü bir 
          konuşma  yapıldı . Bundan sonra toplananlar, şenliklere devam etmek  
          için  köy meydanına intikâl ettiler.
 
          - Bir köyde olabilecek en büyük 
          kalabalık ortaya konmuştu.
 
          - Ayrıca, şenliklere Ankara Mamak 
          Belediye Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Gösteri Ekibi ile Türk Halk  
          Müziği  Ekibi  de  katılmıştı.   Ankara Çankaya Belediyesinin 
          Televizyon Ekibi ve sayın sunucusu da birlikte gelmişlerdi. Çorum 
          yerel basınımız orada idi ve hatta bir kısmı bir gün evvel gelerek 
          gece yapılan köy eğlencelerine misafir olmuşlardı.
 
          - Burada araya girmek istiyorum: 1935 
          de, Atatürk bizzat cebinden verdiği iki bin lira ile başlatılan kazıyı 
          görmek istemişti. O zamanki Alaca Kaymakamı Necip Bey, iki ay gibi çok 
          kısa bir zaman içinde, bütün etraf köyleri de iştirak ettirerek, Alaca 
          - Çevreli Alaca  -  Höyük, Kıcılı ve Boğazkale yolunu yaptırmıştı. 
          Şimdi kullandığımız yol hala o yoldur.
 
          - Atatürk gelmedi ama, rahmetli  Afet  İNAN köyümüze gelip kazıyı 
          gördü;  kendisine gerek hafriyat heyeti Müdürü rahmetli  Hamit Zübeyr 
          KOŞAY ve gerekse kazı Arkeologu, rahmetli Remzi Oğuz ARIK  tarafından 
          gerekli  bilgi verildi. Alacahöyük o sene bir Dünya olayı olmuştu.
 
          - Halk  tam  anlamıyla  bir yoksulluk 
          içinde idi.  Çocukların ve hatta, yetişkin çağa gelmiş olan  kız  
          çocuklarının  elbiseleri  lime lime idi. Bu elbiselerin parçaları  
          bir  araya getirilerek dikilemez, yırtıklar yok edilemezdi. Rahmetli 
          Afet Hanımefendi, görüntüden çok üzüldü ve basın men suplarından 
          fotoğraf çekmemelerini rica etti. Ricasına basın mensupları saygılı 
          oldular ve gazetelerinde bu perişanlığın resimleri çıkmadı.
 
          - Bu gün aynı yerde durum öyle değildi. 
          Topluluğu yapan insanların görüntüleri, Çorum veya Ankara'dakinden 
          farklı değildi. İnanınız ki, kadın ve kızların sayısı erkeklerinkinden 
          fazla idi.  Giyim ve kuşamları tertemiz ve renkli idi. Aralarında 
          sıtma benizli ve karınlı kimse yoktu. Protokol sırasının arkasında ve 
          karşısında topluca oturmuşlardı ve yer bulamayanlar erkekler arasında 
          boş yerleri doldurmuşlardı. Kadın erkek ayrımı düşünülmüş değildi. 
          Gözlerinizin önünde, sizi rahatsız etmeyen medeni bir toplum görüntüsü 
          mevcuttu.  Rahmetli Afet İNAN, bu topluluğu bu günkü haliyle görse, 
          kim bilir ne kadar mutlu olurdu.  Rahmetli  bu  Atatürk'te milleti 
          için,  yorgun, fakir milleti için bunu düşünmüştü.
 
          - Dernek  Başkanı  sayın Memduh DENKLİ, 
          derneğin kuruluşu, karşılaştığı zorluklar,  şimdiye kadar dernek 
          olarak  yaptıkları ve bundan sonra  yapacakları tasarımları kısa 
          olarak anlattı; dernek  yönetim  kurulu  üyelerin halka tanıttı. 
          Köylülerimiz 60 yıl evvel asker mektubunu okutacak kimseyi 
          bulamadıkları köyde oluyordu bunlar.
 
          - Sayın Memduh DENKLİ, beldenin eğitim 
          ve sağlık sorunlarını bizimle birlikte Kaymakamlarına da anlatmış 
          oldu. Bunlar yapılırken, devletin sorumluluklarını rahatsız edecek bir 
          tavır ve ifadelerinde itina ile çekinildi.  Halkımızın ve hatibin 
          gözünde devlet ve demokrasi nosyonları yanlış olarak anlatılmış, tıpkı 
          Avrupa'nın demokratik ülkelerinde olduğu gibi, doğru olarak 
          algılanmıştı ve bu anlayış pek belirgin olarak göze çarpıyordu. 
           
 
          - Alaca'nın Sayın genç Kaymakamı İsmail FIRAT konuşmasında istekleri 
          cevaplandırdı. İsteklerin eğitimle ilgilileri neticeye bağlanmıştı; 
          kalanları içinde, daimi bir gayretin içinde olacağını ilave etti. Bir 
          ilçe Kaymakamı ile bir yöre halkının bu kadar birbirlerini yakın ve iç 
          içe olduğu her zaman ve her yerde görülür hallerden değildi. Bizim 
          gözlerimizde bu alışkanlığı pek edinmemiştir.
 
          - Cumhuriyet kaymakamını biz böyle 
          anlıyoruz ve böyle görmek istiyoruz. 
 
          - Konuşmacılar arasında CHP Çorum 
          Milletvekili Sayın Ali Haydar ŞAHİN de vardı. Milli Eğitim Komisyon 
          Üyesi bulunduğunu hatırlatarak, Sayın Kaymakamdan ihtiyaçlarının 
          kendisine ulaştırılmasını diledi. Devlet yetkililerinin hizmet 
          isteklerini Meclis ve yüksek Bürokrasi nezdinde takip edip, 
          kendilerine bilgi vereceğini de ilave etti. Sayın Milletvekilimizin, 
          devlet yetkilileri için, sözcükleri itina göstererek seçmiş olması, 
          biz devlet nosyonuna saygılı olanlar için bir iftihar vesilesi oldu.
 
          - CHP'nin Sayın İl Başkanı, Cengiz ATLAS 
          da yaptığı konuşmada, günlük sorunlara dokunurken, siyasi konuşma 
          yaptığı için adeta özür diler bir çekingenlik gösterdi. Siyasi 
          konuşmanın, gerek bu modern görünüşlü toplumun ve gerekse Genç 
          Kaymakamın huzurunu bozacağı endişesine düştü. Bize göre siyasi 
          konuşma, bilgi ve gerekli incelik içinde yapılır ve saldırgan tavır 
          sergilenmezse, her yerde yapılabilir. İnsanların hayatı, bütün zihni 
          meşgalesi politikanın kendisidir.  Sayın Cengiz ATLAS, gereken bilgi 
          birikimi ve politikanın gerekli inceliklerine sahip bulunuyor. Bizce 
          politikayı dışlama yerine, onu gereken saygınlığa eriştirmek daha 
          uygun gelmektedir. 
 
          - Sayın Valimiz beldeyi eşleriyle 
          beldeye şereflendirdiler. Köylülerimiz Sayın Valileri Atıl ÜZELGÜN'Ü 
          ayakta selamladılar.
 
          - Bende karşıla yanlar arasında oldum 
          ve 
 
          - -Bizim köye hoş geldiniz Sayın Valim! 
          Dedim. Sayın Valimiz:
 
          - -Benimde köyümdür. Esprisiyle cevap 
          verdiler.
 
          - Konuşmalarında:
           
 
          - -Derneğin çalışmalarından duydukları 
          memnuniyeti işaret ettiler.  Köyün Kaymakamlarından istediklerinin 
          hepsinin yerine getirilmiş olduğunu da halka müjdelediler. Bundan 
          sonra getirilecek acil ihtiyaçların ve derneğin çalışmaların takipçisi 
          olacaklarını temin ettiler.
 
          - Sayın Valimizin konuşmaları ve yakın 
          ilgileri, topluluk tarafından içten sevgilerle alkışlandı.
 
          - Bizde, Alacahöyük Beldemizdeki kültür 
          çalışmalarının ve şenliklerinin devamını diliyor, beldeye, ilimize, 
          kültürümüze ve  turizme hayırlı katkılar yapmasını bekliyoruz.
 
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
            - GÖRÜNÜRDE ÜÇ YOL VAR
 
            - Bizim Çorum'un turizmini 
            geliştirmek, tanıtmak, işi yoluna koyup tavuğun altından altın 
            yumurtaları toplamak için, üç yol önümüzde ortaya çıkıyor. Devlet 
            eliyle, bu tesisleri kurmak, özel teşebbüsü göreve çağırmak veya bir 
            yabancıya mesela; 100 seneliğine Çorum turizmini kiralamak.
 
            - Devlet eliyle bir şey yapılmasını 
            kimse istemez. Müslüman bir şehrin adamları olduğumuz için 
            Komünistlikten korkulur. Özel teşebbüs turizm için; Çorum'da ortaya 
            çıkmaz şehir içinde bile bu işler yoluna konmuş değil. Dıştan 
            kiralamak için aklı az, parası çok bir hovarda bulmak kolay 
            gözükmüyor.
 
            - Ben; Göreme'yi bir kaç defa gördüm. 
            Bir Fransız aile ile konuşurken, alt yapının eksikliğinden 
            bahsetmiştim. Fransız aile, oldukça tatmin olduğunu söyledi. Yollar 
            yapılmış, temiz yatakları ve yemekleri olan otelleri var. Tiyatro ve 
            başka eğlence imkanları yok ama gelen turistin memleketinde bunlar 
            bolca var. Turist onun için de gelmiyor pek. Göreme'ye gelenler 
            mevcuttan memnunlar. Yabancılardan konuşuyoruz, yerli turistler 
            Göreme'de istenir değiller.
 
            - Bizim Çorum'da bulunan eserler aynı 
            cinsten değiller. Ancak; bizdeki manzaralı güzel yerlere görülecek 
            tarihi eserlerin yerleri Göreme'den geri değil. Yabancı insanlara 
            buraları tanıtırsanız ve geldiklerinde onları rahat ettirirseniz 
            Çorum'un Göreme gibi olmaması için ortada sebep kalmaz. Hatta iki 
            gün, turistleri oyalayacak malzeme Çorum'da vardır.
 
            - Benim Alacahöyük'te bir arsam var. 
            Arsayı kimseye vermem ama özel mezarlığımdan yer isteyen olursa 
            cinsine, nesline bakmaksızın yer veririm. Bu arsayı kendim 
            kıymetlendirmek istiyorum. Küçük kızıma bunu nasıl yapabileceğimizi 
            sordum.”-Benim çocuklar Alacahöyük'te oturup ta hayata 
            başlayamazlar” dedi. Alacahöyük bir köy, İstanbul büyük bir şehir. 
            Başkalarının İstanbul hayatını seyretmektense, Alacahöyük'te rahat 
            yaşamak istenmez mi? Kızımız istemedi.
 
            - Bizim Alacahöyük'e her sene yirmi 
            bin turist gelirmiş. Her turistin bir çay içtiğini düşünürseniz, 
            hesabını yapmak biraz zor olur. Kim yapacak bu tesisleri? Tesisi 
            yapmakla da işler bitmiyor. İşlerin başlaması için de tesislerin 
            yapılmış olması gerekiyor. Bunların olması, kutlama haftalarıyla 
            temin edilebilir mi? Ya tesisleri yapın veya şu kutlamalardan 
            vazgeçin. İkisini bir arada görmemek adama tuhaf geliyor.
 
            - Ben; Alacahöyük'te eski okulu 
            yerinden kaldırıp, yerine dört daireli bir motel yaptırmıştım. Bunu 
            sadece yalnız ben değil Operatör Rahmetli Terlemez'le yapmıştık. 
            Para bulduk, plan yaptırdık. Rahmetli Valimiz de o zaman başararak 
            Ankara'dan paralar buldu. İhale ücreti vermemek için Validen bu 
            paraları istedik. Bize ya yerseniz! Dedi. Ama bize kırıcı bir 
            şekilde söylemedi. Biz de yersek öderiz! Vali Bey dedik. Paraları 
            verdi, inşaatı bitirdik ve Valiye gösterdik. Şaka ettimdi dedi. 
            Şimdi kütüphanedir bu bina. Turizm için yapıldı ama işletecek kimse 
            yok. Halâ bine bu maksatla kullanılabilir. Sayın Valimiz 
            gittiklerinde bu binayı görmelidirler. Belki faydalı bir şey 
            bulabilir. Başlangıç olur.
 
           
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
           - ŞEYTANIN AKLI ERMİYOR
 
          
          
           - Bizim memleketimiz Türkiye’de, bazı 
          şeylere, cidden, insanların değil, şeytanın bile aklı ermez. Bu 
          yazıda, şeytan mı yoksa insan mı daha akıllıdır tartışmasını yapacak 
          değiliz. Bazı noktalarda, insanlarımız akıl bakımından şeytanı 
          sollamışlardır. İnsanlarımızın bir kısmı, şeytana taş çıkartır.
 
          
          
           - Yılın son ayında enflasyon 
          hükümetimizin hedeflerini geride bıraktı. Yanlış anlaşılmamalıdır; 
          enflasyon istenilen, tutturulması gereken, hedefi çok geçti. 
          Hükümetimizin yetkili insanları bunun sebeplerini aradılar ve 
          buldular: Yiyecekler biraz fazla ileri gitmişler. Vatandaşlarımız da 
          hükümetimizin hedeflerini dinliyor değil. Cebinde para olmasa bile, 
          nasıl olsa kredi kartı var herkesin. Aklına gelen yiyeceği sepetlere 
          doldurmuşlar. Zahir, yeni kavun ve karpuz da almışlardır. O zaman 
          enflasyon yükselmiş. Bu itaatsız halka güvenip te program falan 
          yapılmaz. İnsanı da, iktidarları da, bu halkın nerelere bırakacağı 
          belli olmaz. Meclis dışından gayrı yerlere de bırakabilir bu halk.
 
          
          
           - Herkes enflasyonla uğraşıyor. 
          Gazetelerde çıkan yazıları okuyanların az olacağını düşünerek, yetkili 
          insanlarımız radyo ve televizyona hücum ediyor. Sanıyorum ki, bizim 
          millet az okumuşluğunu, televizyon dinleyerek ve seyrederek 
          eksiklerini telafi ediyor. Herkes, gıda maddelerinin ve bu arada, 
          bilhassa, sebze fiyatlarının arttığını hep söylüyor.
 
          
          
           - Dinlediklerimiz hep aynı sözler değil. 
          Başka insanlar, sebze yetiştiren yörelerimizin yetiştirici olan 
          insanlarının konuşmaları da bizlere ve bütün vatandaşlara ulaşıyor. Şu 
          pahalılık durumuna rağmen, Antalya pazarlarında domatesin kilosu 200 
          kuruş imiş. Şimdi ise bu fiyatlar, inişe geçmişler ve 160 kuruşa kadar 
          gerilemişler. Bu kadar emek vereceksin, alın teriyle yetiştirdiğin 
          kırmızı ve taş gibi domatesleri getirip pazarda 160 kuruşa satacaksın. 
          Bu paradan üretici para kazanıp ta karnını doyurabilir mi? Ekmeksiz 
          domatesle karnını doyuracak değil ya bunlar.
 
          
          
           - Türkiye’yi bir kenara bıraktık. Bu 
          koca ülkenin sorunlarına akıl tüketecek değiliz. Şu bizim Çorum’a bir 
          bakalım. Alışverişimi kendim yaptığım için, sebze ve meyve 
          fiyatlarının kaç para olduğunu ben iyi biliyorum. Hemen hepsi, geçen 
          seneki fiyatların iki veya iki buçuk misli. Bir buçuk liraya aldığımız 
          domates dahi, bu sene iki misli fiyata satılıyor. Hemen bütün fiyatlar 
          böyle. Yabancı meyvelerin etiketleri üzerlerine konmadığı için, 
          onların adları gibi fiyatlarını da bilmiyorum. Bezen yediklerim de 
          oluyor. Bizim, yerli ve iyi tanıdığımız meyvelerimizin yerini 
          tutmazlar. Bir değişiklik, yeme zevkimizde de illa olması gerekmiyor. 
          Ben, şimdilik, her şeyin yerlisi ile iktifa ediyorum. Sizlere de 
          tavsiye ederim. Yabancı meyvelerin bazılarında meyve tadı bile yok.
 
          
          
           - Asıl mesele bu yazdıklarım değil. 
          Yetiştirici ile tüketici arasında da bir sorun yok. Aslında, 
          yetiştiricinin eline bir şey geçmiyor. Tüketicinin soyulmuş olmasında, 
          yetiştiricinin bir dahili yok. Yetiştiriciden alınan mal, taşıyıcılar 
          tarafından satıcıya getiriliyor. Bu fahiş fiat farkı, taşıyıcı ile 
          satıcı arasında kayboluyor. Ekseriya, satıcı kendi malını kendi 
          taşımış olduğundan, satıcı ile taşıyıcı aynı adam veya aynı kurum 
          olmuş oluyor. Bunlar içinde, en az sıkıntıyı çeken de satıcı olduğuna 
          göre, düzen alın teri düşüncesinin dışına taşınmış oluyor.
 
          
          
           - Bu sebzeler ve meyveler bu memleketin 
          topraklarında yetişiyor. Yetiştiren para kazanmalıdır ki, yetiştirmeye 
          devam etsin. Satıcı da aynı kaideler içinde olmuş olacaktır. Satıcı da 
          para kazanmazsa, bu işe devam etmez. Tüketici ise, kudreti nikbetinde 
          yemek zorundadır. Az da olsa, domates alacaktır. Pırasanın çok 
          satışının sebebi, ucuz olmasından ve zenginlerin de pırasa 
          yememelerindendir.
 
          
          
           - Ticaret ile meşgul olan tanıdıklarım, 
          ticarete kaide getirilemeyeceği fikrini savunuyorlar. Pazar ekonomisi 
          gerekliliklerini sürdürecektir. Sürdürmesine karışmıyoruz amma, bunun 
          bir derecesi yok mudur? Köylü de ayak direyip buğdayını yalnız kendi 
          tüketme yoluna gitmiş olsa, acaba durum nasıl olacaktır?  
 
          
          
           - Serbest ekonomiye itiraz edecek 
          tarafımız yok. Dünya, bu düşüncenin dünyasıdır. Ancak, devletin bir 
          kontrol görevi olmayacak mıdır? Devletin bu görevi yoksa bu fahiş 
          sözcüğü dillerde niçin icat edilmiştir. İnsanlar yemek zorundalar. 
          Zorunlulukları kullanmak kanun içinde de değildir, ahlak içinde de 
          değildir. En dindar olanlar değil de, dindar görünenler de bu satıcı 
          esnafı içinden çıkıyor. Bazı eksikliklerimizin farkına varma 
          kapasitesinden uzakta bulunuyoruz. Sonra da, Allah’tan yardım 
          bekliyoruz. Allahın verdiği aklı kullanmak gerekmiyor mu? Hani, 
          diyelim ki, mantık insan icadıdır. İnsan da kendi icadını 
          kullanmayabilir
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          
           - 
          ALTINA İMZANI AT !
 
          
          - 
                   
          Sayın Meclis Başkanımız İsveç seyahatinde,İsveç Parlamentosu önünde 
          bir konuşma yapıyor. Bu nezaket konuşmaları,zama zaman her memlekette 
          olur. Bizi sorgulayan ülkelerden birinin meclisi önünde yapılan bu 
          konuşmanın,ülkemizin basınında yeterince yer almamış olması üzücüdür. 
          Konuşmanın ülkemizin basınında yeterince yer almamış olması üzücüdür. 
          Konuşma çok güzeldi ve hem de çok orijinal vasıflar taşıyordu. Bizim 
          basın için neyin çok ehemmiyet taşıyacağını bile kestirmekte bazen 
          zorlanıyoruz.
 
          - 
                   
          Meclis Başkanımız Sayın Arınç;İsveç Parlamentosunda sorgulanıyor. 
          Ermeni Soykırım olayının ne vakit kabul edileceğini soruyor. Terör 
          olaylarına da dokunuluyor. Yeni çıkacak kanunda ileri gidilmesini bile 
          soruyor.
 
          - 
                   
          Sayın Arınç’ta;işgal ettiği makamın şerefine yakışır şekilde soruları 
          cevaplandırıyor. Türkiye’nin soy kırım gibi bir suçu işlemediğine 
          kendisinin de inanmadığını,kendi arşivinin de açık bulunduğunu,her 
          devlet arşivinin de açılmasının gerektiğini,arşivleri yetkili 
          insanlarca tetkik edildikten sonra yine kendi kararların yetkili 
          tarihçilerce verilmesi gerektiğini anlatıyor. Parlamentodaki 
          milletvekillerinin,tarih yapma ve yazma yetkilerinin bulunmadıklarını 
          ilaveden de geri kalmıyor
 
          - 
                   
          Ayrıca Sayın Arınç;Türkiye’nin laik demokratik bir cumhuriyet olduğunu 
          ve insanların istedikleri inanca sahip olabileceklerini ekliyor. 
          Devletin,dininin olmadığnı ve her inanca eşit mesafede bulunduğunu 
          yapıştırıyor.
 
          - 
                   
          Atatürk;mezardan ayağa kalkmış olsa,başka türlü konuşamazdı. İsmet 
          Paşa’nın böyle bir imkanı olsa,o da aynı biçimde konuşurdu. 
          Bende,Sayın Arınç yanılıp ta beni müşavir olarak götürmüş olsa ve 
          yerine konuşmama da izin verse bunlardan başka düşünmez ve 
          konuşmazdım. Hani diyorlar ki;bu iktidarla bu muhalefet hiçbir noktada 
          anlaşamıyorlar ?  Bütün bunlar ortadan silinmiş oluyor mu ? Sayın 
          Meclis Başkanımız bu konuşmalarına göre,laik bir insan olmuş oluyor mu 
          ? Devlet kurucusu gibi konuşmuş olan bir insan laik değil midir?
 
          - 
                   
          Dışarıda;İsveç’te olan konuşmasına göre Sayın Meclis Başkanımız Arınç 
          en ileri bir laik insandır. İnsanlar laik olmazlar saçmasında da 
          benimseyeni değildir.
 
          - 
          
          İnsanlar;Cumhuriyetçi olabildiklerine göre,kralcı olabildiklerine 
          göre,insanlar laikte olurlar. Laik insanların inançsız olduklarını 
          iddiaya kalkmak sadece cehaletin işareti olmaz,aynı zamanda 
          münafıklığın da işareti olur. Bu söylediğimiz anlamların 
          hepsi,insanlar içindir.
 
          - 
                   
          Dışarıda,bu kadar açık ve net konuşan,hiçbir şüpheye yer bırakmayan 
          Cumhuriyetçi görüntüye bürünen Sayın Arınç’ın şimdiye kadar içte 
          konuşmaları laik insan imajı veriyor mu idi ?
 
          - 
                   
          Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’i  eşleriyle birlikte 
          bir dış seyahate uğurlarken;kapalı eşleriyle bulunmaktan nasıl 
          rahatsız olduğu hatırlardan silinir mi ? Müşkül durumda kalmasına ve 
          bunu itiraf etmesine rağmen,Sayın Arınç Cumhurbaşkanımızın 
          düşüncelerini paylaşmış mıdır ? Kendisi içteki konuşmalarında hiç 
          kendisinin laik olduğundan bahsetmiş midir ? Eşini,çağdaş kıyafet 
          giyinmeye davet etmiş olduğunu duydunuz mu ?
          
 
          - 
                   
          Tutulan yolun çıkar yol olmadığını Sayın Arınç anlamış durum 
          gösteriyor. Açık durum almaya cesareti var ise ve nede istek 
          sergiliyor. Bu iki inanç bir arada ne kadar taşıyabileceği de 
          anlaşılmaz bir soru olarak kalıyor.  
 
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇORUM GÖÇ MEMLEKETİ
 
          
          
             -             Hemşerisi olmakla öğündüğümüz Çorum’da her sene 
            nüfus azalmaktadır. Çorum’da azalan nüfusu köylerden gelen insanlar 
            tamamlamaktadırlar. Vilayet çapında düşünürsek,göç memleketiyiz 
            diyebiliriz. Niçin göç olduğunu ise uzun uzun izah etmeye gerek yok. 
            Çorum insanlarının beslenmekte yetenekli değil. Mevcut ekilen toprak 
            kardeşler arasında taksim edilince,her bireye düşen miktar 
            insanların beslenmesine kafi gelmiyor. Büyük şehirlerde oluşumuna 
            çalışan Çorumlu teşekküller göz önüne alınırsa,geleceğimiz pek iyi 
            sayılmaz.
 
          
          
             -             Ziraatın yeteneksiz olduğu Çorum’da hayvancılıkta 
            ehemmiyetini kaybetmiştir. Eski mezralar ekim alanlarına çevrildi. 
            Sulu ekim yapılmadığı için,başvurulan her çare ziraatın 
            yeteneklerini arttırmıştır. Meyvecilik ve sebzecilik içinde iklim 
            elverişli değil. Üst üste iki yıl bahçelerdeki ağaçların kaysı 
            verdiği bilinmiyor. Daha hangi meyvelerin tercih edilmesi gerektiği 
            hakkında bile,yeterince bilgi birikimi bulunmuyor. Meyvecilik,ticari 
            olma vasfını belki daha uzun yıllar alınmış olmayacaktır.
 
          
          
             -             Sanayi gelişmemiz tatminkar değildir. Bir sanayi 
            kolunun ham maddelerinden hiç olmazsa biri yerli değilse,sanayi 
            gelişmesinde ağırlaşıyor. Sanayi ağırca. Yalnız Çorum Merkez 
            İlçesinde gelişte gösterilmiştir. Belki biraz Sungurlu’da bir uyanış 
            düşünülebilir. Diğer ilçelerimiz bütün Türkiye çapında düşünülürse 
            fakirlik halini muhafaza etmeye devam ediyor.
 
          
          
             -             Maden yönünden Çorum fakir. Mevcut olan kömür 
            işletmeleri de hava kirliliği bahane ederek işletilmekten 
            vazgeçilirse,binlerce insan yine işsiz kalacaktır. O zaman;yine 
            alışılmış işlem işlemeye devam eder. Göç vazgeçilmez bir yol olarak 
            kalacaktır.
 
          
          
             -             İşi alımlık tartışmasına sürüklemeden,mevcut 
            toprakları korumaya çalışmak gerekiyor. İmkan nispetinde bu ekilir 
            toprakların;fabrikalar ve yerleşim alanları olarak kullanılmasından 
            vaz geçilmelidir. Koruma baştan temin edilmeli ve ikince olarak 
            ta;sulama işleri tanzim edilmelidir. Çorum’da barajlar kurulacak 
            nehir bulunmadığına göre;hemen Kızılırmak ve Yeşilırmak üzerine 
            sulama barajları kurma sevdasına kapılma yoluna gidilmemelidir. 
            Bütün göletler ıslah edilmeli ve yağmur sularının toplanması prensip 
            olarak kabul görmelidir. Yapılan göletler ne kadar küçük olursa 
            olsun,yine bir kısım arazinin sulanması elde edilebilir. Bu küçük 
            arazi parçalarının yeşillendirilmesi,ileride iklim değişimlerini de 
            davet edebilir. Bu göletlerin sulanan araziden maliyeti çıkarılır. 
            Bunlar büyük paralar isteyen tesislerde değildir. Ancak;faideli 
            oldukları da hem kabul edilmiş ve hem de gösterilmiştir. Mevcudun 
            hepsinden faydalanmak gerekiyor. Bizim burada kalmamız,başka yerler 
            düşünmemiz zorunludur. Bu topraklar dışı,bize men edilmiş kabul 
            edilmelidir. Bu taktirde,bu toprakları yaşanır duruma 
            getirmekten,buraları ağaçlayıp,yeşillendirmekten başka çaremiz 
            gözükmüyor.
 
          
          
             -             Göç devam ederse,ileride ;sanayi geliştirmemiz de 
            zorlaşır.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - KİBARLAŞTIK ;FUAR (FOİRE) 
            DEDİK
 
          
          
             - Çorum Fuarı yaklaştı da bu yazıyı 
            onun için kaleme alıyoruz. Önce masamda hep bulundurduğum lügat 
            (sözlük) kitabını açtım ve bu sözcüğü buldum. Sözcük Fransızca. 
            Niçin Fransızca bir sözcük kullanıyoruz? Bunun kibarlaşmak için 
            olduğunu yazımın başlığında söyledim.
 
          
          
             - Sözlükte fuar,Panayır: Sergi,Sürgün 
            (ishal),çok gürültülü yer,ahır gibi yer gibi anlamlar ifade ediyor. 
            Daha da ayıp sayılacak anlamlar veriliyor da ben sizi tiksindirmemek 
            içi onları yazıya nakletmedim. Hep okuyucular kibar olacak değil ya 
            ? Benim de kibar taraflarım vardır.
 
          
          
             - Eskiden yabancı ülkelerde 
            okuyanlarımız az iken,kendi sözcüklerimizi kullanıyor ve fuar 
            sözcüğünü panayır sözcüğü ile ifade ediyorduk. Panayırları 
            anlayanlarımız da yoktu. Sonra,her sahada olduğu gibi,Türkçe sözcüğü 
            kaba saba bularak bu yola gittik. Panayırların çeşitleri vardı 
            Türkiye’de. Hayvan Panayırları,Eşya Panayırları gibi hatta İt 
            Panayırı bile kurulabilir. İtler hakkında büyük bir sevgi selinin 
            uyandığı büyük şehirlerde görülmeye başladı televizyonlarda ve hatta 
            ilimizde. O zaman bu hayvanların adını taşıyan bir panayır niçin 
            kurulmasın ? eğer bu şimdilik zor ve büyük paralar istiyorsa,mevcut 
            panayırın bir köşesinde bir pavyon değil,bir stand değil pek ala bir 
            bölme açılabilir.
 
          
          
             - Bizim halkımız ve okumuşlarımız 
            fuarı panayır olarak almıyorlar. Sözlük böyle demesine rağmen,okumuş 
            safsatasına uyarak ben de fuar olarak yazıya devam edeceğim. 
            İnanıyorum ki;bu Çorum Fuarının bilen birisine yaptırılmış bir planı 
            vardır. Yine gönülden dilerim ki;bu plan aynen tatbik  ediliyordur. 
            Her aklına gelen,fuarın planına yeni şeyler eklemeye 
            kalkarsa,ileride yönetimi yüklenecekler için büyük güçlükler meydana 
            gelir. Plan pilav değildir. Plan yapılırken iyi düşünülmelidir. 
            Planı bir kişi ekibiyle yapar. Bu planı değiştirmek hem yasaktır ve 
            hem de ayıptır. Yetkili,başkasının yaptırdığı planı değiştirme 
            günahını işleyeceğine,kendisi yaptırdıklarının planını iyi 
            yaptırmalı ve ondan sorumlu olmalıdır. Bozulan her plan,daha 
            mükemmel hiç olmamıştır. Bu bir bilgi ve deneyim işidir. 
            Yöneticilikte öyle değil midir?
 
          
          
             - Fuar;ilk önce park demektir. 
            Kurulacak fuar belirli bir zaman sonra kaldırılacağına göre,o 
            sahanın insanların dinlenmeleri için kullanılmasını,en akla yakın 
            gelen fikirdir. İzmir Uluslar Arası Fuarı bu maksat için kurulmuştu. 
            Şehrin ortasında,paha biçilmez bir park görevi görüyordu. İzmir 
            Fuarının bu yönünün eleştirildiğini hiç duymadım. Bin içine girme 
            gayretinde olduğumuz Avrupa şehirlerindeki fuarlarda da aynı şeyleri 
            gördüm. O ülkelerde fuar uzmanları var. Plan uzmanları olduğu 
            gibi;tanzim uzmanları da var. Fuar işi uzmanlaşmıştır demek 
            istiyorum. Bir şehrin her türlü ihtiyaç duyduğu yapı ve kurumları 
            fuarın içine yerleştirmek gerekiyor. Araziyi iyi kullanmak ve 
            gelişmeleri uzun yıllarda takip etmek ve zaman içinde Çorum’a bir 
            fuar alanı kazandırmak küçümsenecek bir hizmet değildir. 
            Yetkililere,Çorumlular hayır duaları ederler. Kötü bir eser 
            karşısında da size yöneltilecek itham ve sözcükleri hesap içi 
            saymalısınız!
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - BİR İLİM KONGRESİ HİTİTOLOJİ 
 
          
          
             -             Hititler üzerinde yapılan ilim kongrelerinden biri 
            de Çorum'da,asıl Hitit Medeniyetinin merkezinde yapılmıştır. Yapılan 
            işin kararı doğru alınmıştır. Roma Medeniyetinin bir kongresini 
            Çorum'da yapılmış olsa,bundaki sebep sorula bilinir,ama Hititoloji 
            Kongresinin Çorum'da yapılmış olması sorun yaratmaz. Yaratmamıştır 
            da. Benim uzaktan izlememe göre,herkeste Çorum'dan memnun 
            ayrılmıştır. Çorum'un bir kongre şehri olmadığını onlar da biliyor. 
            Çorum'un kongre şehri olması alt yapısının bulunmaması da Çorum'da 
            Hititoloji kongresinin yapılmasına engel teşkil etmez,etmemiştir de. 
            Bununla yetinmekte usuldendir. Kongre şehri,her memlekette bir veya 
            ikidir. İlimde de tasarruf ön safa geçiyor.
 
          
          
             -             Çorum'un alt yapısı sadece kongrelere için 
            değil,normal turizm içinde eksiktir. Oteller yetersizdir. Otellerin 
            bir kısmında içki yasağı vardır. İçki İslâm inancında yasaktır. 
            Kendi inancınızın gereklerini turistlerden istemeye 
            kalkarsanız,kendinize güldürürsünüz. Şehir dışı lokantalarımızda 
            bunlar olmuş,kavgalar bile yapılmıştır. Daha pek çok yetersizlikler 
            bilgi içinde ve planlı olarak tamamlanmaktadır.
 
          
          
             -             Hitit Kongresinde pek eksik yoktu. Yüzü geçen ilim 
            adamının iştiraki,büyük bir katılımdır. Bunların ailelerini ve hatta 
            torunlarını da düşünürseniz büyük bir katılım Çorum'da görülmüştür. 
            Daha fazlasını da yukarıda söylemeye çalıştığımız sebepler 
            önlemiştir. Yerli ilim adamlarımızın ve bilhassa müze müdürlerinin 
            katılımı maddi imkansızlıklar tarafından önlenmiştir. Bir Konya 
            Müzesi o cebinden sarf ederek beş gün Çorum'da kongre takibi 
            yapamaz.
 
          
          
             -             İlim kongreleri ve hele Hititoloji gibi daha her 
            şeyi ortaya çıkarılamamış bir kuru ilmin kongresi halk indinde ilgi 
            uyandırmaz. Bu konuşmalar sadece ilim adamlarını için çekicilik 
            gösterir. Bir vatandaşın burada uykusu gelir. Söylenenler onun için 
            masal bile sayılmaz. Sadece bizim Türkiye'mizde böyle değil,Avrupa 
            ülkelerinde de durum böyledir.
 
          
          
             -             Ben Lyonn da gördüğüm bir “Kuduz Kongresi”ni size 
            anlatırsam sizde yazdıklarıma katılırsınız. Kuduz herkesi 
            ilgilendirir. Kuduz insanları öldürür. Hem kuduz ölümü pek acılı bir 
            ölümdür. Bunun kongrenin açılışına bende,tıp fakültesinde olan pek 
            çok insan katıldı. Halktan kimse yoktu. Kongre başkanı da bir Türk 
            hekim;İstanbul Belediyesi Hıfsızsıhha enstitüsü Müdürü idi. Kendisi 
            çok alkışlandı. Başkan Fransızca'yı;bir Fransızlardan iyi 
            konuşuyordu. Hoş geldin diyen Türk'lere de pek iltifat etmedi. Bende 
            hoş geldiniz demedim. İşte ilim kongresi böyle idi. Açılışlardan 
            sonra,kongreyi takip edenler yalnız ilgilenenlerdi ve elli rakamın 
            da üzerinde değillerdi.
 
          
          
             -             Çorum'da eksik olan duyuru idi. Buralara halk gelmez 
            ve gereksizdir de. Açılışa Çorumlulardan gelenler davet edilmeli 
            idi. Bizde davet açılışta değil de,kapanışta kokteyllerde yapılıyor. 
            O zaman;açılış daha gösterişle olabilirdi. Davetsizlik usul 
            değildir. Davetlilik usuldür. Davete icabet etmek usuldendir. 
            Davetsizliği usul yapanların,”katılım azlığından” şikayete hakları 
            yoktur,yaptıkları da yanlıştır.
 
          
          
             -             Genel olarak;Çorum Hititoloji Kongresi çok iyi 
            geçmiştir. Pek ince eleştirmenin de gereği yoktur.
 
          
          
             -             İlim adamları tabii adamlardır.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
 
         
      SEN AYIP BİLMEZ MİSİN?
        
                       Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından 
          sevilmeyen bir şeyler ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında 
          bırakmayı bilmelidir. Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında 
          bırakmalıdır,o zaman pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış 
          olunur.
        
        
                       Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey 
          yok kabul edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini 
          gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır ?
        
        
                       Dindar da öyle değil midir ? İslâm’ı doya doya, laik 
          düzenin kendisine temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın 
          bundan söz etmesine gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde, 
          “medeniyet anlaşması, barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli 
          şekilde bazı nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası 
          konferanslar tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne 
          bekliyoruz bunlardan ? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence 
          medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri 
          durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri 
          din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de 
          değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da 
          medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış 
          bir anlaşma noktasını aramaya kalk ! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak 
          diyorlar. Türkçe’si, hayal içinde olmak demektir.
        
        
                       Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği 
          gibi, dinler çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din 
          kavgalarını dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış 
          olan insanlar ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din 
          kavgasından kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din 
          kavgalarını sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük 
          ve eksantrik ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak 
          bir özür dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?  
          Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit 
          saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir 
          kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep 
          basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı. 
          Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken 
          bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor. 
          Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları 
          söylenebilir mi?
        
        
                       İşte bir kıvılcım, iki din sahasında da yayılma 
          işaretlerini taşıyor. Onlarda karikatür yayınlanması yaygınlaşırken, 
          İslâm aleminde de yakıp yıkmalar başlamıştır. Bu ülkelerin mallarına 
          boykotun bir anlaşılır tarafı olabilir, ama memleketinizde olan 
          binaların yakılmasının size ne fayda getireceğini insan düşünmez mi! 
          Bu binalar ilerde yeniden yapılacak ve paraları da yakan düşüncesiz 
          fakir memleketlerin vergilerinden ödenecektir. Ülkeye zarar veren 
          hiçbir hareket içinde akıl vardır denemez.
        
        
                       Bize ne oldu ? Medeniyetler barışının elçiliğini, 
          öncülüğünü yapıyor değil mi idik ? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile, 
          mevcut dinlerin aynı meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı 
          olaylarıyla da öğünüp geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile 
          çıkarılıyor. Ayrıca, 55 Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu 
          yazdıklarıma göre, bu laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde 
          olmaklığımız gerekirdi.
        
        
                       Bu 55 Müslüman ülkede reaksiyon var, konsolosluklar 
          yakılıyor ama, insan öldüren daha olmadı. Bizde, ileri olduğuna 
          inandığımız Türkiye’de, Trabzon’da papaz öldürüldü. Trabzon’daki bu 
          vatandaşımız olan ve kanunlarımızı koruması altında bulunan bu papazı 
          öldürmeye hakkınız olur mu ? Bununla neyi halledeceksiniz ? İlla, bu 
          yola soyunmuş Türk Başbakanını yalan mı çıkarmanız gerekiyor ? Nedir 
          sorun ?
        
        
                       Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın 
          daniskasını yaşamış bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması 
          gerekirdi. Kendi memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini 
          bilen insanların böyle yazması gerekmez mi ?
        
        
                       
          Gerekmez de,yine de insanın aklına “beklide” ile başlayan fikirler 
          geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok olursa olsun,yine de düzelmiş 
          olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor. Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan 
          sonra oraya yerleşelim diyecek misiniz  
        
                        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇORUM’DA TURİZM
 
          
          
             - Çorum;bizim doğum yerimiz olan 
            şehir. Orta Anadolu'da yer alır. Her ne kadar kuzey doğuda 
            gösterilse de iklim ve yer bitki örtüsü bakımından,Karadeniz 
            Bölgemizle bir ilgi göstermez. Karadeniz yeşilliği göstermeyen bir 
            şehir için,bizim düşüncelerimiz doğrudur sanıyoruz.
 
          
          
             - Bir ülkenin bütün insanları turist 
            sayılabilir. Ana prensip olarak turist zengin insan demek değildir.. 
            turist;görmek,gezmek isteyen insan demektir. Zengin genel olarak az 
            para sarf eder. Bir ülkede zengin insanların gelmesi,pek maddi katkı 
            yapmaz. Genel olarak bunlar özel misafir olarak gelirler ve 
            ceplerine de elleri pek uzanmaz. Diğer tanınmayan insanların normal 
            yaşamaları için sarf edeceklerini hesap ederseniz,eğer adetleri de 
            fazla ise,bunlar gelen şehir için büyük etki yapar.
 
          
          
             - Çorum; turizm için yeterli vasıflara 
            sahiptir. Eski bir yazımızda tarihi kıymetlerimizi sıralamıştık. 
            Hatta Görme ile kıyaslamıştık ve eksik taraflarının olmadığını 
            yazmıştık. Turizmin Göreme'ye yaptığı etkilerinde Çorum'da 
            görülmediğini söylemiştik. Göreme esnafı,turizmden nasibini 
            almıştır. Gelenlerin çoğu da yabancılardır. Bütün Avrupa ülkeleri ve 
            bilhassa başta Fransızlar Göreme'yi tanır ve görmekte isterler. 
            Görünüşü ve mahiyeti değişik olmasına rağmen,Çorum büyük bir 
            medeniyetin varisi olduğunu ne memleket halkımıza ve nede 
            yabancılara gösterme becerisini gösterilememiştir. Elbette ki maddi 
            nasibini de alır duruma gelememiştir. Bu ileride gelmeyeceği 
            anlamını da ifade etmez.
 
          
          
             - Çorum; eski Çorum değildir. 
            Türkiye'nin başka yerlerini aratmayacak kadar güzel otellerimiz 
            vardır. Gerek otellerimizde ve gerekse şehir içinde insanları 
            rahatlıkla götürebileceğimiz veya tavsiye edebileceğimiz lokantalar 
            açılmıştır. Servis hizmetleri oldukça mükemmeldir diyebiliriz. Ben 
            ve tanıdıklarım,otel ve şehir lokantalarımızdan şikayetçi değiliz. 
            Bizimde gelecek turistlerden daha az zevk sahibi insanlar olduğumuzu 
            pek söylenmedi. Yemek ikramında bulunduğumuz misafirlerimiz de,hep 
            iyi durumdan bahsetmişlerdir. Otel ve lokanta kültürümüz iyidir ve 
            zaman içinde daha da gelişecektir. İnsanlar yaptıkları işten para 
            kazanabiliyorlarsa,ekmek yedikleri mesleklerini daha da gelişmesi 
            için emek ve para sarf etmekten kaçınmıyorlar. Çorum 
            insanı,sanayideki başarısını sosyal hizmet kollarında da 
            gösteriyorlar. İtalyanlar,otelci millet oldukları ile öğünürler. 
            Çorum;Kayseri gibi,Denizli gibi sanayide başarılı illerimiz içinde 
            yerini almıştır. Bizim otel ve lokantalarımız Göreme'de olanlardan 
            geri olmamasına rağmen,onun derecesinde verim elde edilmemektedir.
 
          
          
             - Turizmde esas tanınmaktır. Bu 
            tanınmak,dışarı için yaptığımız gibi dolar sarf ederek,toplantılar 
            yaparak,tanıtma şirketleri ile anlaşmalarıyla olmuyor. Gelenler 
            sizden,otelinizden ve şehrinizden memnun ayrılırlarsa tanınmanın 
            yolunu bulmuşsunuz demektir. Binlerce insan,kendisini mutlu eden 
            şeyleri,gittikleri yerlerde,memleketlerinde bahsedeceklerdir. 
            Bunlarda dinleyenlerin hafızalarında yer bulacaktır. Türkiye'de 
            leblebimiz tanınıyor. Bunları tanıtmak için ne gayretin içine girdi 
            Çorum ? Leblebiciler elde ettikleri kalite ile kendilerini 
            tanıttılar ve aranıyorlar.
 
          
          
             - Çorum “Hatap Unu” bütün Türkiye'de 
            tanınıyor. Bu iş kalite işi. Kavukçular bu sırrı keşfetmişler. Hatap 
            unu bulamayan tüketiciler yine de bir Çorum unu arıyorlar. Bunların 
            hepsi bir kalite işi. Bir kaliteye erişince,onu titizlikle korumak 
            gerek.
 
          
          
             - Çorum radyatörleri de aranıyor. 
            Hatta Çorum araba kaloriferleri de aranır duruma gelmiştir.  
 
          
          
             - Çorum turizmcileri de bu 
            saydıklarımı örnek almalar ve daime kalitelerini yükseltme yoluna 
            gitmelidirler. İnsanlar bir kere aldatılırlar. Bu kaide bilhassa 
            hekimler için geçerlidir.
 
          
          
             - Çorum turizminde ön safta göz önünde bulundurulacak sorun,tarihi 
            yerlerimizin alt yapı hizmetlerinin tamamlanması düşünülür.
 
          
          
             - Bizim görülecek yerlerimiz bir günde 
            tamamlanamaz. Özel gelenler için 2 veya 3 gün gerekir. Alt yapı 
            hizmetlerimizin olmadığı bir şehirde kimse iki üç gün kalmak 
            istemez. Bu yerlerin alt yapı hizmetleri ve bilhassa 
            yolları,öncelikle tamamlanmalıdır. Çorum'a gelen turistlerin 2 veya 
            3 gün kalmaları Çorum'un çehresini değiştirir.
 
          
          
             - Turist geldiği yerde rahat etmek 
            ister. Temiz bir yatak ve güzel bir sofra turistin hemen hemen tek 
            isteğidir. Çorum fiyatlar bakımından pahalı sayılmaz. Ancak;aynı 
            hizmet için de herkes aynı parayı almalıdır. Fiyat çeşitliliği makul 
            ölçüler içinde olmalıdır. Turistin en istemediği şey,kazıklanma 
            korkusudur.
 
          
          
             - Turizmde;turistin istekleri göz 
            önünde bulundurulur. Bu ana kaidedir. Sizin yerli ve alışılmış 
            adetleriniz turistin istekleri olmayabilir ve turistten bu adetlere 
            uyum istenemez. Turistler ve bilhassa yabancılar,yemekte bir kadeh 
            içki alırlar. Buna alışmışlardır. Siz içki yasağı koyarsanız turist 
            bir daha sizin lokantanıza uğramaz. Lokanta meyhane değildir. Bir 
            kadeh içki lokantayı meyhane yapmaz. Turist genellikle Müslüman 
            değildir. Bunları bütün hizmet yerlerini kapatarak Ramazan açlığına 
            mahkum ederseniz,turist sizden pek memnun ayrılmaz. Türkiye'de 
            herkes oruç tutar denemez. Siz Ramazanda bunları zorla oruçlu 
            durumuna sokuyorsunuz. Bu fahri din havariliği liginden Türkler vaz 
            geçmelidirler. Turistlerle birlikte yerli oruç tutmayanlar,Ramazanda 
            rahat bir nefes almalıdırlar.
 
          
          
             - Bu yazıyı aklı olanlar için yazdım. 
            Ben aklını kullanamayanları ikna için bir gayretim yok.
 
          
          
             - Saygılarımla.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - 23’CÜ ÇORUM HİTİT FUAR VE 
            FESTİVALİ
 
          
          
             -             Çorum'da ilk adıyla fuar veya festival icat 
            edildiğindi,pek basit olarak işe başlanmıştı. Bir çeşit eğlence 
            şeklinde idi her şey. Bu bile etkili olmuş olacak ki;kurucusu 
            Rahmetli Turan KILIÇÇIOĞLU pek neşelenmişti. “Ağabey ! Bu milleti 
            eğlendirmek,eğlenmeye alıştırmak lazım,galiba bir çok şeyi böylece 
            çözme imkanına ereceğiz” şeklinde konuşmuştu.
 
          
          
             -             Fuar sadece eğlenme işi değildir,elbette 
            ama,eğlencenin de yerinin olması gerekir. İnsanların hemen 
            hepsi,eğlenceden zevk almakta ve hoş vakit geçirme imkanları 
            bulmaktadır.
 
          
          
             -             Önceleri festival için güz ayları seçilmişti. Bizim 
            Çorum'un sert iklimi gece hayatını etkilediği için olacak galiba 
            ki;fuar ve festival Haziran ayına alındı. Bizim Haziran aylarımızda 
            gece hayatına izin vermez. Poyrazımızın yazın estiği 
            bilinirse,teşebbüs için Haziran veya Ekim olması bir şey 
            değiştirmez. Yalnız;dünya memleketleri fuar ve festivallerini genel 
            olarak  Eylül ve ekim aylarında yapıyorlar. Burada;memleket ve 
            şehirler bu teşebbüslerinde kendi yetiştirdikleri ürünleri de esas 
            olarak gelenlere göstermek istedikleri arzusu vardır. Her ülkede 
            ziraat mahsulleri güz aylarında ortaya çıkarlar. Her ne kadar sanayi 
            ürünleri başta gelir durumda iseler de,yiyecek içecek ve kış 
            hazırlıkları yapacakların güz aylarında ortaya çıkmış olmaları olayı 
            vardır. Bir de insanların en az çalıştıkları aylar bu güz aylarıdır. 
            Tarlayı terk ederek festival veya fuar gezmeye gelenlerin adet 
            olmadığı bilinmelidir. Bizim için yine başlangıçta olduğu gibi,fuar 
            ve festivallerin Eylül ayına alınmasında faydalar düşünülür. Bundan 
            sonra ikide bir fuar tarihini değiştirme olayı üzerine gelinmelidir.
 
          
          
             -             Sayın Profesör Ahmet SAMSUN'LU hükümet üyeliğinde de 
            istifa ederek eline geçen bu fırsatı Çorum için kullanarak,eski 
            fidanlığın yerini Çorum için kullanarak,eski Yerini Çorum Parkı 
            yapmak üzere belediyeye kazandırmıştır. Bizim bundan haberimiz 
            olmadı. Hiç kimse bu hizmeti halkın bilgisine sunmadı ama,neler 
            olduğu hakkında yerel basınımıza da pek bilgi verilmedi. Sonradan 
            festival ve fuarın burada organize edilmeye başlandığını gördük. 
            Şehir parkı fikrinden de bahseden de olmadı. Bizim bildiğimiz 
            çimento tozundan dolayı fidanlığın bakanlıkça kaldırıldığı idi. 
            Sanıyorum ki;tasavvurlar hakkında sayın Profesörün fikri bile 
            alınmamıştır. Eğer öyle ise cidden ayıp ta edilmiştir.
 
          
          
             -             Buradaki plan hakkında yine büyük çapta fikrimiz 
            yok. Bilen bir yetkilinin basına bilgi vermesinden mutlu oluruz. Bu 
            sahaya bazı gereksiz binaların yapılır durumda olduğunu düşüyoruz. 
            Fuar bir şehrin çok ehemmiyetli tesislerinden birisidir. Onun 
            yerinin tespiti,içine konacak binaların seçilmesi ve bilhassa park 
            görünümünün bozulmaması gereklidir. Varsa bu düzenlemeye dikkat 
            edilmelidir. Bu tesiste yapılacak hataların telafisi her zaman imkan 
            içerisinde olmayabilir. Böyle tesisleri başlangıçta iyi 
            düşünmek,daha önce yapılanları etüt etmek gerekiyor. Bir tesis bozuk 
            yapıldı ise,genellikle öyle kalıyor. Eski Doğumevinin yerine 
            yapılmış ucubeyi bu gün değiştirebiliyor musunuz ? Bunu gördükten 
            sonra bari çok dikkatli olmak gerekiyor.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - BİLMEK YAPMAK DEĞİLDİR
 
          
          
             -             Dış kaynaklı kredilerin,başka bir adla 
            borçlanmaların mahiyeti hakkında bilgi daima olmuştur. Osmanlı 
            yönetimine verilen paralarda dış kredilerdi. Borç vaktinde 
            ödenmeyince, borçları güvenceye bağlamak için kurulan teşkilatın adı 
            idi “Duyunu Umumiye”. Türklerin dış krediler,yani dış borçlar 
            hakkında fikirleri yok denilebilir mi ?
 
          
          
             -             1956 da;Fransız Başbakanı Mendes France,dış 
            borçların iki tarafı keskin bir bıçak olduğunu söylemişti. Borçları 
            akıl içinde yatırıma kullanırsanız,üretim fazlasıyla borçları 
            ödeyebilirsiniz. Cari hesaplara sarf edebilirsiniz,iflas yolunu 
            açmış olursunuz. Bunlar kitaplarda yen almış bilgilerdir, bizde halk 
            arasında “Borç yiyen,kesesinden yer” denmez mi ?
 
          
          
             -             Televizyonlarda konuşan aklı başındaki insanların 
            söyledikleri de bunlardır. Sakıp Sabancı;her fırsatta bunu 
            yeniliyor. En son on milyarın sözünü alan Derviş te alınanın borç 
            olduğunu,keşke almak durumunda olunmasaydı diyerek açıkladı. Bunun 
            yerinde kullanılması şartıyla faydalar olacağını açıkladı. Bunlarda 
            anormal hiçbir şey yok. Bunları bilmek ve söylemek için iktisat 
            fakültelerinde profesör olmaya gerek te yok. Ancak bu bilgiler 
            ışığında alınan paraların sarfı,sorumluluk bilmeyen ve geleceği 
            düşünmeyen siyasi iradenin elinde.
 
          
          
             -             1950 den beri,siyasi iradeyi temsil edenlerden 
            Menderes, Demirel,Özal,Tansu Çiller,Yılmaz ve Ecevit,Menderes hariç 
            yaşayanlar arasında Erbakan Hocayı bunların arasına sokmak mümkün 
            değil. Dış borçlar bunlar zamanında alınmış ve bunlar zamanında 
            çarçur edilmiştir. Bu gün  alınan borçlarda yine saydığımız 
            isimlerden bir kısmının eline teslim edilecektir. Acaba sayın Derviş 
            temennilerinin bu insanlar tarafından Başarılacağına cidden inanır 
            mı ? Kendisinin sarfta söz sahibi edileceğini sanmam. Yakında 
            kendisini de inandıracaklardır. Alışmışlık; telafisi zor bir 
            vasıftır.  
 
          
          
             -             Bu saydığımız devlet adamlarımızın hemen hepsi daha 
            önce devletçidirler. Çorum’daki Şeker Fabrikası yapılalı kaç sene 
            oldu ? Bunun temelini rahmetli Özal atmadımı? Bu gün satılan devlet 
            fabrikalarının temellerini,öbür yazdıklarımız yaldızlı nutuklarla 
            atmadılar mı ? Aradan ne geçtiki bu gün satıyor sanılarak peşkeş 
            çekiliyorlar. Amerike küreselleşmeyi empoze etti. Bizimkilerin 
            küreselleşmeyi kavrayacak kültürleri de yok. Kültür gazete 
            makalesinden edinilemez. Istenilen,aslında paranın 
            küreselleşmesidir. Sende de o yok. Ne ile küreselleşeceksin ? Bilgi 
            ve akıl rehber olacağına,insanların köleleşmesini isteyen bir 
            zihniyetin gölgesine sığınılırsa ne Atatürk’ten bahsedebilirsin ve 
            ne de bağımsızlık nutukları atabilirsin. Ilmin, tekniğin ve bilginin 
            bu derecede ilerlediği bir dünyaya ayak uyuduramayanlar yok olmayı 
            veya köleleşmeyi kabulleneceklerdir. Dünyada hakim sınıfı 500 
            milyondur. Dünya bunlarlamı dünya olur ?
 
          
          
             -             Alınacam bu yeni borçta eskiler gibi olacaktır. 
            Ustalar yine faydalanacaklar, fakirler yine borçlananlar olacaktır. 
            Merhamet dilenerek bir devlet yürütülemez. Borçlar içinde aynı 
            sözler  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - 10 KASIM VE ATATÜRK  
            
 
          
          
             -             10 Kasım;Milletine,herkese nasip olmayacak 
            hizmetleri yaparak bir “Dahinin”,bir “Önderin”, ebediyete intikal 
            ettiği gündür.
 
          
          
             -             Bir insanın arkasından bir Millet ağlar mı? Ağlar 
            ki;Mustafa Kemal'in ölümü bunu bize göstermiştir. O'nun naşı 
            Dolmabahçe Sarayını terk ederken, tazim duruşunu heykel gibi yapan 
            Türk evladının, tüyü bile kıpırdamadığı halde, gözlerinden 
            yuvarlanan matem yaşlarının ifadesi bunu bize göstermiyor mu? İnsan 
            onu, o gurur tablosunu görürde Türk olmaktan nasıl gurur duymaz? O 
            askerin, o yiğit askerin resmi, heykelleştirilerek Anıtkabirin  
            ortasındaki meydana konmalıdır. Mehmetçik buna layıktır.
 
          
          
             -             Aynı tablo, lisenin son sınıfında bulunduğum 
            Yozgat'ta da olmuştur. Yozgat Valisi Baran'ın göz yaşları içinde 
            söylediği nutkunu, bizleri de göz yaşlarına içinde dinledik ve 
            izledik. Kız arkadaşlarımız günlerce matem havası içinde yaşadılar. 
            Demek;o devrin kızları ve kadınları, büyük Atanın naşı önünde 
            kendilerine yapılan hizmetlerin, toplum hizmetinin daha iyi 
            bilincinde idiler ve kadirbilirlik içinde idiler. 
            Kadınlardan,Mustafa Kemal düşmanlığı kimin aklına gelebilirdi ki?
 
          
          
             -             Mustafa Kemal önünde kadınlar, yerlisi-yabancısı, 
            hep dürüst kalmışlardır. Mustafa Kemal'in kendi kadınlarımız için 
            yaptıkları ve düşündükleri,yabancı kadınların da hayranlığını 
            çekmiştir. Kadınlar tarafından yazılan yabancı eserde, Ulu Önderin 
            Büyüklüğü hep konu olmuştur. Atatürk'ün hakkında, dışta her dilde 
            yazılan eserlerin bir kitaplıkta toplanması, bu kitapların yazarları 
            için bir gönül alma hizmeti olabileceği gibi, Milli Kültürümüz ve 
            Atatürk için de büyük bir hizmet olur. Atatürk için yapabileceğimiz 
            bir hizmet bizim görevimizdir ve ona olan borcumuzun ödendiğini 
            hiçbir zaman ifade etmeyecektir. Millet olarak ve birey 
            olarak,Atatürk'e hep borçlu kalacağımızın bilinmesi gerekir.
 
          
          
             -             Atatürk ölmüştür. Ölmeden kendisi de bunu iyi 
            şekilde ifade etmişti:”Bir gün benim naçiz vücudun elbette ki toprak 
            olacaktır;fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır” 
            cümlesi  Onundur ve dedikleri de olmuştur.  
 
          
          
             -             Bizim Atatürk sevgimiz, minnettarlığımın, Onun 
            fikirleri, Millet için düşündükleridir. Onlar bu günde geçerlidir ve 
            hep geçerli kalacaktır Atatürk'e layık olmak,bu fikirlerine saygılı 
            olmaktır; Onun fikirlerinin kadirşinaslıktır. Bunlar aynı zamanda 
            görevdir. Namuslu insanların görevidir bunlar. Bu namuslu ve 
            muktedir insanlar,Milletimizin içinde daime olacaklardır. Bunlardan 
            Millet olarak mahrum kaldığımız müddetçe Büyük Atatürk'ün fikirleri 
            yaşayacaktır, Milletin ve Cumhuriyetin ilelebet yaşamasının başka 
            bir yolu da yoktur. Atatürk düşmanlarına yanlızca acınır. Geri 
            zekalılık işaretlerini beyinlerinde taşıyan ve vicdanlarının sesini 
            yanlış düşünceleri üstüne çekmeyen bu insanlara acımaktan başka 
            elden ne gelir? Bu psikoz halidir. Ancak bu düşmanlıkta ve psikoz 
            halinde çıkarları olan insanlar ve fikirlerde vardır. Meydanın 
            bunlara bırakılması,akıl almaz bir kinin etrafa saçılmasının da 
            vesilesi olabilir. Atatürk dostları, Milletin bu iyi kalpli 
            insanları hep uyanık kalacaklar ve Atatürk düşmanlarına nerede 
            rastlarlarsa, onu Devlet düşmanlığı sayacak mücadele vaziyetini 
            alacaklardır. Atatürk düşmanlığı ile Cumhuriyetimizin düşmanlığı 
            aynı şeyler, aynı kavramlardır. Atatürk düşmanlığını karşılayanlar 
            Cumhuriyet düşmanlarını da karşılamış olacaklardır. Gelecek 
            nesillerimizin varlığı ve mutluluğu, Atatürk dostluğuna ve sevgisi 
            ile Cumhuriyetinin bekasına bağlıdır. Atatürk ve Cumhuriyet 
            düşmanlarını ikna etmeye çalışmakta bir cins ahmaklıktır. Bu  
            düşmanlıklar bilinçlidirler ve ancak ezilerek üstelerinden 
            gelinebilirler. Bunlarla mücadele,Milli görevdir.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - CUMHURİYET
 
          
          
             -             Biz;bizim Cumhuriyetten bahsedeceğiz . Cumhuriyetin 
            çeşitlerini araştırma gibi bir iddia peşinde değiliz.
 
          
          
             -             Bizim Cumhuriyet sokakta bulunmamıştır. Bizim 
            Cumhuriyet,bir Kurtuluş Savaşı sonucu ortaya gelmiştir. Cumhuriyetin 
            kurucusu Milli Kahraman, istese idi , Cumhuriyeti kurmadan eski 
            rejimin başına geçer ve onun Devlet Başkanı olmakta hiçbir sıkıntısı 
            da  bulunmazdı. Demek ki; kurtarıcı,Kurtuluş Savaşını yaparken bile 
            bunu düşünmemiştir. Onun kafasın da doğan fikir,istiklalini 
            kaybetmiş bir devletin başına geçmek değil,yepyeni kurulmuş bir 
            Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı olmaktır. Yapılanlar bunlardır.
 
          
          
             -             Elbette ki;Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyeti tek 
            başına kurmamıştır. Bu iddia da olan kimsede yok. Kurtarıcının 
            etrafında olanlar,bir avuç denecek kadar azdır ve onlarında büyük 
            bir ekseriyeti asker kökenlidirler. Kalabalık,kalabalıktır ve akıl 
            içinde yönlendirilirse işe yarar. Aksine kalabalıklar,liderler 
            değil,peygamberler bile boğazlanmıştır. Toplum aklı bir medeniyet 
            seviyesi işidir.
 
          
          
             -             Kurtuluş savaşı kahramanlarına minnet borcumuz 
            vardır. Hepsinin önünde saygı ile eğiliriz. Hizmetleri ve vatan 
            severlilikleri erişilmezdir. Ancak hiçbirini kurtarıcı ile 
            kıyaslamaya kalkmayınız ve Vatan severlikleri erişilmezdir. Ancak 
            hiçbirinin Kurtarıcı ile kıyaslamaya kalkamayız. Beynimizde hem 
            onların yeri ayrıdır ve hem de Kurtarıcının. O Kurtarıcıya,onlarda 
            bizim duyduğumuz saygı ve minnettarlığı duymuşlardır. Hemen hepsi 
            “Devlet Mezarlığında” yerlerini almışlardır. Bazı Cumhur 
            Başkanlarımız da Milli Kahramanlarımızın yanında yerlerini 
            almışlardır. Birbirlerine yakışıyorlar da. Bazı Cum-hur 
            Başkanlarımızın  orada yer almalarının korku sebebini anlamakta 
            zorluk çekiyoruz. Bir yükseklik payesini tarih onlara vermeyecektir. 
            Tarih yazılanları kıymetlendirecektir.
 
          
          
             -             Cumhuriyete minnet borcumuz vardır.
             
 
          
          
             -             Cumhuriyet bizi kulluktan vatandaşlık payesine 
            yükseltti. Kula kulluk etme aşağılık duygusundan Cumhuriyet bizi 
            kurtardı. Vatandaşız ve eşit insanlarız. Yaratanın yapmadığını yapan 
            ve kulluğu kendi seviyesinde-kilere reva görenlere nasıl katlanılır 
            ? Bu bilgi ve inancı bize veren Cumhuriyette minnet duyulmaz mı?
            
            
 
          
          
             -             Cumhuriyet insanlarımıza fırsat eşitliğini de 
            getirdi. İltimasla yükselenler yoktur iddiasında değiliz,ama kendi 
            dirayeti ve kabiliyeti ile de her istediği yere yükselme imkanımız 
            da vardır. Aksini iddia edenler,kendilerinde kabiliyet eksikliğini 
            kabul etmek istemeyenlerdir.
 
          
          
             -             Aklımızı kullanmayı biz Cumhuriyete borçluyuz. 
            İnançlarımızı da,Devlete taşımamak şartıyla, bize bağışlayan ve 
            garanti altına alan Cumhuriyettir.            
             
 
          
          
             - İnsan haklarını Cumhuriyette 
            öğrenmiş değil miyiz?
 
          
          
             -             Fazileti Cumhuriyetle anlamış değil miyiz?
 
          
          
             -             Cumhuriyetin düşmanları vardır. Cumhuriyetin iç 
            düşmanları,dış düşmanları vardır. 52 İslâm devletleri arasında 
            yalnız Türkiye laiktir, yalnız Türkiye Latin Alfabesi kullanıyor, 
            yalnız Türkiye'de kadın erkek eşitliği vardır ve nihayet  Türkiye 
            Avrupa Birliğine girme yoluna girmiştir. Şunları bilip de İslâm 
            devletleri arasında Cumhuriyet düşmanlığı yoktur demek mümkün müdür?
 
          
          
             -             Cumhuriyetin iç düşmanları vardır ve düşünülenin çok 
            üstündedir. 1950'den beri, inanç hürriyeti Cumhuriyetin düşmanlığı 
            üzerine gelişme göstermiştir. İnanç hürriyetini Cumhuriyet getirdiği 
            halde,en büyük düşmanlığı Cumhuriyetle görmüştür. Kimin ibadetine 
            karışılmıştır? Bu biline, Cumhuriyet inanç düşmanı olarak itham 
            edilmiştir. “İnsanlar göğsünü gere gere; Müslüman'ım diyebilmelidir” 
            kaba ve yakışıksız iftirayı, Cumhuriyete karşı, Cumhuriyetin en yüce 
            makamına gelenler yapabilmiştir.
 
          
          
             -             İçte ve dışta,eğitim yasası birliği bozularak, ikili 
            eğitimin yerleştirilmesi zihniyeti, Cumhuriyet düşmanlığı üzerine 
            gelişmiştir. Bütün ülke sathına yayılan ve vüsatı da henüz 
            belirlilikten uzak ölüm evlerinin mevcudiyeti,Cumhuriyet düşmanlığı 
            demek değil midir ?
 
          
          
             -             Ayrıca terörde Cumhuriyet düşmanlığının kendisi 
            olarak saymak ve düşünmek gerekiyor. Cumhuriyette eşitlik 
            olduğu,herkesin her yerde gelmesi esası kabul edildiği,kan ayrımının 
            ve hatta mesep  ve din ayrımının ayıp olduğunu ve Cumhuriyetten 
            öğrenmemize rağmen,bunların arkasına sığınarak,Ülkeyi ve Milleti 
            parçalamak isteyen zihniyete Cumhuriyet düşmanlığı demezsek,hangi 
            sözcükle ifade etmeye kalkacağız.
 
          
          
             -             Kısaca ifade etmek istersek,Türkiye'de Cumhuriyet 
            düşmanlığı vardır ve artırmak içinde bütün yardımı,bilinçli ve 
            birazda bilinçsiz bütün yardımı görmektedir. Eğer bu düşmanlık ve 
            koruyuculuğu olmazsa idi,Cumhuriyet bizi,bu gün bulunduğumuz 
            noktadan daha ilerlere götürmüş olabilirdi.
 
          
          
             -             Cumhuriyeti korumak zorundayız.
             
 
          
          
             -             Her millet layık olduğu rejimle yönetilecektir. Biz 
            Cumhuriyet yönetimine layık insanlarız ve Milletiz. Bu tehlike ne 
            kadar büyük görünürse görünsün,onu yenecek kadar kudrete ve fazilete 
            Milletçe sahip bulunuyoruz. İçte ve dışta Cumhuriyet düşmanları 
            yenilecek, Cumhuriyetin fazilet yolu Millete açık tutulacaktır. Bu 
            inanca,her Cumhuriyetçi gibi bende inanıyorum. Bunların aksini 
            düşünen ve iddia eden Cumhuriyet düşmanlarına, taşıdıkları geri 
            zekalarından dolayı acıyorum.
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇORUM'DA TURİZM
 
          
          
             -             Aslında,turizm dünya için ne ise, Çorum içinde odur. 
            Büyük genellemeye gitmeden,turizmin anlamını ve kıymetini 
            anlatabilmek için,herkesin tanıdığı bir bölgemizi "Göreme"yi örnek 
            göstermek istiyoruz. Burası tarafımızca da iyi tanınan bir yer.
 
          
          
             -             Evvela örnek gösterdiğimiz yerin özelliklerini ve 
            turizmin buraya getirdiği nimetleri anlatalım ki; Çorum için 
            düşündüklerimizi de kolaylıkla sıralıya koyabilelim.
 
          
          
             -             Göreme' de iki büyük nimet mevcut ve bu iki büyük 
            olay Göreme'nin turizmdeki yerini temin etmiştir.            
            Bunların birincisi: Mevcut tabiat olaylarıdır. Tıpkı Pamukkale gibi, 
            burada insan emeği bir sorun teşkil etmiyor. Asırlar,"Peri  
            Bacaları"nın teşekkülünü ortaya koymuştur. İnsanın bu tabiat olayını 
            seyri zevk bakımından doyurucu oluyor. Her insan bu zevki tattığına 
            ve güzellikten bahsettiğine göre, Göreme insanlar üzerinde müşterek 
            bir etki yaratıyor demektir.
 
          
          
             -              İkincisi: Göreme bir medeniyetin yerleştiği, burada 
            sıkıştığı ve nihayeti geliştiği bir yerdir. Hatırlanırsa; 
            Hıristiyanlık henüz azınlık devrinde, aynı dini kabul etmeyenler 
            tarafından ve bilhassa da İslâm'ın yayılması sırasında İsa Dinine 
            inananlar bu bölgeye sürgün edilmişler veya mecbur bırakılmışlardır. 
            Bu inancın sahipleri hayatta kalabilmek için kayaları oyup evler ve 
            kiliseler yaptıkları gibi, kayaları yer altında da oyarak 7-8 katlı 
            lojmanları yer altına yerleştirmişler ve bu gün ibretle gezdiğimiz 
            yer altı şehirlerini oluşturmuşlardır. Kiliselerin bir kısım aile 
            kiliseleri, bir kısmı da kilise okulları olarak kıymetlendiriliyor.
 
