  | 
        
      
     
          | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
        | 
        
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              | 
                 
                TAKDİM             
                
                Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve 
                bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak 
                görülmelidir. 
                
                            
                Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini 
                veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da 
                benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir. 
                
                            Bu 
                çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış 
                olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı 
                göreceksiniz. 
                
                            
                Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir 
                kitaptır; onu okumamız gereklidir. 
                
                            
                Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar 
                veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar 
                veremeyiz.  
                
                Mahmut Selim GÜRSEL 
  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
               İsmail PAMUK 
              1933-2001 | 
             
            
              
        
          - 
          1933 yılında 
          Çorum'un  Kuşşaray Köyünde doğmuşum. Ladik Köy Enstitüsü mezunuyum. 25 
          yıl eğitim emekçiliği  yaptım  ve  emekli oldum. 1990 yılında  Ön  
          Lisansımı  tamamladım. 1960'lı yıllardan  beri  özümseyerek  
          edindiğim   evrensel kültür   birikimimi  yöresel  kültürle 
          buluşturmak amacı ile sarıldım kaleme. 60'lı yıllarda yerel basın da 
          şiirlerim, 70'li   yıllarda "Türk Kültürünü Araştırma  
          Enstitüsü,Anadolu Köy Tiyatrosunda bir oyunum"  yayımlandı.  Şimdi  
          ise  Çorum'un   kültürel zenginliğini gelecek kuşaklara taşımak 
          amacıyla araştırmalar  yapmaktayım.   Bunların  bir bölümü yerel  
          basında  yayımlandı. Yakın bir zamanda kitap haline getirmeyi 
          düşünmekteyim. 
 
          - 
          Köyümüzde  başka  
          memur  olmadığı için öğretmenliğe özenir,öğretmenliği düşlerdim.  Bir 
          anım ise :  Öğretmenlik   yaptığım Çorum'un bir dağ köyünde  muhtar 
          odasından gece 24.00'de lojmana  evime gidiyordu. Kar fırtınası yoğun 
          bir şekilde idi ve  köpekler önümü kesmişti. O telaşla bir karaltıya 
          "Hoşt,hoşt"diye seslendim. Ama hiç kıpırdamadan karşımda 
          duruyordu,inatla tekrarlıyordum ki "işine git  öğretmen"  demez mi o 
          karaltı.  Meğer,iki evli olan vatandaşın  ilk  eşinden   doğan   oğlu 
          adamcağızı dışarı atmış. Adama, "evi ne git"  dediğimde " bizim  ev 
          deki fırtına  buradan fazla hocam" demiz mi...   
 
          - 
          Beni  yazı  
          yazmaya özen diren,yaşamını örnek  aldığım  insan,Edebiyat Öğretmeni 
          Necmiye Aybastı'dır.
          Yazılarımdan  dolayı  bu  güne  kadar  bir ödül almadım. 
           
 
          - 
          En  büyük tutkum, 
          Köy  Tiyatrosu ve Orta Oyunudur.  İdeallerimizin tamamını  
          gerçekleştirmek elbette ki mümkün değil ama,bir nebzede olsa 
          gerçekleştirdiğime inanıyorum. Çalışmalarım  basın  dışında 
          yayınlanmamakla birlikte Hasan Paşa Kütüphanesine bağışladığım Çorum 
          hakkında bir dosyam var.  Araştırma ve inceleme dalında yazıyorum  
          Çeşitli  dergi  ve gazetelerde bu çalışmalarım yayımlanıyor. 
           
 
          - 
          Beni  yazarlığa  
          iten,  1948  yılında okulumuzda düzenlenen bir şiir yarışmasında 1.lik 
          ödülü almamdır. Bir kıtasını örneklersek:   
 
          - 
          "Hiç gitmiyor şu 
          Akdağın dumanı   
 
          - 
          Hasretim,özledim 
          garip anamı.   
 
          - 
          Gülün gonca 
          açılacak zamanı   
 
          - 
          Kem gözle bakıp 
          ta yolmasın eller”   
 
          - 
          Burada  eklemek  
          istediğim  bir  şeyler elbette ki var, o  da şu:  Taşranın  kısıtlı   
          ortamında gençlerimizin yeteneklerini nasıl gerçekleştireceğiz. 
          İçtensiz, içeriksiz,standart dışı ve içi boş şablonlaşmış nutuklarla 
          mı,yoksa onlara sanat ortamı yaratarak, 
          yazarlarla,çizerlerle,ozanlarla tanıştırarak, onların desteğini  
          alarak  ve onları anlayarak mı ? Çünkü her genç insan biraz 
          şairdir,biraz ressamdır. Fırsatı yaratılsa yeteneklerini 
          geliştirebilir ve kendilerini  aşarlar. Yoksa kimse doğuştan şair veya 
          ressam doğmaz. Onların duygusal dünyalarında yalnızlığa mahkum 
          etmemeliyiz diyorum.
 
         
        
          
            - 
            Internet’te Yazarımız   http://corumlu2000.dergisi.info  , yazıları ve  şiirleri yayınlandı.
 
            - 
             
 
            - 
            Böyle yazmıştı İsmail Pamuk Dergimizin 12 sayısı için hayat 
            hikayesini.  
 
            - 
            İnsanoğlu için hayat nedir ki ? Bir varmış,bir yokmuş ile geçen 
            günler. Ömür kısa,çok yaşamış gözüksek de,yaşlanmış gözüksek de çok 
            kısa. Bu kısa ömrü faydalı şeylerle geçirdiysek ne mutlu. Arkamızdan 
            biz anacakları bir çalışma bıraktıysak yeterli. Kısa ömrümüz sonsuz 
            olur o zaman. Yaşarsın,tanırlar çalışman ayakta kaldıkça.  
 
            - 
            İsmail Pamuk’un Dergimizde yayımlanmış ve kitap haline 
            getirilmemiş yazıları bulunmaktadır. Basılmasa da sanal olarak 
            yayımlamayı düşündüm.
 
            - 
            Geride kalanlara sabır diler, Hocamız İsmail Pamuk’a Allah C.C. 
            Rahmet dileriz.  
 
            
             - 
            
 
            Mahmut Selim GÜRSEL 
            
           
         
            
   | 
             
            
              |   | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          03  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              AYDINLIĞA DOĞRU 
              
               
              Ladik'te enstitü var dediler. 
              Yürüdük havzayı,dağları aştık. 
              Orta Anadolu,Karadeniz'in, 
              İnsanları ile bir kucaklaştık. 
               
              Sabahları harman dalı oynardık 
              Ege,Marmara'yı,yurdu boyardık. 
              Ha bizim uşak ile türkü söylerdik 
              Yurt içinde bu menzile ulaştık 
               
              Hem Adana dedik,hem de Erzurum 
              Sen ben diyerek de yapmadık yorum. 
              Farkımız mı var ki ? Edirne,Çorum 
              Bacıya,kardeşe böyle yanaştık. 
               
              Tonguç dedik,Yücel dedik,ev kurduk. 
              Veysel olduk sazı teline vurduk. 
              Akpınar'la birlik biz akıyorduk 
              Erdemleşti Ülkem,beraber oldu. 
               
              Yabanlar mısıra kötü dadandı 
              Tarlayı elinden alacak sandı 
              İsmet Paşa dahi seyirci kaldı 
              Yılanla,çayanla bir bir dolaştık. 
               
              Ülkemde yükselen eserlere bak ! 
              Hasret geri tepti İsmail'e ak 
              Yarına uzanan çelengi tak 
              Yıktı karanlığı hep bile aştık.
               
              YIL 4  SAYI 28    25 Temmuz 2001 
                | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          04  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                -             Mecitözü yazımda çok geniş kaynaklar 
                inceledim,birkaç sayfa ile özetledim,bunları yazsam ciltler 
                olur. bunların içinden Beke'yi geçmek istemedim. Hiç kimsenin 
                kaleme almadığı,hiçbir kaynakta rastlamadığım,hatta Hüseyin 
                Hüsamettin'in Amasya Tarihini satır satır okuduğum halde hep kıt 
                kaynaklar çıktı karşıma. Başlama bitirmenin yarısıdır diye 
                Mecitözülülerin samimi isteklerine hürmet göstererek noksanlarım 
                da olsa bu yazıyı kaleme aldım.
 
                -             EKUHAİTTA'ı yazan İngiliz Arkeolog  Sir Williaam 
                üç yılını “PİMALİSA”da geçirmiş. 1888 yılında yayınladığı 
                Anadolu'nun Tarihi isimli yapıtından alınan bilgi “PİMALİSA” 
                Hacıköy'den söz ederken Romalılardan önce bu bölgede oluşmuş bir 
                mesire yerinden söz eder. Milattan sonra 140 yılından 1509 
                yılına kadar “BEKE” pek tanınmıyor. 1509 yılındaki deprem (halk 
                dilinde Büyük Kıyamet” olunca,su biraz daha çoğalır. Roma 
                Anadolu'ya hakimken Gümüş Hacıköy ve Hac Köy yani kaplıcada 
                EKUHAİTA sınırları içindedir. Amasya'yı da çağrıştıran KARİSSA 
                director
 
                -             Beke'yi incelediğimizde bir mekan kalıntısına 
                rastlarız. Türklerin göçer evli olduğunu biliyoruz. O mekanın 
                Türkmen çavuşu Bekeli Bekir Çavuşa ait olduğu araştırmağa değer. 
                Bekeli Bekir Çavuş bu mekanda iken bir göç grubu Türkmen daha 
                gelir. (1299 M. Faklan) Devrin egemen güçleri yeni gelenleri 
                yerleştirmek istemezler, çadırlarınızı sökün emri gelince Bekeli 
                Bekir Çavuş kızını şimdi bile adı unutulmayan ileride büyük bir 
                ozan olacak FİGANİ'yle evlendirir. Yukarıya bunlar benim 
                horantam diyerek çadırların sökülmesini önler. Böylece Figani 
                köyü yerleşik düzene geçer. Geçer de, herkesin bildiği Figani 
                Trabzon'a okumaya gidir ve bazı kaynaklarda Trabzonlu olarak 
                geçer. Ben fakir bu gerçeği de meydana çıkarmaktan onur duyarım.
 
                -             Figani ozandır. Kabına sığmaz bir bakarsın 
                İstanbul'da, bir bakarsın Tuna boylarında savaş öncülüğü yapar. 
                Ama adı açıklanmayan bir şiirinden dolayı İbrahim Paşanın  
                Balkanlardan getirttiği İstanbul'a diktirdiği taşı hicvettiği 
                için astırılır. Figani halkın koynunda yaşıyor ama şimdi mezarı 
                bile belli değildir. Halk bir gerçek üzerine yemin ederken 
                “Yalan söylüyorsam Figani gibi kanım aksın” diye yemin eder. 
                Yani Bekeli Bekir Çavuşun soyu bugün kızı tarafından adını 
                verdiği   Figani köyünde yok denecek kadar azdır. Bu gün ki  
                söylenceleri buraya alırsak yazımız masala döner. Biz belgeler 
                üzerinde duralım. Bilge kişiler eğer bulurlarsa belgelere 
                bilgilerini eklerler.
 
                -             Aşık Figani: Belli kaynaklarda 1532 yılında 
                Trabzon'da doğduğu kaydı var. İnsanoğlu nerede 
                yaşıyorsa,Karacaoğlan gibi büyük insanlara yaşadıkları yerlerde 
                sahip çıkmışlardır. Önrek verdiğimiz Karacaoğlan'ın on dokuz 
                yerde mezarı bulunmaktadır. Bizde Figani'yi bu şekilde 
                değerlendirebiliriz. Mecitözülü, Trabzonlu, İstanbullu. Yine 
                Figani'nin Kanuni döneminde yaşadığı kesindir. Yazar Abdulkadir 
                Karahan “Figani Divançesi”ni tüm bilimselliği ile hizmete 
                sunmuştur. Yine Murat Uraz'ın Şairler ve Yazarlar  Sözlüğünün 
                273. sayfasında: “Asıl adı Ramazan olan Figani,İran'da tıp 
                öğrenimi gördüğü,İran dönüşünde İskender Çelebi'nin 
                yakınlarından olduğu bilinmektedir. 60'a yakın gazellerinde 
                ustaca buluşlar olduğu ince hayalleri olduğunu tespit etmiştir.
 
               
  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          05  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                  
                   - BİR DEVİRE IŞIK TUTAN EĞİTİM OLAYI
                  
                  
 
                  
                 
                
                   
                  - (Köy Enstitüleri)
 
                  
                
               
              
               
                -  1 Veli PAMUK 2 Hüseyin YÜCEL 
 
                3 İzzet MERİÇ 4 İsmail PAMUK 
                - Balkan, Cihan ve İstiklâl Savaşı 
                sonu Ülkemiz tam anlamı ile yoksulluk, hastalık ve açlıkla da 
                savaşmaktaydı. Analar, babalar evlatlarını Yemen'de, Balkanlara 
                da, İstiklâl Savaşında evlatlarını kaybetmiş. Ülkenin durumu 
                bu...
 
                -             Büyük Atatürk, İsmet Paşaya der ki: "Silahlı 
                savaşı kazandık, cehaletle nasıl savaşacağız"  Dediğinde; İsmet 
                Paşa "Yine Mehmetçikle" Cevabını verir. Zeki köy çocuklarından 
                askerde Çavuş olarak terhis olanlar, Eğit men olarak köylere 
                gönderirler. Eğitmen kursları, Köy Enstitüleri ve 1940 yılında 
                çıkan bir yasa ile Köy Enstitüleri kuruldu.
 
                - Bu hareketle köyler birer 
                şantiyeye dönüştü.  Köye okul, sağlıkçı, veteriner ve üretmen 
                tarımcılar adeta bir devrim yaratıyordu.
 
                - Bu arada ağaların, bazı 
                topraklarını Tarım Okullarına ve diğer okullara istimlak 
                ediliyor, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Meclisin tozlu 
                masalarında bekletiliyor.
 
                - O sıralar  tek  parti; 
                Cumhuriyet  Halk Partisi Ülkeyi yönetirken, bir Millet Vekili 
                Meclis  salonunda  İsmet Paşanın yani; Başbakanın yanına 
                yaklaşarak diyor ki:"Paşa,paşa,bu çarıklılar  Meclise  gelirse 
                burada ne siz kalırsınız,nede ben."  
 
                - Atatürk  ölmüş, İnönü 
                Demokrasiye geçme  hevesinde, Paşa:  
 
                - "Sen Meclise bir önerge ver. 
                Hasan Ali, Hakkı Tonguç komünist    de, bu insanlar onunla bir 
                asır uğraşsın" Diyor Olay tam isabet. Politikacılara malzeme 
                lazım.”  
 
                - Köy Enstitüleri komünisttir" 
                dediler. En yakınınıza bile  kendilerine alkış tutturdular.
 
                -  
 
                -                                    "Sürer eker biçeriz
 
                -                                    Güvenip ölesine         
                
                
 
                -                                    Milletin öz kazancı
 
                -                                     Milletin kasasına "
 
                -  
 
                -             Dediğimiz diler susuyor. Tuna boylarında 1893'te 
                Tatar Atmaca köyünde doğup, Konya, Kastamonu’da ve Almanya'da 
                eğitim alan eşsiz eğitimci Hakkı  Tonguç ve 500'ün üzerinde 
                dünya klasiklerini Türkçeye  kazandıran  Hasan Ali Yücel'e  
                dişlerini bilemiş ve görevden  almışlardı. " Ömrüm oldukça Köy 
                Enstitülerini yakından ve candan takip edeceğim" diyen İnönü 
                suskunluğu seçmişti. Fevzi Çakmak, Kazık Karabekir paşalar Köy 
                Enstitülerini kapatmak için seferber olmuş, Şemsettin Siber'i 
                Milli Eğitim Bakanlığına getirmişlerdi.  Hatta benim tanık 
                olduğum, Tevfik İleri, Samsun Bölgesi Bayındırlık Müdürü idi. 
                Yol kapandığı zaman okuldan yardım ister, Samsun - Ankara 
                yolunun Toptepe kısmını kürek ve yabalarla açardık. Bir akşam 
                Akpınar Ajansına haber almaya Müdürün odasında Tevfik İleri 
                oturuyordu.  Bana dönerek  "  Evladım! Cumhuriyetin temelini biz 
                attık, çatısını da siz atacaksınız" demişti. Milli Eğitim Bakanı 
                olur olmaz ilk işi Köy Enstitülerini kapatmak oldu. Dönelim 
                eğitim sistemine: Bu gün okullar öğrenciye öğretim pompalıyor. 
                Üretken eğitim yok. Sadece verilen öğretim.
 
