| 
         
             | 
      
      
     
                | 
            
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
 
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
              | 
 
                 | 
            
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
              | 
               
                   İÇİNDEKİLER
              
               | 
            
      
              
              
                - 
              
              Mahmut Selim GÜRSEL  
 
                ZAMA ZİNGO İŞLER 
                İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK 
                ÜZERE 
                
              SİTEMİZDEKİ SEYFALAR 
                - 
              
                TIBBİ ATIK STERİLİZASYON BİNASI
 
                10 KASIM 
                - 
              
                KURBAN VE BİZ
 
                INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM 
                - 
              
                HİCRİ YIL VE 
              MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
 
                DİKKAT ! 
              TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK? 
                GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL! 
                SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ? 
                BİR e-POSTA VE CEVABI 
                
                SESSİZLİK VE ZAMAN 
                - 
              
                BİSİKLETE BİNELİM!
 
                1 MAYIS KISA TARİHÇESİ 
                - 
              
                HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
 
                VEFA 
                OLMAK VEYA OLMAMAK 
                
                27 MAYIS 1998 
                
                BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE 
                DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK 
                TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN 
                
                  - 
                  
                GECE VE GÜNLER GEBE
 
                  - 
                  
                TURKEY 
                  DEĞİL TÜRKİYE
 
                  - 
                  
                
                  YAZMAK MI YAZMAMAK MI?
 
                  - 
                
                BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI 
              TANITMAYINIZ!
 
                  - 
                
                YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
 
                  - 
                
                Hacı Alı KAZANCI
 
                  - 
                İFTİRA VE ÖTESİ
 
                  - 
                KURBAN BAYRAMI
 
                  - 
                CUMHUR VE CUMHURİYET
 
                  - 
                BİR MARUZATIM VAR!
 
                  - 
                
                YAŞADIKÇA
 
                  HER AYIN 
                  15’i ile 25’İ  
                  - 
                  GEÇEN YIL
 
                  - 
                  GECİKTİ İSE AF OLA! 
 
                  - 
                  
                  SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ! 
 
                  - 
                  
                  NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR 
                  ELDEN! 
 
                  - 
                  GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN 
          NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM)
 
                  - 
                  
                  75. YIL ÇORUM LİSELER ARASI KOMPOZİSYON YARIŞMASI
                  
 
                  - 
                  NELER OLUYOR ÜLKEMDE! 
 
                  - 
                          
                  NEDEN BU GÜNLER HEP BÖYLE BOZUK? 
 
                  - 
                  ÜLKEMİZ NEREYE 
          GİDİYOR 
 
                  - 
                  ÜLKE KRİZ İÇİNDE Mİ?
 
                  - 
                  
                  KABUK BAĞLAMIŞ YARAYI KAŞIMAK!
 
                  - 
        
            
                  
                  LEBLEBİ İMALATI
 
                  - 
        ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
 
                  - 
        
        BEKLETİLMEK (!)
        
                  
 
                  - 
        
        
        BU NE PERHİZ; BU NE LAHANA TURŞUSU (1) 
                  
 
                  - 
        
        
        BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (2)
 
                  - 
        
        
        BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (3)
 
                  - 
        
        HİTİT 
                  
 
                  - 
        
        GÖZ ZEVKİ 
        
                  
 
                  - 
        
        GÖRÜNTÜSÜZ 
        GÖRÜNÜM 
                  
 
                  - 
        
        KOLAY GELSİN
        
                  
 
                  - 
        
        CUMHURİYET 
        BAYRAMI 
                  
 
                  - 
        
        ON KASIMLAR
        
                  
 
                  - 
        
        “İLİM İLİM BİLMEKDÜR”
 
                  - 
        
        MÜREKKEP YALAMAK
 
                  -  
 
                  -  
 
                  -  
 
                  -  
 
                  -  
 
                    
                  -  
 
                  -  
 
                  -  
 
                 
                - 
                
-  
 
                 
               
         | 
            
      
              | 
         
          
    
               | 
            
      
          | 
      
      
      Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan 
      kullanmayınız! | 
            
      
          | 
          Hazırlayan Mahmut Selim 
          GÜRSEL | 
            
      
          | 
          
        
          corumlu2000@gmail.com 
           | 
            
      
          | 
          Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif 
      haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. | 
            
      
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          01  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        
        
        
        KİTAP ismi  Sayfaya 
        dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
            
            
              | 
          
      
            | 
            Mahmut Selim GÜRSEL | 
          
      
            
  
    - 
  1947  tarihinde babamın subay 
  olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum. 
  Babam  Eminsu Ali Rıza Gürsel,annem ise Fahriye hanımefendi idi. 
 
    - 
  İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' 
  da bitirdim. Ankara Yenimahalle  Ortaokulunun birinci  sömestrsinde  
  babamın  emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk 
  Ortaokuluna devam ettim. Babamın "oku da oğlum ceketimi satar  seni  
  okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki  yaptı, okumuyorum  
  diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım. Marangoz çırağı olarak Azmi Başar 
  ustanın yanına girdim.  Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım. 
  1967 tarihin de askerlik dönüşü,Ankara  Emniyet   Müdürlüğüne 
  teknisyen  olarak göreve  başladım.  Ortaokulu dışarıdan 2 
  yılda bitirdim 1972  tarihinde polis memuru olarak Ankara'da çeşitli şu 
  beler ve kara kollarda çalıştım. 16 Eylül  1973  tarihinde  
  Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.  
 
  1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim.  
  Dışarıdan  Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim. Kendi kendime 
  Osmanlıca’yı öğrenmeye uğraştım,Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın 
  Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde  ve Kütüphane 
  salonlarında bu levhaları sergiledim.  3.  8. 1988 tarihinde İl Halk 
  Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım.    
    - 
  1990  tarihinde  
  kütüphanelerdeki kitapların tasnifi ile ilgili 10 yıllık bir araştırmamı 
  "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)"kitap haline getirip Kültür 
  Bakanlığına sundum.   Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere  
  dağıtılmak  üzere 1000 adet satın aldılar. 
   
 
    - 
  1993 yılında Türkiye'deki  bütün 
  kütüphanelerde bulunan " El Yazması "  kitapların Ankara Milli 
  Kütüphanesine  toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu  
  hemşehrilerimi  haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti 
  il Başkanlarını ile  Millet  Vekilimiz  Adnan Türkoğlu ve 
  Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu' nun destekleri ile el yazma 
  kitaplarımızın  Çorum' da kalmasını sağladım . Açık öğretim için  
  üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken 25 Nisan 1994 
  tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı ,tayin  edildiğim  
  yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.   
 
    - 
  İlkokul sıralarında okuyarak pilot 
  olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi.Şu anda emekli  
  memurum.  
 
  Marangozluk,oymacılık, polis memurluğu,memurluk  ve  idarecilik 
  yaptım. Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son 
  çalıştığım kurumda  bence  en  önemli bir hatıramı anlatmak 
  istiyorum:Kütüphanedeki çalışmalarım  ve " El  Yazması Kitaplar"ın 
  Çorum'da kalması  için  verdiğim  çabalar  neticesinde  
  Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu  üzüntümün  
  boş olduğunu  zamanla  gördüm. Rabb’imin  izni  ile Hacca 
  gitmek nasip oldu,iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin 
  çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin  insanlara sağladığı maddi avantaj 
  olarak,evinizi geçindirecek,namerde muhtaç  etmeyecek  avantajından  
  başka,manevi olarak;sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız 
  problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat 
  okulundan  öğrenmiş  oldum.    
    - 
  Yazı yazmaya beni  kimse  
  teşvik  etmedi   Kütüphane için hazırladığım  kitap beni  
  yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı 
  bir ödül almadım;fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür.   
 
    - 
  Gürsel Yayınevi 27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da 
  kuruldu. ISBN si kendinde olan kitapları aşağıda tanıtılmaktadır. Talep 
  ettiğiniz kitaplar için bilgiyi de corumlu 2000@gmail.com   
  adresimize isteyiniz!
 
    - 
  İdealim: Çorum'a  tam teşekküllü 
  bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Bu idealim yüzünden tayinim 
  çıktı. Yayımlanmış çalışmam KİTAP VE CD ile SİTELERİM bulunmaktadır.    
 
   
             | 
          
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız  | 
      
      
        | 
         
        
        
        BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için 
        tıklayınız  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          02  | 
      
      
        | 
         
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
             
               ZAMA ZİNGO İŞLER
            
                        “Zama Zingo” bizim buralarda bir zamanlar 
            anlaşılmayan işler için kullanılan bir anlamsız sözdü.  Sorsan kimse 
            ne manaya geldiğini bilmez fakat; bilmediği anlamadığı, aklının 
            yetmediği işler için bu deyimi kullanarak konuyu geçiştirmeye 
            çalışırlardı.
                        Nereden çıktı bu söz dersen; Bizim buralarda 
            insanlar artık ticari faaliyetlerde bulunmak yerine “Zama Zingo” 
            işlerle meşgul oluyorlar.  
                        Akşama kadar dükkânlarının, iş yerlerinin işsiz ve 
            boş oturduktan sonra evlerine giderken günün zararından çok bu gün 
            yaptık diye kara kara düşünmektedirler.
                        Cidden bu son yıllar içerisinde Türkiye ekonomisinin 
            gerilemesindeki sebeplerin başında dışarıdaki ekonomik krizlerin 
            Türkiye’ye de yansıması mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı 
            işlerden dolayı mı Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
                        Ülkemiz bir zamanlar kendi ürettiği ile geçinebilen 
            bir ticari yapıya sahip iken yanlış kararlar yüzünden nerede ise 
            yediği somunu (ekmek) bile ithal eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık 
            halen büyüyerek devam etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı 
            kolaylıklar getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak 
            önlemler almıyoruz buna çok şaşıyorum.
                        Küçük esnafı ayakta tutan memur, memur emeklisi ve 
            işçi emeklileri ile kendi çalışma alanından sonra emekli olmuş 
            şahısların gelir düzeylerinin kısılarak alış veriş çarkının 
            canlanmasının sağlanması her nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim 
            gelirinin çok düşük tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları 
            da zor duruma düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
                        Gelir seviyesinin emekli maaşları ile çalışanların 
            maaşlarında Avrupa standartları ölçüsüne getirilmesinin zamanının 
            geldiği gözükmektedir. Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde 
            para dönüşümünün çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre 
            yanlıştır. Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması 
            esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın refahının 
            artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş istihdamının 
            artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu gözükmektedir.
                        Bence artık büyük marketlerin de hükmünün kalktığı 
            bir ortam zamanının gözüktüğünü söylemek kâhinlik olarak 
            görülmemektedir. Sabit ücretliler ellerinde bulunan kredi kartlarını 
            2009’un ortalarına kadar kullanmış sadece bu kartların borçlarını 
            ödeme çabası ile robotlaşmış durumda olmaları düşündürücüdür.
                        Ülkemizin kaynaklarının artık dış mihraklara peşkeş 
            çekenlerin ayıklanmasının zamanı gelmişte geçmektedir. Satan kişiler 
            için büyük gözüken bu paralar Türkiye’nin zenginliklerinin 
            çalıştırılmaması ile Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam 
            edecekleri ve ülkemizi bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin 
            zamanı geldi de geçmektedir. | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          04
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
               
                 İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK 
                ÜZERE
              
              
               Geçenlerde bir arkadaş 
              sohbetinde “Çorum Çöplüğüne” Özel İdare tarafından atıkların 
              dezenfekte (arınık-arıtılma) yapılarak doğaya bırakılacağını 
              duydum. Hemen aklıma Çorum’un Çöplüğünde bulunan kimyevi atıkların 
              bulunduğu ve “Çorumlu 2000 Dergimizin YIL 7 – 15-  02 2005- 
              72.SAYI Sayımızda “İMDAT !GÖLET'İMİZ 
              TAŞMAK ÜZERE!” 
              Yazımız geldi. Sevimdim. Geçte olsa bahsi geçen atıkların toprağa 
              karışmayacağı, gelecek nesillere kalacak olan Çorum’un taban 
              suyuna karışmakta olan bu kimyevi atıklardan kurtulacağını 
              düşünerek sevindim.
        
        
               Malum bizim oralara gitmemiz için 
              “Gaz” gerekli. Maaşın almamız ve harcama bütçemizi düzenlememiz 
              gerekli. Aracımızın oralara gidebilmesi için fazladan bir harcama 
              yapmamız lazım olduğunda ve ayrıca “Çorumlular Ve Çorum’a Hizmet 
              Edenler” çalışmamızın da doğması için oldukça özveride bulunmamız 
              gerekli idi. Ağustos Ayının 29’unda “gaz” bulundu bende çıktım 
              yola.  
              
        
                           ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK 
              Buradan 
              nafakalarını çıkaranlarla konuştuktan sonra benim menşur gölet’imi 
              görmek için aracıma bindim ve gölet’in etrafından çeşitli resimler 
              çekmeyi planlandım.  
              
        
               Oldukça güzel resimler elde ettim. 
              Yalnız beni gölet’in ülkemizdeki ve dünyadaki kuraklığa rağmen 
              nerede ise taşacak şekilde büyümesi korkuttu. Ocak 2005’te ki 
              kotundan bir eser kalmamıştı. İMDAT 
              !GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE! gözüken rengarenk akıntılar ve sıvı atık gölüne inebilmek için 
              yazımızın sonundu yazdığımız bölümdeki çıkıştan girilince epey bir 
              kot düşüklüğü ile inilmekte iken şimdi ise nerede ise düz bir yol 
              halinde gözükmekte. Resim 3 e bakınız
        
        
               Bu gölet’in oluşturanlar 
              bizlerdik. Yani Çorumlular. Sıvı atıklarımızı buraya dökerek 
              çevreyi temizlediğimizi sanıyorduk ve halen öyle olduğunu 
              sanıyoruz.   Halbuki bu atıkların toprağın katmanlarına sızmasını 
              önleyecek tabii bir iki tepe arasından başka bir önlem ve tedbirinde 
              olduğunu düşünmüyorum. Bu gölet’in tabanında sızdırmama özelliğini koruyan bir kil 
              tabakasının olduğunu ve bu atıkları buraya dökemeden önce de 
              burada tabi bir havuzlama ve izolasyon işleminin yapıldığını da 
              zannetmemekteyim. Buradan sızacak bu atıklarımızın yer altı 
              sularını kirleterek Çorum'un geleceğini zehirlemesinin kaçınılmaz 
              olduğu gözüken bir olgudur. Çorum’un zemin suyunun ve bur çanak 
              olarak gözüken yerleşim yerinin alt tabakalarında bulunan ve 
              artezyen ile çıkartılan diğer yer altı su kaynaklarına da ulaşması 
              ihtimali büyüktür. Çanak olarak bu gölet çanak sularının 
              kaynaklarından olarak gözüken yamaçta bulunması da af edilecek bir 
              mazeret değildir.
        
        
               Bizler neden: zemin suyunun 
              kimyevi atıklarla doldurduğumuzu düşünmüyoruz? Yada neden düşünmek 
              istemiyoruz?  Basiretimiz mi bağlandı. Yada bu günün beyliği 
              beylik, gelecekten bana ne mi diyoruz?
        
        
               Mahmut Selim Gürsel olarak 2005 
              yılında keşfettiğimiz yeri kim bilir hangi fi tarihinden o güne 
              olduğunu nereden bilebilirim ki? Bilenler varsa yazsınlar bizde 
              bilelim. Buraya dökülen atıklar ve sıvı atıkların hangi kararlarla 
              buraya biriktirildiğini de sorgulamamız gerekli değil mi?  
              
        
               Şubat 2005 ve Ağustos 2008 epey 
              zaman geçmiş olması ve atıkları için yapıldığı söylenen arıtım 
              tesisi de beni sükutu hayale uğratması ile bu yazılarla karşınıza 
              çıktım.  Bu dünyada doğru bildiğin ve halka faydalı olduğunu 
              düşünebilen kimse isen, gerçekleri saklamamak gerekli olduğu “Yüce 
              Yaratan” Niye söylemedin, sakladın diyeceği vakitte anlım ak olsun 
              düşüncesi ile doğru bulduğumu sizlerle paylaşıyorum.  
              
        
               Gölet artık taşmak üzere.
        
        
               Artık bir daha oraya da gitmem.
        
        
               Kendini yormana ve üzmene ne gerek 
              var?
        
        
               Ben görevimi yaptığımı biliyorum.
        
        
               Bilgimi paylaştım.
        
        
               Yazdıklarımı da paylaştım.
        
        
               Resimlediklerimi de paylaştım.
              
              
              
        RESİMLER ALTTA 
         | 
      
      
        | 
         
        
          
        Resim1  Dumanların yükseldiği çöp yığınını altında 
        yazımızda bahsi geçen yol gözükmekte 
        
        
          
        Resim2
        Yukarıdaki resmin bir başka açıdan görünüşü 
        
         
        
          
        Resim3  Çöplerlerin kapattığı ve gölet'e kıyı olan iki 
        tarafındı otlar olan sert alan daha önceki yılda geldiğim ve arabamla 
        indiğim ÇORUM'UN YENİ GÖLET'İ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN 
        yazımızı yazdığımız yol olsa gerek 
        
          
        Resim4 Sıvı atıkların yüzü sahi olarak çöp yığınından 
        rüzgar etkisi ile gelen kağıt ve yüzebilen atıklarla kaplanmış 
        
        
          
        Resim5 Burada sıvı atıkların üzeri biraz olsun katı 
        atıklardan soyutlanmış durumda. 
        
        
          
        Resim6-7 Burası da gölet bitimine yakın bölüm ve yola 
        kotun birkaç metre kaldığı intibakını verse de attaki resim gölet'in en 
        uçtan ve arabadan inmeden çektiği son bölüm olduğu karşıdaki yığından anlaşılmaktadır. 
        
        
          
          
        Resim8 Burası da gölet çevresinde devam eden yoldan 
        çekilmiş bir resim 
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! | 
      
      
        | 
           SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ! 
          
            
             -            
            Bilmiyorum hiç ilginizi çekip aylık istatistik sayfalarınızı 
            incelediniz mi?
 
            
            
             -            
            Belki sayfanızı açılış sayfası yapmak isterseniz diye sayfanızda 
            bulunan açılış sayfası yapı bir sefer tıkladığınızda bilgisayarınıza 
            ilk girdiğinizde sizin sayfanız açılacaktır. Burada hepimizin 
            kullandığı arama motoru bu sebeple sizlere hazırladım ve GOOGLE 
            arama motoru adapte ettim.  
 
            
            
             -           
            Çok yeni olarak sizlerin sayfalarına siteler topluluğu olan AÇIK 
            KAPI (Portal) ımızda sizlerin yazılarının yayınlandığı sayfaları kaç 
            okuyucumuz izlediğini gördünüz mü?
 
            
            
             - Aşağıda görüldüğü gibi; Kendi 
            sayfalarımıza kaç tekil kişinin girdiğini görmektesiniz. Bu girenler 
            sizden kaç sayfa olarak sizin yazınıza gittiğini ve kaç dosya olarak 
            size ait bilgileri incelediğini görmektesiniz.      
             
 
            
            
             -          
            Size ait sayfanın bir aylık istatistik hitide burada bulunmaktadır. 
            Sayfanızı daha detaylı incelemek isterseniz  tıklayarak kendi 
            adınızın bulunduğu OCAK ayı istatistiğindeki binginizi tıklayarak 
            istatistiğinizden detaylı sayfalara ve günlük istatistiklerinizi de 
            inceleyebilirsiniz.
 
            
            - 
            
Buradan bütün ziyaretçilerimize de 
            teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Açık kapımıza toplam Ocak ayında 
            25.774 tekil ziyaretçi girmiş ve 120,518 dosya incelenmiştir.  
           
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          07
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
            
              
               10 KASIM
              
            
                         Türkiye’mizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal 
            ATATÜRK’ÜN bu gün ebediyete gidişinin 70. yılında bulunmaktayız.
            
            
                         Türkiye için kendi özverilerini ve dehasını 
            kullanarak, ülkesi için çarpışmak ve ülkesindeki insanları 
            birleştirerek Kurtuluş Savaşına hazırlamak gözüktüğü kadar kolay 
            olmazsa gerek.
            
            
                         Bir yokluk ve uzun yıllar çeşitli cephelerde 
            savaşmış, yorgun ve fakir bir milleti özgürlüğe kavuşturmak için 
            verilen çabaları takdir etmeyenler ATATÜRK’Ü kıskanlardan başkası 
            olmayacağını burada söylememde bir beis görmüyorum.
            
            
                         Bizlerin kuşağında 10 Kasım’lar bir yas ve anma günü 
            olarak kutlanmakta iken, bu günün kuşaklarında ise başka türlü 
            anılmaya başlamıştır.  
            
            
                         10 Kasım’da bir başka hatıralarımın da burada 
            anlatmakta bir beis görmüyorum. Askerliğimin son bölümünü Çavuş 
            olarak İstanbul Dolma Bahçe Sarayında yapmış olmam da ayrı bir 10 
            Kasım anısı olarak bende bulunmaktadır.
            
            
                         Dikkat ettiniz mi bilmiyorum? Bizlerin hayatlarında 
            da bazı önemli zaman dilimlerini biz yaşadığımız o zaman ve anda 
            anlayamamakta ve sonradan da bu anıların kıymetini düşünmeden 
            edememekteyiz.
            
            
                         Bizler ATATÜRK’ÜN emanetini korumak ve yüceltmekten 
            başka; ülkemizin Dünya ülkeleri içerisinde ön sıralara başkalarının 
            yardımı ile değil, kendi güç ve bilgilerimiz ile birikimlerimizle 
            ileriye gitmemizin gerekliğini bu vesile ile de sizlere teklif 
            etmekteyim.
            
            
                         “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”
            
             
        
          | 
      
      
        | 
        
        
         
           | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
          10
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
                  KURBAN VE BİZ
                            İnsanoğlu’nun semavi kitaplarla başlangıcı 
                olduğunu inananlar bilirler. İnanmayanlar da kendi bildiklerini 
                okurlar. O da onların problemleridir.
                            Hazreti İbrahim; Allah-u Teâlâ bir oğul verirse, 
                onu Allah C.C. için kurban edeceğini dilemesi üzerine Hazreti 
                İsmail dünyaya geldi. Allah-u Teâlâ verilen sözü yerine 
                getirmesini Hazreti İbrahim’e rüyada bildirildi.
                            Semavi kitaplara inananlar Hazreti İbrahim’in 
                Allah C.C. tarafından imtihan edilmesinin ve biz insanlarında bu 
                imtihandan geçmemizin emaresi olarak Peygamber efendimiz, Eshab-ı 
                kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. 
                Hakim) 
                Dinen zengin sayılmayan kimsenin, borcu yoksa, gücü de yeterse, 
                kurban kesmesi çok iyi olur. Hadis-i şerifte, (Bayramda kurban 
                kesmekten daha faziletli bir amel yoktur. Ancak sıla-i rahm 
                bundan müstesnadır) buyuruldu. (Taberani)
                            Bu bizim dünyada malımızla imtihan edilmemizin 
                delaleti olarak her yıl karşımıza çıkar.
                            Bilerek veya bilmeyerek bu imtihandan dikkat 
                ederek çıkmamız gereklidir. Müslümanların bu dini vecibelerine 
                de başka inanıştakilerin de dikkatli olarak incelemelerini ve bu 
                sosyal bir yardımlaşma olarak incelenmesinin gerektiğini de göz 
                ardı etmemeleri gereklidir. Çünkü herkesin inanışı kendisini 
                bağladığı için başkalarının inancına da karışmak insanlık dışı 
                bir anlayışın eseri olur.
                            Kurban bayramınızı bütün yazarlarım adına 
                buradan tebrik ederek nicelerine ermemizi dilerim.
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         13
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
                        Dergilerimde; yazılarım kendime ait olup, kendi 
            fikirlerimi yazabildiğim kadar beyanda bulunduğum yerlerdir.
                        Sanal olarak yayınlanan bu çalışmalarım haricinde de 
            basılmış çalışmalarım bulunmaktadır.
                        Ayrıca 63 sayısı basılmış olarak bulunan ÇORUMLU 
            2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT TARİH VE EDEBİYAT dergimde pek çok 
            çalışmalarımı da yayınladım. Bunlar basılmış olarak arşivlerde 
            bulunmaktadır. Bu dergim basılırken ilk birkaçı hariç o günden bu 
            güne okuyucularıma da sanal olarak ta yayınlama mutluluğuna eriştim. 
            Dergimiz halen devam etmekte olup her ayın 15’inde 
            güncellenmektedir. Bu elinizde bulunan sayımız  199. sayı olarak sizlerle 
            birlikteliğini sürdürmektedir.
                        Dergi ve sitelerime girmek için illaki üye 
            olacaksınız diye bir şartımız da bulunmamaktadır. Bütün 
            ziyaretçilere alenen açık olarak okuyucunun istediği an okunmaya 
            açıktır.
                        Dergilerimize yazı veren arkadaşlar bizzat endi 
            çalışmalarını e-posta veya posta ile bana ulaştırmakta ve bende bazı 
            ufak tefek kişilik hakları ve diğer bazı bana ve yazarıma 
            gelebilecek kısımları kaldırarak yayınlamaktayım.
                        Yazarlarıma ve çizerlerime buradan teşekkür ederken 
            yazı yollayacak arkadaşlarımızın da kendi çalışmalarını 
            corumlu2000@gmail.com e-postama yollamaları gerekmektedir.
                        Dergilerimde bulunan çalışmalar herhangi bir siteden 
            alınarak yayınlanmamakta, yazarlarımızın müsaadeleri ve 
            gönderdikleri yazıları yayınlanmaktadır. Bizim dergilerimizden başka 
            yerlerde de yazarlarımızın çalışmalarını yayınlamaları onların en 
            tabii haklarıdır. Bu bilginin de sizlerle paylaşmamım birkaç nedeni 
            bulunmakla birlikte burada bunları yazmama da gerek görmemekteyim.
                        Yazıyor, çiziyor, çekiyorsanız ve sanal değilseniz 
            sizde davetlisiniz!
         
          | 
      
      
        | 
         
           | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
          14
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              HİCRİ YIL VE 
              MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
            Bu yıl nerede ise çakışacak ini 
            yılbaşını aynı andı kutlamamıza imkân veren bir peş peşe lik 
            sağladı.
            Bu iki yıl kutlaması için şunları 
            aklımdan geçirdim:
            Merhaba kocamış yıl!
            Nasıl de geçti 365 günün. Ben 
            bilemedim. Ya san bildin mi?
            Neler verdin bizlere? Nelerimizi 
            aldın bizlerden?
            Geldin gidiyorsun. Bizi bıraktığın 
            gibi bizlerde burada bildiğimizi yapacağız. Sende gidiyorsun 
            yaşlandım diyerek.  
            Eş, dost ve akraba ile yeniden 
            gelmeni bekleyeceğiz gencecik ve kocamamış halini umutla 
            bekleyeceğiz.
            “Umut Bu” bilmem anlayacak mısın? 
            Desem güler geçesin. Bana ve soranlara. Sen kaç yaşındasın ki benim 
            yaşadıklarımı bileceksin dersin. Haklısın. Sen her yıl ölür, yeniden 
            doğarsın. Yaşlanmaktan korktuğun için böylece kendini küçük ve genç 
            göstererek bizleri eskitir ve yol olmamızı gözlersin.  
            Bizse senin hey yıl gelmeni 
            sabırsızca beklerken yaşlandığımızı anlamadan bu dünyadaki sıramızı 
            savar ve gideriz.  
            Savaşır, öldürür, ölür, gezer, 
            tozar, trafik kazası yapar, salgın hastalıklarla boğuşur, bazen 
            açlık çeker, bazen tok gezerken açlığımızı bastırmaya çalışır, bazen 
            yazar, bazen de çizerek senin günlerini birer birer tüketiriz.
            Sen yine bu günlerde,yine bu yaşının 
            sonuna geldin.  Bize ne verdin? Bizden neler aldın? Düşünmeyeceğiz 
            her zamanki gibi, yine senin geldiğin ilk günden yeniden doğmanı 
            sabırsızca bekleyeceğiz.  
            Bu satırları yazan benim ömrümü 
            tükettin ve yaşlandırdın sanma. Benim yaşım düşüncemle yaşıt bunu da 
            unutma.  
            Her yıl gibi senden dilediğim bir 
            şey yok!  
            Dilesem de senin elinden gelen bir 
            şey olduğunu zannetmiyorum.
            O yüzden isteklerimi seni ve beni 
            yaratandan istiyorum.  
            İyi ki doğdun “Yeni Yaşın kutlu 
            olsun 2009.”
            Seninle yaşamaya çalışan fani Mahmut 
            Selim GÜRSEL  
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
          16
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - DİKKAT ! 
              TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
 
            - Biraz  
            Çorum'da ne var,ne  yok diye yerel bir kanalını açtım.   
 
            - Çorum  Değişim Projesi 
            bilgilendirme toplantısı. Anlatılanları dinleyince tüylerim  
            diken diken  oldu. Ya ne diyeceksiniz? 
             
 
            - 
            Sevgili  Sayın   Prof.  Hocamın tek muhalif olan  
            matbaacı arkadaşımızın ne demek  istediğini anlar gibi olduğunu 
            söylemesine.   
 
            - Konu: 
            Çorum'un  kültür varlığı olarak tescil edilmiş olan bir bölümü. 
            Anlatan : Diksiyonu çok düzgün ve ödevine  oldukça iyi 
            çalışmış,teklemeden konuşan bir hatip. Anlatımı gayet mantıklı 
            görünüyor. 20-25 dinleyici. Hiç çıt yok. Konuşmacı tezini anlatıyor. 
            Yerine otururken Sorusu  olan var mı ? Diye sorunca sadece   
            bizim haklı  her konuya itiraz eden Sayın Nizamettin 
            Oktay'ımız:  
 
            - -... 
            Bu çalışmalar için belirlenen   sınır nereden,ne reye 
            kadar ?  
 
            - 
            Başlama  noktalar, itiş noktaları neresi...  diye sorunca.  
            Konuşmacı bir şeyler geveliyor. Nizamettin tekrarlıyor sorusunu.  
            Bu   sefer  Sayın Başkanımız cevap veriyor. 
            
            
 
            - Sonra 
            Rüstem baba sarı levhalarla ilgili başkana soru yönetiyor.  
 
            - Başkan 
            cevaplıyor.  Şimdi  gelelim konunun özetine: Belediyemiz 
            mantıklı gözüken bir proje için kollarını  sıvamış.  Bir 
            bilene danışmış, proje istemiş. Acaba bu ön proje için ne kadar 
            ücret vermiş ?   
 
            - 35  
            dönümlük şehir merkezinin altı seçilmiş. Acaba; bu alanın üstünü 
            düzenlemek  yerine  niçin altını seçmiş ? Bu alanın 
            altında neler  var acaba ? Neler yok ki.  Bu  
            belirlenen  alanın  altında bir tarih yatıyor.  Bir  
            kent yatıyor. Tarih kokan büyük bir hazine yatıyor.   
 