          
          
             -             Göreme her bakımdan doyurucudur. Göreme'nin bu 
            durumu beklenen ilgiyi görmüş ve yine beklenen refahı da 
            getirmiştir. Göreme kalkınmış denilebilir. Halkın mutluluğu 
            yaşantılarından ve bakışlarından öğrenilebiliyor. Çok otelleri var 
            ve bu otellerde turistler ağırlandığı gibi, halkımız da yaşamdan 
            istifade ediyor. İnsanlar mutludur Göreme'de.
 
          
          
             -             Bizim Çorum'un "Peri Bacaları" yok ama, tarihin tek 
            kara medeniyetinin "Eti Medeniyeti"nin kalıntıları var. Eti 
            İmparatorluğunun Baş Şehri ve diğer büyük yerleşim birimleri Çorum 
            hudutları içinde bulunuyor. Hattuşa Baş Şehir olmak üzere; 
            Osmankayası, Alaca-Höyük, Büyük Gülecek, Pazarlı, Kızılhamza Hüyük, 
            Eskiyapar, Oratköy,Yörüklü Hitit Medeniyetinin kalıntılarını taşıyor 
            ve 120 sene gibi bir zaman diliminde yayılmak suretiyle, kazılarla 
            ortaya konulmuşlardır. Bu kazılarda bulunan eserler ve bilhassa 
            tabletler Hitit Medeniyetinin hem tarihini ve hem de yaşam biçimini 
            ortaya koyduğu ve dünya literatürüne Çorum adını soktuğu 
            halde,turizm yönünden en küçük bir gelir temin ettiği söylenemez. 
                  Hitit ören yerlerinin ziyareti için en basit im-kanlar bile 
            temin edilmemiştir. Boğazkale hariç,yemek yenilecek bir yeri 
            olmadığı gibi,bir tuvalet dahi yapılmamıştır. Buraları turiste nasıl 
            tanıtacaksınız ve turistlerden nasıl istifade edeceksiniz?     
             
 
          
          
             -             Alacahöyük Müzesini senede 18 bin ziyaretçi 
            gezmektedir. Bunun bir kısmı şimdiki Anitta Oteli açıldığında yani 
            eski adı Turban adıyla açıldığında, bu turistlerden bir kısmını 
            barındırıyordu. Turistlerin Çorum'a ayak basmaları temin edilmişti. 
            Sonradan bu da kayboldu. Çorum'da yabancı turistin izi ortalardan 
            kalktı.
 
          
          
             -             Turistin yerlisi, yabancısı aynı şeydir. Turist 
            zengin demek değildir. Turist gezen ve bundan zevk alan insan 
            demektir. Rahat etmek ister turist. Kazıklanmaz istemez turist. 
            Turist yabani gözler tarafından rahatsız edilmekte istemez. Herkes 
            tarafından güler yüzle selamlanmak turisti mutlu eder. Turistin tek 
            gayesi, gezmek, görmek,dinlenmek ve rahatsız edilmemektir. Bunları 
            da asgari şartlarda yapılamayacak şeyler değildir. Bu az gelirli 
            gezginlerin adedi milyonları aşınca,ülkeye bıraktıkları milyarları 
            aşıyor. Maden kuyularında çalışmaktan daha kolay değil mi turizmden 
            kazanmak? Kolay,kolayda;birazcık medeni olmak ve anlayış sergilemek 
            gerekiyor. İşte Göreme bunu öğrenmiş. Çorumlu Göreme’ den başka 
            yaratılmış kul değil. Biraz gayretten yorulmaz Çorum halkı.
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - TAŞ YERİNDE AGIRIR   
            
 
          
          
             -             Başlık bir atalar sözüdür. Büyük ihtimalle bu atalar 
            sözü bizim olmalıdır. Dünya milletleri arasında toprakla, taşla 
            haşır neşir olan millet Türk Milletidir. Bu niçin söylenmiştir,bir 
            anlamı var mı? Bilemem.
 
          
          
             -             Fethiye'de pek çok tarihi yerler var. Bunlardan 
            Kumluova'da olan ve ismini yazarken zihnimde bulamadığım birinde  
            Fransız Prof. Metzuer kazı yapmaktadır. Daha evvel burada yapılan 
            kazılarda bulunan eserlerin hemen hepsi İngiliz kazıcılar tarafından 
            götürülmüşlerdir. Ağır olanlar da kestirilerek nakledilmişler. 
            Fransız profesör bunların yerlerine kopyalarını koymuş. 
            Bize;bunların bir gün yerlerine İngiltere'den getirilip 
            konacağını,eserlerin bulunduğu yerde kıymetlerinin artacağını, 
            medeniyetin ve insanlığın bunu gerektirdiğini söyledi. Bunları 
            yazdıktan sonra asıl meseleye geliyorum. Eskiler buna "sadet" 
            diyorlardı. Torunum bu sözcüğü sordu idi.
 
          
          
             -             Türkiye'de birçok yerlerde olduğu gibi bizde de 
            yerlerinden nakledilmiş eserler var. Alaca Höyük kabartmalarının 
            asıl taşları kestirilip, at arabalarıyla Çerikli'ye nakledildiğini 
            ve oradan trenle Ankara'ya götürüldüğünü ben biliyorum. Profesör 
            Metzguer'in söyledikleri burada da olacaktır. Eserler yerlerinde 
            anlam taşırlar ve bunların meraklıları,buralara gelerek etütlerini 
            yapacaklardır.
 
          
          
             -             Bizi ilgilendiren başka bir konu da: "Çorum Hasan 
            Paşa Kütüphanesi'nde" bulunan "El Yazması Eserlerin" başka bir 
            kütüphaneye nakledilmek istenmesidir. Sayın Kültür Müdürümüz Mümtaz 
            İdil'in dikkatini çekerim. Bu hikaye bir daha yaşanmış ve itirazlar 
            üzerine vazgeçilmişti. Bu El Yazması eserlerin, verilen beyanata 
            göre; bakımları ve muhafazaları zormuş ta, bunları birkaç yerde 
            toplamak daha avantajlı olacakmış. Bakımları temin edilecek ve 
            muhafazaları garanti altına alınacakmış (!)...
 
          
          
             -             Bu El Yazma Eserler Çorum Kütüphanesinde 
            toplanılmışlar ve şimdiye kadar çok iyi korunabilmişlerdir. 
            Eserlerin teşhirinde, bizim kütüphanemizde çok mükemmel durumda 
            bulunuyorlar. Rahmetli Vali Varinli'nin misafiri olarak Çorum'a 
            gelen hocamız Rahmetli Prof. Suheyl Ünver'le Çorum kütüphanesine 
            birlikte gitmiştik. Bu yazma eserlerden 8-10 tanesi kendisi 
            tarafından istenildi ve yine Rahmetli Kütüphane Müdürü Erdemli  
            tarafından hemen önüne dizilivermişti. Hoca bu çabukluktan çok 
            memnun olmuştu. Kendisi eski yazıyı ve Osmanlıcayı iyi bildiği için 
            gereken incelemeleri birkaç saat içinde yaptı ve pek memnun olarak 
            ayrıldı. O zaman hocamız; bu eserlerin yerinde bulunmasından 
            bahsetmişti.
 
          
          
             -             Bu eserlerin bakımı yerlerinde yapılabilir. Kültür 
            Bakanlığı seyyar bakım ekipleri teşkil ederek Anadolu'nun birkaç 
            ilinde bulunan bu yazma eserleri sırayla yapabilir. Bu bütün dünya 
            ülkelerinde geçerli. Türkiye 'de niçin bu uygulama yapılamıyor? 
            Yapılamaz  mı? Yapılır elbette.
 
          
          
             -             Eserlerin daha iyi muhafazası sorunu ise ; aldatmaca 
            ve bizlere okunan bir masaldır. Dünyanın ve bu arada ülkemizin 
            hiçbir eseri çalınma tehlikesi dışında değildir. Eserlerin bir arada 
            olması,bu hırsızlık olayını kolaylaştırır bile. Birçok dağınık yer 
            için düşünülecek çalma olayı,bir araya toplanılmışlar için daha 
            kolaydır. Bunu hayatımız boyunca duyduk ve okuduk. Hırsıza kilit 
            olmaz. Çalınmak istenen eserlerin korunması için,her halde daha 
            mükemmel düzenlemeler kurmak ve iyi yetiştirilmiş,bir de iyi 
            doyurulmuş insanlar çalıştırmak faydalı olur sanıyoruz.
 
          
          
             -             Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi bu eserleri 
            derlemiş,şimdiye kadar bakımını yapmış ve muhafazasını temin 
            etmiştir. Bahanelere inanmıyoruz. Bu düşünceler basit düşünceler. 
            Daha iyi, faydalı düşünceler üretmek varken, halkın elinde olan 
            kıymetli eserleri milli kuruluşlara aldırmanın ve almanın yolları 
            geliştirilerek,halkın elinde bulunan kıymetli eserlerin kazanılması 
            yolunu seçmek daha faydalı olur kanaatini taşıyoruz.
 
          
          
             -             Faydasız işlerle vakit kaybedilmemelidir.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - BAYRAMLAR
 
          
          
             -             Bayram;genel anlamda eğlenmek demektir. 
            Giyineceksiniz,yiyip içeceksiniz,çalışacaksınız ve felekten bir gün 
            veya günler çalacaksınız. Eğer bu anlayış tarzı 
            genelleştirilirse,bunun adı bayram olarak konulabilir. Genelleşme 
            olmaz ise,yapılan yaşam yine bayramdır ama, size özel olarak kalır.
 
          
          
             -             Bayramların cinsleri  ve adları vardır. Cinsi ve adı 
            ne olursa olsun bayram tek insanın hareketi değildir. Bir insan tek 
            başına eğlenemez. Hatta tek başına eğlenmeye çalışan insan için tıp 
            içerikli düşünceler bile insanın aklına gelebilir. O halde bayram 
            denince, başkalarının da iştirak ettiği zevk alıcı hareketler akla 
            gelmelidir.  
 
          
          
             -             Aile arasında kutlamalar ve bilhassa kadınlarımızın 
            zevkle tatbik ettikleri kabul günleri,birer bayram şenliği 
            sayılabilir. Bu kabul günlerinin  karşısında değilim. İnsanlar 
            arasında dostluğun ve sevginin devamına hizmet ettiği kanaatini 
            taşıdığım için,teşvik edilmesi taraftarıyım. Avrupa'da bu aile 
            kabulleri,senede bir veya iki kere oluyor. Tanıdıkları dostlar çok 
            önceden davet ediliyor. O gün ailede yeme içme ve tanışma günü 
            oluyor. Bazen de çok yakın tanıdıklar akşama alı konarak,toplantı 
            yemekle de bitirilebiliyor. Bunu bir otelde veya lokantada yapan 
            zengin insanlarda bulunabiliyor. Bunların eleştirilecek bir tarafını 
            görmüyorum. Bizde biraz sıkça oluyor. Bizde de kadınlarımız çalışma 
            hayatına girince,kabul günlerimiz seyrekleşecek ve senede bir ikiye 
            inecektir. Kabul günlerinin ailelerce,karı koca olarak yapılmasının 
            sayısız faydaları olduğunu düşünürüm. Aile dostlukları,kadın 
            dostluklarının üstünde sayılmamalıdır.
 
          
          
             -             Her ülkede sayısız yerel bayramlar vardır. Bizde de 
            pek çoktur ve sürüp gitmektedir. Kiraz bayramının kime zararı var ? 
            Bu bayramlarda toplum oluşumunda hizmetler ifa ederler. Toplumlar 
            kolayına teşekkül etmemişlerdir, toplumlar oluştuktan sonradır 
            ki,insanlar rahata kavuşmuşlardır.
 
          
          
             -             Genel olarak milletlerin bayramları ya dini veya 
            milli bayramlardır. Milli Bayram Fransa'da yalnız Cumhuriyet 
            Bayramıdır ve 14 Temmuz da kutlanır. Cumhuriyet Fransa'da çok 
            numaralı olsa da,bayram tektir ve sözlüğün tam anlamında millidir. 
            Halk iştirak eder. Hatta bayramın resmi tarafı gölgede kalır denirse 
            hata yapılmış olunmaz. Orada  kral  taraftarları  hala  olmasına 
            rağmen,Cumhuriyet düşmanına rastlamak mümkün olmaz. Türkiye'de o 
            günü yaşadığı gün milletimiz için bir mutluluk olacaktır. Bu gün 
            ise,kısa zamanda geleceğini düşünmek ise bir hayal olarak 
            düşünülmelidir.
 
          
          
             -             Bizde resmi bayramlar çok. Devir değişmiş bir genç 
            devlet için bu normal karşılanabilir ama,23 Nisan,30 Ağustos ve 29 
            Ekim Cumhuriyet Bayramı dışındakileri tatilsiz geçirmek 
            gerekmektedir bir milletin hayatında,bayram tatillerinin 
            çokluğu,hizmet aksatıcı olmamalıdır.
 
          
          
             -             Dini bayramlarımız iki adet olduğunu herkes bilir. 
            Bayramlarımız tatilleştirilmek suretiyle millilikte kazanmışlardır. 
            Bunları değiştirmek ne gerekli ne de faydalıdır. Tatillerinden de 
            vaz geçilemez. Zaten vaz geçmeyi düşünende gözükmüyor.
 
          
          
             -             Dini bayramlarımızın ehemmiyetini kaybettiği sözleri 
            doğru değildir. İnsanlar yaşlandıkça,kendilerinin yaptığı 
            bayramların daha mükemmel bayramlar olduklarını sanıyorlar. Ramazan 
            ve Kurban bayramları şimdi nasıl kutlanıyorsa,benim bildiğim,75 yıl 
            öncede öyle kutlanıyorlardı. Hatta bugün eğlenme imkanları daha 
            fazla olduğundan,şimdiki bayramların eskilerden daha iyi 
            kutlandıklarını söylemek bile mümkün. Hatta,bazı insanlar uzak 
            yerlere seyahat yapma alışkanlıklarını edindiler. Bunları 
            bayramların lehine ve anlamında yazmak gerekir. Gittikleri yerlerde 
            yaptıkları bayramdır. Kurban Bayramını bile uzakta yapmak imkan 
            içidir. Kurban kesmek,sadece doğduğu evde gerekmez. Mademki dinin 
            bazı anlayışları yeniden yorumlanmak isteniyor;o zaman kurban 
            sorununu da yeniden yorumlamak gereklidir sanırım. Kurban 
            sorunu,hayvanları sürü ile kesme sorunu değildir. Acaba kurbanı 
            katletmeden de,bu dini Görevin ifa edilme şekli düşünülemez mi ? 
            Kurban parasını tahsis etmekle,dini görev yerine getirilmiş olmaz mı 
            ? Bunu tetkik etmek din adamlarımızın görevidir.
 
          
          
             -             Fransa'da kutlanan bayramlar dini olmayıp eğlence 
            için hazırlık olur. Bizim bazı hallerde bayramlarımızın esasında 
            dini olması çok içtimaidir bence yağmur duası bile bir bayram 
            sayılabilir. Gerekli ibadet ve duadan sonra,orada yapılan netice 
            olarak eğlenmek ve yenip içmektir.  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - SÖZDE SOYKIRIMI
 
          
          
             -             Sözde soy kırımı demek,büyük bir iftiraya,milletçe 
            karşı kalmak demektir. Bugün Milletimiz böyle iftiraların 
            karşısındadır. Ermeniler Türk soyu tarafından soy kırımına tabi 
            tutulmamıştır. Bir soyu kırıma tabi tutacaksın,Dünyanın elinde 
            tatmin edici bir delil bulunmayacak. Siyasi adamların bu kararına 
            bir gün tarih ve onu yazanlar gülecek.
 
          
          
             -             Biz Anadolu'ya,Ermeni Devletini yıkarak gelmedik. 
            Biz Bizans'ı yıktık. O zaman bu topraklarda yaşayan soylar,bilhassa 
            Ermeniler esir durumunda idiler. Bir bakıma biz onları esaretten 
            kurtardık da denilebilir. Bizim gerek Selçuklu,gerekse Osmanlı 
            dönemlerinde,hiçbir millete esir muamelesi yapılmamıştır. Herkes 
            inançları,kültürleri ve maddi varlıklarıyla insan olarak 
            yaşamışlardır. Hatta bu toplum içindi,zaman zaman,Türk soyu,bizzat 
            padişahları tarafından fetvalı kırımlara tabii tutulmuşlardır. 
            Ermeniler dahil her soy,saraya yakın akrabalıklar kurdukları halde 
            Abdülaziz'e kadar bir Türk kadını saraya gelin bile gitmemiştir. Bu 
            gün ise,şikayeti olmayan tek soyda yine Türk soyudur. Acayiplikler 
            içinde yaşamış oluyoruz.
 
          
          
             -             Tam bin yıl,Ermeni vatandaşlarımızla bir 
            arada,kardeşler olarak yaşadık. Din ayrılığı bile,bizi birbirimize 
            düşman yapmadı. Halbuki mezhep ayrılığı bile kendi soyumuz arasında 
            ne facialara sebep teşkil ettiğini bu devirde bile,zaman zaman 
            yaşamaktayız. Ermeniler ülkenin zenginleri ve sanatkarları idiler. 
            Milli Saraylarımızın hemen hepsi,Ermeni mimarlar tarafından 
            yapılmıştır. Karşılıklı bayram kutlamalarını bilmeyenlerimiz var 
            mıdır ? Bizim yaşantımızı en iyi hazmetmiş olanlar da Ermenilerdir. 
            Adlarımız ayrı olmasa,yaşantılarımıza bakarak Ermenileri Türklerden 
            ayırmak kolay değildir.
 
          
          
             -             Bu mutlu asırların sonunda,Abdülhamit'in padişahlığa 
            başladığı sırada,Ermeni soyu padişaha saldırgan olmuştur. 1009 veya 
            1904 de,padişahın arabasına bir Ermeni'nin bomba koyması 
            üzerine,Milli Şairimiz Tevfik Fikret,Ermeni bombacıya kasideler 
            yazmıştır. Şairin bu methiyeleri,Türk halkı tarafından yadırganmış 
            ta değildir. Hala halklar arasında düşmanlık yoktur.
 
          
          
             -             Daha sonraları Ermenilerin kurduğu silahlı 
            çeteler,Rusya ve bilhassa  Fransa'lar tarafından himaye edilerek 
            silahsız Türk halkını katletmişlerdir. Bizim Türk soyu hiçbir zaman 
            silahlanma merakına düşmemişlerdir. Buna göre soy kırımını yapan 
            Ermenilerdir.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -             Birinci Dünya Savaşında,Rusya ile savaşan 
            ordu,arkasında Ermeni çetelerinin tehlikesiyle karşı karşıya kalmış 
            ve Başkomutan Vekili tarafında bunların bölgeden 
            uzaklaştırılmaları,tehciri istenmiştir. Tehcir Dünyanın gözü önünde 
            ve Amerikan Kızılhaçının gözetiminde yapılmıştır.
 
          
          
             -             Tehcirden evvel Türk köylüleri de silahlanmışlar ve 
            karşılıklı köy basmaları ve adam öldürmeleri olmuştur. İnsan 
            tabiatı,bilerek ölüme başeğme eğiliminde değildir. Bin sene 
            kardeşlik ettiği kavmin katliamına dayanması mı gerekirdi ? Bunu bir 
            Tanrı buyruğu olarak kabul etmeli idi . bu olaylar biri önce,biri de 
            sonradan silahlanmış iki halkın mücadelesidir. Bu böyle 
            görülmelidir. Burada Devlet tarafından alınmış bir karar ve onun 
            vesikası yoktur. Bir vesika olmadan Osmanlı Devleti itham altında 
            bırakılmıştır. Bunun sebebi de İhtilaf Fırkasının İttihatçı 
            düşmanlığıdır. Bu ikili mücadele,halk mücadelesi,İtilaf    Fırkası 
            tarafından Avrupa ve Dünyaya soy kırımı olarak iletilmiştir. Parti 
            düşmanlığı bizde o kadar yeni değildir.
 
          
          
             -             Gerek mücadele esnasında,gerek tehcir 
            esnasında,bilhassa hastalıklardan ve bakımsızlıktan insan kaybı 
            olmuştur. Ermeniler tarafından kayıp,büyük ihtimalle 250-300 
            civarında olmalıdır. Ermenilerin bizzat yaptığı Türk katliamının 
            miktarı bu mevcudu kat be kat geçer. Her yerde hep Türk zararlı 
            çıkmıştır. Türk kendi memleketinde,kendi Ermeni vatandaşları 
            tarafından katliama uğramış ve sahip çıkanı da bulunmamıştır.
 
          
          
             -             Soy kırımı,silahsız halka karşı yapılan katliamdır. 
            En son Almanya'da,Amerika'nın her bölgesinde,Cezayir'de,Güney ve 
            Kuzey Afrika'da,Filipinlerde uygulanan soy kırımı ile bunun 
            benzerliği yoktur. Arşivler her ülkede Türkiye'de açılmalı vesikalar 
            aranmalıdır. Bir soy kırımı olayı vesikasız olur mu ? Aksi 
            halde,tarih bilincinden yoksun olan bu gün siyası insanların 
            aldıkları kararların hesabı bir gün sorulur.
 
          
          
             -              Bizim soy kırılmakla kolay kolay bitmez
 
          
          
             -            
             
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - KASTAMONU 
 
          
          
             - Cumhuriyet Halk Partisi'nin "Halkla 
            Birlikte Sorunlara Çözüm Üretme" Bölge Kurultayından biri daha 
            Kastamonu'da 20 Mayısta yapıldı. Bu gurubu Bartın, Bolu, Çankırı 
            Çorum, Karabük, Kastamonu, Sinop ve Zonguldak oluşturmuştu. Bu bölge 
            kurultayına CHP nin Sayın Genel Başkanı Altan ÖYMEN, Genel Sekreter 
            Sayın Tarhan ERDEM, proje sorumlusu Sayın Prof. Yakup KEPENEK ile 
            birlikte hayli parti meclisi üyesi ve üniversitelerin güzide ilim 
            adamları toplanmışlardı.
 
          
          
             - Toplantıda ilmi konuşmalar oldu. "ODUN"NUN 
            aday olup seçilmesi mümkün görülse, bu ayıbı sineye çekmek mümkün 
            olsa bile, Ülkenin ODUNLA değil ADAMLA yönetilebileceği hakikati 
            üzerine,herkesçe mutabık kalındı. Seçimlerde aday tespiti için pir 
            politika üretmenin gerekliliği vurgulandı.
 
          
          
             - Bizde " Çorum Raporu"nu takdim 
            ettik. Dinleyenlerin dikkatle izledikleri izlediklerini de tespit 
            ettik. Bizim rapor tek konu üzerinde toplanıyordu. Çorum 
            Üniversitesiz kalmış ve bunun sebebinde Çorumlu anlamamıştı. 
            Üniversite açılması için dikkat edilmesi gereken kriteryumların ne 
            olduğunu Çorum'da anlayan olmamıştı. Bize öyle geldi ki; toplantıya 
            katılan kimse,çok kıymetli ilim kafalarına sahip olmalarına 
            rağmen,üniversite açılış kriteryumları hakkında bir Devlet fikrinin 
            varlığına gani değillerdi. Bunların elbette bir üniversite 
            misyonları vardı ama; Devletimizin bunu benimsediği söylenemezdi. 
            Hemen hepsi ve bu arada Sayın Genel Başkanımız, konuşmalar 
            karşısında CHP nin bir üniversite politikası üretmesinin zorunlu 
            olduğunu da kabul ettiler. Bu kanaatin oluşmasında, raporumuzun 
            etkili olduğunu düşünüyoruz . Genel Başkanımız da, isim zikrederek 
            bunu belirttiler.
 
          
          
             - Bir yazıda bu kadarcık parti 
            propagandası yapılması da elbet gerekli olmuştur. Bu politikayı da 
            Çorum için yaptık. Daha başka şeyler söylemek istediklerimiz de var. 
            Biz Çorumlular çok öğünüyoruz. Bazen bu ölçüyü aşıyoruz. Türkiye'de 
            sanki tek il Çorum var. Hele bazıları " tek temiz il " gibi 
            benzetmelerine de fazlaca etmişiz. Bu öğün melerde bunların rolü 
            var. Az seyahat ettiğimiz için, bizden başka şehir yok sanıyoruz. 
            İçinizde Dr. Rıfat PATIR'I da iyi okumadığımız için,  onun 
            ikazlarını da unutuyoruz. Türkiye' de başka güzel ve temiz iller 
            var. İşte bunlardan biride, bizim bölge kurultayı yaptığımız 
            Kastamonu'dur.
 
          
          
             - Kastamonu tarihte isim bırakmıştır. 
            Büyük Atatürk Kastamonu'yu ziyaret etmiş ve "Şapka Devrimi"ni de 
            burada açıklamıştır. Demek ki; Kastamonu o zaman içinde, 
            memleketimizin güzel ve göze çarpan bir şehri idi. Kastamonu; güzel 
            bir plan içinde gelişmiştir. Bir Kastamonu mimari şekli var 
            denilebilir. Pencereleri,kapıları çeşitli etkinliklerin ifadesi 
            değil. Yüksek binalar yok. Binalar ve bunların teşkil ettikleri 
            mahallelerde tatlı bir uyum gösteriyor. Arazinin durumları çok iyi 
            kıymetlendirilmiş ve çok güzel imar şekilleri uygulanmış. Caddeleri 
            geniş ve genel olarak çift yol şeklinde imar yapılmış. Kastamonu'da 
            yeşil şehrin vasfını teşkil ediyor. Orman yer yer şehrin içine 
            sokulmuş ve şehrin içinde ormanın güzelliğini göre biliyor, 
            yaşayabiliyorsunuz . Yeşillik; yani ormanla şehrin birbirleriyle 
            kucaklaşması, Kastamonu için bir orijinalite. Bu ilin çok güzel 
            görünümler ortaya koyduğunu rahat tespit edebiliyorsunuz. Kastamonu 
            çok güzel bir Avrupa şehri terimi, Kastamonu için yakışık alıyor. Bu 
            şehri yapanların dışarıdan geldiklerini bir abesle iştigal olur.
 
          
          
             - Kastamonu'yu bu şehrin mimarları ve 
            mühendisleri imar etmişler.
 
          
          
             - Çorum'da hiçbir şey Kastamonu'nunki 
            ne benzemiyor. Binaların yüksekliği, ölçüsüzlüğü, pencere ve 
            kapıların Arap kokusu taşıması ve bilhassa yeşilliklerin şehri 
            kucaklamamış olması insanın içini karartıyor. Bir Çorum mimari tarzı 
            yoktur. Ev mimarisi Çorum'da Araplaşmıştır. Yeşilden uzaklaşılmış ve 
            bundan sonra da yakınlık aranacağı düşünülemez. Bu binaların hangi 
            asır da aynı hizaya gelecekleri düşünülemez. Mimar ve 
            mühendislerimizin Kastamonu'yu görmeleri ve tetkik etmeleri beni 
            mutlu eder. Fay dalı olur sanıyorum. Dünyada her ülkenin mimarisini 
            hemen tanımak mümkündür. Biz bun dan mahrumuz.  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - MİLLETLER HUY DEĞİŞTİRİR
 
          
          
             -             Bu “huy” sözcüğü hem tam Türkçe ve hem de anlamı 
            açık. Bu sözcüğü kimseye izaha da gerek yok. Her şey açık,seçik 
            olmasına rağmen yine de insanın aklına takılan bir şeyler 
            sezinleniyor. Konuşmalar içinde,pekte kibar sayılmayacak bir durum 
            ortaya çıkar gibi oluyor. Kibarlık taslamak için,anlamı açık ve 
            seçik olan bir sözcüğün kullanılmasını terk edecekte değiliz. 
            Biz,edebiyat gibi pekte kibar sayılacak bir meslek tahsili de yapmış 
            değiliz.
 
          
          
             -             Tam 80 senelik adetlerimiz var. Biz;tarihimiz içinde 
            bu derece uzun bir dönem içinde savaşsız kalmadık. Savaş bir çeşit 
            edinilmiş adetlerimiz arasında bulunuyor. Yadırgayanımız da yoktu. 
            80 yıl savaşsız kalınca,savaş dışı kalınca savaşsızda yaşanılabilir 
            olunacağını öğrendik. Hiçte kötü olmadığını da öğrendik. Savaşta 
            kırılmayınca nüfus artımını da gördük. Hayatın daha tatlı geçmesi 
            için savaş olmayınca ülkede daha iyi eserler ve yaşam vasıtaları 
            yapmayı ve kullanmayı da öğrendik. Hangi aile içinde büyük baba ile 
            torun çocuklarının bir arada yaşadığı görülmüştür. İste bunlar 
            Cumhuriyetin nimetleri,bu nimetleri bahşeden Cumhuriyeti de Atatürk 
            kurdu. Bu çeşit düşünce herkesi memnun eder denmez ama,ne yapalım 
            ki;olaylar böyle. Kitaplar ve bilhassa tarih kitapları böyle 
            yazacak.
 
          
          
             -             Muhtemel Irak savaşı bu satırların yayınlandığı 
            tarihte belki çıkmış olacak. Bu Irak savaşı ile ülkemizin bir 
            ilişkisi yok. Bu bir Amerikan savaşı. Sebebi ne olursa olsun,tarih 
            bu savaşı bir Amerikan savaşı olarak yazacak. Bu savaştan hiçbir 
            çıkar elde edemeyiz. Çıkar elde etsek bile bu çıkarlar meşru ve 
            ahlaki olmaz. Lekeleniriz. Devletler ve insanlar indindeki 
            itibarımızı kaybedebiliriz. tarih içinde,bu çıkarları yanımızda 
            bırakmazlar. Benim kısa ömrüm bile,pek çok örnekleri bana 
            gösterildi. Milletlerin tarihi,insanlarınki gibi kısa olmadığına 
            göre,pek çok kıymet ölçülerini göz önünde tutmak zorundayız.  
 
          
          
             - İnanılır kalmak kadar kıymetli bir şey var mıdır ?
 
          
          
             -             Bu savaşa girmemeliyiz. Bunları Saddam Hüseyin 
            sevgisi için yazmıyorum. Bu diktatörün kendi milletine de bir yararı 
            olmadı. Bunun bertarafı,daha iye bir Irak rejiminin 
            kurulması,oradaki 3.5 milyon soydaşımızın emniyetini temin illa da 
            savaşla olmaz. Bunları dünyaya anlatarak savaşsız da çareler bulmak 
            mümkün. Savaşta insanlar ölüyor. Bu ölenler de bir daha geri gelmez. 
            Yeni insanlar doğar ama,bunlar ölenlerin kendileri değildirler. Bu 
            şehit olanlar da,şehit olmadan ölenler de dünyaya yaşamak için 
            geldiler. Yaşamak hakkı,insan haklarının en önde geleni değil mi ? O 
            zaman,savaştan kaçınmak gerekir. Kaçınmaya ön ayak 
            olamıyorsanız,savaş çığırtkanlığından hiç olmazsa kaçınmalısınız. 
            Savaş günahların en büyüğüdür. Atatürk'te savaş taarruza uğramak 
            dışında meşru değildir demedi mi ?
 
          
          
             -             Bu savaş 80 yıllık alışkanlığımızı.dolayısıyla iyi 
            huylarımızı değiştirir. Huysuz oluruz. Huyu bozuk olabiliriz. Bazı 
            çılgın heveslilerin yetişmemesine vesile de hazırlamış oluruz. 
            Cumhuriyet bize,temiz huylu,temiz mayalı bir millet hediye etti. Bu 
            huyun ve bu temiz mayanın bozulmamasında sayılmayacak kadar büyük 
            faydalar var. Avrupalı bir yazara göre “Millet bin senede olurmuş” 
            daha olmadığımız anlaşılıyor. Hiç olmazsa yolundan çıkmış olmayalım.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           BİR MAKAMIN HASİYETİ
        
        
                       Bir makamın hasiyeti;Devletin hasiyetinden gelir. Bu 
          makam hasiyeti;Devletin hasiyeti gibi Kanunlarla korunur. Aslında 
          insanların hasiyet bilenleri,kendi Devletinin makamlarına ve 
          hasiyetlerine saygılı olacağından,Kanun müeyyidelerine bile ihtiyaç 
          olmaması gerekir. Bütün insanların böyle olmadığını,olamayacağını 
          bildiğimiz için,Kanunlar konmasını yadırgamıyoruz,her ülkede 
          yazdığımız anlamları benimsemişlerdir. Fikrimizin ehemmiyetini birkaç 
          örnekle takviye etmede fayda gördük.
        
        
                       Sadrazam Büyük Talat Paşa (küçüğü de var) 
          Nişantaşı’ndaki ve şimdiki İstanbul Valisinin oturduğu Sadrazam Konağı 
          değil,Sultanahmet'te bulunan kendi basit evinde oturmaktadır. Sebebi 
          sorulduğunda,büyük yere alışmak istemediğini ve Sadrazamlıktan sonra 
          bu muhteşem evden çıkmasının zor olacağını bildiği için oturmak 
          istemediğini söylemektedir. Evi basit seçmiştir ama,makamında Sadrazam 
          gibi gerekli merasimlere dikkatlidir.
        
        
                       Talat Paşanın bir sadaret kayığı vardır. Kayık 
          muhteşemdir de,paşa bu kayığa gerektikçe binmektedir. Çok defa gezinti 
          yapmakta olduğu sırada bazı gizli konuşmalar bu kayıkta cereyan 
          etmektedir.
        
        
                       Paşanın anası oğlunu çok sever. Paşada anasını çok 
          sever. Paşa eşini de çok sever ama,eşinin gösteriş için 
          yaptığı,yapacağı hiçbir olaya izin vermez. Paşa bu hususta hem ciddi 
          ve hem de sözüne sadıktır.
        
        
                       Paşanın hanımı;Üsküdar'da bir tanıdıklarının düğününe 
          gitmek ister. Kadınlığı tutar ve sadaret kayığına binmek ister. 
          Paşanın haberi olmadan buna imkan yoktur. Paşaya söylemeye 
          hanımefendinin cesareti yoktur. Paşanın annesine derin sevgi ve 
          saygısını kullanmak ister ve paşaya söylettirir.
        
        
                       - Oğlum! Şu kayığı ver de sadrazam anası olduğumu 
          bileyim. Üsküdar'a düğüne gideceğim. Der. Paşa anası için de aynı 
          paşadır.
        
        
                       - Ana! benim seni ne kadar çok sevdiğimi bilirsin. 
          Sana benimkinden daha görkemli bir kayık yaptırır emrine tahsis 
          ederim. Ancak bu kayık benim makamımdır. Onu Devletimiz bana tahsis 
          etmiştir. Bunu kimseye,sevgili anam sana bile veremem. Beni anlamanı 
          istiyorum. Der paşa.  
        
        
                       Paşanın anası bu isteği senin karın istedi diyemez. Ne 
          anası ne de karısı paşanın makam kayığına binmeden ölmüşlerdir. Paşa 
          hasiyetli bir adamdı. Paşa oturduğu koltuğun ve makamın hasiyetini de 
          .kendisininkinden daha fazla kullanmasını bilirdi ve bildirmiştir de.
        
        
                       Benimde başıma geldi. Ben hekimim. Hekimin ne makamı 
          olacak ki ? Hekimden aslında ne paşa olur ve de ne başhekim. Hekim 
          hastaya bakandır. Paşa kılıç kuşanandır;paşa savaş yapar;hekim paşanın 
          savaşta yaraladıklarının yarasını tedavi eder. Bunu bilmeme rağmen,bir 
          zamanlar benimde bir makamım;bir masam ve bir tahta koltuğum vardı. 
          Paşa,Sadrazam koltuğuna ve makamına ne kadar kıymet verirse,bende 
          tahta koltuk ve masama o kıymeti verirdim. Çünkü;bu basitte olsa beni 
          Devlet atamıştı.
        
        
                       Bir gün müfettiş geldi. İthamlar dolu şikayetler 
          vardı. En büyük ithamda okuduğum “Ulus Gazetesi” idi. Müfettişin 
          geldiğini Kaymakamımız bana bildirdi. Müfettiş odaya girince ayağa 
          kalktım. Müfettiş Sabri Basa;pek selamıma aldırışa almayarak,masanın 
          sol yanından gelip koltuğumun bir ucundan tuttu. Ben öbür ucundan 
          koltuğu çekip elinden aldım ve odacıyı çağırıp;müfettiş beye karşımdan 
          bir sandalye vermesini söyledim. İplerde bir anda koptu. Müfettiş tam 
          90 gün kaldı. Hakkımda şikayetçi hariç hiç kimse kötü bir şey 
          söylemedi.
        
        
                       Ama;partili olan şikayetçi yüzünden çok çektim ve çok 
          tehlikeli anlarda yaşadım. Şikayet edene düşman olduğumu sanmayınız. 
          Şimdi arkadaşımızdır. Kendisine niçin kızıp,küsmediğime kendisi bile 
          hayret ediyor. Bu sorunu nerede açsa benim söylemem lazım gelenleri 
          olayı dinleyenler kendisine,şimdi bile söylüyorlar.
        
        
                       Sonra amca oğlu olan Hasan Basa Valimiz oldu. Ben 
          ailenin bilhassa anasının hekimliğini yaptım. Sayın Valimizin 
          Cumhurbaşkanı tarafından hediye edilen Havana purolarından çok içtim. 
          Amcazadesiyle olan sorunumuzdan hiç haberi olmadı. Valimiz benden pek 
          memnun ayrılmıştı.
        
        
                       Bu kadar yazıyı boşluk doldurmak için yazmadım. Ben 
          Devlete saygılı bir insanım. Devleti tanıyan herkes,ona saygılı olmaya 
          mecburdur. Koltuğunda oturup masasında iş yaptığınız makamlar 
          vatandaşlarımıza ve bana,yukarıdan bakmamız için  verilmiştir. Makamı 
          Devlet vermiştir ama,onu kıymetlendirecek koltuklarda oturan 
          insanlardır. Bu insanın ilk görevi,tek görevi,mecbur olduğu görevi
          
          
        
        
           Önüne gelen işi vaktinde ve eksiksiz 
          yapılmasıdır. Bu makam geçimimizi ve ayrıcalığımızı temsil ediyor. Bu 
          makamlar kimseye şan,şeref,otorite temin etmek için değil,sadece iş 
          yapmak için verilmiştir. Dürüst ve adalet içinde çalışmakta makam 
          sahibinin görevidir. Anasına kayığını vermeyen Sadrazam ne duygular 
          içinde yaşamışsa her makam sahibi de aynı duygular ve aynı 
          sorumluluklar içinde çalışmaya ve hareket etmeye mecburdur. Makamın 
          hasiyetini de tıpkı Talat Paşa gibi korumak zorundadır.  
        
        
                       Makam;makamdır. Makamın büyüğü,küçüğü olmaz. Küçük 
          makam daha az hasiyetlide demek değildir. Küçüğün kıymetini 
          bilmeyen,büyük makam sahibi olamaz ve hem de yanlışlıkla olsa bile 
          onun kıymetini de bilemez.
        
        
                       Söylemek istediklerim,belki tam duyduklarımı ifade 
          etmedi. Olsun ! ileride Erdal İnönü'nün son cildi bitirince belki onun 
          üslubu içinde bu duygularımı daha iyi olarak bir daha ifade etmeye 
          çalışırım.
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          25  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           MENDERES MANTIĞI
        
        
                       Mantık daima akıldan çıkar veya;mantığa akılla 
          ulaşılır. Bunun dışında teşekkül edecek mantık silsilesi hem insanı 
          yanlış yola götürür ve hem de  nesillere mal olmuş kötü örnekler 
          arasına girer.
        
        
                       Menderes kızdığı zaman ağzından çıkanları kulakları 
          pek duymazdı. O mahcup görüntünün içinden,bu kızgınlıkların nasıl 
          ortaya çıktığında daima hayretle karşılanırdı. Mecliste yaptığı bir 
          konuşmada,kendisine sataşan CHP lilere “Erkekseniz,hırsızlık 
          yapmadığınızı ispat edin !” Demişti. Bu saçma tekerlemede o zamanın 
          aklı kısa Demokrat Partililerce dillere destan edildi. Her 
          münakaşada,aslan demokrat bir suçlamayı daima böyle bitirirdi 
          “Erkeksen yapmadığını ispat et !”
        
        
                       Normal insan mantığı içinde düşünülürse,insanların 
          hepsi aksi sabit oluncaya kadar hem namusludur ve hem de suçsuzdur. 
          Eğer birine bir suç yönetecekseniz,onu mahkemeye götürüp hakim önünde 
          kanıtlamak zorundasınız. Aksi halde,söyledikleriniz ve düşünceleriniz 
          bir iftira hududunu aşmaz. İftira ise suçtur. Karşı taraf sizi hakim 
          önüne çıkarır.
        
        
                       Menderes çok sevilen bir insandı. Söyledikleri de 
          kendisini sevenler tarafından doğru kabul edilirdi. Bu sakat mantık 
          silsilesi kendisinin ölümüyle bitmemiş ve uzun yıllar bu ispat etme 
          sorunu sürüp gitmiştir. Bugün Demokrat Partili olduğunu söyleyen pek 
          yok ama,o mantık yinede toplum içinde  yer etmiş görünüyor. Hatta bu 
          gün içinde bulunduğumuz Bazı mantıksızlıkların esnasında Menderes'in 
          mantık silsilesinin etkisi vardır.  
        
        
                       Bu mantıksızlık zinciri içinde Türban sorununa 
          getirmek istiyorum.
        
        
                       Sayın Doğramacı'nın empoze ettiği türban,inançla 
          ilgili değil. Türbanın sözlüklerde resimleri var. Sarık şeklinde 
          sarılıyor ve kadını daha güzel ve seksi göstermeye yarıyor. Sözlükte 
          Fransızcadır.
        
        
                       Bu türban sorunu;bizde mahkemeye götürüldü. Mahkemenin 
          ret kararı temyiz edildi. Temyiz,tasdik ettiği karar,başka bir mahkeme 
          tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü. Anayasa Mahkemesi de türbanı 
          inançsal bir simge kabul ederek reddetti. Daha sonra,Avrupa İnsan 
          Hakları Mahkemesine götürülen türban olayı,bu yabancı mahkeme 
          tarafından da,aynı gerekçeler serd edilerek red edildi. Bunun,bu 
          suretle Kanun yolunu tamamen kapanmış oldu. Yukarıda bahsi geçen 
          mantığın içine düşülmüş olur.
        
        
                       Türkiye'de olan bu istek ve ona bağlı olaylar,türban 
          sorunu Fransa'da da öne çıkarılmış ve hukuk yolunda Türkiye'de olanlar 
          olmuştur. Fransa'da da türban din simgesidir ve insan haklarından 
          sayılmaz.
        
        
                       Bunlarda daha isyan ederseniz,sizinle nasıl anlaşılır 
          ? Cumhuriyetin medeni görüntüleriyle sizin yaptıklarınız arasında ilgi 
          kurulabilir mi ? Devlete saygılı olmayan zihniyetten hayır gelir mi ?
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           26  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           BİRADERİMİN ÖNERİSİ
        
        
                       Sıkıntılarım var. Bu sıkıntılar benden kaynaklanmıyor. 
          Benim resmi yaşım 83'tür. Babamın evimizde bulunan Kuran-ı Kerim'in 
          arka sayfasına yazdığı kayda göre de 85 yaşındayım. Bu yaşta bir 
          insanın etrafını taciz ettiği söylene bilir mi ? Söyleyenler ve 
          düşünenler var ki;rahatsızlığımız devam ediyor. İş adalete intikal 
          ettiği için,olay üzerinde daha fazla durmak istemiyorum. Adaletin 
          verdiği,vereceği kararı saygı ile karşılayacağım. Bir medeni insan 
          bundan başka ne yapabilir ? Adalet önünde haklarımı aramaktan da hiç 
          çekince duymuyorum. Adalet önünde hakkını aramayan insan için iki 
          nokta akla gelebilir. Bunlardan birincisi,hakkını kendisini  bizzat 
          almak istemektir. Bu durumda adalet önünde hakkında vazgeçebilir. 
          Benim böyle bir karanlık düşüncem olamaz. İkincisi de;korkaklıktır ve 
          ilerisini,ileride başına gelecek belaları düşünerek sorunların 
          kapatılmasını ister. Ben adalet önünde hakkımı aramaktan korkacak 
          kadar cebin doğmuş değilim.
        
        
                       Çocuklarıma,torunlarıma ve yeğenlerime söylemekten hem 
          utanırım ve hem de doğru bulmadım. İki kardeşimi ayrı ayrı çağırıp 
          sormakla yetinmek istedim.  
        
        
           Küçük kardeşim: Mahkemeden başka ne yapacaksın ? Dedi. Bizde onu 
          yaptığımızı söylüyoruz.
        
        
           İkinci kardeşimin söyledikleri 
          düşündürücü idi. Onun için,kendimden hiçbir şey katmadan,siz 
          okuyucularıma aktarmak istiyorum. Belki bu öğüdün sizin işlerinize de 
          yaradığı,yaracağı bile olabilir. Benim yaşlı biraderimin bana 
          tavsiyesi şöyleydi:
        
        
           - Akıl vermemi istiyorsan,sana aynen 
          söylediklerimi yap. Önce diplomanı yak. Eğer yakmaya kıyamazsan,küçük 
          parçalara ayır ve sokağa at. İnsanların diplomanı çiğnemelerini 
          seyret. Sonra;bir müşteri bul evini sat. Evinin paralarını cebine koy 
          ve doğduğun köyüne gel. Biz köyde senin evinden daha güzelini altı ay 
          içinde sana yaparız. Bahçesini de güller ve süs ağaçlarıyla süsleriz. 
          Dedi. Benim yaşlı biraderim
        
        
           Benim sorunum da  burada yatıyor. 
          Ertesi gün olan bir olayı naklettikten sonra kardeşimin söylediklerini 
          cevaplamak istiyorum.
        
        
           Biraderle konuştuğumun ikinci günü 
          sabahı şehre inerken,Çorum Özel hastanesine bir EKG yaptırdım. Bir 
          Avrupa ülkesinin tatlı hemşiresini dahi gölgeleyecek durumda olan 
          sevimli kızımız dediklerimi yaptı. Tansiyonumu da istedim,aynı anlayış 
          ve incelikle onu da yaptı. İşte tam bu sırada,benim eski hastam olmuş 
          bir kadın elimi zorlayarak öptü. Kendisini tanıttı. Alaca'nın 
          Sarısüleyman köyünden olduğunu,had kadoit geçirmiş. Ben bu kadını 
          tedavi etmişim. Sonradan bıraktığı kalp sekeli için Ankara'da cerrahi 
          müdahalesine yardımcı olmuşum. Hastamız evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi 
          olmuş. Bir insanı bundan daha çok mutlu edecek bir olay düşünür 
          müsünüz ? Ben;bütün sıkıntılarımı bir anda aklımdan çıkarmış oldum.
        
        
           Babamız:
        
        
           İnsanlara yapılan hizmetle büyüklük 
          kazanılır. Derdi. Kardeşimin dediklerini yapmam zaten mümkün değil. 
          Kardeşim toplumu itham etme temayülü göstermek istiyor. Toplum;bana 
          bir saygısızlık yapmış değil. Yaptığım hizmetin bilindiğini de işaret 
          etmiş oluyorum. Bir şey içinde,yaşlı ama benden küçük olan kardeşime 
          teşekkür ediyorum. Bana kanun dışılıktan bahsetmesi de düşünülemezdi.
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          27  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           HERKESİN YETKİSİ VARDIR2
        
        
                       Amme işi gören her insanın,kendi makamının gereğine 
          göre,az veya çok derecede yetkisi vardır. Yetki,yetkidir. Bunun azı 
          veya çoğu ayrı mütalaa edilmez. Hepsinin menşei kanunlardır. Bu 
          yetkiyi Anayasa verir. İş ehemmiyetli ise,yetki fazla olacaktır. Daha 
          az ehemmiyetli işler için,yetki azalacaktır. Fakat yetkinin esası 
          değişmeyecektir.
        
        
                       Küba için muhasara kararı verildiği zaman,genç Başkan 
          Kennedy;kimsenin ateş etmemesini emretmişti. Bu emri verecek tek 
          insanında kendisi olabileceğini açıkça söylüyordu. Ne dendi isi,genç 
          Başkan ikna olmadı. Nihayet etrafındaki yardımcıları “Herkesin bir 
          yetkisinin olduğunu ve bu yetkiyi kullanmak için şartlar teşekkül 
          edince,makam sahibinin yetkisini kullanabileceğini ve bu ateş etme 
          yetkisinin de silah kullanan insanların olduğunu,silah kullanma 
          şartlarının teşekkül etmiş olacağından bu yetki sahibi insanların 
          kendilerinin karar vereceğini,verebileceğini” Başkana anlatıyorlar. 
          Başkanın ikna olduğunu,insanların inanıp inanmadığını tayin zor 
          ama;Küba Krizinde silah kullanmaya ihtiyaç kalmamıştır ve ateş etme 
          yetkisi de,Amerikan yetkililerince kullanılmamıştır.   
        
        
                       Amerika'dan verdiğimiz bu yetki örneği,başka 
          memleketlerinin mevzuatında da vardır. Bizim mevzuatımızda da aynen 
          bulunuyor. Yetkili Kanundan aldığı yetkileri kullanmak zorundadır. 
          Görevini yapmakta bir yetkidir. Görevini Kanunun emrettiği şekilde 
          yapmamakta bir suçtur. O görevin meşru düzen içinde yapılabilmesi 
          için,Meşru Kanun Yetkisinin kullanılması gerekiyor.
        
        
                       Makam sahiplerinin bu yetki ile gururlanmaları mümkün 
          ise de, o yetkiyi kulamla yetkisi olunmayacağından,kimsenin Kanun 
          Yetkisini kullanmadan kendisine bir büyüklük payı çıkartması mümkün 
          olmaz.  
        
        
                       Bir başka yönden düşünce üretebiliriz. Her yetkili bir 
          Kanun emri yapmış olduğuna göre,her yetkili bir cins adalet dağıtıyor 
          kabul edilebilir. Hatta her yetkili,bir cins hakimlik yapıyor da 
          denilebilir. O zaman;yetki kullanma sorunu daha da ehemmiyet kazanır. 
          Yoksa;bütün yetkiler bir tarafa bırakılarak,her şeyi hakimin üstüne 
          bırakmak,bir cins yetki savsaklaması yapmak demektir. Bu yetki 
          kullanılacaktır. Yetki kullanılmaktan bir şikayet ortaya çıkarılırsa o 
          zaman,hakim ve mahkeme yolu açılacaktır. Çocuğun sınıf geçmesi, 
          sokaktaki sarhoşun gürültü çıkarması gibi bütün sorunların halledilme 
          yolu mahkeme değildir. Herkes görevini yaptığı zaman,zaten mahkeme ve 
          hakimin görevi oldukça azalmış ve normal sınırlar içine çekilmiş 
          olacaktır.
        
        
                       Türkiye'de bu gün amme görevi yapanlar arasında,yetki 
          kullanmadan çekinme veya kasıtlı olarak yetkisini kullanma hali var. 
          Bu keyfiyetin eleştirilmesi pek çok cepheden olabilir ve kitaplarda 
          yazılabilir. Bizim bu derece derinlere dalmamıza gerek yok. Yetki 
          sahipleri,bu yetkilerini iyi bilmek zorundadırlar. İyi bildikleri 
          yetkilerini de,gerektiği an kullanmak zorundadırlar. Yetki yalnız 
          görev yapmanın bir elemanıdır.
        
        
                       Şimdi Türkiye bu yetki meselesinden dolayı yine kritik 
          bir an yaşar duruma geldi. Dostumuz ve müttefikimiz dediğimiz ABD 
          yönetimi,askerlerimize torba takma olayını ciddi şekilde konuşmak bile 
          istemedi.
        
        
           Bazılarımızın özür dileyeceği 
          hakkındaki tahminleri boşa çıktı. Askerlerimizin suçlu oldukları 
          imalarından bile Amerikan yönetimi çekinmedi. 11 kişilik bir subay 
          grubunun yapacağı ne gibi gizli faaliyetler olabilir ki ? Bunların ne 
          Türkmenleri silahlandırması ve nede savaş yapmaya bile lüzum 
          hissetmemiş Irak askerlerini kışkırtması düşünülebilir. Bahane 
          aranırsa her zaman buluna bilinir. Amerikan yönetimi bahanesini 
          buluyor ve inanılmasını da adeta emrediyor. Kabul etmek zorundasın. Ya 
          Amerikan tarafında olacaksın veya karşı kamptan sayılacaksın. 
          Tarafsızlık gibi bir düşüncenin sahibi olamazsın. İşte Amerikan 
          mantığı ve de isteği bu. Amerika ile yakın olmak istiyorsan bunları 
          kabul etmek zorundasın.
        
        
                       Amerikan yönetiminin takip ettiği yol meşru değildir. 
          Birleşmiş Milletler devre dışı bırakılmıştır. Nato işin dışındadır. 
          Amerika yönetimi,Irak işini kendisi tanzim etmek istiyor. Yeniden 
          oluşturma katkı istemiyor. Bunu yaparken de askerlerinin ölmesine razı 
          değil. Bu düzenlemeyi de ne zaman yapılabileceğini bilen yok. Düzenin 
          nasıl olacağını da bilen yok. Irak zenginliklerinin sonunu da 
          belirlilik gösterdiği yok. Amerika;kendi askerlerini ölümden koruyacak 
          başka asker gruplarına ihtiyaç duyuyor.
        
        
           Bizim yöneticilerimiz bu isteğe 
          teslimler. Önündeki engeller olmasa sevinçlerini bile ilan emekten 
          çekinmeyecek gibiler. Ancak burada isteseniz de,istemeseniz de 
          sorumluluk ve meşruiyet sorunu ortaya çıkıyor. Bunları küçümseyecek 
          insanların akıl içinde oldukları düşünülemez.          Bizim ordumuz 
          yalnız Vatan Müdafaası içindir ve Amerikan askerinin ölümden koruma 
          amacı değildir. Bunların hesaplarının sorulduğu,sorulacağı zamanlar 
          gelir.
        
        
                       Bir tümen değil bir ordu yollayarak Irak'taki Amerikan 
          askerlerinin topunu değiştirmiş olsak bile,Irak'ın yeniden 
          yapılandırılmasında Amerika Türkiye'yi söz sahibi yapmaz. Amerikan 
          yöneticileri uçsuz bucaksız bir sorumsuzluk denizi içinde yüzüyorlar. 
          Başları dönmüştür bunların. Bunların akıllarını başlarına ancak iyi 
          bir ders almaları gerekebilir. O zaman yönetimde zaten yerleri 
          kalmayacaktır. Bu gün yaptıkları suçtur. Bunlara yardım etmiş olanlar 
          ve etmiş olabilenler de suç işlemiş olacaklardır.
        
        
                       Birleşmiş Milletler veya Nato bu işe el koymadan 
          işlenmiş suça iştirak edeceklerini iyi düşünmeleri gerekiyor. Yeniden 
          yapılmayı Birleşmiş Milletler kabul ederse,herkes gibi bizde üzerimize 
          düşecek her katkıyı yaparız. Buna itiraz edeniniz olmaz. Amerika daha 
          yapacağı kanunsuz hareketlerden döndürülmüş olur. Dünya meşruiyet 
          çemberi içinde yeniden düşünülür ve bizde bu yolda katkılarımızı 
          yaparak iş rahatlığına kavuşuruz. Hükümetimiz ve Meclisimiz bilmelidir 
          ki;çıkarımız olsa bile,olmuş olsa bile,meşru olmayan bir zeminde karar 
          vermek ve işleme geçmenin hesabı bir gün sorulur. Hangi kuvvet sonsuz 
          kalmıştır bu alemde. Amerika’nın ki sonsuz olsun.
        
        
                      
           
        
        
                      
           
        
        
            
        
        
            
        
        
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           28  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           TRAFİK BİR BELA MIDIR ?
        
        
                       Trafik sadece Türkiye için değil,bütün memleketler 
          için de bela olmazsa bile sorundur. Bu sorunu hiçbir ülkede 
          istenilmeyecek derecede düzenlenmiş değildir. Bir sürü yetişmiş 
          mütehassıs,trafik sorunu ile uğraşıp durmaktadır.
        
        
                       1955'lere kadar Belçika'da sürücü belgesi zorunluluğu 
          yoktu. Belçikalılara göre,kendi vatandaşları eğitimli insanlardı. Bu 
          eğitimli Belçikalılar,hem kendi hayatlarını,hem de otomobillerini 
          düşünmüş olacaklarından dikkatli davranmak zorunda idiler. Bunları 
          birde sürücü belgesi ile taciz etmenin anlamı yoktu. Yoktur 
          dediler,diyorlar ama ülkelerindeki otomobil sayısı düşündükleri 
          rakamın çok üzerlerine tırmanınca,sürücü belgelerini onlarda zorunlu 
          yaptılar. Hatta motosikletlere bile yaygınlaştırdılar.
        
        
                       Bizde motorlu vasıtaları çoğalmıştır. Bu çoğalış 
          Avrupa ülkeleri derecesinde değildir ve daha çok senelerde o 
          seviyelere erişmek mümkün değildir. Buna rağmen,trafik kanunu ve 
          cezaların ağırlaştırılmasıyla bunun sonuna gelinmez. Cezaların 
          caydırıcılık ettikleri de sınırlıdır.
        
        
                       Önceki akşamların birinde TV ekranlarında İç İşleri 
          Meclisi Komisyonu Başkanı ile eski bir Milletvekilinin konuşmalarını 
          izledik. Konuşmalar tek sözcükle korkunç idi. Hele biri;trafik 
          kaidelerini kontrolle yükümlü polislerinde trafik kaidelerini 
          bilmediğini iddia etti. Bazı şeyler söyledi ki;onları bende 
          bilmiyorum. Mübalağa olmuş olsa bile kontrol yetersizliği var intibaı 
          uyandırıyor. Sadece bunlardan yüksek miktarda trafik kazası olduğunu 
          da kabul etmek,işi basite irca etmek anlamı taşır.
        
        
                       Bizi hanımla yaptığımız otomobille Norveç 
          seyahatinde,yolda okula giden pek çok okul öğrencisine rastladık. 
          Dikkat ettik,bunlar sıkışınca,yolun kenarındaki beyaz çizginin üzerine 
          basıp dimdik Duruyorlar. Bu çizgide yaya zarar görürse ömür boyu 
          belinizi doğrultamıyorsunuz. Demek ki okul çocukları okulda trafiği 
          ders olarak görüyorlar. Bunun bizde olmamasının mazereti olamaz. Bizim 
          çocuklara da  ders olarak trafik öğretmeliler ve bunu öğrenmiş olan 
          trafik öğretmenlerinden öğrenmelidirler. Trafik polis ve 
          amirleri,trafik bilseler bile öğretmenlik yapamazlar.
        
        
                       Trafik kazalarında yolların ve otomobillerin eksik 
          kontrollerinde amil olduğu yazılıyorsa da,en çok sürücü hatalarına 
          şahit olunuyor. Ben şahsen üç adet ağır trafik kazası geçirdim. Bunun 
          üçünde de ben alkol almıştım. Alkol alınca araba ile sürücü uçuyor 
          gibi bir şeyler oluyor. İşte Avrupa'nın yetişmiş insanları,alkol almış 
          olarak direksiyona geçmiyorlar. Bizim orada yaşayan adamlarımızda bu 
          ihtiyatı edinmişler. Stockholm'de  lokantasında yemek yediğimiz bir 
          Türk'e bir kadeh rakı ikram edemedik “Direksiyonda olacağım” demiş 
          idi.  
        
        
                       Bizde de alkol almanın bir cins cesaret verdiği inancı 
          var. Galiba bütün sorunlar burada yatıyor. Bunlar için ceza ne işe 
          yarar ? İnsanlara bu ihtiyatı verecekse,onu bulup sürücülere mal etmek 
          gerekiyor. Öbür tedbirlere de dikkat etmek gerekecektir elbette. Alkol 
          başta olmak üzere…  
        
        
            
        
        
            
        
            
        
            
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          29  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           BİLGİ VE PARA GEREKLİ  
          
        
        
                       Bir memleketin imarı için,önce bilgi ve ikinci olarak 
          da  para gereklidir. Bilgisiz para işe yarasa,bütün İslam ülkelerinin 
          kalkınmış olmaları gerekirdi. Bunların hemen ekserisinde petrol 
          mevcut. Petrol para demektir. Bunların en zengini de Arabistan 
          olmalıdır. Arabistan'da hem petrol,hem de mevcudu bile hesap 
          edilmekten imkansız kalan hac gelirleridir. En geri kalan ülke bu 
          ülkedir. Demek ki; para bulup da bir şeyler yapmak için o şeyi 
          düşünecek kullanacak ve de devam ettirecek bilgiye ihtiyaç vardır. 
          Bilgi olmadan fikir olmaz,buluşu bir Türk Gazetecisi Uğur Mumcu'nun 
          değil midir?
        
        
                       Türkiye'de para yok. Türkiye borçlandırılmıştır. 
          Türkiye borçla yürütülmektedir. Türkiye'de toplanan vergilerin topu 
          borcun faizini karşılamaktan uzaktır. Türkiye'nin bu durumu göz önüne 
          getirilmeden hiçbir karar alınamaz. Her düşünen Türk için ilk 
          yapılacak işin bu borçtan ülkeyi kurtarmak olmalıdır. Bu mümkündür. Bu 
          önceleri yapılmıştır. Bunların yapıldığı devirlerde,Türkiye'nin 
          imkanları bu günküler kadar da değildir. O zaman 70 milyon insanı bu 
          hasiyet kırıcı durumlardan,bu borçtan kurtulmak gerekiyor. Bu 
          borçluluk devam ettiği müddetçe hiçbir tedbir ülkeyi ve milleti 
          bataklıktan kurtaramaz. Bataklığa saplanmak, gelişme yolu değildir.
        
        
                       Türkiye,Arap Müslüman memleketlerinde olduğu gibi,adam 
          eksikliğinden sıkıntıda değildir. Her sahada yetişmiş müspet insanlar 
          vardır. Bunlar ya imkan bulup kendilerini gösterecek durumda değiller. 
          Yahut partizanlık bunların kıymetlerinden ülke faydalanmasını önlüyor. 
          Buna parti tasallutu demiştik önceleri. Gelen gideni arattı. Ülke bu 
          parti tasallutundan kendisini kurtaramadı.
        
        
                       Yeni olarak Meclise getirilen Mahalli İdareler Kanunu 
          iyi etüt edilmiş değildir. Bunlar üzerinde dikkatle durulacak 
          sorunlar. Yetki paylaşımı iyi yapılmamıştır  
        
        
           memlekette. Önceleri Devlet Teşkilatında her Bakanlık,kendi 
          teşkilatının mahalli otoritenin emrinden çıkarma gayreti içine 
          girmiştir. Bunun için hiç sebep yokken,Genel Valilikler gibi veya 
          Genel Müfettişlikler gibi Valilerin otoritesinden kaçırılmak 
          istenmiştir. Validen uzaklaşma Devleti sadece zayıflatır. Öyle 
          olmuştur. Şimdi bunları toptan kaldırıyor,yerlerine neler 
          getirecekleri belirsiz. Mahalli İdareler takviye edilecekse mahalli 
          şehir meclisleri icat edecek veya mevcutlarının yetkilerini 
          arttırılacaktır. Para bulmakta mahalli hareket serbestliğini de 
          getirecek yekti düzenlemeleri faydalı olabilir. Mahalli İdareler ve 
          otoriteler kimin ne kadar vergi vermesi gerektiğini daha iyi 
          bilebilirler. Ancak;siyasi yetki takviyeleri,Amerikan usulüne 
          uygulanarak yapılırsa tehlikeler düşünülmelidir. Amerika'da da 
          eyaletlerin veya federe Devletlerin mahalli zararsız birliğe zarar 
          vermeyecek Kanunlar çıkarmaktan başka yetkileri yoktur. Almanlarda ki 
          federe durumu bu kadar değildir. Fransa'da ise federe sözcüğünü 
          diksiyonerden çıkarmayı isteyecek kadar aleyhtedir.
        
        
                       Bizim sorunlarımız var. 35 bin insan terör kurbanı 
          oldu. Bu ülkede federasyon ve ona yol açabilecek yolları denemez. 
          Türkiye'de her söylenen ve iddia edilenin sahibini dürüst  kabul etmek 
          bile mümkün değildir.
        
        
             
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          30  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - FRANSA'DA RÖNESANS (Renaissance)
 
          
          
             -             Fransa'da Rönesans'la Çorum'un insanlarımızın ne 
            ilgisi olur ? öyle düşünenlerimiz haklı olamazlar. Bu gün içine 
            girmek için gereksiz hokkabazlıklara bile katlandığımız Avrupa 
            Birliği bu yazdığımız Rönesans yoluyla bu duruma gelmiştir. 
            Rönesans'tan önce,özlemle beklediğimiz Avrupa,özlenecek cinsten 
            değildi. Oralara taşınıp,oraların vatandaşı olacak,onların hayatı 
            paylaşabilecek kimseler de yoktu. Bu gün fikirler ve şartlar 
            değişmiş olduğuna ve Avrupa'nın  bizi celp eder durumda bulunduğuna 
            göre,Avrupa'yı Avrupa yapan Rönesans hakkında,insanlar Çorumlu da 
            olsa,bilgi edinmiş olmaları yadırganmış olamaz. Bunların ışığı 
            altında,bir deneme yapmaya kalkmış bulunuruz. Sayın ve çok muhterem 
            bulunan dostlarım.
 
          
          
             -             İki revolüsyon Orta Çağ'ın sonunu işaretliyor. 
            Rönesans'la birlikte entelektüel ve estetik revolüsyon reformla 
            birlikte Moral ve Dinsel revolüsyon;her ikisi de ayırt edilmeksizin 
            birbirlerine bağlıdırlar. Coğrafya durumu dolayısıyla Lyon şehri 
            büyük hareketin merkezine yerleşmiş bulunuyor ve kendisi bir 
            fermantasyon ve propoganda merkezine çevriliyor. Buradan,krallığın 
            güney sınırında bir hudut şehri olarak,İtalya'ya açılan yollar 
            kontrol edilebiliyor. Liyon;birinci derecede ticari şehir olarak 
            yabancı şehirleriyle ticareti anlaşmalar burada imzalanıyor. Kısa 
            zamanda büyük Pazar ve Avrupa'nın sanayi merkezi durumuna 
            çevriliyor. Tipografik sanat merkezi olarak yeni fikirler 
            geliştiriyor;çabuk yayılan matbaacılıkta,gelişmelere büyük katkılar 
            yapılıyor. Cenevre ile komşuluğundan dolayı,Protestanlığın 
            gelişmesinde aracılık görevi görülüyor. Bütün bu şartlar 
            içinde,espri pozisyonu aynı zamanda kritik ve liberal olarak onu 
            karakterize eder;öyle ki bu durumda Lyon rasyonalizminden bile 
            bahsedilebilir. Bunların en ileri temsilcisi Etienne Dolet'tir.
 
          
          
             -             İşte İtalya Savaşlarıyla karşılıklı etkileşimden 
            dolayı Fransız Rönesans'ı başlar.     Ortaçağın kullandığı 
            disiplinden kurtulma arzusu,Avrupa'nın yenilenme hareketine bağlı 
            olarak,İtalyan Savaşıyla karşılıklı etkileşime girilince,Fransa 
            bundan bir netice çıkarma durumuna girmiştir. Bu hareket içinde 
            birinci gözlenen izlenim Hümanizm'dir olay Yunan-Latin antikitesi 
            etrafında cereyan edecektir. Platon,Aristo,Sokrat,Virgile'ler le 
            fikir başlar. Yeni entelligenzia Çiçeron'un örnek aldığı Simite bir 
            Latin'le izana girer. Hollandalı Erazm inceltilmiş espriye bir anlam 
            (ton) verir. Kendiside zaten eski Teolojik Skolastik düşmanıdır. 
            İtkisi çok büyük olmuştur. Yalnız bu etki,edebiyata inhisar etmiş 
            olarak popülariteden uzak kalmıştır. Onun karşısına ayacı,müsamahacı 
            (Tolerans) olan kilisede Sektarizm, darlık, skeriliteye dayanan 
            dinci olarak tanınan Rablai dikilmiştir. Ölü dil olan Latince'yi 
            tarayarak sağlam, renkli, argotik ve folklorik yenilikle 
            dolu,altında ilim ve geniş tarihi bilgi ile beslenen,herkesin 
            anlayabileceği bir dil ortaya çıkarılmıştır. Rablai'nin etkisi tipik 
            olarak Fransız'dır. Eserlerinde Lyon'da neşir hayatına girmiştir. Bu 
            eserler halen bile şehir için bir gurur vasıtası sayılır. Erasme ve 
            Rablais,Luter ve Calvin sanılıyor ki;devrin en ileri düşünen 
            kafalarıdır. Böyle birer beyine bunlar sahiptirler. İşte;benim de 
            ihtisasım için seçtiğim Lyon şehri bu ileri fikirlerin 
            düşünüldüğü,yazıldığı ve yayınlanıp yayıldığı bir merkezdir. Bu 
            fikirler üzerine özel olarak durmak istememde,biraz bunlardan ileri 
            gelmektedir. Eğer,bu boş şeylerle uğraşan Çorumlu olur mu ? Diye  
            etmeye kalkanınız olursa,ben onlara da katlanırım. Yaşım ilerledikçe 
            katlanma vasıflarımda gelişme göstermiştir.
 
          
          
             -             Hakikaten,Rönesans yeni fikir cereyanlarının 
            fışkırdığı ve her planda tatbik sahası bulduğu bir devreye tekabül 
            eder. Entelektüel,dinsel,politik,ekonomik ve sosyal. Bunların 
            hareket noktası,güneş sistemiyle Copernıc'tir. Copernıc Güneş 
            sistemini izah etmiş ve seyyarelerin (Gezegenler) münasebet ve 
            hareketlerini incelemiştir. Büyük gemiciler dünyanın her tarafında 
            yeni keşifler yapmış ve neşretmişlerdir. O güne kadar yaşananlarda 
            espri olarak ortaya konmuşturlar. Entelektüel alanda bunlar 
            olurken,Lyon'da maddi olarak büyük değişiklikler görülmüştür. Altın 
            ve servet akımı,büyük bankerlerin ortaya çıkışı (Almanya'da Fugger,Floransa'da 
            Medicis ve karşıtları,Chigiler,Stozzi'ler Vb. Birçok 
            spekülasyonlarda yapılarak korkunç servet birikimlerinin meydana 
            gelmiş olduğu görülmüştür.
 