                -              Biz Köy  Enstitüleri kapandı diye ağıt 
                yazmıyoruz ancak:
 
                -  
 
                -             Ey Sisdağı Sisdağı
 
                -             Eritemedin eritemedin karı
 
                -             Bu yılda böyle geçti
 
                -             Bu yılda böyle geçti.
 
                -             Yüreğimin yüreğimin efkarı
 
                -  
 
                - Yurdumun ücra bir köşesinde okul Bayrağının dalgalanışının 
                uyandırdığı hazı hep tatmak isterim. Şimdi öğretmen köy okuluna  
                sabah gidip geliyor .  Öğretmen dersten çıkıp şehre gidiyor.  
                 Hani; öğretmenin görevi sadece dershane değil, giyimde, 
                sağlıkta, mutfakta, hatta köy yönetiminde birinci aza idi?
                 
 
                - Evet; Köy Enstitülerine yas 
                tutmuyoruz ama eğitimsiz öğrenciye köyde bir kitaplı-ğa 
                özendiren aydın bu insanlara hiç mi ihtiyacı yok?
 
                - Neden öğretmenin özünden; 
                Fakirlerler, Makallar, Başaranlar çıkmıyor?
 
                - Niye öğretmen okumuyor. 20 yıl 
                evvel aldığı bilgiye sığınıyor?
 
                - Çünkü; sistem okuma diyor. 
                Okuyan in san kendini geliştiriyor da ondan...
 
                - Ülkemizde 21 Köy Enstitüsü 
                vardı. Bu Enstitülerden yirmi bir bin mezun oldu.
 
                - Gelelim ilimizin Köy enstitüsü 
                mezunlarından aklımda kalanlarına:
 
                - Fazıl Demiral, Müslüm Tunaboylu, 
                Cemal Aksoy, İsmail Pamuk, Ömer Poyraz, Hamdi Şentürk, Cahit   
                Bellek,  Ahmet   Aksu, Aslan Emektar, Fevzi Ilıman, Hüseyin 
                Şener,  Bekir Buğdaycı, Osman Yılmaz, Rıza Taşkırdı, Halil 
                Gökhan, Hasan  Danışman, Hamdi Alkır, Hasan  Sarıyüce, Hasan  
                Arıkazan, Haydar Sarıaltın, Esat Yural, Ali Aykaş, Bektaş Gülez, 
                Ali Terzi,Ramazan Top,Yusuf Polat,Kemal Kara-bulut, Osman  Hölük, 
                Adem  Kalkanlı,  Neşet Efe,Şevket Yılmaz,Ali Öztürk,Abidin  
                Baş,Veli Can,Aşır Baş,Ramazan Şimşek.
 
               
              YIL 2 SAYI 16   25 Nisan2000  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          06  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                  
                   - BİR MAHALLENİN TARİHTEKİ
YERİ
 
                  
                 
                
                   
                  - 
                  KALE MAHALLESİ
 
                  
                
                - 
                Bildiğiniz gibi; kele mahallesi Çorum’un belki
de en eski mahallesinden birisi olarak sayılır dersek yanılmayız.
                
                
 
                - 
                Kale’nin sözcük anlamı ise:
                
                
 
                - 
                
                Düşmnı gelesi için beklenilen,yollar üzerinde askeri
önem taşıyan, şehirleri veyahut geçitler ile dar boğazların güvenliğini
sağlamak içinyapılan duvarlı, burçlu ve mazgallı yüksek ve müstahkem yapılardır.
                
                
 
                - 
                Çorum civarında bulunan Kırkdilim Kalesj, Simala
Kalesi, Kabil Kalesi, Sazak Kalesi, Osmancık Kalesi ,Iskilip Kalesi bilinen
örneklerdir.  
 
                - 
                Çorum’un bilinen Kalesi ise Bizanslılar
tarafından kullanıldığı,Danişmendilerin Çorum’u almak içinyaptıkları
savaşta bulunan kaleyi kuşattıkları bilinmektedir. Danişmendilerin kumandanı
Melik Ahmet tarafından 1076 tarihinde Bizanslar döneminin kale komutanı Nastur’dan
alınmıştır. Nastur’un direnmesi sonuç vermemiş,Çorum Kalesi kuşatımasında
altı bin insanin ölümüne ve bir o kadar da Türk şehide mal olmuştur.
                
                
 
                - 
                Çorum’a zamanlar bile Anadolu’nun buğday
ambarı olarak biliniyordu.
                 
 
                - 
                Türklerin geleceğinden haberdar olan kale sakinleri
tarafından bugün Gerdek kayası denilen yere Nikonya’nin kıymetli eşyaları
ile Nastur’un hazinesi de Türklerin eline geçmiştir.
                
                
 
                - 
                Çorum’un kalesi hakkındaki bilgiler ise Haçlı
ordusunun Çorum Kalesini kuşatması ve bu kuşatma sırasında açlıktan Türklerin
anlaşma yaparak teslim olmaları ise bir katliamı getirmiştir.
                
                
 
                - 
                Bu katliamda Haçlilar 60.000 TUrk erke~inin
kafalarini keserek kafalarından kule yapmışlar,kadın ve kızları da Bizanslılara
köle olarak satmışlardır. Çorum’da bulunan UIu Mezarın bir adı da Doruk
Mezar olarak bir sebepten bu güne kadar yaşlılar tarafından anılmatadır.
                
                
 
                - 
                Evliya Çelebi,Seyahatnamesinde Erzurum’dan
gelirken Çorum’a uğradığını yazar Kitabında 
                 
 
                - 
                “Şehrin Kıble tarafında celali şerrinden emin
olmak içincahar (dört) köşe bir kaleyi rağnası vardır Amma küçüktür. Bir kapısı
vardır. Dizdarı (Kale Kumandanı) neferatj (erleri) müstefi cephanesi ve birkaç
hanesi ..‘ diye bahsetmektedir.”
                
                
 
                - 
                1320 Hicri Ankara Salnamesinde de çorum Kalesi için:
                
                
 
                - 
                “Çorum emsari kadimesinden olup kasabanın
ciheti cenubiyyesinde ve muhtalif mahallinde atikye sun’i bir kalesi ve
kalenin içinde 20 haneden müteşekkil mahallesi vardır” denilmektedir.
                
                
 
                - 
                Rıfat Arıncı Çorumlu Dergisinde kaleden bahsederken:
                
                
 
                - 
                Kaleyi Danişmendiler yeniden yaptığını” tahmin
ettiğini söyler.  
 
                - 
                Bu verdiğimiz kısa bilgilerden sonra,Çorum’da
kalenin bulunduğu yer zamanla kale dışına taşarak bu günkü zamana kadar devamlı
gelişen, şehrimizin halen büyük mahallelerinden birisi durumundadır.
                
                
 
               
              YIL 1 SAYI 9   25 Haziran 1999  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - ÇAL ÇOBAN ÇAL
 
                
                -             Değerli okurlar !
 
                -             Biz ne yapıyoruz .  İğne  ile  kuyu mu 
                kazıyoruz. Yoksa,yoksa kabuk bağlamış bir yaranın üzerini mi 
                açıyoruz ?
 
                -             24.07.1999 tarihinde sayın Ekrem SOLAK’ın 
                çağrısına uyarak “Kırkdilim” kö yündeyiz. Konuk olduğumuz evden 
                “Gölünyazı” çevresine açılıyoruz.
 
                -             Feruz köyü,Taşpınar köyü yanımızda “Eymir”  ve 
                Harmancık köyü karşımızda, Kö-se Dağı,Alagöz ve “Çorumlu” 
                yaylası az ötemizde;geçmişte yüreklere ok gibi işleyen,bir fiğan 
                ve I. Murad’ın oğlu Yıldırım Beyazıt oğlu Ertuğrul gazi’yi 
                nerede hangi savaşta kaybetti. Mezarına  bir  taş  dikilmişmi 
                 Bu sorunun  cevabını aramak için değerli yöre bilimcisi Ekrem 
                SOLAK’ın bilgilerine başvurduk.Bu başvuruşta bu yörenin aşığı 
                emekli ormancı’nın Çorum’da hatta İstanbul’da yaşamasına  hiç  
                bir  engel  yok. Ama” Koca Ekrem” doğa  diyor, köyüm diyor 
                Kırkdilim’de yaşıyor.
 
                -             Tarihte çok kıt bilgilerle geçen “Kırkdilim 
                Savaşı” için bildiklerini sorduk tam bir canlı tarih,Gerçek bir 
                çevre bilimcisi sayın Solak.  
 
                -             Ekibimizin kamera çekimini üstlenen Elvan 
                EKER,hobi ortağım; ”ÇORUMLU 2000 Dergisi’nin sahibi Mahmut Selim 
                GÜSEL,Ekrem SOLAK ve ben,Ertuğrul’un mezarının işaretlendiği 
                tepeye çıktık. Türk insanı mezarlarını hep yüksek tepelere kor. 
                Gönlünce yüceliklere doyar.
 
                -             Ertuğrul Gazi’nin mezarıda Kartalların yuva 
                yapmadığı Kırkdilim kayalıklarını,güzel ördeklerin yüzdüğü 
                Gölyazı’yı kucaklamış. Böylece Ertuğrul Gazi’nin yattığı mekanı 
                kucaklamak bizlere nasip oldu. Azı çoğu,eğrisi ve doğrusuyla 
                tarih bilimcilere sığındık.
 
                -             I.Murad’ın torunu Ertuğrul’un bu yerde şehit 
                oluşunu,ayrıntıları ile aktaran Sayın Ekrem SOLAK’ı dergi adına 
                bu bilgileri adına kutlamak isterim.
 
                -             Yıldırım Beyazıt Osmanlı Beyliklerini 
                birleştiren komutan olarak tarihteki yerini al-mıştır 1381-1389 
                yıllarında bu yörenin Ertana. 
 
                - Beyi Kadı Burhaneddin’in idaresindedir. Burada yapılan 
                savaşta;Burhaneddin üstün ge-lerek  Aydın  Sancak  Beyi olan 
                Yıldırım oğlu Ertuğrul bu savaşta şehit olur.
 
                -             Bir komutan düşünün; Çubuk’ta Timur’a yenilmiş,Kırkdilim’de 
                oğlunu kaybetmiş ve başlığımızdaki söylenceye dönecek olursak 
                bir de Timur’un zafer nüktesi. “Bu dünya benim gibi topala,senin 
                gibi köremi kaldı” der. Iyi muamele yapılmasına bile 
                hazmedemez.bir kırda kaval çalan çoban görürnce Beyazıt ” Çal  
                çoban ne Ertuğrul gibi Oğlun öldü,ne sivas gibi bir kalen 
                alındı” der. Söylenceye göre, parmağındaki yüzüğün içindeki 
                zehiri yalar.
 
               
              
              
                
              
                -             Gelelim ayazı iliklere işleyen Eymir Gölü’nün 
                yani Gölyazı’nın öyküsüne:
 
                -             Yıllardır dillerden düşmeyen bir öykü,bu 
                toprakların sevdalısı Ekrem bey şöyle dedi:Bu yörede her yönüyle 
                sevilen Mehemmed bey pusuya düşürüldükten sonra ölür. Ardından 
                şu ağıt yakılır.
 
                -             El yazıya el yazıya
 
                -             Duman çökmüş göl yazıya
 
                -             Kurban olam,kurban olam
 
                -             Beşikte yatan kuzuya
 
                -  
 
                -             El veriyor,el veriyor
 
                -             Orta direk yel veriyor
 
                -             Açtım baktım yorganını
 
                -             Mehemmedim can veriyor.
 
                -  
 
                -             Dedik de bu öyküyü böylece tamamlamaya çalıştık. 
                Gönlünüzce bir evren dilerim sevgili okuyucularım.           
                
                
 
               
              YIL 2 SAYI 13   25 Ocak 
                2000  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          08  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - ÇORUM'DA PİRLER ve PİR BABA 
                  
 
                
                -             Karakoyunlular tarihte 14. Yüzyılda görünürler. 
                Erzurum ve Musul ikametgâhlarıdır. Doğu Anadolu'da Devlet kuran 
                Türkmen kabilesidir. Bu arada totemlerinin koyun olmasından 
                Karakoyunlu adı bundan gelir. Bu kabile Denizhan kolundandır. 
                Hükümdarları Cihan Şahtır. İlk reisleri Bayram Hocadır. 1392 ye 
                kadar Pir Hasan Karakoyunların padişahlık yap-mıştır. (1)  
 
                -             Çorum'dan Merzifon'a uzanan geçmişteki pirler, 
                Alaca'da bundan nasibini almış, almasına fakat bugün bu konuyla 
                ilgili bir eylem yapılmamış. Hatta bu çamlığın adı nereden 
                geliyor diye merak eden bile olmazken bu çamlığı belediye 
                encümen üyesi iken ihya eden, Sayın Cavit Kolağası Çorum'un en 
                güzide parkı haline getirmiştir burasını. Bizde kimmiş, neymiş 
                diye bu konuya eğildik.  Eğildikçe tarihin derinliklerine indik. 
                Tarihin Mursallılarını tanıdık. Rahmetli Eşref Ertekin'in bana 
                verdiği 1890 tarihli harita, bize Çorum'u tanımaya en büyük 
                rehber oldu. Pir Sultan Abdal, Pir Baba dergahında 13 yıl eği 
                tim görmüş, fetih örgütlerine katılmış, sonra yine Çorum'da 
                ya-şarken Pir postuna vekillikle görevlendirilmiş. Sonuçta da 
                çırağı Hızır Paşa tarafından Sivas'ta asılmış.
 
                -               
                Pir sözcüğünü açarsak, müritlerini koruyan ( Arif- i Billah ) 
                dır.
 
                -               
                 Merzifon'da da bir mahalle bir makam tespit ettik. Çorum'daki 
                1963 tarihli kadastro haritasında burası mezarlık yeridir. 
                Mülkiyeti ise Terlemez ailesinde  iken belediye istimlak etmiş 
                yine Tapu Müdürü İbrahim Demirci'nin şahsi arşivindeki 1891 
                baskılı harita da Pir Baba makamı belirlenmiş. Durmuş Çevikgeday 
                ın evine yakın olan bir tekke olduğu mahal-lenin yaşlıları 
                tarafından beyan edildi.  
 
                -  
 
                - " Yine gırcılandı dağların seli,
 
                -    Kış tutmuş iniler küre'nin beli “
 
                -  
 
                -  Alaca' ya kadar uzandığımızda Bahattin Mamalıoğlu bize şu 
                bilgiyi verdi. " Prof. Zü-beyr Hamit Koşay bu konuyu incelemek 
                için evimde misafir oldu. İmam Zeynel Abidin'in 7.  
 
                -  
 
                - Soyu Pir Mehmet Dede' de burada yatmak-tadır. Bizde İmam 
                Rıza'lıyız 86 yaşındayım bu Gerçeği artık açıklamalıyım. Pir 
                Sultan'ın oğlu  Pir Ali'nin'de azda olsa bu ellerde 
                yaşadığısöylenir. Hatta Pir Ali'nin şu dörtlüğü ağızdan ağza 
                günümüze kadar taşınmıştır.  
 
                -  
 
                -             “Pir Ali der mehdi, ciğer yanığı
                 
 
                - Kırmızıdır donu, yeşil sancağı
                 
 
                - Düzelim koşalım bahçeyi bağı
                 
 
                - Zalimler oradan sürülse gerekdese”              
                 
 
                -  
 
                - de yine yörenin geçmişteki ünlü ozanın Pir Yakub'un 13 
                beyitlik bir şiirini sadece şah beyidini alırsak;
 
                -            
                 
 
                -             “Pir Yakub'um eydür esrefi kerim,
 
                -             Koca rahman sana doğru bakarım,
 
                -             Küstah oğlan sular gibi akarım,
 
                - Turaba hizmeti kulda bir zaman.”
 
                -            
                 
 
                - Pir babanın Zeynal Abidin soyundan geldiğine göre Hz. Veysel 
                Karani evladındandır.
 
                -             1255 tarihinde Ali izzet tarafından 
                ha-zırlanarak "Teskere-i Makamat" adı ile matbu olarak basılmış 
                ve M. Selim Gürsel tarafından orijinali,okunuşu ve bu günkü 
                anlamı ile Gürsel Yayınevi tarafından neşredilen "Çorum'da Yatan 
                Meşhur Yatırlar Teskere-i Makamat Ali İzzet" adlı çalışmasının 
                85. Sayfasında:
 
                -              "Zeynelabidin vakfesinde  görüldüğü  kadar  
                hazret, Veysel  Karani evlâtlarından  olup, şehrin  kuzey 
                kesiminde  Samsun  caddesi üzerinde bulunan kabristanda ahşabdan 
                türbede yatmaktadır. Hayatta  iken  ve vefatın-dan sona 
                hizmetinde  bulunan  Piri  baba   vefaatından sonra yanına   
                defnedilmiştir. Haylice  vakıf malları vardır . Halen  
                mütevelli   tarafından bedelle  idare olunur. Türbesi musalla  
                taşı ve Cuma namazı kılınması için  müsaadesi vardır. 
                Ziyaretğahdır. Çoğunlukla  baş ağrısı çekenler   ziyaret   
                ederlerse  şifa buldukları denenmiştir." bu bilgi 
                bulun-maktadır.
 