            - Neden  buraya  ÇÖPLÜK 
            denilmiş acaba belediye   bunu  araştırdı mı ? Hiç 
            zannetmem. Bence bu fikirlerinden vazgeçmeleri  için gereken 
            bir iki başlık sizle re ileteyim.   
 
            - Birincisi:Burası NİKONYA şehrinin 
            bulunduğu  yer olabilir mi. Uzun süre Çorum'u fetih eden  
            atalarımız bu yıkıntıları çöplük  olarak kullanmış olamazlar mı 
            ? Buralar ve  eski Karakeçili mahallesi bir önceki medeniyetin 
            yıkıldığı alan olup olmadığı biliniyor mu ?   
 
            - 
            İkincisi: 1 Temmuz 1940 Tarihli 24. Sayı Çorumlu Dergisinin normal 
            sayfa 2. genel sayfa 725 şi bir güzel okumaları ve yine aynı 
            derginin 25. Sayısında yayımlanan  "MTA TAG Direktörlüğü Tusik 
            Raporu No:1057 Çorum Havalisinin Jeolojik ek sizi"ni  bir güzel 
            inceleyiversinler.   
 
            - İkinci  
            bilgiyi bulamazlarsa;  yayımladığım Çorumlu   2000 
            dergisi 7 sayı 28 numaraya bakı versinler.  Ya da ; 8. Sayı 27.  
            Sayfada  bu  rapor hakkında   yazan  Sayın 
 
            - Hocam Oğuz Leblebicioğlu'nun 
            yazısını bir inceleyiversinler. 
            
            
 
            - Bence 
            bu iş biraz cıvık. Neden mi? Çünkü bu projenin yapılacağı alan oynak 
            toprak yani alüvyon yatağı. Altında Ankara gibi  taban  
            kayası yok. Biliyoruz ki; bizim il merkezimizin yerleşim  alanı 
            taban suyu bol bir yer.  Bu topraklar  bence yer altında 
            bir katlı derinliği   kaldırabilir  fakat 35 dönümlük 
            bir alanı  ve  hele hele,2 kat olan bu projeyi kaldıramaz. 
            
            
 
            - 
            Gerekçeleri gayet açık. Bir kere bu alanı şu anda  bile beş 
            dakikalık ufak sağanak yağmurlarda bile caddelerimizden dereler  
            gibi akan sular acaba nerelere akar. Nereler dolar ?  İşte  
            sizin projenizde Çorum'da bu  akıntıyı verecek ne bir eğilimli 
            arazi var,nede  bu suları pompalayacak  bol  
            enerjimiz var. Yoksa burayı bitirdiğiniz   gün  yağan  
            şiddetli  bir yağmurla doldurarak  yüzme havuzu filan mı 
            yapacaksınız ?  O  da  olamaz,koca Çorum'da   
            bu derinlikteki  bir  havuzda  yüzebilecek kaç 
            hemşehrimiz var ? Belki de: Bir efsanevi söylenişte geçen;   
            "...yelden;Çorum selden batacak."  Denilen sözler sizin 
            eserinizle  gerçekleşecektir.  Orayı yaptığınızı  var 
            sayalım.   Şiddetli bir yağmur yağınca ne olacak acaba ? 
            Olacağı malum.  Otopark,dükkanlar ve Allah C.C. korusun orada  
            yüzleri bulan dükkanlarda çalışanlar ile, yağmurdan  kaçmak 
            için oraya doluşan binlerce Çorumluya mezar olacak. Bakın ; 
            kendinizde söylüyorsunuz. Uydu kent. İstimlak ederek bir sürü güzel 
            tarım arazisini,mesken yeri olarak alıp Çorum'a büyük bir kötülük 
            yaptınız Bari oralarda bu projeyi yer üstünde yapıverin.    
            Yok olmaz diyorsunuz. Ben zor olanı seçtim.  Bence siz ; zor 
            olanı değil,rant olanı seçtiniz.   
 
            - Yine 
            de  size  5. Sayı  15. Sayfada kolay rantlı ve 
            müteahhit ve istimlâke bile gerek  olmayan  bir teklifim 
            vardı bir zahmet onu okuyuveriniz. Tek katlı olan önerimiz, 
            şehrimizin tarihi dokusunu da zedelememektedir.  
 
            - Sizin 
            projeniz bence birilerine, proje karşılığı biraz   para 
            vermek. Yada  bu proje ışığı altında “definecilik” yapmak.   
 
            - Son  
            olarak;  Alah’u  Teala  bir daha Türkiye’mizi  
            eleme  boğan depremle bizleri imtahan etmesin. Bu proje ile 
            deprem bölgesi olan ilimizin gerçeklerini göz önüne  alınması 
            gerekir. Kolay rant uğruna  ilimizi   büyük bir 
            felakete sürükleyecek olan  bu  projenin   belki 
            getirebileceği birkaç milyon dolar için, Çorumluları lütfen 
            tehlikeye atmayınız.   
 
            - 
            Saygılarımla.
             
 
           
            
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         17
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
                        
            Bu sıralar üyesi olduğum  elit bir grup olan kütüphaneci 
            grubunun en sık gelen grup mesajı okuyucu bulamama olarak 
            gözükmektedir.
                        
            Acaba semt pazarlarındaki satıcılar gibi okuyucuyu cezp etmek için” 
            Gel Okuyucu Kütüphaneye Gel!” diyerek kapı önünden mi bağırmak mı 
            gerekmekte?  
                        
            Hayır! Bağırarak, Söyleyerek kitap okutulmaz. Peki nasıl okuyucu 
            miktarını arttırarak okuyucuyu kütüphaneye bağlayacağız?
                        
            Öneriyi ben yıllar önce dile getirmiş, arkadaşlara açıklamıştım. 
            Onlar sadece kendilerine bazı yükümlülükler ve zorluklar yüzünden 
            benimsetemedim.
                        
            Bu gün o öneriyi yapmaya da pek niyetim yok. Neden yok derseniz 
            benim yapalım diyeceğim işlev içip personel gerekmekte. Ayrıca 
            personelin çokluğu da bir işe yaramayacağını biliyorum.
             
                        
            Zamanı gelince belki birileri hatırlar ve sizlere bu önerime kendisi 
            lanse eder diye düşünmekteyim.
             
             Emekli Kütüphane Müdür Yardımcısı.
             
            
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           
        19
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
                        
            Bu dönem mahalli seçimler neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
                        
            Hele bu mahalli seçimler de ekonomik kriz denilen dünyayı 
            yönetenlerce empoze edilen suni ve ekonomik özgürlüklerini 
            kazanamayan ve dış borç içinde yüzen ülkemiz gibi ülkeleri yok etme 
            veya ufaltma için yapılan operasyonlarda deneme tahtası haline 
            gelmekteyiz.
                        
            Bu yıl bu mahalli seçimlerin ekonomik krizin olup olmadığını bizlere 
            gösterme açısından da büyük bir sınavı da bizlere göstermiş 
            olacaktır.
                        
            Aday adayların tamamının hemen hemen belli olduğu bu günlerde parti 
            ve parti adaylarının yaptıkları harcamaların mercek altına alınması 
            ve bu harcamalarda da takip edilmesi gerekli olması bir gerçek 
            olarak karşımıza çıkmaktadır.
                        
            Seçimlerde her nedense parti harcamalarının pek çoğunun bağış ve 
            katkı olarak harcanması ise başka bir problem olarak karşımıza 
            çıkacaktır.
                        
            Seçimlerde iktidar olanların ise avantajlarını kullanmaları 
            kaçınılmaz olarak görülecektir.
                        
            Krizin sonucu işsizlik büyük ölçüde artarken, fakirlikte 
            artmaktadır. Gelirler kişilerce değil ailelerce tüketilerek geçim 
            çabası verilmektedir. Mahalle seçimlerin sonuçlanmasından sonra 
            krizin devam edeceği, bu krizi bize empoze edenlerin gönlü yetene 
            kadar da devam edeceği gözükmektedir.
                        
            Bizde burada sizlere “Seçim mi; Geçim mi?” diye soralım dedik.
                        
            İleride bu konuların devamının dergimizde yayınlanacağını da 
            sizlerin de görüşlerinin bizim için çok kıymetli olduğunu bilmenizi 
            isteriz.
            | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
           
        20
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              BİR e-POSTA VE CEVABI
             
            
            
            Ilisikte ki gönderdigim dosyalar (yazinlar) 
            
            
            kurulmasi arzedilen 
            
            
            Corum Kültür Merkezi
            
            
            ve
            
            
            
            Güzel Sanatlar Fakültesini 
            ilgilendirmekdedir.
            
            
            Saygilarimla
             
             
             
            Merhabalar Sayın Çoban!
            Gözlü var gözsüz var. Okumayı 
            sökemeyenler var. E-postanızı yazarmen18 punto kullanmanızın 
            sebebini ne olur ne olmaz diye düşündünüz herhalde?
            Çorum!
            Kültür Merkezi!
            Güzel Sanatlar Fakültesi!
            Maalesef bu yolladığınız konular 
            hakkında bilgim bulunmamaktadır.  
             
            Açıkça ne yapmamı yazın; gerek 
            görürse yapar veya yayınlarım.
            Hamiş; Dosyalarınızı siz siz olun 
            kopyalanmasını istiyorsanız word dosyası olarak yollayın ki 
            yayınlasınlar. Sizin adınıza bir daha o yazıları yazan pek bulunmaz 
            zannedersem.
            Fotoğraflarını yayınladığı albümü 
            dergimde yayınladığım fotoğrafçı.Ates Velidedeoglu
            Çocukluğunu ve amcasın arkadaşım 
            babasını tanıdığım Çorumlu.Kenan Dalgic
            Tanıyamadığım serdar Kilickaplan 
            Mehmet Ali DOGAN zerrin ayvazoglu  
            Adam gibi adam diye birilerini 
            lanse ederek bu seçimde arkasında durmayan Çorum'u tanıdığını bile 
            zannetmediğim Agah Kafkas
            63 sayı basılan ve 120. sayısı 
            hazırlanan dergiyi kültür olarak görmeyen yada 3. sayısı da basıldı 
            diye gazete Sevket Erzen  
            Dergime reklam vermezsede abone 
            olan Mustafa Yagli
            Birkaç kere giderek görüştüğüm 
            Ünal Kakac
             
            Hiç görmediğim bir gazete Manset 
            Gazetesi
            Bilemediğim  Çorumlular  
            Mehmet Özdogan Mütallip Yalin
            Beni de gönderdiğiniz e-postasında 
            listede görünce şaşmadım desem yalan olur .->>corumlu2000
            Dergime reklam vermezsede abone 
            olan arasıra sanal yazıştığım Mahmut Köksal
            Bilmediğim Haci Odabasi  
            Herhalde Sungurlulu olsa gerek 
            tanışmadığım Halil Baklan
             
            Tanıyamadığım şahıs Servet 
            Seyfettin ;
             
            İsmi yabancı gelmedi fakat 
            tanışamadığım Mustafa Toprak ;
             
            Bilemediği birisi daha Mustafa 
            Harputlu ;
             
            Dergime reklam katkısı veren ve 
            ilk sayısından son sayısına kadar abone olan Ahmet Ahlatci  
            Çorumlu olduğunu bildiğim Çorum 
            1997 tanıtım katkısı istediğim Ahmet Hamoglu
            Kendisine Anitta Otelde taktim 
            ettiğim Çorum 1997 isimli çalışmamı görmemiş ki köşesinde Çorumla 
            ilgi kitap olmadığını yazan telefonlar kendisine hatırlattığım halde 
            hatırlamayan (Hatırlama mecburiyeti yoktur) Ahmet samsunlu
            Tanışmadığım  Esra Keskin ; 
            Nesrin Cobanoglu ; niyazi özmercan ; nilay çevik  
            Tanışız Sonmez Yanardag
            Bilemediğim schneider-guerkan@gmx.de 
            ; Faruk Gökmese ; web@corum.bel.tr ; Selahattin Toprakci ; Sirin, 
            Metin (M.) ;  
            Dergilerimiz kendisine taktim 
            edildiği halde; dergimizin yayın hayatı boyunca gazetesinde bir 
            satır bile yayınlamayan gezete genel yönetmeni.Mehmet Yolyapar
            Ben Çorumluyum
            Kendime göre birşeyler yapıyorum.
            Aralık tekil ziyaretçim 28912 
            Toplam sayfa 53 389 Toplam dosya ziyaretçisi 151861 ve toplam hiti 
            2962341 olan
            
             
         
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         24KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - SESSİZLİK VE ZAMAN
 
            -             
            Bende önceki bir zaman diliminin tılsımlı havanın esmesi ile meydana 
            gelen bir tutkunun yazılmasının zamanı gelmiş olduğunu anlamış 
            gibiyim.  
 
            - 
            Birinci yılını doldurduğum memuriyet hayatımda bizleri bekleyen 
            büyük tehlikelerin neler olduğunun bilinci ile zamanımı geçirmekte 
            ve kendi planımın doğrultusunda hayatımın yönünü vermeye 
            çalışmaktaydım.
 
            -             
            Her hafta gittiğim Çorum’a gelince her zamanki gibi anne ve babamın 
            baskılarının olacağını biliyor, onları bir bahane ile yine 
            atlatacağımın bilinci ile otobüsün Çorum’a girdiği anda saat 22’yi 
            gösteriyordu gayet iyi hatırlıyorum.
 
            -             
            Çorum otobüs garajı o yıllarda Çorum’un dışı sayılacak bir alana 
            yeni yapılmakta idi. Otobüsler garaja girmeyip saat kulesi civarında 
            yolcularını indirme geleneğini halen sürdürmekte idiler. Her ne 
            hikmetse o gün otobüs eski garajların bulunduğu yere gelmiş ve 
            yolcuları burada indirmişti. Durakta bulunan tek taksiye işaret 
            ettim. Geldi ve bindim. Şoför her nedense hareket etmekte acele 
            etmiyordu. Ben alışkanlığım üzerine şoförün yanındaki koltuğa 
            oturmuştum. Aynı otobüste birlikte Ankara’dan geldiğimiz benim 
            yaşımda iki çiftte taksinin arka kısmına binmişlerdi. Taksici 
            hayatından memnun bana dönerek:
 
            -             
            -Birader ne tarafa gideceğiz? Diye sordu. Ben:
 
            -             
            -Arkadaşları bırakalım, ben sonra inerim. Dedim. Fort taksi 
            homurdanarak yerinden kalktı. Taksi şimdiki hükümet konağının 
            bulunduğu bir yere doğru yol aldı ve vilayetin arkasında bir evin 
            önünde durdu. Taksi içindeki çift paralarını verip indiler. Taksinin 
            çok yüksek bir fiyat talep ettiğini görünce inen çiftin erkek 
            olanına:
 
            -             
            -Bir dakika bekler misiniz? Diye seslendim. Adam durdu taksiye geri 
            döndü. Şoföre:
 
            -             
            -Arkadaştan fazla para aldınız. Aldığın o paranın dörtte üçünü geri 
            ver dedim. Şoför de bizimle aynı yaşlarda olduğundan araçtan inenle 
            beni, birbirini tanıyor diye düşünmüş olsa ki aldığı paranın dörtte 
            üçünü geri verdi.  Adamcağız şükran sesleri çıkartırken ben 
            şoföre:
 
            -             
            - Karakeçili Camiinin yanına gideceğim dedim. Albayrak sokağı 
            aralığından taksiyi döndürerek ilk dönemeçte durdu. Levyeyi eline 
            alarak:
 
            -             
            -İn bakalım yakışıklı. Sen benim nafakamı nasıl geri verdirirsin? 
            Ben sizi birlikte sandım diye dayılandı. Ben gayet sakin:
 
            -             
            -Burası yeri değil. Bu saatte uyuyanları rahatsız etmeyelim. 
            İstersen arabanı tenha bir yere çek. Diye tepki verince biraz 
            duraksadı, araca bindi. Tir tir titremesi halen üzerinde idi. Ben 
            istifimi bozmadan. Aşçıların orada ineceğim dedim. Taksi hareket 
            etti yüz metre sonra durdu. Şoförün titremesi geçmiş, benim sakin 
            halim onu korkutmuş ve ürkekleştirmişti. Araçtan indim. Şoför 
            tarafına geçtim ve diğer yolcudan benim ikazım üzerine aldığı para 
            kadar para uzattım.  
 
            -             
            -Bak ahbap. Sen evli misin? Diye sordum. Şoför cevap verdi.
 
            -             
            -Evet. Üç çocuğum var. Diyince ben:
 
            -             
            -Haram para ile mi çocuklarını doyuruyorsun. Diye serteldim. Levyeyi 
            kaptığı ile kapıyı açtığı bir oldu. İndiğine pişman olduğunu 
            pantolonunu ıslattığından anlamıştım. Benim beylik tabancam 
            saldırgan şoförüm burnuna dayanmıştı. Şoföre:
 
            -             
            -Hem haram kazanıyorsun, hem de adam mı dövmeye kalkıyorsun. Dedim. 
            Cevap verecek mecali olmayan şoföre:
 
            -             
            -Dua et üç çocuğuna ve eşine. Seni karakola götürür, fahiş para 
            alıyor, birde levye ile adam dövmeye yelteniyor diye içeri 
            attırırdım. Bir daha böyle olmasın dedim. Şoför pelte gibi aracına 
            bindi. Kontağı çevirmeye mecali kalmamıştı. Ben eve girdim.
 
            -             
            Aradan üç ay geçti, tesadüf Samsun arabası ile tekrar Çorum’a 
            geldiğimde durakta bulunan tek araca el kaldırdım. Araç geldi. Yine 
            aynı şofördü. Bana:
 
            -             
            Merhaba birader. Evinize müşteri geldikçe uğradım. Seni sordum. 
            validen O Ankara’da çalışıyor dedi. Bir gün yine taksine biner oğlum 
            dedi. İşte yine karşılaştık. Sana minnet ve teşekkür borcumu sunmak 
            istiyorum. Senle karşılaştığımız güne kadar arabanın hiç eksiği, 
            gediği bitmiyordu. Sen beni uyardın. Evlatlarına haram yedirme 
            dedin. Senden sonra sabaha kadar durakta düşündüm. Sana hak verdim. 
            Bir daha kimseden hak etmediğim ücreti istemedim. O adamla senin 
            verdiğin para bir bereketlendi ki. Arabam o günden bu güne 
            arızalanmadı. Hiçbir masrafta çıkmadı. Daha önce hiç olmadık 
            masraflarla kazancımı bitiriyor bazen eve ekmek bile götüremiyordum. 
            Dedi. Ben cevap veremedim. Beni eve bıraktı. Ücretini verdim.
 
            -             
            -Bereket versin birader. Dedi. Bende:
 
            -             
            -Bereketini bul dedim. Bir gerçek veya hikaye olarak 
            okuyabilirsiniz.
 
            -  
 
           
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
         26KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              BİSİKLETE BİNELİM!
            
            Geçenlerde bir acil işi için Saat kulesinden Bahçelievler de bulunan 
            evime çıkmak yürürken bir Gazi Caddesinde araçların olmaması 
            dikkatimi çekti. Dikkatli bakınca yolun iki tarafının da araç 
            trafiğine kapalı olduğunu gördüm. Etrafta da pek çok polisin olması 
            beni biraz daha araştırmaya itti.
            
            Birisine sordum:
            - Ne 
            oluyor. Hayırdır? Sorduğum kişi:
            - Bir 
            şey yok amca otuz yaşın üzerindeki şahıslara bisiklete binmelerini 
            tavsiye için bisiklete mi bineceklermiş. Biraz önce bisikletlerle 
            yukarı çıkmışlar. Şimdide buradan geçeceklermiş. Dedi.
            
            Fotoğraf makinemi çıkartarak bir iki poz alalım diye bekledim. Bir 
            ekip aracının eskortluğunda bisikletliler gözüktü. Birkaç kare resim 
            alabildim.  
            Lafı 
            uzatmayalım. Bu grupta otuz yaşında 9 şahıs vardı 30 yaşının altında 
            da bir o kadar kişilerin de bulunması dikkatimi çekti.
            | 
      
      
        | 
         
        
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         27KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
            Sekiz 
            saatlik iş gününü elde etme amacı düşüncesi ilk kez Avustralyalı 
            isçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler, 
            toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş 
            bırakmaya karar verdiler.
            Bu 
            kutlama 21 Nisan olarak kararlaştırıldı. Avustralyalı isçiler bu 
            kararı, sadece o yıl için düşünmüşlerdi. Bu girişim heyecanlara yol 
            açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi. Bu 
            kutlama diğer ülke yayılmaya başladı ve dünyanın bütün ülkelerince 
            benimsendi. Amerikalılar 1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma 
            günü olmasına karar verdiler ve l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş 
            bırakarak 8 saatlik işgünü talebinde bulundular. Polisiye ve yasal 
            baskılarla, gösteriyi tekrarlamasını birkaç yıl engellendi. 1888'de 
            bu kutlamalar için yeniden karar alındı. Avrupa'daki işçi hareketi 
            de, bu hareketin en güçlü ifadesini 1889'da toplanan Uluslararası 
            İsçiler Kongresi 400 delegenin katıldığı sekiz saatlik işgünü 
            talebinin en basta yer alması gerektiği yolunda “Uluslar Arası 
            Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul kararını aldılar. 
            Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu isçi Lavigne, bu 
            talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini 
            teklif etti. Amerikan isçilerinin temsilcisinin l Mayıs 1890'da grev 
            yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Amerika Kongresi bu 
            tarihte uluslararası gününün kutlanmasına karar verdi.
            
            Türkiye’de; Anadolu'da 1 Mayıs ilk defa 1905 yılında İzmir'de 
            kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi İstanbul'da ilk 1 Mayıs 
            kutlaması 1910'da yapıldı. 1912 İstanbul Pangaltı da yapılan 
            kutlamadan sonra, 1913 Kutlamalar yasaklandı.  
            1920 1 Mayısı'nda işgal idaresinin 
            ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı 
            olarak kutlandı. 1921'in 1 Mayısı'nda yürüyüş ve kutlamalar askeri 
            suç ilan edilmesine rağmen İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle 
            şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi 
            çalışanları 1 Mayıs'ı kutladılar. 1922  Sultan Ahmet Meydanında 
            toplanan emekçiler, Galata’dan gelen gurupla birleşerek Kağıt haneye 
            yürüyerek gösteri yaptılar. 1923 1 Mayısı'nda çok sayıda yerli ve 
            yabancı işletmede çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin 
            arasında, yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi 
            bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, 
            serbest sendika ve grev hakkı talepleri vardı. Birçok işçi bu 
            gösterilerde tutuklandı.
            1924 
            yılında1 Mayısı'nı "İşçi Bayramı" olarak kutlayan işçiler 
            engellenmek istendi. Sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan 
            birçok işçi tutuklandı. 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu 
            sonrasında kutlamalara izin verilmedi. 1935 yılına kadar her yıl 
            ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi 
            yasaklarla yazıldı.
            1935 
            yılında "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" adıyla 
            çıkarılan düzenleme ile "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak 1 Mayıs 
            genel tatil günlerine dâhil edildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinde 
            yasaklar yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul 
            tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak 
            dayatıldı. Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu 
            geri döndü.  
            En 
            büyük katılımlı 1 Mayıs, 1976 tarihinde kutlandı. Bu kutlama DİSK'in 
            öncülüğünde Taksim Meydanında yapıldı. O gün Taksim Meydanı' nı 400 
            bin emekçi doldurdu. Taksim meydanı "Bir Mayıs Meydani" adi ile 
            anılmaya başladı. 1977 tarihinde 500 bin emekçi Beşiktaş ve 
            Saraçhanede toplanıp Taksime yürüdü. Halen meçhul olan saldırılar 
            sonucunda 37 kişi katledildi, 200'den fazla yaralı mevcudu ile kanlı 
            1 Mayıs olarak tarihimize geçti. 1978 tarihinde yüz binler Taksim 
            alanında toplandı. 1977 katliamının failleri bulunsun taleplerinde 
            bulunuldu. 1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul'da mitinge 
            izin vermedi; yasağa uymayarak Taksime çıkan 1059 kişi göz altına 
            alındı. 1979 1 Mayısı İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı.  
            1980 
            12 Eylül Askeri Darbesi sonucu tüm kutlamalar yasaklandı. Bu 
            yasaklar içerisinde 1 Mayıs’ta bulunmakta idi. Bu yeni bir yasaklı 
            dönemde; kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri 
            dağıtılması gibi etkinliklerle, 1 Mayıs anısının belleklerden 
            silinmesine izin verilmedi. 1987 tarihinde yedi yıl aradan sonra, 
            bazı Milletvekilleri ve sendikalar öncülüğünde, aydın, sanatçı ve 
            bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim 
            Anıtı'na 1 Mayıs Şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. 
            Polis sadece Milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 
            1988 İstanbul Valiliği 1 Mayıs Kutlamaları için Taksime izin 
            vermedi. Taksime çıkmak isteyen sendikacıları polis önledi. 1989 
            tarihinde Taksim'de bir araya 2000 kişiye saldırıldı. Mehmet Akif 
            Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi. İzmir, Ankara, Adana, 
            Kayseri, Gaziantep, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Balıkesir, Manisa 
            ve Elazığ´da gösteriler yapıldı ve tutuklamalar oldu. 1990 tarihinde 
            Taksim'e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ 
            Öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. 1991 tarihinde İzmir´de 20 bin 
            kişilik gösteri gerçekleştirildi. 1992 TÜRK-IŞ, HAK-IŞ, ve DİSK 
            Ankara´da salon toplantısı yaparak ortak kutlama yapılarak 
            gerçekleştirdi.
            
            
            1996 
            tarihinde 1980 sonrasının en kitlesel mitingi gerçekleştirildi. 
            Kutlayanların ortak katilimi ile 20 yerde kutlama yapıldı. Kadıköy'ü 
            dolduran yaklaşık 100-150 bin gösterici toplandı ama yine açılan 
            ateş sonrası 3 kişi yaşamını kaybetti. 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla 
            kıyaslanamayacak kadar az bir katılımla gerçekti 1997 1 Mayıs’ı 
            İstanbul- Ankara- İzmir-Mersin- Antalya- Denizli ve Uşak’ta yürüyüş 
            ve mitinglerle kutlanmıştır. Bu organizasyonu Türk-İş / DİSK / KESK 
            yapmıştır.
             
            1998 
            tarihinde 1 Mayıs “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” sloganı ile alanlarda 
            kutlanmıştır. 1999 da Büyük Kentler dışında ilçelerde de kutlamalar 
            yapılmıştır. 2000 yıl farklı bir şekilde “Küresel saldırıya küresel 
            direniş”; sloganı ile alanlarda mitinglerle kutlandı. 2001 yılı 1 
            Mayıs kutlaması İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanında “küresel 
            saldırıya karşı güç birliği” sloganı ile kutlandı.  
            Bu 
            kutlamalar 2004 1 Mayısına gelince DİSK, KESK ve diğer meslek 
            örgütleri “bizi Çağlayan alanına hapis edemezsiniz” direnmesi ile 
            kutlamalarını Saraçhane de toplanıp Yenikapı ya yürüyüşlerle ve 
            mitingle kutlarken, Türk-iş ile diğer bazı parti ve meslek 
            kuruluşları Çağlayan alanını doldurdular. 2005 1 Mayıs kutlaması 
            İstanbul Kadıköy meydanında 80 bin kişi katılımı ile kutlandı. 2006 
            1 Mayıs en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. Çeşitli 
            sendikalar ve gruplar saat 12.00 sularında Rıhtım Caddesi`ne yürüdü. 
            Düzenlenen miting sonrası saat 16.00 sularında gruplar tamamen 
            dağıldı. 2007 yılında 1 Mayıs'ı tekrar Taksim'de kutlayarak aynı 
            zamanda 1977'de olan olayları anmak isteyen grupları polis silah, 
            biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 100'den fazla 
            kişi yaralandı. 580, diğer kaynaklara göre 700'e yakın gözaltı 
            gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını 
            kaybetti. 2007 Tarihinde İşçi Örgütleri karar alarak 1977 Taksim 
            Kanlı Olaylarını anmak istedi. 900 kadar gösterici tutuklandı. Çok 
            sayıda tabanca ve Molotof kokteyli ele geçirildi. 2008 Tarihinde 1 
            Mayıs Taksim Meydanında kutlanmasına izin verilmedi. İstanbul´da 
            şiddetin dozu artı, hastaneye gaz bombası atıldı. İstanbul genelinde 
            531 gözaltı ve 38 yaralı ile kutlandı.
            
            Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Mayıs'ın resmi tatil olmasına ilişkin 
            düzenlemeyi içeren “5892 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller 
            Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un onaylayarak 
            Başbakanlığa gönderdi. 2009 Nisan'ında Türkiye Büyük Millet 
            Meclisi'ne verilen önergeden sonra 1981'den sonra tekrar resmi 
            bayram olarak kabul edildi.  
             Mayıs 
            Bayramı bayram olarak kutlanan ve toplulukların çatışması olarak 
            kutlanması olarak nice yıllarca, yasaklanmadan kutlanmasını dilerim!
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
         28KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
                        
            Geleneklerimizle dini kişilerin karıştığı ve sadece ülkemizde değil 
            bütün İslam âleminde de çeşitli atlarla kutlanan bir bahar karşılama 
            şenliğidir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdrellez 
            günü; Gregoryen takvimi (Miladi takvimi)ne göre 6 Mayıs, eskiden 
            kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Jülyen takvimine göre 23 
            Nisan günü olarak  Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün 
            olduğu sayılarak kutlanmaktadır.
            6 
            Mayıs’tan Hızır Günleri adıyla anılır8 Kasım’a kadar olan süre yaz 
            mevsimi, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri 
            adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış 
            mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığının da gösterdiğinin 
            işareti olarak kutlanılır.  
                        
            Türkiye 6 Mayıs tarihinde kutlanan HIDIRELLEZ ismi olarak 
            anılmaktadır. Bu kutlamalar daha çok kadınlar arasında kutlanır.  
            Hızır 
            Aleyhisselâm’ın (Arapça: al Khidr; Yeşil adam), İbrahim'den sonra 
            yaşamış bir Peygamber veya Veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim 
            olan Zülkarney’nin askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. 
            İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun 
            Nuh Aleyhisselâmın Sam dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır 
            aleyhisselâm’ın İsrâiloğulların’dan olduğunu söylemiştir.  
            Hızır 
            lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı 
            zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasıdır.
            İlyas 
            peygamberin M.Ö. 9. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. İsmi 
            Kur'an-ı Kerim'de geçen bir peygamberdir.  
            Bu iki 
            dini şahsın buluştukları ve bu günün insanların dileklerinin 
            Hızır’ın uğraması ile gerçekleşeceğini umarak dileklerde bulunurlar.
         
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         29KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
              VEFA
                        
            İnsanlar birbirleri ile tanış, arkadaş dost olurlar. Birbirlerini 
            ara sırada olsa ziyaret ederler, hatırlarını sorarlar. Bu insanların 
            birbirlerine vefa borcudur.
                        
            Bu günlerde insanlar artık birbirlerinden koptular ve birbirlerini 
            aramaz oldular. Bazen bu aramalar artık ulaşım aracı olarak 
            kullandığımız Internet ile arkadaşlarımızı arar olduk.
                        