          
          
             -             Bu fikriyata paralel olarak İtalya ve Fransa'da 
            büyük politik değişiklikler ve devletler arasında yeni anlaşma ve 
            birleşmeler ortaya çıkmıştır.
 
          
          
             -             İtalya'da birbirleriyle rekabet ve kıskançlık içinde 
            olan beş devlet vardı. Fransa'nın Napoli üzerinde hakları da 
            bulunuyordu. Papa'da zaman zaman Fransa ile münasebetler kurulmaktan 
            geri kalmıyordu. Bütün bunları bir yazı çerçevesinde eleştirmek zor. 
            İşaret etmekle yetiniyoruz. Yalnız;şunu iyi belirtmek gerekiyor 
            ki;bütün bu yabancı zengin akışı ve süslü üniformalar içinde askeri 
            birliklerin Lyon'da bulunuşu ve aileler içinde misafir edilişi,Liyon 
            kızları için espriler ortaya koymanın vesilesi olmuştur. İtalya 
            Savaşlarında Roma ve Napoli işgal edilince,bütün ordu Napoli 
            hastalığı denilen Frengi hastalığına yakalanmıştır. Ayrıca Papa'nın 
            sevgilisi de esir edildiğinden,sevgilisi içi Papa büyük sayılır bir 
            fidye ödemiştir. İşte buda bir atmışlık aşkın macerası olarak tarihe 
            geçmiştir
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          31  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           KARARIMI VERDİM DEDİ
        
        
                       KKT Cumhur Başkanı Sayın Denktaş;nihayet ağzındaki 
          baklayı çıkardı. Dörtlü müzakere safhasına başlamadan önce,kararımı 
          verdim dedi. Bu safha müzakerelere başlayıp başlayamayacağını,vakti 
          gelince yani,çok yakında açıklayacak. Herkesin bir hakkı olduğuna göre 
          Denktaş'da kendine göre karar sahibidir. Zorla müzakerelere devam 
          ettirilmez  bir insan. Kırk senedir işin başında olan ve olayların 
          bütün safhalarını bilen bir insana böyle karar verdiren sebepler 
          olmalıdır. Bu sebepler vardır ve sayın Denktaş bize göre haklıdır.
        
        
                       Kıbrıs'ın önerileri de var. Menderes ve İsmet Paşa 
          zamanlarında da müzakereler olmuş ve anlaşmalar imza edilmiştir. 
          Bunların mahiyeti alışılmış usuller içendedir. Yadırganacak bir durum 
          da bulunamaz. Bu son Kıbrıs müzakere usulleri ise Dünya Siyasi 
          Tarihinde hiç görülmüş değildir. İki Kıbrıs adamları müzakere 
          edecekler. Anlaşamazlar ise garantör devletlerden Yunanistan ve 
          Türkiye devletleri müzakerelere iştirak edecekler. Yine 
          anlaşamazlarsa,boş kalan anlaşılmazlarsa boş kalan anlaşılamayan 
          noktaları Kofi Anan dolduracaktır. Bir müzakerenin mukadderatı bu 
          şekilde indirgenmiştir. Mantık işi olmayan bir tarz Dünya Siyasi 
          Tarihinde bulunamaz. Kofi Anan bir genel sekreterdir. Bu zat,şimdiye 
          kadar Dünyanın ikincikli sorunlarından hiç birinin çözümünde 
          görevlendirilmiştir. Zaten;görevi müddetince hiçbir Dünya sorununu 
          sonuca bağlamış değildir. Bu sorun çok küçük sayılıyor ki,halledilmesi 
          bir genel sekretere bırakılmış olunuyor.
        
        
                       Kıbrıs Rumlarının anlaşmamakta faydaları var. Kıbrıs 
          Rumları zaten anlaşmak istemedikleri için olayların çıkarılmasını 
          istemişler. Bizim asker oraya,anlaşmalardan alınan haklar 
          gereği,Kıbrıs Türkünü kurtarmak için gitmiştir. Şimdi Kıbrıs Rum'undan 
          anlaşma bekleye bilir misiniz?  
        
        
           Sizin ağzına bir bal çalınmıştır. 
          Kıbrıs Türkiye'nin önünde bir engel olarak tasvir edilmiştir. 
          Anlaşmalarda ve meşhur siyasi kriterler de olmasına rağmen,Avrupa 
          içine alınmamız için Kıbrıs sorununu önümüze getirmişlerdir. 
          İşledikleri hukuk suçunu kapatmak için de Kıbrıs kriterlerinden değil 
          ama, halledilirse Türkiye'nin girişine yardımcı olur deniyor. Bunları 
          insan kafasıyla düşünülüp de insanca bir karara varmak mümkün değil. 
          Bizi oynatıyorlar. Herkes bizi oynatıyor. Bu oynatanlar arasına Sayın 
          Denktaş'ta konmak isteniyor. O'da bu oyuna gelmek,emeklerini heba 
          etmek ve tarih önünde gülünç olmak istemiyor. Bizde zaten eski 
          yazılarımızda ya çekileceğini veya yeter artık diyeceği kanaatimizi 
          belirtmiştik. Ben olsam ikinci şıkı yeter artık demeyi tercih ederim. 
          Sayın Denktaş birinciyi tercih etmiş gözüküyor. Çözümsüzlük çözüm 
          değildir sözleriyle bir Devlet Başkanı dışlanamaz, irdelenmez, emir ve 
          disiplin altına alınmaz. Tarihi sorumluluğu kendisine unutturulamaz. 
          Tarih ileride Denktaş'ı suçlu bulmayacaktır.
        
        
                       Bu anlaşma sonuçlanacaktır. Bütün Osmanlı toprakları 
          üzerinde yaşayıp kalmış olan Türklerin akıbeti ne olduysa,Kıbrıs 
          Türklerinin akıbeti  de o olacaktır. Kıbrıs Avrupa toprağı olunca 
          artık Türkiye etkisini kaybedecektir.
        
        
                       Yeni bir çıkartma olayı düşünülmez. Kıbrıslı 
          Türkler;ya temin edilen avantajlar için veya korkularından dolayı 
          Kıbrıs'ı terk edeceklerdir. Kıbrıs'a Avrupa ordusu da yerleşince bütün 
          Avrupa'yı karşınıza mı alacaksınız ? Gereği düşünün diyen 
          Başbakanımız,kendisi Kıbrıs'ın geleceğini düşünenlerden değildir. 
          Balkanlardaki Arap memleketlerindeki kalan Türkleri düşünüp 
          ilgilenemediğimiz gibi Kıbrıs kısa zaman içinde Türklerden 
          temizlenecek ve fiilen Enozis  tahakkuk edecektir. Makarios yüz sene 
          için Kıbrıs'ta yapılacak  bir şeyimiz kalmamıştır demişti. Kendi 
          fikrinde yanılmış olduğunu da Makarios'un ruhu sayemizde 
          öğretmiş,hissetmiş olacak.
        
        
                       Buna Devlet politikası denilemez. Otuz senede bir 
          sorun hal yoluna girmedi ise altmış sene sonra bir çare buluna bilinir 
          mi ? Acele hareketlerimizle  işi toptan halledip,ülkeyi;kendi ülkemizi 
          tehlikeye atmış bulunuyoruz. Kıbrıs'ı bir avantaj olarak da bizi 
          kullandırtmazlar. Avrupalı politikacıları bizimkilerden daha usta ve 
          daha sebatkardırlar. O zaman içte durumunuz ne olacaktır ? Bu millet 
          sizi ne zaman kadar sizin her yaptığınızı tasvip eder durumda 
          kalacaklardır?
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           32  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           AĞIZDAN BAKLALAR ÇIKIYOR
        
        
                       Avrupalı insanların bize pıta tıp benzediği 
          söylenemez. Fiziki yönünden değil,yaradılış tek türlü olduğuna 
          göre,ilim diliyle söylersek gelişim tek yönlü olduğuna göre insan 
          şeklinin ana hatlarında değişiklik olmaz. Biz düşünce tarzını söylemek 
          istiyoruz. Buda küçümsenmeyecek kadar farklılıklar göstermektedir.
        
        
                       Tam elli sene önce Fransız Cumhurbaşkanı olan Sayın 
          Valeri Giscard D'estaigene;şimdi yaşının çok ilerlemiş olmasına 
          rağmen,Avrupa Birliğinin Anayasasını hazırlıyor. Kabul edilmiş değil 
          ama,edilmeyecek de denilemez. İşte bu  insan namusluca konuşmuş:”Biz 
          Türkleri içimize almayacağımıza göre,niçin bunları umutlandırıyoruz ? 
          Niçin Türkler karşısında namuslu konuşmuyoruz ?” Diyebilmiştir. Biz bu 
          sözler söylendiğinde,Sayın eski Cumhurbaşkanını iyi anlamamıştık. 
          Şimdi anlıyoruz. Dedikleri de yavaş yavaş,ağızdan bakla çıkarır gibi 
          ortaya konulmaya başladı.
        
        
                       Almanya'nın Hıristiyan Muhafazakar Birlik Partisinin 
          Genel Başkanı olan kadın;bizim Başbakanımız Sayın Recep Tayip 
          Erdoğan'la konuştu. Konuşmanın sonunda müşterek basın toplantısı 
          yaptılar. Sayın Başbakan günah işlememek için inancı gereği kadının 
          yüzüne tam bakamadı. Almanyalı Sayın Genel Başkanın mimiklerini ve 
          gözlerindeki ifadesini iyi kıymetlendirdi denemez. Ancak kulaklarında 
          arızası olmadığına göre,kadının söylediklerini iyi tespit ettiğini 
          sanıyoruz. Alman;gizli kapaklı değil açıkça ”Türkiye'nin Avrupa içine 
          alınmasının şimdilik mümkün olmadığını,Avrupa kapısında özel bir 
          durumda imtiyazlı olarak bulundurularak;Avrupa'dan uzaklaşmanın 
          önlenebileceğini “ Söyledi.Bu durum,ağızdan bakla çıkartmaktan daha 
          ileri bir durum sayılmaz mı ?Sayın Başbakan: “Bizim anlayışımız 
          içinde,imtiyazlı ortak  diye bir anlayışın olmadığını “tekrar etti 
          durdu. Heyecanlanmış olacak ki,başka başka bir söz de bulamadı. 
          Konuşma Türk televizyonunda oluyor ve iyi Almanca bilen biri 
          tarafından tercüme edilmiş bulunuyordu. Saklanacak bir tarafta 
          kalmadı. Kadın resmen,bizim en baş yetkilimize düşüncelerini 
          bildiriyordu.
        
        
                       Kadının konuşması şahsi değil,Avrupalının her 
          ülkesinde bu parti var. Galiba Sosyal Demokratlar yorulmuş 
          olduklarından,iktidarlarında bu insanların ve partililerin eline 
          geçeceğini düşünüyor. Böyle bir durum karşısında işin ehemmiyetini 
          kavramak zorlaşır mı ?
        
        
                       Alman Sosyal Demokratları da,başkaları da,daha yakın 
          zamana kadar Türkiye'nin entegrasyonu için ayak sürükler durumda 
          derler. Bizim anlayışımızda imtiyazlı ortaklık yok ama “Kıbrıs 
          Sorunu,Ermeni Sözde Soykırımı Kanunu,Ege Sorunu,Fır Hattı,Kıta 
          Sahanlığı,Kürt Sorunu” yoktu. Avrupalı istediği zaman sizin zaafınızı 
          kullanma sanatına sahip bulunuyor. Mademki talip olan sizsiniz. Bütün 
          bunlara katlanmak veya kabullenmek zorunda olduğunuzu da  unutmamak 
          gerekecektir.
        
        
                       İktidarımız;Avrupa Birliğine çok hevesli gözüküyor. 
          Aslında bizde istekli bulunuyoruz. Ta Cumhuriyetin Kuruluş yıllarında 
          bile,daha Avrupa Birliği  akıllarda,fikirlerdi yokken bizi 
          istikametimizi doğrudan koparmış ve batıya bağlanmamış 
          olduğundan,olaylar önünde büyük heyecanlara kapılır halimiz oluyor. 
          Niyetimiz,isteklerimizde Avrupa içinde olmaktır. Bunu istiyorsunuz da 
          tıpkı Avrupa'nın öbür devletleri gibi,kendimiz kendimizle 
          kalarak,onurumuz,adetlerimiz, dinimiz ve din ve vicdan 
          hürriyetlerimizle birlikte hasiyetimizle bu yere girmek ve orada 
          kalmak istiyoruz. Ne eriyip gitmeye,ne sınıf değiştirmeye ve ne de 
          kimsenin önünde boyun bükmeye niyetliyiz.
        
        
                       Avrupalıların isteklerine bakınca,bizi istemediklerini 
          anlıyoruz. Zorlamadan, Avrupasız da hatta Avrupa'ya rağmen ayakta 
          kalabileceğimize hem güveniyoruz,hem de kendilerine bunu söyleme 
          cesaretini kendimizde buluyoruz. Allah'ın korkusunu duyduğunu 
          söyleyebilen insanlar,şu iyi niyetlerimiz karşısında bizi eleştirme 
          hakkını kendilerinde bulunabilirler mi? Sonradan çıkınca hakkımız mı 
          artıyor? Boynuz sonradan çıkmaz mı? Kulaklardan daha kıymetli olduğunu 
          size kim söyledi?
        
        
                       Sonradan sözü kullanılınca,insan aklına başka şeylerde 
          geliyor. Arnavutlar en geç Müslüman olanlarmış. Onun için İslâm işinde 
          en heyecanlı ve en mutaarrız olanlarda onlarmış. Biz Türkler İslâm'ı 
          kabul etmekle pek geç kalmadığımız için,alışkanlıklarımız daha 
          derinleşmiş durum alınmıştır. Soğukkanlı kalmamızda kapasitemiz var 
          demektedir. Biz Cumhuriyetle birlikte Avrupa'yı medeniyetinin 
          kültürünü benimsediğimiz içim,giriş heyecanı taşımıyoruz. Avrupa'yı 
          daha iyi tanıdığımız şüphesiz. İktidarda bulunanların bu hevese yeni 
          düştüğünden,pek heyecanlı gözükmüyor. Bütün korkum,bunlar başarı elde 
          edemezlerse,bunu ne ile tevil etmeye çalışacaklardır. Kızıp ta tam 
          Avrupa düşmanı kesilmesinler. Avrupa'ya aldandık diye,insanlara ve 
          ülkelere düşman olma hakkımızın bulunmadığında idrakinde olmak 
          gereklidir.
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          33  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           BİZİM ÖZEL TEŞEBBÜSCÜLER
        
        
                       Ülkemizde hiçbir zaman merkezi planlama olmamıştır. 
          Tam bir devletçilik görülmemiştir Türkiye'de. Hatta;Cumhuriyet 
          kurulduktan sonra,İzmir İktisat Kongresine kadar memleketimizde tam 
          bir özel teşebbüs rejimi geçerli kalmıştır. Bir para birikimi mevcut 
          olmadığından,bu gün en zenginimiz Koç'un bile oturacak bir evi 
          bulunmadığı devirlerde insanın yetişmediği işleri devletin yapması 
          kararlaştırılmıştır. Özel teşebbüsün önüne hiçbir zaman taş 
          konmamıştır.
        
        
                       Özel teşebbüse Devlet teşebbüsü yardımcı olarak 
          başlatılmıştır dememiz dahi mümkündür. Devlet teşebbüsünün bütün 
          nimetlerinden özel teşebbüs istifade etmiştir. Traktör ve 
          biçerdöverlerin dışarıdan içeri girmesi sırasında Devlet Ziraat 
          Kombinalarında yetiştirilen elemanlardan özel teşebbüs faydalanmıştır. 
          Bunun itirafını da yalnız Rahmetli Vehbi Koç yapmıştır.” Devlet 
          teşebbüsü olmazsa,biz çok daha yaya kalırdık” diyen Vehbi Koç'tur.
        
        
                       Bu gün,bir karma ekonomi düşüncesi vardı veya 
          olacaktır denemez. Bir ara hür teşebbüs adı da takılan bu insanların 
          kurumlarına ve kendilerine böyle bir şey kabul ettirilmez. Hiç 
          bilmedikleri işte yoktur bunların. Ancak arkalarından Devlet desteği 
          çekilince ortada kalıyorlar ve çığlığı bırakıyorlar. Devlet 
          imdatlarına yetişmediği zamanda yapmadıkları kanun ve ahlak dışı bir 
          şey kalmıyor. Fakir ve açlıkla pençeleşen bir Millet insanları bu 
          hesap kitap bilmeyen ve fakat yaşantılarından da bir şey eksilmeyen 
          hür ve özel teşebbüsçülerin de desteği olmaya devam edecektir. Bu 
          bitmez mi ? Bu istek ortadan kalkar mı? Bu fakir Milletin Devleti buna 
          yetişe bilir mi? Borç bulup da bu desteği yürütme zorunda mıdır bizim 
          Devlet?
        
        
           Bu kadar kısa zamanda,bu kadar özel 
          okul ve üniversite Dünyanın hiçbir ülkesinde Olmamıştır. Bunlar 
          açılırken bir hesap kitap sorun olmadığından,açışları dahi Devlet 
          kredileriyle olmuş bu kurumlar,ilk zamanlar para da kazanmışlardır. 
          Hırsları da gözlerini bürüdüğünden,okul fiyatlarını arttırmayı yarışı 
          da aralarında sürülmüştür. Bu özel okul özel üniversitelerin 
          devletlerinkinin yanında hiçbir özelliği yoktur. Disiplin sorunu dahi 
          devletinkilerin seviyesinden geridir. İlim ilerlediği bu gün 
          düşünüleceği gibi,gelecekte de olmayacaktır. Bunlar, kurdukları bu 
          okul ve üniversitelerden pişman olacaklardır. Bunların hiç birine ne 
          para bakımından ve ne de ilim bakımından hazır değillerdir. Her şey 
          aşikar olduğu halde,güzel devletimiz çabalarına devam etmektedir.
        
        
                       On bin kabiliyetli fakir çocukları,paralarını 
          Devletten verilmek şartıyla özel okullara gönderilecekti. Devlet 
          desteği ile özel okul ve üniversite ayakta tutacağına Devlet bunu 
          kendi yapamaz mı ? artık komünist olma tehlikesi de söz konusu değil. 
          Komünistlik  ortadan kalkmış olduğuna göre,bizim için bir tehlike 
          düşünülebilir mi ? Bu yol bitmez,fakirin özel teşebbüsü olmaz. Olsa 
          bile,desteksiz yaşamaz. Bu desteğin de sınırı yok olmayacaktır da.
        
        
            
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          34  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           HAYYAM DEYİNCE
        
        
           Ömer Hayyam deyince;en azından benim 
          aklıma sırasıyla;şarap,rubai ve İran gelir. Bu sıralama da gösteriyor 
          ki;şarap başta geliyor. İslâmiyet’te şarap haram, Hayyam da Müslüman. 
          O devirde,tanınmış devlet ve ilim adamlarının bile kafa hesabı 
          sorulmazken, Ömer Hayyam eceliyle ölmüştür. Bu durum,günah işlemiş 
          olduğu herkesçe bilinmiş olmasına rağmen, Ömer Hayyam’ın gerçek kudret 
          sahiplerince ve gerekse halkça sevildiğini gösterir. Hatta;dinci 
          yobazın bile kendisine sempati beslediği sanılar arasında bulunuyor.
        
        
           Sayın Sadik Cennetoğlu, muhtelif kitap 
          ve sözlüklerden şarap hakkında bilgi toplamış. Araştırmış kitaplarının 
          adlarını bir tarafa bırakıyorum. Sizde başka mehazlardan şarap 
          anlamını araştırabilir ve bir listede ortaya koyabilirsiniz. 
          Belki;değişik başka anlamlarda bulunabilirsiniz. Cennetoğlu’nun 
          yaptığı listede şarap: şürbetmek, şarap içici,içilecek 
          şey,içecek,sarhoşluk veren mahut mayi,içki,üzümden yapılan maruf içki,hamr, 
          sühba anlamlarını taşıyor. Başka bazı kitaplarda ise;şarap:üzüm veya 
          başka meyvelerin sularının tahmür edilmesiyle elde edilen içki olarak 
          ta vasıflandırılmıştır. Başka kaynaklarda şarap bazılarında;sofrada 
          içilen bildiğimiz şarap,başka bir tasarımda sembol olarak kullanılan 
          şarap. Bu son şekliyle şarap,bir söz oyunu işini yapıyor. Sevgilinin 
          dudağı şarapla ifade edeler mi ? Edenler var. Edilirse,masumluk ortada 
          kalır mı ?
        
        
           Tasavvufta şarap;Tanrıya karşı duyulan 
          derin sevgi,gönül coşkunluğu anlamına geliyor. Şarabın;Tanrı anlamına 
          da geldiği söyleniyor. Şarabı bir tasavvuf kavramı olarak ilk 
          kullananlar da İranlılar.
        
        
           Şarap her milletin bildiği bir içki. 
          Şarap Hıristiyanlıkta kutsal,İslâmiyet’te haram. Her milletin dilinde 
          şarabın adı var. Şarap kelimesi Arapça ve Farsça’da kullanılıyor ve 
          Türkçe’ye de bunlardan geçmiş. Şarabı biz nasıl anlıyorsak,Rubaileri 
          okuduğumuz zaman Ömer Hayyam’ın da bizim gibi anladığı anlaşılıyor. O 
          kadar ki;adam,Hayyam “adımı şarap koyun” bile diyor. Ona şarap efendi 
          denirse pek mutlu olacağını yazıyor. O zaman,neden Hayyam’ı olduğu 
          gibi tanımaktan vaz geçip,şarap sözcüğünü mecazi anlamda kullandığını 
          kabul edelim. Bununla;Ömer Hayyam,günaha karşı korunamaz. Hele şarapın 
          yapılışını ondan dinledikten sonra,bu düşünce tarzı tam yanlış 
          olmalıdır. Kırmızı şarabın rengini tarif edişine bir 
          baksanıza:”Bembeyaz sevgili kadının yanaklarına” benzetmiyor mu 
          şarabın rengini ? Bunun tevil yolu yok. Ömer Hayyam şarap içmiştir ve 
          onun zevkini de en iyi bilen bir fanidir. Hiç şikayeti de olmamıştır. 
          Hele Ahret için söyledikleri de ortada olunca. Hayyam’ı şarap 
          günahından korumak için tevil yoluna gitmenin ne kadar abes olduğu 
          açık seçik ortaya çıkıyor.
        
        
           Her dilde aynı anlamı veren (synonım) 
          sözcükler var. İyi işlenmiş bir dilde olmaması gerekir. Her sözcük bir 
          anlam ifade etmeli ve bunu herkes bilmelidir. Edebiyat içinde sözcük 
          oyunları var. Bunların doğruluğu da tartışılabilir. Ne demek 
          istiyorsanız onu açıkça demelisiniz. Sizin söylediğiniz bir sözün 
          başka anlamını niçin başkaları duşunupte bulsun. Bunları bizim 
          Abdullah Ercan iyi bilir de,bir defa felsefeye kafasını takmış,yürüyüp 
          gidiyor. İşte o zaman,bularda bana kalıyor.
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
         
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          35  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           DÜNYA GENİŞLEMEDEN VAZGEÇMEDİ
        
        
                       Dünya sözcüğünden maksadımız; dünyadaki devletlerdir. 
          Yoksa dünyanın genişleyeceği veya daralacağı diye bir sorun yok. Hangi 
          devlet ki ayağı yer tutuyor,başka yapacak iş kalmamış gibi,hemen 
          etrafa genişleme sevdasına düşüyor. Kim bilir şuuraltında beklide 
          dünya bir gün dünya hakimiyetini hayal ediyordur. İnsanları Osmanlı 
          padişahı veya Napolyon ve nihayet Hitler'den bir farkı,farklı 
          düşünmek,birazı hududu aşan bir iyimserlik olmalıdır.
        
        
                       Şu bizim Avrupa bir senedir birbirlerini yiyen 
          devletlerden oluşmuştur. Son Cihan Savaşından sonra da Amerika'nın 
          etkisi ve baskısıyla,kendi aralarında bir birlik kurmaya kalktı. 
          Başarılı da oldu denebilir. Bu birlik yine bazı hayallerin etkisi 
          altında Türkiye'nin de iştahını kabarttı. Biz içeri girmek istiyoruz 
          ama;bizi içeri alma niyetleri var denemez. Her şeye rağmen biz 
          ısrarımızda devamlıyız. Hatta;bunun için bazı zararlı bağışlarda 
          bulunduğumuz bile söylenebilir.
        
        
                       İşte Avrupa! Kendi normal toprakları dışına bakmaya 
          başlamıştır. Kıbrıs,bir ara Roma'nın küçük Avrupalı devletlerin veya 
          şövalyelerin hakimiyeti altına girmiştir ama,Avrupa hakimiyeti altına 
          katiyen kalmamıştır. Hele Rum hakimiyeti Kıbrıs'ta hiç olmamıştır. 
          Kıbrıs'taki Rumlar Türkler gibi ve Fetyipe  bölgesindeki Rumlar gibi 
          göçmendirler.
        
        
                       Kıbrıs Rumlarının Enosis isteklerini tabii karşılamak 
          düşünülse bile Avrupa'nın Kıbrıs hakimiyeti kurma isteği ve stratejik 
          noktalar bakımından Kıbrıs adasının kıymetli bulması,yalnızca 
          Avrupa'nın genişleme arzusunun işareti olabilir. İki İngiliz üssü 
          adada duruyor. Avrupa toprağı durumuna gelince Kıbrıs'ta Avrupalıda 
          üst kuracaktır. Burada Doğu Akdeniz hakimiyeti sorundur. Doğu 
          Akdeniz'den de yol ileriyi, Doğuyu, Orta Doğuyu ve Orta Asya'yı 
          gösterecektir. Bunları yazarken;Türkiye'nin bu genişleme siyaseti 
          olmamış olsa bile,kendisinin çevrilmesine izin vermemesi gerektiği 
          düşünülmez mi ? Bu Kıbrıs;Avrupa Birliği memleketleri veya İngiltere 
          için mühim olurda,Türkiye için ehemmiyetli olmaz mı ? Avrupa 
          Birliğinin daha ne olacağı belli değil. Bundan nasıl bir devlet 
          çıkacağını anlamıyoruz. Bu birlikten geri çıkmakta olduğuna 
          göre,şimdiye kadar alışmadığımız bir sitem geliyor demektir. Bizi 
          almış olsalar bile, ileride bir çıkarma sorunu olursa Kıbrıs strateji 
          bakımından kıymetini kaybetmiş mi bulunacaktır ? Halbuki bizi 
          almayacaklar, kendileri için gerekli bütün engelleri halletmek 
          istiyorlar. Bunlar sadece engellerde değildir. Bunların hemen hepsi 
          edinimlerdir.Bu edinimler, savaşsız elde ediliyor. O yola girilmiştir.
        
        
                       Devletler arasındaki münasebetlerde Milli olan 
          çıkarlar esas teşkil ederler. Ne ebedi düşmanlıklar ve nede ebedi 
          dostluklar söz konusu olurlar. Bin seneden beri; Avrupa'nın her 
          devletinin gayesi Türkleri geldiğimiz Asya bozkırlarına sürmektir. Bu 
          düşünceler Avrupalıların idealleri arasında yer almıştır. Hangi 
          antlaşmalar devletleri bağlamıştır? Kıbrıs'ı parça parça veya bütünlük 
          içinde Türkiye ve Yunanistan'ın rızası dışında veya onların dahil 
          olmadıkları yerlere girmelerini yasaklayan antlaşmalar ortadan 
          kaldırılıyor. Tam bir asır önce kiralamak haklarımızdan vazgeçtiğimiz 
          Kıbrıs yine siyahla ilgili duruma getirilmiştik. Şimdi gönlümüzde bu 
          haklarımızdan vezgeçiyor ve Kıbrıs'ı başka ellere teslim ediyoruz. Bu 
          ellerde bizzat Kıbrıs'ın yakınlarda sahibi olacak Yunanistan'ın 
          Başbakanı Simitis, dil sürçmesi bahanesi altında açıklamıştı. Bir 
          başbakan felç gelmeden dili sürçer mi ? Biz hiçbir şey görmeyecek 
          kadar gözlerimizi niçin bağlatmış bulunuyoruz ? Bu hataların karşılığı 
          ne olacaktır ? Dış destekler değil,dış vaatlerle bir devlet yaşamaya 
          devam ettirilebilir mi ? Türk insanının hepsi düşünmek zorunda değil 
          midir ?
        
        
                      
           
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          36  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - MANTIK SEÇİMDE DE GEREK
 
          
          
             -             Çorum'da da vaktiyle bir belediye seçimi olmuştu. 
            Sonra;oyun bozuldu ve Belediye Başkanı olan zat görevinden istifa 
            ederek Milletvekili olmak istedi. Kanunlarımıza göre,Belediye 
            Meclisinin kendisine bir Başkan seçilmesi gerekiyor. Seçilmiş 
            Belediye Meclis Üyeleri akıl ve basiret içinde kalıpta bir Belediye 
            Başkanı seçmediler. Her grup ve adamları, kendilerini dev aynasında 
            gördüler. İç İşleri Bakanlığı da aralarında anlaşma kapasitesi 
            gösteremeyen Belediye Meclisini fes etti. Bence yanlışı da burada 
            yaptı veya yanlış burada yapıldı.  
 
          
          
             -             Demokraside bir hak kullanılamıyorsa o zaman,hak 
            kullanamayan insanlara bir deneme daha yapılmaz. Mademki 
            Kanunlarımızı dışarıdan bir Belediye Başkanının seçiminde mümkün 
            görülüyor. O zaman anlaşamayan üyelerin üzerine bir Belediye Başkanı 
            tayin ederek de reyi tamamlama yoluna gidilmesi gerekirdi. Türk 
            Demokrasisi içinde büyük bir hata yapılmış olmazdı. Zaten Belediye 
            Başkanı da atanmış bulunuyor. Bir buçuk yıl için seçimi yenilemenin 
            bir anlamı yok idi. Borçlu bir Devletin Bütçesinden yapılıyor bu 
            masraflar. Hocam Sadi IRMAK güven oyu almadığı halde tam altı ay 
            Başbakanlık görevini yürütmüş idi. Devlette başımıza yıkılmadı.
 
          
          
             -             Seçimler yenileniyor. Yeni bir Meclis oluşturacak. 
            Anlaşamayan eski Belediye Meclisi Üyeleri için hiçbir sorumluluk 
            gözükmüyor. “Siz niçin anlaşamadınız ?”
 
          
          
             -              Denilmiyor, sorumsuz  demokratik icraat 
            olur mu?
 
          
          
             -             Çorum her partinin seçim arabalarıyla dolu. Pek 
            toplantı yapıldığını işitmedik ama,caddede dolaşıyorlar. 
            Hoparlörlerden seslenmeler de işitiyoruz. Hemen bütün Genel 
            Başkanlar gelmiş durumda. Lüks ve süslü otomobiller görüyoruz fakat 
            halktan bir ilgi gözlemlenmiyor. Halk bu parti çalışmalarına da 
            ilgisiz. Arabalı ve süslü otobüsleri uzaktan olsa da pek seyredenler 
            gözlemlenmiyor.
 
          
          
             -             Görünüşe göre;Mahalli Seçim Ülkeye pek pahalı 
            olacaktır. Bu paralar nasıl bulunuyor? Eğer Devletin partilere 
            verdiği paralar sarf ediliyorsa yardımlar fazla geliyor demektir ve 
            kısıtlama yoluna gidilmelidir. Eğer bu paralar şahıs veya şirketler 
            tarafından veriliyorsa, bunları Devlete verdikleri vergilerle 
            denetime alınmalıdır. Bu kadar büyük paralar sarfının hesabının 
            sorulmasında ülkenin ve demokrasi ahlakının çıkarları olacaktır.
 
          
          
             -             Kim kazanacaktır? Her halde,işe yaramadıkları için 
            siyaset sahnesinden silinen partilerin Belediye  Meclisinde 
            mevcudiyet göstereceklerini sanmıyorum. İktidar mensupları,mahalli 
            iktidarla,Devlet arasında uyum istiyorlar. Bunlar kazanırsa,elbette 
            Devlete yaptıkları işleri ve başarıları tekrarlayacaklardır. Memnu 
            iseniz bize hayır demek düşmez. Ya seçim kazanan diğer parti ? Kime 
            sorsam çalışıyoruz diyorlar. Allah emeğinizi boşa çıkartmasın dememe 
            rağmen bu yazım dergide yayınlandığında seçim bitmiş olacak.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          37  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÜMİTLENDİRMEKTE MEZİYETTİR
 
          
          
             - Biz son zamanların yaşanmasında,bir 
            daha bu duruma gelmiştik. Sabah erken kalkınca Körfez Savaşından 
            söze başlıyor ve yatıncaya kadar ondan kendimizi ayırt edemiyorduk. 
            Takâtsız da düşüyorduk. Milletçe iki kutupa ayrılmıştık. 
            Yarımız;zamanın Cumhur Başkanı Özal’ın direktifinde “bir koyup,üç 
            alma” sevda yoluna sevk edilmiştik. Bir kısmımız da aklımızı 
            kullanıyor ve macera yoluna girmeyi yeğliyorduk. Bir Genel Kurmay 
            Başkanımızın istifa edip fikrini ortaya koyması,biraz sükunete bizi 
            kavuşturmuş ve aklımızda başımıza toplamıştı.
 
          
          
             - Şimdi aynı havayı yaşıyoruz. Avrupa 
            Birliğine girme sorunu yine bizi iki kısma ayırdı. Aslında 
            girmeyelim diyen hiç yok gibi. Türkiye bin yıllık tarihi 
            içinde,hiçbir sorun üzerinde Millet olarak bu kadar birleşmiş 
            değildi. Avrupalı olmak istiyoruz. Avrupa medeniyetinin içinde 
            sayılıyoruz ve kendimizin böyle olmasına rağmen,bazı noktalarda 
            anlaşıyoruz da denmez. Bunları yazıp,söyleyip gidiyoruz.
 
          
          
             -             Bu yazıyı aslında,Avrupa Birliği sorunu için kaleme 
            almak istemedik. Aklımız orada olduğu için,başka şeyler yazmak 
            isterken bile,kolayca bu yola giriveriyoruz. Sanıyorum 
            ki;çelişmelerimizden öyle kolayca da geçecek gibi değiliz. Bu yazıda 
            ben,Avrupa Birliği sorusundan daha ehemmiyetli bir değişimden 
            bahsetmek istiyorum: Bayın Tayyip Erdoğan “Türkiye’de Rönesans 
            hareketi devam edecek.” Dedi. Tek cümleden sonra sustu. Biz niçin 
            susalım ki;sözün devamını biz yürüteceğiz.
 
          
          
             -             Bu sözü,sayın Erdoğan’ın ağzından ilk defa duydum. 
            Rönesans :”Yeniden doğma “olarak anlatılır. On altı asırdan 
            Avrupa’da işaretleri görülmüştür. Orta Çağ zihniyetinden kurtulma 
            işaretini taşır. Esaslarını,eski Yunan esaslarından alınır. Bur 
            uyanıştır ve Dünya Devlet hakimiyetinin semadan indirilmesi,yer 
            üzerine oturtulmasıdır. Laik prensipleri kabul etmeden,bu 
            düşüncelerin hiç birisi gelişme imkanın bulamaz.
 
          
          
             -             Rönesans’tan önce,sonra hiçbir mücadele dinlere 
            karşı olmamıştır. Dinsizler görülmüştür de,din gereksizliği iddiası 
            görülmemiştir. Bütün mücadele,dinlere karşı değil,din adına dünyayı 
            idare etmek isteyen dincilere karşı olmuştur. Allah’ın vekili 
            (Hıristiyanlıkta) yerinde olanla,Allah’ın gölgesi sıfatını kendisine 
            takanlar (İslâmiyet’te) Allah adına inananları ve devletleri 
            yönetmek istemektedirler. Mücadelenin azametini taktir ediyorsunuz. 
            Kavgalarda milyonlarca insan bu hakimiyet davası için ölmüşlerdir. 
            İşte sorun,ancak Laic Prensiplerinin ekseriyet tarafından kabul 
            etmesiyle neticeye bağlanmıştır. Yetişişi,şimdiye kadar yaşayışı ve 
            istekleri din ağırlıklı olan bir liderin,bu Rönesans sözcüğünü 
            kullanmış olması,sizi ümide sevk etmez mi? Ümide kapılmaz mısınız? 
            Değişim dediğinin doğru olduğunu gördüğünüzü söylemez misiniz ? İşte 
            bunlar için bende ayrıldım ve Erdoğan için iyi ışıklı yolların 
            açılmış olduğu inancını içimde duydum. Gelecek içinde bu sözleri 
            teminat olarak kabullendim. Rönesans ve laiklik birbirinin 
            içindedirler.
 
          
          
             -             Yeni yılınız kutlu olsun.
 
          
         
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          38  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇEVRE YOLUMUZ
 
          
          
             - Çevre yolu; kuşak bulvarı (Boulvard 
            de ceinture) anlamında kullanılmaktadır bizde. Avrupa'nın büyük 
            şehirlerinin bir kısmında, Paris gibi, şehrin bu adı taşıyan bir 
            bulvarla çevrilidir; bu çevre bulvarının dışı şehir sayılmaz. 
            Bulvarın içinde kalan kısımda, yani asıl şehirde, herkes istediği 
            gibi at oynatamaz. Şehir planı yapılmış ve ilgili mercilerce tasdik 
            edilmiştir; orada belediye meclisi, canının istediği şekilde karar 
            alarak, binalara veya semte yeni yükseklikler veremez; şehir ana 
            karakterini hep korur.
 
          
          
             - İstanbul'da, Boğaz köprülerinden 
            sonra yapılan çevre yolları, şimdi birer şehir caddeleri şekline 
            gelmişlerdir. Çevre bulvarını dışına inşaat izni vermemek kaydıyla, 
            İstanbul'un bir bulvara ihtiyacı vardır.
 
          
          
             - Ankara'nın bir kısmı tamamlanmış 
            çevre bulvarı, eğer sözcüğün delalet ettiği anlama saygılı olunursa, 
            ülkenin ilk çevre bulvarı olacaktır.
 
          
          
             - Çorum çevre yolumuz bir çevre 
            bulvarı değildir.  Çevre bulvarına Çorum'un ihtiyacı yoktur. Bizim 
            ki sadece bir normal çift yönlü yoldur. Bu yolun dışına şehir 
            taştığından yol vasfını da kaybetmiş ve fonksiyonu ile Çorum için 
            tehlikeli bir durum almıştır. Şehir içinden geçen şehirlerarası çift 
            yol, o şehir için tehlikeli olmaz mı? Bizim bu şehirler arası 
            yolumuz, bana öyle geliyor ki; ileride Kuşsaray'dan önce başlayıp, 
            Şeker Fabrikasından sonra yola birleşerek çift yol olacaktır. O 
            zaman bu yol yine çevre bulvarı olmayacaktır. Akıl ve mantık, Çorum 
            ovasının buğday tarlaları olarak bırakılmasını emrediyor.
 
          
          
             - Bir genç kaymakam, üç beş litre 
            benzin tasarrufu yapmak niyetiyle, valinin arabasını köprüden 
            dolaştırma yerine, çaydan geçirmiş. Valinin arabası çamura saplanmış 
            ve kurtarılması elbette ki köylülerin yardımıyla, tam yarım günü 
            almış. Dönüşte vali genç kaymakamı yanına alarak köprüyü dolaşmış ve 
            battıkları yer hizasına gelince vali arabayı durdurtmuş. Kaymakama: 
            bak kaymakam bey oğlum, eğer sana yapılan teklif, devlet parasını 
            sarf etmeyi gerektiriyorsa düşünmeden onu yap. Yakacağımız beş litre 
            benzini bu devlet valisinden esirgemezdi. Sen bana yarım gün 
            kaybettirdin. Bir valinin yarım günü beş litre benzin 
            karşılığımıdır?  Kaymakam bey oğlum demiş vali. Elbette kaymakam da 
            anlamıştır.  
 
          
          
             - Bizim yukarıdaki beyin jimnastiğimiz, devlet parası sarf etmeyi 
            gerektirmiyor. Bu beyin jimnastiğinin kimseye zararı yok. Hatta bir 
            kısmınıza, eğer okuma zahmetine katlanırsa, beyin jimnastiğini de 
            yaptırmış olur. Bu bakımdan, bende bu teorik ve birazda ileriye 
            dönük temennileri yazıverdim.
 
          
          
             - Asıl yazacağım, bu çevre yolunun 
            bitirilmesidir.  Çevre yolu vasfını kaybetmiş olsa bile bu yol 
            bitmelidir. Bu yol yılan hikayesine dönmüştü. Bir çift yolu 
            bitirmekten aciz olan kudret sahiplerinin, Çorum Üniversitesini 
            başarmaları beklenemez.
 
          
          
             - Bunlara, mademki beceremiyorsunuz, 
            üniversite işini bırakın demiyorum. Yanlış anlaşılmak istemem. Aciz 
            sözcüğümde; devlet temsilcileri için kullanmıyorum. Bazı kesimlere 
            göre kudret sahibi, sorumsuz olan kendi kurumlarıdır. Akılları böyle 
            gelişmiş.
 
          
          
             - Bir çift yolun ihalesini CHP koalisyon Hükümeti zamanında Sayın 
            Çulhaoğlu yapmıştır. Bu yol, Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Öğretmen 
            Okulları değildir ki, kapatasınız. Bu yol özelleştirme kapsamına 
            girmez. Bu yoldan kurtulmanın tek yolu, onu bitirerek, ondan 
            kurtulmaktır. Trafiğin en yoğun olduğu bölgede, basit bir yolun 
            yapımını bir şehrin başına bela edip sürüncemede bırakmak; ihmal 
            edenleri hayırla andırmaz insanlara. Artan maliyette, yine bu 
            milletin sırtına yük olarak bindiriliyor. Hiçbir ilimizin yolu, 
            bizim Çorumunkiler kadar ihmal edilmiş değil. Buna rağmen, ihmal 
            edenleri, politik yönden el üstünde tutan insanları da, aklı başında 
            olanlar normal olarak vasıflandıramazlar.  Hak aramak ve haksızlık 
            karşısında dikilmekle fazilet kendisiyle ifade edilir. Fazilet 
            sözcüğünün vasfını değiştirmiş olmamalıyız.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          39  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - BİR KÜLTÜR KAYBOLURKEN
 
          
          
             - Bir kültür,eğer koruması ve 
            geliştirilmesi bilinmiyorsa, tıpkı milletlerin kendileri gibi 
            kaybolabilir. Bu kaybolma yolunda olduğuna işaret ettiğim kültür, 
            bizim kültür Türk kültürüdür. Nasıl olduğunu, Çorum'dan  bir  
            örnekle, size  hikaye edeceğim. Eh! Okuma zahmetine  artık 
            katlanmalısınız.
 
          
          
             - Bir gün köyüme, Alacahöyük'e 
            gitmiştim. Dr. Hamit Zübeyr Koşay, kazı heyeti başkanı olarak 
            bulunuyorum. İkimiz olduğunuz zaman bana ismimle seslendi. "Ali" 
            derdi; başkalarının yayında, beni  "arkadaşım" diyerek 
            şereflendirirdi. Hamit Zübeyr  Koşay'a benim minnet borcum vardır.
 
          
          
             - O gün, elimden tutup beni küçük bir 
            odaya götürdü. Odada bazı eşyalar sergilenmişti. Eşyalara pek 
            yakınlık duyamadım. Bunların bizim köyün eşyaları olduğunu, bunlar  
            için iki bin lira ödediğini, bunların kıymetlerinin pek yüksek 
            olduğunu ve kaybolmak üzere olan bir kültüründe son kalıntıları 
            olduğunu, yana yakıla bana anlattı. Ve dedi ki: Senin Vali ile 
            münasebetlerin varmış, Vali Beyefendinin sana olan bu sempatisini, 
            Türk kültürü için kullan.
 
          
          
             - Bu kültürün son kalıntıları 
            kaybolursa, çok yazık olur.  Valinin yetkileri geniş; emrinde olan 
            Milli Eğitim teşkilatından istifade ederek bu hizmeti 
            gerçekleştirebilir.
 
          
          
             - Çorum'da, ülkeye örnek olacak bir 
            hareket başlatmış olur. Sende, seni yetiştiren millete borcunu bir 
            kısmını ödemiş olursun. Bende seninle iftihar ederim. Dedi. Dedi 
            demesine de, ben onun isteklerini başaracak  beceriyi gösteremedim. 
            Hamit Zübeyr Koşay, Çorum'un etnografik eşyalarının toplatılmasını 
            ve bir bilim heyeti tarafından tasnife tabi tutulmasını istiyordu.
 
          
          
             - Ertesi gün Vilayete gittim ve Valiye 
            bunları anlatmak istedim.
 
          
          
             - Valimiz, Milli  Eğitim Müdürümüzle 
            bir şeyler üzerinde çalışıyordu. Beni dinlediler ve  sonra 
            birbirlerine bakışıp gülüştüler. Milli Eğitim  Müdürü "Doktor,bir 
            okul yaptır da ona senin adını verelim" dedi. Vali bir şey söyledi. 
            Ben, hayatımda ilk  defa, utancımdan terlediğimi ve çamaşırlarımın 
            bedenime yapıştığını  hissettim. İsteğimin alaya alınacak bir tarafı 
            yoktu; bunu da bana, kültür işlerini ülkemizde en iyi bilen bir 
            insan yüklenmişti. Bu  büyük insan, Alacahöyük de örneğini 
            göstermiş, derlemiş, bunların devamının teminini istiyordu. "Türk 
            Düğünleri" adlı derlemeyi de , ülkemizde galiba ilk defa bu zat, 
            Alacahöyük  de  yaptırmış ve kitaplaştırmıştı.  
 
          
          
             - Sonra ben, Fransa'da ihtisas için 
            kaldım.
 
          
          
             - Bir aile beni,Lyon'a yüz km. 
            uzaklıktaki "Ortaçağ"  köyüne davet etti. Bizde istenilip de 
            yapılamayanı, orada yapılmış olarak gördüm. Hamit Zübeyr Koşay'ın 
            bu  köyü  gördüğünü  sanmam. O mantığını kullandı. Mantık Fransa'da 
            ayrı bir şey değil ki.
 
          
          
             - Daha sonra şimal ülkelerine seyahat 
            yaptım. Yanımda karım, kızım ve damadım da  vardı. Finlandiya'nın 
            kuzey  bölgesinde bir şehirden geçtik. Burası bir sanayi  şehri 
            imiş. 3000 fabrika olduğunu  söylediler. İşte bu sanayi şehrinde 
            kurulmuş olan üniversitenin bütün öğrencileri ve hocaları, bizim  
            ilim adamlarımız  Hamit Zübeyr Koşay'ın istediklerini yapmışlar. 
            Ekipler, illerinin bütün şehir ve köy evlerini birer birer 
            taramışlar. Tarihi olabilecek ne görürlerse, ya parasıyla veya 
            hediye olarak almışlar.  Eşyalar hangarlarda dağlar gibi toplanmış. 
            Sonra bir ilim heyeti bunları  tasnife tabi tutmuş. Seçilenlerden, 
            dünyada örnek olacak bir etnografya müzesi  meydana getirmiş. Yani 
            onlarda, bir kültürün kaybolmasına izin verilmiş. Bu müzede 
            gördüklerimizi  bir yazıya sığdırmak mümkün olmadığı gibi, bir fayda 
            da temin etmez. El değirmeni, nalın, sacayağı, dibek ve turşu 
            küpleri gördük. El örmesi çorapların çeşitlerine rastladık. 
            Kullanılan bakır tencerelerin  hemen hepsi, bizim köy evlerinde 
            kullandıklarımızın aynı. Biz bunları hem Fransa'nın Orta çağ  
            köyünde ve hemen Dr. Orhan Günel'le yaptığımız  Britanya 
            seyahatinde  gördük. O zaman şunu bir neticeye bağlamak gerekiyor : 
            Acaba bunlar,yeri neresi olursa olsun,insanlığın zaman içinde fikri 
            gelişmesinin  eseri mi, yoksa bunlar; dünyanın bir yerinde 
            keşfedilipte, zaman içinde bütün dünyaya yayılma işimi? Anadolu'da 
            yapıldı ise bu keşifler, Finlandiya'da, zamanı  belli olmasa bile, 
            hangi yolla gitmiştir. Burada, Finlerin asıllarının Türk olduğunu 
            hatırlatmakta  fayda var sanırım. Finliler dünyanın en güzel 
            insanları , halbuki Avrupa bizi şekilsiz,biçimsiz yaratıklar olarak 
            görürler ve gösterirler.
 
          
          
             - Bu sistem yazışına döndü. Döndü 
            ama,acaba bu yazıdan bir şeyler çıkarılmak  istenmez  mi?
             
 
          
          
             - Henüz bir şey bitmiş,kaybolmuş ta 
            sayılmaz.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           40  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - BİR MAYISIN KUTLANMASI 
            
 
          
          
             - Bir Mayıs dünya işçilerinin 
            bayramıdır. Biz 29 Ekimi, Fransızlar 14 Temmuzu Cumhuriyet 
            Bayramlarını nasıl kutluyorsak; dünya işçileri de, mücadeleleri 
            sonunda kazandıkları işçi haklarının sevincini yaşamak için,bu günü 
            bayram olarak kabul etmişlerdir. Bir Mayısın bir bayram dışında 
            herhangi bir anlamla yüklenmesi, hiçbir şekilde tasvip edilmez. Bir 
            kavram kargaşası yaşamaktan başka,toplumlara bir şeyler getirmez.
 
          
          
             - Ben altı yılda altı defa bir Mayısın 
            kutlanmalarını Avrupa'da izledim. Avrupa'da benim için bir Mayıs 
            günleri bir zulüm günü olmuştur da diyebilirim. Evde hapislikten 
            başka bir şey değil. O gün motorlu veya motorsuz ne kadar taşıma 
            vasıtası varsa hepsi, onu kullanan insanlar gibi istirahata 
            çekiliyor. Trenler, vapurlar, uçaklar, taksiler, metrolar hepsi 
            birden çalışmıyor. Bu vasıtaları kullananlar ve yardımcıları işçiler 
            bir bayram kutlaması için işlerini terk ediyorlar. Her türlü işçinin 
            çalıştığı fırınlar, marketler, lokantalar işçi bayramı için 
            kapatılıyor. Fransızlar bir Mayıs günü evlerinde bulunan 
            yiyeceklerle yetiniyorlar. "Bir günün beyliği beyliktir" gibi bazı 
            sözlerle kendi aralarında kullanıyorlar. Akşama kadar gülüp 
            eğleniyorlar ve yorulunca da yatıp uyuyorlar.  
 
          
          
             - Avrupa'da bir Mayıs kutlamaları 
            bundan ibarettir. Bundan daha etkili bir eylemde düşüneceğinizi 
            sanmam. Bir gün olduğunuz yere mıhlanıyor, ayaklarınızdan başka 
            hiçbir vasıta kullanamıyor, evinizde bulunan yiyeceklerden başka bir 
            yiyecek bulamıyorsunuz. İşçinin ne olduğunu insanlara bu kadar 
            kuvvetli anlatan hangi cins bir eylem olabilir?  
 
          
          
             - Yukarıda yazıldığı şekildeki bir 
            ortamda,insanları bir meydana nasıl toplayıp da eylem 
            yaptırabilirsiniz? Bu insanlar bu meydanlara nasıl gelecekler,nasıl 
            yiyip içecekler ve nasıl evlerine dönecekler? Bu şekilde yaptığınız 
            bir etkinliğin tesiri ne olabilir. Ayrıca, bir Mayıs istekler 
            üretmek için bir fırsatta vermez. Eskiden istekler yapılmış, 
            tartışmalar olmuş ve pek çokta kurbanlar verilmiş. Zaten bu bayram 
            kazanılmış,başkalarının kazandığı işçi haklarının anısına yapılıyor.
 
          
          
             - Bir Mayıs İşçi Bayramının, Kominizim 
            ile uzaktan yakından bir ilişkisi de yoktur. Bu bayramın en çok işçi 
            bulunan kapitalist ülkelerde kutlandığı hatırlanırsa,bu anlam 
            yükleme yanlışlığından daha kolay kurtulunabilir.
 
          
          
             - Benim gördüğüm kutlamalar hep neşeli 
            idi. Kimsenin tehdit havası estirdiğini hiç görmedim. Herkesin 
            birbirinin bayramını kutladığını, neşe ve sevincini ortaya döktüğünü 
            çok gördüm. Meydanlarda orkestralar da gördüm ama, izleyicilerinin 
            hep o bölgenin adamları idi. Uzaklardan gelme imkanları yoktu ki; 
            daha büyük kalabalıklar toplanabilsin.
 
          
          
             - Bir Mayısta işçi, patron ayrımı bile 
            düşünülemez. Bir mayıs bir çalışanların kaynaşma günü olmalıdır. 
            İşverenler; kendiliklerinden iş yerlerini tatil etmelidirler ve 
            işçilerinin ücretlerini çalışmadan ödemelidirler. O günü bir işçi 
            ziyafetleriyle tamamlamış olmalarını da,onların patronluk şanından 
            olmalıdır.
 
          
          
             - Ben; bu anlayışın takipçisi 
            olacağım. Nerede kutlama varsa davet edildiğim zaman desteğimi 
            esirgemek istiyorum. Bir Mayısın bayram olmasını isterim. Kendimiz 
            partide geniş olarak toplanmak ve bir Mayısın anlamını üyelerimize 
            anlatmak istiyoruz.  
 
          
          
             - Bir Mayısı;kin ve düşmanlık olarak 
            as la düşünmek istemiyoruz.  
 
          
          
             - Benim mesleğim hekimliktir. Bende 
            bir çalışanım ve bir Mayısta çalışmak istemiyorum. Hastanelerimizde 
            acil vakalar için tedbirler alındığına göre,hekiminde bir çalışan 
            olarak bir Mayısı kutlaması gerekir.
 
          
          
             - Bizim parti içi eğitimlerini alçak 
            gönüllülük gösterip,izlemiş olursanız 
            söylediklerimizi,yazdıklarımızı daha kolay anlarsınız.
 
          
          
             - Bayramların hiçbir cinsi kırıcılık 
            vasıtası olamaz. Hepsi insan içindir ve ilgili insanlarca 
            kutlanmalıdır.  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
           | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          41  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - DOĞANIN BAHARI
 
          
          
             - Aslında bahar denilince,hemen 
            her-kesin aklına, doğanın baharı, yani şu bildiğimiz bahar gelir.
 
          
          
             - Bir kış bunaltıya girmişsinizdir. 
            Kışın bir mutluluk olduğunu, hele yaşam gücü sınırlı insanlar için 
            düşünmek pek olanaklı değil. İyi ve ısıtılmış bir eviniz yoksa, 
            yemek zamanında sofranız canınızın çektiği yiyeceklerle 
            donatılmamışsa, gidecek arzu edilir yerlere gidemiyorsanız, kışın 
            mutluluğundan nasıl bahsedeceksiniz? Fakir aile çocuklarının kar 
            topu oynamaktan zevk alması bile şüphelidir. Kayak merkezlerindeki 
            eğlenceli ve iç açıcı görüntülerin insanlara azap vermeden başka ne 
            tadı olabilecek! "Kış lanet bir mevsim der sem" bana yanlış 
            düşündüğümü söyleyeceklerin çok miktarda olmayacaklarını hesap içi 
            sayabilirim.
 
          
          
             - Bahar öyle mi ya? Bakıyorsunuz 
            günler uzamış ve hava her an olmazsa bile çok zamanlar açık. Güneşi 
            zevkle seyrediyor ve zevkle ona bakabiliyorsunuz. Hele ağaçların 
            dallarını süsleyen yapraklar arasında süzülüp sizi sıcacık 
            kucaklaması doyulur şey midir?
 
          
          
             - Kışın kalın elbiselerden 
            kurtulmuşsunuz ve ilk günlerden itibaren açan çiçek cinsleri de var. 
            Boz toprak örtüsünü ve yeşilin her cinsini göstermekten zevk alan 
            örtüsünü gösteriyor. Gezmekten, seyirden, temiz hava almaktan 
            mutlusunuz. Kanınız hareket ediyor. Canlılığınızı kendiniz bizzat 
            hissediyorsunuz. Başka insanlarda sizin gibi yapıyorlar ve baharın 
            mutluluğunu tadan insanlarda sizin gibi yapıyorlar ve baharın 
            mutluluğunu tadan insanlarla aynı hisleri paylaşıyorsunuz. Yerlere 
            henüz oturmak pek temkinli bir şey olmazsa bile, içinizden bu isteği 
            hissediyorsunuz. Tabiata yakınlık güzel bir şey. Tabiatı hem seviyor 
            ve hem de onunla bütünleşiyorsunuz.  
 
          
          
             - Kendi icat ettiğiniz bayramların ve 
            şenliklerin çoğu da baharın oluyor. İnsan bu;hem kendi yaratıyor ve 
            hem de kendisi onlara inanıyor. Ateş atlamanın ne kerameti olur. 
            İnsan kendi bunu ortaya koyuyor,sonra onu kutsallaştırıyor. 
            İnancının kimseye zarar vermediği müddetçe, bizde bu insan 
            icatlarının inanç kısımlarına saygılı oluyoruz. Her inanç içinde 
            aynı duyguları taşımıyor muyuz?
 
          
          
             - İnsanlar; tabiatın baharını bütün 
            yaratıkların ve bilhassa insanların yaşamlarını bir dönemiyle 
            benzetişlerde bulunmuşlardır. Genç ölen bir delikanlı için "ömrünün 
            baharına doymadı" demezler mi? Bilhassa kız çocukları için de aynı 
            benzetiş yapılır. Tatlı olmasına rağmen,gerek bildiğimiz tabiat 
            baharı,gerekse ömrümüzün bir parçasını bahara benzettiğimiz dönemler 
            pekte doyurucu olmuyor. Tabiatın baharından söz etmeye devam 
            edersek,kısalığı ilk aklımıza gelmez mi? Toprak ve tabiatın diğer 
            varlıkları, güneş, ısı birden gelişimi hızlandırıp tabiatı istila 
            ediyorlar. Tatlı gelişim adeta yarışa çıkarak,tabiatı birden 
            dolduruyor. İnsan hangisine bakacağını, hangi yöne döneceğini,neyi 
            koklayacağını, hangi çiçeği bahçesi için düşüneceğini şaşırıyor. Tam 
            bir yerden fışkırmış demek daha doğru olur.  
 
          
          
             - Zevkine varmadığınız yeşillik ve 
            güzellik birden dünyayı dolduruyor ve kısa bir zaman sonra da tıpkı 
            uyandığı çabuklukla, kaybolup bozarıyor. Şunun bir ortası olmaz mı? 
            Uyanış ve gelişme bir sırayı takip etmez mi? Düşündükleriniz oluyor, 
            o güzelliklerle bürünmüş tabiat,  kısa bir an sonra, bir bozkır 
            manzarası alıyor ve zevkimiz tamamlanma noktasını 
            bulmuyor,bulamıyor.
 
          
          
             - Ben baharı her zaman sizler gibi 
            severim de, yazı ve sonbaharı daha tercih ederim. Bu iki mevsim daha 
            akıllı gibi geliyor insana. Onun meyvelerinden istifade ediyor ve o 
            güzellikleri de bizzat tadıyorsunuz.
 
          
          
             - Ne yapalım, değiştirme gücümüz yok. 
            Tabiata tabiliğimiz devam edecektir. Aslında biz de tabiatın bir 
            parçasıyız ve onun için de kendi hissemize düşene katlanarak, sona 
            kadar kurulmuş düzen içinde kalacağız. Tabiata hakimiyetten 
            bahsediyorlar da, bu mümkün değil.Ona uymayı biz hakimiyet olarak 
            almak istiyoruz. Tabiata uyum sağlayamayanlar, zaten yaşam 
            devamlarını da devam ettiremiyorlar. İnsan nesli,oradan biraz daha 
            uyum ehli, keyfiyet bundan ibaret işte...
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          42  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇORUM ÇÖLLEŞECEK
 
          
          
             - Ben "şom ağızlı" falan değilim. 
            Benim evliyalıkla da  ilgim yok.  Ben ; insanların eşit yaratıldığı 
            inancını taşıyorum.  İnsanların eşit olarak yaratılmamış olması,hem 
            yaratanın yüceliği  ile bağdaşmaz, hem de yaratılış mekanizmasına 
            uymaz.
 
          
          
             - Müspet  İlim öğrendim ve müspet  
            düşünmeye alıştım. Normal ve müspet bir insan olarak diyorum ki;  " 
            Çorum ileride çölleşecek” Genellikle Orta Anadolu,güneyden ve 
            kuzeyden  gelecek  rutubet taşıyan bulutların kendisine yetişmesi 
            için,sıradağlarla engellenmiştir. Bulutlar bu dağ duvarını aşamadan 
            sularını terk ediyorlar. Batıdan gelecek bulutlar için de  pek çok 
            kilometre uzaklık var.  Bu bulutlar  yetişebilirlerse bile , yağmur  
            yağdırma vasfını tam  gösteremiyorlar. Bulutları durduracak rüzgarın 
            süratini  kesecek kadar kesif ormanlar yok. Yağmur yağmayınca da 
            Anadolu'nun ortasında iyi mahsul almak zor. Bu yıllarda  böyle  
            olmuştur. Vaktinde yağmamışsa yağmur "yağmur duaları" bile işe 
            yaramaz oluyor.  
 
          
          
             - Bu yılda böyle olmadı mı?  Bu 
            insanlar  yağmurun iyi yağdığı  senelerin insanları değil mi? Yağmur 
            yağdıranın yanında ne günah işlediler ki  bu insanlar, yaratandan 
            nasiplerini almadılar? Bence insanların günahkarlığı burada 
            yatmıyor. İnsanların günahı cehaletlerinde saklı. Yağmur yağdıracak 
            mekanizmayı yok  etmişler vaktiyle.   Erozyon  artıyor ve ormanlar 
            yok edilmiş.  Yeni orman  yapımı ise merasimlerden ileri  gidemiyor. 
            Erozyon sorunu ise,halk tarafından anlaşılmış bile değil.
 
          
          
             - Orta  Anadolu  ağaçlandırılmadan, ne 
            cehaletten  ve  nede  açlıktan kurtulur.  Açlık var Orta Anadolu'da. 
            İnsanların sağlıklı olması için, çeşitli beslenmeleri ve her 
            gün,bilhassa yetişme  çağında olanların,asgari 60 gram protein  
            almaları gerekir. Bu 60 gram protein, 250 gram ete  eş değer taşır. 
            5 kişilik bir aile, günde bir  buçuk kilo et tüketmelidir. "Çorum' 
            da bu oluyor." Denilebilir mi? Bunsuz yetişen insanların zekaları da 
            iyi teşekkül etmiştir denemez. Burada yaratanın ne kusuru olabilir? 
            Size aklınızı da  vererek yaratmış. Siz o aklı kullanacak kadar onu 
            geliştirmemişseniz, yaratan ne yapsın ? İçimizde pek çok insan 
            eşitliği bile  kendisine  layık görmüyor. Erkek, gözünde  başka 
            türlü bir yaratık kadınlarımız. "Eksik etek" olmayı bile isteyerek 
            kabulleniyor. Kendini toplum ve yaratan karşısında eksik gören  ve 
            bundan şikayet etmeyen insanın inancı mı tam olacak?  
 
          
          
             - Ülke  ağaçlanırsa, yağmur 
            yağacaktır. Orta Anadolu'yu  tam  olarak sulamak imkan içinde 
            görülmüyor. O zaman, ağaçlandırma sulamanın öncüsü olmalıdır. 
            Erozyon önlenir ve buğday ekilmeyen  sahalar,bilhassa tepeler 
            ağaçlandırılırsa, Orta Anadolu tam olarak yeşillendirilebilirse, 
            yağmur artacaktır. Bu  iş için elli yıl gerekli gibi geliyor bana. 
            Elli yıl bir millet için nedir ki?  
 
          
          
             - Çok anma günü yaparsanız,bu günler 
            kıymetini kaybediyor. Halk bunları kanıksıyor. Bizde iki dini 
            bayram  dışında, bayramlarımızın hepsi resmidir. Dini bayramlarımız 
            da aslında resmileşmiş  ve  devlet tarafından tatil sayılmıştır. 
            Fransa da ise bütün bayramlar dini  esaslıdır ve pek de tatil 
            verilmez;yalnız 14 Temmuz  resmi  Cumhuriyet Bayramıdır. Çok tatil 
            insanları  tembelliğe alıştırır. Baksanıza "Çorum'un Sorunları" adlı 
            her yıl yapılan toplantı bile  rağbet görmüyor. 16 izleyiciden 
            dolayı,toplantıyı yöneten Sayın Prof. Dr. Ahmet Samsunlu dahi  
            şikayetçi.
 
          
          
             - Sorunlarımızın konuşulacağı 
            toplantıya,uzaklardan bilim adamları gelsin,sen evinden gidip de 
            izlemeyi dahi düşünme. Buyurun  cenaze namazına,dense yakışık almaz 
            mı ? Bu  akılla  ne yapacaksın üniversiteyi? Bizim konumuz çölleşme. 
            Dağların ağaçlanması, anma günlerinde  dikilen birkaç yüz ağaçla 
            mümkün olmaz. Bizim topraklarımız  nankör  değil, dikilen  yeşeriyor 
            ve büyüyor da.  O zaman dikmek ve dikileni de, hem dört  ayaklı ve 
            hem de iki ayaklıların zararından korumak gerekiyor. İsrail böyle 
            ağaçlanmış ve vahalaşmış. Çorum daha  henüz kumlaşmamış. Orada 
            ulaşılan başarıya, burada ulaşmak mümkün. Orman Bakanlığı değil ; 
            Orman Dikim  Bakanlığı  kurulmalı ve dikim  başlı  başına bir iş 
            olmalıdır. Bu ülke savurganlıktan vazgeçersek, hem para ve hem de 
            ağaç dikecek  adamlar  bulunur. Elverir ki çölleşmeyi  ve Çorum'un 
            bu  yolda olduğunu kabul etmiş olalım.
 
          
          
             -    
 
          
         
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          43  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - MEDENİYET BİR ALIŞKANLIKTIR
 
          
          
             - Çorumlular, eski Senatörleri alan 
            Dr. Zeki Arslan’ı tanırlar. Kendisi İzmirli idi. Uzun seneler 
            Sungurlu Hükümet Tabipliği yaptı. Sonra dahiliye ihtisası yaptı ye 
            İngiltere’de de göğüs hastalıkları üzerine ihtisaslaştı. Türkiye’de 
            tüberkülozu iyi bilenlerden birisiydi.
 
          
          
             - Türkiye’ye geldiğinde, vereme pekte 
            ilgi duymamışların emrinde çalıştırıldı. Bu duruma üzülmüş olmalıdır 
            ki mesleğini bırakıp Senatör seçildi.
 
          
          
             - Rahmetli Dr. Zeki Arslan, 
            SabuncuoğIu ailesinin kızları, Şefika Sabuncu ile evlendi ye Çorum’a 
            enişte oldu. Çorum’u severdi,Dr Zeki Arslan, kendisini hep 
            Çorumluların hizmetine vakfetmişti. Erinden geleni ve aklının 
            erdiğini Çorumluların esirgememiştir. Uzun yıllarda İngiltere’de 
            sefaretimizin sağlık müşavirliğini yaptı İngiltere’ye gelen Türk 
            hastalar tarafından da hep hayırla anılmaktadır. Ondan 
            dinlediklerimiz de oldu. Bu dinlediklerimizin bazılarını sizlerle 
            paylaşmak istedim.
 
          
          
             - Çorum’dan Londra’ya gidenleriniz 
            varsa; eğer büyük mağazaları ziyaretten vakit ayırıp ta şehri 
            tanıyanlarınız olduysa bu büyük şehrin yeterince parklar; ye yeşil 
            alanları varmış. Bunlara giriş,çıkış, köpeklerle dolaşmaya onun 
            usulleri levhalardaki yazılarla belirtilmiş. Nerelerde köpeğinize 
            tasma takacağınız bile işaretli imiş. Bu levhalar üç yüz yıl önce 
            yerlerine konmuş. Aksini yapanlar için verilecek cezalar da yazılı 
            imiş. Demek ki;o zamanlar İngilizler arasında da nizam bozucular 
            bulunuyormuş. Bu gün itaatsizlik siz konusu değil;insanlar konan 
            kaideler sayesinde eğitilirmiş ve suç işlemez duruma getirilmiş.
 
          
          
             - Bunlardan, İngilizlerin sokakta 
            eğitilmiş olduğu anlamı çıkarılamaz. Fakat,sokakta da eğitim 
            yapılmış oldur anlamı pekala anlaşılıyor. Eğitimin yeri aile ye okul 
            olmasına rağmen, İngiliz milleti her fırsatı,bu arada sokağı bile 
            eğitim vasıtası yapabilmiştir. Dr Zeki Arslan’in bütün 
            söylediklerini bir yazıda toplamak mümkün değil ki!  
 
          
          
             - Halen,en az motorlu taşıt araçları 
            olan ülkeyiz. Buna rağmen,trafik kazalarında dünyada başa 
            güreşiyoruz. Yollarımız çok mükemmel olmazsa bile, standart 
            yollardır ve dikkatli,akıllı olunursa,yollarımız,trafik kazalarının 
            baş sebebi olmaz. Trafik kaidelerine de uymadığımız da ortada Trafik 
            işaretlerine ve konan kaidelere alışmamışız. Alışma alışkanlığımız 
            hep ters istikamette. Demek ki;bazı şeylere alışmak için bile, bir 
            eğitim düzeyinde olmamız gerekiyor. Eğitimse yalnız okulla elde 
            edilebilir. Eğitim ailede başlar başlamasına da, aile eğitimli 
            değilse, çocuğu da eğitimsiz mi bırakalım ? Ailedeki eğitim eksik 
            kalsın, biz bu imkanlardan faydalanmamış olalım fakat okul eğitimine 
            ayak direnmenin af edilir,mazur gösterilir tarafı olabilir mi?
 
          
          
             - Dr. Zeki Beye göre,İngilizlerin 
            yemek kıyafetleri resmi imiş. Kravatsız yemeğe oturulmazmış. Yatak 
            odası dışında pijama giyilmezmiş. İngilizce de ‘Sen” sözcüğü yokmuş 
            Bizde “Siz” sözcüğü pek kullanılır değil. İngilizlerin en çok 
            kullandıkları sözcükler arasında “Günaydın’,’İyi geceler” sözcükleri 
            bulunurmuş. Tartışmalar,hiçbir zaman kırıcı kavgalara yol açmazmış. 
            İngilizler onurlu insanlarmış ve başkalarının onuruna da saygılı 
            imişler Dr. Zeki Bey; İngilizler arasında yaşamanın bir zevk 
            olduğunu söylemişti, bir defasında.  
 