                -             Diğer söylenceler; Sayın Dr. Rıfat Patır "Pir 
                Baba çamlılığı daha önce mezarlıktı. Belediye başkanı Baha 
                Çorbacıoğlu bu mezarlığı kaldırdı. Yerine çam dikti. Daha sonra  
                çay ocağı açtı.”
 
                -  
 
                - (1) Büyük İslâm Ans. Sh.441-482
 
               
              YIL 3 SAYI 19   
                25 Temmuz 2000  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          09  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - ÇORUM ve PİR SULTAN
 
                
                - 
                 
 
                -              
                Yadsınacak bir başlık. Doğduğu yer Sivas ba
naz, bu bir gerçek. Ya feyz
aldığı tekke neresi? İlimizi araştırdıkça              bir  kültür 
hazinesi çıkıyor karşımıza. Pir Sultanların öğrenim gördüğü nice bilim
adamlarına öğreti  veren,
yetiştiren,çiğleri pişiren ilimizde Pir Sultan’ ın  da 
izine rastlanmaktadır. Pir Sultan on beş yaşına gelince sazı omzunda  gurbete 
çıkmış. Çorum'daki dergahta 
eğitim görmüş, daha sonra fütüvvet
örgütüne  girip  sipahi 
olmuş.  
 
                -             
                Osmanlı  ordusunda  Belgrad  seferine katılmış. Budin
kalesinin alınışını görmüş, seferden 
sonra  Çorum'a dönmüş, yeniden
dergaha girmiş.  Daha sonra  Pir 
Postuna vekillikle görevlendirilmiştir.<1>
 
                -               Ustaların  ustası 
Pirlerin  Piri Çorum'daki (Pir
Baba)'dan  el  almış 
ünü  Mursallılardan,
dalga dalga Anadolu'ya  yayılmıştır.  
                
 
                -             
                Bu
verileri değerlendirirsek özünde  yurt
sevgisi, kahramanlık,çevresinin sorunlarını baş 
tacı eden,sazında, gönlünde insan sevgisi ağır basan bir ozandır.
Araştırmalar  Pir  Sultan'ın 
katı  bir tekke şairi olmadığını
gösteriyor. Tersine halkının derdiyle 
dertlenen, dirlik ve düzenliğine 
baş koyan bir ozan  karşımıza  çıkıyor. Aşağıdaki  örnek 
dizeler Şah tutkusu değil,başlı başına Anadolu kokuyor:
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Özü öze bağlayalım
 
                -             
                Sular
gibi çağlayalım"....
 
                - 
                 
 
                - 
                             "Bir güzelin aşıyım ağalar
 
                -             
                Onun için
taşa tutar el beni"....
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Ben bu derdin hangisine
yanayım
 
                -             
                Yine
tazelendi yürek yarası"....
 
                - 
                 
 
                -             
                Onda  şah özlemi arayanlar, ağır vergileri, karayazıcıları,
açlığı, kıtlığı görmeyen,kurtarıcı aradığını göz  ardı 
edip, şah  tutkusu  aramışlardır. Başlangıçta bazı  yazarlar şah tutkusu ile yönlendirilmiştir.
Her yazar  aynı  şeyi aramıştır.1534'den imamlık payesini alan   Farsça hükmüne devleti bağlayan Şah
İsmail,şeriatı  uyguladı. Kızılbaşlık, Şii,Ulema
tarafından  tasviye
edildi.  
 
                -             
                Şeriatçılığa geçildi, <2> örnekler
verirsek:
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                " Hızır Paşa'da ahım var
 
                -             
                Benim bir
tek Allahım var" ....
 
                - 
                 
 
                -             
                dizelerini neden sıralıyor? 
Açlığın,yokluğun bitmesini şahta arasa idi:  
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Durulur  gam yeme divane gönül" ....
 
                - 
                 
 
                -             
                diyecek
kadar iyimserleşir miydi?
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "İçim oyuk,derdim büyük
 
                -             
                Ben onun
için inlerim"....
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                Can pazarı bu. İdam sehpası Şah'ı
da aratır,Urum illeri de.
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Yare salem
söyle Urum illeri."....
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                Urum  illerinden 
de  imdat  bekliyor. 
Vatana  ne denli bağlıydı? Ne idi
iniltisi?  
 
                - 
                 
 
                - 
                             "Gurbet elde yadellerin
kahrını
 
                -             
                Çekeyim
de eğleneyim bir zaman."....
 
                -             
                Yazarlarımız  neden  bu ağıtlara eğilmedi? Bugün bile yüreği
parçalayacak ağıtlar.
 
                -             
                <1>(P.S.A.  A. Köklügiller
s.17)
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                “Yürü bre yalan dünya
                 
 
                -             
                Yalan
dünya  değilmisin
 
                -             
                Hasan ile
Hüseyin'i
 
                -             
                Alan
dünya değilmisin?"....  
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                Bu ağıtla mı Şah'a?
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Yine gırcılandı
dağların Salı
 
                -             
                Kış
tutmuş iniler Küre'nin beli"....
 
                - 
                 
 
                -             
                Küre  beli 
amansız. (Pir Sultan Abdal Çorum' un yol vermez bir  belinde 
küre kaynatmış, bu köye o günden bu 
güne  Küre  köyü  
                
 
                -             
                denir.)  
 
                -             
                Hatap boğazının ayazımı 
işledi  iliklerine ? Çorum
illerinde mahsur mu kaldı ? Kırıkkale'deki 
Hasan Dededen yardım istiyor:
 
                - 
                 
 
                -             
                "Hasan Dede Yürük kulu nerdesin?" ....
 
                -             
                diyor.
Karamsarlaşıyor. Hızır Paşa katline ferman deyince:
 
                - 
                 
 
                -             
                "Kalsın benim davam divana kalsın" ....
 
                -             
                Dizelerini  sıralıyor. Doğayı, inancını, insanı,
yurdunu,  toprağını nasıl oluyor da
bırakıp,ağıtlarında şah diyor.  Bu şah Hz. Ali'mi , Kerbela   şehidi 
Hüseyin mi , Halk mı yoksa, İran Şahı mı ?  Bu aydınlanmalı. Çalakalem Safevi hükümdarına Şah denilmemelidir.  
 
                -             
                Darağacı
denize düşene,tutanak dal mı artıyor?
 
                - 
                 
 
                -             
                "Ankara'dan çıktım  sabah
namazı"....
 
                -             
                diyen dil
mi başka?
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Alınmış abdestim
aldırırlarsa
 
                -             
                Kılınmış
namazın kıldırırlarsa
 
                -             
                Sizde şah
diyeni öldürürlerse
 
                -             
                Ben de bu
yayladan şaha giderim"....
 
                - 
                 
 
                -             
                demesinde
Hızır Paşanın hiç mi etkisi yok?
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Yürü bre Hızır Paşa
 
                -             
                Seninde
çarkın kırılır
 
                -             
                Güvendiğin Padişahın
 
                -             
                O da bir
gün devrilir."....
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Hangi dinden isen ona
tapayım" ....
 
                - 
                 
 
                -             
                gereğini
duymaması,idam sehpasından bile kurtuluş aramamasıdır.  
 
                - 
                 
 
                - 
                            
                "Niye geldin derler Urum
                 Sefuru
 
                -             
                Urum'dan günahı kazandım geldim."....
 
                - 
                 
 
                -             
                Avrupa'ya
islâmı yaymak için tekkeler kurmamış ki ? Bugün
ki   Bulgar,Yunan,Rumen,Arnavut,  
 
                -             
                Yugoslav
topraklarındaki   Türkler Onu idamdan
kurtardı mı? Yoksa Sivas meydanında asılı kalan boş  bir 
aba mıydı ?  
 
                -             
                Halkın
gönlündeki  hangi  Pir Sultan mezarına varsanız  burada 
derler. Bu  gizem bugün bile
aydınlanmamıştır.
 
                -             
                "Dayanılmaz felek çarkı katına
 
               
            
Varın
haber verin ev külfetine 
            
Çıkıp,ele
karşı ağlamasınlar.".... 
  
           
Pir   Sultanı yalnızca Şah hayranlığı açısından 
incelemek, tek 
kalıpçılık olur. Büyük ozan sığmıyor  bu kalıba. 
Şiirlerindeki Allah,Peygamber,Ali ve insan sevgisi sele katar Pir
Sultan'ı  " Gelin canlar bir  olalım".... 
 YIL 
1 SAYI 2   25 -Ağustos 1998 
               | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          10  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - ÇORUM'DA  ADI  BÜYÜK  KENDİ 
YAZILMIŞ  FAKAT  AZ  BİLİNEN  BİR  TARİH. ZEYTİN 
DERESİ  HAKKINDA  BİR  ARAŞTIRMA  ANISI
 
                
                - 
                Sayın Mahmut Selim
Gürsel,Kütüphane Müdür  Yardımcısı. Bir gün yanına uğradım, biraz
oturduktan sonra:  
 
                - 
                -Ben  Zeytin 
deresine  gideceğim  ama yol yok,bel yok.Dediğimde:  
                
 
                - 
                -Olur , hocam ertesi gün
gidelim, gideriz dedi. Ertesi gün için sözleştik.  
 
                - 
                Ben  Müslüm  Tunaboylu,eski Hitit
Televizyonunun kameramanı Aslan Örken ile Selim
in  arabayla  düştük yola. Kamera ile yol güzergâhlarını Kırkdilim yolunu,kapatılan tünelin önü nü 
çekerek  Osmancığ'a  vardık . (Bu çekimler
O günkü Hitit televizyonunda birkaç kere gösterildi.) Kaymakam Beyi ziyaret
ettik,bilgi sorduk. Kaymakam bey:  
 
                - 
                -Bir  meclis 
üyemiz  şimdi gelir. Kendisi oralı size rehberlik yapar dedi.  
                
 
                - 
                Düştük  Osmancık-Kamil
yoluna. Yol virajlı  ama çam kokulu ormanı bu sıkıntıyı göremedik
bile.  Yolda Baltacı Mehmet Paşanın köyü. 36  parça imiş dolaşmak
günleri alır. Bir saat kadar  sonra  girdik  Zeytin Deresine
ki,yol iz hak  getire. Dere  nüfusla dolmuş köyler, köylüler. Bir
cami önünde  eki  çağa ait toprak büyük bir küp.(Bilmem şimdi durur
mu ?) öz Türkçe konuşan insanlar.  
 
                - 
                Koca  Kayası (Avlağı) 'nı sorduk. Köylüler  çamurdan,kardan çıkamazsınız
dediler.Yazın  gelmemizi önerdilerse de nasip olup oralara bir daha gitmek
nasip olmadı.Halkı dinlemek için bir ilköğretim okulunun oturduğu alan
dikkatimizi çekti,burasının eski bir ismi yada  muhitinin ismi var mı diye
sorduk ? Burasının  adının eskiden  kışla  olduğunu öğrenince
her şey çözülür gibi oldu. Kaynaklarda rastladığım,Osmancık Zeytin 
Deresi, Kızılmese ve Göl olarak geçmektedir. 
Buralarda  bazı  isimler de geçmekteydi ki;
Kınık Aşireti,Esenli ve Karalı oymakları isimleri geçmektedir. 
Karalı oymağı Soruk Beyin adını bu  bölgede bir
köye verilmiş. Türkmen ailelerinin çoğu Çelebi Mehmet tarafından ortadan
kaldırılmış idi. Geri kalanlar zaman zaman yağmalama
hareketlerinde ve olumsuz işlerde bulunuyorlardı.  
 
                - 
                Koca  Kaya 
hakimi  Haydar bey,Yorgüç Paşa  ile 
savaşma ihtimalini düşünerek kalesine iki - üç yıl yetecek erzak doldurmuş.
                 
                
 
                - 
                Yörgüç Paşa) çadır kurup iki yıl
kuşattılar muvaffak olamayınca, Haydar  Beyin  ambarcısını  elde
ederek ambarı yaktırmaya muvaffak olmuş. Yıl 1426 . (Amasya  Tarihi 
H. Hüsamettin: Şimdiki Merzifon'un yaslandığı dağda Tavşanoğlu
Umur Bey hakimdir. (Bu dağın adı sonradan Tavşan Dağı adını almıştır) Haydar
Beyin Kardeşi Tavşanoğ lu
Umur Beydir. Bu iki saltanat birlikte yıkılmıştır. Çevrede eskiden Türkmen aile
oymakları yaşamakta ve çevre illerde de Çorum,Amasya,Tokat,Sivas yörelerinde
çeşitli ufak kale beylikleri ve  yerleşik  düzen  olmayan  Tavşanoğlu Yörük taifesinden,Babailer Kızıl Kocalılar, Kızılcallar.   Çorum, Amasya, Tokat,Sivas
yörelerindeki bu beylikler tek tek toplanıp
katledilmiş, kalanları da   Trakya  ve  Balkanlara 
sürülmüştür. Bunlar  Atatürk'ün soyudur. (Ş.Süreyya Aydemir:Tek Adam,Sayfa
3,Sayfa 42,Sayfa 409 ---Hüseyin Şehercioğlu:Atatürk'ün
soy kütüğü ve Sülalesi----Baki Öz :Alevi ve Bektaşiler Sayfa 10)---
Mahmut  Selim  Gürsel Çorum 1997 adlı çalışmasında olayı şöyle
yansıtır:
 
                - 
                ZEYTİN DERESİ KOCA
KALESİ'NİN FETHİ  
 
                - 
                1426 tarihinde
Osmancık  Zeytin  Nahiyesinde bulunan  Koca Kayası adında
müstahkem bir kale bulunuyordu. Kalenin hakimi Haydar Bey adında yaşlı bir
kimse idi. Haydar Bey' in Kasım adında  bir  oğlu varsa da bu oğlunun
mevcudiyetini   herkesten  saklar  duyurmazdı. Saklamasının
sebebi   ise, çevre beyliklere sık sık oğlu
ile hediyeler yollar, bu hediye yolladığı beyler  tarafından oğlunun esir
edilerek kalenin  teslimine  zorlanma   korkusu 
taşırdı.   Haydar Bey kale halkı ve askeri için bir kuşatma 
halinde yıllarca yetecek kadar  erzak bulundururdu. Yörgüç 
Paşa bu durumu bildiği için kalenin kuşatılma ile alınmasının imkansızlığını
biliyordu. Haydar  Bey'in  Tayfur adında çok güvendiği adamını 
hediye vaatlarla  elde ederek bu ambarın 
yakılmasını  sağladı. Ambarın  yakılması sonucunda  Yörgüç  Paşa gelerek kaleyi teslim aldı.  Haydar
Bey ve oğlu Kasım Bey'i  padişaha yolladı. Sultan her ikisini de iyi
karşılayarak ikram ve  ihsanlarda  bulunup  tımar 
tayin  etti. Bunlarda  ölünceye kadar Osmanlıların hizmetinde kaldılar.<1>
                
 
                - 
                <1>Mütercim Başı
Tarihi,Mütercim Başı Ahmed Dede.  
                
 
               
              YIL 1 SAYI 5   25 Kasım 
                1998  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         11  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                -             Dodurgalılar, Oğuzların Kayı boyun-dandırlar. 
                Yurt dışında da tarih sahnesinde görünürlerken ilimizin bugünkü 
                idari taksimatı dahilinde, Alaca'nın çevresindeki sekiz Köyü 
                içine alan bir yerleşim bölgesinin tarihindeki adı Karahisar ( 
                Timurlu ) idi. Bu bölgeden 1276 yıllarında Hacılar Hanından, 
                Sinop'a Alaca Çayında Kabil ve Simala yerleşim bölgelerinden 
                Amasya ve Canik'e varan büyük bir şehirdir.  
 
                -             Selçuklu Sultanı, II. Gıyasettin Moğollu Baycu 
                Noyan'a 1243 yılında yenilince Anadolu başsız kaldı. Bu kargaşa 
                döneminde, şimdiki Alaca yakınındaki Karahisar Bey'i Hüsamettin 
                Çove Osmancığ'ı ele geçirdi. Kendi soyu olan Doduroğullarını 
                şimdiki Dodurga Kasabasına yerleştirdi. Kendisini susuzluk 
                nedeniyle az ötedeki türbenin yerine yerleştiyse de kavimleri 
                orada kaldı. Bugünkü araştırmalarımızda da izledik ki halk ona 
                saygınlığını hâlâ göstermektedir. Kasaba dışında ki Hüsem Dede 
                evlatlarından Hüseyin Karabatak'ı mekanında ziyaret ettik. Büyük 
                bir özveri ile bu tekkeyi sahiplenip koruduğunu izledik.      
 