            Üyesi olduğumuz bir gruptan yazarımız olan hocamız Dr. İsa 
            Kayacan’dan şöyle bir serzeniş geldi:
             
            ----- Original 
            Message ----- 
            
            From: 
            drisakayacan 
            To: 
            Dr.İSA KAYACAN 
            Sent: 
            Thursday, June 18, 2009 4:53 PM
            Subject: 
            BANA GELEN // BİLGİ İÇİNDİR :::: İlt: İlt: {liberal-izmirliler.63217} 
            "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
             
             
            Kimden : 
            "Şahabettin YÜCEL"  
            Kime : "E-TÜRKİYE GRUP"  
            Gönderme tarihi : 18/06/2009 
            13:26 
            Konu : İlt: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ 
            !!!!!  
             
            Evet, 2.5 aydır aramadığım ve 
            sormadığım yer kalmadı.  Çok garip ve esrarengiz bir durum. Mustafa  
            Nevruz Sınacı gerçekten 3 aydır ortada yok. Araştıralım ve 
            soruşturalım lütfen. Bütün vatansever ve milliyetperverlere vazife 
            değil mi bu ??? Gerçekten aciliyeti olan ÇOK ÖNEMLİ bir konu bu. 
            Üstelik çok üzücü ve düşündürücü !!!! Bu ülkenin hakikik ve samimimi 
            ilim, hahikat ve adalet adamlarına ne oluyor böyle ???????????  
             
            --- 17/06/09 Çar tarihinde Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr> 
            şöyle yazıyor:
             
            Kimden: Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr> 
            Konu: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!! 
            Kime: liberal-izmirliler@googlegroups.com 
            Tarihi: 17 Haziran 2009 Çarşamba, 15:54
            
            TürkishFORUM (Dünya 
            Türk Kongresi/ABD) Yüksek Danışma ve Bilim Kurulu Üyesi, Bilinç 
            Üniversitesi Rektör Yardımcısı, değerli bilim adamı, kendini 
            demokrasi-adalet ve hukuk'a adamış "örnek insan, değerli kanaat 
            önderi" Sayın Mustafa Nevruz Sınacı tam 84 gündür ortada yok !!!  
             
            Şu ana kadar kendisi hakkında veya akıbetine dair hiçbir 
            haber alınamadı.  
            Büyük kaygı, ani kaybı (yaşanan ortam) dolayısıyla derin 
            korku, merak ve endişe içindeyiz.  
            Lütfen !... Çok rica ediyoruz..  
            Devlet ve hükümet dahil, bilenler bir cevap versin veya 
            açıklma yapılsın.  
            17.Haziran.2009ı-Çarşamba,  
            
            BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ 
                        
            İsa hocama da başka merak eden arkadaşlarca da bilgi gönderiler; 
            Yazarımız Kadim Dostum Mustafa Nevruz SINACI yı merak etmişler.
            Bende 
            İsa hocama:
            Merhaba Hocam!
            
            Http://fikir.dergisi.info
            yazı 
            yolluyorsunuz fakat
            siteye girip 
            her halde tıkmalıyorsunuz (1)
            Dergiye girip
            geçen ayın 
            sayısını tıklarsanız
            ve
            çiceklerin 
            üzerinde bulunan
            kayan yazıyı 
            takip ederseniz
            Mustafa beyin 
            rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
            Birde
            
            http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
            sizin sayfanız 
            gibi onun sayfasını da tıklayarak girmiş olsaydınız CEP TELEFONU 
            denen bir aletin numaralarını görürdünüz.
            Siz dergimize 
            bir sürü yazı 
            olarak dergimize
            VÜRÜS 
            yolluyorsunuz
            Size birkaç 
            kere yazdım
            Yazılarınızı 
            yayınlıyorum
            Fakat YAZI 
            DİYE gönderdiğiniz vürüsü yayınlayamam
            Şayet 
            yazılarınız çıksın derseniz
            yazılarınızı 
            WORT ortamında
            ve ek olarak 
            (Ataç) gönderiniz.
            Çorumdan 
            selamlar
            Gruba da 
            yazımı forvet ediniz.
             
            Ayrıca 
            aşağıda bulunan e postayı da Prof. Dr. Salih Ziya Konyalı hocama 
            yolladım.
             
            Merhaba Hocam!
            
            
            Http://fikir.dergisi.info
            siteye 
            girmiyorsunuz her halde tıkmalıyorsunuz 
            Dergiye girip
            geçen ayın 
            sayısını tıklarsanız rahatsız olduğu kayan yazıda bellidir.
            Mustafa beyin 
            rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
            Birde
            
            http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
            ona açtığım 
            sayfada
            cep telefonu 
            da bulunmaktadır.
            Durubu 
            kendisinden bizzat öğrenirsiniz
            Bu bilgiyi de 
            gruba iletirseniz sizin gibi merak ederler öğrenirler
            Gürsel 
            Yayınevi Sahibii
            Mahmut Selim 
            GÜRSEL
        
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         30KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
            OLMAK VEYA OLMAMAK
            
            Yayıncılık; en zor mesleklerden birisi olması ve yayın yaptığınız 
            ürünlerin yerine ulaşması büyük bir özveri ve çalışma ile ortala 
            çıkan telif eser niteliği taşıyan bilgi birikiminin sunulması 
            demektir.
            
            Yayıncı yukarıdaki esaslar doğrultusunda; kanun ve yönetmeliklerde 
            bulunan yasakların ve emirlerin dışına çıkamayan, gerektiğinde 
            yayınlarının sansüre uğradığı ve yazdıklarının fikirleri ile 
            karşısındakine bilgi verdiği gerekçesi ile de sorumlu olan bir 
            alandır.
            
            Yayıncılar kendi aralarında birlikler kurmuşsalar da pek çok 
            yayıncının bu birliklerden bile haberi olmadığı aşikârdır. 
            Yayıncıların kendi bildikleri ve kendi anladıkları ölçüde 
            yayınlarını sürdürmeleri bir bakıma da zaman içerisinde 
            mesleklerinde pişmeleri ile düzenli ve kaliteli bir yayın çizgisine 
            gelebilmektedir.
            Son 
            beş yıl içerisinde ülkemizde de yaygınlaşan sanal yayın Internet 
            üzerinden de yayılmış pek çok yayın yapan özel, tüzel yayıncılar da 
            daha serbestçe yayınlar ve bilgi dağıtımını da yapmaya başlamış 
            bulunmaktadır.
            
            Internet yayıncılığının denetim dışı olarak görülmesi ve 
            başkalarının telif eserlerinin kendilerininmiş gibi yayınlanması 
            ancak tefli sahibinin dikkati ve araştırması ile bulunarak gerekli 
            girişimlerde bulunma zorunluluğu meydana gelmesini sağlamaktadır. 
            Fikir ve eser hırsızlığı sanal âlemde daha büyük bir hızla olmakta 
            ve çalınmış eserlerin okuyucu ile başka başka isimlerle sanal olarak 
            okuyucuca sunulması ise yayıncıların da bu işe göz yumduklarının bir 
            işareti olarak karşımıza çıkmaktadır.
            
            Kısacası artık Yayın Cılık olmuştur. Cılkı çıkan bir meslek olmaya 
            yüz tutmuş bulunmaktadır. Korsan kaset ve görüntüler ile korsan 
            kitaptan baksa da korsan yayınlar da bu vesile ile artmış 
            bulunmaktadır. Burada yayıncının olmak veya olmamak arasında olduğu 
            gözükmektedir.
             
         
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         31KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              27 MAYIS 1998
                        
            27 Mayıslar benim ömrümde bazı dönüm noktalarının kesişen gününe 
            rastlar.
                        
            27 Mayıs 1960 Babamın Emekli olduğu tarihin başlangıcıdır.
                        
            27 Mayıs 1998 Gürsel Yayınevimin kuruluş yıldönümü
                        
            27 Mayıs Bir miras davamın açılış tarihi.
                        
            Bu tarihlerin üçüncüsü olan 27 Mayıs 1998 bu sayfalarımızın 
            oluşmasının nüvesini de teşkil eden yayınevimin kuruluş tarihidir. 
            Bana göre oldukça meşakkat ve zahmet ile emeğin birikimi ile geçen 
            günlerin mazide kalan günleridir. Bu günler geldi geçti. Bu 
            yaptıklarımda kar amacı gütmediğim için bana binen külfeti de yalnız 
            karşılamaya çalıştım.
                        
            Sitelerimi incelerseniz yaptıklarımın yansımalarını orada 
            görebilirsiniz. Çorumlu 2000 Dergisinin 63 sayı basarak ve sanal 
            olarak yayınlayarak okuyucularımıza sunma mutluğu bana yetmekte. 
            Ayrıca Sarı Çiğdem Şiir Defterini 14 sayı yayınlayarak sanal olarak 
            devam etmekteyim. Çorumlu dergisi tıpkıbasım sayıları fırsat 
            buldukça siteye yüklemekteyim. Türkiye’de ve Dünyada Çevre dergimiz 
            sanal olarak hizmette bulunmaktadır. Yine sizlerin okuduğunuz bu 
            sitede fikir dergimiz devam etmektedir.
                        
            Allah’ım nasip ettikçe, ömrüm oldukça, aklım yettikçe, elimiz 
            tuttukça sizlerle birlikte olmaya devam edeceğim.  
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
           
        32KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE.
                        
            İnsanlar; birlikte yaşamaları ile bazı birimlerini birbirleri ile 
            paylaşmalının önemini anlamışlardır. Bu birikimlerini bazen vecize 
            ve atasözleri ile, bazen maniler ile, bazen hikaye veya masal ile 
            aktarmışlar ve yaşamaları için gerekli bilgileri birbirlerine 
            öğretmeye çalışmışlardır.
                        
            İnsanlar; bu yaratılıştan var olan güdüleri ile birlikte daime 
            birbirlerinden öğrendikleri ve yapılan işlerin kendilerine lazım 
            oldukça kullanarak daha da geliştirmeleri zaman içerisinde bu 
            birikimleri anlatarak değil yazarak başkalarına aktarmalarını 
            gerekliliğini görerek zaman içerisinde yazı yazmayı ve birikimlerini 
            yazı ile ileriki kuşaklara aktarmaya çalışmaları bu gün bile 
            geçerliliğini korumaktadır.
                        
            Bu bilgiler yazan için bir fayda sağladığı için başkalarının da bu 
            bilgileri kullanmaları ve faydalanmaları için yazmışlar ve ihtiyacı 
            olanlara bu bilgilerini sunmuşlardır.  
                        
            Benim bu ön girişten sonra konuya girmemin ve bu görüşü yazmamın 
            sebebini sizlere açmam gerekmektedir.
                        
            Bu yazılanı okuyan sizler belki de bu dergilerde de yazılar yazmakta 
            ve buradan başkalarına fikirlerinizi ve birikimlerinizi aktarmaya 
            çalışmaktasınız. Benim amacım da bu noktada başlamaktadır. Kendi 
            birikimlerimi sizlerle paylaşırken neden sizin birikimlerini de bu 
            sayfalarda yayınlamayım amacı ile bu “fikir Dergisi”ni sizlere 
            sunmuş oldum. Dergimizin bu sayı ile 9 sayıya ermesi de bir kıvanç 
            kaynağımız olarak karşınızda bulunmaktadır.  
                        
            Fikir Dergisi’nin geçmiş sayıları sitede yüklü olarak okuyuculara ve 
            yazarlara halen hizmet vermektedir. Ayrıca yazarlarımıza da belli 
            ölçüler dâhilinde kendilerini tanıtmaları için isimleri ise 
            yayınlanan sayfalar açmış bulunmaktayım. Bu sayfalara isterlerse 
            doğrudan girerek kendi sayfalarına, isterlerse yazılarının bulunduğu 
            dergilerden yazılarına ulaşmaları mümkünlüğü sağlanmıştır.
                        
            Fikir Dergimiz yazarlarımızın bir ay içinde yaptıkları etkinlikleri 
            tarafıma yolladıkları takdirde o ay yayınlanan dergide okuyucu ve 
            ziyaretçilerle buluşturma amaçlı bir çalışmanın eseridir. Sadece 
            Gürsel Yayınevinin katkıları ve benim çabalarım ile yazarlarımızın 
            çalışmaları ile hiçbir kuruluş veya yan kuruluştan katkı almadan 
            sizlerin karşısına çıkmaktadır. Benim ömrüm oldukça, aklım erdikçe 
            ve elim yazdıkça bu çalışmalarımızı yayımlamaya devam edeceğim.
                        
            Nice dokuz aylara.
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         33KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
                DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK
                
              
              "BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR" güzel ve Atalarımızdan kalan bir olgudur. 
              Ahilik ve lonca sistemleri ile halen devam eden odalar ve esnaf ve 
              sanatkârlar odaları gibi pek çok örneklemeleri silerde 
              bilmektesiniz.
              
              Dostluk işte en önemli olgu bütün bir yaşamda olan ve arkamızdaki 
              en büyük destek ve birikimlerimizi destekleyen kişi "dost" olarak 
              tanımlayabiliriz.
              
              "Dost acı söyler" diyen atalarımız kişinin dostunun ona doğruyu 
              göstermesi bakımından söylediği ve önerdiği işlerin acı bir reçete 
              olduğunu belirtmesidir. Yaptığımız yanlışımızı bizi dost bilen 
              dostumuz bize ikaz veya tenkit olarak bize dost olduğu için 
              açıklar. Yaratılışımızdaki huyumuz olarak bilinen fıtratımızda 
              bizlerin tenkite ve yaptığımız yanlışlıklara düzeltilmesi için 
              yapılan öneri ve nasihatleri kaile almaz kulak ardı ederiz. Bu 
              sebeplerden dolayı dostumuzun bize tavsiyesini de dikkate 
              almayarak bencilliğimizi gösterir hatamızın ceremesini 
              etrafımızdakilere ve kendimize çektiririz.
              
              “DOST DOST DİYE NİCESİNE SARILDIM
              
              BENİM SADIK YARİM KARA TOPRAKTIR”
              Diye dostluğun ne kadar bulunmaz 
              bir nimet olduğunu vurgulayan Aşık Veysel, kendisinin en son 
              giderek kapısına varacağı kara toprağı “dost” olarak bizlere bir 
              işaret ve en sonunda varılacak menzilimizi de belirtmeye 
              çalışmıştır.
                          
              Kısacası dost bulabilen en mutlu ve şanslı kişi olarak görmemiz 
              zannedersem abartma olmaz.
                          
              “Bir dost az, iki dost çok” atalar sözü ile satırlarıma son 
              veriyorum.
               
         
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
         36KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
                  TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN
                 
                            
                Yaz yazlığını gösterdi. Herkeste bir yerlere gitme hevesi 
                kabardı. Hakkımız tabiî ki gideceğiz. Giderken bazı 
                tedbirlerimizi almayı unutmayalım. Arkadaşlarımızla birlikte 
                yapacağımız programları sakın Internet’ten yazışarak yapmayalım. 
                Bilhassa gruplar kurulmuş ve bu grupları barındıran arkadaşlık 
                sitelerine dikkatli davranarak şu tarihte, şu saat falan yerde 
                buluşacağız, bekliyoruz gibi yazışmalardan sakınmamız gerekli 
                olduğunu hatırlatmak istedim.
                            
                Bilgisayar kullananların pek çoğu kişisel bilgisayarlarına 
                devamlı çerezlerin, solucanların atıldıklarını bilirler. Hepimiz 
                kendi yöntemimize veya birikimimize göre bu gibi saldırılara 
                önlemlerimizi aldığımızı düşünsek de; bizde daha ileri düzeyde 
                olan çerez atıcıları veya solucan göndericileri bizden ileri 
                olduklarını hatırda tutmamız gerekmektedir.
                            
                Kişisel arkadaşlık grupları veya arkadaşlık sitelerindeki 
                kişilerle telefonlaşarak randevularınızı kararlaştırmanız sizler 
                için daha güvenirli olduğunu aklımızdan çıkartmayalım.
                            
                Örneğin bir arkadaşlık grubunuzla beraber Akdeniz’de bir kampta 
                buluşacağınızı birbirinize safça yazarken, bu mesajınızın 
                sizlerin ne zaman nerede ve kimlerle olacağınızı bilmeleri 
                olasılığını sakın göz ardı etmeyiniz.
                            
                Hani birisi diyor ya:
                            
                Demedi deme.
                            
                İyi tatiller.
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         42KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              GECE VE GÜNLER GEBE
                        
            Ülkemiz ve dünya sıkıntılı ve karanlık bir döneme aydınlık 
            çığlıkları ile gitmeye başladı.
                        
            Birileri; diğerlerine zorla bazı planları yaptırmak için maşa ve el 
            tutağı olarak tek taraflı bir baş eğmeye sebep olan tahakküm ve 
            zorlamanın içinde girdiler ve planlarını işletmeye başladılar.
                        
            Geceler ve gündüzler neler doğuracağını bilmeden sancılı ve 
            ıstıraplı geçmeye başladı. O kadar sancı çekerek diğer güne bu 
            devirdeki kadar geçmedi.
                        
            Alt ve orta dereceli çalışan ve emekli olan ücretliler verilen para 
            ile geçinmeye çalışırken; geçirdiği günün açlık ve sefilliğini 
            unutarak geceyi geçirmek için soğuk yataklarına girerek umut 
            ışıkları altında gebe geceyi sancılar içinde geçirmeye çekildiler. 
            Kendilerine bir yıl için zam olarak verilenlerin ertesi saatte diğer 
            tüketim mallarını etkileyecek olarak bütün ülkeye gözükmeden 
            etkileyecek bir zamla anında alındığının farkına varmadılar. Ayrıca 
            bu zamlardan başka etrafta bulunan sıkıntıları adeta gündeme 
            getirilerek pompalanan gündemle getirilerek açlıkların bastırılması 
            telaşında olan çoğunluğun dikkatlerini başka bir alana çevirmeye 
            çalışmaktalar.
                        
            Bu bilinmeyen güç gibi gözüken dayatıcı ülkeler. Geçen her gece ve 
            günlerin geçmesinde bir oyalama tablosu gözükmektedir. Ülkemizin 
            komşularına verilen karşılıksız tavizlerle ağababalara hoş gözükme 
            çabaları da bu gecelerin sabahında ülkenin geleceğini nasıl 
            etkileyeceğini gizleyerek uygulamalara çoğunluklarının verdiği güç 
            ile zorlayarak kapalı ve açık oturumlarda oldubittiler ile şifa 
            hapları gibi bize zorla yutturulmaya çalışılmamak şifa dağıttıkları 
            bize, dinlemediğimiz halde anlatmaya çalıştılar.
                        
            Gece olmasını gündüzden bekler, gece olmasını gündüzden bekler 
            olduk. Ülkenin selametini idarecilerimizin de bildiğini bilmekteyiz. 
            Bu gebe gece ve gündüzleri ülkemizin yaşayanlarını oyalama 
            politikası olarak hepimizin görmekteyiz.
            Bu 
            zaman diliminin bir an önce bitirilerek; ülke sınırlarında bulunduğu 
            söylenilen Petrol, doğalgaz ve bu asrın en önemli sosyo-ekonomik 
            emtiası olan sularımızın sahiplenilmesi gereklidir. Bu değerler 
            ülkemizin insanlarının refahı için gün ışığına çıkartılarak 
            verimliğin artırılmasının sağlanması gereklidir.  
            Ülke 
            piyasası için televizyonlarda reklâm olarak gözüken: yapılan bir 
            simit al! Uncu da kazansın, çiftçi de kazansın, ekonomi de canlansın 
            gibi gülünç olan ve ülke ekonomisine hemen hemen hiç gelir 
            getirmeyen ve tamamına yakını kayıt dışı olarak dönen simit, 
            dondurma, ekmek ve diğer yiyecek maddelerini örnek göstermek ise bu 
            ülkenin yaşayanları ile adeta alay etmek değil midir?
            
            Gecelerimiz ve günlerimin neler doğuracağını merak etmeyen bir 
            ülkenin yaşayanları olmayı biz hak etmiyor muyuz?
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         44KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              TURKEY DEĞİL TÜRKİYE
            
            Bayanlar ve Baylar!
             
            Artik 
            TÜRK'LERIN TÜRKÇE yazı, Türkçe okumaları gerekliliğini bilmemizin  
            ve ihtar etmemizin zamanı gelmiş 
            bulunmaktadır.
             
            Bütün 
            okur yazarların beraberce başta kendileri olmak üzere; geleceğimizde 
            kullanacak olan çocukların ve gençlerin hiç olmazsa TÜRKÇE 
            tabelalara, isimlere hasret kalmaması için birbirimizi uyarmamız 
            gereklidir.
            
            Özgürlükler vardır. Özgürlüklerin kötü emellerce bir ülkenin 
            geleceği olan DİL'İNİ bozmaya çalışmalarına, yozlaştırmalarına karşı 
            çıkmamız ve hepimizin TÜRKÇE kullanmamız gereklidir.  
            Başta 
            Bütün Internet kullanıcılarının Turizm firmalarının kullandığı HİNDİ 
            (Turkey) kelimesini TÜRKİYE olarak değiştirmelerini istemekle 
            başlayabiliriz.
            Bizim 
            ülkemiz HİNDİ ülkesi değildir.
            Bizin 
            ülkemiz; Şehitleri, Gazileri, Zaferleri ile bütünleşmeyi, birleşmeyi 
            bilerek yöneten geçmişte özümüz olan İmparatorlukların 
            mirasçılarıyız.  Su anda bütün dünyayı birleştirme çabasında 
            olan ülkenin veya ülkelerin bildiği; fakat söylemeye dili varmadığı 
            bir idareyle Üç Kıtada birlik beraberlik sağlayan Türk’lerin 
            kullandıkları dilin bulunduğu vatanimiz HINDİ ÜLKESİ (Turkey) 
            olamaz.
            
            Bizlere Türkçe olarak okuyup yazmamızı; Valilik, Bakanlık, 
            Başbakanlık, Reisicumhurların emirleri ile olmaz. Bizlerin 
            birbirimizi kırmadan uyarmalarız la olur. Gelecekler Türk ve 
            Türkçenin olması için birlikte bu konuyu yazıştıklarımıza; 
            tanıdıklarımıza ileterek onların da yazışmalarında daha dikkatli 
            olmalarını isteyerek etrafımızı uyarmaya çalışalım. Bana ne 
            demeyelim!  
            
            Bilhassa; yurt dışında yasayan yurttaşlarımız itina ile Türkiye ile  
            yapacakları yazışmalarında artik 
            HİNDİ (Turkey) kelimesinin yerine (i harfi  
            yabancı dilde büyük harfle 
            yazılmadığı için) TÜRKIYE diye yazalım.  
            Bu 
            tepkimi hakli görüyorsanız; e-posta arkadaşlarınıza, gruplarınıza 
            kendi görüşleriz ile yollayınız!  
            Saygılarımla.  
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         45KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              YAZMAK MI YAZMAMAK MI? 
            İşte 
            bütün problem burada!
            
            Formlara, sitelerde ve diğer basılı yerlerde yazı yazmak her halde 
            yazamayan üyelerin  ilgisini çekerek onları da az çok cevap verme 
            amacını taşıması açısından bence önemlidir.
            
            Yazabilmek bir nevi alışkanlık haline gelince yazan; yazmaya devam 
            eder ve bildiklerini karşısında tanımadığı okuyucusu ile paylaşmak 
            amacındadır.
            Yazan; 
            yazdığının okunduğunun farkında olmasına karşı, okuyanın tepkisini 
            öğrenmek ister. Pek çok okuyucu bu yazıyı beğenip beğenmediğini 
            söylemek tenezzülünde bulunmazlar. Gerekçesi ise bellidir. Bu 
            konumuzun başlığını belirleyen "YAZMAK MI YAZMAMAK MI?" düşüncesinin 
            meydana gelmesini ve sonuçlarını okuyanca analizinden sonra ortaya 
            çıkar.
            
            Yazılan yazıya "Ben bu yazıyı beğendim" diye yazsa. Neresini 
            beğendiğini soracak ve sorgulayacak onlarca cevap verenin çıkacağı 
            malumdur.
            Yine 
            aynı şekilde okuduğunu "Ben bu yazıyı beğenmedim" diye yazsa, bu 
            sefer en azından yazının yazarı tarafından tenkide uğrama ihtimali 
            mevcuttur.
            
            Yazanlar yine bildikleri gibi yazarlar; okuyanları onları okurlar ve 
            cevaplayamazlar.
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         47KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI 
              TANITMAYINIZ!
 
            -             
            Dergilerimizde sizlerin fikirleri ve yazıları ile meydana gelen 
            topluluğumuzda; sizlerin dergine inmeyen ve üçüncü şahıslarla hem 
            kendinizi hem de yayınevimizi karşı karşıya getirecek fikri 
            çalışmalarınızı elemek ve yazar ve yayınlayan için hukuki 
            girişimlerden kaçınılması için yazılarınızda kesme, kırpma, kısaltma 
            gibi kısaca (sansür) yaptığımın farkındasınızdır.
 
            -             
            Neden bunlara gerek duymaktayım?
 
            -             
            Bildiğiniz gibi Fikir Sanat Eserleri Kanunu yazarı bağladığı gibi 
            yayıncıyı da müteselsilsen (birlikte) yargılamaktadır.
 
            -             
            Buraya yazanların ve ben yayıncı olarak birer “Donkişotluk” yaparak 
            fikirlerimizi dergilerimizden okutmaktayız. Yaptığımız iş kurbağayı 
            ürkütmesin ve bizleri mahkeme mahkeme süründürmesin diyerekten 
            sansür uygulamasını yapmaktayım.
 
            -             
            Neler yazılarımızda batar:
 
            -             
            1- Mahmut şöyle yazmış buna katılıyorum. Burada Mahmut’un yazdığını 
            kopyalayıp yapıştırmak ile Mahmut’a katıldığını bildirme sizi 
            Mahmut’un Fikiri çalışmasını sizin yayınlamanıza imkan vermez. 
            Mahmut yayınlayana da yazana da telif ücreti talebi ile tazminat 
            davası açabilir.
 
            -             
            2- Yazınızda Mahmut’un bir kitabını tanıtıyorsunuz. Masum ve o 
            yazara karşı yapılmış bir jest karşı taraf olan Mahmut’u acaba 
            memnun edecek mi? Belki etmeyecek. O zaman Mahmut fikri eseri 
            hakkında olumlu veya olumsuz çalışmasını yayınlayan ve yazan 
            hakkında tazminat ve eseri hakkında içinden alıntılardan dolayı da 
            telif hakkı isteyebilir.
 
            -             
            3- Yazınızda Mahmut’un dini görüşleri ile ilgili bir yanlışlık 
            gördünüz ve bunu yazınızda kopyalayarak yayınladınız tenkit veya 
            övgünüzü yaptınız. Yine yukarıdaki sakıncaları muhatap 
            olabilirsiniz.
 
            -             
            4- Bir partinin aleni yaptığı bir eylem, bir icraat için partinin 
            ismi veya o partinin vekili ile ilgili alıntılar da yine telif 
            eserleri kapsamına girmektedir.
 
            -             
            5- Sizin dini görüşünüz veya siyasi görüşünüze Mahmut ile çakışırsa 
            Mahmut sizin yazdığınıza fikir eserleri kanunu gereği Tekzip hakkı 
            doğar ki yazınızı tekrar tekzipli yayınlama mecburiyeti de yayıncı 
            olarak bana düşer.
 
            -             
            6- Falancanın çalışması çıkmıştır. Siz o çalışmaya sahipsinizdir, 
            satın almışınızdır. O çalışmayı tanıtmak için lütfen bana yazı 
            olarak göndermeyiniz. Be tanıttığını kitabı görmemişimdir, sizin 
            tanıttığınız bölümleri beğenmemişimdir. Kitabını veya çalışması 
            tanıtacak Fert bizzat dergilerimize kendisi yazsın. Biz 
            değerlendirelim değer bulursak yayınlayalım.
 
            -             
            7- Yanlış anlaşılan bir konuyu da buradan tekrarlayayım. Bir firma 
            tanıtımı için o firma ile yazarımız mülakat, röportaj gibi 
            çalışmalar yapabilir. Sanal dergilerimize yazı veren yazarlarımıza 
            telif veremiyorum. Bu açığı kapatmak gerekçesi ile  belirttiğim 
            nemayı siz vermiş olarak kabul edilmektesiniz. Bu ortaklık çerçevesi 
            ile yapılacak tanıtımlardan alacağınız %33 dışındaki meblağı katkı 
            olarak yollamanız gerekmektedir. Bu bölümde yanlış anlamalara son 
            vermek için şunu da belirtiyi ki İLLA Kİ SİZDE PARALI röportaj yapma 
            mecburiyetiniz yoktur. Bu bir bakıma hepimizin eş, dost ve diğer 
            tanıdıkları yahu bizi de tanıtı ver dileklerine de bir nevi 
            sigortanız olarak sizlere bilgi verilmektedir.
 
            -             
            8-  iş arayan okuyucularımız ve tanıtım firmaları için yapılan 
            teklif olarak sitemizde bulunmaktadır.
 
            -             
            Bu nedenler ve buna benzer nedenlerle gelen pek çok yazıyı 
            yayınlayamamaktayım. Tazminat parası ve mahkeme kapılarında zaman 
            kaybı benim çalışmalarıma zarar verir. Bu nedenler ışığı altında 
            sizlerinde çalışmalarınızda örneklemeye çalıştığım gerekçeleri 
            dikkate almanızı rica eder, kaleminiz (klavyeniz) e güç ve kuvvet 
            dilerim.
 
           
          
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         
         50KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
 
            -             
            Yazan yazıyor.
             
 
            - 
            Okuyoruz.
             
 
            - 
            Aklımızın aldığını, desteklediğimizi kopyalayarak alıp kullanıyoruz.  
 
            -             
            Bu yazıyı yazısında kopyalayarak yazan için ne kadar doğru?
 
            -             
            Bir yazıyı alıp kopyalayarak altına: Falanın filan kitabı sayfa 
            bilmem ne, Ya da Filan yazarın fişkan sitesi yazmakla ne kadar doğru 
            iş yapıyoruz?
 
            -             
            Bunlar bence yazan kişinin yazdığını alıp pardon “çalıp” ismini 
            kullanarak kullanmak değil midir?  
 
            -             
            Evet. Bu hırsızlığın daniskasıdır.
 
            -             
            Yazarlık değil aşırmacılıktan başka bir şey değildir.
 
            -             
            Yazsak ne yazar, yazmazsak ne yazar!
 
            -             
            Yazmaksak daha iye değil mi?
 
            -             
            İrdelersek:
 
            -             
            Kaynak olarak aldığımız satırlar, paragraflar, bölümler ne kadar 
            yazıyı hazırlayan yazarın hakkını gasp etmek ve onun çalışmasını 
            izinli veya izinsiz kendi yazınızda referans olarak göstermeniz için 
            acaba o kişinin içtenlikle de olsa verdiği hakkını kendinizin yazısı 
            gibi kullanılmasını ben anlayamıyorum.
 