          
          
             - İngilizler üstlerine düşmeyen işlere karışmazlarmış. Ben bir 
            defasında, Norveç te buzulları görmeye gittim. Buzulun yanına 
            vardığımda, saat 22.00 sıralarıydı. İki küçük çocuk ve bir genç 
            çiftle karşılaştım. Fotoğraf çekmek için onlar bana, bende onlara 
            yardım ettim. Ben biraz erken ayrıldım. Kuytu bir yerde 
            dinlenirken,bu aile bana yetişti ye çocuklar,üşümüş olacaklar 
            ki,benim yanıma gelip oturdular çift bizi ayakta bekledi. Hangi 
            milletten olduğunu sorduğumda “Biz İngiliz’iz” dediler. Fakat onlar 
            bana hangi milletten olduğumu sormadılar Ben gururumu 
            takındım,onlara “Bende Türk’üm” demedim.
 
          
          
             - Medeniyet başkasına zararlı, 
            rahatsız edici olmadan yaşamaktır. Buna kendisini alıştırmış olan 
            insanların kendileri de alışkanlıklarından rahatsız olmuyorlar. 
            Medeniyet ilim değil, medeniyet teknik değil, medeniyet kültür de 
            değil. Medeniyet belki bunların hepsi. Bir milletin içinde pek çok 
            medeni insan olur. Mühim olan,istenilen milletin toptan medeni 
            olmasıdır Bu alışkanlık zahmetli değil.  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          44  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ÇEVRE YOLUMUZ
 
          
          
             - Çevre yolu; kuşak bulvarı (Boulvard 
            de ceinture) anlamında kullanılmaktadır bizde. Avrupa'nın  büyük  
            şehirlerinin bir kısmında,Paris gibi,şehrin bu adı taşıyan bir 
            bulvarla çevrilidir; bu çevre bulvarının dışı şehir sayılmaz. 
            Bulvarın içinde kalan kısımda,yani asıl şehirde, herkes  istediği 
            gibi at oynatamaz. Şehir planı yapılmış ve ilgili mercilerce tasdik 
            edilmiştir; orada belediye meclisi,canının istediği şekilde karar 
            alarak,binalara veya semte yeni  yükseklikler veremez;şehir ana 
            karakterini hep korur.
 
          
          
             - İstanbul'da,Boğaz köprülerinden  
            sonra yapılan çevre yolları,şimdi birer şehir caddeleri şekline  
            gelmişlerdir.  Çevre  bulvarını dışına inşaat izni vermemek kaydıyla 
            , İstanbul'un bir bulvara ihtiyacı vardır.
 
          
          
             - Ankara'nın bir kısmı tamamlanmış 
            çevre  bulvarı,eğer sözcüğün delalet ettiği anlama saygılı  
            olunursa, ülkenin  ilk çevre bulvarı olacaktır.
 
          
          
             - Çorum çevre yolumuz bir çevre 
            bulvarı değildir.  Çevre   bulvarına  Çorum'un   ihtiyacı yoktur. 
            Bizim ki  sadece  bir  normal  çift  yönlü yoldur. Bu yolun  dışına  
            şehir  taştığından  yol vasfını da kaybetmiş ve fonksiyonu ile, 
            Çorum için tehlikeli bir  durum  almıştır. Şehir  içinden geçen 
            şehirler arası çift yol,o şehir için tehlikeli  olmaz mı ? Bizim bu 
            şehirler arası yolumuz, bana öyle geliyor ki ;ileride Kuşsaray'dan 
            önce başlayıp,Şeker Fabrikasından sonra yola birleşerek  çift  yol  
            olacaktır.  O zaman bu yol yine çevre bulvarı olmayacaktır. Akıl ve 
            mantık,Çorum ovasının buğday tarlaları olarak bırakılmasını 
            emrediyor.
 
          
          
             - Bir  genç  kaymakam, üç  beş litre 
            benzin  tasarrufu yapmak niyetiyle,valinin arabasını  köprüden  
            dolaştırma  yerine,çaydan geçirmiş. Valinin arabası çamura saplanmış 
            ve kurtarılması  elbette ki  köylülerin  yardımıyla,tam yarım günü 
            almış. Dönüşte vali genç kaymakamı  yanına  alarak köprüyü dolaşmış 
            ve battıkları yer  hizasına  gelince  vali arabayı durdurtmuş. 
            Kaymakama :bak kaymakam bey oğlum, eğer sana yapılan teklif,devlet 
            parasını sarf etmeyi gerektiriyorsa düşünmeden onu yap. Yakacağımız  
            beş  litre  benzini bu devlet valisinden esirgemezdi. Sen bana yarım 
            gün kaybettirdin.  Bir  valinin   yarım günü beş litre benzin 
            karşılığımıdır ?  Kaymakam  bey oğlum demiş vali. Elbette kaymakam 
            da anlamıştır.  
 
          
          
             - Bizim  yukarıdaki  beyin  jimnastiğimiz, devlet parası sarf 
            etmeyi gerektirmiyor. Bu beyin  jimnastiğinin kimseye zararı yok. 
            Hatta bir kısmınıza, eğer  okuma zahmetine katlanırsa, beyin 
            jimnastiğini de yaptırmış olur. Bu bakımdan,bende bu  teorik  ve  
            birazda ileriye dönük temennileri yazıverdim.
 
          
          
             - Asıl  yazacağım, bu çevre yolunun 
            bitirilmesidir.  Çevre  yolu  vasfını  kaybetmiş olsa bile  bu  yol  
            bitmelidir. Bu yol yılan hikayesine dönmüştü.  Bir  çift  yolu  
            bitirmekten aciz olan kudret sahiplerinin,Çorum Üniversitesini başar 
            maları beklenemez.
 
          
          
             - Bunlara,mademki 
            beceremiyorsunuz,üniversite işini bırakın demiyorum. Yanlış 
            anlaşılmak istemem. Aciz sözcüğümde; devlet temsilcileri için 
            kullanmıyorum. Bazı kesimlere göre kudret sahibi,sorumsuz olan kendi 
            kurumlarıdır. Akılları böyle gelişmiş.
 
          
          
             - Bir  çift  yolun  ihalesini  CHP 
            koalisyon Hükümeti  zamanında  Sayın  Çulhaoğlu  yapmıştır. Bu 
            yol,Köy Enstitüleri,Halk Evleri,Öğretmen  Okulları değildir 
            ki,kapatasınız. Bu yol özelleştirme  kapsamına girmez. Bu yoldan 
            kurtulmanın  tek  yolu, onu bitirerek,ondan kurtulmaktır. Trafiğin 
            en yoğun olduğu bölgede,basit bir yolun yapımını  bir  şehrin başına 
            bela edip sürüncemede  bırakmak;ihmal edenleri hayırla andırmaz  
            insanlara.  Artan  maliyette, yine bu milletin  sırtına yük olarak 
            bindiriliyor. Hiçbir ilimizin yolu, bizim 
 
          
          
             - Çorumunkiler kadar ihmal edilmiş değil. Buna rağmen,ihmal 
            edenleri, politik  yönden el  üstünde  tutan  insanları da,aklı 
            başında olanlar normal olarak vasıflandıramazlar.
 
          
          
             - Hak  aramak ve haksızlık karşısında 
            dikilmekle fazilet kendisiyle ifade edilir. Fazilet sözcüğünün 
            vasfını değiştirmiş olmamalıyız.
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          45  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           HAYAT KISA AMA...
        
        
           İnsan ömrünün kısalığı hakkında herkes 
          fikir birliği içinde. Ortalama ömür bizde 65 yıl etrafında dönüyor. 
          Eskilerde daha da kısa idi. Garbi Avrupa ülkelerinde ve bilhassa şimal 
          ülkelerinde daha uzun. Uzun dedikse,bizdekilerin iki misli falan 
          değil; 84 yıl olarak kabul ediliyor. Bunlar aslında tatminkar olmaz. 
          Ömrün yarısını bir şeyler öğrenmek için sarf ettiğimizi göz önünde 
          tutarsanız,yaşamak için size kalan göz doldurucu olarak kabul edilmez. 
          Ömür kısadır ve insanlar için acınacak durum vardır.
        
        
           Ömür kısa olunca,insanların bu kısa 
          ömür daha iyi,daha varlıklı ve daha renkli kullanılması gerekmez mi ? 
          Bizim memlekette bunları söyleyecek bir kişi çıkabilir ? Bizim 
          memleketimizin neyi eksik ki ? Hayatımızı daha imrenilir şekilde 
          geçirmiş olmayalım. Topraklarımız verimli,dağlarımız ve vadilerimiz 
          güzel,güneşimiz de bol. Daha mutlu yaşanılan memleketlerde bunlar bile 
          yok. Neden biz mutsuzuz?
        
        
           Ülkemize bir bahane bulunmaz. İnsan 
          hayatını devam ettiren her cins imkan mevcut. Kendi kendimize yeter 
          durumda olduğumuz devirler olmuştur. Biz daha imkanlar yaratmak 
          istedik ve daha büyük çıkmazlara girdik. Daha iyi olmadık,daha kötü 
          durumlara düştük. Ülke aynı ülke ve yönetimde,ismen de olsa mutlu olan 
          insanların yönetimi. Gelip gördük ki;bizler hayatımızı bir türlü 
          düzene koyamıyoruz. Kabiliyetsiz insanlar tarafından yönetildiğimizi 
          kabul etmek zorundayız. Ben bir ömür “Nurlu ufuklar” nutukları 
          dinledim geldim. Bu ufuklardan karabulutlar hiç eksik olmadı. Savaş 
          gibi felaketler de görmedik,bunlara rağmen bu güzel ülke,mutlu olmadı. 
          Mutlu insanların yaşadığı ülke olmadı.
        
        
           Ben insanlarımızın kabiliyetsiz 
          olduklarına inanmam. İnsanlarımızın yetişme şeklinde eksiklikler var. 
          Yetişmiş insanlarını arayıp bulma hasletine de sahip değiliz. Bizim 
          yetişmiş insanlarımız dışarıda,başka yabancı ülkelerde başarı 
          gösteriyorlar. Hatta bu insanların ülkemize gelmeleri ve görev 
          almaları onların başarılarını da devam etmelerini temin etmiyor. 
          Dışarıda başarılı,içeride başarısız olup çıkıyor. Dışta başarılı,içte 
          Türkiye'de başarısızlıkları alay mevzuu bile oluyor. Elbette ki;oda 
          mutsuzlar arasında yerini alıyor veya terki diyar edip gurbet hayatına 
          yeniden başlıyor. Yetişmişleri kullanma,yetiştirmeyi 
          bilme,yetiştirdiğini taktir etme. Nasıl mutluluğa ereceksin?
        
        
           İnsanlara hizmet kutsaldır. İnsanlar 
          hizmeti değer. Medeni insanlar toplum hizmetlerinden zevk duyarlar. Bu 
          zevkin yerini tutacak başka bir şey de yoktur. Bu insanların toplum 
          içinde yer bulması,hizmetlerin taktir edilmesi gere-kir. Toplum 
          hizmetlerinden zevk almayanlarla, alanların arasında bir fark 
          bulunması gerekir. Toplum bu farkı kendisi benimseyecek ve yapacaktır. 
          Bu ayrımı yapamayan toplum,iyi hizmetlere layık olmaz ve 
          sefaletten,sıkıntıdan da kendisini kurtaramaz. Toplumu sevenle,toplumu 
          alay edeni bir tutarsan,alay edeni daha üstün tutarsan,hizmet insanı 
          yetişir mi ? Acındırmaya hakkın olur mu? Toplumun kendi 
          sorumluluğunu,tıpkı birey gibi anlamış olması gerekmez mi ?
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          46  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - AMERİKAN ZENGİNLERİ
 
          
          
             -             Amerikan zenginleri,kendi gençlerinden şikayet 
            ediyorlar: Paranız var,engin yaşa gelince kendinize ev 
            bulabiliyorsunuz. Yazları denize,kışları da dağ spor tesislerine 
            gidebiliyorsunuz. Evlerinizde her türlü dayanıklı beyaz eşya mevcut. 
            TV almakta müşkilatınız yok. Hemen hemen hepinizin sevgilileriniz 
            var. Acaba;daha neler istersiniz ? Dünya gençliği bunun çok azına 
            bile hasret çekiyor.
 
          
          
             -             Amerikan Başkanı John Kennedy bunları kabul ediyor 
            da,zenginlerin düşünce tarzına iştirak etmiyor. O da,zenginlere: 
            Sizlerinde evleriniz, kışlık, yazlık, sayfiyeleriniz, 
            otomobilleriniz, uçaklarınız, karılarınız ve metresleriniz var. Bir 
            telefon şirketinin geliri,20 ülkenin milli gelirinden fazla. Daha 
            fazla kazanmak için gayret içindesiniz. Bu parayı ne yapacaksınız ? 
            İşte Kennedy'in katledilişinin sebebi bu sözlerdir. Bu sözlerin 
            doğruluğu,hiçbir zaman ortaya konamayacaktır. Kennedy dünyanın fakir 
            milletlerine yardım edilmesi kanaatini taşıyordu.
 
          
          
             -             Başkanın Adliye Vekili olan kardeşi Kennedy,başkan 
            adayı oldu. Bir konuşmasında o da,fakir milletlerin durumlarına ve 
            Amerikanın servetine temas ett. “Dünyada fakir milletlerine yardım 
            edilmelidir,yoksa bu büyük serveti bize rahat yedirmezler” dedi ve 
            aynı anda kurşunu yedi.
 
          
          
             -             Bir Başkanın Ölümü adlı kitabın yazarı ve başkanı 
            ailesinin arkadaş ve dostu olan zat diyor ki:”Amerika'da büyük 
            zenginler,başkanlara istediklerini yaptırırlar. İstediklerini 
            yapmayıp ve zamana bırakanları da öldürtürler”   Görülüyor ki;  
            paranın   yapamadığı yoktur. Para Amerika'da katilliklerin bile 
            teşvikçisi olabilir.
 
          
          
             -             “Dünyayı pek yakında,30-40 şirket idare 
            edecektir,sözü doğrudur. Sayın Sabancı da bu sözü kullanmıştır. Ben 
            otuz veya kırk dünya şirketi içinde bir Türkün gireceğini 
            düşünmüyorum. Bu dünya büyük şirketleri sadece zengin değil,politize 
            de olmuşlardır. Bunlara Amerika'nın gizli devleti de demek 
            mümkündür. Yaptıkları işlerde hep gizli kalmıştır ve bundan sonra da 
            gizli kalacaktır.
 
          
          
             -             Dünyada şimdilik 182 devlet var. Büyük şirketlere 
            sahip devletlerin başında Amerikalara Rusya çağrılmıştır. G7 lere 
            Rusya çağrılmıştır. Şimdi G8 ler olarak anılıyorlar. Rusya'nın 
            çağrılışı daha politiktir. Rusya'yı idare etmek,komünizmi idareden 
            daha kolay ve daha az masraflıdır deniyor.
 
          
          
             -             Bu G8 lerin dışında ekonomik söz sahibi olunamaz. 
            Bunlarla rekabet edilemez. Bunlarla aşık atılamaz. Bunlar insanları 
            da,devletleri de eritirler. Bunlardan istifade etme aklı,akıl 
            değildir. Bunlar içinde kaybolacaksın. O zaman bu durumu görmek 
            istemiyorsan,”ayı ile yatağa girme” sözünü akılda tutmak zorundasın. 
            Sen istemezsen,onların şerrinden masun kalmak mümkündür.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          47  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - NEREDEN BAKARSAN
 
          
          
             -             Bizim ekonomik düzenimiz, neresin den bakarsan iç 
            açıcı değil. Daha doğrusu,her tarafı bozuk. 50 seneden beri nurlu 
            ufuklar edebiyatı,ülkeyi bu duruma getirenler daha ölmeden 
            bile,iflas etmiş durumda. Bir çare düşünebilecek kimsede 
            görünürlerde bulunmuyor.
 
          
          
             -             Biz Osmanlı Devrinde bir borç ve kapitülasyon 
            devrini yaşamış idik. Ülkemizde yabancı sefirler,devlet adamlarını 
            azarlamaktan çekinmezlerdi. Onların istekleri olmadan,bir kanun 
            bile,ne kanunu padişah fermanı bile çıkmazdı. İsmet Paşa Lausan 
            konferansı sırasında ise,İngiliz Hariciye Nazırından (Lord Cuson) 
            borç istemenin yollarını öğrenmişti. Borç istendiği zaman,parayı 
            alabilmek için,anlaşmaya konan maddeler birer birer geri alınacak ve 
            sonradan borç verilecekti.
 
          
          
             -             Bu ağır sözlere tekrar muhatap olmamak 
            için,1950'lere kadar ülke kendi yağı ile kavruldu. Hasiyetimizi 
            koruyarak, kalkınma yolunda bir mesafe bile alınmıştı. Çok partili 
            dönemle beraber,daha hızlı kalkınma sevdasına düşüldü. Borç almak 
            için her türlü çareye baş vuruldu. Ülke borçlandı ama,ülke 
            kalkınamadı. Bu günde açlıkla karşı karşıya kaldı.
 
          
          
             -             Bu hükümet,üç yıldır iş başında. Nurlu ufuklar 
            edebiyatını bunlardan da dinledik. Enflasyon tek haneli rakamlara 
            inecekti. % 29 seviyelerine indiğini bizzat Başbakanımız 
            müjdelediler. Birde baktık ki bir gecede ekonomi yıkıldı ve Türkler 
            %40 nispetinde fakirleşti.
 
          
          
             -             Bu bir ekonomik yol olmaz. Bunda bilgi var denemez. 
            Bir günde yıkılabilen ekonomiye ekonomi denemez. Eski birikimlerden 
            bahseden bir Başbakana artık inanılamaz. Bir devlet yönetimi bu 
            kadar basiretsiz olmaz. Hele hele ülkeyi düzeltmek için iş başına 
            öğünerek gelip de,üç yıl sonra ülkeyi batağa saplayan bir 
            iktidarın,bataktan tekrar çıkarılmasına izin verilemez. Ne yapar 
            iktidar ? Hiç şüphesiz eski yaptıklarını yapacaktır.
 
          
          
             -             Bildiklerini bu iktidar tatbik sahasına koymuştur. 
            Daha bildikleri olsa,onları da tatbik    sahasına koyacaktı.
 
          
          
             - Bu iktidarın bildikleri bunlardır. 
            Bu iktidarın deneyimleri bunlardır. Bunlarda işe yaramamıştırlar. O 
            zaman bir şeyler yapmak gerekir. Başka ülkeler neler 
            yapıyorlarsa,onları yapmak gerekir. Ülkeyi felakete sürükleyen bir 
            iktidardan keramet beklenemez. Keramet akıllı insanların bekleyeceği 
            bir şeyde değildir. Mürşit akıl değil midir? Şu yapılanlarda akıl 
            kokusu duyuluyor mu? Bu iktidarın yapacağı en iyi şey çekilmektir. 
            Çekilmek ve milletin kararlarına boyun eğmektir. Bocalamak akıl 
            değildir. İktidar yapabileceklerinin hepsi yapılmıştır. Takati 
            de,bilgisi de,deneyimi de budur iktidarın. İktidar bundan üzüntüye 
            kapılmamalıdır.
 
          
          
             - 16 milyar dolar borç veriliyor. Bu 
            borcu alabilmek için,Milli iradeyi temsil eden meclise program dikte 
            ettirilebiliyor. Telekom satılacak ! Bankalar Kanunu istenildiği 
            gibi çıkacak! Sübvansiyonlar kaldırılacak ve işçiye sıfır artırma 
            yapılacak. Bunları bizim devletimiz kendisi düşünebilir,eğer ihtiyaç 
            varsa hepsini yapabilir. Yabancı bir para kurumunun bu dayatması bir 
            devlet istiklali ve hasiyeti nasıl bağdaştırılır?
 
          
          
             -             Ben bir başarı beklemiyorum. Dün bir gecede yıkım 
            nasıl olmuşsa,yarında aynı yıkım olabilecektir. Her krizden 
            çıkışta,bu günkü gibi tavizlerle olacaktır. Bu tavizlerin sonunda 
            siyasi olacaktır.
 
          
          
             -             Yine bana göre,bizim Milletimiz bu yıkımın altından 
            kalkabilir. Biz fakir bir ülke değiliz. Bizim imkanlarımızı ortaya 
            çıkartmak için,bir güven ortamının yaratılması gerekir. Her şeye 
            rağmen,Milletimiz Devletine bağlıdır ve saygılıdır. Türkler 
            Devletsiz yaşayamaz. Hem eleştirir ve hem de sahip çıkmasını 
            biliriz. 200 milyar dolar bir haftada temin edebiliriz. Bu iktidarla 
            bunun mümkün olması mümkün olmaz. Güven ortamı yaratılmalıdır. Bu 
            iktidar gitmeli,yeni bir çare bulunmalı ve Millete müracaat 
            edilmelidir. Başka bir yol düşünülemiyor. Milletin inandığı bir 
            yönetimi bulup ortaya koyacaksınız. Yeni insanları arayıp 
            bulacaksınız. Bunların hepsi bu ülkede vardır diyoruz. Ülkenin 
            göbeğini bu günkülerle kesilmeli. Bunlar uzaklaşmadan da yenisi 
            düşünülemez. Bu ülke batmaz ve bunlar devam ederse o korku 
            gelebilir.
 
          
         
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          48  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           MAKYEVELLİ KİM OLUYOR? 
          
        
        
                       Prof. Dr. Ünsal YAVUZ’UN Cumhuriyet Gazetesinde;16 
          Temmuz da çıkan yazısı,bana bu sorunu hatırlattı. Ben; Makyevelli’nin 
          “Prens” atlı kitabını okumuştum, iktidara gelme ve onu koruma 
          yollarını anlatır kitap. Bir nevi,gaye için,ahlak dışı olsa,her 
          vasıtanın  kullanılabileceğini telkin eder kitap. Cumhuriyetteki 
          yazısında,siyasi partilerimizin her birinin,bu metotları,tıpkı 
          Makyevelli’nin  telkini gibi en ince teferruatına kadar tatbik ede 
          geldiğini anlatmaktadır. Kimi dini,kimi kıyafetleri,kimileri de 
          Milletin batıl inançlarını veya tarihi olayları,kendileri için birer 
          Makyevelli sorunu yaparak kullandıklarıdır. Bizim partilerimiz 
          Makyevelli tahsil etmediler. Makyevelli’nin kitabını da tetkik ettirip 
          prensipler tespit yaptırmadılar. O halde;bu hassamız nereden geliyor 
          diyelim ?
        
        
                       Aslına bakarsanız Makyevelli; iyi bir müşahede yaparak 
          bu düşüncelerini düzene sokmuştur. İnsanların tabiatında,gayeye varmak 
          için takip edilecek yolun izleri vardır. Bazıları bu izleri 
          frenler;bazıları da frenleme ihtiyacını duymaz. Her insan;biraz 
          ileri,biraz geri Makyevelli metotlarını kullanır. Bunların sistematiğe 
          edilmesi ise,bir müşahede (gözlem) işidir.
        
        
                       Makyevelli ahlak dışı bir şey geliştirmiş değildir. 
          Bizim partilerimiz;her biri bir uğraşı alanı seçerek,onu Millet 
          üzerinde işliyorlar. İrtica kokan partilerde bu daha çok göze batıyor. 
          Yoksa partilerimiz yapacakları işleri sıraya koyarak Milletin önüne 
          çıkıyor değiller. Geri Milletlerin hemen hepsinde bu düşünceler hakim. 
          Medeni ülkelerde bu yol geçerli sayılmaz. Bu sonuçlarda insanlar 
          düşünür ve ayıp olanlarla,tatbik sahası bulmayacakları ayırt 
          edebilirler. Bu ülkelerde kimseler; Makyevelli metodu takip etmeye 
          soyunmazlar.
        
        
           Makyevelli mütevazı bir hayat yaşamıştır. Sistematize ettiği ve 
          kitaplaştırdığı fikirleri tatbik sahasına kendisi koymamış,buna 
          tdeşebbüs etmemiştir. Şehrin basit bir katibi olmakla kalmıştır. 
          Prensin iktidara gelmesi için fikirler gözlemleyip sıralamalar yapan 
          insanın,bunları kendi siyasi başarısı için niçin kullanmaya kalkmadığı 
          da soru işareti olarak kalmaktadır. Genel olarak,düşünen insanların 
          düşündüklerini tatbik sahasına koyduklarını da biliyoruz.
        
        
                       Makyevelli’nin birkaç aşk macerası dışında,ahlak dışı 
          sayılabilecek bir hareketi görülmemiştir. Birkaç aşk mektubu 
          yazmanın,hangi memlekette suç sayıldığını gördünüz mü? Makyevelli;aldığı 
          maaşı ile iktifa etmiş,hiçbir zaman iktidarda olan insanlara yakınlık 
          göstermemiştir. Onlardan beklentileri olduğu da bilinmiyor. Belki de 
          yalnız bir merak dürtüsü onu,iktidar yolunda insanların nasıl hareket 
          etmeleri gerektiği üzerinde fikir toplamaya sevk etmiştir.  
        
        
                       Şu yazdığım gözlemleri herkes yapmaya kendimizi 
          alıştırmış olarak, Makyevelli’ye taş çıkartacak olayları tespit 
          edebiliriz. Makyevelli Devlet yönetimi için bu gözlemleri düşünmüş ve 
          yapmıştır. Biz şahsi ve süfli çıkarlar için bunu yapıp geliyoruz. Bu 
          insanlar aramızda oldukça kalabalık bulunurlar. Gariptir ki;anamızda 
          namusluluk ve dürüstlük iddiasında olanlarda,ekseriya bunlardır. 
          Bunların yanında Makyevelli yaya kalır.  
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         49  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - YETİŞMİŞ ADAMIN VARSA 
            
 
          
          
             -             Biz memleketimizde,1950’den beri nurlu ufuklar 
            edebiyatı dinledik. Kalkınmada hep önde olduğumuzu duyduk. Küçük 
            Amerika olacağımı da kulaklarımıza fısıldandı 
            değil;meydanlarda,binlerce kişinin önünde,yüzümüze karşı haykırıldı. 
            Ben;aklımla düşündüğüme inanmış olduğuma rağmen,acaba ben mi menfi 
            düşünüyorum diye içimde şüpheler uyandı. Bu gün artık herkes aynı 
            kanaate gelmiştir. Türkiye kalkınmış değildir. Türkiye açlıkla 
            pençeleşmektedir. Türkiye Osmanlıdaki denemelerine 
            rağmen,ödeyemeyeceği bir borç yükü altına girmiştir. Artık ortalarda 
            eskiden olduğu gibi,ağzı köpürerek ve bu köpüğü dinleyenlerin 
            üzerine saçarak alimce tavırlar içinde konuşanlar yok. Şimdi 
            herkes,suçları üzerine yükleyebilecek birilerini arıyor. Suçu 
            yüklenen bulunur mu bu ülkede ?
 
          
          
             -             Ben;İkinci  Cihan Savaşından sonra,Avrupa’nın 
            yıkılmış halini gördüm. Savaş bittikten sekiz sene sonra 
            bile,şehirler enkaz yığını halinde duruyordu. Fransızların açıkta 
            kalan bir çok insanı,Hitler’in top evlerine yerleşmişlerdi. Mazgal 
            deliklerine pencere çerçeveleri yerleştirmiş ve camlar takmışlardı. 
            Bir buçuk metre kalınlığındaki duvarların içinde aileler yaşıyordu. 
            Çadırda yaşayanlar da vardı. Tek evi birkaç ailenin paylaştığı da 
            oluyordu. Dil öğrenmek için münasebetler kurmaya çalışıyor ve 
            gittiğim evlere çiçek demetleri götürüyordum. Üniversite dil 
            kurslarında bilinmiş olacak ki; çiçek yarine dört adet yumurta veya 
            iki adet biftek götürmem bile bana tavsiye edildi. Dediklerini 
            yaptım ve itibarımın arttığını gözlerimle gördüm. Fransa’da ziraat 
            memleketi olmasına rağmen halk açtı. İnsanlar kira ödeyemez durumda 
            idiler. Çalışmak işte kolay kolay bulunmuyordu. Ev inşaatlarına 
            nadiren rastlanıyordu.
 
          
          
             -             Bu durumdaki Avrupa ülkeleri kalkındı. Bu gün 
            oralara gitmek için insanlar, ölümlerine bile mal olacak maceralara 
            bile katlanıyorlar. Avrupa bu kadar merhametsizce yıkılmış olmasına 
            rağmen,nasıl oldu da nispeten kısa sayılacak bir zaman içinde,her 
            bakımdan mutluluk memleketi oldu ? Bunun cevabı o kadar zor 
            değildir. Ülkeleri insanlar kalkındırır. Para da gereklidir ama,para 
            bizdeki gibi bulunmuş olsa bile,o parayı adam gibi kullanacak 
            insanlar yoksa kalkınma temin edilemiyor. Parayı kullanacak yetişmiş 
            insanların bulunuşu,en az para kadar kıymet taşıyor. Gerek Fransa ve 
            gerekse bütün Avrupa ülkelerinde yetişmiş insanların hepsi 
            ölmemişti. İlk fırsatta bu yetişmiş insanlar,memleketleri için 
            yetişmişliğin ne demek olduğunu gösterdiler. Parasıyla yetiştikleri 
            memleketin hizmetine koştular. Başardılar.
 
          
          
             -             Biz Türkiye olarak,savaş hazırlıkları içinde 
            olduk;ama yıkılmadık. Evlerimiz,köprülerimiz ve büyük binalarımız 
            yıkılmadan kaldı. Savaşın hemen sonunda,ufak tefek yardımlar da 
            gördük. Daha sonraları borç alarak kalkınmayı da denedik. Bütün 
            bunlara rağmen,geldiğimiz nokta,gelişmemiş Asya ve Afrika 
            ülkelerinin hizasındadır. Açlıkla pençeleşiyoruz. Elbette bal tutan 
            parmaklarını yaladı. Alınan borçtan herkes kabiliyeti nispetinde pay 
            sahibi de olmuş. Artık bunları televizyon ekranlarından bile 
            rahatlıkla söyleniyor. Takibat falan da yok. İş yapan adam yok 
            ama,takibat yapacak tamı yok?
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          50  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ZORUNLU MADDELER
 
          
          
             - Zorunlu maddeler tabiri her dilde 
            mevcut. Her dilde öncülük taşır bu maddeler. Yaşamak için,olmazsa 
            olmaz anlamı ile yüklüdür. Bunun için,hem bulundurulmasında ve hem 
            de fiyat sorununda ehemmiyet kazanır. Herkes için kıymet taşıyan 
            maddelerin lüks sözcüğü ve düşüncesiyle bir ilgisi yoktur. İnsan 
            haklarının başında gelen yaşama hakkı değil midir ? O zaman,yaşamak 
            için gerekliliği zorunlu olan bu maddeler,herkes için aynı 
            ehemmiyeti taşır. Bu zorunlu maddeler,hiçbir şekilde ticaret 
            sorunu,servet sorunu,kazanç sorunu olamazlar. Bunlardan da,bu 
            maddeler hayrına dağıtılacak anlamı çıkarılmaz. Her cins yönetici,bu 
            zorunlu maddelerin bulundurulmasına yardımcı olacak ve fiyat 
            işlerinde normal bir düzeyde tutacaktır. Herkes bu maddeleri 
            istismar vasıtası yapamaz. Fahiş karlar bu maddeler üzerinden 
            yapılmaz. Çünkü;bu maddeler insanların yaşaması için,cidden zorunlu 
            olan maddelerdir.
 
          
          
             - İbn-i Sina'ya  sormuşlar: Hastalar 
            ne yesin ? Büyük tıp alemi : Zenginler bildiğini,fakirler bulduğunu. 
            Demiş. Bizim memleketimizde daha bu İbn-i Sina metodu caridir. Bizim 
            sorunumuz hastalarla değil,normal olarak yaratılmış,sadece normal 
            yaşamak isteyen insanların zorunlu ihtiyaç maddeleridir. Bu maddeler 
            alınmazsa,insanlar hasta olacaklardır. Yaşam tehlikeye girecektir. 
            Yaşamak hakkı kutsal kabul edilmiş bir insan hakkı değil midir ?
 
          
          
             - İnsanların bedeni,çalışma 
            şekillerine göre alacakları günlük kalori belirtilmiştir.  Bunun 
            yarısı karbonhidrat,diğer yarısı da yağ ve proteinlerden oluşur. Ana 
            maddeler bunlardır. Bunların bulunduğu maddelerde belirtilmiştir. 
            Bütün gelişmiş ülkelerde,yaşamak için asgari olarak hesap edilen ana 
            maddelerin ham maddeleri,herkesin anlayacağı şekilde ismen tespit 
            edilmişlerdir.
 
          
          
             - Ekmek,et,süt,yumurta,tereyağı esas 
            gıdalardandır. Fransız devleti jambonu dahi Ana gıdalarından 
            saymaktadır. Belki çikolata ve dondurmayı ana gıda maddeleri içinde 
            sayan devletler vardır. Biz ağzımızın tadını pek bilen millet 
            olmadığımız için,o kadar incesine gitmeyelim. Bizim esas olanları 
            ihmal edebilir miyiz ? ekmek alacaksınız. Ekmek yerine koyacağımız 
            bir bulgu henüz yok. Bu ekmekle yenecek ve tencerede pişirilecek 
            maddeleri de alacaksınız. Bu dediğimiz maddelerin hem bulunması ve 
            hem de fiyatlarının adam gibi normal ölçüde bulundurulması 
            gereklidir. Yöneticilerce onun bağlı olduğu devlet,bunları göz 
            önünde tutmak zorundadır. Bu insanlar yaşayacaklardır.
 
          
          
             - Bu insanların ısınması,karanlıktan 
            kurtulması da ekmek kadar zorunludur. Bunların temini ve kontrol 
            edilmesi devlet olma vasfının gerekleridir. Devlet vatandaşları için 
            vardır deyince,buna da o devletin vatandaşları inanınca o devletin 
            görevlerini yapması gerekir. Serbest Pazar ekonomisi ve Küreselleşme 
            saçmalarıyla da bir ilgisi yoktur. Avrupa devletlerinde bunlar 
            vardır ve bu devletler serbest Pazar ekonomisi edebiyatı yapanlar 
            değil,bizzat yaşayanlardır. Bunları nasıl anlatacağız?
 
          
          
             - Sokağı insanlara yasaklıyoruz. Biz 
            bunun taraftarıyız. Sokağa dökülmeyi men edince,onu itemeyince,o 
            zaman aklınızı kullanmak gerekecektir. Vicdanınız yoksa 
            bile,aklınıza danışacaksınız.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          51  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - HER İŞ KIYMETLİDİR
 
          -             Her iş emek neticesidir. Emeğin de bir kıymeti 
          olmalıdır. Emeğin kıymeti vardır ;emek kutsaldır diyenleri 
          dinliyorsunuz. Nutuklarda ve yazılarında emek kutsaldır dedikleri 
          halde,bu insanların yetkili yerlere yerleştikleri zaman emeğin 
          istismarcısı oldukları görülüyor.
 
          -             İstismar kötü bir şey. Eğer emekte istismar yoluna 
          giderse,o da hem kutsallıktan sıyrılır ve hem de kötüler arasında bir 
          yere yerleşir. Emek dahil;kim olursa olsun insanları istismar edenler 
          kötüdürler.
 
          -             İnsan istismarını önlemek için,toplumlar ve siyasi 
          otoriteler bazı kaideler bulmuşlardır. İstismarla ilk uğraşan,onu 
          kendisi için meşgale seçen dinler olmuşlardır. Dinlerde insanlar için 
          mevcut olacaklarına göre,uğraştıkları arasına istismarı almaları 
          normal karşılanmalıdır. İnsanlık var olmalı,bu uğraşılar,çeşitli 
          adlarla ve çeşitli kurumlarda faaliyet göstermiş olmalarına 
          rağmen,önleyici olmakta yeterli olamamışlardır. İstismar tam önleyecek 
          bir usul de bulunamamıştır. İnsanlık aramalarında da vaz geçmiş 
          değildir. İnsanların birbirlerini istismarı;başka canlılar arasında 
          görülmüyor. Olsa bile insanlar arasındaki,insanlık sınırlarını bile 
          geçiyor.
 
          -             Şu Avrupa’da bu istismarı önleyen bulunmuş çareler 
          bizde bulunandan çok fazla etkinlik gösteriyor. Avrupa’da;hele büyük 
          bir şehirde yaşıyorsanız bunaldığınız an başvuracağınız yerler vardır. 
          Bunu bunalmak diye tasvir etmek bile doğru olmaz. Evinizde bir arıza 
          ile karşılaştığını zaman,yakın bir tanıdığınız yoksa işçi bulma 
          kurumuna müracaat ediyorsunuz. Onlarda bütün sanatkarların isimleri 
          adresleri var. Kurumu adı aynı zamanda iş bulma kurumudur. İstediğiniz 
          usta evinize geliyor. Yapılacak işi görüyor ve gerekli malzemeleri 
          tespit ediyor. İsterseniz malzemeyi kendiniz alıp getirebiliyorsunuz. 
          İsterseniz ustalar bunları temin ediyor. Faturasını size getireceğine 
          göre endişeleneceğiniz bir şey yok. Faturasız bir şey satılmaz 
          Avrupa’da. Buna uymadan da bizi Avrupa’nın içine almazlar. 
          Sahte,naylon fatura yok orada. Alırken de verirken de,aldıklarınızı 
          satarken de fatura önde geliyor.
 
          -             İşçi gerekli tamiratı yapınca da,saat üzerinden 
          hesabını yapıyor ve faturasını kesiyor. Vergi kaçakçılığı olur mu 
          memlekette ? Olmuyor da. İşçilerinde,bizdeki doktor ücretleri gibi 
          saat ücretleri belli. Yapılan iş para yönünden kıymetlendirilmiyor. 
          Hekimlikte de öyle değil,maktu olarak belirlenmiştir. İşçilerde saat 
          ücreti olarak belirlenmiştir.
 
          -             Bizde  bu işi alaturka. Taktir yetkisi işçinin 
          kendisinde. Bir rakam söylüyor. Bunu ödemek sorundasınız. Fatura 
          istemeniz de adet olmamış. İstediğinizde de alabileceğini düşünülemez.
 
          -             Ne  ticaretin ve ne de sanatın serbestisi bu değildir. 
          Yapılan işin ücreti o ülkede olmazsa bile,o şehirde aynı olmalıdır. 
          Bunların tespiti devlet veya mahalli otoriteler veya meslek odalarınca 
          yapılmalıdır. Bunların hiç biri yapılmıyorsa,hiç birisinin mevcut 
          olmasına ihtiyaç var denemez.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          52  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - GÖRÜNÜŞ AYNI DA!!
 
          -             Arjantinlilerin halini gördükçe,bizim yetkilileri 
          telaş sardı. Arjantin'in durumunun ayrı olduğunu,bize benzemediği 
          edebiyatı yapılmaya başlandı. Durum niçin ayrı olsun. Arjantin de 
          bizim gibi enflasyon içinde yaşıyordu. Bu rejim altında engin daha 
          zengin olacak,fakir de her geçen gün daha fakir olacaktı. Bu genel 
          kaide değişir mi ?
 
          -             Zaman içinde bu genel kaide yerini buldu. Dengeler 
          bozuldu. Tıpkı bizde olduğu gibi. Devlet ödeyemeyeceği borcun altına 
          girdi. Devlet soygunuyla,bizde olduğu gibi Arjantin'de de büyük 
          ihtimal bir zengin sınıfı yetişti. Onlarda da az bir kesim lüks bir 
          hayatın içine gömüldü. Onlarda da,tıpkı bizde olduğu gibi bir ekmeğe 
          muhtaç olacak duruma geldi. En sonunda bıçak kemiğe dayanınca millet 
          sokaklara döküldü. Hangisini öldüreceksin,bir milletin hepsi 
          öldürmekle bitirile bilinir mi ? Demek ki;millet ölüp kurtulmaya karar 
          verdi. Bizde bazen bazı şeylerden baya gelmek için verip de kurtulalım 
          demiyor muyuz ?
 
          -             Bu olanlar bilinmeyen şeyler değil. Ben şu 
          Çorum'da,İngiltere'nin dış ticaret açığını kapatmak için,Dünya 
          Bankasından aldığı 2 milyar doların yarısını kullandığı,yarısını da 
          işler düzeldiği için geri iade ettiğini yazmadım mı ? Fransız 
          Başbakanı Mendes France'nin “Chuisire” adlı kitabında borç alınan 
          paranın akıllı kullanılmazsa, memleketi felakete,uşaklığa 
          sürükleyeceğini yazdığın size Türkçe'ye çevirerek bildirmedim mi? 
          Bunlar işe yarıyor mu ? Aldığınız borcun bir kısmını çaldırıyor,bir 
          kısmını da cari hesaplara aktarıyorsanız,bu borcun ödeneceğini de hiç 
          düşünmüyorsanız,bu işin çıkış yolu olur mu ? Bu geldiğimiz noktaya 
          demekki Arjantin de aynı yollardan geçerek gelmiş. Başka bir şey de 
          düşünülemiyor. Borç batağına girince kaidelenmiş usuller size,onlara 
          da tatbik edilecektir. Borç affı diye bir şey düşünülemez. Paranın tek 
          amacı daha büyümektir. Bunun içinde para,daha ve her zaman kazanmak 
          zorundadır. Paranın ana kaidesi budur. Bunun sonu ne olacaktır ? Bunu 
          daha düşünen olmamıştır.
 
          - Arjantin milleti sokağa dökülmüştür 
          de,sorunlarla sokakta yoluna girecek midir ? Ben sanmam. Sokakta 
          sorunlar halladildiği görülmedi. O zaman akılla iyi düşünmek gerekir. 
          Demokrasilerde çareler de bitmeyeceğine göre,onun içinde de arayışlara 
          yönelmek gerekir.     Seçimlerden önceki hükümeti yıkılışını düşünün. 
          Bir bankanın hortumlanması ortaya konmuş ve hükümet düşürülmüş idi. 
          Hükümet düşüren parti meclis dışı bırakıldı. Bu partilerin 
          yapacakları,eski yaptıklarının devamı olacaktı. Oldu da. Bir 
          insan,nasıl bildiği dışında düşününce üretemezse,partilerde öyle öyle 
          olacaktır, bunlar oldu da. O zaman,bu iktidarı ortaya koyan millet hiç 
          mi suç payı üstlenemez?
 
          -             Ayrıca;bizim kutretli bir ordumuz var. İyi organize 
          ordumuz,sokak hareketlerine izin vermez bu ordu. Sokak düşünenlerin 
          çok dikkatli olmalıdır. Sokakta kalına bilinir mi ? yapacak tek şey,bu 
          iktidardan uzaklaşmaktır. Onun yerinden kovmaktır. Bunlar seçimle olur 
          ve yol zorlanmalıdır. Akıl içinde yazdığımı sanıyorum.
 
          -                          
           
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          53  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - SÖZÜ YERİNDE KULLANMAK
 
          -             “Taşı gediğine koymak” sözü yerinde kullanmak 
          değildir. Biri espridir. Öteki Türkçeyi iyi bilme sorunudur. Bir 
          profesör için “Türkçeyi iyi bilmiyor” derin mi ? Denmemesi gerekir 
          ama,olayda meydanda.
 
          -             Sayın Belediye Başkanımız Arif Ersoy;Belediye 
          Meclisinde kendisini marjinal partilerin eleştirdiğini söyler. Sıfat 
          isminde kıymetlendirir. Eğer bir marjinal partiden söz 
          etseler,üzerimize almaz,işi sükutla geçiştirirdik. Marjinal sıfatı 
          çoğul isimleri kıymetlendiriyor,tavsif ediyor. Belediye Meclisinde üç 
          parti temsil edildiğine göre,Belediye Başkanınca bunun ikisi 
          marjinaldir.
 
          -             Sözlüğü açıp baktım. Elbette bu söz Fransızca. Bir 
          Fransızca sözlük açtım. Marjinal sözcüğü: “Sayfa kenarında olan (not). 
          İkinci derecede önem taşıyan (Sıradan,basit) .Kıyılarda bulunan. 
          Toplum dışı yaşayan.” Anlamlarını ifade ediyor. Toplumca benimsenmemiş 
          anlamında ben yüklüyorum. Görüyorum ki;marjinal sözcüğü ile ifade 
          edilmek istenen anlam ve nosyon o kadarda iç açıcı değil. Buna muhatap 
          olan her şahıs ve bilhassa parti,bunun karşısında sessiz kalamaz. Hele 
          bu partinin itham edene bir ödün zorunluluğu yoksa !
 
          -             Belediye Meclisinde üç siyasi parti temsil ediliyor. 
          Belediye Başkanını da bizim CHP nin Meclis Üyeleri eleştiriyor. Demek 
          ki;marjinal partilerden biri CHP olacaktır. Marjinal sözcüğü iyi bir 
          anlam taşımadığına göre de,ikinci parti,kendisini de mensup olduğu 
          Fazilet Parti parçaları olmaz. Biz bu ikinci partinin hangisi olduğu 
          üzerinde duruyoruz. Biz,bizi CHP yi söz konusu etmek istiyoruz.
 
          -             Eskiden beri;siyasi edebiyatımızda “marjinal” olarak 
          vasıflandırılan partiler hangileridir ? Biz eskiyi de bırakıp 1950 
          Demokratik hayata ciddi olarak geçtiğimizden sonraki partileri 
          eleştireceğiz. CHP nin,hiçbir partiyi bu itham altında tuttuğu pek 
          görülmemiştir. Daha çok Demokrat Parti,CHP yi “Solcu”,”Moskova 
          Yolcusu”,”Komünist Parti” olarak nitelemiştir. O kadar ki; muhalefet 
          lideri İsmet Paşa: “ Parti münasebetlerinin ve bu ithamların en çok 
          arttığı zamanları için fayda umarsa bazı hatıralarını ortaya 
          koyabiliriz” demişti. O zamanki Cumhurbaşkanımız Rahmetli Celal Bayar 
          ayardı ve meşhur “Yeşil Ordu” üyesi bulunmuştu. CHP yi komünistlikle 
          ithama kalkan demokratların çoğunun “Yeşil Ordu” hakkında bilgileri 
          yoktur.
 
          -             1962 den sonra;Demokrat Partinin beşinci kalite 
          insanları söz sahibi oldular ve onlarda CHP lileri birer komünist 
          insanlar olarak vasıflandırırlar. İsmet Paşa “Ortanın Solu” dediği an 
          sayın Demirel'in hempaları “Moskova'nın Yolu” terimini siyasi 
          edebiyata kattılar. O zaman bizim liderimiz,şimdi sağ hükümet ve 
          iktidar lideri Ecevit,başı açık komünist vasıflandırıldı. Devlet kuran 
          bir parti,isterse hayalinde olsa Türk Devletini komünist olarak 
          kuramaz mı idi ? Bu beyin ve içindeki zeka fukarası insanlar,bu ince 
          noktaları düşünemezler. Ne Türkçe'yi o kadar iyi bilip telaffuz 
          ederler,nede nosyonları arasındaki farkın farkında olacak kadar kültür 
          birikimleri vardır.
 
          -             Daha sonra,dünyada eskiden mevcut olan ve marjinal 
          olarak vasıflandırılanlar siyasi 
          partilerden,kafatasçı,ırkçı,şeriatçı,dinci partilerden bizde de 
          kuruldu ve komünist itlam yaşantısına bunlarda katıldılar. Önlerinde 
          resmi bir komünist veya sosyalist parti olmadığı için hızlarını CHP yi 
          hedef alarak kesebildiler. Türkçede “dilin kemiği yok” denmez mi ? 
          İşte bunlar o sınıf insanların partileri.
 
          -             Adıyla ve programıyla tek yaşayan parti CHP dir. Bütün 
          sağ partilerimiz biraz şeriatçı,birazda kafatasçıdırlar. Bunların 
          içinde ileri gidenlerde olmuştur ve halen de varlardır. Şimdi Sayın 
          Belediye Başkanımızın mensubu olduğu parti dizisinin yerini 
          marjinallikten alırsak nereye koyacağız ? Alman eski Başbakanı:” Bu 
          parti dizisinde Refah Partisinin kendi partisiyle kıyaslanmasını,kendi 
          partisi için küfür kabul “Hıristiyan Demokrat Parti” dir. 
          Bizimkinin,yani Belediye Başkanımızın o zamanlarda mensup olduğu 
          partinin adı önünde “İslâm” sözcüğü olmamasına rağmen,Alman Başbakanı 
          tarafından küfür sözü ile vasıflandırılıyordu. Bu partinin Çorum 
          Belediye Başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy da,CHP yi marjinal bir parti ve 
          onun Belediye Meclis Üyelerini de marjinal partinin üyeleri olarak 
          tasvir ediyor. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” derler. Bana öyle 
          ki;Belediye Başkanının bu ithamı bilinçlidir. Aklı sıra kendisindeki 
          ve partisindeki bazı vasıflardan sıyrılma sevdasındadır. Bunu da CHP 
          yi itham furyasına tutarak kurtulmayı istemiştir. Yanlış olan da 
          budur. CHP yi lekelemek isteyen her şahıs ve parti çarpılmıştır. 
          Bunların ve partilerinin bugün adları ve sanları var mı ? Aynı akıbet 
          sizler içinde geçerli olacaktır.
 
          -             CHP ye olan düşmanlık,program ve fikir düşmanlığı 
          değil Atatürk ve dolayısıyla Cumhuriyet düşmanlığıdır. Aslında CHP 
          düşmanlarını çarpanda CHP değil,cumhuriyetin kendisidir. Sayın arif 
          Ersoy “Atatürk ve Cumhuriyetle sorunum yok “ dese de,Cumhuriyet ve 
          Büyük Atatürk'ü vasıflandıran “Laique” laik sözcüğünü hayatında bir 
          defa telaffuz etmemiştir. Belediye Meclisindeki ithamı da 
          şuuraltındaki birikimin ortaya vuruluşudur. Kendisinden çok daha 
          kıymetli ve kaliteli insanların ithamları CHP yu ortadan kaldırmaya 
          yetmemiştir. Bu yanlış ve fakat alışılmış yolu denemeniz size bir 
          çıkar da sağlamayacak    
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          54  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - BİR KURUM YETMEYİNCE
 
          - Toplum olarak,başka bir deyişle Devlet 
          olarak yaşamak için kurumlaşmak gerekir. Kurumlaşmamış bir toplumda 
          her istek devlet Devlete yöneltilir. Üretimin büyük kısmı;Devlet 
          tarafından yapılırsa devletçilikten bahsediliyor. Bu gün bu temayülde 
          istenmiyor. İstenmiyor da,üretim yapılması istenmeyen bir devletin her 
          şeyin altında nasıl kalkacağı düşünülmüyor.
 
          - Müslüman ülkelerde iftar yemekleri 
          edebi eserlerin bile meydana getirilmesine vesile olmuştur. Bazı 
          yazılarımızda bu noktaya değinmiştik. Bu iftar sofralarının özel 
          olduğuna da yer verdik. İftar bahşişlerine de değindik. Bilhassa mevki 
          sahibi Devlet Memurlarının bu noktada dikkatli olduklarını da 
          bildirdik. Devlet Memurları fakirleştikçe,iftar sofraları da 
          savsamıştır. Şimdilerde ise;insanlarımız Osmanlı insanı gibi zenginlik 
          ve cömertlikle öğünmeyi adetlerinden çıkarttılar. Hatta;zengin 
          olduklarını gizlemekte dikkat bile sarf diyorlar. İmanla,servetin 
          kimde olduğunu “Allah” bilir derler. İşte bizim yeni zenginlerimizde 
          bu yoldalar. Bunlardan hanedanlık beklenemez. Bizim Devletimizde 
          bunları daha fazla zengin ederse,daha iyi vergi alacağına ümit 
          bağlıyor. Bunlar boş düşünceler. Cumhuriyetin zengini,Osmanlı zengini 
          olamaz;çünkü onların zihniyetini taşımıyor.
 
          - O zaman kurumlaşmak gerekiyor. Bazı 
          hayır dernekleri ve siyasi partiler Ramazana mahsus olmak üzere iftar 
          yemekleri tanzim ediyorlar. Bunların aleyhinde değiliz. 
          Yalnız;mürüvvetle bu iş yürümez. İyi niyetlerinin kurumlaşmaları ve 
          bunların kontrolünün de Devlet tarafından yapılmasına işaret etmek 
          istiyoruz. “Devletin hayır işlerine de mi karıması gerekli” diyenler 
          çok olacaktır. Devlet her şeye karışır. Düzenin görevlisi,toplumun 
          banisi de Devlettir. İnsanların iyi niyetleri yeterli değildir.
 
          - Bizde “Sosyal Yardımlaşma Kurumu” 
          olarak bir resmi kurum ortaya getirildi. Bu kurumu Fak-Fuk Yok gibi 
          alay edici sözcüklerle küçük düşürme yoluna gidildi. Vilayetlerde 
          valiler ve ilçelerde kaymakamlar bu kurulun başına başkanları yapıldı. 
          Bu vali ve kaymakamlar,eskiden CHP’nin il ve ilçe başkanları idiler. 
          Belki bundan çekinilerek alay etme yoluna gidildi ama,vali ve 
          kaymakamlar o zamanda,bu işin başlarında faydalı oldular. Bu faydalık 
          daha mükemmel şekle sokulabilir.
 
          - Bir fikir ne kadar çok dağılırsa,o 
          kadar kıymetinden kaybeder. Yardımlaşma işi de dağıldığı nispetinde 
          kıymetten düşer. Kimsenin özel yardımına karışan yok. Evinizi açıp da 
          Osmanlı hanedanları gibi iftar sofraları hazırlarsanız,hiç karışan 
          olur mu ? Ama işe herkesin karışarak genişletilmesini istiyorsanız,işi 
          düzene koymak zorundasınız.
 
          - Çorum büyümüştür ve yardım 
          bekleyenleri de çoğalmıştır. Özel veya küçük kurumlar bunun altından 
          kalkamazlar. O zaman şehrin birkaç yerinde,güzel yemekhaneler açılmalı 
          ve herkesin yardımı o kuruma yapılmalıdır. Az yardım edenlerin 
          yardımları da katkıyı arttırmış olur. Bu suretle yemek işi kurumlaşmış 
          olur. Kontrol kolaylaşır. Ramazan dışında bu işin devam etme isteği 
          gelebilir. Öğrenci içinde,bu modern lokantalar düşünüle bilinir. Hep 
          fakülte açıyorsunuz,hep üniversite istiyorsunuz,işte bu isteklerinin 
          için,yemek evleri de birlikte düşünülmelidir. Biz;sadece bunu da akıl 
          yapar diyoruz.
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          55  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - TRAFİK BİR BELA MIDIR?
 
          -             Trafik sadece Türkiye için değil,bütün memleketler 
          için de bela olmazsa bile sorundur. Bu sorunu hiçbir ülkede 
          istenilmeyecek derecede düzenlenmiş değildir. Bir sürü yetişmiş 
          mütehassıs,trafik sorunu ile uğraşıp durmaktadır.
 
          -             1955'lere kadar Belçika'da sürücü belgesi zorunluluğu 
          yoktu. Belçikalılara göre,kendi vatandaşları eğitimli insanlardı. Bu 
          eğitimli Belçikalılar,hem kendi hayatlarını,hem de otomobillerini 
          düşünmüş olacaklarından dikkatli davranmak zorunda idiler. Bunları 
          birde sürücü belgesi ile taciz etmenin anlamı yoktu. Yoktur 
          dediler,diyorlar ama ülkelerindeki otomobil sayısı düşündükleri 
          rakamın çok üzerlerine tırmanınca,sürücü belgelerini onlarda zorunlu 
          yaptılar. Hatta motosikletlere bile yaygınlaştırdılar.
 
          -             Bizde motorlu vasıtaları çoğalmıştır. Bu çoğalış 
          Avrupa ülkeleri derecesinde değildir ve daha çok senelerde o 
          seviyelere erişmek mümkün değildir. Buna rağmen,trafik kanunu ve 
          cezaların ağırlaştırılmasıyla bunun sonuna gelinmez. Cezaların 
          caydırıcılık ettikleri de sınırlıdır.
 
          -             Önceki akşamların birinde TV ekranlarında İç İşleri 
          Meclisi Komisyonu Başkanı ile eski bir Milletvekilinin konuşmalarını 
          izledik. Konuşmalar tek sözcükle korkunç idi. Hele biri;trafik 
          kaidelerini kontrolle yükümlü polislerinde trafik kaidelerini 
          bilmediğini iddia etti. Bazı şeyler söyledi ki;onları bende 
          bilmiyorum. Mübalağa olmuş olsa bile kontrol yetersizliği var intibaı 
          uyandırıyor. Sadece bunlardan yüksek miktarda trafik kazası olduğunu 
          da kabul etmek,işi basite irca etmek anlamı taşır.
 
          -             Bizi hanımla yaptığımız otomobille Norveç 
          seyahatinde,yolda okula giden pek çok okul öğrencisine rastladık. 
          Dikkat ettik,bunlar sıkışınca,yolun kenarındaki beyaz çizginin üzerine 
          basıp dimdik Duruyorlar. Bu çizgide yaya zarar görürse ömür boyu 
          belinizi doğrultamıyorsunuz. Demek ki okul çocukları okulda trafiği 
          ders olarak görüyorlar. Bunun bizde olmamasının mazereti olamaz. Bizim 
          çocuklara da  ders olarak trafik öğretmeliler ve bunu öğrenmiş olan 
          trafik öğretmenlerinden öğrenmelidirler. Trafik polis ve 
          amirleri,trafik bilseler bile öğretmenlik yapamazlar.
 
          -             Trafik kazalarında yolların ve otomobillerin eksik 
          kontrollerinde amil olduğu yazılıyorsa da,en çok sürücü hatalarına 
          şahit olunuyor. Ben şahsen üç adet ağır trafik kazası geçirdim. Bunun 
          üçünde de ben alkol almıştım. Alkol alınca araba ile sürücü uçuyor 
          gibi bir şeyler oluyor. İşte Avrupa'nın yetişmiş insanları,alkol almış 
          olarak direksiyona geçmiyorlar. Bizim orada yaşayan adamlarımızda bu 
          ihtiyatı edinmişler. Stockholm'de  lokantasında yemek yediğimiz bir 
          Türk'e bir kadeh rakı ikram edemedik “Direksiyonda olacağım” demiş 
          idi.  
 
          -             Bizde de alkol almanın bir cins cesaret verdiği inancı 
          var. Galiba bütün sorunlar burada yatıyor. Bunlar için ceza ne işe 
          yarar ? İnsanlara bu ihtiyatı verecekse,onu bulup sürücülere mal etmek 
          gerekiyor. Öbür tedbirlere de dikkat etmek gerekecektir elbette. Alkol 
          başta olmak üzere…  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         56  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - BU ESKİ DÜNYA
 
          -             Bu eski Dünya,Avrupa alışkanlıklarından öyle kolay 
          kolay vazgeçmez. Kendisini bu günkü dünya medeniyetinin yaratıcısı 
          olarak görüyor. Hiçbir medeniyetin durup dururken meydana çıkmadığı 
          hakikatini kabullenemez. Bu günkü medeniyetin ilk tohumlarının uzak 
          doğuda filizlendiğini de kendi kitaplara yazdırır ise de aklına kabul 
          ettiremez. Bütün bunlar bir büyüklük hissinin,bir megalomaninin 
          doğmasına sebep olduğunu söyleyenlere de kızar. Geri kalmış milletleri 
          sömürerek zengin olma yolunda,şekiller değiştirerek de olsa kullanmaya 
          devam eder.
 
          -             Birinci Dünya Savaşından sonra, Amerika Cumhurbaşkanı 
          Willson çabukça sinirlenerek,eski kıtayı kendi haline bırakarak, kendi 
          memleketine çekilmiş idi. İkinci Dünya Savaşından sonra Rousvelt ve 
          kendisini takip edenler sinirlerine hakim oldular. Avrupa Birliği 
          fikrini ortaya attılar ve içinde kalmakta istediler. Ayrıca yıkılmış 
          Avrupa'nın ve diğer ülkelerin bütün kuruluşlarına ortak oldular. Rus 
          tehlikesinin o anda mevcut görülmesi, Avrupa milletlerini daha fazla 
          ileri gitmelerinden ala koydu. Bugün Avrupa bu durumdan hiçte memnun 
          değil ama, Amerika' da Avrupa'ya yerleşti ve sinirlerine hakim 
          gözüküyor ve Avrupa'dan da ayağını çekecek gibi değil. Şu durumda 
          nasıl bir Avrupa Birliği kuracaksınız ve nasıl dünyaya yön 
          vereceksiniz ?
 
          -             Son olaylara dikkat gerekiyor. NATO ;Amerika'ya 
          yapılmış taarruzu bütün üyelere yapılmış kabul etti. Etti 
          etmesine,Afgan Savaşına Amerika ile birlikte yalnız İngiltere iştirak 
          etti. Bu yaklaşıma dikkat edilmelidir, Avrupa savsaklama yolundadır. 
          Yük Amerika ve İngiltere üzerine kalacaktır. Ayrılık 
          fikrinde,derinleşme yolunda boy gösterecektir. Avrupalı,Avrupalılığını 
          gösterecektir. Dünya hakimiyetinin kendisine ait olduğunu da her 
          fırsatta ifade etme imkanlarını kullanacaktır.
 
          -             Kore Savaşında böyle olmuştur. Ağırlık Amerikan ve 
          İngiliz ordularının üzerinde kalmıştı. Türk Devletinin katılımı da 
          düşünce dışı bir davranıştı. Amerikan Sefiri,Hariciye Vekilimiz 
          Köprülü'den yardım istediği zaman,rahmetli Köprülü heyecanlanmış ve 
          hemen bir tümenle katılmayı teklif etmişti. Amerikan sefiri sonradan 
          çıkan hatıralarında Türk Hariciye Vekilinin tümen hakkında fikrinin 
          olmayacağını ve onu bir tugaya razı etmek için bir hayli sıkıntı 
          çektiğini de yazmıştı.
 
          -             Biz terörü iyi tattık. Pek ağıra mal oldu bize 
          kimseden yardım görmedik. Terörü destekleyen dostlarımıza çok 
          rastladık. Elimizde bulunan vesikaları göstermeye bile cesaret 
          edemiyoruz. Vesikalar olmazsa Milli Savunma Bakanımız ağzından 
          Almanların terör desteği sözü çıkar mı idi ? Bizden şu durumda büyük 
          bir yardım beklenemez. Gine de dışarıda kalmak istemeyiz. Amerikan 
          Devletini destekliyoruz. Her halde 3. Ordumuzun yola çıkması da bizden 
          beklenemez. Amerika'nın Avrupa'da tek dostu Monaco Prensleği 
          kalmıştı,bir zamanlar Amerikalılar böyle serzenişte bulunmuşlardı. 
          Şimdi de İngiltere'den sonra en sadık dostun Türkiye kalacağı 
          varsayımını ortaya çıkarıyor. Bu Avrupalının alışkanlıkları ve iki 
          yüzlü politikasıyla ne terör önlenir ve nede sağlam bir dünya 
          düzeninin temelleri atılabilir.
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          57  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
  - 
          HATIRALAR
 
  - 
  1949’da, Urfa’nın 60 
          km güneyinde bulunan Akçakale’de Hükümet Tabibi olarak görevliyim. 
          Görevimin ağırlığını veba mücadelesi teşkil ediyor. Veba hakkında 
          büyük bir bilgiye sahip değilim ama Bakanlığımızın oraya zaman zaman 
          gönderdiği, bilen insanlardan eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
 
  - 
  O zaman, 
          Ceylanpınar’da bir köy, bir de çiftlik vardı. Bu çiftlikte de hekim 
          idim. Ayda iki defa beni aldırırlardı. Acil vaka olunca da, ayrıca 
          günlük gidiş-geliş olurdu. Üreme Çiftliği Müdürü Ferit Kayıran ile çok 
          iyi arkadaşlık ta kurmuştum.
 
  - Bir gün, beni özel olarak çağırdılar. Amerikalı, 
          iki büyük gazetenin başyazarı olan bir misafiri vardı. Misafiri, 
          zayıf, uzun boylu, yaşlı, Türkçeyi iyi bilen bir insandı. Yanında, 
          Türklerden yardımcı olup olmadığını hatırlamıyorum. Safra kalabalıktı.
 
  - 
  Gazetecinin 
          Türkiye’ye üçüncü gelişi idi. Bize, eski gelişlerini anlatmıştı. 
          Abdülhamit padişahı iyi tanıyordu. Bir iki defa huzura kabul de 
          edilmişti. Türk dostu olacak ki, Padişah kendisine iltifatlar da 
          etmişti.
 
  - 
  Gazetecinin ismini 
          öğrenmiştim amma, zamanında not almak alışkanlığım olmadığından, şimdi 
          hatırlamam mümkün değil. Pek te zor bir ismi yoktu. Osmanlı 
          topraklarını, bütün Anadolu’yu katır sırtında dolaşmıştı. O zaman genç 
          olduğuna göre, söylediklerinin yapılmaması için bir sebep görmemiştik. 
          Şimdi de, Osmanlı devrinden pek te farklı durumda değildik. Yollarımız 
          topraktı. Kendisinin bir jeep arabası vardı. Bu zamanda, önde giden 
          bir arabaya yetişirseniz, tozundan kurtulup ta bir kaza yapmadan onu 
          geçmeniz mümkün olmazdı. Zaten bize, Türkiye’de en mahir insanların 
          şoförler olduğunu da söylemişti. Güzel rakı içiyordu, güzel sohbeti de 
          vardı. Biz de, Türkçeden başka dil biliyor değildik. Onun Türkçesi, 
          benim Fransızcamdan çok iyi olduğu için, Türkçe konuşmuş olması 
          yakınlığımızı da temin etmişti.
 
  - 
  Sofra gece yarılarını 
          geçinceye kadar sürdü. Kadehi boşaldıkça, kendisi, espriler yaparak, 
          tekrar doldurulmasını istiyordu.
 
  - 
  Veba hakkında 
          bilgiler istedi. Bilgilerimi aktardım. Hem sorumlu ve hem de yetkili 
          idim. Devletimiz her imkânı, o zamanki kısıtlı durumuna rağmen, temin 
          etmişti. Emniyetimizi temin etmek için de, ilçenin normal jandarma 
          teşkilatı dışında, bir bölük jandarma daha memur edilmişti. Her 
          fırsatta, vebanın Suriye’den geldiğini anlatmaya çalışıyorduk. 
          Arkadaşlarım da beni teyit ediyorlardı.
 
  - 
  Odanın duvarında bir 
          sivrisinek, hem de sıtmayı taşıyan cinsinden olanı, bizim dikkatimizi 
          çekmedi amma, Amerikan gazetecinin dikkatini çekmişti. Bize 
          sivrisineği işaret etti. Sıtmayı bunun atıştığını da söyledi. Hafif 
          alaycı bir tebessümle, “bu sinek te mutlak Suriye’den gelmiştir” dedi. 
          Tebessümüne, biz de gülerek karşılık vermek zorunda kalmış idik.
 
  - 
  Gece sonunda bizimle 
          vedalaştı. Kendisini pek yakın bulmuştuk. Onun da bizi yakın bulduğu 
          açık seçik ortada idi. Ufak tefek saçmalarımızı da görmek istemiyordu. 
          Suriye’yi yerli yersiz ithamımızı da öyle karşılıyordu. Sabah 
          erkenden, kahvaltıyı galiba yine beraber yaptıktan sonra, bizden ve 
          devlet çiftliği müdürü Kayıran’dan ayrılmış idi. Yolculuk, yine 
          Güneydoğu ve Doğu Anadolu idi. Osmanlı devrinde iki defa katır 
          sırtında yaptığı geziye, üçüncü defa, Cumhuriyet devrinde, bir 
          Amerikan jeep ile devam edecekti.
 
  - 
  Bu tesadüfü de, 
          konuştuklarımızı da, ben, belki bir yazıda okurlarıma aktarmış 
          olabilirim amma; olay tamamen hafızamdan çıkmış durumda idi. Bir ömrün 
          bütün olaylarını kafanızda nasıl taşıyacaksınız! Unutma fiili olmasa, 
          bana öyle geliyor ki, insanlar, hele çok okuyan insanların beyinleri 
          çok çabuk yorulmuş olacaklardır. İşleyen demir ışıldar, denirse de, 
          gereksiz ve pek çok kullanılan demir, ışıldamaya devam etmiş olsa 
          bile, eskimeye devam edecektir. Eskiyen her şey de, bir gün işe 
          yaramaz olacaktır. Unutmak ta Allah’ın insanlara bir lütfü olmalıdır. 
          Şu bizim insanlar, Allah’ın lütuflarına hep kayıtsız kalmışlardır.
 
  - 
  Dün akşam, rahmetli 
          Velidedeoğlu hemşerimizin bir yazısını okurken garip bir tedai olayı 
          bu hatıraları kafamda canlandırdı. Velidedeoğlu’nun yazısında da, 
          bizim Amerikanı’nın hikâyesinin aynına benzeyen taraflar vardı. Belki 
          de aynı olayı Velidedeoğlu da yaşamış olabilir. Kendisinin tanıdığı 
          gazeteci de, belki aynı adam idi. Adamın adı, onun yazısında da yoktu. 
          Makalenin altındaki tarih ise 1949 idi.  
 
  - 
  Aynı tarihte, 1949 
          Ağustos ayında, rahmetli Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin 
          hem hocası ve hem de Dekanı olarak, Van ilimize bir seyahat yapıyor. 
          Van’da bir ilçede, eski, büyük bir Rus kışlası tamir edilerek öğretmen 
          okulu haline getirilmiş. Sevgili hocamız, bu öğretmen okulunu ziyaret 
          etmeyi düşünmüş. O zamanlar, ziyaret edilebilecek binaların topu okul 
          binaları idi. Ayrıca, herkes okul sevdalısı bulunuyordu. Velidedeoğlu 
          da profesördü ama, o kadar yaşlı da değildi. Hatırlatmak isterim ki, 
          kendisi lise öğrencisi iken, ben de, artık koşup yürüyen bir çocuk 
          imişim. Bu hatırlatmamla, Velidedeoğlu’nun genç bir hoca ve çok genç 
          bir dekan olduğunu işaretlemek istiyorum.
 
  - 
  Hocamız, bu öğretmen 
          okulunda, yaşlı, uzun boylu ve oldukça zayıf olan bir Amerikan 
          gazeteciyle tanışıyor. Gazeteci, Amerika’nın iki büyük gazetesinin 
          başyazarı. Türkiye’ye gezmek için gelmiş. Yanında bir kurmay binbaşı, 
          bir de tercümanı var. Velidedeoğlu, bizim tanıdığımız gazeteciye çok 
          benzer bilgiler veriyor da, Amerikalının çok iyi Türkçe bildiği 
          hakkında bilgi vermiyor. Belki de Türkçe konuşmadılar. 
          Velidedeoğlu’nun bildiği yabancı dilleri, Amerikalı gazeteci de 
          biliyordu. Bilinen müşterek dille anlaşmış olmaları da çok muhtemel.
 