                -             Tarihçi İbnbibi'nin kayıtlarına göre 
                Türkmenlerden Çoban Bey, Oğuzların Kayı Boyundandır. Aynı 
                kanaati Yazıcıoğlu Ali'de doğruluyor. ( T. Tarihi s.180 ) 
                Hüsamettin Çoban Bey'in XII. asırda ve daha önceki dönem-lerdeki 
                yaşamını Yazıcıoğlu Ali kayıtlara geçmiştir. Timurtaş'ın oğlu 
                Çoban Şeyh Hasan Eratna topraklarındaki ( Doğu Karahisar'ı ) ele 
                geçirmiştir. Bu Zat Hüsamettin Alp Yürüğün oğludur. Çoban Bey 
                Kastamonu Valiliği de yapmıştır. ( Anadolu'da Türkler CAHEN s.30 
                  
 
                -             1271'de Muinuddin Pervanenin oğullarının biri 
                tarafından yönetilen bu çevreyi onun oğlu Mehmet Bey 1295 
                yılında bu yöreyi yeniden feht etmiştir. Aynı eyaletin hudutları 
                içinde bulunan Osmancık ise 1271'de Selçuklu-Moğol topraklarının 
                arasındaydı. Bu dönemde Moğolları Türkleştiren ve İslâmlaştıran 
                Hacı Bektaş Veli'nin IV. halifelerinden Karadonlu Can Baba, 
                Sivas Divriği Onerli Köyünde tahtını kurup, Avuçanlı ocağının 
                etkinliğini VII. il dahil bizim Karaören ( Oğuzlar)kasabasında 
                hakka yürümüştür.( 1290)
 
                -               Fahrettin Ali Osmancık'ta geçici olarak 
                tutuklu bulunmuştur. Bu nedenle Hüsamettin Alp Yürük, 
                Muzafereddin Yavlak  Aslan  ve  de Hüsamettin Mahmut. 
                Osmancık'ta sınırlı bir güç ortaya koymuştur.
 
                -             1402- 1413 yıllarına gelince bu yöredeI.Mehmet'in 
                veziri, Osmancıklı İmamzade Halil Paşa hüküm sürüyordu. İsmail 
                Hakkı Uzun Çarşılı Bayat, Çapan ve Ceritlerle ilgisine 
                araştırmışsala geniş bir kaynağa sahip olamadık ( Milli Kültür 
                1990 s.49 ) Bu arada Ahmet Vefik Paşa zamanında bir ferman 
                yayımlamış Alevilerin 34 adet kitap gerektiğini bunu da Casus 
                Karayakup'un bildirdiğini Çorum Kadısından önemle istemiştir. 
                Bundan dolayı halk zamanın Üniversitesinin işlevini yapan 
                tekkelerden kitapları yok ederek canını kurtarmıştır.
 
                -             1331 yıllarında Osmancığ'ın adına Sarhun-Sorgun 
                deniyordu. Sencer Bey Osman Bey'in amcazadesidir. ( Çorum. Der. 
                s.454 ) Doç. Bedri Noyan 'ın tesbitlerine göre Bayateli 
                Türkmenleri Fuzuli, Yunus Emre gibi şairleri yetiştirdiğine 
                göre, Bayatbey'i Hüsem Dede Şair dersek yanlış yapmış olmayız. 
                Antep'den gelen Barak Türkmenleri kasabamızda da vardır. Bunlar 
                Yunus Emre soyu baraklılardır.  
 
                -              1276 yıllarında lağvedilen Karahisar'a bağımlı 
                olan Hüsem Dede'nin yaşamı da giz-eme bürünmüştür. 
                Dodurgalıların başka bu yörelerde, 1177 yılında Osmancık 
                Kalesinin Osman Gaziye verildiği bilinmektedir. İki Türk-men 
                Beyi çatışması ( Yörgüç Paşa - Haydar Bey ) bu yöre Türklerinin 
                yaşamını allak bullak etmiştir. Hüsamettin Oğuzların Kayı bo-yundandır. 
                ( Osm. Tar. T.T.K s.23 dipnot ) Pasinler Sürmeli çukurundan 
                Anadolu'ya, Kayıları, Moğolları dağıttı denmektedir.
 
                -              Bu kayı Türkmen'i Hüsemdede'nin yurdu, her 
                inanca mensup insanlarca, akıl hastalığı için ziyaret edilip 
                şifa aranmaktadır.
 
               
              YIL 3 SAYI 18   
                25 Haziran 2000  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          12  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              | 
               
              DOYUMSUZLUK 
              
               
              Doyumsuzluk bilirmisin sen... 
              Uyurken, yıldızlar taşıtın oldu mu ?... 
              Çakır dikenleri kirpiklerinmiydi. ?... 
              Denize baktığın zaman, orman görüntünmüydü ?... 
              Moda evlerinin makasımıydın ?... 
              Karanlıklara perde gerip; güneşi durdurdun mu? 
               
              Nükleer silahlardan, apollo on dan, 
              Daha güçlü şiir dünyasının yolcusumuydun ? 
              Tüm meydanlarda, başı dönenler, 
              En güçlü aşk mektubu yazanlar, 
              Senin dünyanımı yaşıyorlardı ?... 
              Güneşi denizin fırçasıylamı boyadın ?.. 
              Kuşadasında gözlerimi alıp, 
              Denizi, ayla kucaklaştırdın mı? 
              Karahasanlar mağarasında: 
              Aslanla yılanı boğuşturan ilahmıydın ? 
              Beleni, Soğukoluk'u mu düzenledin ? 
              Şairlik künyemimi onayladın ?.... 
               
              Bana şiir mi yaz dedin, 
              Gönül uzayının, kozmonotumuyum ? 
              Tarsus parkında portakal mı kalbim ? 
              Büzebilirmisin; dilim dilim ayrılır mı? 
              Adana, cayır cayır, hiç ölçtün mü ateşimi ?... 
               
              Güneş battı batacak ; 
              Parkın o köşesindeki çiftlerin girdin mi?  
              Dünyasına,Antalya yörelerinin  
              Belkıs taşıtları,İsmini senden mi aldı ? 
              Kadifeden Karşıyakayı' mı kucaklıyorsun ? 
              Uludağ'da suskunmusun ? 
              Çatlak yarıklara: Siyim siyim akıyormusun?... 
              Gözlerin araba farı üzerimde. 
              Güneşi postaladın karanlıklara ?... 
              Entarini akgünler makaslıyor mu? 
              Kalbini uzay kadar açabilirmisin sen ?.... 
              Karanlık evreni geçebilrmisin sen.  
              3 Mart 1973 
               YIL 2 SAYI 14   25 Şubat 2000  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          13  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - DÜNDEN BUGÜNE  AĞITLARIN ANADOLU'SU
 
                
                -             Asır 16. yüzyıl. Sivas,Kasaba Yıldızeli. Köy 
                Bağnaz. Yıldız Dağının üstünde karabulutların 
                dolaştığı,açlık,savaş,iç isyanların dorukta olduğu günlerde 
                Bağnaz'da bir çocuk dünyaya geldi. Yıl 1470. adını Haydar 
                koydular. Her köy çocuğu gibi kuzu güder,oğlak güder. Güder de 
                bir gök bilimcidir sanki. Dağa,taşa,gökte uçan kuşa karışır. 
                Dağda uyuyup sabahlar,in cin olmayan Yıldız Dağı kendisi ile 
                konuşur. Sanki kayalardan yankılanan sesler uyan der.
 
                -             Bir gün ustasını aramak için alır sazını 
                omzuna,çıkar gurbete. O dar yolu Çorum dergahındaki Mursaloğlu 
                Pir Baba Dergahına on dört yıl eğitim görerek Koca Haydar adını 
                Pir Postişinini Pir Sultan adına dönüştürdü. Yani Pirsultan 
                adını Çorum'daki Pir Baba vermiştir. Artık ünü çevreyi taşar. 
                Merzifon'da adına bir mahalle kurulur. Hüseyinabat (Alaca) 
                karargahı  haline gelir.  
 
                -             Bir gün Hüseyingazi'ye ulaşmak için yola çıkar. 
                Yola çıkar amma,kışın zemherisi. Küre belinden Hüseyingazi ve 
                Hasandede'ye sesleniyor:
 
                -  
 
                - “Yine gıcırdadı dağların Salı,
 
                - Kış tutmuş iniler Küre'nin beli,
 
                - Dermanın çektiğim Bektaşi Veli
 
                - Görmedim pirimi dertliyim dertli”
 
                -  
 
                -             Küre belinde borana tutulmuş. En yakın köye 
                sığınmak zorunda kalmış. Böylece bu köyün adı Küre denilmiş.
 
                -             Yine:
 
                -  
 
                - “Pir Sultanın ahuzarda dardasın,
 
                - Hasandede,yürük kulu nerdesin”
 
                -  
 
                -             Deyişiyle,Keskin'de ki Hasandede den yardım 
                ister.
 
                -             Ünü artık çevreye sığmadığı bir zamanda döner 
                baba evine.
 
                -             Pir Sultan Abtal'ın hayatına bir nokta koyalım. 
                Bu günlere dönelim:
 
                -             Bin dokuz yüz ellili yılların başında Türkiye 
                kapalı ekonomiden,açık ekonomiye  
 
                - geçti ve kırsallardan kentlere yoğun bir yığılma oldu. 
                Böylece yaşam biçimi değişen halk ferdi aile sistemine uyma 
                zorunda kaldı. Kültür ve ekonomisini değişti. Herkes şehre 
                gitmeye özendi. Arpalığını,malını,davarını satıp gecekonduları 
                yurt edindiler. Altyapı,elektrik,su ne ki ? Şehirli olduk ya ! 
                Yarış babam yarış,yoklukları var etmeye,lüksü gördükçe daha 
                lüksüne kavuşmak için çabalamaya. Bu yarışta bütçemiz altüst 
                oldu. Kırk paramız olmazsa da;koltuk takımımız şu 
                renkte,perdemiz bu renkte,falancanın taksisi var,ben ondan 
                aşağımı kalacağım. Para,pul yok amma,sahtekarlık ve 
                dolandırıcılık oldu mecburiyet sayılan malları almak için. Bu 
                işler en yakınlarından başladılar icraatlarına,sonra yakın 
                çevreler, bu değişiklik öze işler. Hani o köydeki 
                değerlerin,borç ve alacak hesaplarının mark ve dolara 
                indekslenmesine ne demeli ?
 
                -             1956 dan bu güne tanıdığım bir ağaya çarşıda 
                rastladım. Onu görünce sevindim.  Ayak üstü muhabbetten sonra 
                gel bir yere oturalım,bir şeyler içelim dedim. Epey ısrar 
                ettikten sonra bir kahvehaneye oturduk. Kendisine takılayım 
                dedim. Ağa o naz neydi ? Biz birbirimizi yıllar önceden 
                tanıyoruz dedim. Huca (öğretmen) açtırma kutuyu,söyletme kutuyu 
                diye bi söz va ya. O bildiğin hanemde,ben kendimi kral 
                sanıyordum. Eş dost beni adam yerine koyup kapımı çalıyordu. 
                Geldik şara (şehre) dağıldı hortanam,hasret kaldım yüzlerine. 
                Sabah oluyor, kahvaltı yapıyok,oğlan işe gidiyo,gelin çocukları 
                okula hazırlıyo,bulaşık,süpürge için benim evde kalmam olmuyo,mecburen 
                çıkıyon dışarı. Bahçeye mi gideceğim,davara mı,tarlaya mı ? 
                çıktığında varıyon bi kaveeye,varıp senin gibi bi tanıdığın 
                yanına selam verip oturuyon,bi konuşak demeden,karşı masadan 
                çağırıyorlar,içtiği çayın parasını verip geçiyor çağırılan yere. 
                Bizim yaşımızdakilere kaveede yer yok.
 
                -             Köyde ağaydık. İndik şara irdelendik. Köyde    
                her   şeyim   vardı.  Şarda   çocuklara,
 
                - torunlara hasretim. Onlardan şikayetim yok ama o kadar 
                hortananın içinde yapa yalınızım. Bunu anlatan aklı başında bir 
                köylüydü. Anlattıkları hemen hemen aşağıdaki gibiydi.
 
                -             Gelelim şehre göçme modasına Mehmet Ağada uyar. 
                Göçer şehre. Altı çocuklu,Mehmet ağa,altıya bölündü,altı ev oldu 
                tek hanesi. Ferdi aile sistemine onlarda uydular. Artık 
                kendileri üretip,kendileri tüketmiyorlardı besinlerini. Her 
                şehirli gibi onlar da hormonlu bitkilerin,katkılı yiyeceklerin 
                esiri olmuşlardı.
 
                -             İşte bu göç kurbanlarından Mehmet Ağa,evet 
                yanlış değil köyde ağanın yaşamı bir başkaydı. Köyde iken evin 
                en büyüğü ve en saygını idi Hasan Ağa. Her sabah erken 
                kalkar,sabah kahvesini yudumlarken horantasının (aile bireyleri) 
                iş bölümünü yapar,sen şehre gideceksin,sen çüte,sen 
                değirmene,sen oduna. Döner otuz nüfuslu evin kadınlara. Sen 
                ekmek yap,sen mala bak,sen yemeği yap,sen,sen çapaya. Bu kadar 
                nüfusun mutlak emiridir. Çünkü kimse itiraz edemez. Mülkün tek 
                sahibi,evin büyüğüdür. Ne kardeşler arasında dedikoduya,ne de 
                evdeki kadınlara fırsat kalır. Ailenin akşam toplandığı sofrada 
                yemek yenir,adabına göre sohbet edilir. Günler bu saltanatın 
                güvenliği ile geçerdi.  
 
                -             Mehmet Ağa,dağılan ailesinin en küçük oğlunun 
                yayında kalıyor.
 
                -             Elindeki,avucundakini kendisiyle şehre gelen 
                hortanası ile paylaşmış. Gelinlerinden ve oğullarından memnundu. 
                Yalnız kırk yıl birlikte bir yastığa baş koyduğu eşini 
                kaybetmişti. Sizin anlayacağınız köydeki saltanatını 
                kaybetmişti.  
 
                -             Yukarıda anlatmaya çalıştığım Mehmet Ağa aklı 
                başında bir köylü idi. Şehirde şaşkına dönmüştü. Birde maddi 
                açıdan mağdurlar vardır. Köyler boşalmış,tarla,tapan 
                ekilmiyor,köyler viranelik olmuş,olmaya devam ediyor.  
 
                -             Köy kültürü açıklayıp,köy geleneğini dile 
                getiren köylü ve köyü yazan yazarlar,çizerler ya öldüler,ya da 
                yurt dışına gittiler.
 
                -             Politik nedenlerle plansız,programsız kalkınma 
                modelleriyle nüfusu kente çekenler,köyün gerçek hayatını yok 
                ettiler. Okuyabilen köylü memur,eli yatkın olan sanatkar oldu. 
                Ya diğerleri ? Onlarda,ya iş bulabilirlerse fabrikalarda 
                çalışıyorlar,ya amelelik yapıyorlar,ya da kapıcılık yapıyorlar. 
                Bunlarda geçiniyorlar sayılsa da  acaba geçinebiliyorlar mı ? Ya 
                bunlardan arta kalanlar. Çöp bidonlarında kağıt,plastik toplayıp 
                geçinmeye çalışıyorlar.
 
                -             İşte Türkiye'mizin gerçekleri. İşte Çorum'un 
                gerçekleri.        
 
                -             Saygılarımla.
 
                -             Kurban Bayramınız Kutulu olsun.
 
                -  
 
               
              YIL 
                3 SAYI 24   03 Mart 2001  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          14  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              DÜŞLERİM  
                
              Kemal Paşam senin aydınlığında,  
              Uygarlıkta öncü ülke düşlerim,  
              Gençliği, bilim ve teknolojide,  
              Bütün keşifleri yapmış düşlerim.  
              Yoksulluk hastalık olmayan ülke,  
              Kansere de çare bulmalı bilge,  
              İnansın insanlar bilime akla,  
              Karanlık gecede mehtap düşlerim.  
              İki bin yılına geldiğinde,  
              Karanlığa gömülyor bu ülke,  
              Yıkamazlar inan topla, tüfekle,  
              Gençliğimde bilinç akıl düşlerim.  
              Sınıfında sağlık, barış öğreten,  
              Yurdumda dipdiri işleyen beden,  
              Gözlerim kapanıp dolmadan vadem,  
              Gerçek olsun özlemlerim, düşlerim.  
              Özgürlük, iş, emek günün sorunu,  
              Görmedik mi bundan daha zorunu,  
              Gel "İSMALl " iyiye yap yorumunu,  
              Belki yaraları deşer neşterim.  
 