            -             
            Peki! Şimdi ne yazalım?
 
            -             
            Yazmak birikim işidir. Birikiminiz varsa yazarsınız.
            
            
 
            - 
            Birikiminiz yoksa falancanın yazısını çalışmanıza yapıştırır ve 
            yazdım diyerek yayınlar veya yayınlatırsınız.
 
            -             
            Öğrendiklerinizi yazarak yayınlatınız. İlla ki filan kaynak 
            demeyiniz. Sizi okuyan sizin o konu hakkındaki bilginizi ölçmek yada 
            o bilgiyi öğrenmek için okuduğunu bilmemiz çok önemlidir. Okuyan 
            zaten gazete ve TV den öğreneceklerini öğrenmektedir. Bizlerin o 
            bilgilerde eksiklik veya yanlışlıklar varsa onları okuyanlarımıza 
            kendi birikimimizle anlatarak onun ilgisini çekmemiz gerekmektedir.
 
            -             
            Diyorum ve talep ediyorum ki dergimizde yazılarınızın yayınlanmama 
            sebebinin en büyük etkenliği budur.
 
            -             
            Kendi birikimlerinizi yazın ve yollayın.
 
            -             
            Güncel veya haftası kutlanacak ve bazıları 52 haftaya sığmayan 
            önemli günlerimizi anlatırken bilgisayarımızın arama motorundaki 
            bilgileri değil; bizlere düşünmeyi, fikir yürütmeyi ve bütün 
            fiillerimizi yaptıran beynimizdekini yazalım lütfen.
 
            -             
            Dergimiz “DERLEME”, “AKTARMA” dergisi değildir.
 
            -             
            Adı üzerinde FİKİR DERGİSİ
 
           
          
        
          | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
          55KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              HACI ALİ KAZANCI
                        1970 li yıllarda bir toplantı yerinde karşılaştık. 
            Bu günkü gibi aynı çehre ve cüssede idi. O günden sonra Çorum’da 
            karşılaştıkça birbirimize selamlaşma ve hal hatır sorma ile geçen 
            uzunca bir süre geçti.
                        Ortak bir arkadaşımızın söylemesi ile de sergi 
            açtığını öğrendi. Sergi salonuna da yakın olmam sergiyi görmem için 
            güzel bir vesile idi. Sergi salonuna girdiğimde ortak tanıdığımız 
            bir öğretmen arkadaşımızdan müsaade isteyerek hızlı adımlarla yanıma 
            geldi. Hayırlı olsun temennisi ile sergisini resimleyerek 
            dergilerimde yayınlamak istediğimi söyledim. Her sanatkâr gibi o da 
            memnun oldu. Çorum Güzel Sanatlar galerisinde açtığı sergisine 
            katkılarından dolayı eşine, çocuklarına, ailesine ve emeği geçenler 
            ile sergisini ziyarete gelenlere teşekkür etti.
            Kısa hayat hikayesi:
                        “Hacı Ali KAZANCI
                        06/06/1952 tarihinde Çorum’da doğdu. İlköğretimini 
            Çorum Zafer İlkokulunda yaptı. Lise öğrenimini Çorum Öğretmen 
            lisesinde tamamladı.
                        1971 tarihinde göreve başladı. 36 yıl eğitim 
            ordusunun bir neferi olarak hizmet verdi ve 207 tarihinde emekli 
            oldu. Emekli olduktan sonra ahşap el sanatları ile uğraşmaya 
            başladı. İlk çalışması bir “kağnı” onu diğer çalışmalarını yapmaya 
            itti. Halen çalışmalarını sürdüren Hacı Ali KAZANCI Çorum kalesi, 
            Semerciler çarşısı, Yemeniciler çarşısı çalışmalarınıda 
            düşünmektedir.”
         
          | 
      
      
        | 
         
        
          
           | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
          57KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              İFTİRA VE ÖTESİ
                        İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri 
            çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan çekinmezler. 
            Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir iftira olduğunu bile 
            düşünemezler. Neden böyle yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız 
            bilmezler.
                        Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o 
            kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna kendilerini 
            inandırarak karşısındakinin sanki o yapılmamış veya söylenmemiş işi 
            yapmış veya söylemiş gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu 
            ispat etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
                        Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu 
            iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür dünyada da bütün 
            insanlar karşısında görülecek hesapta eller ve ayakların şahitliği 
            ile dillerin sustuğu zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın 
            meydana çıkacağını düşünemezler.
                        Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
            
            
                        Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir 
            nefsin emaresi değil midir?
                        Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile 
            acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle kendimizi öne 
            çıkartma duygumuz olabilir mi?
                        İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında 
            yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce kendimiz için 
            getireceği zararları göz önüne getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek 
            hayatımızda ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir 
            meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.
         
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
           58KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              KURBAN BAYRAMI
                        Bayramlar.
                        Gelirler, biterler ve geçerler.
                        Zaman diliminde biz insanlara verilen bir görev ile 
            deneniriz. Deneme yanılma ile olan bir olay değildir bayramlar. 
            Bizlere verilmiş sosyal düzende bir vakit dilimidir. Bu dilim 
            arasında bazı kendimize ait olan varlıkları başkaları ile 
            paylaşmamızın denemesidir.
                        Bayramlarda bizler Milli ve Dini olarak 
            ayırabiliriz.  
            Müslümanların dininin bize verdiği bu görevler bazen nefsimizi 
            kolayına giden kaçamakları hoş gösterir. Bu bilgileri ise son 
            zamanlarda sulandırarak bilerek Müslümanları yoldan çıkartama 
            amaçları da açıkça gözükmektedir.
            Kurban’ın çeşitlerini, Hac 
            ibadetinde yapılan Hac’ın niyetine göre kesilen Hedy Kurbanını, 
            Kurban Bayramında kesilen Hedy kurbanı, farz ve nafile olmak üzere 
            ikiye çeşittir ve hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir. 
            Temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban 
            bayramı günleridir. Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı 
            kesme zorunluluğu yoktur.
            Bilediklerimizi öğrenmemiz 
            gereklidir. Fakat bilgileri öğrenmek için herhangi bir yerden, 
            herhangi bir kişiden, herhangi bir siteden öğrenmemiz doğru 
            değildir. Yazılmış ve bilinmiş bilgileri incelemeliyiz. Bilerek 
            işlerimizi yapmalıyız.
            Hepinizin Kurban Bayramınızı Kutlar, 
            yanlış bilgilerden arınmamızı dilerim.  2010
                 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          59 
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - CUMHUR VE CUMHURİYET
 
            -             CUMHUR sözlük anlamı:: (Arapça kelime olup çoğulu 
            Cemahir’dir);  Halk, Ahali. Kalabalık, Başıboş Kalabalık. Erkek 
            İsmi.
 
            -             Cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendi kendisini 
            yönetmesi anlamına gelir. Bu yönetim şeklinde iki unsur 
            bulunmaktadır. İdare edenler ve idare edilenler. Bu iki unsuru 
            teşkil edenlerin en önemli özelliklerin başında dürüstlük ve namuslu 
            olması gereklidir ve Cumhuriyet Rejimin demokrasi platformuna 
            oturtulması şarttır.
 
            - Cumhuriyet Ulus ve Vatan sevgisi ve 
            bağlılığı olan idare edenler ve idare edilenlerce bulunması ve en 
            önemli bir bağlılık ile birlikte hukuka saygı ve tarafsız adaleti de 
            beklemeleri gerekerek yaşamaları gerekmektedir.
 
            - Cumhuriyet idaresinin en önemli 
            hayat veren demokrasi olarak gözükür.  Cumhuriyet idaresi sistemin 
            demokrasi ile olan ilişkisi çok önemli bir ikili olarak karşımıza 
            çıkar.  Ülke idaresinin iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet sert 
            ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri ile korur. Bunun 
            dışına çıkılmasında cumhuriyet ile demokrasi arasında kopukluklar ve 
            ayrılıklar başlayabilir. Ülkenin idarecileri bu ayrımcılık ve 
            kopuklukları önlemekle görevlidirler. Cumhuriyet ile demokrasi 
            idaresinde özgürlükleri kullanmada hiç kimse veya kuruluşun sınırsız 
            hak kullanma hukuku bulunamaz. Kanunların verdiği yasama yetkisi ile 
            özel ve tüzel haklara belirli çerçeveler içerisinde kullanılırlar.
 
            - Ülkemiz 23 Nisan 1920 Tarihinde 
            kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin idaresi için uygun 
            bir devlet şeklini bulması gerekli hale gelmiştir. 1 Nisan 1923 
            tarihinde yenilenen seçim sonunda Lozan Antlaşması ve Türk Ordusunun 
            İstanbul’a girmesinden Türkiye’nin Vatan sınırları gerçeğe yakın bir 
            hal almıştır.  25 Ekim 1923 bir kabine bunalımı Büyük Millet 
            Meclisi'nde güçlük çıkartmış ve 28 Ekim 1923 tarihine kadar 
            kabinenin kurulamaması üzerine; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya 
            köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet ilan 
            edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.  
 
            - 29 Ekim 1923 tarihinde Meclis 
            Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. 
            Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın 
            değiştirilmesi gerektiğini ve Cumhuriyetin kabul edilmesini söyledi. 
            Mustafa Kemal Atatürk önergesinde ‘Türkiye Devletinin şekli bir 
            cumhuriyettir Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare 
            olunur” önergesi tartışıldı. Saat 20.30 Cumhuriyet ilan edildi ve 
            Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi Saat 
            2045 de oyların ayrımından 158 Milletvekilinin de Gazi Mustafa 
            Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler.
 
            - Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 
            kurup bizlere armağan ettiği Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun. 2010
 
           
        
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
          61KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              BİR MARUZATIM VAR!
                        Bunca aylar ve yıllar birlikte olduk. Sanal da olsa 
            birbirimize bildiklerimizi aktardık. Bilgi paylaşımında bulunduk. 
            Bir maruzatım var. İKİ AYA YAKIN ARANIZDA BULUNAMAYACAĞIM.
                        Nasip ve kısmet meselesi!
                        Hani giden gelmiyor, gelen bulmuyor mesellemesi 
            gibi.
                        Belki gider gelemem. Belki gelir bulamam.
                        Nasip oldu, bir ziyarete gitmem gerek. On beş yıl 
            önceden gelirim demiştim. Ancak şimdi nasip oldu gidebilmem.
                        Kabul görürsem gittiğim yerde, dönüşüm çok sevinçli 
            olacak.
                        Bildiğimiz ve gördüğümüzü sizlerle buralardan 
            paylaşırım.
                        Şimdilik hoşça kalınız. Bu ayın yirmisinden sonra 
            yolcuyum.
                        Hakım üzerinizde ise helal olsun. Sizin hakkınızı da 
            helal etmenizi talep ediyorum.
                        Allah’a emanet olunuz!
         
          | 
      
      
        | 
            | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
        OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
         66KİTAP 
        BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - YAŞADIKÇA
 
            -             
            Beşer olarak bizlerin birince vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile 
            bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız 
            yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek ile ilgisi 
            olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve bilmediğimiz şeylerin 
            neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu fakat kullanma imkânı 
            olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
 
            -             
            Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu 
            ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya 
            gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için şayet 
            yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise etrafını dinlemeye, 
            elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her şeyi gözleri ile 
            takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler için kullanıldığını 
            beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha sonraki 
            tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile faydalanmak 
            için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya 
            çalışır.
 
            -             
            Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme 
            safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön 
            vermeye çalışırız.
 
            -             
            Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç 
            kullanmadığımız his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve 
            hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe 
            çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize 
            bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan göçer 
            gideriz.
 
            -             
            Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum. 
            Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı 
            ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir olmadığı 
            gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın birikimleri bir 
            olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri kendine has gözlemlere 
            dayandığı için başka başka olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada 
            belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp 
            birilerine lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.  
 
            -             
            Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek 
            araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca bekletmeleri bu 
            yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede belki yüzlerce sene 
            bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu ihtiva ettiğinden 
            okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir. İşte o zaman o 
            kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın 
            gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları 
            tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor, istenmiyor 
            gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru değildir. Şu an 
            Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat olarak benim zamanımda da 
            bu günde bulunan kütüphane ve bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve 
            illerde bulunan kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine 
            geçirilme çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.
 
           
          
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              HER AYIN 15’i ile 25’İ
                        
            İnsanların belirli bir periyodik çok önemli işleri vardır. Benimde 
            belli periyodik ve çalıştığım, başımı kaşıyamadığım belirli günlerim 
            bulunmaktadır.
                        
            Her ayın On beşi, Sanal iki dergimiz olan Çorumlu 2000 Aylık Kültür 
            Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi ile Sarı Çiğdem Şiir Defteri 
            güncellenme günüdür. Gelen yazıları hazırlar ve on beşi ile on 
            altısı ile çok yoğun günümdür.  
                        
            26 sı ise bir aylık gelen ve geldiği gün güncellemeye çalıştığım 
            yazarlarımın yazılarının her sayfasına link vermeye ve siteye 
            yükleme günüdür.
                        
            Yazarlarımız o gün yazı yollayabilirlerse artık gelecek ayın 
            sayısında elimden geldiği kadar sizlere sunmaya çalışmaktayım.
                        
            Bu ay altıncı sayıda kapak olarak yazarlarımız aldım.
                        
            Yazı göndererek yayınlanması için müracaat eden arkadaşlarımız 
            bulunmaktadır. Fakat küçük kurallarımıza uymaya yanaşmamaları 
            onların çalışmalarının burada yayınlanmasına mani oluyor. Tercih 
            onları.  
                        
            Nice altı aylara birlikte ermek dileği ile   
         
                  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
              GEÇEN YIL
                        Fikir Dergisi fikrini gerçekleştirdiğimizin bu gün 
            12. sayısını yani 12 ayını geride bırakarak 13. sayıya yazılarımızı 
            aktarmaya başladık.
                        Biraz okuyucu kitlemiz oldu. Yazarlarımızın 
            çalışmalarını en çabuk şekilde yayına almaya çalıştım. Onlarla 
            birlikte çalışmalarımız gün ışığına çıkmış oldu. Onların pek çoğunu 
            bu dergi sayesinde sanal da olsa tanımış oldum. Onlarda benim ne 
            yapmak istediğimi anladıklarını umuyorum.
                        Fikir dergimizin yazıları, çizgileri ve fotoğrafları 
            telif eser kapsamında okuyucuya sunulmaktadır. Bu çalışmaların 
            amacının sizlerin eski ve yeni çalışmalarınızı bu sayfalarda 
            tanıtmak ve okuruna sunmaktır. Yazar arkadaşlarımızın çalışmalarının 
            adedi ve uzunluğu sınırımız halen geçerli olmakla beraber; 
            çalışmalarda tanıtım ağırlıklı makaleleri dergimize almamaktayız. 
            Gerekçesi ise dergimizin:  bölümünde 
            ONAY VE YAYIN başlığında bilgi verdiğimiz yazarlarımızın da buna 
            uymaya çalıştıklarını bilmekteyim.
                        Dergimizin yazarlarına çalışmaları için telif 
            verememekle birlikte bu güne kadar hiçbir yazarımın işletmediği 
            ORTAKLIK  PAYI    
            bulunan hükmü olan “ ORTAKLIK PAYI İLK KATILIM İÇİN 3000 Lira 
            dir.  Dergimizin Yazarları bu ortaklığa doğrudan katılmış olup ilk 
            katılım ücretini ödemezler.” Bölümünde bulunan  1. madde 2. 
            paragrafta bulunan” Sizin veya başka firma için tanıtım almaları 
            halinde tanıtım katkı payı üzerinden katkı payını tahsil edip, 
            yayınevimize yollayınız. Tanıtım ücretleri sabit olup her 100 
            Lira'nın 25 Lira'sı size kesinti yaparak kalan 75 Lira yayınevimize 
            yollarlar.” Katkıyı kullanmamışlardır.
                        Bu katkımız onlara bir nebze faydamızın olması ve 
            dergimizde tanıtılanlarında ciddi bir tanıtımla karşı karşıya 
            olmalarını bilmeleri için aktarılmış bilgidir. Bu bilgiyi tıklayarak 
            okumanızı ve yazılarınızda falan kitap, falan toplantı, fişkan şiir 
            gibi tanıtım içeren yazıların imkânlarımızın dâhilinde yayınlanmaya 
            devam edecek olan sanal Dergilerimizin devamını sağlamaya 
            çalışacağım.
                        Siz yazar arkadaşlarımızın  nun alt bölümünde lingi bulunan 
            sayfalarınızın de istatistikler bölümünde kaç kişi tarafından 
            incelendiğini ve yeni bir çalışma olarak da sizlerin yazılarınızın 
            sayılara göre bu sayfalarınızdan link vermeye çalışacağım.
                        İkinci senemizi kutlar; çalışmalarınızı devamı 
            dilerim.
            Mahmut Selim GÜRSEL  
            GÜRSEL YAYINEVİ
         
                  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
              | 
               | 
            
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
              - GECİKTİ İSE AF OLA!
 
            -             İnsanız. Beşeriz bazen elimiz ayağımız şaşırır. Bu 
            ay nedense derginin yazıların biraz gecikmesine sebep verdim.
 
            -             Mazeretim yok. Mazeret bildirsem de değeri yok. 
            Yazan arkadaşlar yazılarının hemen yayınlanmasını istemeleri onların 
            kaleminin hakkı. Beni mazur görerek neden halen yayınlamadın diye de 
            serzenişte bunanı da yok.
 
            -             Okuyucumuz ise aynen devan. Girip bakıyor çıkıp 
            bekliyor. Ne güzel toplumuz hiç tepkisi ve etkisi de olmayan!
 
            -             Ben yinede yazarlarımızdan ve okurlarımızda sabırlı 
            davranmalarından dolayı özür dileyeyim.  
 
            - Yinede gecikmenin gerekçelerini 
            yazarak savunmamı yapayım.
 
            - Ben bu ay biraz sıkıştım. Birazda 
            server’im (sitemizi barındıran firma) yenilendi. Onun sıkıntısı 
            oldu. İstatistik düştü. Birde ayın 1-5 arası gelen sayfa 
            istatistiklerinin yapımı; bu yazıdar sonra devam ederek gece yarısı 
            İnşallah yüklerim. Ayrıca  siz yazarlarımıza açtığım sayfalarda 
            yazılarının arşivlerine tek tek link vermek,  PORTAL (açık kapı) liklerini 
            değerlendirmek. Site haritasını hazırlamaya çalışmam, Yaklaşık 2007 
            tarihinde üye olduğum google tanıtımından gösterim ve tıklama başına 
            verecekleri ücretin denetimini ve gerçekliliğini kanıtlamak için  arka plan ve geçiş linklerini düzenleme 
            çalışmaları bir araya gelince parmaklarım iflas etti. ÇAMAŞIRCI 
            KADIN SENDROMU başlangıcı başladı. Benim sayfada   buluna örneklemeyi verirsem: 
            Her bir satırı yazmak, sonra o sayfanın yerini bularak köprüsünü 
            eklemek, nerede açılacağı komutunu vermek, tamam diye doğrulamak, 
            sayfanın açılıp açılmadığını kontrol etmem için 12-25 arasında 
            mausla tıklamak ve yazıları yazmak gerekiyor. İşte sebepler 
            bileşince sıkıntı, stres, yetiştiremeyeceğim sıkıntısı, başaramama 
            korkusu, parmakların yorgunluğu ve işte böyle bir şey. Apartmanın 
            dış iç bakım patırtısı, dairemizin peni yoktu pen yapımı için 
            eşyaların toplanması, eksik laminatların yaptırılması, Boya ve 
            birazda mahkemem, savcılık vb.
 
            - İşte gecikme sebepleri bunlar.
 
            - Geciktiğimiz için af ola!
 
            - 
            
03/10/2009 18,35  
           
          
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
                  
                  
                  SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ!
                            
                Senin bu ayda dünyaya teşrif ettiğini ve yakın yıllar içerisinde 
                doğum gününü kutladığımız bu ay içinde senden Allah’ın emri ve 
                sana verilen yetki ile şefaatini istesem acaba kabul eder misin?
                            
                Bu göründüğü hilalin aylar olarak takvime döküldüğü; 
                Müslümanların ve bazı milletlerin kullandığı kameri ay içinde 
                dünyaya teşrifinin gününü bilinmemesinin sebebi bilinmemesindeki 
                hikmetin anlaşılması için çaba gösterenlerden birisi olmamı 
                düşünerek senin adını anmama müsaade eder misin?
                            
                Ey bu kâinatı yaratan yüce Allah’ımın “Ya Habib’im!” dediği 
                Peygamberim olarak beni de Kevser’inden su içmeye davet eder 
                misin?
                            
                Ey kâinatın sahibi Allah’ım! Onun yüzü suyu hürmetine bu dünyada 
                olduğunu bilen ve inanan kullarından birisi olarak beni de 
                Habib’inle yakında yüzleşmem için müsaade eder misin?
                            
                Ey cihanın son Peygamberi! Sevdiklerini senin sancağının altında 
                toplarken yüce huzurda, bizler için Allah’ıma af, af diye 
                bizlerin selamete çıkması için yalvaran. Yüce insan! bizi de 
                sancağının etrafına kabul eder misin?
                            
                Ey bu yer! Ey gök! Ey bu seher vaktinin zamanını ayarlayan şahit 
                ol! Ben Allah’ımdan af diler, Onun Habib’inden de şefaat 
                dilerken bu sanal satırlar olarak bu satırları okuyanları da 
                şahit olarak dinler misin?
         
           
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
          
            
            - Çorum’un eski mahallelerinden 
            birisinin ismi “Devehane” dir bu günkü dilimize açarsak deve evi 
            manasına gelir. Burası şimdi şehrin ortasında kalmış merkeze yakın 
            bir mahalledir. Bu mahallenin çok eski bir cami ile bol sulu birkaç 
            lüleli çeşmesi bulunmaktadır.
 
            - Ben 1947 doğumluyum 1961’de babam ve 
            sonradan kayınpederim olan ve babamın arkadaşları ile birlikte 
            Çorum’un camilerinde Ramazan ayında camii gezerdik. Bu cami 
            çıkışlarında babamın ve arkadaşlarını gittikleri Ucu Camii arkasında 
            büyük bir kahvehane vardı orada oturur bir çay içer ve Çorum 
            hakkında hikâyeler anlatılır ve düzeltmeleri yapılarak bir nevi Biz 
            Türklerin atalarımızdan dinleyip aktardıkları gerçek yaşanmışları 
            birbirlerine anlatıyorlardı.
 
            - Geçmiş günlerden birisinde babamın 
            arkadaşlarından birisinin anlattığı hikâyeyi buraya aktarmak 
            istiyorum.  
 
            - Devehane meydanında Osmanlı 
            döneminde kervanların konakladığı bir meydan olduğu ve bu meydanda 
            ticaret erbaplarının kervan toplayarak yola çıktıkları bir alan 
            olduğundan buraya yakın yerlerde çeşitli sanatkârlarında dükkânları 
            bulunmakta imiş.
 
            - Burada bir de deve semer imalatı 
            yapan yaşlıca bir zat varmış. Bu zatın yanında da bir kalfası 
            varmış. Dükkânının kapısının kenarında da çok eski püskü bir deve 
            semeri bulunmakta imiş.
 
            - Bir gün ustanın bir işi çıkarak 
            yakın bir ilçeye gitmesi gerekmiş. Kalfasına:
 
            - - Oğlum: Bu dükkânda yaptığımız yeni 
            semerlerin fiyatı şu kadar. Bunlara müşteri çıkarsa bu fiyattan ver. 
            Fakat sakın kapıda asılı semeri satma ve isteyen olursa da kimseye 
            verme işe yaramaz yüzümüz kararmasın tembihini yapmış ve gitmiş.
 
            - Ertesi gün bir tüccar dükkâna gelmiş 
            kalfaya:
 
            - - Altı deve semerine ihtiyacı 
            olduğunu söylemiş. Kalfa:
 
            - - Biz de beş semer var başka yok 
            diyince. Adam:
 
            - - Kapıda asılı eski semeri de satın 
            alırım işim görülsün. Demiş. Kalfa tüccara:
 
            - - Ustam onu satma kimsenin işine 
            yaramaz dedi o yüzden satamam. Diyince tüccar:
 
            - - Anladım o zaman bu semerlerin 
            fiyatından onu da kiralayayım. Gelince semeri verir parasını geri 
            alımım cevabını vermiş. Bu cevap üzerin kalfa altı semeri tüccara 
            vermiş. Tüccar işine gitmiş. Birkaç gün sonra usta gelince bakmış 
            kapıda bulunan semer yok. Dükkana girmiş kalfaya:
 
            - -Kapıda bulunan semere ne oldu diye 
            sormuş. Kalfa.
 
            - -Usta bir tüccar geldi altı semere 
            ihtiyacı vardı bizde de beş semer vardı o semeri de istedi. Diyince 
            usta:
 
            - -Sana o semeri satma verme demedim 
            mi?.Diye sinirlenmiş Kalfa:
 
            - -Usta zaten ben semeri satmadım 
            emanet verdim. Adam Çorum’a gelince semeri verecek parasını alacak 
            işte altı semer parası bu. Tamamını yeni semer parasından ödedi 
            diyebilmiş. Usta bir parala bakmış bir kalfaya. Kalfaya dönerek ben 
            artık seninle çalışamam şu senin haftalığın uğurlar ola. Diyerek 
            kalfayı işyerinden çıkartmış.
 
            - Aradan üç dört ay geçmiş. Kalfa bir 
            dükkân açarak nafakasını kazanmaya başlamış. Usta işinde gücünde 
            iken bir gün sırtında dükkânın önünde asılı semeri taşıyan bir adam 
            girip ustaya bakmış:
 
            - -Usta! Burada bir genç vardı. Benim 
            onunla bir anlaşmam vardı. Bu semeri getireceğim diye para bırakarak 
            almıştım diyince. Usta:
 
            - Hele terlemişsin bir soluklan. Ben 
            kalfayı çağırayım gelsin. Diyerek dükkândan çıkmış. Kalfaya giderek:
 
            - Gel bakalım. Diye yanına çağırmış 
            birlikte ustanın dükkâna gitmişler. Usta adama dönerek:  
 
            - Kalfa geldi. Diyince tüccar:
 
            - Kalfa bu semeri getirdim ben sözümde 
            durdum demiş. Usta hemen kesesinden tüccarın verdiği semer parasını 
            tüccara saymış. Semeri tezgahın üzerine koyarak façetayı almış eski 
            semerin yan tarafına façeta ile bir kesik yapmış. Kesilen yerden çil 
            çil altınlar dökülmüş. Demiş ki:
 
            - “NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR 
            ELDEN!”
 
            - Kıssadan hisse nasibinizse döner 
            dolaşır sizi bulur. Nasibiniz değilse kimin nasibi ise ona gider.
 
            - Nasibiniz bol osun!
 
           
          
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         
        GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN 
          NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM) 
        
           | 
      
      
        
        
          - GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN 
          NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM)
 
          - Meşhur 
          bir atasözünü başlık yapmamdaki gaye; başka bir meta için söylenmiş 
          olduğunu var saysak da atalarımız bu günleri sanki görmüşlerde 
          söylemişler demek geliyor içimden. İnşallah bu Atasözümüz ileriki 
          yıllarda gerçekleşmez.
 
          - BOR 
          MADENİNİN TANIMI:
 
          - Sembolü 
          B olan periyodik sistemde üçüncü grupta yer alan ve yarı metal 
          karakterli kimyasal bir eleman olup öbür elementler arasında metal 
          olmayan tek elementtir.
 
          - Atom 
          numarası 5, atom ağırlığı 10,82 olan, İyon şarjı 3 tür. İki stabi, iki 
          radyoaktif izotopu bulunmaktadır. Bu elementi Sir Humphry Davis Joseph 
          Gay-Lussac ve Louis Thenand tarafından aynı anda bulmuşlardır. (1)
 
          - TARİHTE 
          BİLİNİRLİĞİ
 
          - Tarihte 
          ilk olarak 4000 yıl önce Babilliler Uzak Doğudan boraks ithal etmiş ve 
          bunu altın işletmeciliğinde de kullanmışlardır.
 
          - 
          Mısırlıların da boru, mumyalamada, tıpta ve metalürji uygulamalarında 
          kullandıkları bilinmektedir. İlk boraks işletmeciliği Tibet 
          Göllerinden elde edilmiştir. Boraks; koyunlara bağlanan torbalarda 
          Himalayalar dan Hindistan'a getirilirmiş. Eski Yunanlılar ve Romalılar 
          boratları temizlik maddesi olarak kullanmışlar. İlaç olarak ilk kez 
          Arap doktorlar tarafından M.S. 875 yılında kullanıldığı sanılmaktadır. 
          Borik Asit 1700'lü yılların başında borakstan yapılmış, 1800'lü 
          yılların başında ise elementer bor elde edilmiştir .(2)
 
          - TÜRKİYE 
          BOR YATAKLARININ TARİHÇESİ
 
          - 
          Ülkemizde bor cevherlerinin varlığının bilinmesi Romalılara kadar 
          uzanmakta ise de ilk verimli bor madenciliğine 1861 yılında 
          Balıkesir-Susurluk Sultançayırı pandermit yataklarında Fransız 
          “Companie Industriel Des Mazures” firması tarafından başlanmış, daha 
          sonra 1887 yılında İngiliz-İtalyan ortak şirketi “Cove-Hanson” 
          tarafından sürdürülmüştür. Bu firma daha sonra “Borax Consolidated 
          Limited” şirketine dönüştürülmüştür. Özet olarak, Ülkemizde bor 
          cevherleri Osmanlı Devletinin son yılları ile Cumhuriyetin ilk 
          yıllarında yabancı firmalar tarafından işletilmiştir.
 
          - 
          Ülkemizde 1930’lu yıllara kadar gerek Osmanlı dönemi ve gerekse 
          Cumhuriyet döneminde doğal kaynaklarımızın tespitine yönelik bilimsel 
          çalışmaların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Bu durumun ortadan 
          kaldırılması amacıyla 1935 yılında maden aramalarını yapmak üzere MTA, 
          madencilik, enerji üretimi ve dağıtımı yapmak üzere de Etibank (Eti 
          Holding A.Ş.) kurulmuştur. O zamanki adı ile Etibank’ın 2805 sayılı 
          Kuruluş Kanunu’nun 5. maddesinde MTA ekonomik değere haiz sahaları 
          ilgili Bakanlık kanalıyla Eti Holding A.Ş'NE devretmeye, Eti Holding 
          A.Ş’de bu kaynakları işletmeye zorunlu kılınmıştır. 1970’li yıllara 
          kadar ülkemizde bor cevheri üretim ve ihracatı büyük oranda İngiliz 
          kökenli Borax Consolidated Limited şirketinin elinde ve kontrolünde 
          kalmıştır. Ancak ülkemiz bor cevherlerinin dünya piyasasındaki gerçek 
          değerine ulaşabilmesi amacıyla 1978 yılında bor cevherleri 2172 sayılı 
          Kanunla devletleştirilmiş ve böylelikle dünyada en büyük bor 
          üreticileri ABD’de US Borax ile Türkiye’de Eti Holding A.Ş. olmuştur.
 