  - 
  Gazeteci, 
          Velidedeoğlu ile pek açık konuşuyor. Her şeyde geri kaldığımızı, 
          yollarımızın pek berbat olduğunu, otel ve bunun gibi işler hakkında 
          bilgisiz olduğumuzu çekinmeden Velidedeoğlu’na anlatıyor. Hukuk 
          Fakültesi hocası ve Dekanı olarak, kendisine büyük saygı duyduğunu da, 
          Velidedeoğlu anlatıyor. Tanışmışlıktan, ikisi de memnunlar.
 
  - Gazeteci, bir şeyimizin çok mükemmel olduğunu 
          söylemekten de geri duymuyor: Adliye teşkilatımız ve çok adil 
          hâkimlerimiz...
 
  - 
  Demek oluyor ki, 
          gazeteci Türkiye’yi iyi tanıyor. Adalet mekanizmamızın ve 
          hâkimlerimizin de, bütün imkânsızlıklar içinde adalet dağıtmış 
          olmalarına rağmen, imrenilecek durum gösterdiğini iyice tespit 
          etmiştir. Türkiye’ye eskiden gelmemiş, Türkiye’yi iyi etüt etmemiş 
          insanların bu tespitleri yapmaları düşünülemez. Adalet ve hâkimler 
          üzerinde konuşulmuş olması ise, Velidedeoğlu’nun hem profesör ve hem 
          de dekan olmasıdır. Fakülteyi, yeni bitirmiş bir hekimle, Türk 
          hekimliği hakkında böyle tespitler konuşacak değil ya!
 
  - 
  Bu yazıyı, gevezelik 
          etmek için yazmadım. Sene 1949 ve bir Amerikanı’nın adalet sistemimiz 
          ve hekimlerimiz için düşündükleri de meydanda. CHP de henüz iktidar 
          partisi. Bir yabancının tespitlerini bile, bizim Başbakanımız tespit 
          etmiş değil. Her şeyi kendisinin başlattığını söylüyor. Adalet sistemi 
          ve hâkimlerimiz için tek takdir kelimesinin ağzından çıktığını 
          duydunuz mu? Kendisini iktidara getiren ilk seçim kanununu CHP 
          yapmıştır. Adalet teminatını getiren CHP idi.
 
  - 
  O zaman, bütün 
          okumuşlar, adli teminat nutukları atarlardı. Bunu yapmaya, memur 
          olmamıza rağmen, biz de yeltenirdik. Bizi, bu noktadan şikâyet edene 
          rastlamadık. Bunlardan dolayı da, yeri değiştirilen bir memur olmadı. 
          Bir dâhiliye vekili, İstanbul’da gazetecilere, kendisinden korkup 
          korkmadıklarını sormuştu. Gazeteciler, korkmadıklarını söylediler. 
          Bakan kendisi ise, vallahi, kendisinin gazetecilerden korktuğunu 
          söylemişti. Demokrat Parti veya öbür sağ parti iktidarların da, 
          gazetecilerden korkan bir bakana rastladınız mı?
 
  - Adli teminat CHP’nin eseridir. Düşünce doğru 
          çıkmıştır. O gün bu gün, adli teminattan şikâyetçi olan kimseye 
          rastlanmamıştır. Hâkimlerin adalet anlayışından ve tatbik 
          şekillerinden şikâyetçi olan kimse ortaya çıkmamıştır. Şu teminatı, 
          idare amirlerine verelim, diyenler görülmemiştir.
 
  - 
  1982 Anayasasında da, 
          Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran bazı maddeler, adalet 
          mekanizmasının ve hâkimlerin siyasallaştırılmaması 
          için konulmuşlardır. Yüksek hâkimler ve savcıların bir kısmının 
          Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin sebepleri arasında bu endişeler 
          bulunmaktadır. Biz de aynı düşüncedeyiz. Adalet mekanizması ve 
          hâkimler ve bu arada savcılar siyasallaştırılırsa, ülke yaşanmaz hale 
          gelir. Adalet mekanizması ve hâkimler, biz insanlar için de bir 
          teminattır. Bu teşkilat ve hâkimleri, mutlak tarafsız kalacaklardır. 
          Yaşarken güvenilecek tek mekanizma budur. Aksini düşünmek, “ihkakı 
          hak” anlayışına yol açmak olur. Bu yolu açmak, kim açarsa açsın, 
          vatana ihanet olacaktır.
 
 
                        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           58  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇAĞDAŞ  OLMAK 
 
          - Çağdaş olmak,çağı yakalamak  anlamında 
          kullanılamaz. Tesadüfen biz 21. asra girerken,hayatta bulunuyoruz. Bu 
          bize bu tesadüf bize, bu devir bize medeniyet adamı  veya milleti 
          olduğumuz hakkını vermez. Çağın medeniyetini yaşıyorsak, ancak o zaman 
          çağdaşlıktan bahsedebiliriz. Şu asırda orta çağı bile yaşayamayan 
          Milletler varlığı  ortada bulunurken, bunların çağdaşlıktan,çağdaş 
          hayattan,çağdaş medeniyetten bahsetmeye hakkı olamaz.
 
          - Medeniyet evrenseldir. Medeniyetlerin 
          birbirlerine etkileri vardır. İlk medeniyetlerin Uzak Doğuda, Çin'de 
          görüldüğü biliniyor, bu doğu menşeli medeniyetin, denizleri ve deniz 
          kenarlarını takip ederek Orta Doğuya, yani  Mısır, Asur, Mezopotamya, 
          Girit, Batı Anadolu, Yunanistan ve  İtalya yolunu takip  ettiği artık 
          kitap bilgisidir. Bu saydıklarımızın  varisi de bu  gün Avrupa 
          müşterek medeniyetleridir. Bu  gün kullandığımız teknik de, bu  Avrupa 
          medeniyetinin eseridir. Avrupa milletlerine kızıyoruz ama, hakikat 
          budur. Bizim,millet olarak bu medeniyete  büyük bir katkımız 
          görülmüyor. Atatürk' ün "Muasır medeniyet" dediği de bu medeniyettir. 
          Bir  medeniyetin sahibi,bir de teknik yaratmış ise,kendisini sizden 
          farklı görmesi ve sizden kuvvetli olduğunu söylemesi de,biraz normal 
          karşılanmalıdır.Aynı medeniyetin  sahibi sayılan memleketler arasında 
          bile, teknik ve onunla biriktirilmiş zenginlik,neticeyi  almakta  amil 
          olmaktadır ve olmuştur.  
 
          - Avrupa  milletleri,bu medeniyetlerini 
          dünya milletleri ile paylaşmaya,onlara yardımcı olma  yerine,kendi 
          rahatları için kullanmaktadırlar.  
 
          - Amerika’nın önderliğinde birleşiyorlar 
          ve bir Avrupa birlik devleti kurmak istiyorlar. Kendileri bu gayretin 
          içindeler. Kendilerini birleştirirken de,yakınlarında ve  uzaklarında, 
          kendilerine zararlı olabilecek  kudretli  bir devlet istemiyorlar. Bu 
          düşüncelerinden dolayı, Avrupa devlet ve milletlerini suçlamanın bir 
          anlamı olamaz. Avrupa medeniyetini, erişemeyeceğimiz derinliklere 
          saklanmış değildir. Onlarla baş edebilmek,varlığımızı koruyabilmek ve 
          hatta,bizi içlerine almaya onları mecbur etmek için onların evrensel 
          olan ve hatta,bizi içlerine almaya onları mecbur etmek için, onların 
          evrensel olan bu medeniyetlerini anlamak, benimsemek, onlar gibi olmak 
          zorunluluğu var.  
 
          - Buna ayak  direnirsen,adama varlığını 
          kurutmazlar. Baskı  karşısında da  bir  şey yapamazsın, Kürt terörünü 
          bitirirsen,karşına din terörünü  çıkarırlar. Tek yol devrim falan 
          değil, bu  Avrupa medeniyetinin mutlak kabulüdür. Medeniyeti 
          kabullenmeden, onun tekniğini alamazsın. Başka bir medeniyetin sahibi 
          millet,o medeniyetin tekniğini kullanabilir mi?  
 
          - Onunla mücadele,varlığını korumada 
          yaya kalırsın. "Biz Doğulu,doğu medeniyetinde kalalım da, Avrupa’nın 
          yalnız tekniğini alalım" budalaca fikirleri,bize bir şey kazandırmaz.
 
          - Ana hatlarıyla  medeniyet tektir. Bu 
          gün,bir doğu  medeniyetinden  de bahsedilemez. Her gelenek, her yaşam 
          tarzı, bir medeniyet demek değildir. Avrupa medeniyetinin dışında 
          kalmış milletlerin topu, petrollerine, toprak altı zenginliklerine ve 
          tabiat güzelliklerine  rağmen, iptidailikten, tabi olmaktan, 
          sürünmekten, feodal toplum  anlayışından kendilerini  kurtarmış 
          değillerdir.
 
          - Sentezi, mentezi yok. Avrupa evrensel 
          medeniyetini, bunun içinde aklın hakimiyetini ve kıymetini  
          kabulleneceksiniz. Aklı kullanmak, Allah'a  karşı gelmek değildir. 
          Tabiatın sırlarını ortaya koymayı, yaratan; kullarına yasaklamış 
          değildir. Bu  natür sınırlarını ancak akıl bulmaktadır. Hiç aklını 
          kullanmasını bilen  insan, kendi gibi yaratılmış başka bir insana 
          kulluk eder mi?  
 
          - Bu  medeniyeti kabul ettiğiniz an, 
          ulus devletin faydalarını,tekamüldeki rollerini  daha kolay  anlamak, 
          kavramak imkan içine girecektir.  Parçalanmanın bir Avrupa gizli oyunu 
          olduğu daha kolay anlaşılacaktır.  Yok  olmanın yolunun ayrılık 
          fikirleri olduğu,daha  kolay anlaşılacaktır.
 
          - Türkiye de her bölücü insan,bir mozaik 
          edebiyatı ortaya koyuyor. Düşünceleri sureti haktan gösterme yolunu 
          seçiyor. Kendini akıllı,başkalarını aptal (abdal değil) sanıyor. 
          Yaptığı ihaneti böylece gizlediği izlenimin veriyor.
 
          - Milletler de  eşitlik  esastır. 
          Fertlerin kanun önünde eşitliği esastır.  İnsanlar her teşebbüs  
          ettiğini  kazanır  anlamı çıkarılamaz bundan. Ama;yol budur.  Bu yolda 
          bir tıkanıklık,bir hainlik,bir gizli kapaklı politika varsa;ben 
          sizinle mücadeleye,her türlü mücadeleye  katılırım.  Aksi durum bir 
          iftiradır ve ayıptır.
 
          - Gürültüye pabuç bırakılmaz...
 
         
          
          
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           59 
           | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - FİKİRLER AYRIDA OLSA
 
          - Demokratik  bir ortamda elbette ki; 
          insanlar ayrı  düşünecekler  ve ayrı hareket edeceklerdir. Bu demektir 
          ki; insanlar robotlar değillerdir  ve şahsiyetlerini, fikir   
          özgürlüklerini koruyacaklardır. Bu  özellik  bütün  yaratılmış  
          insanlar için geçerli ise de; Allah'ın yarattığı her insanın kendi 
          beynine ehemmiyet vermesi, onu geliştirdiği, onu  yücelttiği anlamı da 
          çıkartılamaz.  Eğer  öyle  olsa,insanlar arasındaki farklar azalırdı 
          sanırım.  
 
          - Bu  yukarıda  yazdıklarımıza inanmakla 
          birlikte, yinede  insanlar bazı düşünüşler üzerinde birleşmiş  olması 
          gerekiyor. Buna eskiler "asgari müşterekler" diyorlardı. Her ne kadar 
          fikir özgürlüğünüzü korusanız  bile,bazı şeyleri öteki insanlar gibi, 
          en  azından onların bir kısmı gibi düşündüğünüz kabul edilmiş 
          olmaktadır. Şimdikiler buna "fikir grupları" diyorlar.
 
          - "KİLİM DERGİSİ"NİN çıkaranları bir 
          fikrin  takipçisi olmuşlar. Bunlar bir araya gelmişler, düşünmüşler ve 
          Türk Ülkesinde, güzel  bir dilimiz olmasına rağmen,insanlarımızın   
          ticaret  yerlerine  yabancı isimler koyduklarını  ve bunu resmen de 
          tescil ettirmiş  olduklarını  tespit  etmişler. Hem  bu  tespit 
          Çorum'da olmuş. Çorum nere, Amerika veya Kanada nere?  
 
          - Bizim Çorumluların yabancı dil 
          bilenleri azdır. Bir  şehirde 20 - 25 tane insanın yabancı dil bilmesi 
          hiçbir işe yaramaz.  Bu yabancı dil bilimi belki zaman zaman onların 
          işlerine yarasada, Çorumluların dükkanına yabancı bir isim seçmesine 
          gerektirmez.
 
          - Bu  yabanca dillerden, iş yerlerimiz 
          için neden sözcükler  seçiyoruz? Bunun bir anlamı yok,seçenlerde  
          anlam aramak için seçmiyorlar. Daha çok modaya uyuluyor.  Bu   modanın 
          kendisi de saçma. Hiç bir medeni insan ticarethanesine yabancı bir 
          isim seçmez. Bu insanların yabancıları da bunu yapmazlar. Bu garip 
          moda da zaten  bizim  ülkemizde moda  teşkil ediyor. Sanıyorum ki;az 
          gelişmiş diğer ülkelerde de bu yabancı modacılık mevcut ve bir özellik 
          olduğu kanaati de yaygın. Bence hem  abes ve hem de biraz ayıpta. 
          İnsanlar  eğer mutlak taklit etmek istiyorlarsa daha  uygun  bir 
          hareket ve alışkanlığı Taklit  etmelidir.  Mesela:  İngilizler akşam 
          yemeğine pijama ile oturmazlar ve sabahları da  tıraş   olmadan sokağa 
          çıkmazlar. Mutlak yabancı aşığı iseniz,bunlar taklit edilemez mi?
 
          - İşte; " asgari müşterek"  bunlardır. 
          Dil birleştirici  bir  unsurdur; üzerinde durmak,onu iyi kullanmak, 
          geliştirmek ve yabancı sözcükler karıştırarak bozulmamasına sebep 
          olmamak gerekir. Kültürü yapan en önde gelen unsurda dildir. Türkçemiz 
          iyi bir dil. Türkçeyi  iyi konuşan insanları dinlerseniz,müzikal bir 
          ahenk bulmakta  zorluk çekmezsiniz. En müzikal dil İspanyolca imiş. 
          Benim dil üzerine geniş bir bilgim yok ama;  Türkçe ile medeniyet ve 
          kültür   yapılacağı  inancındayım. Türkçenin edebiyat dili olduğu 
          mutlak. Türkçe ile ilim de  yapılır, felsefe de  yapılır. Okullardan 
          felsefe Türkçe   ile  yapılamadığı için kaldırılmış değil, 
          kaldıranların mantalitesi felsefe ile bağdaşmıyor da ondan. 
           
 
          - Bizim Kilim Dergisinin gençlerini 
          kutlarım. Bizde  kendilerini  destekliyoruz. Biz gibi, bütün düşünen 
          insanların bu güzel   hareketi desteklemesi   gerekir. Dil müşterek 
          varlığımız olduğuna  göre  her Türk  ve Türkçe konuşan her 
          insan,dilimizin korunmasında  kendisini  görevli saymalıdır.
 
          - Bu teşebbüsü, Belediye Meclis 
          grubumuza da ilettik. Bu güzel fikrin Belediye  Meclisinde 
          sahiplenmesini ve ikna yoluyla, ruhsat verirken insanlarımızın 
          uyarılmasını Belediye Meclis Üyelerimizden istedik. Hukukçularımızdan 
          da Kanuni bir zorunluluk  getirilip  getirilmeyeceği, sorunun  
          incelenmesini  istedik. Nüfusa çocuğumuzu yazdırırken, abes isimler 
          koymanıza  Kanun  izin vermiyor. Nüfus Memurları da  bunun üzerinde 
          hassasiyet gösteriyorlar. Aynı Kanun belki de iş yerlerinin ad 
          seçimlerinde öncülük edebilir. Yabancı dil derken ayrım yapmıyoruz. 
          Türkler dillerinin sahipleri olmalıdırlar. Ölülerimize yaptığımız  
          duaları bile Arap dilinden seçmenini  bir anlamı olmaz. Arapça okunan 
          bir dua daha etkili değildir. Ayıp her yerde ayıptır. Diline sahip 
          çıkmayan bir millet, dinine de sahip çıkamaz.
 
         
          
          
           | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          60  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - İŞTE YAHUDİ DÜŞÜNCESİ HAKİM
 
          -             Bu yazıyı okuyacakların hepsi;Yahudi ile bir Türk 
          arasında geçen hadiseyi yada daha doğrusu hikayeyi iyi bilir.. 
          hikayeyi Mübarek Ramazanda bana yazdırıp da bazı insanların iğbirarını 
          üzerime yöneltmeyiniz. Yahudi demiş ki “Paşam ! Biraz sen,biraz da 
          gayret benden olsun;şu hançeri kenara bırak”
 
          -             Hep biliyoruz ki;müzakereler AB ile aramızda 
          başlamıştır. Müzakerelerin şartları da peşinden yazılmış ve bize kabul 
          ettirmiştir. Müzakerelerin sonuçları AB dostlarımızın arzuları içinde 
          olacaktır. Uçları da açıktır. Açık sözcüğü üzerinde tartışmayı nasıl 
          yapacaksınız?
 
          -             Bu müzakere sözcüğüne göre,Türk müktesebatı yani 
          bürokrasisi AB müktesebatına uyulacaktır. Bunlar 25 devlet 
          müzakerelerinde belirlenmiştir. Onların hepsinde maddeler  aynıdır. O 
          zaman;bizde tarama işi çabuk bitmiş olacaktır diyebilirsiniz de iş 
          sizin dediğiniz gibi bitmeyecektir. Öbür AB devletlerinde olmayan 
          maddeler ortaya getirecektir. Başlamıştır da.
 
          -             AB’nin genişlemesinden sorumlu üyesi olan Olli Rehn 
          acele memleketimizde geldi. Bizim yetkililere tam olarak ne 
          konuştuğunu bilmiyoruz ama;basın toplantısında bazı ip uçlarını da 
          ortaya koymaktan geri kalmadı. AB için geçerli olan bütün 
          normları,standartları ve değerleri AB müktesebatı ile birlikte tam 
          anlamıyla kendine uygulayacağını belirtiyor. Bu sözcüklerin hepsi 
          karmaşık kavramlardır. Avrupa memleketlerinde bile aynı anlamı 
          vermezler. Bundan çıkartılacak anlam,bizim için yeni isteklerin ve 
          kösteklerin önümüze konacağı keyfiyetidir. Bu anlamların hepsi her 
          şahsa ve hatta millete göre tefsir farkı gösterir. Biz böyle 
          anlamı,müktesebat anlamı içinde düşünülemez,bunlar keyfidirler.
 
          -             Basın toplantısında,soru kendisine yöneltilmiş 
          olmadığı halde,misafir konuşmacı söz arasına giriyor. Sayın Abdullah 
          Gül’ün itina ile söylemekten kaçındığı bir soruya ortaya kendisi 
          atıyor. Demek ki;bu sorun ikisi arasında kapılar arkasında konuşulmuş.
 
          -             Rehn;görüşmelerinde gümrük birliği protokolünü sayın 
          Gül’le ele aldıkları,Gül’ün bu sorunu ve protokolün onayının Türkiye 
          tarafından hiç geciktirmeksizin TBMM de tasdik ettirmesinin gerekli 
          olduğunu açıkladığını bildiriyor. Bu protokol ise malların bütün 
          Avrupa Birliği ülkelerinde yani;25 ülkede serbest dolaşımını istiyor. 
          Şu söz karşısında sizin Güney Kıbrıs Rum Devletini tanımadığımızı 
          söylemenizin veya beyannamede bildirmenizin anlamı kalıyor mu ? Bunun 
          AB ile aramızda anlaşacağımız Türk müktesebatı ile ilgisi var mı?
           
 
          -             İşte Yahudi mantığı asıl burada başlıyor. Bunların 
          hepsi hükümetle AB yetkilileri arasında sıralanmış ve karar bağlanmış. 
          Gıdım gıdım ortaya getirilerek Türk kamuoyu bunlara alıştırılmak 
          isteniyor. Zaten kamu oyu diye bir şeyimizde yok. 1950 den beri bizim 
          toplum,iktidarın her dediğini alkışlamakla kabul edip geliyor. Anlama 
          işi çok geç oluyor. Toplum bunları anlattığı zamanda,iktidar partisi 
          toptan alıp kenara unutulmaya terk ediyor. Yerine denenecek yeni bir 
          parti gelir.
 
          -             Sayın misafirimiz,hakikate daha işaret koyuyor,serbest 
          dolaşım işi öbür yirmi beş ülke kısıtlama olmaksızın tatbik sahasına 
          konmuştur. Bizde sayın Rehn’e göre 2020 ye kadar serbest dolaşım zaten 
          ertelenecektir. 2020 de Avrupa’nın iş durumu ve ekonomik kapasitesi 
          uygun olmazsa,dolaşım devamlı olarak da ertelenecek yani,ortada madde 
          olmaktan çıkartılacaktır. Bu ne demektir ? Türkiye AB içine alınmakla 
          birlikte serbest dolaşım ve ondan bekledikleridir. Ben dahi ona 
          hevesleniyorum. Doğduğum memlekette reçetem kabul edilmeyip aklım ve 
          bilgim başımda iken mesleğimin icrasına imkan vermeyen bir 
          memlekette,doğduğum memlekette işsiz oturacağıma,gidip AB ülkelerinin 
          birinde adam gibi mesleğimi icra ederim. Benim şu söylediğimi 
          Türkiye’de anlatacağım,anlatabileceğim bir makam veya şahıs var mı ?
 
          -             O zaman,herkesin kakı olan bir hak sana tatbik 
          edilmiyorsa,ortalığa çıkıp eşit şartlarla AB içine girdiğinden 
          bahsedebilir misin ? Bunun sana tatbik edilen yolun,imtiyazlı 
          ortaklıktan farkı kalır mı ? İktidar ve bu günkü iktidar bu halkın 
          üzerinde hep durmuşlar ve imtiyazlı ortaklığı reddetmişlerdir. 
          Halbuki,olanlardan anlıyoruz ki;imtiyazlı ortaklığı kamu oyundan gizli 
          olarak kabul etmişlerdir. Şimdi işler bir alıştırma işidir.
 
          -             İşin iç yüzü anlaşılmış olsa,durum değişecektir. 
          Halkımız serbest dolaşım istiyor. Bunun olmayacağı kendisinden 
          gizleniyor. Kendisi alıştırılmak isteniyor. İnsanlara doğru söylemek 
          zorundadırlar.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          61  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER 
          
 
          -             Bir yazıya böyle başlık olur mu ? Beklide;yazdıklarım 
          arasında en iyi başlığı teşkil ediyor. Yazıyı sabırlıca okuyup 
          bitirenler ne dediklerimi anlayacaklar ve bana hak vereceklerdir. 
          Başlığına bakıp ta yazıyı okumaktan vazgeçenler hatalı 
          olmayacaklardır.
 
          -             Merdiven;insanlar için vazgeçilmez bir şeydir. Eve bir 
          eşik atlayarak girseniz bile,bodruma merdivenlerden inecek ve yatak 
          odalarına merdivenlerden çıkacaksınız. Apartman devrinde yaşadığınıza 
          göre,merdivenlerden uzak kalmamız mümkün değil. O zaman,bu kadar 
          gerekli olan merdivenlerin insanlar tarafından kolayca kullanılır 
          olması gerekir. Ayrıca;merdivenler bazen inip çıkan insanlar için 
          büyük tehlike kaynağı da olabilirler. İşte yazı biterken bu 
          söylediklerimin hepsini de cevaplarını da bulmuş olacaklardır sayın 
          okuyucular.
 
          -             Çorum’da merdiven durumların ben hep düşünmüşümdür, 
          bir yere girerken veya çıkarken hep merdivenlere gözüm kayar. Çorum’da 
          çok güzel ve rahat merdivenler vardır. Veli Paşa’ların meşhur 
          evlerinin ve otellerinin merdivenleri;planlarını benim damadımın 
          yaptığı kendi evimin merdivenleri;Turgut Özal’ın adını taşıyan binanın 
          merdivenleri;Çorum Hükümet eski binanın merdivenleri,güzel merdivenler 
          arasında zikredilmektedir. Ben;bunları inip-çıkarken tetkik 
          etmişimdir. Ayağınızın burnuna basarak merdiven basamaklarını 
          ayarlamanıza gerek kalmadan yürüyebilirsiniz.
 
          -             Çorum’da çok kötü çizimleş,ölçüye getirilememiş ve her 
          an tehlike yaratacak şekilde bir gün ölümlere sebep olacak merdivenler 
          de var. Şu saat kulesinin yayındaki PTT’nin merdivenleri,Tedaş’ın dış 
          merdivenleri,Yetmiş beş yıl kültür binasının izah edilemez bir 
          zihniyetle çizilmiş meydan merdivenleri ve de benim büro olarak 
          kullandığım şimdiki yerimin merdivenleri. Bu izah ettiğim kötü 
          merdivenlere örnek gösterilebilirler. Bu koca binaların merdivenlerini 
          yapanlara söz kar etmez ama,bunları teslim alanların idraklerine 
          şaşmamak elde olur mu ? Bunların ekserisi kamu binaları. Yapıldıktan 
          sonra fen heyetleri tarafından tetkik edilip kabul gören ve resmileşen 
          binalar. Dıştaki merdiven şekli ve ölçülerine dikkat etmemiş kabul;fen 
          heyetinin betonarme hesaplarına dikkat ettiğini düşünüle bilir mi ? 
          İşte,yer sarsıntılarında önce yıkılıp giden ve hikayesi unutulmaz acı 
          kaynağı olarak kalan;kamu binalarının durumları bunlar.
 
          -             Bu ölçüsüz merdivenlerin birinden,bir gün bir 
          yaşlı,bir şişman,bir uzun boylu mutlaka düşecektir. Nasıl 
          neticeleneceğini de Allah bilir. İçki içenlerin saydığımız bu kötü 
          merdivenlerden çıkamayacakları düşünülmez ki. Bir sarhoş düşerse iyi 
          oldu mu diyeceksiniz ?
 
          -             Sayın Vali’miz bu binaları ziyaretlerinde,ilgili 
          yetkilileri ikaz edip,bu merdivenlerden bir daha çıkmak istemediğini 
          söyleseler,bu kötü merdivenlerin hepsi,üç günde yeniden ölçü içinde 
          yapılabilirler. Ucube Kültür Sitesinde ise bütün merdivenleri yok eden 
          yeni bir oluşum düşünmek gerekir. Bu sözde kazanılmış bu acayip 
          bina,Çorum için ayıp olmaktan kurtarılmalıdır.
 
          -             Şimdi yazımım asıl can noktasına geliyorum. Okuyunca 
          zihnimiz açılacak ve Çorum’daki kötü merdivenlerin düzeltilmesinin 
          gereğine inanacaksınız. Yazacaklarımız;Hiyyary’nin kocası Charles’in 
          babası,Monica’nın sevgilisi ve baş belası ve ABD eski Başkanı Bill 
          Clinton’un başından geçmiş bir olaydır. Başkanın başına gelen 
          olay;Çorum’da yaşayan birisinin başına da gelebilir.
 
          -             Amerikan Başkanı Bill Clinton;bir akşam çok sevdiği 
          karı koca bir aileye misafir gidiyor. Bu gittiği ev Beyaz Sarayın  
          uzağında.
 
          -             Başkan herhangi birisinin evine misafir gidecek değil 
          ya ! Sofra kuruluyor. Yenilip içiliyor,zaman unutuluyor. Zamanı 
          unutmak demek,yaşamaktan mutlu olup uçmak demektir. Saat bir olunca 
          Başkan işin farkına varıyor. Beyaz Saray’a dönmek için kalkıyor. Ev 
          sahibi önde,ev sahibesi arkada,Başkan ortada merdivenden birlikte 
          inilecek ve Bill Clinton saraya uğurlanacak. Ev sahibi merdivenin 
          ortasına gelmiş;Bill Clinton adımını birinci basamağa atarken iyi 
          tutturamıyor ve ikinci basamağa basıyor. Vücudu Allahlık. Gecede her 
          halde Hasan Zahir suyu içmediler ya. Başkan düşmüyor ama;herkesin 
          duyabileceği kadar şiddetli bir ses sağ bacağının adalelerini içinde 
          hasıl oluyor. Kuadrseps adalesi cart diye yırtılıyor. Şu anda bir 
          insan Başkan’da olsa yürüyebilir mi ? O da yürüyemiyor. Gereken 
          tedbirler alınıyor. Tedavi tam altı ay sürüyor. Helsinki’ye gitme işi 
          tehlikeye bile giriyor.
 
          -             İşte durum bu. Merdiven ne ki denmemeli. Clinton’un 
          başına gelenler de;karısını bir Çorumlu gibi evde bırakıp,ikisinin de 
          tanıdığı bir dostuna misafir gittiği için;Aha uğradı şeklinde tefsir 
          etmemeli;merdiven rahat olmalı.
 
          -            
           
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          62  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER 
 
          -             Dünya yaratılalı beri diye söze başlayarak işi 
          karıştırmak istemiyorum. Dünyada insanların hakimiyet kavramları 
          teşekkül edeli beri diyerek yazıya başlamak daha uygun düşüyor. İşte 
          bu müddet içinde milletler bir birlerine hakimiyet kurmaktan geri 
          kalmamışlardır. Hakimiyet kurmalarında pek çok sebepleri olacaktır. Bu 
          hevesten insanları ve milletleri vazgeçirmek mümkün olmamıştır. Dünya 
          hakimiyetini bir elde toplamak imkanı da görülmemiştir. Yakın tarihte 
          Osmanlı padişahının ve Napolyon’un sözleri vardır. İkinci Cihan Savaşı 
          sırasında Wandell Wilki “Tek Dünya” adlı kitabı kaleme almıştır. 
          Hiçbir şey kökten değişiklik göstermiş değildir.
 
          -             Bu hakimiyet anlayışından dolayı,geçen bin yılı,Avrupa 
          devletleri kavga ile tamamlamışlardır. Doyasıya birbirlerini 
          boğazlamışlardır. O zamanlarda da insan haklarını düşünenler varsa 
          da,etkili olma imkanı bulunmuyordu. Bu son Cihan Savaşı unutulmaz 
          hatıralar bırakmış olacak ki;insanlık değişiklikler düşünmek zorunda 
          kaldı. Avrupa birleşmesi fikri buradan doğdu. Fikir;kendiliğinden 
          doğdu denilemez. Fikri Amerikalılar empoze ettiler. Avrupa 
          Devletlerinin Amerika’ya benzer şekilde birleşmelerini uygun gördüler. 
          Fikir aslında bizzat Avrupa’nın fikri değildir. Rus tehdidi 
          olmazsa,belki bu fikirde doğmuş olmayacaktı.
 
          -             Fikir doğmuştur. Geçen zaman içinde,fikir üzerinde 
          oldukça kafa yorulması da yapılmıştır. Bir AB teşekkül eder yola 
          girmiştir. Cidden bu AB teşekkül eder ise yepyeni bir düşünce teşekkül 
          etmiş olacaktır.
 
          -             Dünyadaki politik durumun değişmiş olması düşünülemez. 
          Yalnız,her şey eski düşüncelerin kaybolacağına işaret eder durumda 
          değildir. AB nerede duracaktır? Bütün dünyayı içine alması mümkün 
          olmayacağına göre hudut neresi olmalıdır? Bu hudut Japonya’yı da içine 
          alacak şekilde genişletilebilir mi ? Normal olarak Rusya hudutları 
          kabul görürü mü?
 
          -             İnsanların ayranları kabarınca,bazen gözleri hudut 
          tanımak istemiyor. Ukrayna hududu yeterli görülmemiş ve renkli bir 
          devrimle,Ukrayna AB cephesine geçirilmiştir. Bu işte daha önce 
          yakınımızda Gürcistan’da da yapılmıştı. Sonra;Beyaz 
          Rusya,Kırgızistan’da da yayılım başladı. Özbekistan’a gelince işler 
          karşılık gördü. Sessizlik birden değişti ve Budapeşte’de zaman içende 
          yapılan tatbikat ortaya çıkıverdi. Göstericiler KADAVRALAŞTILAR.
 
          -             Avrupa’nın hayal içinde olduğu belli. Avrupa 
          kendisinde olan her şeyin üstünde ve doğru olduğu inancını taşıyor. 
          Biz;Avrupa’yı ve medeniyetini küçümsüyor değiliz. Bu medeniyeti kabul 
          edenler içerisinde bulunuyoruz. Ancak;her şeyde benimki doğru 
          zihniyeti kabul görür bir şey değildir. Benim de,sizinde,tarih içinde 
          beğenilir şeylerimiz olmuş olması gerekir. Bizimkilerin toptan 
          reddettiği yerde,bizde nasıl yer ayrılmış olabilir ? Bunlar hep birer 
          düşünce tarzıdır ve bunları insanların zihninden söküp atmak imkan 
          içinde olamaz. Bu düşünceler Türkiye içinde gerekli sayılmış 
          olduğundan bazılarımızın oldukça deneyim sahibi olduğumuz doğrudur. 
          Avrupa’nın bizden bir şey beğendiğine rastlayan kimse var mıdır ?Bizde 
          işe yarar bir şey olmazsa,binlerce yıldır ileriye götürdüğümüz toplumu 
          ayakta tutmam mümkün olur mu idi ? Eğer Avrupalı aklını kullanmayı 
          bilip de,tabii hudut sayılan Rus sınırlarında durmasını bilse idi,bu 
          içinde bulunduğumuz bin yılı da çok mutlu olarak geçirme imkanı 
          bulurdu. Akıllıların,az akıllıları kullanacağı kaidesi yine hakim 
          olacağından,hiç savaş içine sürüklenmeden daha bin yıl Avrupalı aklın 
          ve medeniyetinin nimetlerini yaşamış olurdu.
 
          -             Bu günkü yöntemle,dünyayı demokrat yapıp,demokrasiyi 
          yaygınlaştırmak mümkün olmaz. Bosna;Afganistan ve Irak’ta varılan 
          neticeler emniyet vermiyor. Bu yol dogru sayılsa bile,tatbikatı 
          Dünyaya yayılışı beş yüz seneyi geçer. Bu zamanda bizim AB içine 
          girişimize benzer bir şey olur. Kimin ölüp,kimin kalacağını akıllar 
          kavramaktan aciz kalır. Yani,tutulan Avrupa ve Amerika’nın yolu tatmin 
          edici değildir. İşgal edilen ülkelerdeki durumlar, insanların 
          yaşamları,eskiyi arattıracak vaziyettedir. Amerikan ve Avrupa 
          düşmanlığı da kendilerinin bile anlamayacağı duruma tırmanmıştır.
 
          -             Bizce gidilen yol sakattır. İnsanlar adalet ve eşitlik 
          içinde yürümeyi isterler. Gidilen yol korkutucudur. Dünya birliğini bu 
          yolla temin etme imkanı yoktur.
 
          -             Daha ileri gidersek,yine bize göre: Üçüncü Dünya 
          savaşının temelleri atılma yolundadır insanlık. Bir defa endişeler 
          ortaya çıktı ise,insanlara bunları unutturmak mümkün olmaz. Her 
          fırsatta,öncülerinin önüne taşlar yığılması fikri hakim olacaktır. 
          Bütün Dünya ile başa çıkacak bir kuvvetin bugün ortalıkta olduğunu da 
          kabul edecek kimse yoktur.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           63  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇORUM’LA İLGİLİ BİRİ İSİM
 
          -             4 Ekim 2004 tarihli Cumhuriyet Gazetesi;gazete ile 
          birlikte “Mimarlık ve Kent” adını taşıyan bir de ek verdi. Cumhuriyet 
          Gazetesinin verdiği eklerin hepsinde bir ciddilik vardır. Bende 
          öbürlerinde olduğu gibi,bu eki de gözden geçirdim. Bir dostumun resmi 
          bir köşeye konulmuştu. Behruz Çinici. Sayın Çinici nin Çorum’la ilgisi 
          var. Mimarlık literatürüne girmiş birde eseri var. Bin Evler 
          Mahallesi. Sayın Mimar Çinici’nin eseridir. Zaten bizlerde kendisini o 
          vesile tanıdık ve dostluk kurduk.
 
          -             Sayın Çinici 2004 yılı Sinan Ödülünün sahibi olmuş. 
          Cumhuriyet Gazetesi de ekine bu münasebetle Sayın Çinici’nin resmini 
          koymuş. Kendisini “Usta Mimar” olarak da tasvir ediyor. Çinici’ye 
          yakışan bir sıfat olduğundan şüphe edilemez. Ancak;Çinici kendisini 
          başka bir isimle tasvir eder. Bence kendisini tasvirinde daha büyük 
          isabet var. Onu ben yazmak istemiyorum. Kendisi o sıfatı söylendiği 
          zaman yüzünde derin bir memnuniyet tebessümü beliriyor. Ben yazınca,o 
          etkiyi temin edememekten çekinirim.
 
          -             Sayın Çinici’nin yaptığı ve tatbik sahasına koyduğu 
          eserler ve planları resmin altına sıralamışlar. Merakınızı uyandırmak 
          için bunları ben buraya almak istemedim. Merakı uyananlar;Cumhuriyetin 
          bu ekini temin edip,okumalı ve kitapları arasına koymalıdırlar. 
          Ekte;başka isimler ve başka eserler üzerinde geniş bilgi veriliyor. Bu 
          ek kitaplığınızda büyük bir yer tutmaz;hatta kitaplığınız süsler de. 
          Jaqueline Onasis’in evini kitaplarla süslemiş olduğunu da ben 
          yazmamıştım.
 
          -             Resmin altında Çinici eserlerinin listesi arasında 
          bizim Bin Evler’in ismi yok. Eminim ki Çinici bu ismi kendisi vermek 
          istememiştir. Halbuki yaptığı ve bugün içinde oturduğumuz mahalle ve 
          ev planlarını çok severdi. Bizim Bin Evler Planı uluslar arası ilgi de 
          görmüştü. Yine eminim ki;Bin Evler Planının bozulmuş olması Çinici’yi 
          üzmüş olmalıdır. İnsan kendi eserinden soğutulur mu ? Çorum için bu 
          imkan içindedir.
 
          -             Benim damadım da mimardır. Bin Evlerde bulunan evimiz 
          için belediyeye gitmek zorunda kalmıştı. Damadım Temel Doğan Bin 
          Evlerden bahsedince yetkili ve mimar olan şahıs “Aman ağabey; bin 
          Evler’de Bin Evlik mi kalmış ki !” demiştir. Bu zat Çorum şehir planı 
          ve dolayısıyla şehrin güzelliğini ve tamamiyetini korumakla yükümlü 
          bir insandır. Bu şahsa ve zihniyete daha fazla yetki tanınırsa 
          şehre,onun güzelliğine ve şehrin tamamiyetine yapacağı kötülük 
          yetkisinin arttığı nispetinde daha da artmış olacaktır. Bunlardan 
          dolayı Başbakan eleştirilirse günah olmaz mı ?
 
          -             Sayın Çinici’yi ve eski Valilerimizden Sayın 
          Celalettin Tüfekçi’yi geçen sene kış aylarında Çorum’a davet etmiştim. 
          Vali ve Çinici’de dostturlar. İstanbul’a gidersem birlikteliğe bende 
          iştirak ederim. Sayın Valimiz Tüfekçi,yazın gelmeyi arzu etmişlerdi. 
          Gelemediler. Davetimi yenileyeceğim ve ikisini de Çorum’a gelmelerine 
          çalışacağım. Her ikisinin de Çorum’da pek çok dostları var. Çinici 
          eserini Bin Evlerin plan bozulmasını görünce üzülecektir. Üzüntü neyi 
          değiştirir ! Türkiye’de bunlar da alışmanın yolların aranması 
          gerektiğini bizzat tatmış ve görmüş olmalıdır. Her şeye ortak 
          vatandaşlarımızdır.
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         64  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - HAYIRLI BAYRAMLAR
 
          -             Övünülecek derecede iyi gelişmiş bir Ramazan daha 
          geride bıraktık. Bayram kutlamalarına da çok geniş şekilde hak 
          kazanmış bulunuyoruz. Ramazan Bayramı hepimize ve Milletimize uğurlar 
          getirsin.
 
          -             Övünülecek şekilde bir Ramazan geçirdiğimiz sözü 
          doğrudur. Bütün hayatım boyunca,Ramazan devamınca,ülkemizin şu veya bu 
          kesiminde,bizzat din ve oruç adına yakışıksız olaylar olduğuna şahit 
          olunduğunu görmüşümdür. Bunu yapanlar,yaptıkları ayıp 
          hareketlerle,kendilerinden daha üstün Müslüman oldukları yanılgısı 
          içinde bulunmuşlardır. Sonuç hiçte öyle değil.oruç ve ibadet şahsi bir 
          olaydır. Kimsenin kimseye iman öğreticiliği yapmasına gerek yoktur.
 
          -             İşte bu sene Ramazan Ayını Tokat’taki oruç tutmayanı 
          suya atma olayı hariç,olaysız geçirdik. İnsanlarımız oruç 
          tutanlarımız,tutmaması gerekenlerimiz ve de tutmak istemeyenlerimizin 
          iyi bir bayram idrak etmeleri,her yönden haklarıdır. Bende,Ramazan 
          ayını kutladığım gibi Bayramını da bütün içtenliğimle kutluyor ve 
          insanlarımıza sağlıklar diliyorum.
 
          -             Geçenler unutulduğu için bilhassa yaşlılar,geçmiş 
          Ramazan aylarının ve bayramlarının çok daha mükemmel oldukları 
          hikayesini anlatmaktan ger durmazlar. Çocuklar ve gençler şuurlarında 
          kendilerine bir cins öğünme hissesi de çıkarmaktan geri kalmazlar. İş 
          hiçte öyle değil. Ramazan ayları ve bayramlar birer varlık gösteri 
          durumunda anılırlar. İftar yemekleri para ile verilir. Bayram 
          donanımları da par ister. Geçen dönemlerin maddi imkanları bu 
          günkünden ileri olmadığına göre,bu geçmişin şimdikinden daha mükemmel 
          olduğu düşünülemez. İnsanlarımızın geleneklerine ve inançlarına bir 
          eksiklik geldiği de akla gelemez. Yeni Ramazanlar ve  yeni Bayramlar 
          eskilerinden daha mükemmel olmaktadır, hele bu yıl İstanbul’da yapılan 
          yeni imkan gösterileri eskileri kat kat geride bırakmıştır. Fesahe 
          tertiplerini beğenmeyeni görmedik. Gelecek Ramazan ve Bayramlar daha 
          mükemmel olacaklardır. İnsanlar inançları ve görgüleriyle birlikte hep 
          ileriye,mükemmele ve doğruya doğru gideceklerdir.
 
          -             Ramazan geçtiği için bir noktaya da temas etme 
          cesaretini kendimde buluyorum. Korku nereden geliyor? Demek korku var 
          ki yazıyı yazarken bile ona dokunmaktan kendimi alamadım. Bir ülkede 
          düşüncesizler olursa;korku da olacaktır. Hele Müslümanlık derece 
          yarışı önlenememişse bu korku hep olacaktır.
 
          -             Ramazanlardaki pek güzel düşünülmüş iftar yemeklerinde 
          tıpkı oruç ve diğer ibadetler gibi şahsidir. Devlet parasıyla,dernek 
          parasıyla,sivil toplum örgütlerinin parasıyla,sendika parasıyla cömert 
          iftar yemekleri verilemez. İftar yemekleri birer sosyal düşünce 
          aksettirirler. Saydıklarımız bu sosyal yönlerini başka türlü 
          gösteriyorlar. Özel keselerin açılması gerekir. Vergi mükelleflerinin 
          ve aidat ödeyenlerin iznini almadığımıza göre yaptıklarınız doğru 
          olmaz. Bunu bir başkan bile vaktiyle yapmıştı. Biz iyi 
          karşılamamıştık.
 
          -             Dini bayramlar her dinde vardı. Sümerlerin dinlerinde 
          de böyle ibadetler ve bayramlar  var. Her dinde,İslamiyet’te olduğu 
          gibi bu dini bayramlar coşku ile kutlanır. Şimdiye kadar bu dini 
          düşünüşün isabetsizliğinden bahseden olmamıştır. Herkesin birlikte 
          kabul ettiği nosyonlar ise,topluma mal olmuşlar ve tenkit dışına 
          çıkmamışlardır.
 
          -             Çorum’da bir doçentimiz dinin sosyal bir kurum 
          olduğundan,yazısında bahsetti. Bir sayın profesörümüz dinin insan için 
          olduğunu,insan için geldiğini anlattı. Diyanet İşleri Başkanımız 
          olayları din bakımından tefsir ederken dikkatli olunması gerektiği 
          noktasına işaret etmişlerdir. Ben bunları iyi işaretler olarak 
          alıyorum. Bunların olduğu ülkede dinle barışılmak saçmasından 
          bahsedilemez. Milletin insanları dini ile barışıktır. Milletin 
          insanları dini inançlarının siyasi ve bir başka çıkar için 
          kullanılmasını istemiyorlar. Bunlardan cesaret alınamaz, bunlarla 
          övünülemez.
 
          -             Tekrar ediyorum: Yeni Ramazan ve Bayramlarımız 
          eskilerinden daha mükemmeldirler. Geleceklerdekiler de bu 
          günkülerinden daha ili ve mükemmel olacak gibi gözüküyorlar. 
          Temennilerimizde bu yoldadır. Bu düşünceler içinde bütün Millet 
          Fertlerimizin
 
          - Bayramını,Bayramınızı  içten kutluyorum.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          65  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ALIŞKANLIK DIŞILAR
 
          -             İnsanların alışkanlık dışıları hep anormal olarak 
          karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde geçirilir. 
          Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda 
          başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler. 
          Genel olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları 
          adet olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız 
          bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak 
          bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet 
          vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde 
          olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın 
          gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum 
          ki;Kurban Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden 
          uzaklaşmak isteyen insanların hareketleri normal değildir.
 
          -             Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde olamadım. 
          Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu yaptım. Ben 
          yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde çocuklarımı 
          yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben katlanıp,onların yanına 
          gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim. Bizim çocuklardan küçük 
          kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde bulunuyorlar. 
          Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba düşüncesi ile 
          bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile olsam,bir çok 
          insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara katlanabilirim. Galiba 
          normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış bulunuyorsunuz. 
          Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap olmuş bulundum.
 
          -             Benim düşüncelerimde olmayanları da gördüm. Yine az 
          sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını dinlemek için 
          otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl 
          pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben 
          bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna 
          göre,demek ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını 
          reddetmenin bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden 
          insanların yaşadığı bir devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak 
          dilediği gibi yaşamak isteyen insanların zevklerine karışmak 
          istediğimiz de yoktur. Biz sadece fikirlerimizi okurlara intikal 
          ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi imkansızlıklar yüzünden evinde 
          kalanlar içinde düştükleri üzüntünün ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
 
          -             Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da havalar 
          şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde 
          yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten 
          sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar 
          kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul 
          etti. Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah 
          kalktığımızda da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun 
          rahatlığını duyanlar bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir 
          aylık kazancı olan ülkede eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı 
          ödeyenler eğleniyor değiller,onlar eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara 
          eğlence demek bile hata olur kanaatim var.
 
          -             Size gezdiğimiz yerlerin yalnız isimlerini vereceğim. 
          Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı bizim gibi şu 
          gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı Köşkü ve 
          sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip edilmiş 
          olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi ve 
          Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun 
          her yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu 
          park;yine Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ 
          cenahta Rahmi Koç adına tertiplenen makine parkı,vakiniz olursa bir 
          günde Pier Loti Tepesi.
 
          -             Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak kadar benim 
          gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir tam 
          günü rahat geçirebiliyormusunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama 
          geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca 
          neler yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi 
          olmayınca para insanı soytarıya çevirebilir.
 
          -             her akşam haberlerinde,trafik kazalarını takip ettik. 
          Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız olduğunda 
          görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik kaidelerinin 
          öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz. Bunların 
          dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir. Güzel 
          yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla 
          başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi 
          bir zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan 
          yaratılmanın sorumluğunu tanımaz mısınız?
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          66  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - CUMHURİYETİMİZ SON AŞAMADIR
 
          - Cumhuriyet adı altında, dünyanın her 
          türlü spekülasyonu yapılmıştır. En koyu diktatörlüklerin bile adı, 
          cumhuriyet olarak nitelenmiştir. Bizim cumhuriyetimizi, spekülatif 
          cumhuriyetlerden, demokratik vasfıyla ayırt etmemiz gerekmektedir. 
          Öbürleri, zaman içerisinde, yer yüzünden kayboldukları halde, bizimki 
          75 yaşını, şanına yakışır şekilde kutlanır olarak görmüştür. 
           
 
          - Ben; Fransız Devletinin 14 Temmuz 
          Cumhuriyet Bayramlarını bir çok seneler gördüm; bu 75.yıl kutlamaları, 
          Fransız milletinin kutlamalarından hiçte daha az görkemli  değildi. 
          Cumhuriyetimizin millete mal olduğunu sokakta gördük.Cumhuriyet 
          Milletin Bayramı idi.
 
          - Cumhuriyetle ulus, kulluktan 
          kurtulmuştur. "Ulus kurtarılmıştır" demeye dilim varmıyor; eğer Büyük 
          Atatürk Türkiye dışında herhangi bir  ülkede doğsa, bir  ulusu,kulluğa 
          alışmış bir ulusu,bu zilletten kurtarma kudretini kendisinde zor  
          bulurdu. İçinden çıktığı  millette  bu  vasıf mevcut; Atatürk'ün 
          büyüklüğü,milletindeki kabiliyeti sezip, ona  yol  göstermiş  
          olmasıdır. İşte; Tanrının lütufu burada gizli.
 
          - Bizim ulusumuz, en basit rejimlerden, 
          en yüksek devlet şekline, imparatorluk şekline kadar, hepsini 
          yaşamıştır. Hiç birisinin yönetimi altında milletimiz 
          Cumhuriyetimizdeki  kadar mutluluk  görmemiştir. 75 yılı savaşsız 
          geçirdik ve çoğaldık. Anadolu'da hiçbir devirde 65 milyon insan  
          yaşamadı. Anadolu hiçbir devirde Cumhuriyetteki kadar imar görmedi ve 
          hiçbir devirde, Anadolu'da  insanlarımız, Cumhuriyet altındaki  kadar 
          birbirine eşit olmadı. Eksikler,hırsızlıklar,  mafyalar, çeteler yoktu 
          demiyorum; bunlar olmasa daha ileride olacağımızdan hiç şüphem olmadı. 
          Her  şeye  rağmen, ben cumhuriyeti tercih ediyorum.
 
          - Yüzüncü kutlama yaşını da,barış 
          içinde  milletimin kutlamaya erişmesini içten diliyorum.
 
          - Bütün devrimler Cumhuriyetin Bayrağı 
          altında yapıldı. Türk  topluluğunu seyreden  bir yabancı, onun  
          görünümünün Avrupa topluluğu görünümünden ayırt edemez. Çağdaş  
          toplumun kıyafetinde çağdaş, göze hoş görünür olur. Kıyafetin  
          medeniyetle ilgisi yoktur tezi, saçmadır. Kıyafeti yaratan 
          medeniyettir;medeni olmayan bir toplumun yarattığı kıyafet, kendi 
          buluşudur ve toplumun kafası gibi, medeniyetle ilgisi yoktur. Yeni  
          yazıyı  eskiye çevirmek isteyecek bir budalayı artık Türkiye'de 
          bulamazsınız. Hangi devrimden bu millet vazgeçer ki?  
 
          - Dünyada 52 Müslüman ülke mevcut. 
          Bunların yalnız  biri, Türkiye Devleti demokratik ve laik bir hukuk 
          devleti olarak yaşamına devam  ediyor. Türkiye'nin petrol gibi tabii  
          bir  zenginliği de yok. Şöyle Baktığımızda, en medeni ve  ileri  
          görünümlü  ve en varlıklı   görünen memleketimizdir.  Bizim 
          kabullendiğimiz medeniyetin kurucuları ise, çok büyük bir varlık 
          içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Petrolü olan İslâm ülkelerini 
          yönlendiriyorlar ve  kontrolleri altında tutuyorlar. Bunları göre göre 
          batıl yolda ısrar etmenin ayıp olduğunu artık anlamak gerekir. 
          İnancın, medeniyetle bir ilgisi yoktur. İnancımızı medeniyet sayarak  
          yolunuza  devam ederseniz, yolda kalacağınızdan şüpheniz olmamalıdır. 
          Medeniyeti ve dolayısıyla devlet yönetimini inancın dışına çıkarıp, 
          hayatınıza devam edeceksiniz. O zaman Mahmut II için "Gavur Mahmut"  
          tabirini kullanmanın ayıp olduğunu da öğrenip, bunu yapanları 
          eleştireceksiniz.
 
          - Cumhuriyeti  korumak bir ahlâk 
          sorunudur. Geldiğimiz devirlerle şimdikini  karşılaştırıp, farkı 
          görmemek bir körlüktür. Eksiklerin,hatta ihanetlerin olması ve 
          bunların köstekçi görülmesi  ayrı  şey,medeniyeti ve cumhuriyeti inkar 
          yine  başka şeydir. Milletimiz bu nankörlüğü kabul etmeyecektir.
           
 
          - Cumhuriyeti koruyacak kudret 
          kendisinde bizzat vardır. Eskiler kendisinde mündemiçtir, derlerdi. Bu 
          yabancıları, zaman içinde unutturmakta Cumhuriyetin eseri olacaktır. 
          Bu gün Cumhuriyet ayrılıkçılık ve dincilik tehdidi altındadır. Bu bir 
          ayıptır ve  inanan Müslümanlar bundan ıstırap duymaktadırlar. Kurtuluş 
          Savaşında bu ikilem ortaya konulmuş ve dini kullananlar değil, dine 
          içten inananlar galip gelmişlerdi. Benim kanaatim, yine öyle 
          olacaktır.
 
          - Cumhuriyetin 75 Yıl kutlamalarındaki 
          coşku, bu inancımızı doğruluyor.
 
          - Cumhuriyeti tehlikenin eşiğine 
          getirdikten sonra, kırk haramiler hadisesi gibi, uyanmanın artık 
          anlamı  olmalıdır. Cumhuriyeti,siyasi amaçları uğruna tehlikeye  
          atanlar, daha erken tanınmalı ve karşılarına dikilmelidir. Bunları 
          anlayışlarını ve utanmalarını beklemekte, ahmaklıktır. Milletimi bu 
          bunlardan tenzih etmek istiyorum ama, artık  uykuda kalmamasını da 
          diliyorum.  
 
          -    
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          67  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - AVRUPA’NIN BÜYÜK İLGİSİ
 
          - Avrupa Birliği ülkelerinin 
          memleketimize büyük ilgisini anlamakta,bazen değil her zaman zorluk 
          çekiyoruz. Tarih içinde edindiğimiz bilgilere göre milletler 
          birbirlerine ancak çıkarları varsa yardım ederler. İnsanlık adına 
          iyilik ettikleri pek görülmemiştir, hatta; müstemleke devirlerinde, 
          işgal ettikleri memleketlere bile insanca muamele ettikleri pek 
          görülmemiştir. Hindistan’da İngilizler, bazı güzel parklara 
          Hintlilerin girmesini yasaklamışlardır. Parkların kapısına ise 
          “Hintliler ve köpekler giremez” levhaları bile koymuşlardır. Önceki 
          yazılarımızın birinde bu çirkin levhalanmış durum için İsmailiye 
          Tarikatının lideri Ağa Han’ın şikayetleri ve teşebbüslerinden bile 
          bahsetmiştik. Ağa Han Türk asıllı olup büyük bir İngiliz hayranıdır.
 
          -             Avrupa milletinin bizimle ilgilendiği sorunlardan 
          birisi çok ehemmiyet vermedikleri birisi Türkiye’de yaşayan mahalli 
          dil ve lehçelerdir. Biz bunların hangileri olduğunu biliyoruz. Yerel 
          dillerin neler olduğunu bilmeyen insanlar var mıdır Türkler arasında ? 
          O zaman;bunları saymakla yer kaplamış olmayalım.
 
          -             Tıpkı bizde olduğu gibi,her ülkede resmi dil olduğu 
          gibi,çeşitli mahalli dil ve lehçelerde vardır. Bilhassa ABD de, 
          Otokten halk olan Kızılderili insanların dilleri ve lehçeleri vardır. 
          Bunlar Amerika’nın bu ilk sakinleri bu gün Amerikan vatandaşları 
          bulunuyor, ayrıca ABD nin göç aldığı milletlerin sayısı pek 
          kalabalıktır. Her milletin miktarları milyonlarla açıklanır. Bu 
          milletlerin hepsinin dilleri olmasına rağmen ABD de resmi dil yalnızca 
          İngilizcedir. Bizdeki sorunların hepsi onlarda daha kalabalık 
          şekillerde bulunduğu halde,bize empoze edilen mahalli dil ve 
          lehçelerin geliştirilmesi diye kendilerinin bir sorunu yoktur.
 
          -             Avrupa ülkelerinde da aynı sorunları var. Avrupa’nın 
          her ülkesinde olan bu durum somut olarak görülmüyor. Her ülkenin bir 
          resmi dili var. Eğitim ve her cins yayın bu dille yapılır. Bu demektir 
          ki;o ülkede insanların hepsi resmi dille gelişmiştir,yükselmiştir. 
          Fransa’daki Brötenyalılar içinde durum aynıdır. Bunların gelişmiş 
          medeniyetleri, edebiyatları, değişik mimarisi ve resmi mevcut. Bir ara 
          ilk eğitimin kendi dilleriyle olmasını istediklerinde, bütün Fransa 
          ayağa kalkmıştı. “Devleti parçalamak mı istiyorsunuz?” Denmişti. Şimdi 
          Fransa’da aynı ciddiyeti koruyor. Brötanya da resmi dil Fransızcadır. 
          Bunu değiştirmeye Fransız Devletinin niyeti yoktur. Fransa AB 
          üyesidir. Bu durum Fransa’nın kurucu üye olması için bile sorun 
          olmamıştır.
 
          -             Avrupa Devletleri ve birliği bizim Avrupa sevdamızı 
          kullanıyor. Kıbrıs yeterince bu niyetleri ortaya koymuştur. Şimdi 
          Yunanistan’la aramızdaki bütün sorunları bitirmek isteniyor. Bu 
          sorunlarımızın bir kısmı Yunanistan’la aramızda savaş sebebi olarak 
          belirlenmişti. Biz;bu sorunların hep böyle kalınmasını istiyor 
          değiliz. Ancak;bu sorunlar adalet içinde ve gelecekte bize felaket 
          getirmemek şartıyla bitirilmesini istiyoruz. Avrupa içine gireceğiz 
          diye hayati çıkarlar gösteren sorunlarımızı halletmeye isteklide 
          değiliz. Avrupa içerisine girsek bile bu sorunların bir kısmı 
          hayatiyetliğini kaybetmez. Bir müzakere tarihi koparacağız diyerek 
          bunları görmezliğimizin bir anlamı yoktur.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
          
          
          
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          68  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - AKIL İÇİNE GİRDİK
 
          - Başlıktan rahatça anlaşılıyor ki, 
          üniversite isteme yolunda, ilk defa akıl içine girdik. Cumhurbaşkanın 
          tespitine göre, 72 üniversite  ülkenin  üzerine yağmur gibi yağarken, 
          işe yaramamış politikalar, bundan sonra  üniversiteler YÖK iradesine 
          ve kararına bırakılmışken, işe yarayacağı düşünülebilir mi?  
 
          - YÖK Çorum'u  ve özelliklerini  tanır 
          mı? Sayın Başbakan Mesut Yılmaz Çorum'un Milletvekili olmaz; bizi 
          temsil etmeyi istemiş olsa bile, zaten o balonda sönmüştür. Artık bu 
          dünyada kaptan, gemisini kurtarana  deniyor. Türkiye'de ahlâk anlayışı 
          bu yoldadır.
 
          - Çorum  ve  Çorumlu; sayın Prof. Ahmet 
          Samsunlu'ya teşekkür etmelidir; Çorum'da hiç bir  kurumun ve şahsın 
          aklına getirmediği, getiremediği, ilim adamlarımızın 75.Yıl 
          kutlamaları içinde, doğdukları yerde toplanma1arını ortaya cesaretle 
          atmıştır.
 
          - Çorum ve Çorumlu; Sayın Prof. Dr. 
          Turan Ilgaz'da çok müteşekkir kalmalıdır. İlim adamlarımızın 
          toplanabilmesini, ismen takip ederek, güzel  bir oluşumun ortaya 
          çıkmasını meydana getirmiştir.
 
          - Çorum  ve Çorumlu; Hayat Şırınga 
          Müdürü Sayın Yaşar Demirtekin'e de  teşekkür borçludur. İlim 
          adamlarımızın toplantısını ilk baştan  itibaren  önemsemiş ve gereken 
          Sponsorluğu Hayat Şırınga tarafından temin edileceği vatında 
          bulunmuştur .
 
          - Çorum ve Çorumlu; Çorum doğumlu ilim 
          adamlarımıza minnet hislerini sunmalıdır ; ilim adamlarımız, 
          Türkiye'de adet olmayan bir işi, doğdukları  şehirde meydana 
          getirmişlerdir. İlim adamlarımız, ilmi görüşlerini açıklamışlar; Çorum 
          için çalışmaktan mutluluk duyacaklarını beyan  etmişlerdir.  
          İçlerinden bir kısmı; verilecek görevi kabul edebileceklerini de 
          açıkça beyan etmişlerdir. Hepsi;Çorum için çalışmayı, görev 
          sayacaklarını da bilgimize iletmişlerdir.
 
          - Biz  Çorumlular; kendimize de teşekkür 
          etmeyi ihmal etmiş olmamalıyız; çok  dalgalanmış bir zaman aşımından 
          sonra, aklımızı kullanmayı benimsemiş ve doğru yola girebilmişiz. Akıl 
          kullanmayı adet edinmek, gelişmişliğin ve medeniyet anlayışının bir 
          vasfıdır. İşin  bu  noktada bırakılması düşünülemez. Bu akıl içi 
          varlık devam  ettirilmeli ve bilgi alt yapı birikimine gidilmelidir. 
          Bunların olmasın   işe  şeytan   karışır, demek ,akıl dışına çıkılmak 
          demektir. Bizim  memleketimizde, Devlet  desteği veya gözetimi olmadan 
          hiç bir iş yürürlükte kalamıyor ve başarı şansıda olmuyor. Şahsi 
          servet birikimi bile, bu fikrîlimizin işinde bulunuyor. Devletle  
          ilişki  kurmadan, kimler zengin olabilmiştir bu memlekette? İlim 
          adamalarımızın çalışmalarında, eğer  kurulabilirse, üniversitemizde, 
          Devletle  el  ele  olacaktır. Bunu  nasıl temin edebiliriz?
           
 
          - Burada, ÇEKVA ile iş birliği 
          yapılarak, Valimizin eminde bir sekreter ya  oluşturulmalıdır. Bu 
          büro, iki akıllı eleman  ile bir odacıdan oluşabilir. İstanbul'da da, 
          10 kişilik ilmi bir komite kurulabilir .İlim adamlarımızın çalışmaları 
          ve düşünceleri  bu sekreter ya da biriktirilir. Bu vesikalar iki nüsha 
          olarak tanzim edilip, biri ilim adamının adını taşıyan dosyada, diğeri 
          de, konu Dosyasında  biriktirilir. Valinin Başkan olması, soruna 
          resmiyet   kazandırır. Üniversite işi  ile meşgul olmak isteyen 
          insanlar ve kurumlar, yeteri  kadar bilgiyi, vilayetteki bürodan, 
          Valinin bilgisi içinde isteyebilirler. Üniversite kurulması büyük bir 
          iştir.YÖK karar altına almadan da, Millet Meclisine sorun gelemez; 
          gelse bile, eskiden olduğu gibi, sulandırılır ve  Çıkmaz sokağa 
          girilir. Demokratik Kitle örgütlerimiz destekleyici  durumda 
          kalırlarsa; faydalı katkılar yapmış olurlar. Çok sesliliği bir defada, 
          akıl  içinde, bir  organizasyonla ortaya koymaya çalışalım. Biraz Vali 
          sözü,biraz da aklını kullanarak yükselmiş ilim adamı sözü 
          dinlemede,faydalar olduğunu söylemek istiyorum.  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          69  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - AKIL KULLANILMAYINCA
 
          -             Her şeyde;rehberin akıl olması gerekir. Elimizde tek 
          imkanımız var. Yaratan büyük bir nimet olarak aklımızı bize ihsan 
          etmiştir. Aklımız beynimizin içinde bulunuyor. Hayvanların her 
          cinsinde beyin mevcutta,akıl mevcut diyemiyoruz. Eğer bu akıl,yaratan 
          tarafından konmuşsa,yaratanımıza çok şey borçluyuz. Eğer akıl beyin 
          içinde zamanımıza gelmişse, geleceğin insanlarının çekeceği var 
          demektir. Bu yaratıkların hepsinin beyni içinde akıl 
          gelişirse,insanların bazı cins hayvanların emri,hakimiyeti altına 
          gireceği düşünülemez mi ? Bunları çözme yoluna girmiş biyoloji 
          ilimlerinden bir şeyi henüz tanımıyoruz.
 
          -             Şu ermeni tehcir sorunundan dolayı,şimdi herkes bizi 
          sıkıştırıyor durumda. Aklına esen,sabah erken kalkan,meclisinde sözde 
          Ermeni soykırımı hakkında bir kınama kanunu çıkartıp karşımıza 
          dikiliyor. Özür dile ve neticelerine katlan! Türkiye’nin yerini harita 
          üzerinde tanımaktan aciz insanların memleketleri bile bunu yapıyor. AB 
          parlamentosu son kozu oynadı. Eğer Türkiye içine girerse,çıkartılan 
          sözde soykırım yasasını otomatik olarak tanımış olacak. Ardından tam 
          85 sene geçmiş ve bu olayları bilen insanların hepsi ölmüş. Elde 
          inanılır bir vesika yok. Sorgulama yeniden devam ediyor.
 
          -             Bu olay,tehcir olayı,herkesin gözü önünde,Amerikan 
          Kızıl Haçı nezaretinde ülkenin bir yerinden bir başka yerine bu 
          insanların nakli olayıdır. Bunlar devlete isyan etmişler,orduyu 
          arkasından tehdit etmişler ve silahsız yerli Müslüman Türk 
          Halkı,organize ve silahlı olarak katliam tatbik etmişlerdir.. bu 
          söylediklerimize itiraz edenlere,bu olayın bin senelik hayatında niçin 
          olmamış olduğu sorulmalıdır.
 
          -             Ermenistan küçük bir devlet. Rusların ve İngilizlerin 
          bir uydu devleti bile denilebilir. Fakirlik dolayısıyla,şimdiki 
          Ermenistan bir milyon Ermeni göç etmiştir. Türkiye’de bile gizli göç 
          olduğu söyleniyor. Ermeniler yaşam mücadelesi veriyorlar. Halbuki bu 
          Ermeniler,birlikte yaşadığımız bin yıllık hayatta,hem Türkiye’nin hem 
          de Dünya’nın en zengin insanları olarak yaşadılar. Hiçbir şikayetleri 
          olmadı. Saraya kadın vermede,Türklerden ileride oldular. Şeytana 
          uymasalar müşterek vatan içinde yaşayıp gider olacaktık. Sonra onların 
          hak sanatları ve hem de politika hayatları vardı. Devletin hariciye 
          teşkilatı onların elinde bulunuyordu.      
           
 
          -             Bu Ermeni sorunu işgal esnasında İstanbul’da kurulan 
          mahkeme delil yetersizliğinden reddedilmiştir. Sonra Malta’da bir 
          mahkeme kurulmuş yine delil yetersizliğinden ret edilmiştir. Ayrıca bu 
          sorun ne Sevr ve nede Lozan esnasında müzakere gerekli görülmemiştir. 
          O zamanların hepsinde Türkiye kimseyi tehdit edecek durumda değildir. 
          Türkiye 1950 den sonra demokratik hayatın içine girince,Ermeni sorunu 
          tekrar hayatiyet kazanmış ve Türkiye sorgulanır duruma getirilmiştir. 
          Bu sorgulama dönemleri tekrarlayan kronik bir durum almıştır.
 
          -             38 hariciye mensubumuz,Ermeni militanlarınca ve 
          pervasız şekilde katledilmiştir. Bu katil olayı ülkelerde,tıpkı Talat 
          Paşa mahkemesinde olduğu gibi üstünkörü mahkemeler yapılmış ve bu 
          olayları suç saymayanlar bile olmuştur. Bir suç,bir başka suçla 
          karşılanmayacağına göre,sözde soykırım olayı olmuş olsa bile ne Talat 
          Paşanın ve ne de hariciye mensuplarımızın katledilmeleri hukuk dışı 
          düşüncelerle bertaraf edilmez. Suç şahsidir.
 
          -             Niçin bu Ermeni katilleri susmuştur?  Üç beş serden 
          geçti,onların metotlarıyla onların karşısına çıktığı için mi pabucun 
          pahalı olduğu anlaşılmıştır. Şirretlik başka türlü nasıl önlenecektir 
          ?
 
          -             Ermeni şımarıklığı Azerbaycan’da kendisini 
          göstermiştir. Bir milyon Azeri göç ettirilmiş,ülkenin beşte biri işgal 
          edilmiştir. Hem Türkiye ve hem de Azerbaycan Ermenilerle anlaşma 
          yolları arıyorlar. Kıbrıs’ta zaten uyuşma yolu aramaya çalışıyoruz. 
          Böyle anlaşma yolu arama yolu bulunur mu ? Ermenilere göre bu arayış 
          100 sene sürebilir. Ermenistan’da bu sorun başıma bela oldu diyecek 
          bir cumhurbaşkanı çıkmaz. Azerbaycan’ın topraklarının bir kısmı 
          resmen  Ermeni topraklarına katılmıştır. Topraktan istifadeyi 
          Ermeniler yapıyorlar. Göçebe hayatını Azeriler yaşıyorlar. Bizde 
          Ermenilerden anlayış bekliyoruz. Ahmaklığın sınırı yok ki ?
 