               YIL 1 SAYI 9   25 
                Haziran 1999  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         15  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              | 
 
EUKAİTHA'DAN ÇORUM'A 
              
                - 
                Kuşsaray  köyü 
tepesinde  bir  kale ve kuzeydoğusunda  kayabaşı denilen mevkii
var.   
 
                - 
                Kale Dağı adı verilen yerde Roma devrine ait
kalıntılar  belgelenilirse  ,<1> halktan da 
edinilen  bilgileri de eklersek , Kuşsaray 
Köyü  tepesinde ,Kral  Kızı Sarayı'ndan  söz 
edilmektedir.   Bu  yörede   Çorum-Elvançelebi
arasında bulunan Kuşsaray Köyünün daha eski adı ise
:EUKAHİTA' dır. Bu kalede yaşayan,Saint Thoddere adlı
bir azizden söz edilmektedir.<2>Halk tan da edinilen bilgileri de
eklersek, Kuşsaray  Köyü  tepesinde, Kral
Kızı Sarayı'ndan  söz  edilmektedir.  Bu  yörede Çorum-Elvançelebi arasında bulunan Kuşsaray   
Köyünün   daha   eski   adı  ise : 
EUKAHİTA' dır. Bu kalede yaşayan, Saint  Thoddere 
adlı  bir  azizden söz edilmektedir. <3>   
                
 
                - 
                
                M.Ö. 1800'lerde (Eski Hitit öncesi) Boğazköy  Hatuşaş arşivinde
bulunan bir tablette ; Pithana M.Ö. 1850 
tarihlerinde Kuşara kentinin kralıdır.
<4>  M.S.170'lerinde,Roma'yı  Anadolu’ya bağlayan yolların 
birbirine    bağlaması ;  Eukahaita  -
Çorum  -  Karissa   ( Alaca 
)'dır.    
 
                - 
                Bu bölgeler Amasya merkezini 
teşkil   edi  yordu. 
İngiliz    erkeolog  Sir  William;  ömrünün  üç  yılını Eukait'da geçirmiş,1888 yılında yayımladığı"Anadolu'nun 
Tarihçesi" isimli eserinde  "Pimalisa" 
dan  da  söz  eder ki ,burası  bu  günkü Gümüşhacı Köy'  ü  kasabasıdır. Bu 
devirde  Mecitözü'ne  Avkat  Hacıköyü denil  mekte
idi.   
 
                - 
                Kuşsaray'ı daha genişliğine 
işlemek  için; Karahanlılar ve Saltuk Buğra'ya ve bu  
 
yönetimden  kopan  Karalu 
Aşiretini  daha  derinliğinde incelemek gereklidir. Bu Aşiretin son
uzantısı Karaözü ve Kuşsaray'daki 
son uzantıları  olan  Karahanlı yani,Karaveli'lere bakmak  gereklidir.  Karaveli  İsmail  Kahyagiller (bu günkü deyimle Karahanlılar)'dır.    
                
                   
                  - 
                  KARALU AŞİRETİ
 
                  
                
                - 
                Bu  Aşiret  Karaözü'nden 
geçen  Kızılırmak üzerindeki köprünün yapımcısı Şahruk
Bey 'i tanıyacağız. Bu  tarihi  daha  ilerilere taşımaya
çalışırsam;Kuşsaray sözcüğü üzerinde durmalıyız.
Elazığ  Baskil  ve  Keban 
Barajı   civarında Kuşsaray isimli bir
yerleşim bölgesine de rastladık. Bu kelimenin kökenine inersek :Kuşay Peygamberimizin beşinci derecedeki ceddi olan,Kabeyi ihya eden,Kuşayb'dır. 
Kuşayb  şehir  kuran bir kahraman olarak
gösterilir. (Yakutmuncanasr Wüstefelt
-III-) Annesinden soyunu öğrenen Kuşay,
Mekke'ye  giderek  mühim  bir  mevki   elde eder.
(İbn-i Duyard)  Kuşeyr  kelimesini de açarsak ; Güneye sarkan
Türklerin,Arap dil ve kültüründen  etkilendiğini  görürüz.  Karaözü'nden çıkıp; Boğazlayan,Sarıkaya,Zile-Merzifon,
Kalburcu, Löşdiğin ve Kultak
köylerinde görülmektedir. Kuşsaray  Köyü'nün;
bu  günkü yerleşik düzene geçtiği yer;Güney
Köyü'nün eğrek yeri olduğundan, buraya  köyün
yerleşmesine müsaade edilmemiştir. Bu  günkü  Sultan 
Nevruz    dediğimiz semtteki kazılardan çıkartılan  pöhrek  kalıntıları buna tanıklık yapmaktadır. 
                 
                
 
                - 
                Karaözünden  gelip köye ilk
kazmayı vuranlar, ilimiz   tapu   kayıtlarında 
(Sayfa  no: 65) Soyadı Kanununun   (1939'daki) çıkmadan önce
lakapları şöyle sıralanmıştır:   
 
                - 
                1-Mollaoğlu Ali Kethüda, 
                
 
                - 
                2-Uzun Mustafa,   
                
 
                - 
                3-Deli Veli,   
                
 
                - 
                4-Köseoğlu, 
                 
                
 
                - 
                5-Buçukoğlu, 
                 
                
 
                - 
                6-Bıcıoğlu, 
                 
                
 
                - 
                7-Karadervişoğlları, 
                 
                
 
                - 
                8-Sanoğlu 
                 
                
 
                - 
                9-Karavelioğlu 
                 
                
 
                - 
                10-Osmanoğlu. 
                 
                
 
               
Yakın Tarihte
 Kuşsaray 
Ardahanlılar ; Yahut  da Kerimoğulları
ve Kubatlar, Beykent'in kurulduğu 1595 yıllarından,
18 yüzyıla kadar Rişvanlıların  baskınına 
uğrarlar. Hanak  Kazası  Çimliçayır  Köyünde, Kars'ın çevrelerinde  ve
Ardahan'da da görülen ilk Türkmenlerdir. İstanbul'un Beşiktaş'ından Çiçekli Köyüne,
oradan  da   Çimliçayır'a,
Malatya  Hekimhan,Gökağaç'a  geldiler.
<5> Yazınbasak ve çevresinde 
kuyuculuk  yani  odun kömürcülüğü yaparlar,kışın da Urfa'ya kadar inerler. Rişvan
Kürtlerinden birisini öldürdüklerinden kendilerinin cezalandırılacağını 
bildikleri  için  Anadolu'nun çeşitli  yerlerine  ve 
Çorum'un  Kuşsaray, Gökçam,
Höçüğünköyü,Alacahöyük ve Haydarınköyü gibi yerlere daha evvelden olduğu 
gibi  en son 1745 yıllarında yerleşirler.    
Şah Sadılı Ocağı 
Sultan  Reşat, Şah  Sadılı 
Ocağı Dedesi olan Kangal kazası Yellice Köyü Alevilerinin bağ landığı Mahsuni'den 
yardım  ister  ve Rus - Osmanlı'lar arasında yapılan  Tuylar Muharebesin-de Çelebi  Cemalettin de gönüllü
asker toplar,bu askerler büyük yararlıklar gösterirler. <6>    
 1966  yılında  girişimlerimle Prof.
Dr. Zü-beyr   Hamit  KOŞAY  Kayabaşı  denilen  yerde,
kazı  yapmış   Frikler'e  
ait   eserler  çıkartılmış, bu eserler  bu gün 
Çorum  Müzesinde sergilen-mektedir.Türk Tarih
Kurumu tarafından  Belleten  Dergisinde  bu  kazı bilgilerini
yayımlamıştır.  
<1>Evliya Çelebi Seyahatnamesi S.133-138   
<2> İslâm Öncesi İnanç Motifleri S.174-175   
<3> İslâm Öncesi İnanç Motifleri S.174-175   
<4> Meydan Larousse Hitiler
bölümü -Çorum 1997 .M.S.G. 
<5>Prof.Dr. Mehmet ERÖZ   
<6>Müdaafa. Nejat BİRDOĞAN    
 
Not:  
 
Değerli 
okurlar,  Çorum 1997 çalışmasını  yapan Mahmut Selim GÜRSEL,
sanatının siyasetini kendi içinde bilimselliğiyle ermiş,şimdiye kadar yeri
doldurulamayan Çorumlu Dergisi'nin ayarında, çağın tekniğinde uygulayarak büyük
bir boşluğu dolduracağını yüreğimin derinliklerinde hissedişimi okurlarımla
paylaşacağıma inanıyorum. Ömrünün nice yıllara uzamasını diler,en iyi günleri
sizlere adarım. İsmail  PAMUK  
  
 YIL 1 SAYI 1   25 - Temmuz 1998  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          16  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
  
  - 
  Ocak  ayının son günü ile 2 Şubat arasında 
  Türkler  tarafından üç gün şükür orucu tutulur. Buna Alevi Türk’lerinden 
  günümüze kadar uzanıp gelen adı "HIZIR ORUCU"denir. Aşure orucu da toplumsal  geleneklerin en 
  belirginidir. Kökeni  ise şu inanışlara dayanmaktadır.  
  
 
  - 
  
  1- Dünyanın aşure günü yaratıldığı, 
   
 
  - 
  
  2- Nemrut'un ateşten kurtulduğu, 
   
 
  - 
  
  3- Koç kurbanın İsmail ' e adandığı, 
   
 
  - 
  
  4- Hz. Ademin 
  tövbesinin kabulü,  
 
  - 
  
  5- Eyyüb ' ün 
  hastalıktan kurtulduğu,  
 
  - 
  
  6- Nuh tufanının sona erdiği,  
  
 
  - 
  
  7- Yakub ' un oğluna 
  kavuştuğu,  
 
  - 
  
  8- İsa'nın göğe çekildiği,  
  
 
  - 
  
  Bu   inançların  aşure  
  gününe  rastladığına inanılır.  Türkmenlerde de bu  saygıya 
  binaen  oruç tutulur. Tüm ibadetlerin  bayram sevinci içinde 
  yapıldığına  inanılır.  Bunlar  şükür   orucudur.  
  Oğuz Türklerin de sefer dönüşü dokuz gün eğlenilirdi.  
  
 
  - 
  
  Bu  geleneklerin  benzeri ve en 
  mühimi de,HIZIR ORUCU' dur. "Kul bunalır Hızır yetişir." Hızır her  
  bunalan  Allah'ın  kulunun imdat meleğidir. Dar günde  "medet, 
  mürüvvet"  yani mürüvvet Ali' den kalmıştır. Kul bunalınca Hızır'a haber 
  verir. Hızır gibi yetişen insana da  Hızır  benzetmesi yapılır ve  
  "Hızır gibi yetişti"  denir. Dertlilere deva hastalara şifadır. İnsanlar 
  kendine büyük iyilik yapan kamil kişilere "Ali kardaşın, 
  Hızır yoldaşın olsun "diye dua ederler. Çocukluğumda  Allah  seni  
  Hazreti Pir' in yolundan Hızır'ın  elinden  mahrum  etmesin 
  denildiğini çok işitmişimdir.  
 
  - Hünkar  Hacı  
  Bektaş  Veli' de Anadolu' ya Hızır gibi  gelmiş, keskin kılıç değil tahta kılıç 
  kullanmış. Yani  bugünkü Ihlara Vadisi kesişlerin yurdu iken  
  bilgisi , hoşgörüsü, ve  insana olan saygısı ile İslâm'ı onlara kabul 
  ettirmiştir. Konuyu özetlersek  her iyilikte Hızır'ı bulur ve ona 
  sığınılır.  
 
 
 
              YIL 1 SAYI 7   25 
              Nisan 1999  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
          17  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                -                Köy  yaşamının  kente  akıp ,kent  ve köy
kültürünün allak-bullak olduğu bir yaşamla cebelleşiyoruz  bu 
günlerde.  Anadolu'nun güzelliklerini çeşnilendiren,bir yaşamı geride mi
bıraktık ne!... Bırakamıyoruz, kentte  her  gece köy akşamlarını
yaşıyorum dersem özümü ırgalayan bir gerçeği  söylemiş olurum. 
                 
 
                - Koyun  sağarken,bulgur çekerken,çapa vururken  yada bir düğün
coşkusunu yaşarken, gelinciklerle,  gök nevruzlarla, ikbal 
çiçekleriyle haşır neşir olurken,Oluklunun gürül gürül
suyu  genzimize  dolarken,türküler söylerken, asker  uğurlarken,
tatilde çeşitli okullardan  çocuklarımız köye  dönerken, ne denli
mutluyduk ?...  
 
                - 
                Ya  bir köy kızı gurbete gelin olurken,acısı
yüreğimize kor gibi düşerdi.  
 
                -  
 
                - "Elinden solma kınası,  
 
                - Gülüp oynamaz kanası,  
 
                - Ağlıyor kızın anası,  
 
                - Kısmeti gurbete düştü.“  
 
                -  
 
                - Kızın  gelin oluşunu, oğlanın  mürüvvete  erip, çeyiz
almaya gidiş coşku;  
 
                -  
 
                - "Gidiyorum Çorum'a  
 
                - Bir taş değdi goluma,  
 
                - Kolum sarılmak ister,  
 
                - Yarin ince beline.  
 
                -  
 
                - Allanma,sallanma,  
 
                - 
                Gohulu gelin, 
                 
 
                - Aynası belinde  
 
                - 
                Sohulu gelin.“ 
                 
 
                -  
 
                - Gelin;  
 
                -  
 
                - "Hele mumu yaksana,  
 
                - Bir dön bana baksana,  
 
                - Çevreli mendilini,  
 
                - Al cebine soksana.“  
 
                -  
 
                - Köy  yaşamının  renkleridir,maniler.Hele çalgıların;oyunların
karıştığı bir karışık oyun vardır.  
 
                -  
 
                - "Dallike";  
 
                -  
 
                - "Kadife yastığım yok,  
 
                - Odana bastığım yok,  
 
                - Eller ne derse desin,  
 
                - Ben sana küstüğüm yok.“  
 
                -  
 
                - Düğünün son gününde kız evinde çalınan davul, zurnaya"Seher
Davulu" denir. Gelin kız evinden çıkıpta
gideceği geceye "kına gecesi" denir.  
 
                -  
 
                - "Şu dağlardan yuvarlanan daş mola,  
 
                - Gül başına gelip geçen iş mola,  
 
                - Gözümdeki yağmur mola,yaş mola,  
 
                - Benim guzum ayrılıyor sürüden.“  
 
                -  
 
                - Son kına gecesinde kızın emsalleri hep birlikte yatar ellerine kına
yakarlar.Anası:  
 
                -  
 
                - "Yavrum ellerine kınamı yakam,  
 
                - Sen giderken yola ben nasıl bakam,  
 
                - Yaşlı mendilini koynuma sokam,  
 
                - Kurttan,kuştan haber soram bir zaman.  
 
                -  
 
                - Bir ozan,ana der ki;  
 
                -  
 
                - "Bütün vucudum yansın,  
 
                - Yalnız kalbim yanmasın,  
 
                - Çünkü orada gurbete giden yavrum var.“
 
                -  
 
                - Sofrasına  bir kaşık eklenmesine karşın oğlan  evi  sevinçlidir.
Tarlayı  ekti biçti,elde avuçta ne varsa sattı savdu,
ama kınalı gelini eve getirdi.  
 
                - Salonlarda; dans edenler,köy düğünü  şeher
düğünü derken;Urum (Rum)1940'lı yıllardaki "KANLI MELEK" öyküsüne
takıldı kaldı.Şeherden alış veriş yapıp akşam köye 
dönenler, anlatmakla  Bitiremedikleri "kanlı melek" öyküsü:
"Yok öyle değil,şöyle. Yok  o  köy değil, falan  köyde
olmuş. Her halde mumyalamışlar. Halkevinin camekanına kanlı meleği 
görmüşler. Aleme  ibret  için ; gerdek  gecesi boş çıkmış 
güveyi boynundan kesmiş,türküde yakmışlar;
 
                -  
 
                - "Aşağıdan gelir bir kanlı melek,  
 
                - Yolumu yolsuza düşürdü felek,  
 
                - Bu yolun yolcusu olmak mı gerek,  
 
                - Kıyma zalım  kıyma canıma kıyma  
 
                - Aldanıp ellerin sözüne uyma.
 