          - Bu 
          aşamadan, yani bor cevherlerinin 1978'de devletleştirilerek Eti 
          Holding A.Ş.’ne devredilmesinden sonra, Eti Holding A.Ş. tarafından 
          yapılan toplam 500 milyon US$'a yakın yatırım neticesinde, 1978 
          yılında cevher bazında toplam 660 milyon ton olan bor rezervi, 
          günümüzde cevher bazında 2 milyar tonun üzerine, Dünya bor üretiminde 
          ülkemizin payı da; 1975'de %11'den günümüzde %31 seviyesine 
          çıkartılmıştır. 1978’de 83 milyon US$ olan ülkemizin bor ihracat 
          gelirleri günümüzde 250 milyon US$/yıl seviyelerine yükseltilmiştir.
 
          -  "2172 
          sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkındaki Kanun"a dayanarak, bu 
          kanunun 2. maddesinde yeralan "bor tuzları, uranyum ve toryum 
          madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır" 
          denilmektedir. Bu konuları daha iyi incelemek isteyen okurlarımıza 
          Mayıs 1970 Madencilik dergisi ile;IV. Bey Yıllık Kalkınma Planı 
          İhtisas Komisyonu Raporu’nu salık veririz. (3)**
 
          - NELER 
          YAZILDI:
 
          - Bor 
          için son yıllarda çeşitli bilgiler ile birlikte bazı araştırmalara 
          ağırlık verildi. Bizim ulusal basından izlediğimiz kadarı ile bir sürü 
          makale, incilimi ve Internet sayfaları yayınlanmış bulunmaktadır. 
          Aşağıda ve yukarıda birçok bilgi bu sitelerden alınmış olup, bizlere 
          oldukça ilginç bilgiler vermektedir. Bu bilgileri kendime göre 
          düzenleyerek sizlere sunmak beni biraz düşündürdü ise de benim merak 
          ettiğim konuyu okuyucularımızın da merak ettiği ve bilgi akımının 
          eksikliği ile bu madenin nasıl ve ne kadar ülkemizde bulunduğunu 
          sunulması gerekliliğini düşündüm. Aklımın erdiği kadar bu bilgilerin 
          bazıları benim bilgim dışında olmasına rağmen beni düşündürmek, 
          incelemek için sizlerle birlikte olmamı, sizlerinde bildiklerini bu 
          dosya ile ilerletebileceğinizi düşünmekteyim.
 
          - Ülkemiz 
          “Kasım Krizi” diye yaşadığımız ekonomik krizin ardından, krizden çıkış 
          yollarından birisi olarak dünya toplam rezervlerinin %70'ine sahip 
          olduğu beyan edilmekte ve bor madenlerinin özelleştirilmesi gündeme 
          getirilmişti.
 
          - Dönemin 
          hükümetin içinde olan Sayın Şükrü Sina Gürel başta olmak üzere bir kaç 
          bakanın da bilinçli direnişi sonucu bor madenlerinin 
          özelleştirilmesiyle ilgili dosya rafa kaldırıldı. Şimdilik unutulması 
          ve olayın küllenmesi için beklemeye alınmış görülmektedir.
 
          - Bu 
          önlemin hemen arkasından halen bilinmeyen nedenlerle “Şubat Krizi” 
          gündeme geldi. Sonraları ise “Erken Seçim” geldi 47. hükümet ortakları 
          ile beraber tarihe karışmış, 48. hükümet ise “Kıbrıs Dayatması” ile 
          birlikte “Saddam Krizi” içinde üç buçuk ay çalıştıktan sonra Mart 2003 
          seçim yenilemesinin sonucunda Sayın AK Parti Başkanı seçimi kazanmış, 
          Sayın Gül’ün istifası ile 14 Mart 2003 tarihinde Sayın Recep Tayyip 
          Erdoğan Başbakanlık teskeresini alarak kabinede çok az bir 
          değişiklikle devam edecek. Güven oylaması sonuncunda ise “İkinci 
          Teskerenin” B.M. Meclise gelip gelmeyeceğini yaşarsak göreceğiz.
 
          - Ülkemiz 
          bir kaç milyar dolar bulabilmek için her şeyi yapabilecek bir duruma 
          sürüklenmiş gibi gösterilmektedir ve ABD “Irak Savaşına” girmemiz için 
          bizi para ile satın almaya çalışmaktadır. Ülkemiz maalesef sıkıntılı 
          günler yaşamaktadır, teskere gelse de, gelmese de daha çok 
          sıkıntıların hedefi durumundadır. Üzülerek anladığımız kadarı ile çok 
          kısa bir süre sonra bor madenlerinin özelleştirme yoluyla yabancı 
          sermayeye satışı yeniden gündeme getirilecektir. Korkarız bu kez 
          ülkenin içine düşürüldüğü ağır ekonomik buhran nedeniyle hiç kimse bu 
          özelleştirme işlemine karşı direnmeyecektir. Evet; ortada kriz var, 
          kriz senaryoları var. Fakat özelleştirilmek istenecek bor madeni 
          imtiyazının olmamasını dilerim. Yoksa konu başlığını yaptığımız “Geçti 
          Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” denilmemesi için hepimizin uyanık 
          olması gerekmektedir.
 
          - Aşağıda 
          listelediğimiz “Bor kullanıcıları”, Türkiye’den ham madde olarak 
          alınıp işlenen “Bor miktarını” Devletin verdiği kıstaslar içinde 
          sizlere sunmaya çalışacağız. DÜNYA BOR İŞLENMESİ VE ÜRETİCİLERİ 
          başlığı altındaki bölümde ise Türk bor madeni ile gelirler elde 
          etmektedirler. Ekonomik bir değer olan ve yatırımını çabucak amorti 
          etmesi görülen bu Allah vergisi madeni biz zenginleştirerek satalım.
          
 
          - Hamının 
          tonunu 400 $ a vereceğimize işleyerek bu paranın daha çoğunun ülkemize 
          gelmesini sağlayalım. 
 
          - Yine 
          aşağıda ETİ Holdingin kendi istatistiklerinde bu konu ile bilgiler 
          bulacaksınız.
 
          - 
          Geçenlerde TV’de bir bilen Türkiye’ye 2002 tarihinde 60’ın üzerinde 
          Bor ile ilgili araştırma yapmak için ülkemize giriş yaptığını beyan 
          etti. Okuduklarımızdan Yüzlerce bilim adamının "Geleceğin Petrolü" 
          diye tanıttığı, bilişim sektörüne, uzay teknolojisinden, nükleer 
          teknolojiden savaş sanayiine kadar pek çok alanda hammadde durumuna 
          geldiği gözüken bor madeni Türkiye’nin geleceği değil midir?
 
          - 
          Ülkemizin bir bulunmaz zenginliğin öneminin lütfen farkına varmalıyız, 
          bu günümüzün ve yarınımızın daha iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır. 
          Geçtiğimiz yüzyılın ve bu günlerin vazgeçilmez silahı olan petrolün 
          ilk 25 yıl içerisinde, belki de daha yakın zamanda bor’un aynı statüde 
          ve önemde olacağını görememek körlükten başka bir şey değil midir?
 
          - Dikkat 
          edelim; 9 trilyon dolarlık madenimizi bir iki milyar dolara devir 
          etmeyelim.
 
          - 
          Amacımın Türkiye’mizin ve bu ülkenin geleceğini etkileyecek bir olayı 
          sizlere bildirmeye kendimi görevli gördüm. Bu konu ile ilgili aldığım 
          bütün bilgileri sizlerle paylaşmak istememi de çok görmemenizi talep 
          etmekteyim. Sizlerde dikkatli olarak incelerseniz kaygılarımın 
          gerçekliğini görmüş olursunuz.
 
          -  
 
          - 
          INTERNETTEN ALINAN YAZILAR: 06.05.2001
 
          -  
 
          - TÜRKİYE'DE BOR MADENİ RAFİNE 
          SANAYİİNİN, ÖZEL SEKTÖRE TEŞVİK VERİLEREK KURULMASI SAĞLANMALIDIR.   
          
 
          - 
          Yazınızda "Sanayicilerimiz isterlerse Etiholding'in ürettiği bor 
          ürünlerine dayalı her türlü yatırıma girebilirler. Onları engelleyen 
          hiç bir husus yoktur. Türkiye'nin bor üç ürünlerine dayalı yüksek 
          teknoloji gerektiren yatırımları yapabilecek gerçek sanayicilere 
          ihtiyacı vardır. Madenin üzerindeki toprağı sıyırıp, açığa çıkan bor 
          cevherini bir kırıcıdan - elekten geçirip yıkadıktan sonra satmaya 
          soyunmak sanayicilik olmasa gerek." diyorsunuz. Diğer taraftan Bor 
          Ltd. Şti. adında bir firma Eti Holdingi US Borax firmasına hammadde (tinkal) 
          satmakla, buna karşın yerli üreticiye satmamak ile,diğer bir deyimle 
          yıllardır oyunlarını bozmak ile uğraştığımız monopolun oyununa 
          gelmekle suçluyor. Bu işin doğrusu nedir? Bor Ltd. forumda yazdığınız 
          gibi "rafine" adı altında, aslında cevheri yıkayıp satan bir firma 
          mıdır? web sitelerinde (www.boraxtr.com) bahsettikleri fabrika yıkama 
          fabrikası mıdır? Cevabınız için şimdiden teşekkürler.
 
          - Diğer yandan Eti Holding kendi 
          yayınlarında dünya talebinin %35 ini karşılamasına karşın, hasılat 
          olarak sadece %21 ini alabildiğini (US Borax ın 1/3 ü, US Borax dünya 
          talebinin %45 ini üretmesine karşın hasılatın %60 ini alıyormuş) 
          itiraf ediyor, ve bunu rafine bor yerine ham cevher olarak satmak 
          zorunda kalmasına bağlıyor. Aynı zamanda diğer şahıs ve kuruluşların 
          altından cevher olarak satma endişesinden iç piyasaya cevher vermiyor 
          ! Yani bir anlamda, yurdumuz için zararlı olacağı düşüncesi ile 
          başkasına yaptırmadığı bir şeyi kendisi yapıyor. Anlamak gerçekten 
          zor. Acaba ben mi yanlış yorumluyorum? Bu konuda nereden bilgi 
          alabilirim? (yine Eti Holdingin 1998 raporlarında ürettiği ham borun 
          %50 sini rafine ettiği, kalanını ham olarak sattığı gözükmekte) 
          
 
          - Eğer 
          yorumum doğru ise önerim çok basit (ki bunu herkes düşünebilir 
          sanırım), şeker pancarına, tütüne, buğdaya, vs. ye verilen teşvikler 
          (ki alınan bir çok ürün imha ediliyor) bor madeni rafine sanayiine 
          (nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum, ama Eti Holding biliyordur 
          herhalde) verilmeli. ANCAK! bu kesinlikle devletin olmamalı, özel 
          sektör teşvik edilmeli. Eti Holding sadece denetleyici, belki de 
          pazarlayıcı olmalı. Maalesef devletin (büyük ihtimalle siyasetten 
          dolayı ) üretim işinde ne harikalar yarattığını uzun yıllarca gördük 
          !... 
 
          - Bu 
          arada Eti Holdingin ham bor satışı yasaklansa ne olur?
 
          - Türkiye 
          yılda 100 milyon dolar az ihracattan (birkaç yıl, rafine tesisleri 
          kurulana kadar) batmaz herhalde? Hatta dünya talebinin %17.5 i 
          kısılınca fiyatlar da bayağı bir yükselmez mi? 
 
          - 
          Saygılarımla
 
          - Sinan 
          Arıca Makina Müh. (ODTU 1984) MTA Genel Müdürlüğü Web sitesi 
          http://www.mta.gov.tr
 
          -  
 
          - BİR BAŞKA ANADOLU MUCİZESİ 
          YAŞANIYOR VE BOR MİNERALİ İLETİŞİM ÇAĞININ GÖZBEBEĞİ OLUYOR
 
          - Türkiye 
          yaklaşık 2.5 milyar tonluk bor rezerviyle zengin bir ülkedir. Ham 
          haldeyken tonu 400 dolar olan bor mineralinin değeri, işlenerek süper 
          iletken hale dönüştüğünde kat be kat artacaktır. "Bilim adamları, 
          tahmin edilenden çok daha yüksek derecelerde bile, neredeyse hiç 
          dirençle karşılaşmadan elektrik taşıyabilen metal bir bileşim tesbit 
          etti. 
 
          - Dünya 
          bilim çevrelerini şaşırtan bu bileşimin, özellikle süper hızlı 
          bilgisayarların üretiminde kullanılabileceği belirtildi. Çok daha 
          hızlı bilgisayarların yapımında, oksijen içeren maddelerle çalışmanın 
          zor olduğu yerlerde, magnezyum-bor bileşiminin kullanılmaya 
          başlanacağı haberi üzerine, Nortwestern Üniversitesi'nden Profesör 
          John Rowell; bilim adamlarının  düşük sıcaklıklı maddeler üzerinde 
          daha fazla çalıştığını hatırlatarak, bunların yerine magnezyum-bor 
          bileşiminin kullanılmasının daha hızlı çalıştığını hatırlatarak, 
          bunların yerine magnezyum-bor bileşiminin kullanılmasının daha 
          avantajlı olacağını söyledi.Rowell'a göre magnezyum-bor yüksek ısıdaki 
          iletkenliği sayesinde bilgisayar bileşenlerinin 4 kat daha hızlı 
          çalışmasını sağlayabilir..." BOR MİNERALİ STRATEJİK BİR ZENGİNLİKTİR
          
 
          - 
          Deterjan sanayiinden uzay teknolojisine kadar yüzlerce değişik alanda 
          kullanılan bor minerali, petrol ve doğalgaz kadar büyük bir stratejik 
          öneme sahip.20 yüzyılda sınırların çizilmesinde temel unsur olan 
          petrol Orta Doğu için nasıl bir lütufsa, bor da Anadolu için bir 
          lütuftur.
 
          - Bir ton 
          borun 400 dolar değerinde olduğu ve Türkiye'nin yaklaşık 2.5 milyar 
          ton bora sahip olduğu göz önüne alındığında, bu emsalsiz cevherin 
          Türkiye için ne derece büyük bir zenginlik kaynağı olduğu daha iyi 
          anlaşılır. Toplam 1 trilyon dolardan fazla olan bu rakam ülkemizin 
          toplam 106 milyar dolar olan dış borcunun yaklaşık 10 katına denk 
          değerdedir. Amerikan uzay mekiği Challenger'ın infilakından geriye 
          sadece Türk borlarından imal edilen kabin kesiminin kaldığı 
          düşünülecek olursa borun uzay teknolojisi için ne denli hayati bir 
          madde olduğu da anlaşılabilir. Tüm dünyayı kontrol etme gayretinde 
          olan ABD'nin dünya bor rezervlerindeki payının sadece % 13 olduğunu da 
          düşünürsek, ABD-Türkiye ilişkilerinin seyrinde bor mineralinin çok 
          önemli bir rol oynadığını rahatlıkla görebiliriz. 
 
          - Bor 
          minerali, sanayide alternatifi olmayan, vazgeçilmez bir 
          zenginlik.Dünyada  bor minerali bakımından en zengin ülke ise 
          Türkiye.Ülkemiz  dünya toplam bor rezervinin % 70'ine sahip.Bor'un bir 
          çeşidi olan tinkal Eskişehir'in Kırka  bölgesinde yoğun olarak 
          bulunuyor.Kolemanit cevheri de Kütahya-Emet,Balıkesir-Bigadiç ve 
          Bursa-Kestelek bölgelerinde yer alıyor. Türkiye'nin 1999 yılındaki 
          tabii boratlar toptan ihracatı 121 milyon dolar olarak 
          gerçekleşti...Türkiye 1999 yılında toplam 30 sanayileşmiş ülkeye bor 
          ve kimyasalları ihraç etti. Bor madenlerinin ruhsat ve saha işletme 
          hakları  01.10.1978 tarih ve 2172 sayı ve 10.06.1983 tarih ve  2840 
          sayılı kanunlar gereğince ETİ Holding Anonim  Şirketi'ne ait. 
          "Devletçe  İşletilecek Madenler Hakkında Kanun"la ,2172 sayılı kanunun 
          2.maddesinde yer alan "bor tuzları,uranyum ve toryum madenlerinin  
          aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır" ibaresi gereği bor 
          sahaları ve bor türevleri işletmelerinin özelleştirilmesi mümkün 
          değil. ETİ Holding'in aniden özelleştirme kapsamına alınması, 
          bünyesinde bulunan  yüksek kar marjlı bor işletmeleri nedeniyle,yurt  
          dışından pek çok değişik çevrenin  ilgisini çekti.Birer dev sanayi 
          ülkesi olan batı dünyasının,sanayilerini ayakta tutabilmek için  
          muhtaç oldukları bor madenine Türkiye'deki bor işletmelerinin 
          özelleştirilmesi  yoluyla ulaşabilmeleri ihtimalinin ortaya çıkması  
          pek çok soruyu da beraberinde getirdi.Bor işletmelerinin, yurtdışından 
          gelen baskılar sonucu özelleştirme  kapsamına alındığı,yapılacak 
          ihalenin kuralına uygun olmayacağına dair söylentiler de hala  
          gündemdedir. 
 
          -  
 
          - BOR TÜRK EKONOMİSİNİN 
          VAZGEÇİLMEZİDİR 
 
          - 
          Özelleştirilmek istenen ETİ Holding 2000 yılında 30 trilyon liralık 
          harcamayla,83.8 trilyon lirası iç satış,147.1 trilyon lirası dış satış 
          olmak üzere toplam 231 trilyon liralık hasılat elde etmiştir. Yılda 
          700 bin ton ham,350 bin ton rafine bor ürünleri satışı gerçekleştiren 
          ETİ Holding'in küçük bir teknoloji yenileme operasyonuyla mevcut 
          üretimini ve satışını kat be kat artırabileceği söylenmektedir. Bor 
          madenlerinin özelleştirilmesiyle, bu büyük ulusal servet yabancı 
          sermayenin eline geçecektir. Dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi 
          yabancı sermaye bu stratejik maddeyi işlemek için kaynağında tesis 
          kurmak yerine kendi ülkesine götürerek işleyecek ve Türkiye kendi 
          elleriyle kendi servetini gelişmiş sanayii ülkelerine teslim etmiş 
          olacaktır. (***)http://hendese.cjb.net/
 
          -  
 
          - 
          YAĞMALATTIRMAYALIM!!! 
 
          - 
          Stratejik değere sahip Bor mineralleri doğada yaklaşık 230 çeşittir. 
          Bunlardan ticari değere sahip olanları ise boraks(tinkal),kernit (razorit), 
          kolemanit, uleksit, propertit, pandermit ve bor asittir. Ülkemiz 
          yaklaşık 2,5 milyar ton bor rezervleriyle Dünya bor rezervlerinin %64 
          ne sahiptir. Gerikalan %14 ü A.B.D %22 si ise Rusya, Kazakistan, Çin, 
          Peru, Arjantin ve Şili de bulunmaktadır. Türkiye dışındaki ülkelerde 
          bulunan bor, dünyanın ihtiyacını en fazla 60 yıl karşılayabilecek 
          durumdadır. Türkiye’nin ise en az 400 yıllık rezervi bulunmaktadır.
 
          - Bor 
          minarelleri, önceleri ilaç, inşaat, boya, telstil, deterjan, sabun, 
          ısıya dayanıklı cam, emaye, fiberglas, seramik, elektrik, izolasyon, 
          tarımda kullanılan kimyasal maddelerin üretimi için kullanılmaktaydı. 
          Günümüzde bunlara ek olarak enerji depolamada, su arıtma işlerinde, 
          atık temizleme işlemlerinde, otomobillerde hava yastığı ve hidrolik 
          fren imalinde, bilgisayar teknolojisinde, otomotiv ve silah 
          teknolojisinde, jet ve roket yakıtlarında, atom enerjisi denetim 
          rodlarında, çelik güçlendirmede, ısı ve radyasyondan koruyucu 
          lehavalar, yanmayı geciktirici malzeme ile son derece hafif ve 
          dayanıklı malzemenin imali gibi alanlardada kullanılmasıyla bor 
          minerallerin önemi gün geçtikçe artmaktadır.
 
          - 
          Ülkemizde Eti Holding 'e ait bir kuruluş olan Etibor A.Ş. ne bağlı  
          Eskişehir Kırka Bor işletmesi, Balıkesir Bigadiç Bor işletmesi , 
          Kütahya Emet Bor işletmesi ve Bursa Kestel Bor işletmesinde bor 
          çıkarılmakta Bandırma Bor ve Asit Fabrikasında işlenmektedir.Bor 
          yeraltında değil açık işletmelerden çıkarıldığı için  elde etme 
          maliyeti diğer madenlere göre daha düşüktür.
 
          - Anadolu 
          topraklarında bor ilk kez 1861 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. Bor 
          üretimi 1970 li yıllara kadar büyük ölçüde yabancıların elindeydi. Bor 
          minarelleri, kamu yararı ve ulusal çıkarları korumak adına 4 Ekim 1978 
          yılında 2172 sayılı yasa ile Bülent Ecevit in başbakanlığı sırasında 
          devletleştirldi,  ve Etibank a devredildi. Bugün ise Bülen Ecevit in 
          başbakanlığındaki hükümetin Bor madenlerini özelleştirmeye çalışması 
          kaygıyla izlenmektedir. (****)Kaynak: Suay KARAMAN  Jeoloji Müh.(TÜMÖD 
          genel saymanı-Mayıs 2001)
 
          -  
 
          - 21. YÜZYILIN PETROLÜ
 
          - Bu 
          köşede ısrarla vurgulamaya çalıştığımız iki konu var: 
 
          - 50 sene sonra tükeneceği düşünülen 
          petrolün son kırıntıları üzerinde söz sahibi olmak ve enerji 
          kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek için verilen kavga; başta 
          Amerika olmak üzere Batı'nın, petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip 
          ülkeleri kontrolleri altında tutmak için giriştikleri türlü baskılar 
          ve kirli oyunlar.
 
          - 
          Türkiye'nin bilinçli olarak borç batağına itilmesi ile uluslararası 
          sermaye çevrelerinin çıkarlarına hizmet eden IMF ve Dünya Bankası'nın 
          dayatma politikalarına karşı savunmasız kalması; verimsizlik, 
          hantallık, zarar ediyor olma gibi sözde gerekçelerle KİT'lerin peşkeş 
          çekilmeleri, özelleştirilmeleri.
 
          - Her iki 
          konu ile de doğrudan bağlantılı bu haftaki tartışmamız ise Türkiye'nin 
          elinde tuttuğu ve geleceğin petrolü olarak anılan bor madeni üzerine 
          oynanan oyunlar.
 
          - IMF'nin 
          bor madenlerinin özelleştirilmesi konusunda Türkiye'ye dayatmada 
          bulunduğunu, IMF'ye verilen taahhütler arasında Eti Holding AŞ'nin 
          özelleştirilmesinin de bulunduğunu, Eti Holding AŞ'nin bağlı 
          ortaklıklarından Eti Bor AŞ'nin de özelleştirme kapsamına alındığını, 
          geçen sene hükümetin bor madenlerini Eti Holding kapsamı dışına 
          çıkarıp ayrı bir bor madenleri genel müdürlüğü KİT'i oluşturarak 
          özelleştirmeden kurtarmaya çalıştığını belirterek konumuza girelim.
 
          - 21'inci 
          yüzyılın petrolü olarak tanımlanan bor madeninin önemini ABD'nin 
          kavraması yeni değil. İlk olarak 1950 yılında, yüksek enerji yakıtı 
          ile çalışacak uzun menzilli savaş başlıkları taşıyan ABD füzelerinde 
          bor yakıtı kullanılması düşünüldü. 1951 yılında ABD, bor madenleri ve 
          bileşikleri ''stratejik madde'' olarak nitelendirilerek ihracatta 
          kontrole tabi tuttu. Yakıt üretimi için sekiz fabrika kurdu. 
          Türkiye'yi ve Avrupa ülkelerini de içine alacak şekilde bir anlaşma 
          yapıldı ve sosyalist ülkelere bor satışı yasaklandı. ABD yönetimi, 
          Amerika dışındaki bor madenleri için stratejik bir stok oluşturmaya 
          karar verdi. Türkiye'den 68.000 ton bor madeni alarak ABD'de depoladı. 
          Petrolün 50 sene sonra tükeneceğini hesaplayan ABD, alternatif enerji 
          kaynağı olarak gördüğü bor yakıtı ile çalışan otomobiller üretti.
 
          - Şimdi 
          hiç şüphesiz gözler Türkiye üzerinde. Çünkü Türkiye, parasal değeri 
          800 milyar dolar olarak hesap edilen bir bor denizi içinde yüzüyor. 
          200 milyar dolarlık borç yükünü çevirebilmek için IMF'nin her dediğine 
          kafa sallayan Türkiye, bor konusunda da IMF'nin dayatmalarına boyun 
          eğecek mi? Dünya talebini yüzlerce yıl karşılamaya yetecek miktarda 
          bor madeni rezervini elinde tutan Türkiye ruhsatları devretmeden bor 
          madenlerinin işlenmesi konusunda özel sektörle işbirliğine gitmek gibi 
          daha akılcı bir yol mu izleyecek? 
 
          - Kaynak: Dostmail/2002
 
          -  
 
          - TEKNİK BİLİNİRLİĞİ:
 
          - Bor, 
          biri amorf ve altısı kristalin polimorf olmak üzere, çeşitli 
          allotropik formlarda bulunur. Alfa ve beta rombohedral formlar en çok 
          çalışılmış olan kristalin polimorflarıdır. Alfa rombohedral strüktür 
          1200 °C'nin üzerinde bozulur ve 1500 °C'de beta rombohedral form 
          oluşur. Amorf form yaklaşık 1000 °C'nin üzerinde beta rombohedrale 
          dönüşür ve her türlü saf bor ergime noktasının üzerinde ısıtılıp 
          tekrar kristalleştirildiğinde beta rombohedral forma dönüşür.
 
          - Bor 
          elementinin kimyasal özellikleri morfolojisine ve tane büyüklüğüne 
          bağlıdır. Mikron ebadındaki amorf bor kolaylıkla ve bazen şiddetli 
          olarak reaksiyona girerken kristalin bor kolay reaksiyona girmez. Bor 
          yüksek sıcaklıkta su ile reaksiyona girerek borik asit ve diğer 
          ürünleri oluşturur. Mineral asitleri ile reaksiyonu, konsantrasyona ve 
          sıcaklığa bağlı olarak yavaş veya patlama şeklinde olabilir ve ana 
          ürün olarak borik asit oluşur.
 
          - Bor 
          elementinin fiziksel özellikleri:
 
          - Özellik             Değeri
 
          - Atom ağırlığı  10.811±0.005 veya 
          0.007
 
          - Ergime noktası           2190+20 °C
 
          - Kaynama noktası        3660  °C
 
          - Isıl genleşme katsayısı(25-1050 °C 
          arası, 1 °C için)  5x106-7x106
 
          - Knoop sertliği 2100-2580 HK
 
          - Mohs sertliği (elmas-15)         11
 
          - Vickers sertliği           5000 HV
 
          - Bor Mineralleri:
 
          - KRİSTAL SUYU İÇEREN BORATLAR
 
          - Kernit (razorit)    :Na2B407.4H2O
 
          - Tinkalkonit    :Na2B407.5H2O
 
          - Boraks (Tinkal)   :Na2B407.10H2O
 
          - Sborgit     :NaB508.5H2O
 
          - Eakwrit    :Na4B10017.7H2O
 
          - Probertit    :NaCaB509.5H2O
 
          - Üleksit     :NaCaB509.H2O
 
          - Nobleit     :CaB6O10.4H2O
 
          - Gowerit    :CaB6O10.5H2O
 
          - Florovit    :CaB2O4.4H2O
 
          - Kolemanit    :Ca2B6O11.5H2O
 
          - Meyerhofferit    :Ca2B6O11.7H2O
 
          - İnyoit     :Ca2B6O11. 13H2O
 
          - Preseit(pandermit)   
          :Ca4B10O19.7H2O
 
          - Tercit     :Ca4B10O19.2H2O
 
          - Ginorit     :Ca2B14O23.8H2O
 
          - Pinnoit     :MgB2O4.3H2O
 
          - Kaliborit    :HKMg2B12O21.9H2O
 
          - Kurnakavit    :Mg2B6O11.15H2O
 
          - İnderit     :Mg2B6O11.15H2O
 
          - Predorazhenskit   :Mg3B10O18.4 
          1/2H2O
 
          - Hidroborasit    :CaMgB6O11.6H2O
 
          - İnderborit    :CaMgB6O11.11H2O
 
          - Larderellit    :(NH4)2B10O16.4H2O
 
          - Ammonioborit    
          :(NH4)3B15O20.(OH)8.4H2O
 
          - Veatçit     :SrB6O10.2H2O
 
          - p-Veatçit    :(Sr, Ca) B6O10.2H2O
 
          -  
 
          - BİLEŞİK BORATLAR (HİDROKSİL VE/VEYA 
          DİĞER TUZLAR İLE)
 
          - Teepleit    :Na2B. (OH) 4Cl
 
          - Bandilit    :CuB. (OH) 4Cl
 
          - Hilgardit    :Ca2BO8.(OH) 4Cl
 
          - Borasit     :Mg3B7O13Cl
 
          - Fluoborit    :Mg3(BO3)
 
          - Hambergit    :Be2(OH, F) BO3
 
          - Suseksit    :MnBO3H
 
          - Szaybelit    :(Mg, Mn)BO3H
 
          - Roveit     :Ca2Mn22+((OH)4 
          (B4O7(OH)2)
 
          - Seamanit    :Mn32+(OH) (B (OH)4 
          (PO4)
 
          - Viserit     :Mn4B2O5 (OH, Cl) 4
 
          - Lüneburgit    :Mg3 (PO4)2B2O3.8H2O
 
          - Kahnit     :Ca2BAs
 
          - Sulfoborit    :Mg3SO4B2O4 
          (OH)2.4H2O
 
          -  
 
          - BORİK ASİT
 
          - Sassolit (doğal borik asit)  
          :B(OH)3
 
          -  
 
          - SUSUZ BORATLAR
 
          - Jenemejevit    :Al6BO15.(OH)3
 
          - Kotoit     :Mg3B2O8
 
          - Nordenskiöldine   :CaSnB2O6
 
          - Rodozoit    :CsB12Be4Al4O28
 
          - Varvikit    :(Mg, Fe) 3TiB2O8
 
          - Ludvigit    :(Mg, Fe2+) 2Fe2+BO5
 
          - Paygeit    :(Fe2+, Mg) 2Fe3+BO5
 
          - Pinakiolit    :Mg3Mn2+Mn23+B2O10
 
          - Hulsit     :(Fe2+Mg2+, Fe3+, Sn4+) 
          3BO3O2
 
          - BOROFLUORİTLER
 
          - Avagadrit     :(K, Cs) BF4
 
          - Ferruksit     :NaBF4 
 
          - BOROSİLİKAT MİNERALLERİ
 
          - Akzinit grubu    :(Ca, Mn, Fe, Mg) 
          3Al2BSi4O15 (OH)
 
          - Bakerit     :Ca4B4(BO4) (SiO4)3 
          (OH) 3H2O
 
          - Kapelenit    :(Ba, Ca, Ce, Na)3 (V, 
          Ce, La) 6 (BO3)6 Si3O9
 
          - Karyoserit    :Melanoseritin 
          toryumca zengin türüdür.
 