          -             Ben diyorum ki;bizim devlet,devlet adamlarından hep 
          yoksun,yoksun olduğu zaman sorgulanıyoruz. Cumhuriyet döneminin en çok 
          sorgulandığı zamanında şimdi içinde bulunduğuz zamandır. Devletin 
          kudretli olması bir şey değiştirmiyor. O kudreti gerek barışta ve 
          gerekse savaşta ehliyetle kullanacak devlet adamlarına da ihtiyac 
          bulunuyor. Bu yazdıklarımız her devlet için geçerlidir.
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          70  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - BORÇ KREDİLERİ
 
          -             Bu yazıları okuyanlarımızın yanlış bir düşünce içinde 
          sürüklenmelerini istemem. Ben tıp tahsili yaparken,bize özel olarak 
          ekonomi dersi de vermediler. Özel ekonomi dersleri ABD’de varmış. Her 
          meslekten insanlar buraya yazılıp kendilerine yetecek kadar ekonomi 
          bilgisi edinirmiş. Bizden ABD’de ekonomi tahsili yapanların ekserisi 
          de böyle imiş. Yoksa ABD’de yarım yamalak bir İngilizce ile en zor 
          tahsil olan ekonomi fakültesini bitirip de memlekete dönenler 
          düşünülmemelidir. Bunlar olsa bile çok az sayıda olacaktır ve beklide 
          Amerika’dan geri gelmek istemeyeceklerdir. Bu insanlara orada ihtiyaç 
          olduğu bilinmelidir. Ben bu yazdıklarımı kitaplardan okudum. Sonrada 
          üzerinde düşünce bana ilgi çekici olarak gözüküyorlar. Bu bilgileri 
          sizlerle paylaşmak istiyorum. Maksadım bundan ibarettir.
 
          -             Bu yazdıklarımı da Amerika’nın eski Başkanı Bill 
          Clinton’nun kitabında okudum. Clinton kendiside benim gibi ekonomi 
          tahsili yapanlardan değil. Oda bunları başka mütehassıslardan 
          öğrenmiş. Bu öğrendiklerinin tatbik emrini de vermiş. Bunların 
          faydalarını da bizzat tespit etmiş. Clinton için doğru olanların,bizim 
          için yanlış olacağı niçin düşünülsün ?
 
          -             Clinton’dan önce Başkanları Reagan ve Baba Bush 
          zamanında Amerikan Devletinin bütçe açıkları rakamlara sığar cinsten 
          değiller. Reagan zamanında bütçe açığı tam 990 milyar dolar. Bush 
          Başkan olunca bu açık ok gibi fırlayıp üç katına çıkıyor. Bu ne 
          demektir ? Tam üç buçuk kat borçla kapatılıyor.
 
          -             Bu  bütçe açıkları borçla kapatılmadığına göre her yıl 
          bütçe açığı borçları için ödenen faiz tutarı,milli savunma ve sosyal 
          yardım kuruluşlarına ayrılan paradan sonra olmak üzere üçüncü bütçe 
          rakamlarını teşkil ediyor. Amerika böyle bir yol tutturmuş gidiyor. 
          Görünüşte o kadar kötü değil. Büyüme hızı Reagan zamanında 2.5,Baba 
          Bush zamanında 3.5 olarak belirleniyor. Ayrıca insanlarda yaşantısında 
          pek şikayet edenlere rastlanmıyor. Herkes biraz mutlu gibide 
          gözüküyor.
 
          -             Bu ekonomik hareketliliği temin eden bol kredilerin 
          bulunuşu,otomobil,ev satın alma,çeşitli tüketim kredileri insanların 
          iştahını açınca para dolaşımı artıyor. Bilhassa özel teşebbüse açılan 
          bu krediler iş hayatının açıldığı intibaını bile veriyor. Bir cins 
          zenginlik görüntüsü de alınıyor. Bunların olabilmesi için milli 
          gelirde  artmış olması gerekiyor. Vergi artırımına gidilmediğine göre 
          bu mali zenginlik dolayılı yollardan edinilen vergi birikiminden 
          oluyor. Başka,bizim alıştığımız tabirlere göre dolayılı vergilere 
          başvuruyor. Bu dolayılı vergiyi verenlerde zenginler değil,orta ve 
          fakir sınıf ödüyor. Ekmek ve su parasını hangi sınıf çok 
          kullanıyorsa,o sınıf daha fazla vergi ödeyecektir. Vergiyi daha çok 
          ödeyen sınıfta daha çok fakirleşecektir. Daha fazla fakirleşen sınıf 
          insanlarının isi hem kendilerinin ve hem de çocuklarının geleceği 
          kararmış,karartılmış olacaktır. İşte bunların etkilerinin görünür 
          duruma gelmesi Clinton’nun Başkanlık seçimleri sırasında ortaya 
          çıkmıştır. Clinton’un aldığı tedbirler ise eski başkanların aldıkları 
          tedbirlerin tam aksidirler. Bütçe açığı azaltılacak ve bunun için 
          gereken tedbirler alınacaktır. Masraflar kısılacaktır. Masraflar 
          kısılırken eğitim ve sağlık gibi ana hizmetlere kredi eksikliği 
          hissettirilmeyecektir.  Tüketim kredileri azaltılacaktır. Bunun ortaya 
          getireceği özel kesim hareketi yavaşlatılması,faiz tasarrufun 
          kalkınmaya aktarılmasıyla telafisi temin edilecektir. Bu cins kalkınma 
          kımıldanması geçici değil kalıcı olacaktır. Bill Clinton bu yolla işin 
          içinden çıkmayı başarmıştır da. Kendisinden öncekilerin yaptıklarına 
          Keiynes isimli ekonomi ustasının fikirleri öncülük etmiş bulunuyor.
 
          -             Bu keiynes ismi bizde ilk önce Ecevit tarafından 
          kullanıldı. Ecevit ismi kullandığında izahat vermekten çekindi. 
          Clinton bu işi hukuk tahsili yapmış olmasına rağmen biliyor. Keiynes 
          fikirlerinin getirdiği tehlikeleri ölçülebilecek kadar olgunluğa sahip 
          bulunuyor.
 
          -             Aslında bu Keiynes fikirleri isimden bahsedilmeyen 
          Rahmetli Turgut Özal tarafından kullanılmadı. O zaman Çorum’da az 
          nispette olanları iyi hatırlıyorum. Herkes para içinde yüzüyordu. 
          Mesleği olsun,olmasın teşebbüslere giriştiler. Bunların çoğu battı ama 
          asıl mesleği olanların da gelişmesine engel oldular. Herkes istediği 
          tüketim teşvik kredisini bulabiliyorlardı. Bunlara paralel olarak da 
          bütçe açıkları artmaya devam etti. Bütçe açıklarının kapatılması da 
          tıpkı Amerika’da olduğu gibi hep borçla kapatılıyordu. Bu keiynes 
          fikirlerinden Türkiye geçmiş değildir. Hem bütçe açıkları ve hem de 
          dış ticaret açıkları düşüncesiz şekilde devam ediyor. Bizim tıpkı 
          Amerika’da olduğu gibi ödemek zorunda olduğumuz faiz miktarı nerede 
          ise devletin gelirlerini yutacak seviyeye gelmiştir. Borç ve bütçe 
          açıklarının giderek artmasına dikkat edenlerde yok. Devlet 
          yönetenlerin başka imkanlarının veya alternatiflerinin de olmadığı 
          anlaşılıyor.
 
          -             Bu iş nerede bitecek ? Bizim ABD gibi büyük varlığımız 
          da yok. Kimsede borcundan vazgeçecek değil. Siyasi baskılarda tıpkı 
          borç baskıları gibi artmaya devam ettiği gibi görünüyor.  Bizde 
          bunlardan,bu açıklardan ve faizlerden ülkeyi kurtarmak için ortaya 
          soyunmak isteyen de yok.
 
          -             ABD’de dolar düşüyor. Amerikan borcunu ödemek için 
          bunun bir hareket tarzı olduğunu düşünülebilir mi ? Bizde bunları da 
          her yıl geriye gittiğidir. Bu ülkede bende yalnız  değilim. Bekliyoruz 
          !
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -    
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          71  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - HAVALARDA VAR BİR ŞEY
 
          -             Hava sözcüğü; ileri gidilirse başka anlamlar da 
          verilebilir. Biz dilci olmadığımıza göre,ikide bir sözcüklerin 
          anlamına takılarak bizi okuyanların akıl ve fikirlerini kurcalamaya 
          kalkmamalıyız. Burada;hava dedim mi,şu kokladığımız hava,atmosfer ve 
          onun değişiklikleri anlaşılacaktır. Mecazi anlam aslında 
          gereksinimdir. Sözcüğü ne anlamda kullandığınız ise,o anlamda 
          kalmalıdır.
 
          -             Türkiye’de görüyoruz ve Dünya ülkelerinde olanları da 
          TV ekranlarında seyrediyoruz ki,iklimde izah edilmez değişiklikler 
          var. Kutuplarda buzullar eriyor. Büyük buz dağları,sıcak iklimlere 
          doğru hareket eder durumda. Bir çok ülke yine izah edilmez şekilde kar 
          altında, Türkiye’de bunlar arasında bulunuyor.Eskiden göz nuru döküp 
          öğrendiği Amazon ormanları yanmış,büyük kısmı ortadan kalmış. Dünya 
          ozon tabakası delinmiş. Cenup Asya’da deprem eski ölçüleri aşmış ve 
          denizleri Tsunami adı altında dalgalaştırıp adaları ve sahilleri 
          merhametsizce çarpmış. Daha pek çok şey varda,ben şu yazıyı yazmaya 
          başladığım anda,ancak alıma bunlar gelebildi. Bunlarda az şeyler 
          değil. küçükken bunlar yoktu,Pek yaşlı sayılmam ama,bu değişiklikleri 
          aklıma getirince,yaşım bile beni bazen korkutuyor
 
          - Neler oluyor? İnsanların çok büyük !ir kısmına göre,Allah’ın 
          dedikleri ve istedikleri oluyor insanlar buna kalben 
          inanıyorlar.Halbuki bu insanların hemen hepsi,Allah’ın bu Dünyayı altı 
          günde yarattığını,sonrada arka üzeri yatarak hem dinlendiğini ve hem 
          de seyrettiğini söylerler.
 
          - Bir kısım insan,sayıları birincilerden çok azda olsalar,oluşumun 
          devam ettiğini düşünüyor ve söylüyorlar. Oluşumun devam etmesi 
          demek,bir anlamda,yaratılışın devam etmesi demektir, Demek ki 
          oluşum,başka anlamda yaratılış daha tamamlanmış,bitmiş değildir.
 
          - Aslında bu insanların hepsi doğru 
          söylüyorlar ve aynı şeyi söylüyorlar da, niyetleri değişik. Aziz Nesin 
          ölmemiş olsa,bu iki cins insanı kavgaya bile sokabilirdi. 
          İnsanlar,birbirlerini dinleyip anlamadıkları için kavga ederler 
          İnsanların birbirlerini dinleyip anlamaya çalışmaları için,yetişme 
          tarzlarının aynı,bilgi birikimlerinin aynı esas üzerinde olması 
          gerekir, Bu ise imkansız ve hiç bir zamanda o imkan bulunmayacak.
 
          - Köydeki kardeşimle konuşuyorum 
          telefonda. Havanın çok soğuk olduğunu söyledim. “Ağabey bırak ta 
          olsun. Toprak susuzluktan yarık yarık oldu”  dedi. Yağdı da ben mi 
          önledim ? Soğuk olmak ayrı şey yağmamak ayrı şey. Satılmış’la bunları 
          tartışacak değiliz. Yağmıyor işte. Türkiye’nin her yerine 
          yağıyor,Çorum’da yağmur ve kar yok. Benim çocukluğumda 30 değil 60 
          santim kar görürdük. Saçaklarda bir metre sarkar durumda olurdu. 
          Bunların hiç birisi yok. Bunların Amazon nehri.Amazon 
          ormanları,buzulların erimesiyle de ilgisi yok. Orta Anadolu genel 
          olarak yağışsız geçer ama,bu senelerde olduğu gibi hiç görmedik. Artık 
          Ruslar Atom bombası denemeleri falanda yapmıyorlar. İran,daha deneyim 
          yapmadı. O  zaman,bizim Çorum’da yağışın 80 sene içinde,bu kadar 
          azılmasının sebebi nedir ? Cumhuriyetin bir uğursuzluğunu düşünmek 
          için,cidden hayasız olmak gerekir topraklara Cumhuriyet hep hayırlar 
          getirmiştir.
 
          - Burada ne felsefe yapmaya ve ne alimli 
          taslamaya gerek var. Ben tıp öğrencisi iken, bir iki defa sömestri 
          tatilinde köye geldim. Hacılar Hanından kamyona binilir, oraya harhar 
          üst kısmında olan bir yoldan atla giderdik. Bu kısımların hepsi 
          ormanlıktı. Şimdi ormanlar sökülmüş ve yerine ekilecek tarlalar 
          çıkarılmış . Yağmur toprak götürdüğü için,mahsul alınır toprakta 
          kalmamış. Erozyon olmuş demek istiyorum. Buğday olmuyor,yağmur 
          yağmıyor ve Çorum çölleşme yolunda oldukça yol almış gözüküyor
 
          - Daha1önce de,bir Alman ilim 
          adamı,yetmiş sene içi de Orta Anadolu’nun çölleşeceğini söylemişti. Bu 
          yetmiş senenin yarısı geçmiştir. Bu Alman alimin sözünü dinlemeyen 
          yöneticiler de,astım hastalığı getiriyor diye kayak ağaçlarını idare 
          kurulu kararları gereği kestiriyorlar. Tıp kitaplarında böyle bir 
          bilgi yok. Aslında her ağaç poleni astım tahriki yapar. Polen astıma 
          iyi gelmediği için,bütün ağaçları kesmek imkanı olur mu? Kavağın 
          elmadan farklı bir yanı yok olsa,bunu alimler yazar ve kitap okuyan 
          hekimlerde bilir.  
 
          - Bunları ziraat mühendislerinden deği1 tıp doktorlarından sormak 
          gerekir. İdare heyetinde doktor üye de var. O zaman ne yapacağız ? bir 
          de şu ülkede yetki kısıtlılığından bahsediliyor.
 
          - Size bu yazdıklarım hem akıl içinde ve hem de ilim içinde. 
          dinleyeceğinizi  sanmam. Ne için yazıyorum? Rahatlamak için. Bu Orta 
          Anadolu’nun ekilmeyen bütün boş yerleri ağaçlandırmadan ne yağmur 
          yağar ve nede şiddetli soğuk iklim durur. Ozon tabakası delinmesiyle 
          de ilgisi yoktur.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          72  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - FETHİYE’DE LAZ HAKİM
 
          -             Fethiye’yi ve orada yaşamış yaşlıca hakimi, hakimin 
          Karadenizli olduğunu bilmeyenler; benim yazacaklarımı kafadan 
          yarattığımı ve hikayeciliğe başladığımı sanırlar.
 
          - Herkes mesleğinde başarı için gayret 
          sarf ederlerse isabetli olur ve başarı şansıda bulur. Hikaye yazmak 
          edebiyat işidir. Bu kadar yaşı hekimliğe sarf edipte şimdi hikayeci 
          olmaya kalkışılmaz. Yazacaklarım doğru ve yaşanmış olaylardır. Hakim 
          de doğrudur, hakimin anlattıkları da doğrudur. Eğer hakimin 
          anlattıklarını kendisi bir araya getirmişse işte o hikayecilik 
          olabilir. Hakimin edebiyata olan aşinalığını bilmiyorum.
 
          -             Karadenizli olan ve “Laz” lakabı ile anılan hakimin 
          adını unuttum. Bunları bir hata olarak kabul ederim. Olay sizleri 
          ilgilendireceğini düşünerek sizlere nakletmek istiyorum. Zaten kimse 
          Fethiye’de hakimi adı ile anmazdı. Hakim lakabı ile meşhur olmuştu.
 
          -             Hakim; orta boylu, kelli felli, beyaz saçlı, çabuk 
          yürümeyi seven bir zat idi. Altmış yaşlarında vardı. Herkes gibi 
          evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, bunları yetiştirmiş, ev bark 
          sahibi etmiş, kendisinin eşiyle yalnız kalıp da tam huzura kavuşacağı, 
          kendi kazancını kendisi için sarf edeceği zaman gelince, karısı ölmüş. 
          İnancımıza göre Allah’tan gelene karşı gelinmez. Hakim de boynu bükük 
          oturmuş. Ölüm sahası kendisinin karar vereceği saha değil. Kendisi 
          zaten hukuk hakimi idi.
 
          -             Hakimin aklına, tanıdıkları; belki de kendi çocukları 
          yeniden evlenmesi fikrini sokmuşlar. Yarı acılarını, yarı da 
          isteklerin etkisinde kalan haki, yeniden evlenmeye karar vermiş. 
          Evlenmişte. Bir insan ve hele yaşını başını almış bir hakimin 
          evlenirken bunları göz önünde bulundurmaz mı? Bizim Laz hakim sanki 
          ilk defa evleniyormuş gibi hareket etmiş. Kendisine göre çok genç, 
          boylu, poslu, herkesin güzel vasfını esirgemeyeceği bir kadınla 
          evlenmiş. Evlenmişler ve acılarını unutarak mutlu da olmuşlar ki iki 
          çocuk daha yapmışlar. Çocuklar sık sık hastalanırlar ve doktorları da 
          benim. Fethiye’de o zaman çocuk mütehassısı yoktu. Ben oldukça işe 
          yaradığımı hatırlarım.
 
          -             Hakim Yaşını, başını almış bir insandı. Bana öyle 
          geliyor ki; dairede işini bitiren hakim,doğruca evine geliyordu. Eşini 
          ve çocuklarını görüyor ve beklide ufak tefek mutfak işlerine de 
          yardımcı olmak istiyordu. Hakimin şehir kulübünde pek görmezdik. Bazen 
          tek başına kordonda veya Fethiye’nin tek caddesinde gezdiği 
          görülürdü.   
 
          -             Genç eşi de elbette gençliğinin gereği,kabul günlerine 
          gitmek için kocasının eve gelişini dört gözle beklerdi. Yazlığım bu 
          nakli mazi fiilin şeklini, şuhudi mazi olarak düşünmelisiniz. Beni 
          bunları ev içinde bilmiş ve görmüş olmam mümkün değil. Çocuklar hasta 
          oldukça eve çağrılırdım veya hasta muayenehaneme getirilirdi. Benim 
          kadeh arkadaşım değildi. Anlattık ya;hakim kimse ile içli,dışlı 
          değildi. Ben;hakimin en çok gördüğü insanlardan birisi idim. Hasta 
          olmadığı zaman da muayenehanemde çay içilir, ufak tefek çekiştirmeler 
          de yapardık. Hasiyet ölçülerini ikimizde bilirdik.
 
          -             İşte bu muhterem hakim, bir akşamüzeri iki çocuğunu da 
          hasta olarak muayenehaneme getirdi. İfadesine göre eşi, kabul gününe 
          gitmiş ve o çıktıktan sonra iki çocuğun da aynı anda denilebilecek 
          şekilde ateşi çıkmıştı. Altmışın üstünde yaşı olan bir insanın hem de 
          günün yorgunluğunun üstünde olarak iki adet çocuğu kollarında 
          taşımının ne olduğunu yaşamış olanlara bunları anlatmak zordur. Onun 
          için,işin bu kısmını kısa keserek asıl soruna gelmek istiyorum. Bana 
          geldiğinde; bu aklı selimi olan hakim, kendi kendisine küfrediyordu. 
          Küfürlerini buraya yazmaya kalksam,benim aklımdan şüphe etmeye 
          kalkarsınız. Kendi hakkımda şüphe uyandırma istemem. Şu kadarına 
          işaret edeyim ki; hakim bir Laz’ın yapabileceği bütün küfür cinslerini 
          bizzat kendisinden esirgemiyordu. Kan ter içinde kalmıştım. Kendisiyle 
          meşgul olacağıma hekimliğin gerekenini yaptım, çocuklara iyi bir 
          muayene tatbik ettim. Kitapta okuduklarımın hiç birisini ihmal 
          etmedim. Çocuklar anjin olmuşlardı. İkisinin de ilk tedavilerini 
          yaptım. O zaman pencilin’i çok kullanıyorduk. Şimdi de inançlarım 
          değişmedi.
 
          -             Çocuklar rahatlayıp muayene masasının üzerinde 
          uyudular. Hakimde sinir buhranlarından kurtuldu. O zaman; benim sormuş 
          olmama rağmen kendisine yaptığı küfre, küfürlü cevap teşkil edecek bir 
          hikaye anlattı. Hikayenin aslı şu:
 
          -             “Üç  Türk ölmüşler. Üçü de gerekli olabilecek evrakı 
          müsbiteyi üzerlerine alarak Ahrette Canab-ı Hakkın karşına gelmişler. 
          Allah’ımız gereken soruları bu Türk ve Müslüman olanlara sormuş.
 
          -             Birincisi: Yaşını, dünyada bıraktıklarını söyledikten 
          sonra evlendiğini, iki çocuk yetiştirdiğini, karısı ölünce bir daha 
          evlenmediğini, Tanrıya ifade etmiş. Cenab-ı Hak da Cennete 
          götürülmesini ve Hz. Peygamberimize komşu edilmesini söylemişler.
 
          -             İkincisi de; soranlara cevap vermiş ve evlenme imkanı 
          bulamadığını açıklamış. Tanrı fazla ilgilenmeyerek, cehenneme 
          götürülmesini emretmiş. Burası demokratların tabiri ile ‘Mahkeme-i 
          Kübra’ dır. Dünyada olduğu gibi yalancı şahit de  peydahlanmaz.  Tanrı 
          her şeyi bilir. Adam da itaat ederek Cehenneme yollanmış.
 
          -             Sıra üçüncüye gelince; adam gurur içinde birinci 
          evliliğinden iki çocuk büyüttüğünü, karısı ölünce ikinci defa 
          evlendiğini ve iki çocuğu da ondan olduğunu söyleyince: Allah’ımız bu 
          kulu Cehennemin ikinci katına götürün emrini vermiş.
 
          -             Tanrı emrine karşı gelinmez. Yalancı şahidi el verse 
          bile kullanamaz. Emre itaat edip giderken birden geri dönüp, ötekilere 
          olanları tekrar ettikten sonra bu Tanrı kararının sebebini öğrenmek 
          istediğini söylemiş. Cenab-ı Hak da azarlayacağına kuluna kırmadan 
          izah etmeyi tercih ediyor:        
           
 
          -             Birinci kulum evliliğe ve çocuk yetiştirmeyi biliyor. 
          Dünyada çektiği belli. Tanrı kullarına ikinci cezayı reva görmez. Onun 
          için onu Cennete yolladım diyor. İkinci kulumun evlenmediğini ve hiç 
          eza çekmediğini,çekmenin ne demek olduğunu öğrenmesi için Cehennem 
          cezasına çarptırdım. Üçüncü kulum ise;birinci defa denediği halde 
          ikinci defa evlenip yine çocuk yapma yoluna gitmiş. Bu kulumun dünyada 
          ıslah olmadığını ve bu sebeple  Cehennemin ikinci katına koyduğunu 
          açık seçik ifade ediyor.”
 
          -             Elbette ki Müslüman ölülerde cezalarını çekiyor.
 
          -             Hakim sükunet bulunca, bu hikayeyi anlattı ve 
          kendisinin ikinci evlenmem düşüncesine benzeyip benzemediğini sordu. 
          Doğru düşündüğünü söyleyecek halim yok ya.
 
          -             Aslında hakim yaşama bağlı bir insandı. Evliliğinde 
          ikinci evliliğinde çocuklarının dahili olmuş olmasıydı. Eşenden, 
          çocuklarından ve ev yaşantısından da mutlu görünümü vardı. Ancak; bir 
          sıkıntı anında nasıl konuşulacağını iyi bilen bir şahsiyete sahipti. 
          Bütün bunları evliliğinden ve eşinden şikayet etmek için söylemiş 
          değildi. Bunun bir espri olarak alınacağını da idrak edecek durumu 
          vardı. Her konuştuğu insana göre konuşmasını değiştirme ve ayarlama 
          kültürüne de sahipti.   
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          73  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - YETER BE !
 
          -             Bu AB giriş sorunu asaplarımızı bozdu. Benim rüyama 
          bile girdiği geceler oluyor. Demek ki;bir noktada Vietnam Sendromu 
          anlayışı içinde,ABD bile haklı çıkıyor. Zavallı Amerikan askerlerinden 
          bu sendroma müptela olanların neler çektiği düşünülmeyi değer ve 
          insani duygulardır. Amerikalı her noktada sivri ve haksız olmaz ya (!)
 
          -             Önceki yazımızda Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları 
          konseyinin,şartlı müzakere tarihi vereceğine işaret etmiştik. Bizde 
          evliyalık filan yok. Görünen köy kılavuz istemez de onun için böyle 
          serbest konuşuyoruz. Ve demiştik ki:”İşi oluruna 
          bırakalım;müzakerelere devam edilsin. 15 sene sonra nesiller de 
          girişecektir. Ak Parti de asla iktidarda olmayacaktır. 15 sene Türkiye 
          için pek çok iktidarlara vesile olacaktır. Ümidimiz ve temennimiz 
          gideceklerin akıl ve fikir içinde ve demokratik şartlarda gitmiş 
          olmalarıdır. CHP hep kalıcı olmayacaktır. Yeni Kenan’lar gelmeyeceğine 
          göre,onu kapatacak da bulunmayacaktır. Bunun böyle olması gereklilik 
          gereğidir. Gereklilik demek,çağdaşlık demektir. Ortaçağ kafasıyla 
          çağdaşlık olmaz,devamlılık ta olmaz.
 
          -             Biz Türkler;AB hayallerinin bize getireceği avantajlar 
          hayalinden biraz uzaklaşıp hayata normal gözlerimizle bakmamız 
          gerekiyor. Hayallerimizin pek çoğu,herkes gibi normal şart ve zaman 
          içinde AB’ye girmiş olsak bile olmayacaktır. Onların fert başına düşen 
          yıllık geliri ile bizimkisi arasında beş ila on misli fark vardır. Bu 
          farkı kaldırmak için bütün Avrupalıların sırf insani maksatlar içinde 
          bize kese açıp hizmet bekleyecekleri hayali olmaz ve bunu düşünmek 
          ayıptır da. Herkes;refaha kendi gayretleriyle ve memleketinin 
          imkanlarını kullanarak erecektir. Ayrıca;memleketin imkanını aklıyla 
          kullanacaktır. Sen aklını rafta bırakıp,hislerine ve inancalarınla 
          yola çıkarsan,hayallerin hiçbir zaman hakikat olmayacaktır. 
          Avrupalılar mutluluklarına benim yukarıda yazdığım düşünceleri takip 
          ederek gelmişlerdir. Buna hayır diyen olabilir mi ? İnsan olunca,o 
          zaman elinde tek imkan akıldır. İzan bile akıldan sonra gelir. Başka 
          bir imkanı yok ki ! Bunu da kafatasına ben değil,seni,hepimizi yaratan 
          koydu. İşte bunun için akıl kullanmak farzdır diyen ben,sağlam zemine 
          basıyorum.
 
          -             Söylediğime inanılmasını istiyorum. AB sorunu,AB 
          sendromu olmuştur. Hayatımızın safhasında da bizi karmaşaya 
          sürüklemiştir. 15 sene sonra bizim nüfusumuzun dörtte biri hayatını 
          terk etmiş olacak. Hele yaşlıların bu yazdığımda dikkate alarak 
          kendilerini yıpratmaktan uzak durmalıdırlar. Sorunlarımızın her biri A 
          Birliğinin sorunundan ayrı olarak ele alınıp,hal çareleri aranmalıdır. 
          Bu sorunlarımızın hiç birinin AB sorununa bağlanması istenmektedir. 
          Sorunlar yerinde durmazlar ya ? Bunlar halledilecekler ve zamanı 
          gelince AB sorunu iyi veya kötü bir noktaya getirilecektir. İlla 
          içinde olacağımız zehabından ve ayıbından kendimizi kurtarmak 
          gerekiyor. Daha önce de demiştik ki :”Biz bu Vatan üstünde,bin seneden 
          beri  Avrupa’ya ve Avrupalıya rağmen varlık gösterip geliyoruz” 
          Zaten;dayanaksız yaşama vasfını kaybedersek bunu bulacağımız bir çare 
          yoktur.  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
          
          
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          74  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ARAFATSIZ DÜNYA
 
          - Arafat; Dünya için yaratılmış altı 
          milyar insandan biri. Bu altı milyar insan Arafat’ın ismini, kimliğini 
          ve ne yaptığını tanıyor. Hangimiz AB devletlerinin herhangi birisinin 
          başkanının isimi biliyoruz? Arafat; küçümsenecek bir şahsiyet 
          değildir. Tarihteki yerini de almıştır.
 
          - Arafat Filistinli ama Kahire’de doğmuş 
          ve orada yetişmiş. Hayatının bir kısmında Mısır’da mesleğini 
          kullanımına ayrılmış. Demek ki; oraya ailesi göçmen olarak gitmiş. 
          İnsan göçmen bile gitse, asıl memleketini unutmaz. Arafat bunlardan 
          biri!
 
          - Arafat terörist mi? İşine gelmeyenler 
          için öyle. Akıl ve vicdanıyla düşünenler içinse vatansever ve 
          idealist. Bu son sıfat ağır basmıştır. Keyfi koyduğumuz isimlerin 
          tutacağını temin edemezsiniz, edememişsinizdir.
 
          - Elli yıl mücadele öyle hafife alınacak 
          ve iğneleyici tebessümle karşılanacak bir şey değil. Siperde başladığı 
          işi Devlet Başkanlığında noktalanmıştır. Bir milletin doğuşunu 
          tamamlamamış olsa bile Dünyaya tanıtmıştır. Bir hükümet kurmuştur. 
          Dünya liderleri her taraftan kendisine saygı ile karşılamıştır. Devlet 
          son safhasına gelmiş olsa bile geri dönülemeyecek bir noktaya 
          getirmiştir. Filistin Devleti kurulacak ve bir gün Dünya Devletleri 
          arasındaki yerini alacaktır. Filistin Devletinin kurucusu olarak 
          Arafat tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. Kaç faniye bu şeref 
          nasip olmuştur? Bu şeref hangi düşünülür servetle kıyaslanabilir?
 
          - Arafat’ın düşmanları, sevmeyenleri de 
          oldu. Her mücadele adamının böyle düşmanları istemeyenleri vardır. 
          Herkes kendi kabiliyetini ölçer durumda olmaz. “O olurda, ben niçin 
          olamam?” Diyenleri olmuştur. Hayatına kastedildiği de düşünülmemiş 
          olamaz. Her mücadele adamı için akla ilk gelendir bunlar. Yarın hepsi 
          yazılacaktır. Castro’ya yapılanlar, Arafat’tan esirgenmiş olamazlar.
 
          - Son elli senelik Arap Alemi tarihini 
          bilenler iktidara gelenin mevcudu yıkarak ortaya geldiği tespit 
          ederler. Arafat için böyle bir şey yoktur. O mevcut bir devleti ele 
          geçirmek isteyen değil, devleti bizzat kurmak için yola çıkandır. Bu 
          bakımdan; Mustafa Kemal’e yakınlık gösterir, Mustafa Kemal mutluluğuna 
          erişememiştir. Bu da kendi kusuru değildir.
 
          - Bir gribal enfeksiyon böyle mi biter? Bittiği görülen 
          olaylardandır. Ancak son söylenenler, bir karaciğer yetmezliği 
          olduğuna ve komanın da karaciğer koması sayıldığına göre hastalığın 
          basit bir grip olduğu düşünülmez. Karaciğer yetmezliği ise 
          bilgilerimiz içinde hastalık değil semptomdur. Sebebi bilmiyoruz. 
          Karaciğer yetmezliği teşhisi konunca işin sonuna gelindiği tıbben 
          kabul edilir. Raporun iç yüzünü bilmiyoruz ve beklide hiç 
          bilmeyeceğiz.
 
          - Gerek Fransa’da ve gerekse Kahire’de 
          olan merasim görüntüleri bizim TV ekranlarında pek basit gösterildi. 
          Her iki merasimde görkemli ve içtendi. Uçağın Kahire Hava Alanına 
          inişi insana heyecan veriyordu. İnişte projektörle aydınlanmış olan 
          uçağın süzülüşü ve merasim yerinde oluşu cidden görülmeye değerdi.
 
          - Kahire Hava Alanında naşın indirilişi 
          de görülmeye değerdi. Eşi siyahlar giymişti. Medeni bir kıyafet 
          biçiminde idi. Uçağı ve kendisini  karşılayanlar Mısırlı yetkililerin 
          eşleri de öyle idi. Başları açık ve saçları taranmıştı. Eşi ağlamaktan 
          kendisini alıkoyamadı. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Herkes Başkan 
          Kennedy’in annesi olamaz ki! Ölen oğlunun tabutu önünde dimdik durmuş 
          ve ağlamamıştı. “Lady ! Siz hiç ağlamadınız ?“ Sorusuna “Kennedy’ler 
          ağlamaz” demişti. Biz doğuluların hissiyatı onlarınkinden ayrılıyor. 
          Ağlamanın rahatlatıcı etkisini de tadanlardanız. Bilgimizden 
          bahsediyorum. O kadar eksik te bizim olsun.
 
          - Şimdi ne olacak? Ne bileyim ben! 
          Dağılıp gitmek hem ihanet olur, hem de yazık olur. Arafat bunları hiç 
          af etmez.
 
          - Burada gösterilecek yetki yarışı 
          değil, feragat yarışıdır. Büyük olmak için illa baş olmakta gerekmez. 
          Birleşip tek lider tarafında toplanırsa Filistin Milletinin sızlanması 
          da temin edilir. Çalışanların hepsi de büyük olur ve tarihte yerini 
          alır.
 
          - Aksi düşünülürse Filistin Milletine, 
          Devletine ve Arafat’a ihanet edilmiş olunur. Hepside  unutup gider. 
          Arafat yine de unutulmaz.
 
          - İşte hesap her yönüyle ortada.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          75  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - HATIRALAR
 
          - 1949’da, Urfa’nın 60 km güneyinde 
          bulunan Akçakale’de Hükümet Tabibi olarak görevliyim. Görevimin 
          ağırlığını veba mücadelesi teşkil ediyor. Veba hakkında büyük bir 
          bilgiye sahip değilim ama Bakanlığımızın oraya zaman zaman gönderdiği, 
          bilen insanlardan eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
 
          - O zaman, Ceylanpınar’da bir köy, bir 
          de çiftlik vardı. Bu çiftlikte de hekim idim. Ayda iki defa beni 
          aldırırlardı. Acil vaka olunca da, ayrıca günlük gidiş-geliş olurdu. 
          Üreme Çiftliği Müdürü Ferit Kayıran ile çok iyi arkadaşlık ta 
          kurmuştum.
 
          - Bir gün, beni özel olarak çağırdılar. 
          Amerikalı, iki büyük gazetenin başyazarı olan bir misafiri vardı. 
          Misafiri, zayıf, uzun boylu, yaşlı, Türkçeyi iyi bilen bir insandı. 
          Yanında, Türklerden yardımcı olup olmadığını hatırlamıyorum. Safra 
          kalabalıktı.
 
          - Gazetecinin Türkiye’ye üçüncü gelişi 
          idi. Bize, eski gelişlerini anlatmıştı. Abdülhamit padişahı iyi 
          tanıyordu. Bir iki defa huzura kabul de edilmişti. Türk dostu olacak 
          ki, Padişah kendisine iltifatlar da etmişti.
 
          - Gazetecinin ismini öğrenmiştim amma, 
          zamanında not almak alışkanlığım olmadığından, şimdi hatırlamam mümkün 
          değil. Pek de zor bir ismi yoktu. Osmanlı topraklarını, bütün 
          Anadolu’yu katır sırtında dolaşmıştı. O zaman genç olduğuna göre, 
          söylediklerinin yapılmaması için bir sebep görmemiştik. Şimdi de, 
          Osmanlı devrinden pek te farklı durumda değildik. Yollarımız topraktı. 
          Kendisinin bir jeep arabası vardı. Bu zamanda, önde giden bir arabaya 
          yetişirseniz, tozundan kurtulup ta bir kaza yapmadan onu geçmeniz 
          mümkün olmazdı. Zaten bize, Türkiye’de en mahir insanların şoförler 
          olduğunu da söylemişti. Güzel rakı içiyordu, güzel sohbeti de vardı. 
          Biz de, Türkçeden başka dil biliyor değildik. Onun Türkçesi, benim 
          Fransızcamdan çok iyi olduğu için, Türkçe konuşmuş olması 
          yakınlığımızı da temin etmişti.
 
          - Sofra gece yarılarını geçinceye kadar 
          sürdü. Kadehi boşaldıkça, kendisi, espriler yaparak, tekrar 
          doldurulmasını istiyordu.
 
          - Veba hakkında bilgiler istedi. 
          Bilgilerimi aktardım. Hem sorumlu ve hem de yetkili idim. Devletimiz 
          her imkânı, o zamanki kısıtlı durumuna rağmen, temin etmişti. 
          Emniyetimizi temin etmek için de, ilçenin normal jandarma teşkilatı 
          dışında, bir bölük jandarma daha memur edilmişti. Her fırsatta, 
          vebanın Suriye’den geldiğini anlatmaya çalışıyorduk. Arkadaşlarım da 
          beni teyit ediyorlardı.
 
          - Odanın duvarında bir sivrisinek, hem 
          de sıtmayı taşıyan cinsinden olanı, bizim dikkatimizi çekmedi amma, 
          Amerikan gazetecinin dikkatini çekmişti. Bize sivrisineği işaret etti. 
          Sıtmayı bunun atıştığını da söyledi. Hafif alaycı bir tebessümle, “bu 
          sinekte mutlak Suriye’den gelmiştir” dedi. Tebessümüne, biz de gülerek 
          karşılık vermek zorunda kalmış idik.
 
          - Gece sonunda bizimle vedalaştı. Kendisini pek yakın bulmuştuk. 
          Onun da bizi yakın bulduğu açık seçik ortada idi. Ufak tefek 
          saçmalarımızı da görmek istemiyordu. Suriye’yi yerli yersiz ithamımızı 
          da öyle karşılıyordu. Sabah erkenden, kahvaltıyı galiba yine beraber 
          yaptıktan sonra, bizden ve devlet çiftliği müdürü Kayıran’dan ayrılmış 
          idi. Yolculuk, yine Güneydoğu ve Doğu Anadolu idi. Osmanlı devrinde 
          iki defa katır sırtında yaptığı geziye, üçüncü defa, Cumhuriyet 
          devrinde, bir Amerikan jeep ile devam edecekti.
 
          - Bu tesadüfü de, konuştuklarımızı da, 
          ben, belki bir yazıda okurlarıma aktarmış olabilirim amma; olay 
          tamamen hafızamdan çıkmış durumda idi. Bir ömrün bütün olaylarını 
          kafanızda nasıl taşıyacaksınız! Unutma fiili olmasa, bana öyle geliyor 
          ki, insanlar, hele çok okuyan insanların beyinleri çok çabuk yorulmuş 
          olacaklardır. İşleyen demir ışıldar, denirse de, gereksiz ve pek çok 
          kullanılan demir, ışıldamaya devam etmiş olsa bile, eskimeye devam 
          edecektir. Eskiyen her şey de, bir gün işe yaramaz olacaktır. Unutmak 
          ta Allah’ın insanlara bir lütfü olmalıdır. Şu bizim insanlar, Allah’ın 
          lütuflarına hep kayıtsız kalmışlardır.
 
          - Dün akşam, rahmetli Velidedeoğlu 
          hemşerimizin bir yazısını okurken garip bir tedai olayı bu hatıraları 
          kafamda canlandırdı. Velidedeoğlu’nun yazısında da, bizim 
          Amerikanı’nın hikâyesinin aynına benzeyen taraflar vardı. Belki de 
          aynı olayı Velidedeoğlu da yaşamış olabilir. Kendisinin tanıdığı 
          gazeteci de, belki aynı adam idi. Adamın adı, onun yazısında da yoktu. 
          Makalenin altındaki tarih ise 1949 idi.
 
          - Aynı tarihte, 1949 Ağustos ayında, 
          rahmetli Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin hem hocası ve hem 
          de Dekanı olarak, Van ilimize bir seyahat yapıyor. Van’da bir ilçede, 
          eski, büyük bir Rus kışlası tamir edilerek öğretmen okulu haline 
          getirilmiş. Sevgili hocamız, bu öğretmen okulunu ziyaret etmeyi 
          düşünmüş. O zamanlar, ziyaret edilebilecek binaların topu okul 
          binaları idi. Ayrıca, herkes okul sevdalısı bulunuyordu. Velidedeoğlu 
          da profesördü ama, o kadar yaşlı da değildi. Hatırlatmak isterim ki, 
          kendisi lise öğrencisi iken, ben de, artık koşup yürüyen bir çocuk 
          imişim. Bu hatırlatmamla, Velidedeoğlu’nun genç bir hoca ve çok genç 
          bir dekan olduğunu işaretlemek istiyorum.
 
          - Hocamız, bu öğretmen okulunda, yaşlı, 
          uzun boylu ve oldukça zayıf olan bir Amerikan gazeteciyle tanışıyor. 
          Gazeteci, Amerika’nın iki büyük gazetesinin başyazarı. Türkiye’ye 
          gezmek için gelmiş. Yanında bir kurmay binbaşı, bir de tercümanı var.
 
          - Velidedeoğlu, bizim tanıdığımız 
          gazeteciye çok benzer bilgiler veriyor da, Amerikalının çok iyi Türkçe 
          bildiği hakkında bilgi vermiyor. Belki de Türkçe konuşmadılar. 
          Velidedeoğlu’nun bildiği yabancı dilleri, Amerikalı gazeteci de 
          biliyordu. Bilinen müşterek dille anlaşmış olmaları da çok muhtemel.
 
          - Gazeteci, Velidedeoğlu ile pek açık 
          konuşuyor. Her şeyde geri kaldığımızı, yollarımızın pek berbat 
          olduğunu, otel ve bunun gibi işler hakkında bilgisiz olduğumuzu 
          çekinmeden Velidedeoğlu’na anlatıyor. Hukuk Fakültesi hocası ve Dekanı 
          olarak, kendisine büyük saygı duyduğunu da, Velidedeoğlu anlatıyor. 
          Tanışmışlıktan, ikisi de memnunlar.
 
          - Gazeteci, bir şeyimizin çok mükemmel olduğunu söylemekten de geri 
          duymuyor: Adliye teşkilatımız ve çok adil hâkimlerimiz..
 
          - Demek oluyor ki, gazeteci Türkiye’yi 
          iyi tanıyor. Adalet mekanizmamızın ve hâkimlerimizin de, bütün 
          imkânsızlıklar içinde adalet dağıtmış olmalarına rağmen, imrenilecek 
          durum gösterdiğini iyice tespit etmiştir. Türkiye’ye eskiden gelmemiş, 
          Türkiye’yi iyi etüt etmemiş insanların bu tespitleri yapmaları 
          düşünülemez. Adalet ve hâkimler üzerinde konuşulmuş olması ise, 
          Velidedeoğlu’nun hem profesör ve hem de dekan olmasıdır. Fakülteyi, 
          yeni bitirmiş bir hekimle, Türk hekimliği hakkında böyle tespitler 
          konuşacak değil ya!
 
          - Bu yazıyı, gevezelik etmek için 
          yazmadım. Sene 1949 ve bir Amerikanı’nın adalet sistemimiz ve 
          hekimlerimiz için düşündükleri de meydanda. CHP de henüz iktidar 
          partisi. Bir yabancının tespitlerini bile, bizim Başbakanımız tespit 
          etmiş değil. Her şeyi kendisinin başlattığını söylüyor. Adalet sistemi 
          ve hâkimlerimiz için tek takdir kelimesinin ağzından çıktığını 
          duydunuz mu? Kendisini iktidara getiren ilk seçim kanununu CHP 
          yapmıştır. Adalet teminatını getiren CHP idi.
 
          - O zaman, bütün okumuşlar, adli teminat 
          nutukları atarlardı. Bunu yapmaya, memur olmamıza rağmen, biz de 
          yeltenirdik. Bizi, bu noktadan şikâyet edene rastlamadık. Bunlardan 
          dolayı da, yeri değiştirilen bir memur olmadı. Bir dâhiliye vekili, 
          İstanbul’da gazetecilere, kendisinden korkup korkmadıklarını sormuştu. 
          Gazeteciler, korkmadıklarını söylediler. Bakan kendisi ise, vallahi, 
          kendisinin gazetecilerden korktuğunu söylemişti. Demokrat Parti veya 
          öbür sağ parti iktidarların da, gazetecilerden korkan bir bakana 
          rastladınız mı?
 
          - Adli teminat CHP’nin eseridir. Düşünce 
          doğru çıkmıştır. O gün bu gün, adli teminattan şikâyetçi olan kimseye 
          rastlanmamıştır. Hâkimlerin adalet anlayışından ve tatbik 
          şekillerinden şikâyetçi olan kimse ortaya çıkmamıştır. Şu teminatı, 
          idare amirlerine verelim, diyenler görülmemiştir.
 
          - 1982 Anayasasında da, Cumhurbaşkanının 
          yetkilerini artıran bazı maddeler, adalet mekanizmasının ve hâkimlerin 
          siyasallaştırılmaması için konulmuşlardır. Yüksek hâkimler ve 
          savcıların bir kısmının Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin 
          sebepleri arasında bu endişeler bulunmaktadır. Biz de aynı 
          düşüncedeyiz. Adalet mekanizması ve hâkimler ve bu arada savcılar 
          siyasallaştırılırsa, ülke yaşanmaz hale gelir. Adalet mekanizması ve 
          hâkimler, biz insanlar için de bir teminattır. Bu teşkilat ve 
          hâkimleri, mutlak tarafsız kalacaklardır. Yaşarken güvenilecek tek 
          mekanizma budur. Aksini düşünmek, “ihkakı hak” anlayışına yol açmak 
          olur. Bu yolu açmak, kim açarsa açsın, vatana ihanet olacaktır.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
         | 
      
      
        
        
          -  
 
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         76  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - KADIN HAKLARI, İNSAN HAKLARI 
            İÇİNDEDİR 
 
          
          
             - Biz, insanlar dahil bütün 
            canlılarda, yaratılış farkı bilmiyoruz. Kromozom etkisini icra 
            etmektedir. Yaratılış farkı olmayan insanların, edinilmiş haklarının 
            da eşit olması gerekir. Biz buna inanıyoruz.
 
          
          
             - En azından medeni milletlerde, bu 
            gün artık kadın haklarında eksiklik söz konusu değildir. Kanun 
            önünde, insanlar eşittirler. Memleketimizde de bir çok medeni Avrupa 
            milletlerinden önce, insanlarımız eşit sayılmışlardır. Türk 
            kadınının hak eksikliği söz konusu değildir. Kadınlarımız bu 
            haklarını kullanıyorlar mı?  İşte sorun burada düğümlenmektedir.
 
          
          
             - Bizim ülkemizde, daha medeni kanun kabul edilmeden önce bile, 
            kadın erkek eşitliğine saygılı olan büyük bir insan kesimi vardı. 
            Ben, böyle bir aileden geliyorum. Babam, bir sorun olunca, anama 
            sorardı. Başka bir şahısla da bir iş kararlaştırırken, bir de ev 
            sahibesine sormayı adet edinmişti. Babamın bu sözü, bazen şaka 
            konusu bile olurdu.
 
          
          
             - Medeni kanun kabulünden sonra da, bu 
            kadın erkek eşitliğinin eksikleri tamamlanmıştır. Hangi hak kullanma 
            seviyesine gelmiş, o idraki edinmiş kadın hakları kullanmıyor? 
            Kadın, hangi işte başarısızlığını ortaya koymuştur? Başbakan da 
            yaptığınız bir ülkede, hala kadın hakları eksikliğinden 
            bahsedilemez. Kadından Devlet Başkanımız olmadığını bahane edeniniz 
            varsa, İsmet Paşa’nın kız torunu Gülsüm Meclis’te Milletvekilidir. 
            Kendisini Cumhurbaşkanı seçerse meclis, hem bu eksiklik giderilir ve 
            hem de Cumhurbaşkanlığı tartışması kökünden bertaraf edilmiş olur.
 
          
          
             - Kanun eksikliği yoksa, o zaman, 
            kadınlarımız, haklarının bilincinde olmalıdırlar. Haklarının 
            bilincinde olmayan kadınlarımıza, su taşıyarak değirmen kurulamaz. 
            Haklar kullanılırsa hak olurlar. Kullanılmayan, kullanmaktan 
            çekinenler haklar lüks olurlar. Bunların, o zaman hiç bir kıymeti 
            kalmaz.
 
          
          
             - Kadına şiddet sorunu, kadın 
            haklarıyla ilgili değildir. Kadınlarımız için söylenmiş sözlerin en 
            güzelini ismet Paşa kafasından çıkarmıştır. Der ki İsmet Paşa, “Kız 
            çocuklarını okutmamış milletler, oğullarını ebedi öksüzlüğe mahkum 
            ederler.” Demektir ki, şiddet, yetişmemenin, okumamanın, cahil 
            kalmanın bir işaretidir. Dikkat edilirse, kadın döven insanların 
            hemen pek büyük bir nispeti cahildir. Kadını döveceksin, sonra 
            kucaklayıp öpeceksin! Bunun adını Türkçe olarak yazmış olsam, yaşıma 
            ve başıma yakıştıran olmayacaktır.
 
          
          
             - Müşahedem şu ki, yanılmalar hariç, 
            okumuş bir kadın, cahil bir erkekle, ne kadar yakışıklı ve zengin 
            olursa olsun evlenmiyor. Bunlar arasında, dayaktan, zulümden 
            bahsedildiğini de duymuş değiliz. Varsa bile azınlıktadır. Bill 
            Clinton da annesini öldürürcesine döven üvey babasını bıçakla 
            boğazlamaya kalkmıştır. Biz yine de, eğitimle bu edepsizliklerin 
            azalacağını sanıyoruz. Yine de vakalar olursa, onlara da uygun 
            sıfatlar seçmekte aciz kalmayız. Ancak, erkekler de, kadınlar da 
            toptan eğitilerek, birbirlerine saygılı olmaları temin edilmelidir. 
            Evlenme, bu düşünceden sonra insanların aklına gelmelidir. Haklarını 
            iyi kullanmaları ve şiddetten tam kurtulmaları için, genç neslin 
            bütün kız çocukları, İsmet Paşa’nın da tavsiyesi içine girerek 
            eğitimi kabul etmelidirler. Eğitimin, kızların gözlerini açarak, 
            onları ahlaksız yola sürükleyeceği, gericilerin haince uydurdukları 
            bir yalandır. Eğitilmiş kız çocuklarının, erkeklerin zevk aleti 
            olmadıkları, istemedikleri, çok büyük hukukçularımızın görüşleriyle 
            sabittir. Ne kötülük gelirse, bunu cehaletten bekleyeceksiniz. 
            Kadınlarımız bunların dışında kalamazlar.
 
          
          
             - Yetişmiş kadınlarımız çağdaş 
            olacaklardır. Kendi tatbikatı olan çağdışçılığın da bir çağdaşlık 
            olarak kabul görmesini isteyenlerden, ülkeye de, kendi cinslerine de 
            bir fayda beklenemez. Bu dikleşme, bu dayatma, hem kendilerinin 
            yaşanmamış hayatlarına, hem de aklını iyi kullanmayan başka 
            kadınlarımıza sadece zarar gelecektir. Buna da kimsenin hakkının 
            olmaması gerekir.
 
          
          
             - Ben, yine, kadınlar günümüzde, bütün 
            kadınlarımıza saygılarımı sunuyorum. Kendilerini, haklarını 
            kullanmaları için iş başına davet ediyorum. Hakların kullanmak 
            istemeyenlerin haklara ihtiyaçları yoktur. İnsanlığın da onlara 
            ihtiyacı yoktur.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          77  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - TOPKAPI SARAYI'NIN TOPU TÜRK
 
          
          
             -             Ben, bu Topkapı Sarayı müzesini iyi tanırım. Devlet 
            memurluğuna buradan başladım. 14. derecedendim; elime, aylık olarak 
            31 lira geçerdi. Günde bir lira dışında kendime para sarf etme 
            imkânım yoktu. Bu şartlar altında tıbbiye bitirmişimdir. Bunların 
            hepsini torunuma anlatmadım.
 
          
          
             -             Çarşamba günü müzenin açık olduğunu öğrendiğimizden, 
            kahvaltımızı evde yaptıktan sonra, torunumun otomobili ile sarayın 
            dış kapısına, bir gün önce arabayı koyduğumuz yere geldik. Dış 
            kapıdan içeri araba bırakılmıyor. Dış kapı, meşhur Alman Çeşmesi’nin 
            yanındaki büyük kapıdır. Buradan saray avlularından birincisine 
            girilir. Eskiden bu kapı açıktı ve birinci avluda, gece bile 
            insanlar dolaşabilirlerdi.
 
          
          
             -             Birinci avluyu yürüdük. Yollar eskiden stabilize 
            idiler. Bu yollar şimdi güzel yapılmışlar. Ancak, eskiden görünen 
            büyük çınar ağaçlarında azalmalar var. Elli sene bile, bazı 
            eksilmelerin sebebi olabilmiş.
 
          
          
             -             İkinci kapıdan bilet alarak ve kontrolden geçtikten 
            sonra, içeri, ikinci avluya giriyorsunuz. Bütün turistler, bu 
            işlemlere alınmış görüntüdeler. Avlu çok kalabalık. Ziyarete, 
            turistler pekte bilgisiz olarak başlamıyorlar. Büyük ihtimalle, 
            nazari bilgi edinmiş durumdalar. İlk ziyarete, sağda bulunan 
            mutfaklardan başlıyorlar. Mutfak deyip de küçümsemeyiniz; Osmanlı 
            mutfakları, birçok devletin kral saraylarından daha haşmetli. Hele 
            gezerken gördüğünüz çiniler, müzelik olarak elde edilmiş 
            sanılmamalıdır. Bu malzeme içinde, Osmanlı sarayının mensupları, 
            aşçılar ve hizmetçiler dâhil, yemek yemişlerdir. Bu sergilen
 
          
          
             - en porselenler, Osmanlı sarayının kullandığı eşyalardan 
            kalanlarıdır. Yemek takımları da sergilenmiş değiller. Hele 
            kazanları görmeniz mutlak gereklidir. Hacı Bektaş’ta bulunan 
            kazanlar gibi şeyler. Zaten Hacı Bektaş külliyesini de yaptıran, 
            Osmanlı devletidir.
 
          
          
             -             İkinci avlunun sol tarafında da “Kubbe altı” adıyla 
            anılan Fatih’in yaptırdığı divan toplanma yerleri vardır. Biz, 
            torunumla, bu kısmı dönüşte gördük. Padişahın divanı izlediği 
            kafesli yerin haşmeti, hala insanları etkiliyor. Kubbe altının 
            arkasındaki kulenin yapılış tarihini, sarayı hemen her gün gören 
            Aruz şairi Yahya Kemal Beyatlı’dan dilemiş ve vaktiyle sizlere de 
            bir yazı ile iletmiştim.
 
          
          
             -             Üçüncü kapının önünde torunumla durduk. Selim III 
            padişahın naaşının konduğu yeri bizim Özgür’e gösterdim. Kapıyı 
            geçince de, Padişah’ın sefirleri kabul ettiği salonu gezdik. Burayı 
            görmeden, Osmanlı Padişahının haşmetini anlamanız mümkün değildir. 
            O, büyük devlet büyükelçilerinin kabul edildiği havayı ancak salonu 
            görünce kavramak mümkün oluyor.
 
          
          
             -             “Muayede salonu” denen bu salonu geçince, hemen 
            önünde Ahmet III. Kütüphanesi var. Restorasyon yeni bitmiş ve 
            açılmış ama, içerdeki kitaplar toplattırılmış. Burada üçüncü 
            avludayız. Sağda hazine dairesi, solda emanetler dairesi ve Hareme 
            gidilen yol mevcut. Üçüncü avlunun önündeki binalar yönetimde 
            kullanılıyor. Muayede salonunun batıya doğru önünde, “Enderun 
            mektebi” mevcut. İşte, koca imparatorluğu yöneten tarihe geçmiş 
            sadrazamlardan çoğu, yabancılardan toplanmış çocuklar olarak burada 
            yetiştirilmişlerdir.
 
          
          
             -             Hazine dairesine girince, Kaşıkçı Elması’nı 
            görmemezlik etmemelisiniz. Aslında, hazine sözcüğü, bizimki için bir 
            anlam taşıyor. Osmanlı padişahları, savaşlarda sıkıştıkça paranın 
            kıymetini düşürmüşler ve içinde yemek yedikleri altın takımları 
            satmışlardır; ama, tarih kıymeti olan hiç bir esere 
            dokunmamışlardır. Osmanlı Padişahlarının tarih saygılarında şüphe 
            yok. Bu eserleri evlerinde dahi kullanan padişah yok. Onun için de, 
            bu padişahlar tarih yapmışlardır. Saray eşyalarını evlerinizde 
            kullanmakla ne devlet adamı olunur, ne de tarih yapılabilir. O 
            koltuklardan inince, hepiniz benim gibi olacaksınız. Ben sizlerin 
            çoğundan; yani, kendini devlet adamı sananların çoğundan daha aklı 
            selim sahibiyim. Hiç olmazsa, sonu hiç olan yerlere gelmeye 
            heveslenmedim ve mesleğimin sahibi olarak kaldım. İsterseniz siz, 
            bırakıldığımı söyleyebilirsiniz!
 
          
          
             -             Mecidiye köşkü önünde torunumla oturduk ve birer 
            tost yedik. Altta büyük bir lokanta var. Torunuma, yattığım yeri, 
            ders çalıştığım kulübeyi ve dördüncü avludaki köşklerin kimlere ait 
            olduklarını gösterdim ve bildiklerimi aktardım. Bağdat köşkü 
            restorasyon halinde olduğu için göremedik. Harem ve arabalar 
            dairesini de göremedik. Gün, her şeyi görmeye yetmiyor. Siz görmeye 
            giderseniz, iki gün ayırmalısınız. Bura sizindir sizin! Burada 
            gördüklerinizin hepsi Türk’tür. Mimarisi Türk’tür ve içinde 
            oturanlar da Türk’türler. Türk’ü küçümseyenlerin de bu saraya 
            uğramalarını tavsiye ederim. Belki utanmayı öğrenirler.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          78  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ULUS OLMAK ZORDUR
 
          
          
             - Bu dünyada, adam gibi, kimseden 
            korkmadan yaşamak için, ulus olmak zorunluluğu vardır. İnsanlık 
            olmasa bile, şu içine girmek için çok fedakârlıkları göze aldığımız 
            Avrupa milletleri, ulus olmakta karar kılmışlardır. Böylece 
            benliklerini bulmuşlar, böylece geçmişlerine sahip çıkabilmişlerdir. 
            Geleceklerini de, böylece, ulus olarak garanti altına 
            alabilmişlerdir.
 
          
          
             - Bunları okurken, AB ülkelerinin 
            nüfus kompozisyonlarının bizden farklı oldukları düşünülmemelidir. 
            Onlar da karışıktır. Onların da soylarında çeşitli yerlerden, 
            çeşitli soylardan gelen insanlar vardır. Çeşitli dil konuşulur. 
            Renkleri bile birbirine uymazlık gösterir. Fransa da öyledir. İtalya 
            da öyledir.
 
          
          
             - Öyledir de, bu ülkelerde birer 
            millet, yani birer ulus teşekkül etmiştir. Bu ulusların adları 
            vardır. Bu ulusların birer resmi dilleri vardır. Bu ulusların 
            müşterek medeniyetleri vardır ve bu medeniyetler, o milletin adı ile 
            anılır.
 
          
          
             - Herkesin kökeni, dili, dini ayrılık 
            gösterdiği halde, kimse, milletin bütünlüğünü bozacak iddialar 
            peşinde olmazlar, olamazlar.
 
          
          
             - Bu memleketlerin hepsinde, büyük 
            sorun, sadece insan hakları ve insan eşitliğidir. Azınlık adı 
            altında anılan bir kesim insan da yoktur. Eğer, o memleketin 
            vatandaşı oldunuz ise, o memleketin insanı sayarsınız. O memleketin 
            vatandaşı olmayanlar azınlık değil, yabancıdırlar.
 
          
          
             - Biz bunları niçin yazıp duruyoruz? 
            Türkiye’nin sorunlarını iyi bildiğimizi düşünerek, güya bir 
            gayretin, ikaz edici bir gayretin içine girmek, içinde bulunmak 
            istiyoruz. Ümit bu ya, belki bir hizmet bile yapmış olabileceğimizi 
            düşünüyoruz. Yazdıklarımızı eleştirenler de olmuyor. Sokakta 
            rastladıkça, tanıdığımız insanlardan takdirkâr sözler bile 
            işitiyoruz. Ümmetçiliğin daha iyi olduğunu bize söyleyen görmedik. 
            Ayrıcalık hakkının da hak olduğunu kimseden işitmedik. Fakat bunlar 
            Türkiye’de düşünülüyor. İnsanların düşünmeyenleri ümmetçilik 
            edebiyatı yapıyor. Tarikatçılık bu esaslar üzerine kurulmuştur. 
            Ayrıcalık ise, kimsenin itirazı olmayacak şekilde ortada bulunuyor. 
            Ülkenin bir kısmı, ne pahasına olursa olsun, koparılmak isteniyor. 
            40 bin kişi, bu düşünce olduğu için, bu ayrılık düşüncenin kurbanı 
            olmuştur.
 
          
          
             - Ayırıcı düşünce, her defasında dış 
            kaynaklı teşviklerin eseridir. Osmanlı ülkelerinin dağılmasının 
            sebebi budur. Arkada hep yabancı vardır. Ermeni sorunu arkasında hep 
            emperyalist devletler ve Çarlık Rusya’sı olmuştur. Kürt isyanlarının 
            hangisinin arkasında Avrupalı yoktur? Amerika bu fikirde değil 
            midir? Amerika’dan, silahlanmış bir Kürt isyancı grubunun yok 
            edilmesi beklenir mi? Adamlar bunları kendilerine gaye etmişler ve 
            zamanında bütçelerine tahsisat bile koymuşlardır.
 
          
          
             - Ümmetçilik yerli istektir. 
            Ümmetçilik bir gaye taşırsa da, bu gaye Türkler için olamaz. Bu gaye 
            Arap milliyetçiliği için düşünülebilir. Ümmetçilik Arapları bir 
            araya getirmiş değildir ki, biz Türklerin asimile edilmesinin 
            vasıtası olsun? Nasıl ki, laiklikle İslamiyet’in bir arada olmasını 
            anlamayan insanlar bu memlekette çoksa; ümmetçi olmadan da Müslüman 
            olunmayacağına inanan insanlar çoktur. Bunları, şimdilik yanılgı 
            içinde kabul etmekle yetinmek gerekiyor.
 
          
          
             - Ortada deneyimler var. 
            Hıristiyanlıkta da ümmetçilik vardır. Bu gün bu fikir toptan 
            reddedilmiştir. Fransız, Fransız kalarak; Alman, Alman kalarak ve 
            hatta Bulgar, Bulgar kalarak Hıristiyan kalınacağını 
            göstermişlerdir. Biz de, Türk kalarak, Türk olarak Müslümanlığımızı 
            aslında göstermiş bulunuyoruz da; bu hakikati anlamayan kalın 
            kafalıları ikna etmek mümkün olmuyor.
 
          
          
             - Ümmetinden olduğuna inandığınız hiç 
            bir Arap kesimi Türkleri sevmiyor. Türkleri Avrupalılar da sevmiyor. 
            Eskimolar da çok azlar, bizi sevmiş olsalar bile etkileri olmaz.
 
          
          
             - Hala Avrupa içine girmeyi düşünmek istiyorsanız, Avrupalı 
            milletler gibi ulus olmak ve ümmet dışına çıkmak zorundasınız. 
            Şahsiyet böyle kazanılır. Şahsiyeti olmayan insanlar, günlük 
            işlerinde başarılı olsalar bile, gelecekleri karanlıktır. Milletler 
            de aynıdırlar.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          79  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - TÜRK KADINI BÖYLE OLUR
 
          -             Bir Pazar sabahı bahçemizi düzene sokan Sayın Latif 
          Sevilmiş’le Sayın eşleri Fatma Sevimli bizi ziyarete gelmişlerdi. Bir 
          şeyler hazırlamakta eli çabuk olan hanımefendi’nin hazırladığı 
          kahvaltıyı birlikte yaparken;Haber Türk TV ekranlarında bir kadın 
          konuşmalara davet edilmiş olduğunu görüyoruz. Hemen karar veriliyorku, 
          konuşmak için davet edilen hanımefendi bizim 1952 Avrupa Güzelimiz 
          olan Günseli Başar’dır. Programın adı da wikeend. Bu İngilizce 
          sözcüğün Türkçe anlamını konuşmanın sonlarına  bizzat güzelimizden 
          öğrendik.
 
          -             1952’de ben genç 30 yaşında doktordum. Günseli 
          Başar’da o zaman her halde 20’sinden yukarı değil. Tahminimize göre 
          Günseli Başar’ın yaşı bu dinlediğimiz anda 75 olmalıdır. 20 yaşında 
          Avrupa güzeli olmuş bir genç kızın güzelliğini 74 veya 75 yaşında bir 
          kadının duruşunda izlemek mümkün olur mu? Güzel oldu diye. Tabiat 
          hangi varlığa kanunlarının gereklerini tatbik etmekten geri kalmıştır. 
          Başkaları bazı yaşlarda nasıl oluyorlarsa,sizlerde;Günseli Başar’da 
          öyle olacaktır. İnsan;büyük kıyamet atfettikleri bazılarını gördüğü 
          kalmasını istemektedir. Hatta kendisi için düşünmediğini bile Günseli 
          Başar için düşünüyor. Nasıl olurda Avrupa Güzelimiz böyle bir duruma 
          düşebiliyor ? Diyebiliyorlar. Bizim tartışmalarız da da bunlar oldu. 
          Ayrıca;Günseli Başar’ın yüzündeki yara izlerinden kendisinin bir 
          trafik kazası geçirmiş olduğunu öğrendik.
 
          - Zamanında pek çok sevdiğimiz,şimdi de 
          görüntülerinden pek çok intibalar edindiğimiz ve konuşmalardan pek çok 
          şeylerde öğrendiğimiz Gürseli Başar hiçte yaşını gösteriyor değildi.. 
          giyinişi de yaşı ile uyum gösteriyordu. Günseli Başar olduğunu 
          söylenmese de bir üniversite profesörünü dinliyormuşum gibi bir 
          düşünce içinde idim. Bir profesör kadar da konuştuklarına hakim durum 
          sergiliyordu.
 
          -             Bazı eski kıymetlerimizin yaptığı gibi; Günseli Başar 
          rejim konusunda kendisini isteklerine terk etmiş değildi. Çok normal 
          bir kilo gösteriyordu. Bu kiloyu korumak için bir gayret içinde olduğu 
          da söylenemezdi. Günseli Başar gençken ne alışkanlık edindi 
          ise,şimdiki şaşında onun devamını sağlamış durumda idi. O intibaım var 
          ki,sayın güzelimiz ömrü boyu çok muntazam bir hayat yaşamış olmalıdır. 
          Görüntüsü de yapmacık bir şey göze çarpar değildi.  
 
          -             Konuşmasının sonlarına doğru Milli Kültür sorununa 
          geldi. İşte o zaman sevgili Günseli’nin Milliyetçiliği de tuttu. 
          Kendisini davet eden ve programın yöneticilerini de sorumlu tutar bir 
          tavırda “Şimdi yaptığımız programın adı,niçin hafta sonu konuşmaları 
          değil de weekend’dir dedi. Programı yönetenlerin böyle bir soru ile 
          karşılaşacakları akıllarına gelmemiş olduğundan soru karşısında donup 
          kaldılar. Kendilerine göre verdikleri tevil dolu izahat hiçbir şekilde 
          sorunun karşılığı olamazdı. Yüzlerinde açıklık kazanan pembelik 
          derecesini açmış ve kırmızılım durumu kazanmıştı.
 
          -             Bir Türk kanalı, Türkçe bir programa bir eski güzellik 
          kraliçesini davet etmiş, kurum bundan bir şeyler bekliyor. Davetlinin 
          de memnun kalması isteniyor. Hatta;birazda minnettarlık işaretleri 
          verilsin isteniyor. Şimdiye kadar bunlara alışılmış. Halbuki Günseli 
          Başar düşüncelerini mertçe, bilgi içinde ve de nezaket içinde ortaya 
          koyuyor. Bu ismin niçin İngilizce seçildiğini soruyor. Buna verilecek 
          hangi mantıklı cevap olabilir ki?
 
          -             Bir Milletin dili müşterek kıymettir. Bu kıymetin 
          korunması ve yabancı sözcükler hangi taraftan veya milletten gelirse 
          gelsin korunması gerekir. Bir dil korumazsa tıpkı çevre gibi kirlenir 
          ve artık kullanılmaz,kullanılmış olsa bile anlaşılmaz hale gelir. Buna 
          hakkımız olabilir mi?
 
          -             Çorum’da bu dil kirliliği vardır. Konuşmalarda da 
          vardır,yazmada da mevcuttur. Dükkan levhalarının  yarıdan fazlası ya 
          Arapça veya İngilizce olarak yazılmışlardır. Ne insan hakları,ne 
          demokratik haklar ve ne de iştah kabartması bu hakkı insanlara 
          tanıtır. Bir ara Kilim Dergimsinin başlattığı kampanya faaliyetinin de 
          neticeleri sıfırlaşır.
 
          -             Arapçayı hele  hele İngilizceye bu aşırı düşkünlüğün 
          sebebi yoktur. Müslüman olmuş, Arapçaya yakınlık isteğini 
          körükleyemez. İslâm olunca insanlar Peygamberlerin getirdiği dini 
          kabul etmiştir ama Arap manasını ve medeniyetini kabul etmek 
          zorunlulukları yoktur.
 
          -             Hele İngilizce sevdasına kendisini kaptıran yalnız ve 
          yalnızca cehaleti ve kendi kültürüne saygısızlığı ifade eder.
 
          -             Günseli Başar’ı tekrar tekrar kutlamaktan kendimi 
          mutlu hissederim.
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          80  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - KADINLARIMIZIN GÜNÜ
 
          - Kadın günü; yalnız bizim kadınlarımız 
          için değildir. Dünya bunu kabul etmiştir. Aynı Dünya, bir erkekler 
          günü kabul etmiş değildir. Bunları işitince; dünya kadınlığının 
          sorunlar karşısında kalmış olduğu akla geliyor. Bu düşünce doğrudur 
          da. Bütün dünya milletleri arasında, kadınların bazı haklarının, 
          erkekler tarafında göz önünde tutulmadığı veya haksızlık vasıtaları 
          arasında erkeklerin bulunduğu zehabı uyanıyor.
 