                -  
 
                - Orucu tuttum da bayram etmedim,  
 
                - Gelin oldum,bir murada yetmedim,  
 
                - Allah şahit el elinden tutmadım,  
 
                - Kıyma zalim kıyma canıma kıyma,  
 
                - Aldanıp ellerin sözüne uyma“  
 
                -  
 
                - Bu  söylenti  çocuk  yüreğimi çok etkilemişti. Sadık Sevin’ide  kendime  uydurup,köyüme on beş
kilometre   olan  Çorum'a yaya gelip halk evi camekanında
(şimdiki Belediye ana binası)  dilimi  yutarcasına seyrettim. Meğer
değerli öğretmen Eyüpoğlu Çorum'a  gelmiş,
bu  öyküyü  canlı  olarak halka Sunmuştur.  Bunu  ve Tütüncüler’in bağda yazdığı, meşhur "Karadutum, Çingenem" şiirinide
aynı yılda yazdığı  1960'lı  yıllarda   okul 
Müdürüm   merhum Mümtaz Gürkan’dan
dinledim.  
 
                - Böylece, Anadolu  kadının  yazgısını, öğrenmiş oldum. Gerdek
gecesi boş çıkma,cana mal olurken, şimdileri uruma vurdum. Her 
8   Mart kadınlar gününü içimin burukluğu ile anarım. Bir yerde isyan edesim gelir. Kadınlarımız neden iki bine bir
kala,okutulup  erkekle  ekonomik eşitliğe kavuşması sağlanamaz.
 
                - ...............................................................................
                
                
 
                - Daş (taş)  
 
                - Gohu (koku)  
 
                - Zahir-seher (sabah)  
 
                - Gul (kul)  
 
                - Guzu (kuzu)  
 
                - Halgevi (halk evi) 
                
 
               
              YIL 1 SAYI 6   25 Ocak 1999  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
            18  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - KARADONLU CAN BABA 
                  KİMDİR ? 
 
                
                -             Türk Kültür Tarihinde Çorum Sempozyum Tebliğleri 
                26-27 Temmuz 1991 tarih ve Hacettepe Üniversitesi Edebiyat 
                Fakültesi TDE Bölümü Halkbilim Anabildim Dalı Araştırma 
                Görevlisi Sayın Gülin Öğüt PEKER;Çorum Türk Kültür Tarihinde 
                Çorum Sempozyum Tebliğleri'ni yayınlayan Çorum Belediyesi 
                kitabının 211-217 sayfaları arasında “Karadonlu Can Baba” isimli 
                bir tebliğ sunmuşlar.  
 
                -             Karadonlu Can Baba hakkında 1960 yılından bu 
                yana araştırma yaptığımı sayın belediye ilgilileri çok iyi 
                bilirler. Bunun kanıtını da basın ve Makamlarınca verilen eski 
                Turban Otelinde verdikleri plaket ve il makamının 
                araştırmalarımı onayladığı 1992- ve 2001 tarihli yazıları. Benim 
                kimse ile alıp vereceğim yoktur.  İl makamımız ne kadar 
                saygıdeğerse, yerel yönetimlerde o kadar saygındır. Bana bu 
                yazıyı yazma gereğini duyuran,bir ayağı mezara sallanması ve 
                derinliğine incelediğim “Karadonlu Can Baba” tam anlamıyla 
                tanıtılması gereken,o günden bu güne kalem namdarlarından tek 
                kelime eklenmemesi.
 
                -             Karadonlu Can Baba kimdir ? Sivas Kangal kazası 
                Önerli köyündendir. Hacıbektaş-ı Velinin yedinci postnişinidir. 
                Yani tekkeleri ve zaviyeleri ıslahla görevlidir. Hacıbektaş-ı 
                Veli onu Erzincan önlerindeki Moğolları Türk ve İslâmlaştırmak 
                için görevlendirmiştir. Bazı yapıtlardaki hurafeler bir 
                yana,üstün başarı ile yerine getiren bir Türk öncüsüdür. Masal 
                tarihini bir yana bırakırda tarihimizin gerçeklerine dönersek: 
                Örneğin bu bulunduğumuz ilimizin sınırları içerisinde;Koyun 
                Baba,Hüseyin Gazi,Abdal Ata,Seydim Sultan,Elvan Çelebi,Hüsemzade,Piri 
                Baba,Kandilli Baba... daha niceleri saymakla bitmez. Zamanın 
                üniversite görevini görmüş zaviyeler ve halk ozanlarının 
                deyişlerinden başka hangi kaynağı gösterebiliriz ? Karadonlu Can 
                Baba zaviyelerden    bazılarını     kurarak      İskilip 
                Karaören köyünü kurdu. O adı unutturmak için üç-dört defa ad 
                değiştirildi ama onun eserleri  
 
                - ben fakirden kopya ederek iki sayı Oğuzlar isimli 
                göstermelik gazete çıkartılarak “tez!” olarak Diyanete verildi. 
                Şimdi o bilgin yurttaşın da Diyanet Müfettişi,sonra bilmem hangi 
                makama getirirler. Yani sayın yazar “Türbedar Postu” kelimesini 
                kullanmamışlar. Türbenin aynısını restore edilmesi için 
                geçmişteki çok büyük para olan seksen milyon neye ve nereye 
                harcandı ?
 
                -             Yaşadığı dönemde Türklüğü yücelten ve:
 
                -  
 
                -             Çıktım İsmail sivrisinin başına
 
                -             Görünür Hünkar Efendim görünür
 
                -             Değirmenler döner gözüm yaşına
 
                -             Hünkara yardımcı Karadonlu görünür.
 
                -  
 
                - Yani halka kendini özden kabul ettiren birBektaşi Alevisidir 
                Karadonlu Can Baba. Karadonlu Can Baba Hacı Bektaş-ı Veli 
                öğretisinin dışında aramamak lazım
 
                -              
 
                -             Not: Belge,bilgi istenildiği zaman hazır 
                olduğumu saygıdeğer ilgililere sunacağımı arz ederim.
 
               
              
              
                
              YIL 3 SAYI 
                25   25 Nisan 2001  | 
             
            
              | 
               
               BU 
              ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE BENDEN 
              İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com    | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           19  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - KIRKDİLİM
SAVAŞI   
 
                
                - 
                Yıllardır  araştırma yapmaya çalışırım. Çalışırken bazı
öyle püf noktalar çıkar ki 
karşılaştığıma  kendim bile zor
inanırım. Bunun  tipik örneklerinden
birisi de“Kırk Dilim” olayı tarihe damgasını vuran bu savaş ya bir cümle ile geçiştirilmiştir
ya da  hiç  söz edilmemiştir. Kültür hazinesi ilimiz
geçmişin büyüklüğü ile dop dolu  ; Zeytinderesi  olayında olduğu gibidir,sevgili Selim Gürsel'le 
incelediğimiz  bu olaydan gelecek
sayımız da söz edeceğiz.  
 
                - 
                Kırk Dilim olayını
araştırmama  o köyün değerli   insanı Ekrem (Emekli Orman Memuru)  zorladı. Zorladı da ne iyi  etti. Hiç bir   yerde 
umulmayan ve açığa çıkmayan kıt Kanaat bilgilerle de bir yöreyi  bana başlık etti.  
                
 
                - 
                "1381- 1389"  yılları arasında güçlü bir Türk men  Beyi 
olan KADI BURHANEDDİN Kastamonu' da ki Candaroğlu
Beyliğine karşı Osmanlı ile iyi ilişkide  
idi.  
 
                - 
                Candaroğlu   
                Beyliği  
Osmanlıya   geçince KADI BURHANEDDİN'e bağlı, Yeşilırmak   yöresindeki beyler Osmanlıya  tabi oldular. Bu olaydan sonra,Anadolu da
Kadı Burhaneddin ve Osmanlıya bağlı  güçler 
arasında çatışmalara  tanık
oluyoruz. Osmanlı Hükümdarı Kadı Burhaneddin'e
mektup  göndererek Candaroğlunun
öldürülmesi istedi.Kadı Bur haneddin'den  yüz 
çeviren  Amasya , Osmancık ve
Maden Beylerini de Osmanlı himayesine kabul 
ettiler.Bu durum Kadı Burhaneddin'i sarstı.
Çorum ovasındaki Osmanlıların elinde 
olan KIRKDİLİM kalesinde,  Kadı Burhaneddin  
kuvvetleri  ile  Yıldırım'ın oğlu, Aydın  ili Sancak 
Beyi Şehzade ERTUĞRUL ' un kumanda ettiği,Temmuz 1392 tarihli  tarih sayfalarına  Kırkdilim  Savaşı 
olarak  geçen,savaşta  Ertuğrul 
hayatını kaybetti.  Bundan  sonra 
Kadı  Burhaneddin'in  izniyle 
İskilip,Ankara  kalecik  ve Sivrihisar'ı TATAR  boylar 
yağma ettiler. Kırkdilim  savaşı 
sonu  Amasya  Kadı  Burhaneddin'in  eline
geçti. Kendisine sancak beyliği verilmesini istedi.  Bundan sonra 
Çelebi  Mehmed'in  Kumandasında 
otuz bin  kişilik  Osmanlı ordusu, 1393 yılında Çorum, Amasya'yı
ele geçirdi. ÇELEBİ   MEHMED'e
Sancak Beyi  unvanını  aldı. 
Kardeşleri  ile giriştiği taht
kavgasında  Amasya üst olmuştur. Burada
Osmancık ve Merzifon kaleleri Osmanlıya kazandırıldı.(T.Ta C.2.S.49)  
                
 
                - 
                Çelebi  Mehmet 
Amasya'da  bulunduğu sırada  devlet 
otoritesi sarsıldı. Samsun,Tokat, Sivas yörelerindeki  KUBATOĞLU, SAVCIOĞLU ve   Kadı  Burhaneddin  
Ahmet'in   damadı   MEZİT 
Bey  gibi  Türkmen Beyleri ile mücadele etmiş,
bunların  bazılarını öldürmüş ,bazılarını
da  kendine   bağlamıştır. 
Bunun  sonunda  Sivas, Tokat, Amasya,Çorum, Ankara,
Eskişehir, Kocaeli, Bursa  ve  Balıkesir 
Çelebi Mehmet   yönetiminde
kalmıştır. Kadı Burhaneddin ' in,Tatar ve   Moğol  
Beyleri  emrinde idi. Göl yazıda
üç gün süren savaşta  Osmanlı Kadı  Burhan'a  
yelip,Ankara Sivrihisar çevreleri kırk gün yağmalandı (1560).(Çorumlu
Dergisi C.22 S.602-603)  
 
                - 
                1559'da   Osmancıkta 
TARAK  adında bir eşkıya
türemiştir. Hacıhamza'da yol  kesip, bir 
kişi katledip  Kastamonu  sancağının  
sarp yerlerine  kaçtılar. Sekiz
neferi katlederek  Bafra'ya   kaçtılar. 
Osmancık'ta  1559   yılında 
başları kesilip teşhir edildi. (Mühimme
defteri S.3)
 
               
              YIL 1 SAYI 3  25 Eylül 
                1998    | 
             
            
              | 
               
              
               BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           20  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                - YENİ GÜN
                 
 
                -             Nevruz; İran dilinden (Farsça) bir söz cüktür.
 
                -             Nevruz; yeni  anlamındaki " Nev "söz-cüğü ile 
                gün anlamındaki " ruz " sözcüğünün birleşmesinden oluşur. 
                Sözcük  anlamı " yeni gün "demektir.
 
                -             Eski  gök  bilgisinde, güneşin   Hamel 
                Burcundan   Koç  Burcuna   girdiği  gün  olan Nevruz, 21 Mart  
                öğlesine denk düşer ve gün olarak  22  Mart  öğlesine  kadar 
                uzanır. Eski ve yeni İran takvimine göre bu gün yılbaşı sa yılır.  
                Nevruz' da  toplumsal  olarak ;dünyanın canlanması, karanlık  
                günlerin  geride kalma-sı,  baharın başlaması, sıcak günlerin 
                devre-ye girmesi, aydınlığın çoğalması bolluk ve be reket, 21 
                Mart ile sembolize edilmiştir.
 
                -             Ahemeniler' in resmi  yılbaşı  Nevruz' da (21-22 
                Mart ) Güneşin koç burcuna girdiği gündü daha yaygın olan halk  
                takvimine göre ise 21  Haziranda  şenliklerle  kutlanan hasat 
                zamanına bu ad veriliyordu. Bu yıllık verginin de  toplanıldığı  
                tarihti.  Melikşah'ın  1079 'da yaptırdığı takvimi 
                düzenlenmesinde yeni yılın ilk  günün  (Nevruz) 15 Mart tarihi 
                olduğu ka-bul edildi. Nevruz İran' da Irak'ta, Mısır 'da A-nadolu 
                'da  yaygın  olan bir halk bayramı ola-rakkullanılır.Kışın 
                bitmesi, baharın başlaması sırasındaki şenlikler  Türk Halk 
                Edebiyatında ve Divan Edebiyatında " nevruziye " diye ad-landırılan  
                şiirlere  konu oldu.  Bu  şiirlerde a-ğaçların yeşermesi, 
                çiçeklerin açması, hava-nın ısınması vb.  konu edilinir.        
                
                
 
                -             Nevruz günü Ademin yaratıldığı, Nuh' un 
                Gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali'in halife olduğu, hatta bugün 
                doğduğu sanılır.
 
                -             Bu yeni günle birlikte insanın yenilen-mesi 
                gündeme gelir. Ziyaretler,geziler, eğlen-celer düzenlenir. 
                Aileler özellikle  Irak'la uzun süre devam eden savaşlarda Şehit 
                olan oğul larının  mezarlarını Nevruz' da ziyaret ederek Nevruz 
                duası adı verilen bir dua okurlar. Sof-ralarında " s " harfiyle 
                başlayan yedi çeşit ye-mek bulundururlar.  Çocuklara  hediye 
                verilir. Herkes yeni güne uymak  için  yeni  elbiseler giyer. 
                Gerek biçimde, gerek özde bir yenilen-menin işareti gibi 
                algılanır nevruz  İran'da. A-nadolu'da yaşayan Türkler, Nevruz 
                'u yeni yı-lın başı, bahar başlangıcı,karanlığın sonu sıcak  
                günlerin  müjdeleyicisi,  bolluğun işareti, kötü  günlerin  
                sonu, soğuk  bitimi  gibi çeşitli anlamlarda bir bayram günü 
                olarak kutlamak tadırlar.  Bu  kutlamada, :Zerdüşt dininin 
                etki-si ile ateş yakılmakta, ateşten atlanmakta, a-teş  
                çevresinde  türküler  söylenmektedir.  Bu türküler  ve  maniler  
                eski  ilahilerin yerini tut-makta dır. Zerdüşt kaynaklı  
                Nevruz,  İslâm'i- yeten sonra kendisini bir halk bayramı olarak 
                yaşatmıştır.  Bu  yaşatma  olgusu gerek Ana-dolu'da Asya 'da 
                Türkler arasında canlı biçim de sürmüştür. Türkler'deki gök 
                kültürü ve Tan rı anlayışının  da ışığa dayalı olması Nevruz' un 
                ulusal  kültür içine kolayca alınmasına yol açmıştır.
 
                -             Alevi-Bektaşilerinen büyük bayramla- rının 
                birisini de Nevruz 'dur.21 Mart 'ta başla-yıp üç gün süren  
                Nevruz törenlerinin Aleviler arasındaki temel nedeni, bugünün 
                Hz. Ali'nin doğum  günü  olarak  kabul edilmesine daya-nır. 
                Yine, Ali  ile  Fatma'nın  bugün  evlendiği Peygambere  nübüvvet 
                (yalvaçlık)  görevinin bugün verildiği, Hz. Ali'nin Gadiruhum'da 
                tüm Müslümanların  Velisi  ilan  edildiği Alevilerce
 
                -  kabul edilir.
 
                -             İslâm ülkelerinde  Nevruz;  İslâm'iyet-ten çok  
                önceleri  kutlanılan  bir halk bayramı idi. İran Müslümanların 
                eline  geçtikten sonra bu bayramın resmi makamlar tarafından 
                kut-lanılması sona  ermişse de  zaman içinde bu gelenek yeniden 
                canlanmış ve resmen kutla-malar  başlamıştır.  Bu kutlamada, 
                Nevruz'un ateşperest öğeleri biraz budandı ve içeriye İs lâm'i 
                öğeler sokuldu. Örneğin:  Allah dünyayı gece ile gündüzün eşit 
                olduğu Nevruz 'da ya-ratmıştır. İnsan,Nevruz günü yaratılmıştır 
                vb. gibi.
 
                -             Nevruz, Anadolu'nun  çeşitli yörelerin de 
                değişik biçimde  kutlanılır.  Tarım bölgele-rinde bir tür 
                bolluk  töreni niteliği kazanmıştır. Bu  günde  çocukların  
                yumurta yemesi ve u-çurtma  uçurması  gelenektendir.  Nevruz  gü 
                nü, mezarlığa  gider, ölülerini  ziyaret ettikten sonra  
                hazırladıkları  çörekleri  yerler. Kars'ın bazı  yörelerinde  
                Nevruz  Ali'nin  Halife oldu-ğu günün yıldönümü olarak kabul 
                edilir. Nev-ruz' dan önceki Çarşamba  gecesi  damlarda  ateş 
                yakılır. Bu  ateş,  Ali’nin  savaşa  gidişini halka haber 
                vermesini simgeler.   
 