          - Danburit    :CaB2Si2O8
 
          - Datolit     :CaBSiO4OH
 
          - Dumortiyerit    :Al 7O3 (BO3) 
          (SiO4) 3
 
          - Grandidiyerit    :(Mg, Fe) Al3 
          BSiO9
 
          - Homilit     :(Ca, Fe) 3B2Si2O10
 
          - Hovlit     :Ca2B5SiO9 (OH)5
 
          - Hyalotekit    :(Pb, Ca, Ba) 4 
          BSi6O17 (OH, F)
 
          - Kornerupin    :Mg3Al6 (Sr, Al, B) 
          5O21 (OH)
 
          - Manondonit    :LiAl4 (AlBSi2O10) 
          (OH)8
 
          - Melanoserit    :Ce4CaBSiO12 (OH)
 
          - Safirin     :Mg3, 5Al9Si, 5O2
 
          - Searlesit    :NaBSi2O6H2O
 
          - Serendibit    :Ca4(Mg, Fe,Al)6 (Al, 
          Fe)9 (Si,Al)6 3O4
 
          - Turmalin grubu mineraller
 
          - Tritom     :(Ce, La, YTh5(Si, B)3 
          (O, OH, F)13
 
          - İdokreyz (Vezüvyanit)   :Ca10Mg2Al4 
          (Si4)5 (Si2O7)2 (OH) 4
 
          -             Ben; bu sayıya kadar 
          sizlere derleyerek yayınladığım bor araştırmam burada sona ermektedir.
 
          - 
          Gittikçe BOR tartışmaları artık küllenmiş olarak ülke gündeminden 
          çıkartılmış bulunmaktadır.
 
          - Bu 
          gerçekler bilinmekte, her ne hikmetse bu işle uğraşanlar usanmış 
          gözükmektedirler.
 
          - Biz 
          kendi üzerimize yaptığımızı düşünerek çalışmamızı bitiriyoruz. Halen 
          birçok Internet siteleri bu konu ile binlerce sayfa döküman 
          bulunmaktadır. Ilgilenenler arama motorlarına bor diye yazınca bu 
          sayfalar karşılarına çıkar. Onlar da konuyu kendilerine göre 
          irdelerler.
 
          - 
          Saygılarımla!
 
         
           | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 75. YIL ÇORUM LİSELER ARASI KOMPOZİSYON 
          YARIŞMASI
 
          -          Çorumlu 2000 Aylık Kültür 
          Tarih Ve Edebiyat Dergimi çıkartırken Cumhuriyetin 75. Yılını Kutlama 
          çerçevesinde Çorum İlçeler Dahil 15 Kasım 1998 tarihinde GÜRSEL 
          Yayınevi tarafından düzenlenen Cumhuriyetin 75.  Etkinlikleri 
          çerçevesinde açmış bulunduğu; CUMHURİYETİMİZİN 75. YILI İLE 
          CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA KADAR  ÇORUM  İLİNDE  NE  GİBİ  
          GELİŞMELERİN OLMASINI VE SİZİN NELER YAPACAĞINIZI VE YAPMANIZ 
          GEREKTİĞİNİ ANLATINIZ.   Konulu Çorum ili geneli Liseler arası 
          kompozisyon yarışması, düzenledim. Çorum Valiliğinden bu yarışma 
          yapılabilmesi için onay aldıktan sonra Çorum Milli Eğitim Müdürü Sayın 
          Metin TOPKARAOĞLU'NUN yardımları sayesinde yarışmacılar belirlenmiş 
          oldu. Yarışma şartlarına uyah okulardan gelen kompozisyonların tek tek 
          fotokopilerini Çorumlu 2000 Dergimin değerlendirmeleri için taktim 
          ettim. Arkadaşlar görüşlerine göre kompozisyonları okuyarak kapalı 
          zarf içerisinde Yayınevimize teslim ettiler. Ben de katimi alarak 
          Milli Eğitim Müdürlüğü huzurunda benim ve yazar arkadaşlarımızın 
          kanaatlerini yazarak en yüksek puanı alan kompozisyon yarışmasını
 
          - 02 Mart 1999 tarihinde 
          değerlendirmeleri tamamlanmış olduk.
 
          -          O zaman diliminde Türkiye 
          genelinde de bir kompozisyon yarışması yapılmıştı.
 
          -          Çorumlulara ve Yazarlarıma 
          katkılarını sordum. Çorumlulardan sadece Çorum Temsilcisi tarafıma 
          katkısını verdi. Diğer verecekleri taahhütler ne yazınki sözlerinde 
          durmadılar. Ödülleri Şahsen körşıladım
 
          -          Bu tarihte taahhüt edip 
          vereceğimizi belirdiğimiz tarihte dergimin fiyatı 500,000 TL idi
 
          - 
           
 
          - GÜRSEL Yayınevi 
 
          - Birinciye 20,000,000 Tl.
 
          - İkinciye 15,000,000Tl.
 
          - Üçüncüye 10,000,000 Tl.
 
          - Dördüncüye 5,000,000
 
          - Beşinciye 5,000,000 Tl.
 
          -          Bu ödülleri dağıttım. 
          Arkadaşlarda kitaplarını hediye etti.
 
         
        YARIŞMAMAMIZIN  SONUCU 
          
            - 
            Dergimizin ilk yaptığı bir kompozisyon yarışması 2 Mart 1999 günü 
            sonuçlanmış oldu.
 
            - Bu 
            yarışmada, büyük katkısı bulunan Çorum Milli Eğitim Müdürümüz Sayın 
            Metin TOPKARAOĞLU'nun yardımları sayesinde yarışmacılar belirlenmiş 
            oldu.
 
            - 
            Geçen   sayıda  önsözde, belirttiğim katılım azlığı bu yarışmaya 
            okul idarecilerin olumlu girişimlerinin eksikliği olduğunu 
            belirmiştim.
 
            - Bizim 
            arzumuz dışında sonuçlanan, 52 liseye karşın 5 lisenin yarışmaya 
            katılması, yarışmanın Çorum genelinde değil de sadece beş okul 
            arasında olması yarışmaya katılan okulların ikisinin dereceye 
            girmemesi ile sonuçlanmış oldu.
 
            - 
            Yazar, çizer, yapar, üretir gençlerimizin önünü lütfen kesmeyiniz. 
            Bu ilgisizlik sonucu üretilecek yapıtların önünü kesmiş  
            bulunuyorsunuz. Bu yetkiyi sizlere kim verdi?  Bu duyarsızlık ne 
            yazık ki ilimiz başta olmak üzere bütün Türkiye’yi etkileyerek ve 
            yaratıcıları yok etme sonucu getirecektir. Sizlere bu  okulların  
            yöneticiliği O MAKAMDA OTURASINIZ diye verilmedi. Daha  duyarlı 
            olunuz! Ya da çekip gidiniz!
 
            - 
            Yarışmamıza; Merkez ilçeden: Anadolu Lisesi Endüstri Meslek Lisesi 
            ve Çorum Anadolu Ticaret ve Ticaret Meslek Lisesi dışında başka 
            lisemiz katılmamıştır.
 
            - Bu 
            iki okulumuzun Müdürlerini candan kutlarım. Sadece  merkez ilçemizde 
            katılımlara ilgi duyan, iki müdürün bulunması ne acı.
 
            - 
            İlçelerimizden ise; Sungurlu Endüstri Meslek Lisesi ile Haydar  
            Öztaş Anadolu Lisesi ile İskilip İmam Hatip Lisesi katılmıştır.
 
            - Bu 
            iki İlçe Milli Eğitim Müdürleri ile katılan okulların Müdürlerini 
            medeni cesaretlerinden dolayı burada kutlamak  istiyorum. Demek ki; 
            sadece ilimizde iki ilçemiz bulunmaktadır.
 
            - 
            Yarışmacılar ise: Birinci Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi 
            Sevil Kultufan, ikinciliği İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Nihal 
            Köşger, üçüncülüğü, Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Tuğba 
            Küçüksakal, dördüncülüğü İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Kezban 
            Eker,beşinciliği Sungurlu endüstri Meslek Lisesi öğrencisi  Serkan 
            Uzunkaya kazanmıştır.
 
            - 5 
            Mart 1999 günü yaptığımız Mütevazi ödül törenimizle ilgili resimler 
            ve yazı orta sayfadadır.
 
            -  Sayımızı  
            görüşünüze sunuyorum.
 
            - 
             Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi 
 
            - 
            
   
           
            
            
            
            
            
            
          
          
            - 15 
            Kasım 1998 tarihinde GÜRSEL Yayınevi tarafından düzenlenen 
            Cumhuriyetin 75.  Etkinlikleri çerçevesinde açmış bulunduğu; 
            CUMHURİYETİMİZİN 75. YILI İLE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA KADAR  
            ÇORUM  İLİNDE  NE  GİBİ  GELİŞMELERİN OLMASINI VE SİZİN NELER 
            YAPACAĞINIZI VE YAPMANIZ GEREKTİĞİNİ ANLATINIZ.   Konulu Çorum ili 
            geneli Liseler arası kompozisyon yarışması, 02 Mart 1999 tarihinde 
            değerlendirmeleri tamamlanmış ve şartname gereği yarışmaya katılan 
            okulların isimleri ve yarışmacıları belli olmuştur.Yarışmacılar ise:
 
            - 1. 
            Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Sevil Kultufan,
 
            - 2. 
            İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Nihal Köşger,
 
            - 3. 
            Sungurlu  Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Tuğba Küçüksakal,
 
            - 4. 
            İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Kezban Eker,
 
            - 5. 
            Sungurlu endüstri  Meslek  Lisesi  öğrencisi  Serkan Uzunkaya 
            kazanmıştır.
 
            - 
            Yarışmacılara ödülleri Milli Eğitim Müdüdü Sayın Metin 
            Topkaraoğlu’nun odasında 05 Mart 1999 tarihinde saat 15,00 te 
            verilmiştir.
 
            - 
            GÜRSEL Yayınevi 
 
            - 
            Birinciye 20,000,000 Tl.
 
            - 
            İkinciye 15,000,000Tl.
 
            - 
            Üçüncüye 10,000,000 Tl.
 
            - 
            Dördüncüye 5,000,000
 
            - 
            Beşinciye 5,000,000 Tl.
 
            - Para 
            ödülü ile; ÇORUM KUYUMCULUK adına Sayın Osman Dalgıç tarafından Beş 
            yarışmacıya KOL SAATİ ve; Türkiye Gazetesi Çorum Temsilcisi Sayın 
            Ahmet Aşık tarafından 10 adetlik kitap seti (8 Takım), Eğitimci 
            Yazar Muzaffer Gündoğar’ın yazdığı 8 adetlik kitap seti (8 Takım 
            Ücreti yayınevimiz tarafından ödenmiştir), Eğitimci Yazar Ahmet 
            Serin’in yazdığı 4 adetlik kitap seti (8 Takım Ahmet Serin’in 
            hediyesidir) ile GÜRSEL Yayınevinin Kaynak Eserler Dizisi 1-2-3 ile 
            ÇORUMLU 2000 dergisi üç aylık abone (8 Takım) armağan olarak, 5 
            yarışmacı ve 3 okullarına verilmiştir.
 
            - 
            GÜRSEL Yayınevi Yarışmaya katkıda bulunan yukarıda isimleri geçen 
            hemşerilerimize TEŞEKKÜR EDER!
 
           
          Sevil KULTUFAN  HAYALLERİMİZ 
        AĞLAMASIN 
        
          - 
          Hayallerimiz,ümitlerimiz var.... On binlerin, yüz binlerin belki de 
          milyonların hepside toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek; bir 
          fidan kadar taze ve yeşil;güneş kadar parlak ve bir o kadar 
          aydınlık...
 
          - Güzel 
          şey hayal kurmak, umutlara sarılmak. Yeniye hep daha iyiye, hep 
          zirveye ulaşmaya çalışmak. Bir insan var mıdır ki elini bir kez olsun 
          buzdağının zirvesindeki güle uzatmak istememiş; ya da.  Mehtaplı bir 
          gecede uykusu kaçınca, yüzünü gökyüzüne çevirip, kayan yıldızlara 
          bakmak, hayalleri için, umutları için dilek tutmamış?
 
          - Evet! 
          Güzel şey hayal kurmak. Ama nereye kadar? 
 
          - Bazen 
          hayaller yetmez olur; yıllarca içimizde yanan umut ışığı bir anda 
          sönüverir. İşte hayaller oraya kadardır. Artık istediklerimizin sadece 
          gözlerimizi kapattığımızda, beynimizde canlanması yetmez  olur; 
          açtığımız zaman  gözlerimizi, hayal yerine gerçeği görüp hissetmek, 
          ona dokunmak isteriz. Boş masallarla avutulan bir  bebek  olmaktan 
          kurtulup elimize bebeğimizin verilmesi gerektiğini düşünürüz.
 
          - O halde 
          verin artık bebeklerimizi... İçimizde hayallerimiz, umutlarımız bir 
          olmuş isyan ediyor. Her şey hayal olmaktan ibaret kalırsa, duyacağınız 
          hıçkırıklar inanın dört yaşındayken eline bebek tutuşturulmayan bir 
          çocuğun ağlayışı olmaktan çıkıp, artık elinde daha gerçekçi,daha ciddi 
          bir şeyler görmek isteyen bir gencin çığlıklarına dönüşecek. Deli 
          gözbebeklerinden bir grup. Hayallerimiz, umutlarımız var biz Çorumlu 
          gençlerin. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan 
          gençleriz biz Şöyle etrafımıza bakıp düşündüğümüzde ne kadar çok şeye  
          ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Hayallere bile sığmayacak kadar büyük 
          gerçeklere ihtiyacımız var.  Hangi gerçekler mi? Etrafımızdaki 
          karanlık yanlışların ve eksikliklerin giderilmesi için zamanın gelip 
          geçmekte olduğu... En büyük gerçeğimiz.
 
          - Neyin 
          hayalini kuruyoruz biliyor musunuz? Acaba gün gelecek insanlar saçma 
          sapan düşüncelerden, fikirlerden vazgeçecekler mi? Sürekli doğru 
          olduğunu savunup da sanki gözleri bağlanmış, beyinleri  demir 
          çerçeveye alınmış gibi hâlâ etraflarındaki kocaman yanlışları 
          görmemekte direnecekler mi?
 
          - 
          Geçenlerde anneannemi ziyaret için gittiğim köyde tanıştığım  yaşlı 
          dede, saplanıp kaldığı düşüncelerden kurtulacak mı? İki bine bir kala 
          traktörün bir "gavur icadı" olduğunu söyleyip, tarlasını karasabanla 
          sürmeye çalışan bir dedenin varlığı bile insanı ürkütüyor.
 
          - 
          Tarlasını iki saat gibi kısa bir zamanda sürmek varken, inat etmiş 
          günlerce bir tarlayla uğraşıyor. Komşuları ondan habersiz tarlasını 
          traktörle sürünce de uğursuzluk getirecek diye tarlasını satıyor. Bu 
          nasıl bir düşünce anlamıyorum. Umarım beyinler demir çerçevelerden, 
          fikirler; karanlık örümcek ağlarından sıyrılmaya çalışacaklar. Biz 
          gençler, beyinler yenilendikten sonra her alanda tam bir iyileşmenin  
          sağlanacağına inanıyoruz kan kanseri bir insanın  kurtuluşa giden 
          yolunun kemik iliği naklinden geçmesi gibi, bizim kurtuluşumuz da 
          beyinlerin yenilenmesine bağlı...
 
          - Sonra 
          hep hayal etmişizdir: Bütün insanlar ekonomik bakımdan rahatlayıp 
          artık "para" yerine başka şeyleri düşünmeye başlamasını... Çünkü 
          insanın midesinden gelen sesleri dinlerken, beyinlerinden gelenlere 
          kulak vermesi beklenemez. Bunu da başardıktan sonra, sıra yeni 
          fikirlere açık beyinlere taptaze güzellikler aşılamaya gelecektir, ama 
          nasıl? Tabi ki eğitim ve öğretim alanında yapacağımız  yeniliklerle...
          
 
          - 
          Sungurlu'da, Sungurlu'nun köylerinde ve hatta Çorum'da bile okul 
          sıkıntısı çekiyoruz. Köylerimizde küçücük çocuklar ve gençler, sabahın 
          ilk ışıklarıyla şehir yolunu tutuyor, yaz kış demeden.  Ne  gereği var 
          bu sıkıntının? O küçük çocuklar neden köylerinde kalıp, anne ve 
          babalarının gözleri önünde rahatça okullarına gidemiyorlar?
 
          - Zaten 
          çekilen bu sıkıntılar yüzünden hem anne babalar çocuklarını okula 
          göndermek istemiyorlar, hem de eğitim ve  öğretimdeki başarıları 
          azalıyor. Bırakın köylerimizde okul yapımını daha Çorum'da bir 
          üniversitemiz bile yok. Diğer illerimizden farkı ne çorumun? Her gün 
          yeni bir fabrika yapacaklarına, neden bir de üniversite yapılmıyor?
          
 
          - Tabi 
          ki, sanayileşmeye hiç bir zaman karşı değiliz. Fakat, bu bazı şeyleri 
          engelliyorsa, buna karşı ses çıkarmamamız da  beklenemez. Acaba, 
          insanlar sadece sanayileşmenin mi bizi kurtaracağını düşünüyorlar? 
          Eğer böyleyse çok yazık. Çünkü,gözleri olmayan bir insan   yaşamını 
          sürdürebilir ama ya kalbi olmayan? Herhalde böyle büyük bir eksikliği 
          kalbimizin derinliklerinde her an duymamızı bize çok göremez siniz.
 
          - Peki ne 
          zaman bir kültür ve sanat merkezine sahip olacağız?
 
          - Daha 
          bir yıl önce kadar tiyatronun neye benzediğini bilmeyen bir kişiydim. 
          Televizyonda adını duyar, derslerimizde onunla ilgili sayfalar dolusu 
          kuru bilgiler edinilir, sonra da unutur giderdik. On  altı yaşında bir 
          gencin bir kere olsun tiyatroya gitmemesi ne acı bir şey. Ben kendimi 
          bu konuda biraz daha şanslı buluyorum. Ya diğerleri? "Ali'ler", 
          "Ayşe'ler", "Mehmet'ler"... Yirmi beş yaşlarına geldikleri halde 
          ellerinde bir tiyatro bileti bulunduramayacak olanlar?
 
          - Sonra 
          izlemek istediğimiz filmi, dinlemek istediğimiz sanatçıyı, hayran 
          olduğumuz bir ressamın resim sergisini, hep büyük şehirlere 
          akrabalarımızı ziyarete gittiğimiz de mi göreceğiz? 
 
          - Ne 
          zaman büyük  şehirlere kitap siparişi vermekten kurtulacağız? 
          
 
          - Okumak 
          istediğimiz kitabı bir gün de kendi ellerimizle  yerinden almak gibi 
          bir şansımız olmayacak mı? 
 
          - Okul 
          çıkışlarında elimizde tuvaller, enstrümanlarla halk eğitim 
          merkezlerine koşabilecek miyiz?
 
          - Fakat 
          biz; yine de inanmaktan vaz geçmeyeceğiz. Ne de olsa genciz, 
          umutlarımız var. Ne de olsa dev adımlarla geleceğe koşuyoruz. Fakat 
          genç olarak yapacağımız sadece hayal kurmak ya da büyüklerimizden 
          sürekli bir şeyler istemek değil. Üzerimize düşen büyük görevin 
          farkındayız: Çalışmak, durmadan çalışmak. Bir şairin dediği gibi, 
          "saçlarımızı kahvelerde değil, kütüphanelerde ağartmak" Bir meslek 
          edinip , yurdumuza  faydalı birer  insan olmak,geleceğe bir ışık da 
          kendimizden katmak.
 
          - Evet, 
          hayallerimiz, umutlarımız, isteklerimiz var. Hepsi de toprağa yeni 
          düşen tohum kadar saklı ve ürkek, bir fidan kadar taze ve yeşil, güneş 
          kadar parlak ve bir o kadar aydınlık...
 
          - Lütfen, 
          tohumlarımızın üstüne basmayın. Fidanlarımızı susuz bırakmayın, 
          güneşimizin önünü kapatmayın. 
 
          - 
          Hayallerimiz ağlamasın....
 
          -  
 
         
        
        Nihal KÖŞKER KİMLİK 
        
          - İnsan  
          yaşadığı, memleket  edindiği yeri, varıyla yoğuyla olduğu  gibi kabul 
          eder. Ama nedense her insan çevresiyle ilgili daha  geniş  imkanları 
          hayal eder. Küçük bir kasabada  yaşayan  bir çocuk, lunapark 
          sevdasını,bir büyük de sosyal faaliyetlerin eksikliğini hep içinde 
          yaşar.  
 
          - Mutlaka 
          biz de buna paralel düşüncelere sahibiz. Çünkü her insanın 
          psikolojisinde, kendisine en iyi hizmetlerin sunulması özü  yatar.  
          
 
          - 
          Cumhuriyetin 75. Yılıyla birlikte ilerlemeye devam ettiğimiz 
          mükemmeliyet yolunda, zirveye ulaşmak için zihinler 100. Yılı 
          benimsemiş, ulaşmak istediğimiz bu mükemmeliyetlere ise çekirdekte 
          kendi il sınırlarımız içinde başlamak en iyisi. Çorum diyoruz...
 
          - 
          Sımsıcak bir şehir. Kendi çapında ilerlemiş. Ama günümüz aklı hayali 
          durduran teknolojik gelişmelere takılınca,birçok eksikliğimizin daha 
          olduğunu fark ediyoruz. Aslında bizim istediklerimiz olağanüstü şeyler 
          değil. Artık bilim füzelerle uğraştığına göre, biz niye hala ulaşımda 
          zorluk çekelim? 
 
          - Dar 
          kalıpları aşmak diyoruz, er zaman. Ancak bunun temelde yine eğitimle 
          çözümleyeceğini kastetmiyoruz. O  halde, öyle bir teşvik edici sistem 
          geliştirelim ki ; diğer gelişmelere engel bir durum olmasın. Bu 
          temelin,bizim görmek  istediklerimizi kolaylaştıracağı inancıyla 100. 
          Yıl yolculuğuna çıkabiliriz.
 
          - 
          Şüphesiz, bu anlamda isteyebileceğimiz en güzel şey, bütün bölümleri 
          barındıran, yabancı dil ağırlıklı bir üniversite. Neden  olmasın? 
          Bizim de eğitimciler olarak destek verebileceğimiz bir  eğitim 
          merkezi. Tabi bu nitelikte bir  üniversiteye sahip olan bir şehirden, 
          diğer okullarının da eğitim seviyesinin yüksek olması beklenir. İdeal 
          Çorum temelini eğitimle kurduktan sonra bunu diğer isteklerimizle bina 
          edebiliriz.
 
          - Size 
          bir şehrin havaalanına sahip olduğu söylense, hemen o  şehre gelişmiş 
          kimliği verirsiniz. Çorum' da bu kimliğe sahip olmalı.  Şehrin 
          girişinde, ilçeleriyle yollarının kesiştiği bir alanda yer almalı bu 
          havaalanı. Tabi bu yollar, yan yana iki arabanın sürtünerek geçtiği 
          değil, otoban rahatlığına sahip  yollar.  Uçağın getireceği ulaşım 
          imkanlarının, ilçeleri de üç tarafı kapalı bir çıkmaz sokak olmaktan 
          kurtaracağını düşünecek olursak, çevresiyle bütünlenmiş bir Çorum 
           hayal olmaktan çıkar. Tabi bu gelişmeyle artacak olan nüfus 
          karşısında klasik belediye sistemleri yetersiz kalacağı için şehir 
          görünümünü destekleyen tramvay ulaşımı düşünülebilir ve çevre 
          ilçelerin insanlarını çarşıya çıkar gibi kısa bir sürede Çorum' a 
          ulaştıracak metro tipi raylı sistemler Çorum'un tanınması ve güçlü bir 
          iletişim için çok önemli.
 
          - Çorum 
          kültürel zenginliğe sahip bir şehrimiz. Bir Alacahöyük ve Boğazkale 
          gibi tarihi miraslara sahip. Fakat bu yeterli olmuyor. Bu 
          zenginliklerin yeni bir anlayışla değerlendirilmesi; çevre merkezlere 
          rahat ve temiz oteller ve tesisler kurularak buralarda daha fazla 
          turist kazandırılması,böylelikle de Çorum'un Türkiye'nin kültür 
          merkezi unvanını giymesi bir başka isteğimiz.
 
          - Bütün 
          bunlar insanlara hizmet için  değil mi? O halde bir takım sosyal 
          kalkınmalara da bizim desteğimiz gerekiyor. Gelişmiş yardım 
          kuruluşlarını, çocuk yuvalarını ve diğer sosyal faaliyetleri görmek 
          istemez miyiz? 
 
          - Bu 
          istek bile  bir  manevi katkıdır aslında.
 
          - İşte 
          Çorum'u, Cumhuriyetin 100. Yılında bütün bunları avucunun içine 
          almış,kalkınmış, planlı ve istikrarlı bir  politikayı  kendisine ilke 
          edinmiş bir şehir olarak görmeyi umuyoruz.  
 
          - İnsan 
          demek, ideal demektir. İdealler bir olduğu sürece, metropol bir Çorum 
          giderek yaklaşacaktır.
 
         
        
          - 
        Tuğba KÜÇÜKSAKAL HASRET
 
          - Hiç 
          kahraman oldunuz mu? Peki ya rüyasında kahraman olduğunuzu gördünüz 
          mü? Yine mi hayır?  O zaman  mutlaka  kahraman olma hayalleri 
          kurmuşsunuzdur ya da, en azından  erkekler  için söylüyorum 
          askerde,birilerine "Kahraman Çorumluyum" demişsinizdir.  
 
          - Ben hiç 
          kahraman olmadım. İşin doğru su,beni kahramanlık vasfına taşıyabilecek 
          bir şeyler de yaptığımı sanmıyorum. 
 
          - 
          Rüyalarımda da henüz böyle güzel düşünceler yer etmiş değil. Ama, ne 
          yalan söyleyeyim, bir gün kahraman olabilme düşüncesi daima 
          hayallerimi süslemiştir. Kahramanlık nedir yada kahraman olabilmek 
          için ne yapmalı? Kimileri, buna belki "insanlığı kurtarmak" der; belki 
          evreni....  Kimine göre en kahraman, bir yangında avuç içi kadar bir 
          çocuğu kurtarmayı başaran bir yangın adamı; itfaiyecidir. Kimi "en 
          kahraman babam" der, babasının yeryüzündeki en mükemmel kişi olduğunu 
          düşünerek...
 
          - Bence 
          kahramanlık, kahramanlığı devam ettirebilmek, kahramanlığa kahramanlık 
          katmaktır. İşte bu tanım, kahramanlığın, şüphesiz en güzel tanımdır. 
          Benim tanımım olduğu için değil, Türk'ün kahramanlığını ifade ettiği 
          için, en güzel tanımdır. Bu tanım.
 
          - Biz 
          Türk'ler için Başöğretmenimiz, en büyük kahramandır. 
 
          - Sonra? 
          Sonrası Türk Milleti geliyor. Çünkü, Türkler Atatürk'ün kendilerine 
          armağan ettiği en güzel hediyenin Cumhuriyet olduğunun bilincindedir. 
          Bu yüzden, Türkler,kahramanlığa kahramanlık katarak, Cumhuriyetini - 
          özgürlüğünü - elinden geldiği  kadar, en yükseğe  ulaştırmak için 
          gayret göstermişlerdir. Sanırım bunu başardık da... Ama eminim, 
          bununla yetinilmeyecektir. Yetmiş beş yılda, elliyi aşan üniversite 
          sayısı da, Türk Milletinin  yeterli olanla yetinmediğinin görsel 
          şahididir.
 
          - Yalnız, 
          tek bir sorun var. Sanırım Türklerin Avrupa arenasında hak ettiği 
          yerde olmayışının tek sebebi bu. Sorun,kimi ilimiz de  birden fazla  
          üniversite olmasına rağmen,kimi ilimizde fazlasıyla ihtiyaç duyduğu 
          halde, bir üniversite, bazen de bir fakülte bile  olmayışıdır. Şahsen 
          ben, üniversite sınavına girerken,tercihlerimin  arasında ilk sırayı, 
          kendi memleketimin yani Çorum'un bir üniversitesine bırakmayı 
          arzulardım. Maalesef şu anda ne benim böyle bir şansım var, ne de 
          diğer hemşehri öğrencilerin. 
 
          - 
          Açıkçası ben, Çorum'a bir fakülteyi de yakıştıramıyorum çünkü, bunu  
          hak etmediğimizi biliyorum.
 
          - Bütün 
          imkanlarıyla, çevre güzelliğiyle, temizliğiyle, aydın   seviyesinin 
          yüksek oluşuyla, bir üniversite için gerekli olan tüm altyapıya sahip  
          olan Çorum'umuzda bir üniversite görmek, hem  Çorum için hem de 
          Atatürk Türkiye'si için çok acıdır.
 
          - Çorum 
          halkı neyi başardı? Birçok ilimiz de, özellikle doğu illerinde,maddi 
          imkansızlıklar nedeniyle, çeşitli  bölgelere göçler  başlarken Çorum, 
          kendini geliştirmeyi bilen bir il olarak televizyon programlarına konu 
          oldu. Çünkü; Çorum halkı göç nedeniyle bütünlüğünü bozmak yerine, 
          yapılan  yatırımlarla, açılan fabrika ve okullarla 
          ilerlemeyi,gelişmeyi öğrendi. 
 
          - Şimdiye 
          kadar bunu sadece bir üniversite ile süsleyemedik. Evet, bu bizim tek 
          eksiğimiz. Tek ama büyük bir eksik. Bence o eksiğin ismi bile hazır.
          
 
          - Hitit 
          Üniversitesi... Tarihi kültür birikimimiz, en açık şekilde  ortaya 
          koyabileceğimiz tek isim de bu olsa gerek.
 
          - Ben; 
          bir üniversite diploması almak için ailemden, sevdiklerimden, 
          toprağımdan uzak kalmayı düşledim. Ben;evvel Allah'ın izniyle altı yıl 
          sonra üniversiteyi bitirip,diplomamı elime alıp, "ben Hitit 
          Üniversitesi mezunuyum" dediğimde,işsiz kalmamayı düşlerim. Ben en 
          güzeli düşledim. Çorum  için... 
 
          - Ben; 
          Çorum'um için en güzeli düşledim. 
 
          - İşte, 
          Çorumlunun asıl kahramanlığı  burada devreye  giriyor.
 