          - Biz, her ne kadar, kadın erkek ayırımı 
          yapmanın ayıp olduğunu kabul etmiş isek de, sözümüz ve niyetlerimiz 
          her an ve her yerde geçerli oluyor iddiasında bulunamıyoruz. Bütün 
          dünyadan gelen kadın şikayetleri,haksızlıkların devam ettiğini 
          gösteriyor. Günlerde yapılan konuşmaların ve alınan kararların da bir 
          etkisinin olduğu görülmüyor. Belki;bir gün de olsa kadın sorunlarını 
          dile getirmeler,sorunların unutulmamasını temin ediyor. Biraz 
          ilerlemenin vasıtası da oluyor denebilir. Kadın günleri kabul etmenin 
          zararlarını görmedik ve yapılmasının karşısında da olduğumuz iddia 
          edilmemelidir. Kadınlarımızın yanında ciddi olarak bir kısmımızın 
          bulunduğunu da teyit etmek isteriz.
 
          - Kadınlar derken,”Türk Kadını”nın 
          toplumda ayrı bir yeri olduğunu da belirtmek istiyoruz. Bizim Türk 
          kadın”larımız (Bu cümleleri, Türk olduğunu söylemekten utanmayanlar 
          için yazıyoruz) erkeklere hep eşit olarak kalmışlar ve yaşamışlardır. 
          Din değiştirmemiz olmadan önce,hakanlarımızın eşleri de hakan 
          yetkilerine sahip bulunuyorlardı. Antlaşmalara onlar da, geçerli 
          olması için, imza koyuyorlardı.
 
          - Müslüman olduktan sonra da,Türk 
          Kadın”ları eski alışkanlıklarını terk etmiş değillerdir. Şimdi bile, 
          Türk Köylerinde, kadının adı “Ev Sahibi”dir. Öyle anılır ve ev erkeği, 
          bir sorun karşısında, ev sahibine danışayım demekten çekinmez. Kadın 
          istemediği anda da, ev sahibinin rızası olmadığını da söylemekten ve 
          işten sarfı nazar etmekten geri kalmaz. Yazının tam ortasında, Mustafa 
          Kemal’in bir hatırası da benim hatırımda canlandı. Kurtuluş savaşında, 
          bizim ordu Sakarya nehri arkasına çekilme kararı verdiği anda, 
          Ankara’da öğretmenler kongresi toplanmış imiş. 8–10 kadın öğretmen de 
          çağırılmış. Mustafa Kemal, Cepheye hareket etmeden önce,kongrede 
          bulunmuş, bir konuşma da yapmış. Kadınların ayrı oturtulmuş olmasına 
          kızan Paşa, yetkiliye önce, kadınların çağırılışı için teşekkür 
          etmiştir. Ancak,  arkasından: “Bu kadınlarımızı niçin ayrı oturtunuz 
          ve araya da mesafe koydunuz; kendinize itimadınız mı yok, yoksa 
          kadınlarımızın iffetinden şüpheniz mi var ?” Sorusu yöneltmiş.
 
          - Daha cumhuriyet meydanda yok, Vatanın 
          kurtarılacağı da şüpheli. Mustafa Kemal Paşamız, tek büyük cümle ile, 
          İslâmiyet’in tesettür sorununu, geleceğin Türk Kadını fikirlerini ve 
          erkeklerimizin de ne zihniyete kendilerini hazırlamaları gerektiğini 
          itiraz edilemez şekilde anlatmış oluyor.
 
          - O günün Mustafa Kemal’i, Cumhuriyeti 
          kurunca, Türk Kadını hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuş ve gereken 
          yenilikleri de yapmıştır. Kadın haklarını ilk defa sorun yapan ve 
          realize eden devlet adamımız.
 
          - Kadınlarımız; Mustafa Kemal Paşa’yı 
          yanıltmış değillerdir. Her iş ve düşünce kolunda, kendilerinin 
          aldıkları işleri, tıpkı erkekler gibi, bazen onlardan da iyi olarak 
          başarıya götürmüşlerdir.
 
          - 25 senedir, 1980 el koymasından sonra, 
          yavaş yavaş, kadınlarımıza bakış açısı değişikliğe uğramıştır. Bazı 
          çevrelerde, Mustafa Kemal’in ve bizim de iştirak ettiğimiz görüşlerden 
          vazgeçilmektedir. Kadınlar, eskiden olduğu gibi, yine erkeklerin 
          arkasında ve onların emrinde kalmaları gerektiği fikri gelişim 
          göstermektedir. Kadınlar da, bazı kesimlerde belirgin olarak, gönüllü 
          olarak, bu nahoş görüşe sahip çıkar görünmektedir. O zaman, Mustafa 
          Kemal Paşa’nın sözü aklımıza geliyor. Biz erkekler mi kendimize 
          inancımızı kaybedip, kendimize, nefsimize hakim olmaktan çıktı; yahut, 
          kadınlarımız mı iffet duygularından yoksun kaldılar ki, kendilerine 
          vasiye ihtiyaç duyar duruma sokuyorlar? Yoksa ikisi birden mi oldu?
 
          - Ben, bir değişiklik olduğuna inanıyor 
          değilim. Kadınlarımızın iffetini koruyacak vasilere ihtiyaçları 
          olmadığı gibi, biz erkeklerin de kadınlarımıza saygı duymayacak kadar 
          vahşileştiğimiz düşünülemez. Devir değişince, kadınlarımızın bir kısmı 
          da, politikanın istismar vasıtası olmuştur. Başarı da kazanılmıştır 
          deme cesaretini de gösteriyorum.
 
          - Bütün dünyada, kadın erkek insanların 
          kıyafetleri çağdaş kıyafettir. Kadın erkek herkesin başı açıktır. 
          İnsanlar, birbiri karşısında yere değil, birbirine bakarlar. 
          Kadınlarımızı yere bakıtacak bir eksiklik yoktur. Hele bunun bir inanç 
          sorunu olduğunu iddia, aslında tamamı ile siyasi çıkar için uydurulmuş 
          safsatadır.
 
          - Bunları söyledikten sonra, 
          kadınlarımıza etraflarına bakmalarını tavsiye ederim. Türk kadınlığı, 
          açıkça, seçikçe,başörtüsü ile inanç bahanesi altında iki kısma 
          bölünmüş durumdadır. Kanun emirlerine itaati saygı gereği saymayan 
          siyasi kesimlerimiz,inanç üzerinde iddialarını yürütmektedirler. 
          Onlara göre, tesettür bir inanç sorunudur ve tesettüre girmeyenlerde 
          inanç yoktur.
 
          - Sevgili kadın arkadaşlarımız, 
          analarımız, bacılarımız, çocuklarımız; iddia bir inanç sorunu 
          değildir, bir siyasi çıkar sorunudur. İki kesimin bir arada yaşaması 
          düşüncesi ise, ilerde hiç saygı gösterilmeyecek bir yalan iddiadır. 
          Cumhuriyetten beri bu iddia, bazen gizli ve bazen yarı açık,şimdi ise 
          açıktan açığa sürdürülüyor. Çok yakında,daha kötü ayrıcalıklarla 
          karşılaşmamak için,sizlerin düşünmesi gerekiyor. Düşününce,gerekenlere 
          de teşebbüs etmeniz icap ediyor. Hür bir ülkenin kadınları olarak ve 
          hür kadılar olarak kalmak istiyorsanız. Sorumluluklarınızın da 
          bilincinde olacaksınızdır.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          81  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - KIBRIS’TA OLAN BİTENLER 
            
 
          
          
             - Kıbrıs’ta olan bitenleri;göz önüne 
            getirince mantığın arkasına sığınıldığı görüntüsü karşısında 
            kalınıyor.
 
          
          
             - Kuzey Kıbrıs Türk devleti ilan 
            edilmiş ve bu yeni Türk devletini yalnız Türkiye tanımıştır. Başka 
            tanımak isteyenleri de Amerika önlemiştir. Türkiye de tanımış 
            olmasa, KKTC devletliğini ilan edebilirdi. Devlet olmak için illa 
            başka devletlerin tanımış olması gerekmez.
 
          
          
             - Devlet olmanın vasıfları vardır:
 
          
          
             - Bir devletin önce bir toprak parçası 
            olması gerekir.  
 
          
          
             - Bir millet olması da gerekir ki, 
            devleti ilan etmiş olasınız.  
 
          
          
             - Bu vasıfların ikisi de Kuzey 
            Kıbrıs’ta vardır. Toprak küçük diye devlet kurulamaz kaidesi de 
            yoktur.
 
          
          
             - Kuzey Kıbrıs Türk Devletinin 
            kendisini koruyacak bir ordusu yoktur. Orada bulunan kırk bin 
            kişilik Kolordu, Türkiye’nin kolordusudur. Kıbrıs’ta başlatılan 
            katliamı da önleyen yine bu kolordudur. Bu kolordu Kıbrıs’a, işgal 
            maksadıyla değil, çağırılmış olarak gitmiştir. İsmet Paşa Başbakan 
            iken, kabinede arkadaşlarım vardır ve onların anlattıklarına göre, 
            Kıbrıs Türk davasını yönetenler, takatlerinin bittiğini 
            söylemişlerdir. Yardıma gelinmediği takdirde, hepsinin öleceğini de 
            beyan etmişlerdir. Bu durum karşısında gerekli kararlar, toplantı 
            halindeki hükümetçe alınmış ve bizzat İsmet Paşa tarafından sayın 
            Denktaş’a bildirilmiştir. Bildirmeyi takip eden dakikalarda da, 
            hazır olan ve dışarıda bekleyen askeri heyet, heyeti vekile önüne 
            çağırılarak, görevlerinin yapılması bizzat İsmet Paşa tarafından 
            tebliğ edilmiştir. Takip eden dakikalarda da bombardıman 
            başlatılmıştır.  
 
          
          
             - Olayı bizzat başlatan İsmet 
            Paşa’dır. Tamamıyetini, temin eden de, yine zamanı gelince, Ecevit 
            olmuştur. Bizim Kolordu, Kuzey Kıbrıs’a, bir anlaşma ve bir ahenk 
            içinde gönderilmiştir. Meşruiyette kazanmıştır. Kolordumuz orada 
            meşruiyet dışı bulunuyor değil.
 
          
          
             - Kuzey Kıbrıs’ta bir devlet var. Bu 
            devleti biz; Türkiye bizzat tanımıştır. Bu yeni Türk devletinin 
            korunmasını da Türk kolordusu yapmaktadır. Bu ne demektir ? 
            Gerektiğinde, eğer gerekirse, bu kolordu yabandan geleceklere karşı 
            ve belki de Rum Kıbrıs’ından yapılacak bir taarruza karşı, Kuzey 
            Kıbrıs’ı koruyacaktır. Daha ileri gidersek, Kuzey Kıbrıs için, 
            Türkiye bir savaşı, nereden gelirse gelsin kabul edecektir. Türkiye 
            kendisini sorumluluk, hem de büyük sorumluluk altına sokmuştur.
 
          
          
             - Herkesin anlayacağı şekilde tekrar 
            edecek olursak, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk devletinin sorumluluğunu 
            taşımaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Devletine kimsenin sataşmamasının 
            sebebi de böylece ortadadır.
 
          
          
             - Şimdi, bir geçit sorunundan dolayı, 
            sayın Cumhurbaşkanı M. Ali Talat müstakil bir devlet olarak 
            yetkisini kullanıyor ve kolordunun muhalefetine rağmen, geçidi 
            kaldırıyor. Halbuki asker, buranın askeri bölge olduğunu ve geçidin 
            kalkmasının zararlı olduğu fikrini müdafaa ediyor. Sayın Talat buna 
            aldırmıyor. Bizim Hükümet başkanımız da, müstakil bir devletin 
            istediği kararı alabileceğini ve Türkiye sorumluları olarak, saygı 
            duymamız gerektiğini söylüyorlar. Asker istemeyecek; sayın Talat 
            istediğini yapacak ve sonunda Kuzey Kıbrıs’ta huzur var 
            diyeceksiniz. Bunlara inanmak herkes için mümkün olur denemez.
 
          
          
             - Ya, bu kolorduyu KKTC’nin emrine vereceksiniz, veya bu 
            kolordunun beyanlarına saygılı olacaksınız. Bu Kolordu zararlı 
            diyorsa, onun dediğini kabul etmek zorundasınız. Kuzey Kıbrıs’tan 
            sorumlu bu kolordudur. Bu Kolordu olmasa, Kıbrıs kuzeyinde, sayın 
            Talat dahil, hiç kimse rahat gece geçiremez. Zaten, şimdiye kadar 
            kimse de kalmazdı.
 
          
          
             - Kuzey Kıbrıs Türk Devleti 
            müstakildir. Ne sayesinde buradaki Türk kolordusu sayesinde. O 
            zaman, bu kolordunun dediklerini yapacaksınız. O zaman, bu kolordu 
            üzerinden bir devlet saygınlığı yaratmaya kalkmayacaksınız. KKTC’nin 
            saygınlığını yapan, oradaki Kolordudur.
 
          
          
             - Kimse, öküz altında buzağı 
            aramamalıdır. KKTC’yi müstakil yapan, saygın yapan, dokunulmaz yapan 
            bizim Kolordumuzdur. Bu Kolordunun dedikleri kıymetlendirilmelidir. 
            Olmaz dedikleri olmamalıdır. Yapılamaz dedikleri, yapılmamalıdır. 
            Hele bu kolordunun küçümsenmesi, beni fevkalade rahatsız eder. 
            Birbirine bağlı olayları, birbirinden ayıramazsınız. Bunun başka 
            türlü izahı da olabilirse de, kırıcı olmamak için onları yazmak 
            içimden gelmedi. İstediği kararı alma hakkı olan bir devlet, ordusu 
            olan ve gerektiğinde o orduyu kullanan devlettir.  
 
          
          
             - Koruyan ordu benim, devlette karar 
            alma hakkı senin!  
 
          
          
             - Bu anlayış yanlıştır.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          82  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - SEN AYIP BİLMEZ MİSİN?
 
          -             Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından 
          sevilmeyen bir şeyler ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında 
          bırakmayı bilmelidir. Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında 
          bırakmalıdır,o zaman pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış 
          olunur.
 
          -             Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey 
          yok kabul edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini 
          gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır?
 
          -             Dindar da öyle değil midir? İslâm’ı doya doya, laik 
          düzenin kendisine temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın 
          bundan söz etmesine gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde, 
          “medeniyet anlaşması, barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli 
          şekilde bazı nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası 
          konferanslar tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne 
          bekliyoruz bunlardan? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence 
          medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri 
          durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri 
          din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de 
          değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da 
          medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış 
          bir anlaşma noktasını aramaya kalk! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak 
          diyorlar. Türkçesi, hayal içinde olmak demektir.
 
          -             Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği 
          gibi, dinler çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din 
          kavgalarını dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış 
          olan insanlar ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din 
          kavgasından kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din 
          kavgalarını sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük 
          ve eksantrik ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak 
          bir özür dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?  
          Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit 
          saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir 
          kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep 
          basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı. 
          Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken 
          bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor. 
          Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları 
          söylenebilir mi?
 
          - İşte bir kıvılcım, iki din sahasında 
          da yayılma işaretlerini taşıyor. Onlarda karikatür yayınlanması 
          yaygınlaşırken, İslâm aleminde de yakıp yıkmalar başlamıştır. Bu 
          ülkelerin mallarına boykotun bir anlaşılır tarafı olabilir, ama 
          memleketinizde olan binaların yakılmasının size ne fayda getireceğini 
          insan düşünmez mi! Bu binalar ilerde yeniden yapılacak ve paraları da 
          yakan düşüncesiz fakir memleketlerin vergilerinden ödenecektir. Ülkeye 
          zarar veren hiçbir hareket içinde akıl vardır denemez.
 
          -             Bize ne oldu? Medeniyetler barışının elçiliğini, 
          öncülüğünü yapıyor değil mi idik? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile, 
          mevcut dinlerin aynı meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı 
          olaylarıyla da öğünüp geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile 
          çıkarılıyor. Ayrıca, 55 Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu 
          yazdıklarıma göre, bu laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde 
          olmalığımız gerekirdi.
 
          -             Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın 
          daniskasını yaşamış bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması 
          gerekirdi. Kendi memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini 
          bilen insanların böyle yazması gerekmez mi?
 
          - Gerekmez de,yine de insanın aklına 
          “beklide” ile başlayan fikirler geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok 
          olursa olsun,yine de düzelmiş olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor.
          
          
 
          - Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan sonra 
          oraya yerleşelim diyecek misiniz ?
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           83  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ESKİ GÜZEL İSTANBUL
 
          -             Her eskinin güzel olduğu söylenemez. Hele “Eskinin 
          kıymeti olsa;bit pazarına nur yağardı” sözünü doğru yorumlayanlar 
          için,bu söz çok doğrudur. Eski eskidir ve arkeologlar dışında kimse 
          bununla meşgul olmaz. Tarih,gelenek,eski hatıralar söz konusu edilince 
          bile,eskiye verilen kıymet o kadar büyük değildir. Ancak;İstanbul söz 
          konusu olunca akan sular durur. Ben daha yaşıyorum,dünyayı terk etmeye 
          de hiç niyetim yok. Ben İstanbul’un eski güzelliğini bilenlerdenim. 
          İstanbul’u dile getiren Şair Yahya Kemal ile de tanıştım. Size bir 
          yazımda bahsetmiştim. Çok güzel bir sarışın kadına,Topkapı Sarayının 
          Kulesinin tarihçesini Fransızca anlatıyordu. Beni durdurdu ve bana da 
          hikayesini zorla dinlettirdi. Böyle zora can kurban,demeyiniz. Saat 
          16.00 olur ve siz tıbbiye dersinden aç dönersiniz,tarih ve Yahya 
          Kemali gözünüz görür mü?
 
          -             Size yine bir yazıda anlatmıştım ki:bizim Osmancıklı 
          Turgut İstanbul’un güzelliği karşısında dersleri unutmuş ve doktor 
          sınıfını bir türlü aşamamıştı. Köprüden geçerken “Ali şu köprüdeki 
          insanlara bak! Şu güzel İstanbul bırakıldığında gidilir mi ?” Demişti, 
          aslında köprünün üzerinde 35-40 kişi vardı. Turgut bu kalabalığa bile 
          hayrandı. Hekim olamadı. Hekimlerin çalıştığı bir hastanede muhasebeci 
          olabilmişti.
 
          -             İstanbul’un 550 000 nüfusu vardı. İstanbul savaşın 
          bütün ızdıraplarını çekiyordu. Lokantalarının camları boyanmıştı 
          ki;dışarıdan içeri görünmesin. Anadolu’dan gıda gönderilmesi 
          yasaklanmıştı. O zamanın iktidarı zamanımızdaki gibi yasakçı aleyhtarı 
          değildi. Onların da hakları vardı. İstanbul’un boşaltılması 
          isteniyordu. Bundan da başarılı olundu 50 000 nüfus azaltıldı idi. 
          Almanların taarruzu beklenir durumda idi.
 
          - Mecidiyeköy’de,bahçelerde ders çalışır 
          ve parasız dut yerdik. Saat 19 da  şişliden kalkacak son tramvay’ın 
          kaçırılmamasına da dikkat ederdik. Bebek içinde aynı durum söz konusu 
          idi. Bazen da Boğaz ve Salacak durağımız olurdu. Her sebepte bir 
          tanıyanımıza da rastlayabilirdik. İstanbul güzeldi. Gürültü yoktu. 
          İnsanların İstanbullu oldukları kıyafetlerinden, yükseklerinden ve 
          konuşmalarından belli idi. Büyüklük, çokluk, yükseklik her zaman 
          güzellik ifade etmezdi ki. Maçka sırtlarında koyun sürülerinin 
          otladığını bile görmek bile, bazı insanları heyecanlandırırdı. Şimdi 
          buraların hepsi yüksek katlı binalardan oluşan semtler olmuşlar. 
          İstanbul bir bina denizi olmuş. Bunun ne güzelliği olacak! Amerika’dan 
          kopyalanmış gökdelenler de caba.
 
          - İşte o güzellikler içinde yaşayan ve 
          Topkapı Sarayında hem oturup hem de çalışan ben,bu bayram tatilini 
          geçirmek için İstanbul’a çocuklarımın yanına gitmiştim. Tatilimi 
          geçirdim geçirmesine de,duygularımı siz bana sormalısınız. İstanbul 
          yaşanır olmaktan çıkmıştır.
 
          -             Avrupa’nın her ülkesine girince mimarisinden,ülke 
          değişikliğini görüyorsunuz. Belçika’nın mimari tarzı,İsviçre’ninkine 
          benzemiyor, bir stil benzerliği,hepsinde karakteristik vasıf olmazsa 
          da,her ülkenin mimarisi kendi damgasını taşıyor. Türk şehirleri ve 
          bilhassa Çorum için böyle bir düşünce öne sürülebilir mi? Niçin bu 
          durum böyle ? Bin senedir ülkeye hakim olmadığımızın işaretidir 
          bunlar.
 
          -             Eski Türk mahalleleri ve Beyoğlu’nda da Gayrimüslim 
          olanların mahalleleri hariç yeni gelişen İstanbul semtlerinin hiç 
          birinde Türk damgası vurulacak bir vasıf yok. Göklere doğru çok 
          yükseliş izah ise,normal beyin fakülteleriyle mümkün olmaz. İnsanlar 
          çok yükselince,yaratana daha yakın olamazlar.
 
          -             İstanbul’un en berbat yanı da ıslahı mümkün olmayacak 
          trafik sorunudur. Hangi büyük şehir bu sorunu halletmişler ? 
          Derseniz,kimse halletmemiştir. Ama hiçbirinde İstanbul’daki kadar 
          berbat etmemiştir. Köprü yapılınca,yapılacağı anlaşılıyor,trafik 
          sorunu daha da içinden çıkılmaz olacaktır. Sebebi basit:
 
          - Bütün ülke mevcut köprülerinden 
          İstanbul’a geçiyor. Aslında İstanbul’da mevcut tek caddeye geçiliyor, 
          boğaza paralel olan ve Maslak denilen .bu büyük cadde;İstanbul’la 
          Anadolu yakasından akan trafiğe cevap veremez. Başka caddeler açılması 
          da şehrin kuruluşuna göre işe yaramaz. O zaman hiçbir köprü sorunu 
          halletmez. Tüp geçit İstanbul’un uzak semtlerine doğru kanalize 
          edilirse belki bir fayda beklenebilir. Ne yaparsanız yapın,yer altı 
          taşımacılığı tamamlamadan,İstanbul’u rahatlatamazsınız.
 
          - İstanbul yaşanır olmaktan çıkmıştır. 
          Çorumluların yerlerinde oturmaları akıllılık işi olur. Bu 
          gidişle,Çorum’un da yaşanmaz hale gelmesini görmeden kalan hayatımızı 
          burada geçirmemiz daha uygun olur.  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          84  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇARPICI BENZERLİKLER
 
          - Her insanın hayatında çarpıcı 
          benzerlikler olabilir. Tıpta tıp birbirine benzeyen insanlara 
          rastladığımız olmuyor mu? Hatta fiziki benzerlikler değil, hareket ve 
          hatta mukadderat benzerliklerinden bile bahsedilen olaylar vardır. 
          Eğer kekim iseniz bu benzerlikleri gördüğünüz zamanlar insanlar 
          arasında büyük yaş farkları yoksa yumurta ikizleri bile aklınıza 
          gelebilir.
 
          - Vaktiyle, damadı şahriyari ve 
          Osmanlı’nın Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın kendi yazdığı hatıratını 
          okurken üzüntü duyulacak sahneler vakıf olmuştum. İttihat ve Terakki 
          erkanı yenildikten ve partilerini fes ettikten sonra çıkarken, daha 
          Karadeniz’i bitirmeden  içeriği bitirilmeden istişarelerde 
          bulunuyorlar. Partinin hareketin lideri Talat Paşa devirlerinin 
          dolduğunu ve artık kalan  ömürlerinin bir köşeye çekilip geçmeleri 
          gerektiğini söylüyor. Söylüyor da söyledikleri tutuluyor değil. Daha 
          Kırım Yarımadasına çıkar çıkmaz Enver Paşa gruptan ayrılıp maceranın 
          yeni yollarına kendisini bırakıyor.
 
          - Enver Paşa hayaller peşinde. Orta Asya 
          ülkelerine gidip bir ordu teşkil etme fikri ağır basıyor. Kendinin 
          Anadolu’ya kabul edilmeyeceğine artık inanmıştır. Dediklerini de 
          yapıyor.
 
          - Orta Asya ülkelerinde düşündüklerini 
          de bulmuş değil. Türkistan’da muhtemelen olan bir olayı anlatmak 
          istiyorum. Bir mutekelibe, kendi nüfusunu göstermek için, Enver 
          Paşa’yı bir köyden başkasına, grubun önünde yürüterek davul, zurna 
          eşliğinde teşhir ediliyor. Bizim gururlu paşamız bir şeyi olmadığından 
          bu görgüsüzlüklere ve hayırsızlıklara boyun eğiyor. Kendisi en önde ve 
          gözleri yaşlı; ağladığını göstermemek için her türlü gayreti 
          gösteriyor ama, ağladıklarını kendisinin çevresinde de bir beis 
          görmüyor. Ağlamak Enver Paşaya yakışır mı? Yakışmamış olsa Enver 
          Paşa’nın ağlamaması gerekliydi.
 
          - Vakıa Medam Kennedy  Cumhurbaşkanı 
          olan oğlunun tabutunu selamlarken ağlamamıştır, ama madam Kennedy 
          istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. İnsanda olan her türlü 
          hareket ve hassasiyet normal karşılanmalıdır. İrade ile bunların 
          önlenmesi de birer istisnadırlar. İnsan cinsi ve medeniyet seviyesi ne 
          olursa olsun zaman zaman müşkül anlar yaşayabilir. Bu yaşantılar 
          anlarında en son çareleri ağlamaktır. Ağlamanın bir meziyet olduğunu 
          kabul eden olmuş olsa bile, tabiat olayı yok sayılamaz. İnsan 
          ağlayınca deşarj olur ve rahatlar.
 
          - Enver Paşamız için bu okuduklarımı 
          benim hatırıma getiren Napolyon’un görevine son verdikten sonra Elbe 
          adasına nakli sırasındaki yolculuğu sırasındaki başına gelenleri 
          yazıldığı kitabı okumam olmuştur. Kitap bana damadım tarafından hediye 
          edilmişti. Yazarı da Chateaubrand’dır.
 
          - Napolyon İmparatorluk makamında iskat 
          edilmiş,o sırada müttefikler tarafından Paris işgal edilmiş durumda. 
          Napolyon Fontenbleau’da kendisine sadık kalan kıtalarıyla birlikte. Bu 
          yeri (ben gördüm) Fransız Krallarının kışlık saraylarının bulunduğu 
          yerdir ve Paris’e 90 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. İşte burada 
          Napolyon bir son nutukla askerlerine veda ediyor.
 
          -  Napolyon müttefik devlet 
          temsilcilerinden, kendisinin yolculuk esnasında emniyetinin temin 
          edilmesini istiyor. Kendisine sadık kalmış askerlerini de yolculukta 
          kullanmak istemiyor. Dahili savaşı devamda da artık fayda görmüyor. 
          Müttefik devlet başkanlarından Elbe Adasına kendisine tahsis edilmiş 
          verasetini de kabullenmiştir.
 
          -  İstekler müttefik devlet başkanları 
          tarafından kabul ediliyor. İçlerinden birinin yaptığı yol haritası 
          gereğince dört araba içinde imparator yola çıkıyor. Son nutkunda irat 
          ettiği askerleri tarafından alkışlanıyorsa da ondan sonra bilhassa 
          Liyon şehrini takip eden yol boyunca halkın reaksiyonu düşmanlığa 
          dönüşüyor. İmparator kahrolsun, zalim kahrolsun evazeleri tabilik 
          kazanıyor. Halkın hücum edip kendisini tepelenmesi bile düşünülür 
          duruma geliyor.
 
          - Napolyon hem zehirlenebileceğinden ve 
          de hem de hücumla öldürülebileceğinden korku içinde önceleri kendi 
          azığı dışında bir şey yiyip içmiyor. Arabasında görünmekten kaçıyor. 
          Bir defa hücuma uğramış ve kapanan araba kapılarını kırmak mümkün 
          olmamış. Ondan sonra Napolyon kendi yerine başkasını bindirip kendisi 
          koruyucu görevine bile talip olmuştur. İmparator olduğunu göstermek 
          için kıyafet ve şapka değişikliği dâhil her türlü teşebbüse tevessül 
          etmiştir. Bütün bu olanlarda müttefik devletlerin görevli temsilcileri 
          tespit etmişler ve sonradan neşredilmiştir. Bunları yaparken tarafsız 
          kalmış olabileceklerini düşünüle bilinir mi?  
 
          - Napolyon bu küçük düşürücü hisleri 
          hakim olmamıştır denile bilinir mi? Bunlar da insan oldukları 
          düşünülmelidir. Napolyon kendisini hep gizlemiş ve kendisini 
          imparatorun hizmetinde görevli olarak ta göstermiştir, bu yolla, 
          halkın ve görevlilerin düşüncelerini öğrenme imkanını da bulmuş ve 
          görmüştür. Yetkililerin yazdıklarına göre acınacak durumda olan 
          Napolyon için yapılanlar kendilerinin bile reaksiyonlarını çekmiştir. 
          Ayıp değil mi?  
 
          - Şu korumasız eski liderlerimize yatıklarımız?
           
 
          - Diyecek durumumuz bile bu yetkililer 
          görmüş ve yazmışlardır. Bütün bunlar arasında kafası iki eli arasında 
          Napolyon’nu hep ağlar olarak tasvir etmişlerdir. İmparator ağlar mı ? 
          Ağlar ki Napolyon da ağlamıştır. Napolyon’nun Enver Paşadan ne farkı 
          var ! Enver Paşa Allahuekber Dağlarında 90 bin Türkün öldürülmesine 
          aldırış etmemiştir. Napolyon Rusya Seferi dönüşü yerleri donmuş ölü ve 
          yaralılar üzerinden top arabalarını geçirmiştir. Savaş bunları 
          gerektirir sözü insanların, insanlık vasıflarını unutturma vasıtası 
          olamaz.
 
          - Bir yerde Napolyon’un odasını birlikte 
          hazırlamaya çalışan bir bakıcısının Napolyon hakkında düşündüklerini 
          dinledikten sonra, Napolyon’da uyanan korku derecesini 
          sınırsızlaştırmıştır. Ondan sonra, herkese bir şeye olan itimadını 
          kaybetmiştir.
 
          - Kader birliği gösteren bu iki insan 
          için ben fikrimi açıklarsam, ikisinin de kapasitelerini ve akıllarını 
          işgal ettikleri makamları için yeterli bulmam. İkisi de mantık taşımış 
          olamazlar. İkisinde kalıcı hizmetleri yoktur. Bu ikisini de bu yerlere 
          getiren insanların mantıklarında olgunlaşmış insan mantıkları olarak 
          kabul etmem.
 
          - Ben kimim?
 
          -  Ben sadece benim!
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          85  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - DÜNYA  ISINIYOR
 
          - Dünyanın ısındığında şüphe yok. Bütün 
          ilgili âlimler, bu söylediklerimiz üzerinde duruyorlar ve gerekli 
          tedbirleri de almak istiyorlar. Âlimlerin aldıkları tedbirlere uyanlar 
          olduğu gibi, bu tedbirlere kıymet vermeyen büyük devletler de var. 
          Neticeyi beklemekten başka çaremiz bulunmuyor. Dünya yönetiminde, 
          âlimler söz konusu olmadıkları için, başka da yapacak bir çaremiz 
          bulunmuyor.
 
          - Dünyanın ısınmasına söyleyecek bir 
          şeyimiz yok ta, bizim, bu yıl, 2008 senesinde, Orta Anadolu’da ve 
          bilhassa, yaşadığımız ilimiz olan Çorum’da, gördüklerimiz, alimlerin 
          söyledikleri ve yazdıklarıyla bağdaşmıyor. Yağmur sıkıntımız olmadığı 
          gibi, sıcakların çoğalması diye de bir sorunumuz bulunmuyor. Haziran 
          ayının ortasında bile kalorifer yakanlarımız olduğuna göre, bu durumun 
          izahı nasıl olacaktır? Aslında, bu söylediklerimizi, ilimizin büyük 
          çapta değişmiş olduğunu, Dünya âlimlerini yalanlamak için söylüyor 
          değiliz.  
 
          - Benim çocukluğum zamanları düşünüyorum. Çorum havalisi, bu günlere 
          göre, daha çok ağaçlı idi. Bu Hacılar Hanı havalisi tamamen ormanlarla 
          kaplı idi. Bizim köyün ormanlarla kaplı arazisi de öyle idi. Zaman 
          içinde, bu kalmış ormanlar birer birer ortalıktan kaldırıldılar.
           
 
          - Bu ormanla kaplı dağ ve tepeler ağaçsızlaşırken, önceleri bol olan 
          yağmur ve kar yağması da azalmaya başladı. Ben yaşımı yarıladığımda, 
          ormanlar bitmişti ve yağış ta hissedilir şekilde azalmıştı.
 
          - Bizim Çorum’un Sıklık Boğazı’na dikim 
          başladığı sıralarda, hemen her tarafa ağaç dikimi başladı. Bir 
          taraftan ağaç dikimi başladı, öbür taraftan da, yakım için linyit 
          kömürü teşvik edildi. Hele kömür ithali de başlayınca, bizim 
          insanlarımız da, ağaçları kesip yakma yerine, ülkeden çıkarılan ve 
          dışarıdan ithal edilen kömür yakımına çabuk alıştı. Odun yakımından 
          kömür yakımına geçişin bir sebebi de, köylerin boşalmasıdır. 
          Çorum’dan, büyük bir kesim Almanya’ya gittiği gibi, Batı Anadolu’ya da 
          göçenler oldu. Batı Anadolu’da seyahat edenlerimiz, eğer bu işle 
          uğraşırlarsa, hemen her köşede Çorumlu insanlara rastlamaktadırlar. 
          Bunların göç etmelerinin iyi olduğunu söylemek istiyorum ama, 
          Anadolu’nun boşalmasına mukabil, Batı Anadolu’nun nüfus bakımından çok 
          yüklenmiş olduğunu da gözlerimizle görüyoruz.
 
          - Uzaklara gidemeyen köylülerimiz de, 
          şehirlerimizin etrafını doldurdular. Bu gün, köylerin tam boşalmış 
          olduğunu söylemek bile mümkündür. Sağlık ocakları ve okullar için sarf 
          edilen bütün paralar da, tamamen boşa gitmiş oldu.
 
          - Bizim ülkemizde olanlar, Avrupa 
          ülkelerinde olanların tam tersidir. Avrupa köyleri boşaltılıp ta, 
          büyük şehirlerin yüklenmesi oralarda olmamıştır. İnsanlar, doğdukları 
          yerlerde barınma imkânlarını memleketlerinde bulmuşlardır. Bu 
          bakımdan, Avrupa köyleri imar görmüş ve bazı yatırımlar, şehirlerden 
          uzakta, köylerde yapılmıştır. Yüz evi ancak bulan bir Fransız köyünde, 
          elli işçi çalıştıran fabrikalar yapıldığını ben gördüm. En tanınmış 
          mobilya fabrikaları bile, şehirlerde değil, köylerde yapılmıştı. Küçük 
          çapta hastaneler bile, özel teşebbüs tarafından köylerde kurulmuştu. 
          Plansızlığımızın cezasını daha çekmeye başlamadık ama, ilerde mutlak 
          çekeceğiz. Batı Anadolu, bütün kıyı, yerleşim birimleri haline 
          gelmiştir.
 
          - Çorum’da ve bu arada Orta Anadolu’da, 
          iklim değişikliğinin, iyilik istikametinde değişimin ikinci bir sebebi 
          de, küçük göletlerin çok olarak yapılmış olmasıdır. Yine ben çocukken, 
          Sungurlu’da bu gün şehirleşen kesimin büyük bir kısmını seller 
          basardı.
 
          - Hayvanların ve de adamların sel suları 
          tarafından götürüldüğünü seyretmişizdir. Bu sellere bu gün 
          rastlamıyoruz. Tehlike arz eden yağış alanlarının büyük kısımları 
          öletlerle tehlikesiz hale getirilmiştir. Göletlerle sadece tehlike 
          önlenmemiş, gölet sahaları ağaçlandırılmış ve tutulan su sayesinde, 
          hava rutubetlendirilmiştir. Çorum’da bile, gece rahat nefes alışınızın 
          sebebi göletler ve havanın rutubetlendirilmesidir.
 
          - Bazı ülkeler, bu gölet işine öncelik 
          tanıdılar ve büyük barajları sonraya bıraktılar. Zaten barajların ve 
          göletlerin ana hedefi de sulamaktır. Bizim köyle bir sıralamamız 
          olmasa bile, mahalli yönetimlerin gayretleri, bu programı 
          tabiileştirmiştir. Eğer, gölet yapılan yerler için bu düşüncede devam 
          edilirse, hem ağaçlanma artacak ve hem de iklim değişikliği arzu 
          edilen istikamette devam edecektir.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -    
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           86  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ALIŞKANLIK DIŞILAR
 
          -             İnsanların alışkanlık dışıları hep anormal olarak 
          karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde geçirilir. 
          Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda 
          başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler. 
          Genel olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları 
          adet olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız 
          bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak 
          bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet 
          vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde 
          olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın 
          gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum 
          ki;Kurban Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden 
          uzaklaşmak isteyen insanların hareketleri normal değildir.
 
          -             Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde olamadım. 
          Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu yaptım. Ben 
          yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde çocuklarımı 
          yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben katlanıp,onların yanına 
          gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim. Bizim çocuklardan küçük 
          kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde bulunuyorlar. 
          Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba düşüncesi ile 
          bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile olsam,bir çok 
          insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara katlanabilirim. Galiba 
          normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış bulunuyorsunuz. 
          Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap olmuş bulundum.
 
          -             Benim düşüncelerimde olmayanları da gördüm. Yine az 
          sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını dinlemek için 
          otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl 
          pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben 
          bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna 
          göre,demek ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını 
          reddetmenin bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden 
          insanların yaşadığı bir devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak 
          dilediği gibi yaşamak isteyen insanların zevklerine karışmak 
          istediğimiz de yoktur. Biz sadece fikirlerimizi okurlara intikal 
          ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi imkansızlıklar yüzünden evinde 
          kalanlar içinde düştükleri üzüntünün ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
 
          -             Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da havalar 
          şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde 
          yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten 
          sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar 
          kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul 
          etti. Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah 
          kalktığımızda da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun 
          rahatlığını duyanlar bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir 
          aylık kazancı olan ülkede eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı 
          ödeyenler eğleniyor değiller,onlar eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara 
          eğlence demek bile hata olur kanaatim var.
 
          -             Size gezdiğimiz yerlerin yalnız isimlerini vereceğim. 
          Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı bizim gibi şu 
          gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı Köşkü ve 
          sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip edilmiş 
          olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi ve 
          Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun 
          her yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu 
          park;yine Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ 
          cenahta Rahmi Koç adına tertiplenen makine parkı, vakiniz olursa bir 
          günde Pier Loti Tepesi.
 
          -             Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak kadar benim 
          gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir tam 
          günü rahat geçirebiliyor musunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama 
          geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca 
          neler yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi 
          olmayınca para insanı soytarıya çevirebilir.
 
          -             her akşam haberlerinde,trafik kazalarını takip ettik. 
          Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız olduğunda 
          görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik kaidelerinin 
          öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz. Bunların 
          dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir. Güzel 
          yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla 
          başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi 
          bir zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan 
          yaratılmanın sorumluğunu tanımaz mısınız?
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           87  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR
 
          - Herkesin, yazın tadını çıkarmak için 
          tatil yeri aradığı bir mevsimde, ben bir bahçenin başını bekleyecek 
          durumda değilim.  
 
          - Bir günde eşyalarımı toparlayıp 
          arabama yerleştirdim. Bunları yaparken de, bir şey unutmamak için çok 
          dikkat ettim. Ancak, insan bir şeye çok dikkat ederse, bilinmelidir ki 
          hata yapacaktır; ben de onu yaptım ve en çok gerek duyacağım 
          kulaklığımı unuttum. Yalnız olduğum zaman kulaklık ihtiyacı duyuyor 
          değilim ama, Aktur veya Fethiye’de komşularla birlikte olduğumuz 
          zamanlar ihtiyaç duymadığım da söylenemez.
 
          - Bu yolları 1953 yılında,  ilk defa ve 
          çocuklarımla birlikte olarak araba ile geçmiştik. Geçtiğim bu yollar, 
          diğer Anadolu yollarından farklı değildi. Bilhassa, Sivrihisar’dan 
          itibaren olan kısım yeni yapıma alınmıştı. Tiraj belirlenmişti ve 
          toprak hafriyatı yeni yapılmıştı. Bir araba yoldan geçtiği zaman, 
          arkadan başka bir arabanın onu yakından takip etmesi mümkün olmazdı. 
          Gündüz gözüne, öndeki arabanın arkasından yolu takip etmeniz mümkün 
          olmazdı. Bu yolu bir de, çamur halini düşünün. Ben çamur halinde de bu 
          uzun yolu takip etmiş idim. Bu gün bunlar, ancak çok acı birer hatıra 
          olarak benim hafızamda kalmışlardır. Bu bakımdan, bu yolların eski 
          hallerini görmemiş olanlar, kendilerini bize göre daha mutlu 
          yaratılmış insanlar olarak kabul edebilirler.
 
          - Ankara ile Sivrihisar arasında, Avrupa 
          standartlarına uygun bir yolumuz var. İşin tuhaf yanı, bu yolda sürat 
          tahdidi yok gibi bir şey. Ben de gidişata uydum ve arabamın takatine 
          rağmen, süratli giden arabalara uymak zorunda kaldım. Sivrihisar’dan 
          sonra, herkes daha temkinli idi. Böylece ve normal koşullar içinde 
          yola devam ettik. Ankara ve Sivrihisar arasındaki yola benzer başka 
          bir yola da bir daha rastlamak imkanını bulamadık. Yer yer bozuk 
          yerler tek yola dönüşümler ve de yol tamiratlarıyla karşılaştık. Demek 
          istiyorum ki, bizim gideceğimiz yere kadar aynı tertip bir yola 
          kavuşmak için, daha en azından on yıl kadar beklememiz gerekecektir. 
          Benim acelem yok ama, acelesi olanlar için bu yılları saymak bile bir 
          sorun olabilir. Avrupalı olmak, öyle kolayına kazanılacak bir vasıf 
          değildir. Avrupa demek, her şey gibi, yolların da standart hale gelmiş 
          olması demektir.
 
          - Beni erken geldiğimi görenler, benim 
          yarış yaptığım şüphesine düştüler. Ben cidden yarış yapmadım. Yorulmuş 
          olsam, oracıkta kalabilirdim. Bu araba, küçük ve motoru da takatsiz 
          olmasına rağmen, cidden insanı yormuyor. Zaten hareket etmeden de, 
          geldiğimde sofrayı hazır bulmak istediğimi biliyorlardı. Düşündüğüm 
          gibi de oldu. Sofraya oturdum ve her günkü alıştım bir kadehimi de 
          yudumlamaktan geri kalmadım. Yalnız; bu kadeh, Dünyanın cennetlerinden 
          birinde, Datça’nın Aktur sitesinde içiliyor. Yemek sonunda da, Türk 
          insanına bu Dünya cennetini kazandıran büyük idealist insan Özer 
          Türk’e dualar ettim; Şuna da işaret etmeliyim ki, çok önceleri 
          devletimizin aldığı bir doğru karar bozulmadan tatbikata devam 
          edilmektedir. Muğla’nın bu güzel ilçelerinde arazi envanteri yapılmış 
          ve nereye ne cins tesis yapılacaksa tespit edilmiştir. Bu dikkatli 
          tatbikattan dolayı, kimse, mülkiyet hakkını toplum zararına 
          kullanamıyor. Böylece, plan tatbiki sahası buldukça, dünyada 
          yaratılan, insanların yarattığı cennetler de ortaya çıkıyor. Bunların 
          kıymetini şimdi tam idrak etmemiş olsak bile, bizi takip edecek 
          nesillerimiz de, tıpkı benim yaptığım gibi, bu cennetlerin 
          bozulmamasına gayreti geçmiş herkese hayır dualar edeceklerdir. Ne 
          kainat ve ne de dünya, yalnız bizim için yaratılmış değillerdir.
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          88  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇAĞDAŞ MEDENİYET SEVİYESİ
 
          -             Ülkesini,büyük Atatürk’ün istediği istikamette,çağdaş 
          medeniyet seviyesine değil,onun üstüne çıkaracağız.
 
          -             Bu cümle son zamanlarda pek çokları tarafından 
          söylenir oldu. Tıpkı Laik sözcüğü gibi. Yukarıya aldığımız cümlede 
          bunu telaffuz edenlerin bir kısmı tarafından pek iğreti olarak 
          söyleniyor. Yani;bu cümle bazı iddiacıların ağzına yakışmıyor demek 
          için her türlü durum mevcuttur. Hele televizyon ekranlarında pek 
          sırıtıyor. Söyleyenlerin dudakları bir araya gelmiyor gibi bir durum 
          var. Ağzına yakışmayan bu modaya uymak isteyenler,yasak savmak 
          isteyenler olduğu gibi gelecek korkusu içinde olanlar da var. 
          Mevlana’ya uysalar ya,oldukları gibi görünseler veya göründükleri gibi 
          olsalar. Hiçbir gereksiz gayretin içinde olmayacaklardır. Kendileri 
          rahat da olacaklardır.
 
          -             Çağdaş medeniyetten ne anlıyorsunuz ? Tarifler hep 
          bize yaptırılmaz ya. Bu defada siz ortada bulunun. Böyle bir soruyu 
          biz sormuş olalım. Cevap veremeyeceğinize göre cevabını yine biz 
          verelim.
 
          -             Bize göre medeniyet tektir, ortaçağında bir medeniyeti 
          vardır. Sümerlerinde ileri bir medeniyeti vardı. Şimdiki cari olan 
          medeniyette,Avrupalıların eleştirel aklı,inançlarının üstüne 
          yerleştirip kullanarak buldukları medeniyettir. Biz ise İkinci Mahmut 
          Padişaha verilen cevapta uyduğu, olduğu şekilde aklımızı,inancımız 
          aklından çıkarmaya ve kullanmaya, alışmaya bir türlü başarı 
          gösteremediğimiz için çağdaş medeniyete alışkanlık edinemedik. Bundan 
          dolayı çağdaş medeniyet tabirini pek iğreti kullanıyoruz. 
          İnanmadığımız, mimiklerimizden belli oluyor. Hep geçmişin ve 
          Osmanlının hayranlığı içindeyiz. Aslında Osmanlı hayranlığı demekten 
          Arap hayranlığını kast ediyoruz, bizim Osmanlı hayranlığımıza karşı 
          Osman Oğullarının tanıdığımın temsilcileri çok daha namuslu davranarak 
          aileleri üzerine verilecek  kararın kendilerine bırakılmasını 
          isteyeceklerdir. Söylemlerinden ben anlıyorum ki;onlar bile Osmanlı 
          olmanın isteklisi değiller. Bu iddiaya sahip çıktıkları da ta baştan 
          beri görülmemiştir.  İddianın sahipliğine tenezzül etseler hayatlarını 
          kazanmak zorunda kaldıkları vinç altı çalışmalarının altında can 
          verenleri olmazdı.
 
          -             Lafla peynir gemisi yürümez. Lafla çağdaş medeniyet 
          içine girilmiş olunmaz. Onun şartlarını kabul etmeden,ona sahiplik 
          iddiaları ortaya atılmaz. İnanmamışlılık görüntüleri zaten buradan 
          geliyor.  
 
          -             Çağdaş medeniyetin şartları açık seçik ortada: Çağdaş 
          medeniyet bir yaşama biçimi olduğuna göre, onun bütün şartları 
          benimsenecektir. Düşünce tarzı benimseneceği gibi, hariç görüntüleri 
          de benimsenmiş olacaktır. Çağdaş medeniyetin hukuk anlayışı,ahlak 
          anlayışı, ilim anlayışı, görünüm anlayışı, sosyal düşünüş anlayışı 
          var. Bizim bunlardan işimize yarayanları benimseyip, işimize 
          gelmeyenleri itelemeye hakkımız yok. Medeniyet gerekleri ve esasları 
          ne ise herkes gibi bunları almamız gerekiyor. İleride aynı esaslar 
          içinde icatlar yaparak, bu medeniyete katkılarda bulunmamız gerekiyor.
 
          -             Çağdaş medeniyet; potin, kısa don, pantolon, gömlek, 
          kravat, şapka ve paltoyu kendisi için kıyafet olarak seçmiştir. 
          Kadınlarında özel çağdaş kıyafetleri vardır. Başörtüsü, erkekler 
          içinde, kadınlar içinde geçerli değildir. Hele kapalı alanlarda başın 
          kapalı oluşu ret edilmiştir, sizin uğrunda gayret içinde olduğunuz ve 
          hatta büyük gelecek tehlikeleri göze aldığınız kıyafetlerin ne 
          inandığınız dinle,ne de çağdaş medeniyet anlayışı ile ilgisi yoktur. 
          Bunlar uğrunda kanun dışı hareketlere tevessül eden din adamlarının 
          başlarına gelecekler olacaktır. Bunda anlaşılmamış insanlardan 
          da,çağdaş medeniyetin diğer umdelerine adaptasyon beklenemez.  
 
          -             Görüntü yakıştırmak içindir. Görüntü inanç işareti 
          olmaz,yapmak isteyenlerde bütün dünyada önlenmiştir. Buna ayak 
          direyenler çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkamayacaklar. İnsan 
          görmüş olsa bile inanası gelmiyor.
 
          -  
 
          -    
 
          -  
 
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          89  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - AVRUPA’DAKİ TÜRK MİLLET 
          VEKİLLERİ
 
          - Bu bizden olan milletvekillerini 
          televizyon ekranlarından izledim. Her biri bir Avrupa memleketinin, 
          hem de batı Avrupa memleketlerinin parlamentolarının üyesi 
          bulunuyorlar. Almanya, Belçika, Hollanda, Danimarka bunlar arasında. 
          Asılları bizden olan bu Milletvekilleri ve Senatörler, aslında 
          Kıbrıs’a gelmişler ve Kıbrıs Türklerini aydınlatma görevlerini 
          yüklenmişler. Bunlar bir kısmı gelmişken Türkiye’de de Haber Türk 
          Televizyonunda bir çık oturuma katılmışlar.
 
          - Bunlar,  artık bulundukları 
          memleketlerin vatandaşlarıdır. Almanya’nın, Belçika’nın “Türk Asıllı 
          Milletvekilleri ve Senatörleri”. Bu demektir ki, bunlar artık bu 
          memleketlerin insanlarıdır. Yani, Alman, Belçika, Hollanda ve 
          Danimarkalı insanlar. Sadece bunların asılları Türk. Bizde öyle mi? 
          Bin senedir bir milletin adamları, bir devletin vatandaşları olarak 
          yaşayan bizim insanlarımızın sapıtmış olmaları, kendilerini etnik 
          kökenlerinden sayıp mensup oldukları milletin ve devletin adını 
          isimlerine kondurmak istiyorlar. Ülkeyi yöneten insan da kalkıp, 
          milletin asıl rüknüne nasihatte bulunuyor: “Sen, ne mutlu Türküm deme; 
          öteki de kalkar, ne mutlu Kürdüm der” diyor. Bu bizimki etnik köken 
          dalkavukluğu değil mi?
 
          - Bizim misafirlerimiz olan ve asılları 
          bizden olan milletvekilleri ve senatörler, bulundukları milletin 
          içinde Türk insanı olduklarını mı, yoksa bulundukları memleketin 
          insanı olduklarını mı söylüyorlar? Bunlar, “Ne mutlu ki Alman’ım” mı 
          diyorlar; yoksa, “ne mutlu Türk’üm” mü diyorlar?
 
          - Yaşadıkları devletlerin Başbakanları, 
          kendi asıl vatandaşlarına, bizim Başbakanımızın tavsiyelerini 
          yapabilir mi? Alman Başbakanı kadın, Merkel, çıkıp ta Almanlara, 
          Almanlığınızla öğünüp de Türklere örnek olmayınız, diyebilir mi?
 
          - Türk asıllı milletvekillerinden ve 
          senatörlerden ekranda tanıdıklarımız, Avrupalı olarak yetişmişler. 
          Ülkenin dillerine vakıflar. Partilere girmişler ve Başbakanlarının 
          oyuna yakın oy almışlar. Demektir ki, o milletin adamları da bunlara 
          oy veriyor.
 
          - Aslı bizden olan bu insanlar, 
          medyamızın pireyi deve yaparak, Avrupalıları ve bizzat kendi 
          milletimizin insanlarını yanlış şartlandırdığının bilincindeler.
 
          - Bu insanlarımız, Avrupalı sokaktaki 
          insanların, Türkiye’nin haritada yerini bile bilmeyebileceklerini 
          kabul ediyorlar. Ancak, Avrupalı yönetim kurum ve adamlarının,
 
          - Türkiye’yi ve isteyeceklerini çok iyi bildiklerini de söylüyorlar.
 
          - Bu insanlar, bizim yönümüzün, 
          Osmanlı’dan beri hep Avrupa medeniyeti olduğunu kabul ediyorlar. 
          Avrupalının dışında bir yön aramanın mantık dışı olacağını da 
          söylüyorlar. Ayrıca,  bizim Avrupa’ya olduğundan çok, onların 
          Türkiye’ye ihtiyaçları olduklarının da farkındalar. Türkiye’nin ana 
          çizgiden ayrılmayacağını da biliyorlar. O zaman, bu karışıklıktan 
          istifade etmek istiyorlar. Ne kadar taviz alırlarsa, onu kâr 
          sayıyorlar. O zaman, pazarlıkta, bizim de iyi hesaplar içinde olmamızı 
          tavsiye ediyorlar.
 
          - Kuzey Kıbrıs Türk devletinin var 
          olduğunun bile, halkın bilgisi dışında olduğunu söylüyorlar. Bunlar, 
          bir esas sayılacak noktaya da dikkat çekiyorlar. Onlara göre, bu gün 
          Avrupa’da çaplı sayılacak politika adamlarının yokluğunu 
          bildiriyorlar. 30 sene önce, Yunanistan’la Türkiye AB içine davet 
          edildiği zaman, iş başında olan politikacı ve büyük bürokratların bu 
          gün olmadığını açıklıyorlar. Türkiye ile kısır çekişmenin bir yönünü 
          de, bu adam eksikliğine bağlamak niyetlerini açıklıyorlar.
 
          - Daha şikayet edecek noktaları da var. 
          Aslı bizden olan genç neslin, gerektiği kadar yetişmediğini, iyi dil 
          öğrenmediğini söyledikten sonra; yetişmemiş insanların yetişmişlerle 
          nasıl boy ölçüşüp de eşitlik sağlayabileceklerini ortaya getiriyorlar. 
          Orası Türkiye değil ki, cahil kalmış beyinler, sırf oy avcılığı 
          yüzünden, kendini yetiştirmişlerden daha kıymetli sayılmış olsunlar.
          
          
 
          - Bu son şikayetleri,  beni tanıyan 
          bütün yabancılardan işittim. Bizim insanlarımızın, dil öğrenmemekte, 
          başlarını kapamakta, komşu yerliye iyi gözle bakmamakta ayak 
          dirediklerinden şikayet etmişlerdi.  
 
          - Bizim kendi ülkemizde kıymetli sayılan 
          bu başıbozukluğun Avrupalılar yanında makbul sayılmasını istemeye 
          hakkımız olur mu? Orada isteyemediğiniz isteklere burada, kendi 
          memleketinizde niçin sarılıyorsunuz?  
 
          - Neleri kanıtlamak istiyoruz biz?
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
          -  
 
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           90  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - LATİFE HANIM HAKKINDA
 
          
          
             - Latife Hanım; İzmir zengin 
            tüccarlarından Muammer beyin kızı, Ziya Uşaklıgil’in yeğeni, 
            Atatürk’ün eşi olup, hayatını yaşamadan ölen bir azizedir. Latife 
            Hanım, bir Vecihe’nin ablası, bir Vecihe’nin de teyzesidir. Latife 
            Hanım’ın daha çok akrabaları da vardır. Merak edecekler, sayın bayan 
            Çalışlar’ın yeni çıkmış Latife Hanım adlı kitabını alarak, daha 
            geniş bilgi sahibi olabilirler. Ben, bu kitabı okudum. Bazı 
            noktaları, aynı kitabı okumuş olan kızım Esen’le de tartıştık. 
            Anlayacağınız üzere, pekte mutabık kaldık denemez. İşte, ben 
            fikirlerimi bunun için yazıyorum; yoksa niyetim, edebi yönden 
            kitabın eleştirisi olmayacaktır. Latife Hanım için kitaplar 
            yazılıyorsa, benim veya sizin için de, Latife Hanım hakkındaki 
            düşüncelerimizi ortaya koymakta hiç bir mahzur yoktur. Mahzur da 
            mania demektir. Zaten ikisi de Türkçe sözcükler değiller.
 
          
          
             - Latife Hanım kitabında eleştirecek 
            bir şey yok. Büyük emekler verilmiş bir eser. Aileden büyük 
            yardımlar görüldüğü anlaşılıyor. Bu kadar uzun zaman sonra, 
            Amerikan, İngiliz ve Fransız basınında o zaman çıkmış yazılara 
            ulaşmak, öyle kolay olmazdı. Ailenin hemen hepsi yabancı dil 
            bildiklerinden, o zaman ellerine geçen gazete ve dergilerin 
            saklanmış olduğu anlaşılıyor. Böylece, Latife Hanım ailesinin de, 
            geniş anlamda tarihi ortaya konulmuş oluyor denebilir.
 
          
          
             - Latife Hanım’ın çok iyi yetiştiği 
            üzerinde çok duruluyor. Babası da iyi yetişmiş bir insandır. Evde 
            iyi yetişen bir baba olunca, çocuklarını kendisinden geri 
            bırakmayacağı hakikati, burada da ortaya çıkıyor. Kitapta, Latife 
            Hanım’ın 8-9 dil bildiği yazılı. Benim okuduğum başka eserlerde, üç 
            dili iyi bildiği anlatılıyor. Latife Hanım’ın yetişmesi üzerinde de 
            tartışılacak bir durum yok. Ama, bu dilleri, hariciye mensuplarına 
            taş çıkartacak kadar iyi bildiği izahı, biraz mübalağa kokusu 
            veriyor. 23 yaşında bir kız, bu kadar yabancı dili hatasız okuyup 
            yazıp, konuşamaz. Ayrıca, çok dil bilmek, çok ta bilgili olmak demek 
            değildir. Latife Hanım, çok üstün vasıflar göstermiş olsa, Mustafa 
            Kemal’in karısı olmaya imkan bulabilir mi idi?
 
          
          
             - Kitapta, dikkatimizi çeken bir husus 
            ta, Latife Hanım’ın Mustafa Kemal’le tanışma şeklidir.
 
          
          
             - Bizim okuduğumuz kitaplarda, hep 
            Latife Hanım’ın, gidip Mustafa Kemal’i görmek istediği, şeklindedir. 
            Hatta, Mustafa Kemal, önce, kendisini kabul etmek istememiştir. 
            Israr üzerine, kabul etmiş ve ilk sırada daveti kabul de etmemiştir. 
            Mustafa Kemal, her kız tarafından yapılan daveti kabul edecek bir 
            insan da değildir. Latife Hanım da ilk görüldüğünde yıldırım gibi 
            insanları çarpıp kendisine aşık edecek kadar güzel bir kadın da 
            değildir. Mustafa Kemal Paşa, Afganistan sefaretindeki resmi 
            kabulde, bunu açık olarak ta söylemiştir. Ancak, Latife Hanım’ın çok 
            anlayışlı olduğunu da söylemekten çekinmemiştir. Bizim kanaatimiz 
            da, Latife Hanım’ın dil bilen, görgülü, zeki, anlayışı yüksek, biraz 
            da boyu kısa olan bir hanımefendi olduğudur. Mustafa Kemal Paşa’ya 
            eş olmasında da bizim için bir mahzur yoktur. Bize göre yoktur da, 
            mahzur bulanlar da olmuştur. Kızını bu itinalarla yetiştirmiş olan 
            babası rahmetli Muammer Bey, kızına, açıkça, bu evlilikten 
            vazgeçmesi gerektiğini söylemiştir. Bir baba yetiştirdiği kızının 
            özelliklerini tanımaz mı? Kendisi de çok iyi yetişmiş baba, Mustafa 
            Kemal Paşa’yı da görünce, onda bazı özellikler görmüş olacak ki, bu 
            evliliğin sürdürülemeyeceğinin bilincine varmıştır. Hatta şayet geri 
            baba evine dönerse, ondan, Mustafa Kemal’den hiç bahsetmemesi 
            gerektiğini de Latife Hanım kızına hatırlatmıştır. Babanın 
            dediklerinin ortaya çıktığını gördüğümüze göre, bu vasıfların neler 
            olduğu hakkında bilgi aramamıza pekte gerek kalıyor değil.  Evlilik 
            çok kısa sürmüştür. Bu kısa sürenin de, huzur içinde gittiği 
            söylenemez. Mustafa Kemal gibi bir insan, köşkten ayrılıp, eski 
            ziraat mektebinin köhne odalarında huzur aramaya çalıştığını da 
            kitaptan öğreniyoruz. O zaman, bizim tahminimizin doğruluğu da 
            ortaya çıkıyor. Çok kısa bir evlilik, o da huzur içinde geçmiş 
            değil.
 
          
          
             - Bu evlilik kısa sürmüş, Muammer 
            Bey’i düşüncelerinde haklı çıkarmış, kızını mutsuz etmiş koca bir 
            dahiyi de yalnızlığa sürüklemiştir.
 
          
          
             - Eğer bu evlilik mutluluk getirse 
            idi, bütün bu saydıklarımız olmayacaktı. Ayrıca, belki de, tarihimiz 
            başka türlü, şüphesiz daha iyi yönde yürümüş olacaktı. İşte biz, 
            kitap vesilesiyle, bu menfi düşüncelerin sebeplerini, kendimize 
            göre, kısaca, Velidedeoğlu’nun nasihatlerine uyup bir beyin 
            jimnastiği yaparak, eleştirel bir fikir jimnastiği ile ortaya 
            koymaya çalışacağız. Yoksa kimin daha haklı veya daha haksız 
            taraflarının olduğu üzerinde duracak değiliz.
 
          
          
             - Şimdi biz, İngiliz Başbakanı Lloyd George tabiri ile her yüz 
            senede bir, Kemani Nubar ve büyük devlet adamı İsmet Paşa’nın 
            sözüyle beş yüz senede bir defa doğan bir dahinin evlilik hayatının 
            devam etmemesi üzerine fikir yürütüyoruz. Bunun için, büyük bir ilim 
            adamımızı da ortaya getirdik; onun nasihatlerine uyarak bir de beyin 
            jimnastiği yapmış olacağız. Biraz abartmalı isteğin peşinde olmuş 
            olsak bile, tuttuğumuzu ele getirmeye çalışacağız. Yine bunun için, 
            fikrimizi kuvvetlendirme bahanesiyle, Ağa Han’ın hatıratından 
            hatırımızda kalan bir olayı da burada bahse getireceğiz. Bütün 
            düşüncemiz, bu dahimizin ve rahmetli Latife Hanım’ın mutsuzluğunun 
            sebeplerini yakalıya bilmemizdir. Bunları bulmamız bir şey 
            değiştirecek değil; ama, hiç olmazsa, bir olayı doğru tahlil 
            etmedeki tutumumuzu ortaya koyarak, insani bir rahatlama hissine 
            kavuşmak istiyoruz. Bunları yapmakla da, ömrümüzün kısalacağına 
            inanmıyoruz.
 
          
          
             - Ağa Han’ın oğlu Ali Han’la, büyük 
            sinema aktristi Rita Havyort sevişiyorlar. Onlar, şimdiki modayı o 
            zaman bulup yakalamışlar. Rita, Ağa Han’ın bir evinde misafir.
 
          
          
             - Ağa Han, evlenme isteklerine evet diyor; ama, tıpkı Latife 
            Hanım’ın babası Muammer beyinki gibi, onun içi de rahat değil. Ağa 
            Han’a göre oğlu Ali Han genç, içi hayat dolu ve hayatın tadını 
            bizzat yaşayarak çıkarmak istiyor.
 
          
          
             - Halbuki, gelini Rita, sahnede 
            yorulmuştur. Ağa Han, bu durumlara, gelinin ve oğlunun gözlerine 
            bakarken karar verebiliyor. Gelini Rita, sakin bir köşede dinlenmeli 
            ve kendine gelmelidir. Şu durumda, bir evlilik ahengi nasıl temin 
            edilebilecektir?
 
          
          
             - Bizimkilerde de, Mustafa Kemal 
            hayata atıldığı günden beri cepheden cepheye koşmuştur. Kurtuluş 
            savaşı da tepeye tüy dikmiştir. Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşındaki 
            yorgunluğunu, belki de hiç bir savaşta hissetmemiştir. Evlenme 
            kararı, kurtuluş savaşı sonunda veriliyor. Hatta, karar, hiç 
            dinlenme imkanı ve zamanı bulunmadan verilmiştir de denebilir.  
            Ayrıca, Mustafa Kemal, “Bundan sonra ne yapacaksınız?” diyen bir 
            gazeteciye, “birbirimizi yiyeceğiz” diyerek, sanki bir kahin gibi, 
            gelecekte olanları bile açıklamıştır. Yani, gelecekte de Mustafa 
            Kemal için, bir dinlenme, bir kendini dinleme mümkün olmayacaktır. 
            İşte Latife Hanımefendi, böyle bir vatan adamıyla evlenmeye talip 
            olmuştur. Olmuş olduğuna bir şey demiyoruz da, bunun bir sorumluluk 
            olduğunu düşünmesi gerekmez mi idi? Babası Muammer beyin düşündüğü 
            gibi, kızının da düşünmesi gerekmez mi idi?
 
          
          
             - Unutmadan yazmalıyım ki, Rita ve Ali 
            Han evliliği mutluluk getirmemiş ve ayrılışla sonuçlanmıştır. Ali 
            Han’ın sonradan rastladığı ve sevdiği kadın, evli bile olmadan Ali 
            Han’ı mutlu edebilmiştir.
 
          
          
             - Mustafa Kemal ile Latife Hanım 
            evliliğinde bir uyumsuzluk, bir anlayış eksikliği var. Evlilik 
            yürütülemediğine göre, bunu kabul etmek zorundayız. Bunun izahını 
            yapmaya çalışırken, tıpkı İpek Hanımefendinin yaptığı gibi, biz de 
            bir suçlu arıyor olmayacağız. Evlilik niçin yürümedi? Okuduklarımıza 
            ve dinlediklerimize göre, bunun sebeplerini aramaya çalışıyoruz. 
            Belki, işin sonunda, bir şahsi kanaatimizi da yazabiliriz. Ona da, 
            eleştirel bir anlam vermemeye gayret göstereceğiz.
 
          
          
             - Evlenme sırasında, ne Latife 
            Hanım’ın ailesi ve ne de Mustafa Kemal, adetlere ve göreneklere 
            aykırı en küçük bir eksiklik yapmamışlardır. Cehiz, dokuz devede 
            taşınmışsa, Mustafa Kemal’in armağanı da özel vagonda 
            gönderilmiştir.
 
          
          
             - Evlilik, ilk aylarında tamamen 
            normal seyrini takip ediyor. Latife Hanım Mustafa Kemal’i seviyor; 
            Mustafa Kemal de karısının yanında bulunmasından gururlu. Mustafa 
            Kemal ailesinin yakınlarında olanların yazdıklarından, bunları biz 
            de böyle anlıyoruz.
 
          
          
             - Galiba, kırgınlıkların, bilhassa 
            Mustafa Kemal kırgınlığının ortaya çıktığı zaman, Fikriye Hanım’ın 
            sanatoryumdan gelmesi olmuştur. Fikriye Hanım hastadır. İyi 
            düşündüğü söylenemez ama, nihayet bir kadın hissiyatı ile yüklüdür. 
            Hastalık psikolojisini de eklerseniz, yaptıklarının hafifleyeceğine 
            siz de belki katılırsınız.
 
          
          
             - Mustafa Kemal, Latife Hanım’ın 
            Fikriye Hanım’a gösterdiği tavrı tasvip etmemiştir. Latife Hanım 
            kıskançlık göstermeyip de, Fikriye Hanım için merhametli davranmış 
            olsa, Mustafa Kemal iki evlilik istemeyeceği gibi, karısına karşı da 
            çok takdirkar durumlar sergileyecek idi. Ben, şahsen, Mustafa 
            Kemal’i kalbi çok yufka bir insan olarak düşünürüm. Fikriye Hanım’a 
            reva görülen muamele, Mustafa Kemal’i hem üzmüş ve hem de kırmıştır.
 
          
          
             - Hep, ana göre yazacağımdır. Okuduklarımı ve dinlediklerimi 
            yazımda yardımcı kabul etmiş olsam bile, yazdıklarım benim şahsi 
            kanaatlerimdir
 
          
          
             - Yine bana göre, aile hayatını 
            zedeleyen sebeplerden birisi de, Latife Hanım’ın, Mustafa Kemal Paşa 
            kocasına hitap şeklidir. Mustafa Kemal, hiç kimse tarafından, küçük 
            adıyla çağırılmasını istemezdi. Annesi bile, “Paşa oğlum” derdi.
            
            
 
          
          
             - Paşa dahil, bütün Arapça sıfatları 
            yasaklayan Mustafa Kemal, kendisine “Paşam” denmesinden hoşlanırdı. 
            Bu istek İsmet Paşa için de ve hatta, bizim askerlerimizin hepsi 
            için söylenebilir. Hiç birisi, ben paşa değil, generalim dememiştir.
 
          
          
             - Latife Hanım, “Kemal” diye hitap 
            edermiş. “Kemal Paşam” dese, belki de Mustafa Kemal, bu isim 
            sorununu kafasına takmış olmazdı. “Bana Kemal deme” diyerek, 
            karısını ikaz etmeyi düşünmemiştir. Bunu onuruna yakıştırmamıştır.
            