               
                 | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          21  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              SON ÇAĞRI 
              
               
              İçimde bilmece gönlümde hece, 
              Yaşam buysa eğer hayat bilmece, 
              Düşdemiyim hayaldemi bu gece, 
              Engeller ne imiş sana gel diyor. 
               
              Kağıdın üstüne döktüğüm yazı, 
              Düğünde bayramda hatırla bazı, 
              Akşam sabah yüreğimde bir sızı, 
              Arada sırada sana gel diyor. 
               
              Taştan taşa atlar kınalı geyik, 
              Sergi bezi netsin bu yara büyük, 
              Ardıcın dalında öten üveyik, 
              Arada sırada sana gel diyor. 
               
              Şu dağları koyak koyak aradım, 
              Saçlarımı bukle bukle taradım, 
              Bir ömür boyunca seni aradım, 
              " Düğünde bayramda " bana gel diyor. 
               
              Hep aradım hiç bükmedim dizimi, 
              Okyanuslar iletmedi sözümü, 
              Uçaklarda bulamadım izini, 
              Şeytan sofrasının Şavkı gel diyor. 
               
              Çile damı oldu masamın başı, 
              Ben mi geçirmişim bu kadar yaşı, 
              Bekledim gelmedi kavim kardaşı, 
              Aklım fikrim zikrim sana gel diyor. 
               
              Eş dost gelip İSMAİL'i sormadan, 
              Düşlerimi karlara yormadan, 
              Ömür bitip kepek sona ermeden, 
              Son Nefesim çabuk davran gel diyor.  
              15 Eylül 1996
               YIL 2 SAYI 14   
              25 Şubat 2000 
                
  | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          22  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                -             Sungurlu'nun kurulmasında adı geçenlerden 
                birisi  olan Abbas  Dedemoğlu, 1700'lü  yıllarda Sungurlu'nun 
                Araf ( Çayyaka ) Köyünde yaşamını sürdürdü.  
 
                -              Dedemoğlunun yaşadığı Araf, yeni adıyla  
                Çayyaka Köyü, Budaközü ile Delice  Irmağının  birleştiği  
                yerdedir. Kendisinin  Süleyman Şah'ın oğlu olduğunu söyleyen  
                Abbas-ı Salis, Araf Köyüne gelmeden önce İran'da kardeşi ile 
                yaptığı savaşa  yenik düşerek, Trabzon yolu ile İstanbul'a 
                ulaşıp Osmanlı'ya sığındı. ( Ziya Gü rel'in  Asiki ve Dedemoğlu, 
                Lüttfiye Aydın' ın Pir Sultan Abdal dergisi )
 
                -              Osmanlı  Abbas'ı  Midilli   Adasına memur eder  
                ve 200 kuruşta aylık bağlar. Halkın şikayeti sonucunda Midilli 
                Adasından  kaçarak o zaman ki Bozok Sancağına  bağlı 
                Sungurlu'nun Araf Köyünde me-kan tutar.  Çorum  Merkez de dahil 
                çevre-sinde  binlerce  asker  toplar.  Alaca Bey'i Mamalıoğlu 
                Ömer Bey'e mekup gönderir. ( Çorum Halk Kitaplığı )    Sungurlu  
                Bey'i Sungur  Bey'de  Abbası  destekler.  Türk-men Beylerinden 
                Alaca  Bey'i  Mamlıoğlu Ömer  Bey'i  Paşa  rütbesi ile Çorum 
                Seraskerliğine getirir.  Daha  sonra  Meçitözü ve yörelerini de 
                ele geçirir.  Memurları  ve kadıları öldürür.  Bundan dolayı 
                Osmanlı, Abbas'ın üzerine büyük bir  güçle saldırır. Bügünkü 
                Yenice ve Hatap Boğazı arasın-da  yenilen Abbas’ın Başı 
                kafasından koparılarak öldürülür.  
 
                -             Abbasın  ölümünen  sonra   Abbas ve Mamalıoğlu 
                güçleri Osmanlılar tarafından  darmadağın edilir. Arifegazili, 
                İnegazili, Boğazköy  ve çoğunlukla Alaca yöresindeki Mamlıoğlu 
                Aşiretleri siner ve suskunluğu seçerler.
 
                -              Kendi  soyundan  yürüyen  asil  bir sülaleye  
                sahip  olduğu bildirilen bu Türkmen  Bey'i  Serez 'de  asılan  
                varidağıtım yazarı  Şeyh  Bedreddin  gibi  kellesinden olur.  
                Ustası kabul  ettiği Şeyh Bedreddin’ in mezarını görmek üzere 
                Serez'e üç haftada yaya olarak gittiği söylenir.  
 
                -             O  dönemde  kendinden  evvel yaşayan Bedreddin'i 
                nasıl örnek aldığı, Onun yapılarından  nasıl esinlendiği 
                tesbitlermizin dışındadır.  Halk  Ozanlığı  çok  güçlü olan  ve 
                onlarca destan yazan Dedemoğlu ölmeden  hayata  pes  demişcesine 
                şu dizeleri sıralar:
 
                -                      
                 
 
                -             Şu fani dünyaya geldim geleli,
 
                -             Ağır çiftim döner harmanım mı var ?
 
                -             Azrailde gelmiş can talep eder,
 
                -             Benim vermemeye fermanım mı var?
 
                -  
 
                -             Gerçek isen gerçek postunda ottur,
 
                -             Muhammet Ali'yi diline getir,
 
                -             Bana derler gam yükünü sen götür,
 
                -             Benim göttürmeye dermanım mı var?
 
                -  
 
                -             Gerçek isen gerçek ikrar güdersin,
 
                -             Şu yalan dünyanın cevrin nidersin,
 
                -             Felek benim neme bide edersin,
 
                -             Sensiz inan günüm dermanım mı var?
 
                -  
 
                -             Dedemoğlu'nu birgün dara çekerler,
 
                -             Ağın oldu yedirdiğim şekerler,
 
                -             Güzel sevdim diye ismim söylerler,
 
                -             Benim haktan gayrı sevdiğim mi var?
 
                -  
 
                -             Bu soydan gelen asılzade Müslüm Ağa  yakın 
                zamana kadar bu köyde yaşı-yordu.  Müslüm  Ağa'nın  hayatını 
                yitirmiş olmasına rağmen kardeşi  Mehmet  Öney ve yakınları 
                köyde yaşamaktalar.  
 
                -  
 
                -             Böylece  Dedemoğlu soyu Araf köyünde hala 
                sürmektedir. Bu soya köy hal-kı saygınlık göstermektedir.
 
               
              YIL 2 SAYI 17   25 
                Mayıs 2000  | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          23  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - SUNGURLULU AŞIK AHMET
 
                
                -             Dedikte: Değerli yazar İsmail Özmen'-in yazdığı 
                19. Yüzyıl A. B. Şiirler Ansik-lopedisinin 4. cildinin 369. 
                sayfasında Sefil Ahmet'in “Gerçek kimliği bilinmiyor” kaydını 
                koymuşlar. Sefil Ahmet,Deli Boran,Teslim Abdal ve Sefil Ali 
                Çorum Sungurluludur.
 
                -             Sefil Ahmet Sungurlu'nun Yalmadı 'Küçük Erikli) 
                Köyündendir. Kesin olmamakla birlikte 1876 yılında hakka 
                yürümüştür. Do-layısıyla Teslim Abdal,Çorum Teslim Köyün-den. 
                Deli Boran,Sarimbey Köyünden. Sefil Ali,Sungurlu Yazın Köyünden. 
                Dedem-oğlu,Araf (Çayyaka) Köyündendir.  
 
                -             Sefil Ahmet'le bunlar aynı kuşağın yaşdaşlarıdır.
 
                -             Sefil Ahmet,Deli Boran için ne diyor ? Bakalım:
 
                -            
                 
 
                -             Ta ezelden hilelidir başımız,
 
                -             Ağlar gözler,Deli Boran nicoldu ?
 
                -             Anca bir Mevla'ya kaldı işimiz,
 
                -             Ağla gözüm Deli Boran nicoldu ?
 
                -  
 
                -             Bazı gezer idi Hindi,Yemeni.
 
                -             Seçer idi,yahşı ile yamanı.
 
                -             İşte geldi ayrılığın zamanı,
 
                -             Ağla gözüm Deli Boran nicoldu ?
 
                -  
 
                -             Atmışında ecel şerbeti içti.
 
                -             Aşıklar babından firkate düştü.
 
                -             Sene bin üç yüz altıda göçtü.
 
                -             Ağla gözüm Deli Boran nicoldu ?
 
                -  
 
                -             Onulmadı bu sinemin yarası.
 
                -             Muhabbet çağının geçti sırası
 
                -             Buna ölüm derler yoktur çaresi
 
                -             Ağla gözüm Deli Boran nicoldu ?
 
                -  
 
                -             Sefil Ali intizarım Boran'a,
 
                -             Garip baykuş gibi konduk virane
 
                -             Malum olsun eşe dosta yarene
 
                -             Ağla gözüm Deli Boran nicoldu ?
 
                -  
 
                -             Deli Boran için Sefil Ahmet tarafından künyesi 
                okunmuyor. Yine beş beyitlik dört-lüğünden iki dörtlük alırsak:
 
                -  
 
                -             Mektebe girsen de hakim eylesen
 
                -             İnsen ilim dünyasını boylasan
 
                -             Otuz iki farzı eda eylesen
 
                -             Ali evladın bilmeyince fayda yok.
 
                -             Sefil Ahmet der ki günah getirsen
 
                -             Daim benlikte kalksan otursan
 
                -             Ayete,Hadise mana getirsen
 
                -             Ali evladını sevmeyince fayda yok.
 
                -  
 
                -             Sefil Ahmet biraz da dertli şöyle diyor:
 
                -  
 
                -             Gidi zalim bize Kızılbaş demiş
 
                -             Dallarda sallanan elma kırmızı
 
                -             İncinme ey gönül ne derse desin
 
                -             Dünyanın üstünde günde kırmızı.
 
                -  
 
                - Ol yedi kapıyı fehmetmez avam
 
                - İniler arısı içi boş kovan
 
                - Kudret kandilinden aleme doğan
 
                - Semanın üstünde günde kırmızı.
 
                -  
 
                - Sefil Ahmet böyle gördü düşünde
 
                - Hile yoktur haricinin işinde
 
                - Muhammet Ali'nin anlı döşünde
 
                - Şakıyıp bakmayan günde kırmızı.
 
                -  
 
                - Yani,1700 ile 1800'lü yıllarda 
                Teslim Abdal,Sefil Ali,Sefil Ahmet birbirlerine çok bağlı. 
                Yıllarca evvel ölen Şeyh Bedreddin'den de ışıklanan aydınlardır. 
                Sefil Ahmet deryasını akıtan “Yağmadı da” derya kurumuşa  
                benziyor . Buradan Sayın Aşık Gülabe'ye sesleniyo-rum. Kendi 
                köyünü daha iyi araştırıp,Sefil Ahmet'i günümüze taşıyabilir. 
                Biz yaşlandık, araştırma olanağımız azaldı. Neredesiniz 
                ,Sungurlu'nun aydınları ?  
 
                - Martta bahar gelir. Çadır 
                Höyük'le. Bir kuş kalkar Leylam. İnsanı döndürür sümbülleri. 
                Budaközü,Delice,Kızılırmak'la  kucaklaşırda. Ozan şöyle der:
 
                -  
 
                - Kız senin gözlerin Budaközü mü ?
 
                - Yoksa “Tokullu”nun tandır közü mü ?
 
                - Allak bullak ettin benim özümü
 
                - Derman mı kaldı sana varmaya.
 
                -  
 
                - Karaçay'ın Kızıllı'nın turnası
 
                - Bir hoş oldum kolmu ki varması
 
                - Devşirdiğin Pamukğun dermesi
 
                - Yüz mü kaldı sana unu sorması.
 
                -  
 
                -             Şimdilik,Çorum ile Sungurlunun arasına nokta 
                koyduk.
 
               
              YIL 3 SAYI 22   25 
                Ekim 2000  | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          24  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                - 1336 yılında Danişmentlilerin Anadolu Kadısı olan Abdülmecit-i Herevi ,
Mecitözü'nü  Malik hane olarak kullanıldığından, bu isme 
izafeten  bu kasabaya  Mecitözü denilmiştir. Bu beldenin asıl merkezi
Avukat ( Avkat ) köyüdür. Karatatarlar Avukat Köyüne 1343 yıllarda geldiler.
Moğol Boyu olduklarından, İlhanlı Devletini kuran Hülagü Han, Akkoyunlu
Hükümdarı Karayülük Osman'la Sivas yakınında, yaptığı savaş sırasında, 1398
yılında düşman safına katılarak, Osman Bey'in Kadı burhanettin'i 1327-1381
yıllarında ele geçirip öldürmesine yol açtılar. 1400' lü yıllarda Yıldırım
Beyazıt, Anadolu'yu fethedince, Karatatarlar Eyalet süvarisi olarak Osmanlı
Devletinin hizmetine girdiler. (1)  
 
                - Avukat oğlu Hacı Ali; Ağanın adına nispet olarak, Avukat Hacı Köyü diye
tanınır. Avukat ismi Pontus zamanında söylenirdi. Halâ yörede kalıntılarına
rastlanır. Avukat' a Bayındır, Kayı, Tatar Kürtlerde bulunmakta-dır. 1728
yıllarında Avukatlı Ali Ağa burada konaklamıştır. Oğlu Mustafa da Paşalığa
kadar yükselmiştir.  
 
                
                   
                  - 
                  MECİTÖZÜ KASABASI
1894 YILINDA KURULDU
 
                  
                
                - İskilipli İsmail Kemal Bey, 1894 yılında saat kulesini ve Hükümet
Konağını yaptırdı. Mecitözü, Tanözü ve Varay adlı üç nahiyenin birleşmesinden
meydana gelmiştir. 1240 yıllarında yedi nahiyeli 50 bin nüfuslu bir şehirdi.
Bayındırlı Türkmen nüfusu ile yönetiliyordu. Bayındır Aşiretinden olan Baba
İlyas Horasani Ailesi  Amasya'daki nüfusunu kaybedince ( Baba İshak'ın
Amasya'da asılması sonrası ) Bayındır Kasabasına yerleştiler. Bayındır Kasabası
ismini almasıda bu olaydan gelir. Mecitözü nün bu tarihlerde 1240 köyü, 300
hanesi vardı. Buralar Bayındır aşireti idaresi altında idi.(2)  
                
 
                -  
 
                - MECİTÖZÜ KASABASININ NAHİYELERİ  
 
                - Elvan Çelebi: Kendi adı ile anılan bu köye yerleşmeden, burası
Zününabat adlı ile anılır. Baba İshak soyundan Muhlis Paşa, 1237 yılında,
Mısıra gitmek için Tanözün'e gelmiş, babasının Kırşehir'de ölümü üzerine bu
köye yerleşmiştir. 1352 yılında da kendine bir mekan yaptırmıştır. Bazı
kaynaklarda Elvan Çelebi’nin bu köye kaçırıldığı yazılmışsa da belirgin
bir bir kaynağa rastlamadık. Yine Halk dilinde söylencelerden günümüze ulaşan
yeşil direk kerametine dair söylenceler de gün ışına çıkmamıştır. Mısır'dan geldiği
söylenen Yeşil direğin o zamanın teknik taşıma araçları ile taşınması mümkün
görülmemektir.  
 
                - Sivas Hükümdarı Köse peygamber adlı Eratna Bey'inin Veziri Elvan
Çelebi’nin amcasının oğludur. 1263-1840 yılları arasında Elvan Çelebi bir
kaza idi. Daha sonraları Nahiye olarak Mecitözü kazasına bağlandı. Şeriye
sicillerinde 1533 tarihine kadar Tanözü diye kayıtlı olduğu halde, Zününabad
'ın adı ile anılan yerleşim merkezi Elvan Çelebi'dir.  
 
                - XVIII. yüzyılda yaşayan ( Allı turna isimli halayın ustası ) Bahadınlı
( Yozgat ) Aşık İbrahim dir. Bir dörtlükte şöyle diyor:  
                
 
                -  
 
                - "Çec beli'inden çıkın orda cıvlanın  
 
                - Enin Düvenci ovasında eğlenin  
 
                - Elvan Çelebi de gencecik beğlenin  
 
                - Orda gülüzarı sorun turnalar Aşık Paşa "  
                
 
                -  
 
                - Göçerli Aşireti Beyi Samsa Çavuş Oğlu Osman Beyden At ve Koyun aldığı
beyan eder. (3)  
 
                - Aşık Paşa 1272 yılında Hacı Bektaş yakınındaki Gülşehri'nde doğmuştur.
Asıl adı Ali'dir. Baba İlyas'ın torunu Muhlis Paşa oğlu Elvan Çelebi köye
yerleştikten sonra Köy büyükbiryerleim merkezi olmuştur. Günümüzdeki bu köydeki
soydan Yürüyen " Mütevelli " sülalesi bulunmaktadır. (4)
 
                -  
 
                - 
                "Elime aldım kalemi,Dolandım Şarkı Haleb'i 
                 
 
                - 
                Mecitözü'nde Elvan Çelebi, Mevlam bebeğe bir
can.”  
 