          - 
          Cumhuriyetinizin, birinci yılından yetmiş  beşinci doğum  gününe karar 
          kahramanlığını göstermesini bilen Türk, Cumhuriyetin yüzüncü, iki  
          yüzüncü yılında da Türklüğünü  bilmeli, kahraman olduğunu 
          hatırlamalıdır. Her Türk kahramandır; Türk olduğunu hatırladığı 
          sürece...
 
          - Her 
          Çorumlu kahramandır; kahraman olduğu hatırladığı sürece...
 
          - Eğer  birilerine  seslenme sırası 
          bende ise; (haddime düştüğü kadar) her kaybettiğinde, kazanan yanları 
          da olan tek millete sesleniyorum.  Türk'e sesleniyorum.   
 
          - 
          Kahraman Çorumluya  sesleniyorum. Yirmi  beş yıl aslında uzun süre. Bu 
          kadar zamanda çok işler yapabiliriz. Arkadan düşünülmesi gereken bir 
          gençlik geliyor. Bu gençlerin, kendilerinden önce gelen nesil için 
          ahlar tüketmemeleri bizlerin elindedir  Otuz iki inciyi biraz sıktın 
          mı, Necip Fazıl'ın da dediği gibi; "karıncalar gibi çalışıp, geride 
          dev gibi bir eser bırakmalı", Hitit Üniversite sini başarmak zor 
          olmayacaktır. Yeter ki; bizler sonuna kadar diretelim ve  azmimizden 
          ödün vermeyelim. 
 
          - 
          Haydi,şu hasreti bitirelim.
 
         
          
        
        Kezban EKER SIRA BİZLERDE 
        
          - 
          Dönüyoruz, durmadan, usanmadan...
 
          - 
          Belirlemişiz yörüngemizi ilerliyoruz. Ne bir yıldıza çarpıyor, ne de 
          bir saniye gecikiyoruz. Biliyoruz ki koşma yana, ilerlemeyene yaşama 
          şansı yok. Nasıl ki dünyanın bir saniye durmasının alemi alt üst 
          edeceği bir gerçekse, içindeki tembellik duygusunun mahkumu  bir 
          milletin ayrı noktada dönüp dolaşacağı da bir o kadar gerçek.
 
          - Zaman 
          ya da zamansızlık... yahut zamanın derinliklerinde kendini 
          kaybetmişliğin ıstırabı. Evet, bizler zamanın büyüsüne kapılmış 
          gidiyoruz. Rüzgarın önündeki bir yaprak gibiyiz, sürükleniyoruz. 
          
 
          - Bazen 
          bir ölümün arkasından dökülen göz yaşlarında bazen de büyük bir 
          hatanın ıstırabının ortasında, ihmal edilmiş bir zamana duyulan bir 
          pişmanlığın dalgalandığını görüyoruz.  
 
          - 
          Görüyoruz, görüyoruz da mahkumu olduğumuz tembelliğin kucağında 
          sallanıyoruz. Oysa bilinmeyenlerle kaplı dünyanın çaresizliği içinde 
          bocala yan insan sağlam bir dostuna sarılmalıdır. Bu sağlam destur " 
          yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan, her yeni güçlükle yeniden 
          azimlenerek, sonuçta başarılarının meyvesini yemek" olmalıdır.
 
          - Hayat 
          zor, yaşayabilmek için mücadele şart. Hele de dünya "bilgi çağı" deyip 
          bilgisayara sarılırken, işlem merkezleri, bilgi bankaları kurulurken. 
          Geçmişi zaferlerle süslü bir milletin elindekilerle yetinir olması ne 
          acı. Kim inanır bir zamanlar üç kıtanın sultanı olduğumuza. Dayanıksız 
          söylemiyorum bunları. Ortada bazı  eksiklikler var ki böyle  bir yazı  
          yazmaya gereksinim görüyorum. 
 
          - Türk 
          Milletinin şu anki durumundan memnun değiliz. Zira  bizler daha 
          iyisine layığız. Bu güne kadar da boş durulmadı biliyoruz. Ama yeterli 
          değil. Uzun bir yol aldık. Cumhuriyetin 75. Yılına dek. Daha nice 75. 
          Yıllar ve yollar var önümüzde, açılması zor. Hani hep derler ya," 
          dikenli yollar "  işte öyle. Bizler ilk adımı attık yola çıkmakla. Bu 
          demek değil ki her şey  tamam. Aksine daha bir azimlenmeli, 
          hırslanmalı, engeller bir bir arkada bırakmalı ...Bunu yaparken de ne 
          geçmişi  unutmalı, ne de başarının sarhoşluğuyla  sersemlemeli. 
          Çalışmalı,çalışmalı, bire bin katmalı, her gün yeni fabrikaların 
          bacaları tüttürülmeli, kaynaklar fışkırmalı göğe...
 
          - Okullar 
          açılmalı, ilim, ilim diyen. Bütün bunlar gözünüzde büyümesin. İnsan 
          çevresinden başladı mı yapılanmaya,gün olur bakarsınız ki; hedefin tam 
          önüne gelmişiz. Nasıl herkes evinin önünü süpürdüğünde dünya 
          temizlenmiş olursa, bizler de evimizden, köyümüzden, ilimizden evet 
          ilimizden başladığımız bütün notalar yerleşecek, başarının türküsü 
          süzülecek sazlardan.
 
          - İlimiz; 
          cennet vatan denilen Anadolu'nun bir diyarı, gelişen ve  daha da 
          gelişmeyi bekleyen. Bu gelişme kendiliğinden olmayacak elbet. 
          Çalışkan, yorulmayan,saygılı,bir o kadar da  duyarlı gençlere 
          ihtiyacımız var ki umutlar gerçekleşsin, hayal olmaktan çıksın. 
          Duyarlı insan; belki de sihir bu kelimede. Anahtar sözcük kim bilir.  
          Duyarlı insan; dediğimiz bu  kitle. Yaşadığımız topluma sahip çıkan 
          gençler, işte  o duyarlı gençlerimiz içlerindeki çalışma azimleriyle 
          toplumu ileri ki asırlara taşıyacaktır. Gençlerimiz  büyük bir 
          potansiyel enerjiyi barındırıyorlar yüreklerinde. İş bu enerjiyi aktif 
          hale getirmekte. Bu da iyi bir eğitimle olsa gerek. Eğitilmemiş 
          gençler, bilinçsiz  yetiştirilen çocuklar,sadece çıkarları uğruna 
          yaşayan bencil insanlar... 
 
          - Böyle 
          bir gençlik yetiştirmek milletin geleceğini kendi eliyle yok 
          etmesidir. Daha yeni yeşeren bir fidanın dalları bir bir kırılmasıdır.
 
          - Her 
          insanın bir ütopyası vardır. Hele de bu insan  kanı  damarlarına 
          sığmayan, coşmak üzere her an ayakta olan bir gençte ise hedefler daha 
          büyüktür. Biz ilimiz gençleri de birçok umuda,beklenti ye sahibiz.
          
 
          - Her  
          şeyden  önce bizlere inanılmasını bekliyoruz. Ardından  nefes 
          alabileceğimiz bir çevre. Temiz bir çevre,yeşil alanlar...Saygı ve 
          sevgi diye bağırıyoruz her fırsatta. Eğer  bu iki terimin gerçek 
          hatasını öğrenebilsek ne aç bir insan görürdünüz çöp başında,ne de 
          yaşadığı aparmandaki kapı komşusundan habersiz insanlar...
 
          - Bizler 
          birbirimize sahip çıkalım istiyoruz. Düşen arkadaşımızın elinden tutup 
          onu da ayağa kaldıralım, birlikte çabalayalım istiyoruz.  Başarıyı 
          başkasının başarısızlığı üzerine kurmak istemiyoruz. Aksine yarışarak 
          hedefe ulaşıp yine sonuçta yarış arkadaşlarımızla el sıkışarak 
          ayrılalım istiyoruz. Bir maziye baktığımızda bir de  ileriye, 
          gerçekten  gönül rahatlığı ile " görevimizi yaptık " diyebilelim  
          istiyoruz.
 
          - 
          İstemekle de yetinmiyor, kendi çapımızda çalışıyoruz da ve  fırsat 
          bekliyoruz planlarımızı ortaya dökmek için.
 
          - 
          Bekliyoruz, bekliyoruz...Sıra bize de gelecek. İster 25 yıl sonrası, 
          ister milyonlarca yıl sonrası için plan yapın. Önemli olan ilk iş 
          eğitimli gençler yetiştirmektir ve hemen arkasından da güven.
 
          - Bu 
          zincirin halkasıdır. Sağlam bir kolye için nasıl her zincirin 
          birbirine iyice tutunması gerekiyorsa,bizlerinde "Cumhuriyetin 100.  
          ve 1000. Yılına sağlam temellerle  ulaştırmak istiyorsak"  bu 
          geçmişten aldığımız mirası katlayarak ileriye taşımamız gerekiyor. 
          Kısacası başarı insanın yarattığı" ile, ilçeye " sahip olmasıdır.
 
         
        
        Serkan UZUNKAYA  HAYALLERİMİZ AĞLAMASIN 
        
          - 
          Hayallerimiz, ümitlerimiz var.... On binlerin, yüz binlerin belki de 
          milyonların hepside toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek; bir 
          fidan kadar taze ve yeşil; güneş kadar parlak ve bir o kadar 
          aydınlık...
 
          - Güzel 
          şey hayal kurmak, umutlara sarılmak.  
 
          - Yeniye 
          hep daha iyiye, hep zirveye ulaşmaya çalışmak. Bir insan  var mıdır ki 
          elini bir kez olsun buzdağının zirvesindeki güle uzatmak istememiş;ya 
          da. Mehtaplı bir gecede uykusu kaçınca, yüzünü  gökyüzüne çevirip, 
          kayan yıldızlara bakmak, hayalleri için, umutları için dilek tutmamış?
          
 
          - Evet 
          güzel şey hayal kurmak. Ama nereye kadar? 
 
          - Bazen 
          hayaller yetmez olur; yıllarca içimizde yanan umut ışığı bir anda 
          sönüverir. İşte hayaller oraya kadardır. Artık istediklerimizin sadece 
          gözlerimizi kapattığımızda, eynimizde canlanması yetmez olur  
          açtığımız zaman gözlerimizi,hayal yerine gerçeği görüp hissetmek, ona  
          dokunmak isteriz. Boş masallarla avutulan bir bebek olmaktan kurtulup 
          elimize bebeğimizin verilmesi gerektiğini düşünürüz.
 
          - O halde 
          verin artık bebeklerimizi... İçimizde hayallerimiz, umutlarımız bir 
          olmuş isyan ediyor. Her şey hayal olmaktan ibaret kalırsa, duyacağınız 
          hıçkırıklar inanın dört yaşındayken eline bebek tutuşturulmayan bir 
          çocuğun ağlayışı olmaktan çıkıp, artık elinde daha gerçekçi,daha ciddi 
          bir şeyler görmek isteyen bir gencin çığlıklarına dönüşecek. Deli 
          gözbebeklerinden bir grup. Hayallerimiz, umutlarımız var biz Çorumlu 
          gençlerin. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan 
          gençleriz biz. Şöyle etrafımıza bakıp düşündüğümüzde ne kadar çok şeye 
          ihtiyacımız olduğunu görüyoruz.
 
          - 
          Hayallere bile sığmayacak kadar büyük gerçeklere ihtiyacımız var. 
          Hangi gerçekler mi? Etrafımızdaki karanlık yanlışların ve 
          eksikliklerin giderilmesi için zamanın gelip geçmekte olduğu... En 
          büyük gerçeğimiz.
 
          - Neyin 
          hayalini kuruyoruz biliyor musunuz? Acaba gün gelecek  insanlar saçma 
          sapan düşüncelerden, fikirlerden vazgeçecekler mi? Sürekli doğru 
          olduğunu savunup da sanki gözleri bağlanmış, beyinleri demir  
          çerçeveye alınmış gibi hâlâ etraflarındaki kocaman yanlışları 
          görmemekte direnecekler mi? Geçenlerde anneannemi ziyaret için 
          gittiğim köyde tanıştığım yaşlı dede, saplanıp kaldığı düşüncelerden 
          kurtulacak mı? İki bine bir kala traktörün bir "gavur icadı" olduğunu 
          söyleyip, tarlasını karasabanla sürmeye çalışan bir dedenin varlığı 
          bile insanı ürkütüyor. Tarlasını iki saat gibi kısa bir zamanda sürmek 
          varken, inat etmiş günlerce bir tarlayla uğraşıyor. Komşuları ondan 
          habersiz tarlasını traktörle sürünce de uğursuzluk getirecek diye 
          tarlasını satıyor. Bu nasıl bir düşünce anlamıyorum. Umarım beyinler  
          demir çerçevelerden, fikirler; karanlık örümcek ağlarından sıyrılmaya 
          çalışacaklar. 
 
          - Biz 
          gençler, beyinler yenilendikten sonra her alanda tam bir iyileşmenin 
          sağlanacağına inanıyoruz kan kanseri bir insanın kurtuluşa giden 
          yolunun kemik iliği naklinden geçmesi gibi,bizim kurtuluşumuz da 
          beyinlerin yenilenmesine bağlı...
 
          - Sonra 
          hep hayal  etmişizdir: Bütün insanlar ekonomik   bakımdan rahatlayıp 
          artık "para" yerine başka şeyleri düşünmeye başlamasını... Çünkü 
          insanın midesinden gelen sesleri  dinlerken, beyinlerinden gelenlere 
          kulak vermesi beklenemez.
 
          - Bunu da 
          başardıktan sonra,sıra yeni fikirlere açık beyinlere taptaze 
          güzellikler aşılamaya gelecektir, ama nasıl? Tabi ki eğitim ve öğretim 
          alanında yapacağımız yeniliklerle...  
 
          - 
          Sungurlu'da, Sungurlu'nun köylerinde ve hatta Çorum'da bile  okul 
          sıkıntısı çekiyoruz. Köylerimizde küçücük çocuklar ve gençler, sabahın 
          ilk ışıklarıyla şehir yolunu tutuyor, yaz-kış demeden. Ne gereği var 
          bu sıkıntının? O küçük çocuklar neden köylerinde kalıp, anne ve 
          babalarının gözleri önünde rahatça okullarına gidemiyorlar?
 
          -  Zaten 
          çekilen bu sıkıntılar yüzünden hem anne-babalar çocuklarını okula 
          göndermek istemiyorlar, hem de eğitim ve öğretimdeki  başarıları  
          azalıyor.  Bırakın köylerimizde okul yapımını daha Çorum'da bir 
          üniversitemiz bile yok. Diğer illerimizden farkı ne Çorumun? Her gün 
          yeni bir fabrika yapacaklarına, neden  bir de  üniversite yapılmıyor? 
          Tabi ki,sanayileşmeye hiçbir zaman karşı değiliz. Fakat, bu bazı 
          şeyleri engelliyorsa, buna karşı ses çıkarmamamız da beklenemez. 
          Acaba, insanlar sadece sanayileşmenin mi bizi kurtaracağını 
          düşünüyorlar?
 
          - Eğer 
          böyleyse çok yazık. Çünkü,gözleri olmayan bir insan yaşamını 
          sürdürebilir ama ya kalbi olmayan? Herhalde böyle büyük  bir eksikliği 
          kalbimizin derinliklerinde  her an duymamızı  bize çok göremezsiniz.
 
          - Peki ne 
          zaman bir kültür ve sanat merkezine sahip olacağız?
 
          - Daha 
          bir yıl önce kadar tiyatronun neye benzediğini  bilmeyen bir kişiydim. 
          Televizyonda adını duyar,derslerimiz de onunla ilgili sayfalar dolusu 
          kuru bilgiler edinilir,  sonra da unutur giderdik. On altı yaşında 
          bir  gencin  bir  kere olsun tiyatroya gitmemesi ne acı bir şey.  Ben  
          kendimi bu  konuda  biraz daha  şanslı buluyorum. Ya diğerleri ? 
          "Ali'ler", "Ayşe'ler"  , "Mehmet'ler"... Yirmi beş yaşlarına 
          geldikleri halde ellerinde bir tiyatro bileti bulunduramayacak olanlar 
          ? Sonra izlemek istediğimiz filmi,dinlemek istediğimiz 
          sanatçıyı,hayran olduğumuz bir  ressamın resim  sergisini,hep büyük  
          şehirlere akrabalarımızı ziyarete gittiğimiz de mi göreceğiz ? Ne 
          zaman büyük şehirlere kitap siparişi vermekten kurtulacağız ? Okumak 
          istediğimiz kitabı bir gün de kendi ellerimizle yerinden almak gibi 
          bir şansımız olmayacak  mı ? Okul  çıkışlarında elimizde  tuvaller, 
          enstrümanlarla  halk  eğitim  merkezlerine  koşabilecek miyiz?
 
          - Fakat 
          biz; yine de inanmaktan vazgeçmeyeceğiz.    
 
          - Ne de 
          olsa genciz, umutlarımız var. Ne de olsa dev adımlarla geleceğe 
          koşuyoruz. Fakat genç olarak yapacağımız sadece hayal kurmak ya da 
          büyüklerimizden sürekli bir şeyler istemek değil.
 
          - 
          Üzerimize düşen büyük görevin farkındayız. 
 
          - 
          Çalışmak, durmadan çalışmak. bir şairin dediği gibi,"saçlarımızı 
          kahvelerde değil, kütüphanelerde ağartmak "Bir meslek edinip, 
          yurdumuza faydalı birer insan olmak, geleceğe bir ışık da kendimizden 
          katmak.
 
          - Evet, 
          hayallerimiz, umutlarımız, isteklerimiz var.  
 
          - Hepsi 
          de toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek,bir fidan kadar taze 
          ve yeşil, güneş kadar parlak ve bir o kadar aydınlık.
 
          - Lütfen, 
          tohumlarımızın üstüne basmayın.  Fidanlarımızı susuz bırakmayın, 
          güneşimizin önünü kapatmayın. 
 
          - 
          Hayallerimiz ağlamasın.
 
         
        
          - BİR 
          YARIŞMANIN ARDINDAN
 
          - Gürsel 
          Yayınevi olarak açtığım Çorum Liseler Arası kompozisyon yarışmasında 
          dereceye giren ilk beş yazıyı sizlerin görüşüne sundum.
 
          - Gönül 
          isterdi ki; bir yarışmaların devamını getirmek için yanız bana değil 
          bütün hemşerilerime de aynı çaba ve katkıların birleştirilerek ileride 
          ülkemizi ellerine teslim edeceğimiz bu
 
          - gençlere destek ve teşvikte 
          beraberlik ve hemşerilik katkılarının ödül verenlerin daha da çok 
          olmasını dilerdim.
 
          - Aynı 
          temennileri de Çorum ili genelinde bulunan bütün liselerin 
          yöneticilerinin de gençlerimizi yarışmaya katılmalarını sağlayarak 
          fikirlerinin ortaya çıkması için ufacık gayret göstermelerini umardım.
 
          - Belki 
          ilerideki yıllar içinde yayınevimin katkıları ile bu yarışmaları 
          birlikte yapacağımız kuruluşlar ile gelenek haline  getirebiliriz. * 
          
 
          - Bakalım 
          zaman bizlere neler hazırlayacak.
 
          - Yapmış  
          bulunduğumuz bu yarışmaya katılan,tüm öğrencilerimize, teşvik ederek 
          yarışmaya katılmalarını sağlayan  öğretmenlerimize, Milli Eğitim 
          Müdürlerimize teşekkür ederken, yarışmacılara ödül  veren gönül 
          dostlarına, yarışma kağıtlarını okuyarak puanlayıp katkılarını 
          esirgemeyen Çorumlu  2000  Degisinin  yazarlarına tekrar ve tekrar  
          teşekkür etmeyi  bir borç olarak görüyorum.
 
          - Vaat 
          ettiğimiz gibi yarışmaya katılan öğrencilere ve okullarına Çorumlu 
          2000  dergisinin 6. Sayısını elden, 7.  Sayısını posta ile ulaştırdım.
 
          - Bu 
          sayı  ile dergimizin gönderilmesi bitmiş olacaktır.
 
          - 
          Saygılarımla!
 
          - Gürsel 
          Yayınevi Sahibi  ve Çorumlu  2000  Dergisi Sorumlusu Mahmut Selim 
          GÜRSEL
 
          - *Ne yazık bu temennim 
          tekrarlanmadı. 
 
         
          
          
           | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
  
  - Bu günlerin pek 
  çok şeye gebe olarak karşımızda bulunmakta olduğunu görüyoruz.
 
  - Birkaç oy uğruna 
  soysuzluk ve Vatansızlık kokan bir günlerin içinde sessizce hiç tepkisiz 
  olmazsa da tepki verenlerin sesinin de kesildiği bir düzenin çarkları içinde 
  kaldık.
 
  - Yaklaşan seçimin 
  ve 100 yılların kutlandığı bir düzen ile bilgi ve gördüklerimizi alabora 
  edecek bir girdabın başlangıcında olduğumuzu görüyorum.
 
  - BANA NE 
  diyemiyorum.  
 
  - Belki benim bu 
  tepki veya tespitimi okuyan birkaç kişinin bana hak vermesi ile benim önerimin 
  de katılanlarını göremesem de onlara bilgi verdiğimin rahatlığını hissetmem 
  gerekir diye düşünüyorum!
 
  - Neden banan ne 
  diyemememin sebebi benim bundan sonra arkamda bu ülke için kalacak ve kalan 
  için de üzülecek bir mirasçım bulunmayışı.  
 
  - Yaşamım ise 
  Allah C.C. müsaade eder ise Çorum’un tabiri ile bir koyun ömrü kadar ömrümün 
  olması.
 
  - Bana ne 
  diyemememin sebebi ise; bu Güzel Ülkemin içimizdeki ve çevremizdeki 
  düşmanlarının bir mantar gibi türemesi ve bu mantarların Ülkemizin tamamını 
  kaplamasının üzüntüsü ile için için kahroluyorum.
 
  - Bu yazının 
  yazıldığı zaman idilimi içerisinde neleri anacak nelerden konuşacağız?    
 
  - ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİNDEKİ:
 
  - Türk ve Türkiye 
için en önemli bulgulardan ve Ülkemin ne hale geldiğini çok uzun yıllar önce 
gören  ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİNDEKİ:
 
  - 
  “Ey Türk Gençliği!
 
  - 
  Birinci vazifen, Türk istiklâlini, 
Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”
 
  - Bu hitabedeki 
binici paragrafındaki emirini ne yazık ki pek çok gencimiz uykuda olduğu için 
duymamış veya görmemiş gibi davranmaktalar. En büyük hata ise gençlerin kim 
olduğunu anlayamamasından olsa gerek. Gençlik sadece belli bir yaş grubu olmayıp 
kendisini bu grubun içinde görebilen, hissedebilen bütün TÜRK VATANDAŞLARININ 
olması gerektiğini anlamaz gözükerek elimizdekilerin gideceğinden korkarak 
Cumhuriyetin muhafızından ve cumhuriyeti savunmaktan uzak durmamızdır! Yine 
ATATÜRK Aynı hitabede:
 
  - 
  “Mevcudiyetinin ve istikbalinin 
yegâne temeli budur.”
 
  - 
TÜRK’ÜN mevcudiyet ve istikbalinin temelinin cumhuriyet olduğunu, 
başka bir idare şekli ile yönetilince TÜRK’ÜN yok olacağını işaret ederek;
 
  - 
  Bu temel, senin, en kıymetli 
hazinendir.
 
  - 
Demiş ve Cumhuriyet idaresini muhafaza ve müdafaa etmez isek bu 
kıymetli hazinenin başına gelecekleri de şöyle izah ederek UYARMAKTADIR!
 
  - 
“İstikbalde dahi, seni bu hazineden 
mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.” 
 
  - 
Bu günlerin açık ve net görünüşünün izahı olarak algılayamadığımızı 
ve 
 
  - 
  “Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti 
müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın 
vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!”
 
  - 
Bu günlerin şimdiki yaşadığımız zaman diliminin içinde aynen 
meydana geldiğini ve Türk Gençlerine hitabesinin neleri gördüğünü ve ne 
yapılmasını önerdiğini anlamamızı istemektedir devam ile;
 
  - 
“Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir 
mahiyette tezahür edebilir. “
 
  - 
Bir gün olayların durumu uygun olmayan durum ortaya çıkabilir.
 
  - 
 “İstiklâl 
ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir 
galibiyetin mümessili olabilirler. “
 
  - 
Özgürlük ve Cumhuriyetimize kast edenler bütün dünyada görülmemiş 
bir çoğunluk (galibiyet) tensil edebilirler!
 
  - 
  “Cebren ve hile ile aziz vatanın, 
bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları 
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”
 
  - 
Zorla ve HİLE ile vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, 
tersanelerine girilmiş, orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bizzat 
işgal edilmiştir.
 
  - 
  “Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha 
vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve 
dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
 
  - 
  Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî 
menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
 
  - 
Dış düşmanlardan daha tehlikeli ve vahimi olarak da Ülke dâhilinde 
İktidar sahibi olanların dikkatsiz, boş bulunma, dalgınlık içinde olabilirler ve 
hatta; ihanet, hainlik içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kendi 
çıkarları için, şahsi çıkarları için, işgal ettikleri yönettikleri yerleri 
siyasi emellerine kullanabilirler ve hatta “TEVHİT” tek olduğunu söyeyebilirler
 
  - 
  “Millet, fakr ü zaruret içinde harap 
ve bîtap düşmüş olabilir.”
 
  - 
Millet olarak sizler İhtiyaç, fakirlik ve yoksulluk içinde yorgun 
ve bezgin duruma düşmüş muhtaç kalmış olabilirsiniz diyor ve 
 
  - 
  Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu 
ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini 
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
 
  - 
Demektedir! 
 
  - 
23 Nisan ve bu günler
 
  - 
Neler oluyor?                                                                                                                                                      
  
 
  - 
 
 
 
                        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        | 
                        
                        
                                 Nedeni bizlerin bu günlere gelir iken 
        yaptığımız sahtekarlıkları ve diğer Dinen ve İnsani olarak yaptığımız 
        bozuklukların birikimi olarak burada karşımıza çıkmasından değil midir?
                        
                                 Bunları inceler isek; Hakkımız olmadığı 
        halde başkalarının haklarını almadık mı?
                        
                        Benim olsun onun olmasın 
        diye birbirimizin hakkını gasp etmedik mi?
                        
                        Hakkımız olmadan hak 
        sahibine iftira ve suç atarak onun hakkını yemedik mi?
                        
                        Birisinin hakkın 
        yediğimiz zaman o kişinin bakmakta olacağı ailesini de hakkını yemedik 
        mi?
                        
                        Çalmayı alma olarak 
        görmek işte bunda olsa gerek!
                        
                        Dedelerimiz herkes 
        savaşa gider iken bazıları askerden kaçarak dağlarda eşkıyalık yaparak onun bunun ufak tefek 
        mallarını gasp etmediler mi?
                        
                        Anamız babamız da bir 
        zamanlar para biriktirerek faiz parası alarak bizlerin özüne haramı 
        sokmadılar mı?
                        
                        Okur iken imtihanda 
        kopya çekerek haksız olarak bir üst sınıfa geçmedik mi?
                        
                        Okur iken diğer 
        talebelerin haklarını yemek için önceden tarafımıza verilen şifreler ile 
        üniversitelere girmedik mi?
                        
                        Okul bitiminde torpil 
        yaptırarak başkalarının hakkı olan makamlara girerek eşimize ve 
        evlatlarımıza hak etmediğimiz paralar ile iaşelerini sağlamadık mı?
                        
                        Esnaf olduk devlet 
        teşvik verdi diye hak etmediğimiz halde hak etmiş gibi teşvik alarak 
        belki helal olan kazancımızı haram ile taçlandırmadık mı?
                        
                        Sıkıştıkça banka denen 
        faiz tuzağına giderek hem alır iken hem verir iken faizi vererek helal 
        olacak kazancımıza dolayalı da olsa faiz haramını katmadık mı?
                        
                        Adalet için müracaat 
        ettiğimizde gereğini yapmayan adaletin kurbanı olarak sesimizin 
        kısılması işte hep bundan değil mi?
                        
                        Bizi idare edenlerin de 
        layık olduğumuz için bu günleri gördüğümüz düşünmüyor muyuz?
                        
                        Yalanı, dolanı, hak 
        yemeyi, başkasını kayırmayı, aklanmaya, paklanmayı, katilleri kendi 
        kendisine af etmeyi, faiz almayı, faiz vermeyi, kumar oynatarak, 
        genelevi patronundan vergi alarak, kâr getiren fabrikaları ve 
        işletmeleri yandaşlarımıza peşkeş çekerek idare edilmen hepimizin yediği 
        haramlar yüzünden değil mi?
          
          Bana bu gün ben hiç haram yemedim 
          diyen bir kişi gösteremezsiniz!
          
          Neden mi nedenleri yukarıda aklımın 
          yettiği kadar sıralamaya çalıştığım nedenlerde bulunmaktadır.
         
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
        
          -  
 
          - 
          ÜLKEMİZ NEREYE 
          GİDİYOR
 
          -  
 
          - EY TÜRKÜM DİYENLER!
 
          - GÜZEL ÜLKEMİN YENİ KURULAN KÜRT VE 
          İLERİDE KURULACAK PONTUS HÜKÜMETLERİNCE NASIL PAYLAŞILACAĞINI 
          İNCELEYİNİZ!
 
          - Dikkat 
          edelim!
 
          - 
          Dikkatli olalım! 
 
          - Ülkemiz 
          elden gidiyor diyoruz.
 
          - Sesiniz 
          çıkmıyor, PKK ya da sesiniz çıkmamıştı. Bir avuç serseri ile mi koca 
          ülke baş edemiyecek dendi! Şimdi düşünün; bize bu afyonu yutturanlar 
          mı haklı, dikkat ediniz PKK Türkiye’nin başına bela olacak diyenler mi 
          haklı çıktı, ne dersiniz?
 
          - 
          Yukarıdaki haritalar; Pontus’la ilgili bir siteden, diğer Kürdistan 
          haritası ise başka bir siteden alındı.
 
          - Dikkat 
          ederseniz; suriye’nin payı unutulmamış, Kürdisdan devleti de 
          İskenderun Körfezini kendine çıkış yolu, denizlere açılış yolu yapmış.
 
          - Halen 
          uyuyormuyuz?
 
          - 
          Uyutuluyor muyuz?
 
          - Ey TÜRK 
          OĞLU UYANIK OL!
 
          - Ne 
          Amerika, ne Avrupa sana dost.
 
          - ÜLKEMİZ 
          NEREYE GİDİYOR?
 