            
 
          
          
             - Aile huzuru için bozucu olarak kabul 
            edilen bir üçüncü sorun da, Mustafa Kemal Paşa’nın sofralarıdır. 
            Yine benim okuduklarıma ve yakın olanlardan dinlediklerime göre, 
            Mustafa Kemal Paşa’nın üç cins sofrası vardır:  
 
          
          
             - Bunlardan birincisi; devlet 
            işlerinin konuşulduğu ve hükümet üyelerinin çoğunlukta olduğu 
            sofralardır. Demek ki, hükümet adamlarıyla birlikte, bazı bilen ve 
            bilgisine güvenilen insanların da davet edildiği sofralardır bunlar. 
            Bu sofralarda içki ikramı olmazmış. Bizzat Latife Hanım da bu 
            sofralara iştirak etmekte imiş. Başbakan İsmet Paşa, bu hükümet 
            toplantılarında mutlak bulunurmuş.  
 
          
          
             - Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci cins 
            masası, sohbet masaları imiş. Bu sofralarda bazı hükümet üyeleri ve 
            bilhassa ismet Paşa bulunmuş ama, genel olarak davetliler dışardan 
            olurmuş. Bu masalarda içki de ikram edilirmiş. Masada, zıvanadan 
            çıkan olursa, bu adabı hazmetmeyenler bulunursa, onlar da usulü 
            gereğine uyularak dışarı alınırmış. Bu masalara eşi Latife Hanım 
            mutlak iştirak edermiş. Hatta başka kitaplarda ad verilmeden 
            zikredilen olayı bizzat muhatabı da Latife Hanım olduğunu, İpek 
            Çalışlar’ın kitabından öğrenmiş bulunuyoruz.
 
          
          
             - Mustafa Kemal Paşa’nın üçüncü cins 
            sofrası, yakın arkadaşlar sofrasıdır. Burada, hükümet adamları hiç 
            bulunmamıştır. İsmet Paşa, bu sofralara hiç iştirak etmemiştir. Bu 
            sofralarda oturanlar da, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın özel 
            arkadaşlarıdır. Hiç birisinin, Paşaya bir saygısızlığı olmamıştır. 
            Latife Hanım’ın bizzat işaret ettiği gibi, içkiyi de bir kadehle 
            sınırlamaktadırlar. Hiç birisi, “Paşam yeter!” diyecek kadar ileri 
            gidecek kimseler de değildir. Bu sofralara, benim koyduğu ad 
            yakışıklıdır da, yazılması yakışık almaz.
 
          
          
             - Aslında, Mustafa Kemal, bu son sofralarda, yalnızlığını 
            yaşamaktadır. Arkadaşlarını da psikologlar yerine koyarak düşünmek 
            doğru bir hareket olmaz. Mustafa öldüğünde, en çok ıstırabı bu yakın 
            sofranın adamları duymuşlardır.
 
          
          
             - Latife Hanım, bu son sofralardan 
            şikayetçidir. Latife Hanım, Mustafa Kemal’den bu sonraları, son 
            sofraları bırakmasını istemektedir. Ben de, “Keşke bu son sofralar 
            olmasalardı” deyip gelmişimdir. Mustafa Kemal’i bu sofralardan 
            ayırmak için, neler yapılması gerektiği üzerinde kimse zihin 
            yormamıştır.
 
          
          
             - Mustafa Kemal niçin bu son sofralara 
            bağımlı. Demektir ki, bu büyük insan, bu sofralardan, son 
            sofralardan zevk almaktadır. Demek ki, bu sofralarda dinlendiğini 
            sanmaktadır. Demek ki, bu sofralar, kendisini oyalıyor. Yine, o 
            demektir ki, Mustafa Kemal’in bu sofralara ihtiyacı var. Bu son 
            sofraların kendisine taşıdığı zararların da bilincinde değil. Yahut 
            böyle kabul edelim. Siz de, Latife Hanım da aynı kanaattesiniz. O 
            zaman, bu Mustafa Kemal Paşa’yı zararlı kabul ettiğiniz, benim de 
            mesleğim gereği kabul ettiğim zararlı sofralardan usandırmak için 
            çareler aramak aklınıza gelmez mi?
 
          
          
             - Bu sofralardan daha çekici bir ortam 
            yarattınız da, Mustafa Kemal mi uymak istemedi. Eğer öyle ise, başka 
            bir ortam yine hazırlamanız gerekirdi. Göreviniz, bu ortamı 
            buluncaya kadar, bu çalışmalara devam etmiş olmanız idi. Hiç imkan 
            yoktu deyip, işin içinden çıkamazsınız. Bu yola giderseniz, kimseyi 
            ve hele Mustafa Kemal’i eleştirmeye hiç hakkınız olamazlar. Belki, 
            düşüncelerinin seviyesi, seviyeleri bu idi. Daha yüksek düşünce 
            seviyesi aramak, size ve kimseye yasaklanmış değildi.
 
          
          
             - Siz, Latife Hanım için, her şeyi 
            mükemmeldi diyorsanız, ben fikrinize iştirak etmem. Dediğiniz doğru 
            olsa, Mustafa Kemal bu evliliği bozacak duruma gelmezdi. Mutlu 
            olurdu; uzun yaşardı ve memleketimiz için daha pek çok işler yapmış 
            olurdu. Erken ölmese, belki de, bu gün yaşadığımız devrin icapları 
            artık Türkiye’de bulunmaz olurdu. Anadolu’daki üçüncü Türk devleti 
            de, bu kadar kısa zamanda sorgulanır duruma gelmezdi.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -     
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          91  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - İŞİN YOKSA YAZIYA DEVAM
 
          
          
             - Demokrasiyi Türkler keşfetmiş 
            değildir. Biz, yaptıklarımızı Avrupa’nın yaptıklarından esinlenerek 
            yapıyoruz. İhtilalımızda de, inkılâplarımızda da Fransız ihtilalının 
            ve Fransız devrimlerinin izleri vardır. Anayasamızdaki “Laik” 
            ilkeler kayıtları da, Fransız Anayasası’ndan alınmıştır. Bunların 
            hepsinin sebepleri vardır.
 
          
          
             - Aslında, bütün Avrupa demokrasisinin 
            yaptığı da aynı kaynaktan alınmıştır. Böylece, hem Avrupa 
            ülkelerinde ve hem de bütün Avrupa ülkelerinde “Parlamenter 
            demokrasi” usulleri teşekkül etmiştir. Devlet başkanları, 
            Cumhurbaşkanı adı altında, meclisler tarafından seçilmişlerdir. 
            General De Gaull’e kadar da, Fransa’da Cumhurbaşkanı, Fransız 
            Meclisi tarafından seçiliyordu.
 
          
          
             - Cumhurbaşkanı seçiminde zorluk 
            oldukça da, meclis kendisini yeniliyordu. Bunlar yine olmaktadır. Şu 
            komşumuz Yunanistan’da bile tatbik edilen usuller bunlardır. Şimdiye 
            kadar, bu sistemden şikâyet edenlere de rastlamamışızdır. Yalnız 
            Fransa, kendisine mahsus yeni bir sistem yaratarak, Cumhurbaşkanı’nı 
            halka seçtirmektedir. Bundan memnun olduğu da şüphelidir.
 
          
          
             - Dedik ki, Fransa, yeni bir sisteme 
            göre formalitesini ayarlayarak, Cumhurbaşkanını halka seçtiriyor. 
            Yeni bir sistem hazırlamış ve Anayasa ona göre değiştirilmiştir. Bu 
            değişiklikte, akşamdan sabaha olmuş değildir.
 
          
          
             - Türkiye’de olan sistemimiz 
            söylediklerimizin aynıdır. Şimdiye kadar 10 Cumhurbaşkanı bu sistem 
            içinde seçilmiştir. Şimdiye kadar bir şikâyet yaşamış da değiliz. 
            Hatta, meclis tıkanmamış ve kendini fesih etme durumuna da 
            gelmemiştir. Bu durumla ilk defa karşılaşıyoruz. Karşılaşmışlar ne 
            yaptılarsa, bizim sistemimiz de aynı olduğuna göre, seçimlere gidip, 
            Cumhurbaşkanını yeni gelecek meclise seçtirmektir.
 
          
          
             - Türkiye’de, şimdi, bu 
            söylediklerimiz ve Avrupa’da olduğunu anlatmaya çalıştıklarımız 
            olmuyor. Cumhurbaşkanını milletin seçmesi isteniyor. Anayasa 
            değişikliği de, sanki bir türban kanunu gibi, birkaç gecede 
            çıkarılıvermek isteniyor. Bunlarda içtenlik var denebilir mi? 
            Bunları bilgi ile yorumlamak mümkün olabilir mi? Bunlarda iyi 
            niyetin kokusu vardır denebilir mi?
 
          
          
             - Biz, Cumhuriyet kuruluşundan beri, 
            başkanlık sisteminin de aşıkı bulunuyoruz. Avrupa ülkelerinde 
            başkanlık sistemi yoktur. Başka ülkelerde heveslenmiş değildirler 
            Biz, bunların çok heveslisi görünüyoruz. Amerika’daki başkanlık 
            sistemini öğrenebileceğimiz bir kitap ta Türkçe olarak yayınlanmış 
            değildir. O zaman, neyimize güvenerek başkanlık sisteminin peşine 
            takılıyoruz? Hiç şüphe etmeyiniz ki, az bilgili oluşumuzun peşine 
            takılıyoruz. “Cehaletimiz” demek en doğrudur da, insanın söylemeye 
            dili varmıyor. Nasıl, “Bekâra karı boşamak kolaydır!” demek adet 
            olmuşsa, cahile de rejim değiştirmek kolaydır. Kulak dolgunluğu 
            birkaç kelimeyi, cahil âlimlik sanmaktadır!
 
          
          
             - Amerika’daki Başkanlık sistemi, 
            Amerika’da başlangıçta kurulmuştur. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Bu 
            sistem, Amerika için alışkanlık yaratmıştır. Sistem diyoruz, 
            sistemden bahsedince, bütün devlet anlayışının bu istikamette 
            yönlendirilmesi ve bu yönlendirmenin kanunlarla düzenlenmesi 
            gerekir. Bu iş kolay olsa, şimdiye kadar bazı ülkelerin de bunları 
            benimsemiş olması gerekirdi.
 
          
          
             - Cumhurbaşkanımız, bu 
            söylediklerimizin bilincindedir. Yaptıkları da hem yetkisi ve hem de 
            ahlak anlayışımız içindedirler. Cumhurbaşkanımız, bir sistem 
            değişikliğinin gerekli olmadığı fikrindedirler. Akşam geç vakit 
            kızanlar, sabah erkenden sistem değişikliğine giderlerse, evlerinin 
            yollarını bile şaşırabilir. Yanlış eve girenlerin tarifi, 
            Türkçemizde anlaşılır şekilde açıklanmıştır. Bunları, söylendiği 
            gibi yazıya naklederek, hiç yok yerden düşüncesi az insanların 
            kinlerini üzerimize çekmek niyetinde değiliz.
 
          
          
             - Fikrimizi açıklayarak yazıyı 
            bağlamak istiyoruz. Sistem değişikliğini biz de istemiyoruz. 
            Avrupalılar, nasıl ki, Demokratik Parlamenter sistemi devam 
            ettirmekte fayda görüyorlarsa, bu faydaları biz de kendi 
            memleketimiz için düşünüyoruz. Sistem değişikliğini Mustafa Kemal 
            yapmıştır. Mustafa Kemal’den dağlar kadar uzak bulunuyorsunuz. Bari, 
            yaptıklarını bozmayın da, onları anlama gayreti gösterin.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           92  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI 
 
          
          
             -             Aslında bu katkıyı ben değil, rahmetli Çorumlu 
            hemşerimiz Hıfzı Veldet VELİDEDEDOĞLU yapmıştır. Ben onun 
            katkılarını okuyucularımıza bir daha aktarmaktan başka bir iş yapmış 
            olmuyorum.
 
          
          
             -             Ermeni sorununu yaratan amil, Birinci Dünya 
            Savaşıdır.  O zamana kadar, Ermenilerle aramızda sorunlar olmuştur 
            da, yeni bir devlet isteğini ortaya koyan bir durum mevcut değildir. 
            Abdülhamit’e atılan bomba olayında bile, Ermeni devleti sorunu 
            bulunmuyor.
 
          
          
             -             Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İtilaf 
            devletleri, savaşın politikası gereği, çeşitli çarelere 
            başvurmuşlardır. Türkiye topraklarında yaşayan Ermenilerden 
            yararlanma imkânlarını aramışlardır. Bir taraftan Çarlık Rusya’sı, 
            öbür taraftan İngiliz ve Fransızlar, Ermenileri kullanmak için, 
            düşünür göründükleri müstakil Ermeni devleti fikrini ortaya 
            atmışlardır. Zaten, bir müddetten beri, yeni ıslahat düşünceleri 
            içinde, Ermeni sorunu kullanılmaya başlanmıştı. Aynı düşünce yine 
            çıkarları içinde, İngiliz ve Fransız hükümetleri düşünüyorlardı. 
            Yalnız, bu üç müttefik devlet, bu aynı işi düşündükleri zaman, 
            birbirlerinin çıkarlarını gözetmeyi de asla ihmal etmiyorlardı.
 
          
          
             -             Aslında, Rusya, kendi topraklarında yaşayan 
            Ermenileri de ihtiva eden bir Ermenistan kurmayı hiç bir zaman 
            düşünmemişlerdir. Nispeten muhtar bir Ermenistan düşünülmüş olsa 
            bile, bunu, ancak Osmanlı İmparatorluğundan birinci cihan savaşında 
            aldıkları topraklar üzerinde düşünmüşlerdir. Bu muhtar Ermenistan’da 
            Kilise malları düzenlenecek, dini istiklal tanınacak ve dilleri 
            serbestçe kullanılacaktır. Görülüyor ki, tam bir bağımsız 
            Ermenistan, Osmanlı’dan alınan topraklar üzerinde bile söz konusu 
            değildir. Osmanlı’dan işgal edilen topraklarda yaşayan Ermenilere 
            dediğimiz muhtariyet tanınmış olacaktır. Rusya’da yaşayan 
            Ermenilerin bu dediğimiz muhtar Ermenistan’a katılması düşünce 
            dışıdır. Onlar, Gürcüler, diğer Müslümanlar ve bizzat Ruslar gibi 
            aynı hukuku paylaşan insanlar olarak Rus vatandaşları olarak 
            kalacaklardır.
 
          
          
             -             Bu söylediklerimiz ve yazdıklarımız ise, Osmanlı 
            Ermenilerinde asırlardan beri vardı. Ermeniler bir cins imtiyazlı 
            bir kavim olarak Osmanlı vatandaşı bulunuyorlardı. Yabancı dil 
            bilmelerinden dolayı da, Osmanlı Devletinin hariciyesi tamamen 
            Ermenilerin ellerine tevdi edilmişti. Kısaca bir defa daha ifade 
            etmek istersek, Ermeniler Osmanlının en rahat, en hür, en sadık ve 
            aynı zamanda da en faydalı insanları idiler. İsyan ediyorlardı da, 
            ayrılık sahneleri sergilemiyorlardı. İttihat ve Terakki’nin de bile, 
            çok ileri kademelerde Ermeni insanları vardı. Talat Paşa’ya yakın 
            olanlar da vardı. Ermenilerden devletin saklayacak bir şeyi de 
            yoktu.
 
          
          
             -             Rusların Ermenileri kandırmaları ve gereği gibi 
            kullanmalarına benzer şekilde, Avrupa’nın emperyalist güçleri de 
            Ermenilerden faydalanmayı düşünmüşlerdir. Ermenilerin büyük 
            Ermenistan’ın kısımları olarak düşündükleri Adana ve Kilikya’da 
            Fransızların da çıkarları vardı. Bu bilinç içinde, Rusya ve 
            İngiltere durumu idare ediyorlardı. Hiç bir şey yokken, Karadeniz ve 
            Akdeniz’e açılacak büyük bir Ermenistan kurulmasını bu emperyalist 
            devletler isterler mi? Zaman zaman ister görünmüşler ve 
            politikalarını yürütmüşlerdir. Tam açıklık içinde konuştukları da 
            yoktur. Ermenilerden ise, bunların kötü niyetlerini anlayan 
            olmamıştır. Anadolu Ermenilerinden küçük bir kısım bu işe alet 
            olmuştur. Büyük kitle memnuniyetlerini dış Ermenilere anlatma 
            imkânlarını bulamamıştır.
 
          
          
             -             Bir Ermeni, müteşebbisi olan Dr. Zavriyef, Çarlık 
            Rusya hariciyesinin tasvibi ile de, Avrupa’da bu bağımsız Ermenistan 
            işini takiple görevlendirilmiştir.
 
          
          
             -             Çok zengin olup hayatını Avrupa’da zevk âlemlerinde 
            geçiren Bogos Nubar Paşa ise, görevli doktora yardım görevini 
            yüklenmiştir.
 
          
          
             -             Bu iki Ermeni, Rus hariciye nazırı Sazanof’un 
            bilgisi içinde bu gayretlerine devam etmişlerdir. Ne Rusya’dan, ne 
            de İngiliz ve Fransızlardan, tam bağımsız Ermenistan vaadi aldıkları 
            da olmamıştır. Olayların hepsinin baş sebebi oldukları halde, hiç 
            bir işe yaramadıklarını da ölmeden ikisi de görmüştür.
 
          
          
             -             VELİDEDEOĞLU, bu bilgileri, Çarlık Rusya’dan sonra 
            idareyi ele alan Sovyetler hükümetinin, Çarlık Rusya hariciyesinin 
            gizli muhaberatına dayanarak yazdırdığı “Türkiye’nin taksimi” adlı 
            kitaptan nakletmiştir. Kitap, 1924’de neşredilmiştir. Bu kitabın 
            yazılmasına tahsis edilen heyetin yazım başkanlığını “Adamof” 
            yapmıştır. Kitap bir çok dillere ve bu arada Türkçeye çevrilmiştir. 
            Türkçe çevirmeni, Babaeskili Hüseyin Rahmi’dir
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          93  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - AVRUPA MI ESKİ, ANADOLU MU?  
 
          
          
             -             Biz Türklerin Avrupa karşısında sıkılganlıklarımız 
            var. Başka bir sözcük kullanmak içimden gelmedi. Her ileri şeyin 
            Avrupa olduğu düşüncesinin sahibiyiz. Bunun doğru taraflarının 
            olduğu da bilgimiz içindedir.
 
          
          
             -             Ancak,  şu bizim Anadolu da yabana atılacak bir ülke 
            sayılmaz. Üzerinde, tam otuz bin yıldır insanların yaşadığı tespit 
            edilmiştir. Avrupa insanları için, bu kadar uzun yıl düşünmek imkânı 
            yok gibi. Yokta diyemiyoruz; çünkü elimizde yazılı vesika yok. Yazı 
            olmadan da, yazılı vesika beklemek abes olur!
 
          
          
             -             Alacahöyük’te bulunan medeniyet eserleri, 
            Hitit’lerden daha eski. Taş devrinin eserleri, kazı sahasında, Hitit 
            devrinden önceye ait mezarlarda bulunmuştur. Taş devrinde demir 
            madeni de bulunmuştur. Altın ve gümüşün ise, çeşitli eserleri bu gün 
            elimizde, Ankara’da, Anadolu medeniyetleri müzesindedirler.
 
          
          
             -             Asur ticaret erbabının Anadolu’dan silinmesini 
            takiben, Hititler Anadolu’nun ortasında yer alıyor. Hititlerin 
            “hiyeroglif” yazıları da var, Sümerlerden gelen çivi yazıları da 
            var. O zaman, Hititler, iki yazılı millet oluyorlar.
 
          
          
             -             Hititlere ait ilk çivi yazılı tabletler Hattuşaş 
            (Boğazköy’de) bulunmuştur. Daha sonraları, bizzat bizim 
            arkeologlarımız tarafından yapılan kazılarda, (Maşat Höyük, Kuşaklı 
            ve bilhassa Ortaköy-Çorum) pek çok çivi yazılı tabletler gün ışığına 
            çıkarılmıştır. Bu tabletler, saray ve mabet kitaplıklarına ait 
            bulunmaktadırlar. Yani bunlar, Kültepe’dekiler gibi halkın özel 
            yazışmaları değil, bizzat devletin resmi vesikalarıdır. Böylece de, 
            ehemmiyetleri daha da belirlidir. İşte bu son bulunan tabletleri 
            okuyup gün ışığına çıkararak insanların yetişmesine de, Çorum’un 
            fahri hemşerisi olan Sedat Alp öncülük etmiştir. Ölümünde sessiz ve 
            bilgisiz kalan Çorum’un ve halkımızın nasıl bir büyük hata işlemiş 
            olduğunun farkında mısınız?
 
          
          
             -             Ben sanmıyorum ya, Sedat Alp için, bu unutkanlıktan 
            ve ihmalden üzüntü duyanlarımız olsun. Ümit ederim ki ben yanılmış 
            olayım. Pek çok Çorumlu, bu bilgisizlikten, uyanınca çok üzülmüş 
            olsun. O zaman, yeni kurulan üniversitemiz bünyesinde, bir Sedat Alp 
            bölümü açarak, bu hatalarını düzeltme imkânları da mevcuttur. Ben 
            sadece yapılacakları hatırlatmış oluyorum. Bu görev bana düşmez mi? 
            Ben var ya ben; ben Çorumluyumdur!
 
          
          
             -             Anadolu’da yapılan son Tarih Kongresinde (12-17 
            Eylül 1994), Rusya Bilimler Akademisi doğu tarihi başkanı büyük alim 
            Vasilyev Dimitri, çok mühim bir noktaya temas etmiş. Bu âlim, bizim 
            şimdiye kadar yapa geldiğimiz bir hatayı da düzeltmiş. Şöyle ki, biz 
            Türkler, şimdiye kadar, Göktürk yazılarının yalnız Orhon 
            kitabelerinde olduğunu sanıyorduk. Her kitapta karşımıza bu 
            çıkıyordu. 2007 yazında, Datça Aktur sitesindeki kızımın evinde 
            misafir iken, eski ihtilalcilerimizden rahmetli Muzaffer Özdağ’ın 
            eşi de, aynı bilgiyi bana söylemiş ve Türklerin de medeniyete 
            katkısı olarak bir yazıları olduğunu hatırlatmıştı. Bu hatırlatmayı 
            da, yine Orhon Abideleri ve kabartmaları olarak göstermişti. İşte 
            Sayın Rus âlimi Dimitri hem Özdağ Hanımefendinin ve hem de benim ve 
            bir çoklarımızın bilgilerimizin zenginleştirilmesinin de vesilesi 
            olmuştur.
 
          
          
             -             Bu Sayın Dimitri, Sayan ve Altay dağlarından 
            Sibirya’nın içlerine kadar uzanan gezilerinde, 300 kadar Göktürk 
            yazısıyla yazılmış mezar ve kaya kitabeleri tespit etmiştir. Gümüş 
            ve seramik kaplar, silah parçaları, dokumada kullanılan ağırşaklar 
            da bunlara eklenmelidir. Yol kenarında dikilen taşlardaki 
            kabartmalarda, oradan kimlerin geçtiği, kaç kişi olduklarını, ne 
            maksatla geçtikleri yazılı imiş. Dimitri, bunların okunmasından, 
            Türkler için nelerin çıkarılabileceğine de işaret etmiş. Bu abide ve 
            kabartmalara göre, Türk halkı arasında, kalabalık bir kesimin 
            okuryazar olduğunun kabul edilmesi gerektiğini de bildirmiş. Bu 
            tesbit, tarih bakımından çok önemlidir de, demiş bu sayın ve büyük 
            Rus alimi Dimitri.
 
          
          
             -             Başka bir alim, W. Bathold ise, bu Göktürk 
            yazısının, Türkler tarafından bulunmuş olabileceğini düşünmüş. 
            Muazzez İlmiye Çığ da aynı düşüncede. Ben de böyle düşünüyorum. O 
            demektir ki, yazı icat etmede yetenekli olan Sümerlerle bir 
            yakınlığımız olması ihtimal içine iyice giriyor. Göktürk yazısı, 
            Türkçe dillere en uygun gelen yazı imiş. Elin adamları daha bizim 
            için ne yapsınlar? Türbanın, eski Türklerde olduğunu söyleyip 
            sahtekarlık yapamazlar ki! Şunların, ülkeye olmasa bile, bizim köye 
            birer heykelini dikme teklifini yapsam, dine, yani İslam’a aykırı 
            diye ayağa kalkacaksınız. Ben sizinle başa çıkamam. Ama sizinle başa 
            çıkacaklar bu ülkede olacaktır.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          94  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
 
          
          
             - Bir memleketin işleri sorun olunca, 
            herkesin, iktidar olsun, muhalefet olsun, asker olsun, sivil olsun, 
            isterse sade bir vatandaş olsun, herkesin oturup enine boyuna, akı 
            içinde bu memleket sorununu düşünmesi gerekir. Bu vatan herkesindir 
            ve başka vatan da yoktur. Artık palayı çekerek yeni bir vatan edinme 
            hevesine kimse kalkamaz. Şimdilik, elimizdeki vatanla iktifa etmek 
            zorundayızdır. Bu ikazları adece biz yapıyor değiliz, aklı eren ve 
            Türklere düşman olmayan her yabancı da yapmaktadır. Bu iktidar, AKP 
            iktidarı seçilmiştir ve seçim iherkes meşru olarak kabul etmiştir. 
            Kimsenin, dağa çıkalım dediği görülmemiştir. Devletin yönetim 
            biçimi, yalnız yönetim biçimi, AKP iktidarına teslim edilmiştir. 
            “Buyurun efendiler iktidar koltuğuna” denmiştir.
 
          
          
             - Dört yılı da iktidar partisi 
            devirmiştir. Artık yıprandığı da herkes tarafından görülüyor. 
            Beşinci sene içinde de çok ehemmiyetli memleket sorunları 
            sahnededir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim yapılacaktır. 
            Bunlar sadece seçimlerdir. Başka pek çok dış ve iç sorunlar 
            çözülmemiştir ve çözüm beklemektedir. Çözümsüzlüğün çözüm olmadığı 
            sözlerini de, AKP siyasi edebiyata getirmiştir. Biz, bunları AKP’li 
            sayın Başbakan’dan öğrendik. Daha önce, böyle bir şey hiç 
            duymamıştır. Çözümsüzlük çözüm değildir. Beş senenin içinde, bu 
            iktidar hangi sorunları çözmüştür? Çözülen bir sorun gösterebilir 
            misiniz? Geçen zaman düşünülürse, her iktidar, AKP iktidarı kadar iş 
            başında kalmıştır. Devletin devamlılığı göz önünde bulundurularak, 
            geçen iktidarlar böyle büyük bir söz etmemişlerdi.
 
          
          
             - Beş yıldır bir sorunu olsun çözüme 
            ulaştıramayan, buna muktedir olamayan bir iktidar, artık büyük 
            iddiaların iktidarı olamaz. Foya milletin önüne serilmiştir. Bundan 
            sonraki meydan konuşmalarında, böyle bir iddia ortaya sürülemez. 
            İktidar eskimiş ve inandırıcılığını kaybetmiştir.
 
          
          
             - İktidar herkesle, devletin her 
            kurumu ile kavgalıdır. İktidar, kendisini devlet yerine koyarak, 
            herkesin ve her devlet kurumunun kendisine itaat etmesini 
            istemiştir. Adaletin kanunları tatbik ettiğini, bizzat Başbakan 
            konuşmuştur. Halbuki, Anayasamızda bunların izahı, bir hekimin 
            anlayabileceği şekilde bile yazılıdır. İktidarın devlet içinde yeri 
            bellidir.
 
          
          
             - Hareket serbestliği de, bu 
            göstergeler içindedir. Ona da kimse karışmamıştır.
 
          
          
             - Cumhurbaşkanı ile kavgalı, muhalefet partileriyle dünden 
            kavgalı, Adalet cihazını benimsemiyor, sayın Başbakan. Gerekirse, 
            Anayasa Mahkemesi’ni bile kaldırabileceklerini söyleyiveriyor. 
            Anayasa Mahkemesi için, bu memleketin bir ihtilal geçirdiğini 
            düşünmüyor; belki de bilmiyor. Asker sözünden yüzünün ekşimediğini 
            söyleyecek kimse var mıdır, bu memlekette? Köylüyü, işçiyi, sivil 
            toplum örgütlerini, sakatları, gece evinde soba yanmanları, hepsini 
            bir tarafa bırakalım, zenginler kulübünün bu iktidarı tasvip etmiş 
            olması sorunları halletmez. Bu kurum, hangi iktidarın yanında 
            olmamıştır? İhtilalde, askerin istediği altın yardım katkısını da 
            ilk yapan bu grubun kendisi ve adamları idi.
 
          
          
             - Bir şey daha ortaya çıkıyor. Ben 
            beni bileli, Mit teşkilatımızın, var olduğunu sandığı endişeleri, 
            açıktan açığa, kamuoyuna bildirdiği görülmemiştir. Mit bunu bir 
            görev bilerek yapmıştır. Mit, bu görevini, daha önceleri hükümete 
            yapmamış olamaz. Yapmıştır ve bir reaksiyon görmemiştir. Belki 
            etkisi olur diye, bir de kamuoyuna açıklama yapıyor. Mit, 
            kamuoyundan fayda bekliyor da denebilir. Mit’in bunu bir görev 
            olarak yapmaya kalkmasının anlamı büyük olmalıdır. Bu biraz da 
            kulakların açılmasını açıkça istemek demektir.
 
          
          
             - Bazı ulus devletlerinin sahneden 
            silineceklerinin bildirilmesinin anlamı nedir? Malta için bu söz 
            söylenebilir mi? Bu iş Malta için olsa bile, Mit’i bu kadar yakından 
            ilgilendirir mi?
 
          
          
             - Bu iş karışıktır. 1980’de, Anayasa’ya, seçimlerin beş senede 
            yapılacağı yazılmıştır. Bu bir kanun emridir. Bu emirde, beş seneden 
            önce seçim yapılmayacağı anlaşılmaz. Şimdiye kadar kimse 
            kullanmamıştır. Dünyada da, iktidarlar hep dört senede seçime 
            gitmektedirler. Beş sene kanunda yazılıdır da, değişmez olarak 
            alınamaz. Hele, bir dayatma vasıtası hiç olamaz. Bizler her halde, 
            hiç düşünmeye alışmamışlara düşünmelerini söyleyip duruyoruz.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -    
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          95  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - AKIL FİKİR VE İYİ NİYET
 
          
          
             - Başlıkta bir araya getirdiğimiz üç 
            nosyon, bazı çetrefil noktalarda anlaşmak için, tartışmalarımızın 
            esasını teşkil etmeleri gerekir. Bunlardan uzak kalınınca, herkes 
            gibi, bizim vatandaşlarımız da bocalayacaklardır.
 
          
          
             - Bir yazarımız, Yugoslavya’da bir 
            münasebette bulunurken, verilen resepsiyona bir gazetecimiz de 
            davetli bulunuyor. O zamanın Devlet Başkanı ve Yugoslavya’nın 
            kurucusu Tito, eşi ile birlikte, herkesle çok nazik bir şekilde 
            ilgilenirken, bizim gazeteciye de rastlıyor. Tito ve sayın eşleri, 
            gazetecimize iltifatlarda bulunuyorlar. Türk olduğu anlaşılınca da, 
            Tito sözlerini Atatürk’e getiriyor. Atatürk’ü sevdiğini söyleyen 
            Tito, yeni Türk Devletinin kuruluşu, eğer, kendisininki gibi, 
            federatif olsa idi, daha akıllıca bir şey yapılmış olacaktı, gibi 
            fikir beyanında bulunuyor. Gazetecimiz Ali Sirmen de, bunu zamanın 
            göstermesinin daha iyi olacağını söylüyor.
 
          
          
             - Ali Sirmen, bizim, Fethiyeli Mehmet 
            Yerguz’un Fransa’dan arkadaşıdır. Mehmet Yerguz, herkesle, sıradan 
            kimselerle arkadaş olacak bir genç değildi. Arkadaşımın, Nevzat 
            Yerguz’un oğlu olduğu için, ben Mehmet’i çocukluğundan beri iyi 
            tanırım. Siz de, Ali Sirmen’i yazılarından tanıyorsunuz. Zaman Ali 
            Sirmen’in doğru düşündüğünü göstermiştir. Tito’nun Federal Devlet 
            yok olmuş, yem olmuş, Atatürk’ün Üniter Devleti yaşamaya devam 
            ediyor. Kimin daha haklı olduğunun tartışılmasına ihtiyaç kalır mı?
 
          
          
             - Allah’ın verdiği akıl 
            kullanılmayınca, insanlar arasında fikir ve iyi niyet te olmayınca, 
            tartışmada, odan ortaya çıkacak mücadelede devam edecektir.
 
          
          
             - Eski yazılarımızdan bazılarında, 
            Dünyada her şeyin söylenmiş ve hatta düşünülmüş olduğunu 
            söylemişimdir. Yine de ısrar ediyorum. Eski söylenenler, yeniden 
            ısıtılıp ortaya getirilmektedir. Ancak büyük kafa sahibi bazı 
            istisna insanlar, insanlara yol gösterebiliyor. İşte bizim 
            Türkiye’de pek te itibar bulmuş olmayan büyük insanımız, bu 
            hakikatları görmüştür. Devleti de federal değil, üniter sistem 
            üzerine kurmuştur. Devletin ayrışmasından güya çıkar bekleyenler 
            ise, Federal sistem heveslerini canlı tutmak istemektedirler.
 
          
          
             - Pek çok ülkede; çeşitli insan 
            grupları, çeşitli etnik köken sahibi insanlar yaşamaktadırlar. 
            İnsanlar, niçin ayrışmayı, ufalmayı, gelecek tehlikelere 
            zayıflayarak muhatap olmayı isterler de; etnik kökenlerini dağılmış 
            olduğu ülkelere yakınlık göstermezler? Bizim kürtler için bu sözüm 
            geçerlidir. Suriye, Türkiye, Irak, İran ve Ermenistan’da yaşıyan 
            kürt ekalliyetinin insanları, bu beş ülkenin birbirine yakınlığını 
            ve hatta, federe devlet olmalarını istemezler?
 
          
          
             - Bu devletlerin geçmişleri ve tarih 
            içinde birer medeniyetleri var. Bunlar etnik edildiklerinde, hem 
            tarihlerinin ve hem de medeniyetlerinin de birlik noktaları vardır. 
            Bu var olan vasıflar, bu devletlerin ayrışmalarından çok, bir 
            birlerine yakınlaşmalarının yardımcısı da olurlar. Eski Osmanlı, 
            şimdiki İngiliz milletler topluluğu bu maksada uygun teşekküllerdir. 
            Sanıyorum ki, böyle birliktelikler, insanların daha mutlu 
            olmalarının, daha varlıklı olmalarının sebebi de olacaktır. 
            Savaşlar, servet yok eden vasıtalar olduklarına göre; savaşların 
            oldukları bölgelerde zenginlik görülmeyecektir. Fakirliğin mutluluğu 
            ise, romanlara konu olmaktan öteye geçmiş değildir.
 
          
          
             - Halkın ve hatta milletin yol 
            göstericileri aydınlardır. Kürt aydınları ve bunlarla birlikte 
            Ermeni aydınları oturup düşünmelidirler. Ayrılık taraftarı her aydın 
            düşünmelidir. Bu gün olduğu gibi, Osmanlı’da olduğu gibi, bir 
            devletin sahibi olarak, barış içinde yaşamay ve zenginleşmeye mi 
            devam etmelidirler; yoksa, Mareşal Tito gibi ayrışmanın öncülüğünü 
            yaparak, yeni efendilere uşak olma yolunu mu tercih ederler? 
            Bunların düşünceleri kendilerine aittir.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          96  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - AMERİKA’NIN İKİ DEVRİ
 
          
          
             - Ben, ABD’nin iki devrini de 
            tanıyorum. Aslında, Amerika’nın kendisi de pek eski değil. Keşfiyle 
            birlikte, topu yarım bin yılın içinde. Bunun bir kısmı da kavga ile 
            geçmiş. Kıtanın asıl sahipleri, sonradan gelenlerin taarruzuna 
            uğramış ve hayat mücadelesi yapılmıştır. Biraz sonra da, gelenler 
            birbirleriyle mücadeleye tutulmuşlardır. Ancak, ABD kurulunca, 
            insanlar hem zengin olmuşlar ve hem de millet, yani ulus olma 
            gayreti içine girmişlerdir. Amerika’daki bu yeni devletler, pek te 
            dışarı ile, hatta geldikleri asıl milletleriyle bile 
            ilgilenmemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, Avrupalı 
            devletlerin hodbinlikleri karşısında, biraz da kırgın olarak tekrar 
            kıtalarına dönmüşlerdir. Kıtalarında kalmak, Amerika’nın ana 
            politikası olarak kalmıştır.
 
          
          
             - İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 
            niçinse, Amerikan milletlerinden bizim Birleşik Devletler diye 
            andığımız Amerika, ikinci defa tehlikeden kurtardığı Avrupa’yı terk 
            etmek istememiştir. Hatta savaş esnasında, Avrupa’nın geleceği 
            konuşulurken, Fransa’nın durumu ne olacağı sorulduğunda, onu üç-beş 
            sene kendilerini idare edeceklerini açıklayarak, niyetlerin de 
            ortaya koymuşlardı. Fransa’nın Amerikan aleyhtarlığı bundandır.
 
          
          
             - Rusların deneyimsiz ve düşüncesiz 
            hareketleri de, Amerika’nın Avrupa’da kalmasına yardım etmiştir. Rus 
            tehlikesi, Amerikalılar tarafından istedikleri gibi kullanılmıştır. 
            NATO’nun teşekkül etmiş olmasının sebebi de budur.
 
          
          
             - Şimdi iyi anlıyoruz ki, Amerika’nın 
            Avrupa’da kalmak istemesi, Avrupa’yı korumak iyi niyeti değildir. 
            NATO’yu organize etmek suretiyle, Avrupa’yı ordusuz bırakmıştır. 
            Avrupa, artık Amerika için, bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Bu defa, 
            Amerika Cumhurbaşkanları, biraz da Osmanlılaşarak, Dünya 
            hâkimiyetine oynar duruma gelmişlerdir. Burada, Demokratları 
            Cumhuriyetçiler derecesinde ateşli görmesek bile, onların niyetleri 
            aynıdır. Bill Clinton’ın kitabındaki üslup dikkatle izlenirse, 
            derecesi az olmakla birlikte, Bush edasını taşımaktadır. Amerikalı, 
            Amerikalı olduğunu göstermiştir.
 
          
          
             - Latin Amerika ile Kanada’yı hesap 
            içi saymayalım. Kuzey Amerika, cidden zengin bir ülkedir. Yeraltı ve 
            yer üstü servetleri, hiç bir ülkeninkilerle kıyaslanmaz. İnsanları 
            varlıklıdırlar. Amerika’da olan hayat standardı, başka ülkelerde 
            görülmüyor.
 
          
          
             - Amerika’nın akıllı insanları, memleketlerinde kalarak, hiç 
            olmazsa büyük bir ülkeyi mutlu etmek isteyemez mi idiler? Kanada, 
            onlardan daha az varlıklı sayılmaz. Kendi hallerine bırakılmış 
            olsalar, Latin Amerika da kurtulmuş olabilir. Amerika Birleşik 
            Devletleri, bunların elinden tutmakla bir şey de kaybetmiş olmaz. 
            Dünyanın beş kıtasından biri, en son keşfedileni, mutluluğa erişmiş 
            olur. En azından biz böyle düşünüyoruz.
 
          
          
             - Teknik gelişimi ve Amerika’nın, 
            ikinci büyük savaş sonu, bütün Avrupa’nın yıkılmış kurumlarına 
            ortaklıkla onların zenginliklerine ortak olmuş olmaları, iştahlarını 
            kabarttı. Amerika, Dünya devleti olmak değil, Dünya hâkimiyetini 
            kurmak yolunu seçti. Bunun vasıtasının da silah olduğu kanaatlerini 
            sergilemiştir.
 
          
          
             - Vietnam’daki başarısızlık ve 
            Amerikan kayıplarının 60 bini geçmiş olması, Amerika’yı uyardı 
            sanmıştık. Yanıldığımızı anlıyoruz. Amerika’nın Dünya hakkında büyük 
            deneyimi yok. Dünyayı hâkimiyeti altına alacağını sanıyor. Her insan 
            için bu hayal tatlıdır. Hayal tatlıdır da, getirisi ve götürüsü bir 
            hesap işidir. Bir insan ölümü göze alınca, başka insanları da 
            öldürüyor. Canlı bomba Ortadoğu icadıdır. Irak savaşını kayıp 
            vermeden bitirdim sanan Amerika, savaşı bitti ilan ettikten sonra, 
            verdiği kayıp üç bini geçmiştir. Bu rakam orada kalacak ta değildir. 
            Amerika, mevcut devletleri parçalayarak, kendini dinleyecek yeni 
            peyk devletler kurmaktadır. Bunların sadakatine da inanmaktadır. 
            Bunun hakkında deneyim eksikliği vardır. İngilizlerin Hindistan’dan 
            çıkacağı akıllarına gelmiyordu. Onun için, bazı parklara, köpeklerin 
            ve Hintlilerin giremeyeceğini levhalara da yazmışlardı. Dünya, etme 
            bulma dünyasıdır, deyip durmuyor muyuz? Dünya, Amerikalılar için 
            başka olacak değildir.
 
          
          
             - Dünya, bana göre, ikiye ayrılmıştır. Zenginler ve fakirler. 
            Nüfus ta artmaktadır. Bu zengin ülkeler ve de Amerikanlar, Dünya 
            nüfusunun çokluğunu bahane edip te nazariyeler kurmaya kalkarlarsa, 
            insanlık şaşırmamalıdır. Bu yeni Dünyanın insanları, geri kalmışları 
            geri zekâlı olarak görüyorlar ve kaybedilmelerinin insanlık için 
            eksiklik olmayacağını da kabul ediyorlar İnsanlık uyanmalı ve bu 
            zihniyeti taşıyanlardan da uzak durmalıdır. Bu büyük tehlike, ancak 
            ve ancak, dünyayı geliştirmekle olur. Ümmetçilikle bu olmaz; 
            Ulusalcılıkla bu olur.
 
          
          
             - Ramazan Bayramınız Kutlu olsun. 
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
         | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          97  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
             - KKKA
 
          
          
             - Hastalığın asıl adı KKKA harfleriyle 
            belirlenen “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi”dir.  
 
          
          
             - Bu hastalık, aslında, 12. asırda, İsmail El -Cürcani tarafından 
            izah edilmiş olduğu söylenmektedir. Memleketimizde tanınma tarihi 
            2002’dir. Daha önce görüldüğü bildirilmemiştir. Yabancı ilim 
            adamları, hastalığın daha önce de olabileceği ve Türklerin atlamış 
            olabileceklerini iddia etmektedirler. Ancak, hep yabancılar doğru 
            söyleyecekler de değillerdir. Bu hastalık, kanamalı ağır bir 
            hastalıktır. Ağır ve kanamalı bir hastalığın teşhisi her yerde 
            yapılamayacağına göre, bu cins hastalar daha büyük hastanelere 
            nakledilmektedir.
 
          
          
             - Buna göre, Türk hekimlerinin atlamış olmaları mümkün görünmüyor. 
            Bu hastalık, hekimlerimiz tarafından 2002 senesinde görülmüş ve 
            bilinmiştir.
 
          
          
             - Bu hastalığı, Cumhuriyetin “Bilim 
            Teknik” yayınlarından esinlenerek yazdım. Bu yazıyı, daha çok 
            Cumhuriyet düşmanlarını düşünerek kaleme aldım. Onların da bir gün, 
            akıllarını başlarına toplayıp bizim gibi müspet olacaklarını 
            düşündüğüm için, canları cehenneme, demek içimden gelmedi. Onların 
            bizim için “Canları cehenneme” dediklerini biliyorum ama ben yine de 
            insaflı olmak istiyorum. Bize, “canları cehenneme” denmez. Biz, 
            büyük yaratıcının emirlerini belki tam yapanlar değiliz ama kendisi 
            de şahittir ki, biz, ne kendisini ve ne de gönderdiği yüksek anlamlı 
            emirlerinin hiç birini kullanmadık; ne çıkarlarımız, ne de politika 
            kazançlarımız için hiç bu yola sapmadık. Bu Cumhuriyet düşmanları, 
            bu yazıyı okuduktan sonra, bir daha durup düşünmezler mi?
 
          
          
             - Kene, bütün Dünyada mevcut ve 8 yüz 
            biraz da küsur çeşidi varmış. Bu tehlikeli virüsü hepsi taşıyor 
            değil. Şu anda, Türkiye’de çok sayıda virüs taşıyan cinsi var. 
            Bunların hepsinin hastalık yapma vasıfları da aynı değil. 
            Türkiye’nin etrafı, bu cins virüs taşıyan kenelere dolu durumda.
 
          
          
             - 1945 savaşlarında, bu hastalık 
            Kırım’da da görülmüş. 200 Rus askerinin öldüğü yazılıyor. Stalin, 30 
            ayrı bölgeden, Kırım’a 30 ilgili mütehassıs göndermiş ve bu 
            hastalığı tetkik ettirmiş. İşte hastalığın başına, “Kırım” sözcüğü 
            böyle konmuş. Daha sonra, Amerikalıların Kongo’da gördüğü hastalıkla 
            bir arada etüt edilmiş ve yukarıda yazdığımız isim ortaya çıkmış. 
            Uzunca, İspanyol adları gibi ve akılda tutulması da zor. O zaman, 
            gereksizleri silip, sadece kene hastalığı olarak anılması daha doğru 
            olur sanırım. Böyle bir isim de teklif ediyorum ki, benim için, 
            mesleği üzerinde hiç yazı yazmadı denmesin.  
 
          
          
             - Keneler toprakta yaşıyorlar. Her cins hayvan ve kuşlar 
            tarafından kene nakli mümkündür. Sulak ve ıslak topraklarda kene 
            üremesi daha kolay olurmuş. Sıcak mevsimlerde kene hayatiyet 
            gösteriyor. Kış aylarında kene donuyor. Dünyanın ısınıyor düşüncesi, 
            kenenin artmış olabileceğini düşündürüyor. Başka böceklerin, insana 
            yakın parazitlerin hastalık virüsü taşıdığı bilinmiyor. Bu gün 
            elimizde tek delil kenedir. Bu kenenin virüs taşıması ve insanı 
            ısırdığı yerde de virüsü insan vücuduna aktarması gerekiyor.
 
          
          
             - Dünyada kene cinsleri yaygın. Hemen 
            her ülkede mevcut. Memleketimizde, Orta Anadolu’nun kuzeyinde, 
            Karadeniz’in de güneyinde yaygın bulunuyor. Trakya’da var. Türkiye 
            keneleri daha çok Balkan ve Rusya kenelerine yakın. Buna göre, 
            kenelerin Arap ülkelerinden veya İran’dan geldiği düşüncesi yanlış 
            gözüküyor.  
 
          
          
             - Hastalığın teşhisi basit. Kanamayı 
            önleyen kan elemanlarının kandaki miktarları azalıyor. Lökositler ve 
            Trombositler azalmış olacaklardır. Bizim ülkede, kati teşhis, 
            Hıfzıssıhha Enstitüsünde konurmuş. Biliyorsunuz. Bu güzel enstitüyü 
            Refik Saydam kurmuştur. Refik Saydam sağ partilerden değildir. Bu 
            sağ partilerin böyle halk sağlığı hizmeti veren bir kurumları var 
            mıdır? Niçin bu halk sağ partilere bolca verdiği oyunu Refik 
            Saydam’ın partisinden esirger? Refik Saydam az dinli, sağ partililer 
            de dindar. Cenabı Hak bazan bazan yarattığı insanlara görünse de, 
            hakikati şöyle bir gösteriversek.
 
          
          
             - Kene hastalığının tedavisi yok. 
            Palyatif tedavi yapacaksınız. Onun endkasyonunu da, Refik Saydam 
            Enstitüsü veriyormuş. Demek ki, Türkiye’de bazı kurumlar, Cumhuriyet 
            kurulalıdan beri Türk halkının yanındadırlar. Halk bunu bilmese 
            bile, daha sonraları bilecektir. Bu zamanın uzak olmadığını 
            görüyoruz.
 
          
          
             - Kene hastalığının aşısı da yok. 
            Bulgarların yaptık dedikleri aşıyı yalnız kendileri 
            kullanıyorlarmış. Tedavisi yok dedik ama, ilk erken zamanlarda 
            “Ribavirin” Antiviral ilacı etkili olabilirmiş. 800 kene cinsinden, 
            yalnız 30 adedi virüs taşırmış. Kene mücadelesi faydasız sayılıyor, 
            yalnız keneden korunma yapılmalıdır. Kene, ısırmışsa, usulüne uygun 
            çıkarılmalıdır. Sabunlu su tercih edilmelidir.
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
          
             -  
 
          
         
        
        
        
        
        
        
        
        
        
        
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          98  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
  - ÇARPICI BENZERLİKLER
 
  - 
  Her insanın 
  hayatında çarpıcı benzerlikler olabilir. Tıpta tıp birbirine benzeyen 
  insanlara rastladığımız olmuyor mu? Hatta fiziki benzerlikler değil, hareket 
  ve hatta mukadderat benzerliklerinden bile bahsedilen olaylar vardır. Eğer 
  kekim iseniz bu benzerlikleri gördüğünüz zamanlar insanlar arasında büyük yaş 
  farkları yoksa yumurta ikizleri bile aklınıza gelebilir.
 
  - 
  Vaktiyle, 
  damadı şahriyari ve Osmanlı’nın Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın kendi yazdığı 
  hatıratını okurken üzüntü duyulacak sahneler vakıf olmuştum. İttihat ve 
  Terakki erkanı yenildikten ve partilerini fes ettikten sonra çıkarken, daha 
  Karadeniz’i bitirmeden  içeriği bitirilmeden istişarelerde bulunuyorlar. 
  Partinin hareketin lideri Talat Paşa devirlerinin dolduğunu ve artık kalan  
  ömürlerinin bir köşeye çekilip geçmeleri gerektiğini söylüyor. Söylüyor da 
  söyledikleri tutuluyor değil. Daha Kırım Yarımadasına çıkar çıkmaz Enver Paşa 
  gruptan ayrılıp maceranın yeni yollarına kendisini bırakıyor.
 
  - 
  Enver Paşa 
  hayaller peşinde. Orta Asya ülkelerine gidip bir ordu teşkil etme fikri ağır 
  basıyor. Kendinin Anadolu’ya kabul edilmeyeceğine artık inanmıştır. 
  Dediklerini de yapıyor.
 
  - 
   Orta Asya 
  ülkelerinde düşündüklerini de bulmuş değil. Türkistan’da muhtemelen olan bir 
  olayı anlatmak istiyorum. Bir mutekelibe, kendi nüfusunu göstermek için, Enver 
  Paşa’yı bir köyden başkasına, grubun önünde yürüterek davul, zurna eşliğinde 
  teşhir ediliyor. Bizim gururlu paşamız bir şeyi olmadığından bu 
  görgüsüzlüklere ve hayırsızlıklara boyun eğiyor. Kendisi en önde ve gözleri 
  yaşlı; ağladığını göstermemek için her türlü gayreti gösteriyor ama, 
  ağladıklarını kendisinin çevresinde de bir beis görmüyor. Ağlamak Enver Paşaya 
  yakışır mı? Yakışmamış olsa Enver Paşa’nın ağlamaması gerekliydi.
  
 
  - 
  Vakıa Medam 
  Kennedy  Cumhurbaşkanı olan oğlunun tabutunu selamlarken ağlamamıştır, ama 
  madam Kennedy istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. İnsanda olan her türlü 
  hareket ve hassasiyet normal karşılanmalıdır. İrade ile bunların önlenmesi de 
  birer istisnadırlar. İnsan cinsi ve medeniyet seviyesi ne olursa olsun zaman 
  zaman müşkül anlar yaşayabilir. Bu yaşantılar anlarında en son çareleri 
  ağlamaktır. Ağlamanın bir meziyet olduğunu kabul eden olmuş olsa bile, tabiat 
  olayı yok sayılamaz. İnsan ağlayınca deşarj olur ve rahatlar.
 
  - 
   Enver Paşamız 
  için bu okuduklarımı benim hatırıma getiren Napolyon’un görevine son verdikten 
  sonra Elbe adasına nakli sırasındaki yolculuğu sırasındaki başına gelenleri 
  yazıldığı kitabı okumam olmuştur. Kitap bana damadım tarafından hediye 
  edilmişti. Yazarı da Chateaubrand’dır.
 
  - 
  Napolyon 
  İmparatorluk makamında iskat edilmiş,o sırada müttefikler tarafından Paris 
  işgal edilmiş durumda. Napolyon Fontenbleau’da kendisine sadık kalan 
  kıtalarıyla birlikte. Bu yeri (ben gördüm) Fransız Krallarının kışlık 
  saraylarının bulunduğu yerdir ve Paris’e 90 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. 
  İşte burada Napolyon bir son nutukla askerlerine veda ediyor.
 
  - 
   Napolyon 
  müttefik devlet temsilcilerinden, kendisinin yolculuk esnasında emniyetinin 
  temin edilmesini istiyor. Kendisine sadık kalmış askerlerini de yolculukta 
  kullanmak istemiyor. Dahili savaşı devamda da artık fayda görmüyor. Müttefik 
  devlet başkanlarından Elbe Adasına kendisine tahsis edilmiş verasetini de 
  kabullenmiştir.
 
  - 
   İstekler 
  müttefik devlet başkanları tarafından kabul ediliyor. İçlerinden birinin 
  yaptığı yol haritası gereğince dört araba içinde imparator yola çıkıyor. Son 
  nutkunda irat ettiği askerleri tarafından alkışlanıyorsa da ondan sonra 
  bilhassa Liyon şehrini takip eden yol boyunca halkın reaksiyonu düşmanlığa 
  dönüşüyor. İmparator kahrolsun, zalim kahrolsun evazeleri tabiilik kazanıyor. 
  Halkın hücum edip kendisini tepelenmesi bile düşünülür duruma geliyor.
 
  - 
  Napolyon hem 
  zehirlenebileceğinden ve de hem de hücumla öldürülebileceğinden korku içinde 
  önceleri kendi azığı dışında bir şey yiyip içmiyor. Arabasında görünmekten 
  kaçıyor. Bir defa hücuma uğramış ve kapanan araba kapılarını kırmak mümkün 
  olmamış. Ondan sonra Napolyon kendi yerine başkasını bindirip kendisi koruyucu 
  görevine bile talip olmuştur. İmparator olduğunu göstermek için kıyafet ve 
  şapka değişikliği dâhil her türlü teşebbüse tevessül etmiştir. Bütün bu 
  olanlarda müttefik devletlerin görevli temsilcileri tespit etmişler ve 
  sonradan neşredilmiştir. Bunları yaparken tarafsız kalmış olabileceklerini 
  düşünüle bilinir mi? 
 
  - 
  Napolyon bu 
  küçük düşürücü hisleri hakim olmamıştır denile bilinir mi? Bunlar da insan 
  oldukları düşünülmelidir.
 
  - 
  Napolyon 
  kendisini hep gizlemiş ve kendisini imparatorun hizmetinde görevli olarak ta 
  göstermiştir, bu yolla, halkın ve görevlilerin düşüncelerini öğrenme imkanını 
  da bulmuş ve görmüştür. Yetkililerin yazdıklarına göre acınacak durumda olan 
  Napolyon için yapılanlar kendilerinin bile reaksiyonlarını çekmiştir. Ayıp 
  değil mi? 
 
  - 
  Şu korumasız 
  eski liderlerimize yatıklarımız? 
 
  - 
  Diyecek 
  durumumuz bile bu yetkililer görmüş ve yazmışlardır. Bütün bunlar arasında 
  kafası iki eli arasında Napolyon’nu hep ağlar olarak tasvir etmişlerdir. 
  İmparator ağlar mı ? Ağlar ki Napolyon da ağlamıştır. Napolyon’nun Enver 
  Paşadan ne farkı var ! Enver Paşa Allahuekber Dağlarında 90 bin Türkün 
  öldürülmesine aldırış etmemiştir. Napolyon Rusya Seferi dönüşü yerleri donmuş 
  ölü ve yaralılar üzerinden top arabalarını geçirmiştir. Savaş bunları 
  gerektirir sözü insanların, insanlık vasıflarını unutturma vasıtası olamaz. 
 
  - 
  Bir yerde 
  Napolyon’un odasını birlikte hazırlamaya çalışan bir bakıcısının Napolyon 
  hakkında düşündüklerini dinledikten sonra, Napolyon’da uyanan korku derecesini 
  sınırsızlaştırmıştır. Ondan sonra, herkese bir şeye olan itimadını 
  kaybetmiştir.
 
  - 
  Kader birliği 
  gösteren bu iki insan için ben fikrimi açıklarsam, ikisinin de kapasitelerini 
  ve akıllarını işgal ettikleri makamları için yeterli bulmam. İkisi de mantık 
  taşımış olamazlar. İkisinde kalıcı hizmetleri yoktur. Bu ikisini de bu yerlere 
  getiren insanların mantıklarında olgunlaşmış insan mantıkları olarak kabul 
  etmem.
 
  - 
  Ben kimim?
 
  - 
   Ben sadece 
  benim!
 
 
                        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          99  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
 
   ALIŞKANLIK DIŞILAR
               İnsanların alışkanlık dışıları hep 
      anormal olarak karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde 
      geçirilir. Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda 
      başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler. Genel 
      olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları adet 
      olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız 
      bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak 
      bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet 
      vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde 
      olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın 
      gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum ki;Kurban 
      Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmak isteyen 
      insanların hareketleri normal değildir.
            Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde 
      olamadım. Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu 
      yaptım. Ben yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde 
      çocuklarımı yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben 
      katlanıp,onların yanına gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim. 
      Bizim çocuklardan küçük kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde 
      bulunuyorlar. Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba 
      düşüncesi ile bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile 
      olsam,bir çok insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara 
      katlanabilirim. Galiba normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış 
      bulunuyorsunuz. Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap 
      olmuş bulundum.
            Benim düşüncelerimde olmayanları da 
      gördüm. Yine az sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını 
      dinlemek için otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl 
      pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben 
      bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna göre,demek 
      ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını reddetmenin 
      bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden insanların yaşadığı bir 
      devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak dilediği gibi yaşamak isteyen 
      insanların zevklerine karışmak istediğimiz de yoktur. Biz sadece 
      fikirlerimizi okurlara intikal ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi 
      imkansızlıklar yüzünden evinde kalanlar içinde düştükleri üzüntünün 
      ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
            Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da 
      havalar şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde 
      yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten 
      sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar 
      kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul etti. 
      Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah kalktığımızda 
      da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun rahatlığını duyanlar 
      bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir aylık kazancı olan ülkede 
      eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı ödeyenler eğleniyor değiller,onlar 
      eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara eğlence demek bile hata olur kanaatim 
      var.
            Size gezdiğimiz yerlerin yalnız 
      isimlerini vereceğim. Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı 
      bizim gibi şu gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı 
      Köşkü ve sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip 
      edilmiş olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi 
      ve Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun her 
      yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu park;yine 
      Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ cenahta Rahmi Koç 
      adına tertiplenen makine parkı,vakiniz olursa bir günde Pier Loti Tepesi.
            Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak 
      kadar benim gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir 
      tam günü rahat geçirebiliyormusunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama 
      geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca neler 
      yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi olmayınca 
      para insanı soytarıya çevirebilir.
            her akşam haberlerinde,trafik kazalarını 
      takip ettik. Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız 
      olduğunda görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik 
      kaidelerinin öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz. 
      Bunların dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir. 
      Güzel yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla 
      başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi bir 
      zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan yaratılmanın 
      sorumluğunu tanımaz mısınız?
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         100  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        
        
          - ÇEKVA SANATÇILAR KURULTAYI
 
          -             ÇEKVA (Çorum Eğitim Kültür Vakfı) 16 Nisan Çarşamba 
          günü Çorum'da Kültür Salonunda yıllık tekrarlanması geleneği içinde 
          bir kurultay tertip etti. Çorumlu sanat uğraşanları davet 
          edilmişlerdi. Bu arada;ben ve bazı Çorumlular da davet edilenler 
          arasında bulunuyorduk. Kurultay;ÇEKVA Başkanı Sayın hemşehrimiz Prof. 
          Dr. Ahmet Samsunlu tarafından açıldı. Sayın Vali,Belediye 
          Başkanı,Garnizon Komutanı da davete onur vermişlerdi.
 
          -             Sayın Samsunlu'nun açılış konuşmasını dikkatle 
          dinledik. Derneğin faaliyetleri hakkında geniş bilgi verdiler. 
          İzmir,Ankara ve Antalya şubelerini açılış safhasında olduğunu da 
          bildirdiler. Çorumlular dışında,Çorumluları seven bir çok insanlarında 
          yardımcı ve katkıcı olduklarını söylediler. Bütün verilen bilgilerden 
          mutlu olduk. Kültür münasebetlerinin yapılacağı,birleştirici etkinin 
          büyüklüğünü bilmeyen yoktur. Bizim Çorum halkımızın da bu cins 
          katkılara ihtiyacımı açıktır. Hatta;bütün illerimizin bu cins 
          faaliyetlere ihtiyaçları olduğunu kabul etmek de bir hata yapılmış 
          olunmaz. Geniş kültür sahibi ülkelerde bu yolda yürümüştür. 
          Münasebetlerinin bu yolda gelişmesi,dostluk ve sevginin gelişmesinin 
          de vesilesi olunuyor.
 
          -             Sayın Samsunlu'nun konuşmasını takiben Sanat Lisemiz 
          öğrencilerinin sundukları müzik gösterisi,her türlü övgünün üzerinde 
          idi. Kız ve erkek müzik grubu aynı cins giyinmişlerdi. Giysileri 
          siyahtı. Gerek renk ve gerekse biçimler kendilerine çok yakışmıştı. Bu 
          medeni görünüşleriyle medeni sayılan,ileri ülkelerin çocuklarından hiç 
          geri yanları yoktu. Boylu,boslu idiler sülün gibi olmuşlardı,bu 
          çocuklarımızın yeme adabı bildiklerini de gösteriyordu.            Üç 
          parça çaldılar. Bunlar Türk zevkini ifade ediyor-lardı;ama bu zevk 
          garp tekniği içinde tertip edilmiş ve ifade anlamını bulmuştu. Bunu 
          dinlerken de medeni bir milletin çocukları olduklarını kabul etmek 
          duygusu içimizde uyandı. Kendilerine ve hocalarını çok taktir ettik ve 
          alkışladık da. Bu yolun genişletilerek devamını da Türk Kültür ve 
          Sanatının ne kadar ihtiyaç olduğunu da gözlerimizle 
          gördük,kulaklarımızla duyduk. İşte Devlet Kurucumuzun dediği “Çağdaş 
          Medeniyet Seviyesi” kavramını da böylece bir daha anımsamış olduk.
 
          -             Güzel şiirler de dinledik. Şairler;kendi eserlerini 
          kendileri okudular. Saz Halk Şairlerimizi de dinledik. Güzel bir gün 
          geçirdiğimizi söylemek istiyorum. Her iştirak edene söz ve imkan 
          verilmedi ama,onlarında bir gün sanatlarını sergileme yolu açılmış 
          oldu.
 
          -             ÇEKVA Genel Başkanı Prof. Dr. Samsunlu hemşehrimiz,katılımın 
          biraz yeterli olmadığı hislerini taşıyordu. Bana göre az da değildi. 
          Her ülkede sanat dostları bundan pek fazla olmaz. Ayrıca kurultay ilk 
          defa oluyor. Tertip gününü Çarşamba olması da azlığa sebep olmuştur. 
          İş,güç zamanı hesap işi saymak gerekiyor. Zamanla bunların telafi 
          edileceğini sanıyorum.
 
          -             ÇEKVANIN başarısını kutluyorum. Dileklerimi de var. 
          Önce:Çorum'da daha görkemli bir bina temin edilmelidir. Bu bina bir 
          apartman dairesiyle temin edilmiş olmaz. Ayrıca ÇEKVA Çorum 
          Üniversitesi için bir teşebbüs yapmıştı. Çorumlu Üniversite 
          mensuplarının müşterek hareketlerini Çorum Üniversitesi için 
          birleştirmekte biz büyük fayda bekliyoruz. Bu teşebbüse devam 
          edilmelidir.
 
         
          
          
          
          
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          101  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
          BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
           BİZİM GÖĞÜS HASTANEMİZ
        
        
           Bizim Göğüs Hastanemiz, şehrin 
          ortasında kalmıştır. Aslında, bu hastane şehrin ortasına yaptırılmış 
          değildir. O zaman, hastane şehrin dışında idi. Çorum’un etrafı 
          mezarlıklarla çevrilmişti. Çorum şehrinin mezarlıkları aşarak bu 
          derece genişleyeceğini rüyalarda bile göremez, düşünemezdiniz. İşte 
          böyle bir anda, Çorumlu olmayan bir doktor, Abdurrahman Soyarslan, hem 
          Çorum Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ni ve hem de Verem Dispanseri’ni 
          yaptırmış ve işletmeye açmıştır. O zaman içinde, şimdiki zaman içinde 
          ve gelecek zaman içinde, bu iki sağlık kurumunun yaptığı hizmetler 
          küçümsenemez. Fakat Çorum’da, her devirde, bu ehemmiyetli hizmetleri 
          istemeyenler ve kendi kafalarına göre yanlış bulanlar olmuştur. Bu 
          gidişle, Çorumluların bazılarında, bu çirkin düşünce tarzı hep 
          bulunacaktır. Bu düşünmeyi bilmeyen zavallı insanlar, kendi yanlış 
          mantıklarını, her devirde, devrin yetkili adamlarına taşımaya 
          çalışacaklardır.
        
        
           Araya sıkıştıralım ki, Göğüs 
          Hastanesi’ni yaptıran bu büyük insan, kendisine bir ev satın almadan, 
          otel köşelerinde ölmüştür. Bakanlıkta bir Genel Müdür makamına da 
          tayini yapılmış olduğu halde, bir ev satın alamamıştır. Tasarruf 
          ettiği paralarını da, bir tüccar yapıcı iç etmiştir.
        
        
           Dedik ki, Çorumlu bazı muzır 
          insanımız, böyle hayırlı işlerin karşısındadırlar. Ta, başlangıçta, 
          daha rahmetli Menderes Başbakan olarak Çorum’u ziyaret ettiği anlarda, 
          bu muzır insanlardan Çorum’da vardı. Bunlar, o zaman da devrin iktidar 
          partisinin üyeleri idiler. Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nin yerinin 
          yanlış seçilmiş olduğunu, şehir içinde, mikroplu hastaları barındıran 
          bir hastanenin bulunmasının yanlış olduğunu kendisine anlatmışlar ve 
          tavırlarını da koymuşlardır. Bu hastane şehir dışına çıkarılacak ve 
          burası okul olacaktır.  
        
        
           O kadar ileri gidilmiştir ki, resmi otorite sahipleri, o zaman da 
          seslerini çıkarmaktan çekinmişlerdir. Rahmetli Menderes bu hastaneyi 
          görmek istemiş ve gitmiştir. Daha kapıdan girerken, yardım edenlerin 
          levhasını kapının yanında görünce, “Ben dediğinizi yapmak isterim ama, 
          bu yardım edenlerin ruhları buna razı olmazlar; bunun için, bu Hastane 
          burada kalacaktır” demiştir.
        
        
           Hastane yerinde kalmıştır da, bu muzır 
          insanlar, iddialarında vazgeçmemişlerdir. Sonradan, Başhekim olarak 
          uzun yıllar burada hizmet veren Abdurrahman öztürk ise, biriktirdiği 
          dernek parasıyla, hastane bahçesini genişletmiş idi.
        
        
           Bu hastanenin, Göğüs Cerrahisi haline 
          çevrilmesi teşebbüsleri de, bizim de düşüncemiz içinde idi, ise de, 
          başarılı olmamıştır. Bu hastane, siyasi şahsiyetlerce pek makul 
          sayılmamıştır.
        
        
           Çorum’da, bezen benim de yaptığım 
          gibi, herkes aklının erdiği işlerle uğraşmıyor. Bezen bezen, hiç ehil 
          olmayan insanların, akıl ve kültür isteyen işlere de karıştıkları 
          görülüyor. Kan Bankası için de, böyle siyasi müdahaleler olmuştu. Ona 
          da ses çıkaran olmamıştı. Bizim yazdıklarımız ise, bir işe 
          yaramamıştı. O gün bu gün, Kan Bankası beklenilen düzene erişmemiştir. 
          Kan Bankası yönetimi ise, pek çok işlerden daha da zordur.
        
        
           Şimdi de, Çorum Göğüs Hastalıkları 
          Hastanesi, yine siyasi bir sorun yapılmıştır. Bu Hastanenin yerinden 
          kaldırılması isteği yine uyanmıştır. Sebeplerin niceliği bilinmiyor 
          ise de, şehir içinde mikrop saçan insanların bir hastanesinin olması 
          istenmemiş olması çok muhtemeldir. Hâlbuki her ülkede, bu hastaneler 
          şehirlerin içlerinde bulunmaktadır ve ulaşım için bu durum zorunlu da 
          görülmektedir.
        
        
           Bize ulaşan bilgilere göre, bu defa da 
          niyet bu değildir. Hastane şehrin ortasında kalmıştır ve yeri de 
          oldukça geniştir. Lojmanların işgal ettikleri yerleri de düşünürseniz, 
          arsanın büyüklüğü ve yerin iyiliği dikkati çekmektedir.
        
        
           Son zamanlarda, Çorum’da daha beş 
          yıldızlı otel yapımına da heveslenenler, vardır. Galiba, bu niyeti 
          olanlara arsa temini için, sözde kudret sahibi insanlar harekete 
          geçirilmişlerdir. Şehrin tam ortasında, geniş bahçesiyle, yirmi katlı 
          bir beş yıldızlı otelin buraya dikilmesi kötü müdür? Bu düşünce, 
          saygılı kalınması gereken birçok telakkiyi gölgede bırakmaz mı? Bir 
          de, buradan elde edilecek gelirden ayrılacak pay düşünülürse, bu 
          teşebbüs sahiplerine hak verilmez mi?
        
        
           Ben hak vermem. Yapılan bir eser, hele 
          halk tarafından yardım edilmişse, yapıldığı gaye için kullanılmalıdır. 
          Bu gün, beş yıldızlı otel için arsa yoksa, şehir planını yapıp ortaya 
          koyanlarda günah aranmalıdır. Pilavdan önce plan prensibi benimsense, 
          bu zorlukların hiç birisi bu gün olmazdı!  
        
        
            
        
        
            
        
        
            
        
        
          | 
      
      
        | 
        BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN 
        ALMADAN KULLANMAYINIZ! | 
      
      
        | 
         
        
        
           ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!  | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
        | 
         |