                -  
 
                - Taş bebek isimli yapıttan, Kıta Elvan Çelebi'yi Medet umulan yer olarak
belirler. Sarım Beyli Deli Boran'da: Çıkar Kandil Baba kendi köşküne varır,
Elvan Çelebi'ye Müşküle. Şifa dağıtan bir mekanda bir gece yatınca akıl
hastalanıp iyileştiğini belirtiyor. Elvan Çelebi hem Şeyh hem de ozandır. Şu
örneği de düşünceye açılan kapıdır. " Kimi Şemsim, kimisi mahrum
durur." Kayı oymak Beyi Ertuğrul Bey 1288 yılında Söğütte ölmüştür.   
                
 
                - Osmanlığı İmparatorluğu XIII. Yüzyılla da gelen Kayılardan kuruldu.(5)
Moğollar Kayı olarak belirlenmiş deniyor. Prof. Ömer Barkan: Osmanlının
Kayı'lılarca kurulduğunu kanıtlıyor. Bu nahiyede Oğuz Türklerinin Kayı boyuna
mensup halk Mecitözü Kayı köyünde oturmaktadır. Kanuni devrinde Rumeli fethi
nedeniyle Kayı Aşireti olan bu köy, Rumeli'ye nakledilmiştir. Diyarbakır'da
Bıyıklı Mehmet Paşaya karşı koyup " Amıde yenilgiye uğradıklarından
Diyarbakır'dan sürülen Kürt vatandaşlardan bir kısmı, Kayı Nahiyesinde zorunlu
iskana tabii tutulmuşlardır.  
 
                -  
 
                - ZENNUNABAT  
 
                - Baba Zennun: Kanuni  zamanında vergiye tahammül edemeyen
Türkmenlerin öncülüğünde saraya karşı geldi. Osmanlı ordusunu bölgesinde
bozguna uğrattı. Rumeli Beyler Beyi Hüseyin Paşa bu isyanı bastırmaya
görevlendirildi. Hüseyin Paşayı da yendiğinden  Hüseyin Paşa Sivas'a kadar
çekildi. Diyarbakır Beyler Beyi Hüsrev Paşa, Baba Zennun taraflarını 1526
yılında kılıçtan geçirdi. 1263- 1840 yıllarında Merkezi Elvan Çelebi olan bir
kaza idi. Daha sonraları nahiye olarak Mecitözü'ne bağlandı.   
                 
 
                - Şerie Sicillerinde 1533 tarihine kadar Tanözü diye kayıtlı olduğu halde
Zennun Babanın adı ile anılan yerin merkezi Elvan Çelebi 'dir.  
                
 
                - Bu nahiyeye İnançoğları yerleşmiştir. Zennun Baba, Olcayto, ( Ece
Sultanın) torunlarındadır. Zennun Baba bir tatar ocağı uyandırmak istemişse de
yenik düşerek kendi ocağını söndürmüştür. Bugün bu alanların bazıları Mecitözü
sınırları dışındadır.  
 
                -  
 
                - KIŞLACIK  
 
                - Adından da anlaşılacağı üzere köy geçmişte Amasya'ya bağlı bir nahiye
idi. Baba İshak'ın soyundan gelen babalılardan oluşan bir yerleşim birimidir.
Mühlis Paşa soyundan gelen Gıyaseddin Mehmet Çelebi nin emirliği zamanında
burası Baba İshak'ın torunlarına Kışlak olarak verilmiştir.
 
                -  
 
                - KARAYAKUP NAHİYESİ:  
 
                - Bu nahiyeye Karaceceli Türkmenler yerleştiğinden bu isim verilmiştir. 
                 
 
                - .........................................................  
                
 
                - (1)B. Larus. s.6405  
 
                - (2)Amasya T. H. Hüsamettin Balım Sultan diye anılan Balı Babanın bu
kasabanın yanında türbesi vardır. 1432 yılında bu türbe Mecitözü 
Emiri  Turkat Bey tarafından yaptırılmıştır.  
                
 
                -  (3) D. Ceyhun A. K. Türkler s.59
                
 
                - (4) Prof. Dr. F. Bozkurt A.T. Boyutları s.20  
                
 
                - (5) (2 T. T. Ali S. Y. Yücel c.2
                 
 
                - 
                (6)
Prof. Gıbbons'da Oğuzların Kayı aşireti olmadığını I. Mardız Z. Velidi Toğan'da
aynı tezi savunuyor. Demirtaş Ceyhun A.Ş.K.B.Türkler s.58 
 
 
                 
                - 
                
YIL 2 SAYI 11   25 
                Ekim1999  
               
               | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          25  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        
        
          
          
            
              
              
                
                   - TURİZM VE İLİMİZ
 
                
                -             Bun Türkiye çapındaki turizmi açıklayacak kadar 
                bilgiye sahip olmadığımı bilincindeyim. Yalnız yaşadığım ilde 
                bunun dışında bilimsel olmasa bile yılların verdiği deney ve 
                gözlemlerim bir iki söz etmeyi gerektirmektedir. Kimse ile alıp 
                vereceğim veya da tenkit edeceğim. Peşin hükme kapılmayana 
                kişisel birkaç söz etmekte bir vatandaş olarak  doğal hakkım 
                var.
 
                -             Örneğin Hasanpaşa Kütüphanesinde bulunan birkaç 
                bin el yazması kitaplar kaç defa Çorumlunun elinden almak 
                istediler. O zamanki yürekli parlamenter Adnan Türkoğlu gerekli 
                girişimlerle kitapların Çorum'da kalmasını sağladı. Geçen yıl 
                gelen bilimsel bir grup kitapların ömrünün sonuna yaklaştığını,alel 
                acele çevirilerinin yapılmasını resmi bir raporla benimsediler. 
                Çevrilmeli ama nerede ? Çorum'da....
 
                -             Gelelim turizme ve turiste: İlimiz sınırları 
                içerisinde Hitit medeniyeti yaşamış. Bu medeniyeti merak eden 
                turistler Boğazkale'de incelemesini yapar,fırsat bulursa 
                Alacahöyük'e  geçer,oradan merkez ilçeye uğramadan Ankara'ya 
                veya Yozgat'a geçerler. Her ne hikmetse turları ayarlayanlar 
                Çorum Merkezini göstermezler gelen misafirlere.
 
                -             İlimiz için şu gerçeği benimsemek gerek. Çorum 
                turistlerin pek uğrak yerleri arasında olmasına karşın,Çorum'a 
                gelenler hayret etmekteler. Yalnız leblebi ile değil ilimiz 
                temizliği ile de dikkati çekmektedir.
 
                -             Genel olarak yabancı turist gittiği ülkede can 
                güvenliği ister. Can güvenliği olmayan ülkelere gitmek istemez. 
                Bunun yanında konaklama tesislerinde temizlik çok önemlidir. 
                Bilhassa benim gözlemlerime göre VC ler hakkında çok titiz 
                davranmalıyız. Turistlerin tamamı,bütün hastalıklar VC yoluyla 
                geçtiğinin bilincindedirler. Bizlerde en önemli olarak VC leri 
                daha temiz ve bakımlı yapmak zorundayız.  
 
                -             Geçen gün Bahabey Çamlığında mahdut gezimi 
                yaparken cıvıl cıvıl bir kalabalık üzerime doğru geldi. Bunlar 
                üç okulun öğrencileri,öğretmenleri ve o okulların bulunduğu 
                mahallenin muhtarları ile resmi zevat. Bunlar çevre temizliği 
                yapıyorlardı. Alkoliğin,çağdışı kafaların,saygısızların 
                kirlettiği alanı belediye ile ortaklaşa temizliyorlardı. Ben bu 
                yaşımda utandım desem abartmış olmam. O minik eller büyük büyük 
                sandıkları o küçük kafalıların,bira ve rakı şişelerini 
                temizleyip doğayı kurtarma çabası veriyorlardı. Herkesin yiyip 
                içtiği kendisine aittir. Bilinçsiz,kültürsüz,bencil insanların 
                doğayı kirletmesine göz yummamalıyız.
 
                -             Yazımı bir anı ile noktalayayım. Çorum'a iki kız 
                öğretmen gelmişti. Amerikalı. Akşamları kız meslek lisesinde 
                İngilizce kurs veriyorlardı. Kızların birisinin ismi Peni,diğeri 
                ise Kris idi. Bir gün;Sorgu Hakimi Kamil Savaşır ile bana yarın 
                bizi pikniğe götürün diye bir istekte bulundular. Onları o 
                zamanlar yem yeşil olan Kadife Çeşmesine götürdük. Çevredeki bağ 
                ve bahçelere hayran oldular. Sonuçta yiyip içip eğlendik. Şehre 
                dönmek üzereyi,Kris ile Peni aralarında fısıldaştılar,bizim 
                ortada bıraktığımız artıkların hepsini toplayarak buldukları 
                çubukla bir çukur kazarak artıkları gömdüler. Bu bize çok tuhaf 
                gelmişti.
 
                -             Şimdi o güzelim Kadife Pınarının başında bir tek 
                kurumaya yüz tutmuş dut ağacı kalmış.  
 
                -             Sağlıcakla kalınız.
 
               
              YIL 3 SAYI  26    25 
                Mayıs 2001  | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Bir 
        sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           26  | 
      
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          
          
            
              | 
               YENİ GÜN 
              
                -             Nevruz; İran dilinden (Farsça) bir söz cüktür.
 
                -             Nevruz; yeni  anlamındaki " Nev "sözcüğü ile gün 
                anlamındaki " ruz " sözcüğünün birleşmesinden oluşur. Sözcük  
                anlamı " yeni gün "demektir.
 
                -             Eski  gök  bilgisinde, güneşin   Hamel 
                Burcundan   Koç  Burcuna   girdiği  gün  olan Nevruz, 21 Mart  
                öğlesine denk düşer ve gün olarak  22  Mart  öğlesine  kadar 
                uzanır. Eski ve yeni İran takvimine göre bu gün yılbaşı 
                sayılır.  Nevruz' da  toplumsal  olarak ;dünyanın canlanması, 
                karanlık  günlerin  geride kalması,  baharın başlaması, sıcak 
                günlerin devreye girmesi, aydınlığın çoğalması bolluk ve be 
                reket, 21 Mart ile sembolize edilmiştir.
 
                -             Ahemeniler' in resmi  yılbaşı  Nevruz' da (21-22 
                Mart ) Güneşin koç burcuna girdiği gündü daha yaygın olan halk  
                takvimine göre ise 21  Haziranda  şenliklerle  kutlanan hasat 
                zamanına bu ad veriliyordu. Bu yıllık verginin de  toplanıldığı  
                tarihti.  Melikşah'ın  1079 'da yaptırdığı takvimi 
                düzenlenmesinde yeni yılın ilk  günün  (Nevruz) 15 Mart tarihi 
                olduğu ka-bul edildi. Nevruz İran' da Irak'ta, Mısır 'da Anadolu 
                'da  yaygın  olan bir halk bayramı olarakkullanılır.Kışın 
                bitmesi, baharın başlaması sırasındaki şenlikler  Türk Halk 
                Edebiyatında ve Divan Edebiyatında " nevruziye " diye 
                adlandırılan  şiirlere  konu oldu.  Bu  şiirlerde ağaçların 
                yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması vb.  konu 
                edilinir.          
 
                -             Nevruz günü Ademin yaratıldığı, Nuh' un 
                Gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali'in halife olduğu, hatta bugün 
                doğduğu sanılır.
 
                -             Bu yeni günle birlikte insanın yenilenmesi 
                gündeme gelir. Ziyaretler,geziler, eğlenceler düzenlenir. 
                Aileler özellikle  Irak'la uzun süre devam eden savaşlarda Şehit 
                olan oğullarının  mezarlarını Nevruz' da ziyaret ederek Nevruz 
                duası adı verilen bir dua okurlar. Sofralarında " s " harfiyle 
                başlayan yedi çeşit yemek bulundururlar.  Çocuklara  hediye 
                verilir. Herkes yeni güne uymak  için  yeni  elbiseler giyer. 
                Gerek biçimde, gerek özde bir yenilen-menin işareti gibi 
                algılanır nevruz  İran'da. Anadolu'da yaşayan Türkler, Nevruz 'u 
                yeni yılın başı, bahar başlangıcı,karanlığın sonu sıcak  
                günlerin  müjdeleyicisi,  bolluğun işareti, kötü  günlerin  
                sonu, soğuk  bitimi  gibi çeşitli anlamlarda bir bayram günü 
                olarak kutlamak tadırlar.  Bu  kutlamada, :Zerdüşt dininin 
                etkisi ile ateş yakılmakta, ateşten atlanmakta, ateş  
                çevresinde  türküler  söylenmektedir.  Bu türküler  ve  maniler  
                eski  ilahilerin yerini tutmakta dır. Zerdüşt kaynaklı  Nevruz,  
                İslâm'i- yeten sonra kendisini bir halk bayramı olarak 
                yaşatmıştır.  Bu  yaşatma  olgusu gerek Anadolu'da Asya 'da 
                Türkler arasında canlı biçim de sürmüştür. Türkler'deki gök 
                kültürü ve Tanrı anlayışının  da ışığa dayalı olması Nevruz' un 
                ulusal  kültür içine kolayca alınmasına yol açmıştır.
 
                -             Alevi-Bektaşilerinen büyük bayramla rının 
                birisini de Nevruz 'dur.21 Mart 'ta başlayıp üç gün süren  
                Nevruz törenlerinin Aleviler arasındaki temel nedeni, bugünün 
                Hz. Ali'nin doğum  günü  olarak  kabul edilmesine daya-nır. 
                Yine, Ali  ile  Fatma'nın  bugün  evlendiği Peygambere  nübüvvet 
                (yalvaçlık)  görevinin bugün verildiği, Hz. Ali'nin Gadiruhum'da 
                tüm Müslümanların  Velisi  ilan  edildiği Alevilerce  kabul 
                edilir.
 
                -             İslâm ülkelerinde  Nevruz;  İslâm'iyetten çok  
                önceleri  kutlanılan  bir halk bayramı idi. İran Müslümanların 
                eline  geçtikten sonra bu bayramın resmi makamlar tarafından 
                kutlanılması sona  ermişse de  zaman içinde bu gelenek yeniden 
                canlanmış ve resmen kutlamalar  başlamıştır.  Bu kutlamada, 
                Nevruz'un ateşperest öğeleri biraz budandı ve içeriye İslâm'i 
                öğeler sokuldu. Örneğin:  Allah dünyayı gece ile gündüzün eşit 
                olduğu Nevruz 'da yaratmıştır. İnsan,Nevruz günü yaratılmıştır 
                vb. gibi.
 
                -             Nevruz, Anadolu'nun  çeşitli yörelerin de 
                değişik biçimde  kutlanılır.  Tarım bölgele-rinde bir tür 
                bolluk  töreni niteliği kazanmıştır. Bu  günde  çocukların  
                yumurta yemesi ve uçurtma  uçurması  gelenektendir.  Nevruz  günü, 
                mezarlığa  gider, ölülerini  ziyaret ettikten sonra  
                hazırladıkları  çörekleri  yerler. Kars'ın bazı  yörelerinde  
                Nevruz  Ali'nin  Halife olduğu günün yıldönümü olarak kabul 
                edilir. Nevruz' dan önceki Çarşamba  gecesi  damlarda  ateş 
                yakılır. Bu  ateş,  Ali’nin  savaşa  gidişini halka haber 
                vermesini simgeler.   
 
               
               2 SAYI 15   25 Mart 2000  | 
             
            
              | 
               
              
              BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZIN VARİSLERİNDEN  VE 
              BENDEN İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ  corumlu2000@gmail.com   | 
             
             
          
         
         | 
      
      
        | 
         
        
        
        Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız  | 
      
      
          | 
           1  | 
        
      
        | 
         
        
        Aydınlığa doğru içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
          | 
      
      
          | 
            | 
        
      
          | 
            | 
        
      
          | 
            | 
        
      
        | 
          | 
      
      
          | 
            | 
        
      
          | 
           | 
              
      
          | 
           1  | 
        
      
        | 
         BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!  | 
      
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
      
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
      
        | 
         |