          - Bu 
          güzel ülkemiz elden gidiyor mu? Bu güzel dilimiz kayboluyor mu? Bu 
          güzel Vatanımız tekrar “Mondros Mütarekesi” şartlarını hatırlatan 
          fakat, başka bir sistemle parçalanma ve ufaltılma oyunlarına mı sahne 
          oluyor? Bunları kulak ardı ede ede bugün sıkıntılarını bütün ulusumuz 
          çekmekte. Yanda gördüğünüz harita birleştirmesinde sınırların ne kadar 
          birbirine çakıştığını sizlerle paylaşmak istedim. Aynı haritada bu 
          günkü Türkiye haritasının üzerine “Yunanistan Pontus hayali 
          haritası”nı (Yazısı gelecek sayımızda)altta ise “Kürdistan haritasını” 
          monte ettim. Sizinde gördüğünüz gibi son derece şaşırtıcı bire bir 
          çakışan sınırlar “hayali sınırlar” olamaz muhakkak planı daha önceden 
          yapılmış. Aynen PKK nın yeni çıktığında bazı kesimlerin bir avuç 
          çapulcu dediği, onca Türk evladının Şehit olduğu, milyarlarca dolar 
          kaybımız bu gün bütçemizde olsa acaba IMF ye yalvarır mıydık? 
          
 
          - Yine 
          bugün bu oyunları yazanlara çanak tutan kişiler mevcuttur. Kürt 
          Devleti haritasını yaklaşık 250 okuruma Internet’ten yolladım. Üç beş 
          çatlak ses mesajı geldi. Yok efendim, bu harita sahte imiş? Yok 
          efendim Kürt Hükümeti de kim oluyormuş? Diye bilerek mi, bilmeyerek mi 
          yazdılar onu artık bilmiyorum.
 
          - Bizler 
          tarihin tekerrür olduğunu bilmiyor muyuz? Bize bizden başka dost 
          olmayacağını öğrenemedik mi? Televizyonlarda ülkemizde yaşayan Türk’üz 
          diyen fakat Türk’ü Türkiye’yi yok etmek için kendilerini satan veya, 
          kendilerinin kendi özünde görenlerin idaresi ile güzel ülkem yok 
          edilmeye çalışıyorlar,uğraşıyorlar.
 
          - Dikkat 
          edelim. Etrafımızda bulunan ülkeler; parçalanıyor. İlk önce koca bir 
          ülke olan Rusya parçalandı. Parçalanan Rusya’nın yer altı 
          zenginlikleri başkalarının egemenliğine girdi. Petrol yatakları başka 
          ülkelerin kasalarına doldurulan döviz haline geliyor.
 
          - Bizim 
          ülkemizde de buna benzer olaylar olmaya başladı. Dilimiz yok edilmeye 
          yabancı dilde eğitime ağırlık verilmeye başladı. Bizi idare edenler de 
          bilerek veya bilmeyerek bu oyunun dümen suyuna kapıldılar. Adı Anadolu 
          Lisesi olan fakat adı ile hiç alakası olmayan bir eğitim sistemi ile 
          gençlerimizi Anadillerinden nerede ise koparacak bir eğitim verilen 
          yerler haline getirildi. O okulların ilk mezunları bugün bazı 
          kurumlarda çalışmaya başları. Orada gördükleri yabancı eğitimin 
          çalıştıkları yerlerde sadece öğrendikleri dilden başka faydalarını 
          gördüler mi? unutturulan kendi dillerinin eksikliklerini acaba 
          duyuyorlar mı? Konuşurken bazı kelimelerin ne Türkçe, ne de 
          öğrendikleri dilde bulamadıklarından konuşmalarını tamamlayabiliyorlar 
          mı? Bu sorularımı cevaplarını ancak onlarla çalışanlar ve o okullarda 
          okuyanlar bilirler.
 
          - Bazı 
          yazar-çizer takımının ülkemizdeki çeşitliliği “mozaik” olarak bizlere 
          lanse etmesine hiç birimiz itiraz etmedik. Bir bütün kaya gibi olan 
          ülkemizin topluluklarını mozaik yaparak çabucak parçalanabileceğimizi 
          bize empoze ettiler. Bizleri alıştıra alıştıra bu kelimeleri 
          şuuraltımıza yerleştirdiler. Bizler de saf saf dinledik, baktık, 
          okuduk fakat hiç birimizin sesi çıkmadı.
 
          - Yabancı 
          dilde dükkan ve işyeri isimleri ile halkımızın her zaman gelip 
          alışveriş yaptıkları, yiyeceklerini edindikleri yerlerin isimleri 
          İngilizce olarak bizlere lanse ettiler. Bizler artık bu yabancı isimli 
          yerleri okuma yazması olmayanlarımızın bile gayet güzel telaffuz 
          edebilecek duruma getirildik ve yabancılık çekmiyoruz artık.
 
          - Sonra 
          bazıları çıkarak; ibadetlerimizi bozmaya çalıştı. İbadetinde 
          bilmediğin zaman öğrenene kadar verilen müsaadeyi her zaman 
          kullanabilirsin, bu senin hakkındır diyerek televizyonlarda bangır 
          bangır bağırarak kulaklarımızı doldurdular. Birkaç cılız sesten başka 
          doğrusunu söyleyen çıkamadı. Bulundukları makam ve koltuklardan 
          kaldırılabileceklerini düşündürdüler,tehdit ettiler. Dünyalıktan olma 
          korkusu galebe geldi ses çıkartamadılar.
 
          - Din ile 
          alakası olmayan kimseler; göstermelik ibadet ve dindarlıkla takiye 
          yaparak partiler kurdular. Bu partilere milyonların oylarını aldılar. 
          Milletine, ülkesine faydalı işler yerine keselerini doldurdular. 
          Hiçbir şeyleri olmayan kişiler milyon dolarlık oldular,ülkeyi 
          sömürdüler. Bugün hepimizin kızdığı ülke ile anlaşmaları oralara 
          giderek imzaladılar, sonra da istemiyoruk diyerek mitingler tertip 
          ettiler.
 
          - 
          Politikacılarımız bizleri uyuttular. Har vurup harman sürerek 
          topladıkları paraları kendi taraftarlarına peşkeş çektiler. Sahte bir 
          kriz ile ülkelerini sıkıntıya soktular. İnsanlarımızın sabit 
          gelirlilerini süründürdüler, açlığa teslim ettiler. Bu satırları 
          okurken yeni bir hükümetin  kurulma çabalarının olduğu günler gelmiş 
          olacak. Yine kendileri çalıp,kendileri oynayacaklar. Bizler ise yine 
          kendimize küsüp, keşke ona oy vermezseydim diyerek içimizi yiyeceğiz. 
          Onlar bunları bile bile yine ülkemizin üzerinde oyunlara sebebiyet 
          vermeye devam edecekler ve bildiklerini okuyacaklar.
 
          - 
          Geçenlerde ise bazı sanatkar takımı büyük konserlerde çok sesli bir 
          toplum olduğumuzu beyanla her toplumun müziklerini bizlere 
          dinlettirdiler. Kimseler ses çıkartamadı. Kimselerin kılı bile 
          kıpırdamadı.
 
          - Azınlık 
          olarak ülkemizde belirtilen kesim belirli iken,bütün dil ve ırk 
          ayrımında bulunan halkımızı azınlıksınız diyerek parçalama girişiminde 
          bulundular. Yine kimseden bir ses çıkmadı.
 
          - Irak 
          bölümünde, bir ülkenin iç işlerine karışmayalım ayağı ile; Türk 
          halkının rızıkları ile besledikleri halk şimdi bir ülke, bir devlet 
          olma yoluna girdi. Sadece çok ileri gidiyorsun, ”iş çığırından çıktı“ 
          demekten başka bir sesimiz çıkmadı. Yakında bu halk Türkiye’mden de 
          toprak talebinde bulunma girişiminde olacağı gün gibi aşikarken, 
          onların sözlerini doğru kabul etme saflığı gösteriyor pozisyonlarında 
          bizleri aldatıyorlar gibi geliyor bana. Acaba, bayrağını, meclisini, 
          parasını ve diğer kuruluşlarını tamamlayan ve belki de haritalarını da 
          tamamlamadıklarını bilebiliyor muyuz?
 
          - 
          Yarınlarda, acaba Karadeniz Bölgesinde de bir ayrıcalıklı dil veya 
          halkımızın ve bizlerin başına başka bir belanın hazırlığının ve 
          senaryolarının hazırlandığını hissediyorum. Sizler hissetmiyor 
          musunuz?
 
          - Dikkat 
          edelim! Bizi istemeyenler, bizi Avrupa’ya kabul etmemelerinin birinci 
          sebebi nüfusumuz ve dinamik gençliğimizin korkusu ile ülkemizin 
          parçalanıp, bölünüp, darmadağın edilerek bazı kesimlerin Avrupa’ya 
          kabulü de olabilir mi dersiniz? Neden bizi on yirmi yıl ile 
          oyalıyorlar. Onların bildikleri bir bölünme ve yapılmış bir planın 
          gereğini acaba bize söylemiş mi oluyorlar da biz anlamıyoruz?
 
          - Bu 
          günlerde neler oluyor? “KUZEY IRAK’DA İŞ ÇIĞIRINDAN ÇIKDI “,“ KURT 
          ANAYASASI HAZIRLANMAKDA”, ”APO TÜRKİYE’Yİ HAPİSDEN TEHDİT ETTİ 
          “,”BARZANİ TÜRKMENLERİ  TANIMADIĞINI SÖYLEDİ”, ”KIBRIS BEKLEMEKDE”
          
 
          - Ey Türk 
          Milleti uyan! Uyan ki geç olmasın. Ey Türk Ordusu sen dikkatle bu 
          konuları izliyorsun. Bu uyuyanları sen uyandır.
 
          - Belki 
          uyumuyoruz fakat dikkat etmiyoruz diyenlere de inanmıyorum. Onlar 
          bilerek veya çıkarları için bu problemleri göz ardı ediyorlar gibi 
          geliyor.
 
          - 
           
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!  | 
      
      
        
                
                  
                  
                     -             
                    Türkiye kendi parasının değerini koruyamama sıkıntısı 
                    içerisine girerek yine Türk lirasını erimesini seyretmekte 
                    adeta dörtnala gitmekte!
 
                  
                  
                     -             
                    Verileri inceleyenlerin yüksek para değere karşısında 
                    hükümetin de kesin karar alamaması ise Türkiye’de 
                    yaşayanların fakirleşmesi karşısında kimsenin yapabileceği 
                    bir şey gözükmemekte. Bu duruma müdahale etmek için hiç 
                    kimse parmağını bile oynatmamakta ve sanki gittiği yere 
                    kadar gitsin görünümünde bulunmakta.
 
                  
                  
                     -             
                    Dolara bağlı olan petrol ürünlerinin zammı ile diğer enerji 
                    üretilenler bütün üretilenlerin ve tüketilenlerin zincirleme 
                    olarak bütün her şey pahalanarak insanların bütçelerini 
                    sıkıntıya ve krize uğrak Türkiye içinde yeni krizlere gebe 
                    kalacak gibi gözükmekte.
 
                  
                  
                     -             
                    Konu başlığımız olan:
 
                  
                  
                     -             
                    ÜLKE KRİZ İÇİNDE Mİ?
 
                  
                  
                     -             
                    Evet! Ülke kriz içinde!
 
                  
                  
                     -             
                    Ne olacak;
 
                  
                  
                     -             
                    Yaşayıp göreceğiz demekten başka bir yapacağımız yok.
 
                  
                  
                     -             
                    “Yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal misali!
 
                  
                  
                     -             
                    Şu an ülkenin başka bir gruba girebileceği konuşulmakta bu 
                    grubun “Şanghay Paktı adını teşkilâtı” olarak dile 
                    getirilerek “Avrupa Birliği”nden çıkabileceğimizin 
                    konuşulduğu zaman içerisinde yaşıyoruz. Avrupa Parlamentosu, 
                    Türkiye'nin AB ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici olarak 
                    dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı kabul etti. Oturumda 
                    teklif 37 oya karşı, 479 oyla kabul etti. 107 parlamenter 
                    ise çekimser kaldı. Türkiye, oylama sonucunda ortaya çıkan 
                    metni AB'ye iade edecek. Ankara ile müzakerelerin 
                    dondurulması kararını sadece AB liderleri alabiliyor.
 
                  
                  
                     -             
                    Bu kararın altında pek çok sebeplerin bulunduğu ve bunların 
                    Türkiye için neler olacağını zaman içerisinde yukarıda 
                    yazdıklarımızı yaşayarak göreceğiz.
 
                  
                  
                     -             
                    Kasım ayı içerisinde kutladığımı “Atatürk Haftası ve 
                    Atatürk’ü Anma” programları yapıldı. Bazı kurumların katılıp 
                    katılmama kararları ve çelenk koyma problemleri ile geldi 
                    geçti.
 
                  
                 
                
      
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KABUK BAĞLAMIŞ YARAYI KAŞIMAK  | 
      
      
        
        
          
          -      
          Temmuz  
          ayı  içerisinde İzmir'den gelen üç kişilik araştırma grubu,Çorum Hasan 
          Paşa Kütüphanesinde  EL  YAZMA KİTAPLAR üzerinde araştırma yapma amacı 
          ile  kabuk bağlamış olan ÇORUM EL YAZMA KİTAPLARI'NI yine gündeme 
          getirdi. 
 
          - 
          Araştırmacılar; Kültür Bakanlığı'ndan aldıkları  müsaade  ile 
          ÇORUM'A 
          gelmişler ve HASAN PAŞA KÜTÜPHANESİ El YAZMALARINI incelemeye 
          almışlar. 
 
          - 
          
          Anadolu'daki kütüphanelerin Ankara'ya taşınmasına karşıyım.. Bu 
          görüşümü ben daha önceki yıllarda Yazma Kitapların Ankara'ya 
          götürülmesi için Kültür Bakanlığına bir personeli olarak 1992 yılında 
          karşı çıktım ve Çorum'da büyük bir kamuoyu yaratarak, o günkü 
          siyasileri, Belediye Başkanını ve diğer sivil kuruluşları 
          bilgilendirdim. Sağ olsunlar onlarda ellerinden geleni yaparak beni 
          desteklediler ve 17 Mart 1993 tarihli Kültür Bakanlığı yazısı ile 
          Yazma Kitaplarımız Çorum'da kaldı. 
 
          - 
          
          Bizim gibi kamuoyu yaratan 16 kütüphane yerlerinde kalmış oldu. 
          
 
          - 
          O 
          yıllarda Çorum'daki el yazmaları gibi kitapları bulunan 55 
          kütüphanenin ne yazık ki; 39 undan yaklaşık 15000 el yazması kitap 
          Kültür Bakanlığı tarafından götürüldü. 
 
          - 
          Ben 
          merak ediyorum: "acaba Kültür Bakanlığı bu 15.000 kitabın kaç tanesini 
          gönderilen kütüphanelerde kaydını tutturdu?",  Acaba "Bu götürdüğü 
          15000 eserin içinden hiç kaybolanı var mı?" Ve yine "bu kitapları 
          götürülen illerin kitapseverleri kitaplarının akıbetini Kültür 
          Bakanlığına sordular mı?" 
 
          - 
          Bu 
          sorularımı cevaplayabilecek bir babayiğit bulunacağını zannetmiyorum.
 
          - 
          
          Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında da nereden icap 
          etti ise bir beyanat vermişler. Bu beyanlarında iyi niyetlerini 
          belirtmeleri dâhilinde bazı ithamlarda da bulunmaktan geri 
          durmamışlardır. 
 
          - 
          Bu 
          tarihi izleyen günlerde de Hâkimiyet Gazetesinde yayınlanan; 
           bence cevap verilmesi gereği olduğunu düşündüğüm yazıları, yazı 
          başlığı ile bu yazıdaki kısımları alarak kronolojik sıra içinde 
          aşağıda Çorumluların bilgilenmesi için yayınlıyorum.
 
          - 
          
          Emekli bir kütüphane Müdür Yardımcısı olarak bu söylenenleri dilimin 
          döndüğü kadar cevaplamaya çalışayım:
 
         
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Anadolu'daki kütüphanelerde bulunan 
          eserlerin bazılarının Ankara'ya taşınmasının bir çelişki olduğuna 
          dikkati çekerek, kentlerdeki kütüphanelerin o kentin kültür, tarih ve 
          coğrafyasına ışık tuttuğunu ...", 
 
         
        
        
        Cevabım: Sayın Hocam! Bu görüşünüze katılmamak elde değil. Haklı 
        olduğunuzu ve el yazma kitapların ve  kitapların kentlerin yaşadığının 
        bir kanıtıdır.  | 
      
      
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Prof. Dr. Ali YARDIM: "...dünyanın tanıdığı ama nerede olduğunu 
          bilmediği kitapları keşfediyoruz. Anadolu'da medreselerin yazdığı ve 
          ya Anadolu medreselerinde çoğaltılan eserlerin hangi sahada olursa 
          olsun tespit ediyoruz...”
 
          - 
          
   
          - 
          
          Cevabım: Sayın Hocam! Dünya bu kitapların nerede olduğunu biliyor, 
          Türkiye'de yerlerini biliyor bu  kitapların nerede olduklarını. Ne 
          yazık ki siz bilmiyormuşsunuz ve yeni öğrenmişsiniz beyanınızda da 
          söylediğiniz gibi Çorum'da El Yazma Kitaplarının olduğunu 
          bilmediğinizi. Ne yapalım siz bir araştırmacısınız (!) kitapların 
          keşfine gelince "Hatt-ı Rıka" yazısını sizin keşfettiğinizi iddia 
          etmeniz gibidir.
 
          - 
          
          Gelelim bilinmesinin kanıtlarına: Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan  
          yazma kitapları incelerken "kitap tespit fişlerin" i de 
          incelemişsinizdir, bunlardan hangilerinin mikrofilmlerinin alındığı 
          kırmızı divitle yazılı olduğunu her halde görmüşsünüzdür. İstanbul 
          Süleymaniye Kütüphanesine özel ulak ile gönderilerek sıra ile 
          mikrofilmlerinin  alındığı, arşivlere konulduğu ve bu arşivden birçok 
          ve Türk  ve yabancı araştırmacıların haberlerinin olduğu Kütüphaneler 
          Genel Müdürlüğü ve kütüphane çalışanlarınca malumdur.
 
         
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Prof. Dr. Ali YARDIM:"...Nerede medrese vardı, buralarda hangi 
          kitaplar yazıldı, kitapların seviyesi ne ölçüdedir..." 
 
          -  
 
          - 
          
          Cevabım: Hocam! Nerede medrese olup olmadığını bu kitaplarla tespit 
          etmeniz, sizin "Amerika'yı yeniden keşfetmenize" benziyor. Bir ilim 
          adamı olarak bunu bilmelisiniz ki; Cumhuriyetin ilanından sonra Tekke 
          ve Zaviyelerin kapatılması. Çorum'da bulunan çeşitli özel 
          kütüphanelerde, medrese kütüphanelerinde bulunan kitaplar o zamanın 
          savaş yoksulluğu ve yokluğu olmasına rağmen Çorumluların büyük maddi 
          özverileri ile şimdiki Çorum Belediye Başkanlığının bulunduğu sarı taş 
          binayı yaparak burayı "Çorum Milli Kütüphane" ismi ile Çorumluların 
          hizmetine sunmuş ender ilden birisidir.
 
          - 
          
          Buraya getirilen kitapların tasnif ve kontrollüğüne Çorum'un 
          yetiştirdiği Rahmetli Eşref Ertekin'in getirilmesi ile kayıtların 
          tamamı yapılmış ve nereden geldiği tespit edilmiştir. Sizin kitaplar 
          içinde gördüğünüz mükerrer kitap demirbaş numaraları ise geldikleri 
          kitaplıkların eski numaralarının yenilenmesinden ibarettir.
 
         
        
          | 
      
      
              | 
               | 
            
      
              | 
               
              
              Hakimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:  
              
              
              Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Çorum'da tespit ettikleri bir şeyin de 
              7-8 Hasan Paşanın Çorum'a gönderdiği kitaplarla Çorum'un kültür 
              hayatına olumlu bir katkı sağladığını gördüklerini söyledi...",
                    
               
              
              
              Cevabım: Çorum'un kültür hayatına 7-8 Hasan Paşadan pek çok 
              önceleri katkı sağlayanların olduğunu söylemem yanlış olmaz. 
              "Zamanın behrinde", Çorum, Osmanlı Şehzadelerinin padişahlığa 
              hazırlandığı, eğitim gördüğü bir şehrin kazası idi.  Bildiğiniz 
              gibi bu şehir Amasya'dır. Pek çok şehzade hocası Çorumludur. Bu 
              şehzadeleri yetiştiren hocalar Rahmetli Hasan Paşamızdan çok 
              yıllar önce yaşamışlar ve Çorum kültürünün ta ne zamanlara 
              dayandığı hakkında bilginizin olması gerekli olmalıydı. Sonra bu 
              Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan bu el yazmaları sadece Rahmetli 
              Hasan Paşanın Hicri 1313 tarihinde Çorum'a kurduğu ve Ulu Caminin 
              avlusunda bulunan Hasan Paşa Medresesinin Kütüphanesi ile sınırlı 
              değildir. 1202 Hicri senede Süleyman Feyzi Paşa Medresesinde 
              bulunan kâgir kütüphanede 600 ciltlik eser vardı. Kurdoğlu 
              Medresesinin  Fevziye-i İrfaniye  isimli kütüphanenin banisi Hacı 
              Ahmet Efendi olup, sonradan 1296 tarihinde Müftü Ahmet Feyzi 
              Efendi  tarafından bir 3000 kitap mevcutlu bir kütüphane 
              kurmuştur. Kitapları incelerken Hasan Paşanın, Süleyman Feyzi 
              Efendinin ve Ahmet Feyzi Efendinin mühürlerini görmüşsünüzdür. 
              
                | 
            
      
              | 
               | 
            
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Çorum'da bulunacak bir ünik eser, dünya 
          çapında Çorum' un tanıtılmasına yardımcı olur “ 
 
         
        
        
        Cevabim: Sayın Hocam! Hasan Paşa Kütüphanesi ÖZ BE, ÖZ ÇORUMLULARIN 
        atalarından kalan kitapların  Cumhuriyetin İlanına kadar medreselerde 
        korunduğu ve Cumhuriyetin ilanından sonra da  şimdiki  Belediye Sarayını 
        "Çorum Milli Kütüphane" si olarak açmış ve çeşitli bahanelerle kütüphane 
        başka yerlerde hizmet verdikten sonra  23 Nisan 1963 muhafaza edildiği 
        bir kütüphanedir. Buranın açılması ile birlikte "El Yazma" kitaplar da 
        burada araştırmacıların hizmetine verilmektedir. 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hâkimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...Bu kütüphanenin Çorumlularca 
          desteklenerek, eski el yazması eserlere sahip çıkılmasını gelecek 
          kuşaklar için büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Denilmekte...",
 
         
        
        Cevabim: 
        Sayın Hocam! 
        Bu dileğinizi Çorumlular dikkate alacaklardır. Çorumlular adına teşekkür 
        ederim. 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi : "...Kültür Bakanlığının 
          kütüphane görevlilerine eski eserlerin korunabilmesi için naftalinden 
          başka bir şey verilmediğini belirterek...",
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın Hocam! Kültür Bakanlığı benim Müdür Yardımcılığı döneminde 
          de, benden önceki dönemlerde de ve inanıyorum ki bu günlerde de 
          "NAFTALİN" alınması için bir kuruş göndermemiştir.
 
          - 
          
          Bildiğiniz gibi KİTAP KURTLARI denilen yaratık halkımızın GÜYE dediği 
          kurtçuklardır. Bu zararlılarla tek yapılacak mücadele de naftalindir. 
          Yine de sormadan geçemeyeceğim. Ön koruma olarak El Yazması Kitaplara 
          ne ilacı tavsiye ediyorsunuz? Bu tavsiye ettiğiniz ilacı acaba 
          İstanbul Süleymaniye, Konya Yazmalar Kütüphanesi ve Milli 
          Kütüphanelerimiz kullanıyor mu?
 
         
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"... Buradaki kitapların 
          yeterince korunmadığını gördük. Bazı kitaplarda kurt yenikleri var. 
          Bakanlık mutlaka birilerini görevlendirip tahsisatını yapmalı...",
          
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın Hocam! Buradaki kitapların yeterince korunmadığınıza şahit 
          olmuşsunuz. Şimdi size soruyorum : "Siz Yazmaların bulunduğu bölüme 
          girdiniz mi? 
 
          - 
          
          Şayet girdi iseniz buraya yetkili ve sorumlusundan başka kimsenin 
          girmesinin sakıncalarını bilmiyor muydunuz? Şayet ısrar ederek 
          girdiyseniz bu görevliyi zor durumda bırakacağınızı bilmiyor muydunuz? 
          Yada Kültür Bakanlığından Yazma Depolarına girmek için özel izin mi 
          aldınız? Zannetmiyorum! 
 
          - 
          
          Sizlere iyi niyet göstergesi ve itimat ederek yazma deposunun 
          kapıların sonuna kadar açmışlar, incelemenize yardım etmişler ve 
          depoların bulunduğu koridorda incelemeniz için özel bir yer tahsis 
          etmişler. Bilmeyerek Yönetmenliğe aykırı harekette bulunmuşlar.
 
          - 
          
          Birde bazı kitaplarda KURT yenikleri var demişsiniz. Acaba bu kurt 
          yeniklerinin tarihlerini tespit ettiniz mi? Şayet tespit etti iseniz 
          bu KURT yeniklerinin bu gün mü yoksa birkaç asır önce mi kurt 
          yeniğinin olduğunu El Yazması Tespit Fişlerinden görmediniz mi? 
          
 
          - 
          Siz 
          yoksa Kültür Bakanlığının gönderdiği bir denetçi misiniz? Bakanlık 
          buralara mutlaka birilerini görevlendirmeli diyorsunuz. Merkez 
          kütüphanelerimizde 3 kütüphaneci kadrosu bulunduğunu bilmiyor musunuz? 
          Bu kütüphanecilerin öz be öz Çorumlu olduklarını ve bu kitapların 
          değerlerini ve atalarının geleceğimize emaneti olduğunu bilmiyorlar mı 
          zannediyorsunuz?
 
         
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...Amaçlarının birinin de tezhipli 
        (süslemeli) el yazması eski eserleri ortaya çıkartıp sanat tarihine 
        kazandırmak...",  
        
        
        Sayın Hocam! Amacınıza saygı duyuyorum. Bir yazarımızın sizleri 
        göklere çıkarması, çalışmalarınızı övmesi bence biraz abartmadır. 
        Çektiğinizi söylediğiniz fotoğraflarla hazırlayacağınız eseriniz size 
        getireceği unvanı, kazanacağınız dünyalığı göz ardı ettirmiş gözüküyor. 
        Yukarıda da bahsettiğim gibi sizin gün yüzüne çıkartacağınız tezhip ve 
        güzel yazılar zaten tespit edilmiş ve gün yüzüne çıkartılmıştır. Siz de 
        bunu biliyorsunuz, fakat ne hikmetse bilmezlikten geliyorsunuz? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"...Kataloglar çok ilkel...",
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın Hocam! Ankara Milli Kütüphanesinin katalogları çok mu 
          modern, hemen aradığınız kitabı bulabiliyor musunuz? 1991 tarihinde 
          tarafımdan bizzat parası ödenerek 10 adet alınmış "Alfabetik Onlu 
          Tasnif Fihristi Dewey" adlı çalışmamın 1999 Ağustosunda yaptığım 
          incelemede daha kayıt altına alınmadığı, okuyucu hizmetine numara ve 
          kaydı olmadığı için sunulmadığını. 
 
          - 
          Yada 
          Süleymaniye Kütüphanesindeki el yazması kitaplar katalogladı mı yoksa, 
          halen tasnifleri Dewey Onlu Sisteme geçilemeyerek 1950 yılından önceki 
          tasniflerle mi duruyor? 
 
          - 
          
          Belki bilmiyorsunuz, bu sizin kabahatiniz değil ben görevde iken el 
          yazma kitaplar Ankara Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün 
          emri ile katalog ve künye çalışmaları için götürüldü. Ben karşı 
          çıktım. Uzmanları burada görevlendirin dedim. Ankara'ya yollamayalım 
          dedim de sözümü ve gücümü yetiremedim. El yazmaları 2 yıla yakın orada 
          kaldı. Ankara'dan geldiklerinde sayım ve kontrollerde birkaç vakıf 
          mührünün eksik olduğunu rapor vererek Genel Müdürlüğe yolladım. Gelen 
          müfettişler haklı olduğumu gördüler ve rapor tuttular. 
 
          - 
          
          Fakat sonraki işlemler ne oldu (!) bilemiyoruz. Bizce de meçhuldür. 
          Ben bir kitapsever olarak sizin yazma deposundaki çalışma ve 
          kontrolünüzden de şüphe duydum. 
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"...Cilt kapakları tamir edilmiş 
        ancak, kitaplar yeterince korunmadığını gördük...",  
        
        Sayın Hocam! Gördüğünüz o 
        cilt kapakları Cumhuriyetten önce yapılan tamiratlarla ilgilidir. 1979 
        yılından sonra göreve başladım emekli olduğum tarihe kadar da herhangi 
        bir tamir olduğunu duymadım.  
        
          - 
          
          Hocam! Acaba biliyor musunuz bilmem. Bir cilt kapağının tamiri 
          için bir kütüphane bu işleri yapan uzman kütüphaneye müracaat etse bir 
          kitabın cildinin ne kadar zamanda yapıldığını. Merak ederseniz lütfen 
          Konya Yazmalar Kütüphanesinden bir kitap için gün alın.
 
          - 
          
          Gelelim kitapların yeterince korunmasına. Acaba korunmamış dediğiniz 
          kitaplar kaç tane, mürekkep yanığı olan 4 kitaptan mı bahsediyorsunuz? 
          Bu kitapların yanma olayı acaba sizce kaç yıl önce meydana geldi? Çok 
          mu yeni! Lütfen işi abartmayınız. 
 
          - 
          
          Bakımsız dediğiniz kitapların lütfen listesini dergimize yollayınız da 
          biz de inceleyelim. Bakın Hanımefendi. Yanmış kitapların Bunların 
          bakımlarının yapılması imkânsız. Bunları yeniden kazanmak çoğunlukla 
          imkânsız! Bildiğiniz gibi bu kitapların düşümleri de kolay kolay 
          yapılamıyor. Aynen saklanıyorlar. Yeterince korunmuyor kanaatiniz 
          zannedersem sizi Yazmalar Deposuna götüren ve depo koridorunda depoyu 
          açık bırakarak size emanet eden kütüphane personelini mi 
          kastediyorsunuz? 
 
          - 
          En 
          son sizin inceleme yaptığınız Hasan Paşa Kütüphanesini baz alırsak 
          1963 yılından bu güne korundu da şimdi mi korunmuyor?
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi : "...Çorum'daki el yazması eserler 
        artık buranın iklimine alışmış. Başka bir yere örneğin Ankara'ya 
        götürülmesi kitapların korunması açısından sakıncalı olur. Mikrofilm 
        makinesi, bilgisayar olmalı. Kataloglar yenilenip ortaya konulması 
        lazım...", 
        
          - 
          
          Sayın Hocam! Demek ki biliyorsunuz. El yazma kitapların değil bir 
          başka ile götürülmesi, bir başka mekâna da götürülmesinin yapacağı 
          sakıncaları söylüyorsunuz. Bizim zamanımızda okuyucuya kitap günlük 6 
          saat incelenmesi için verilirdi. Gerekçesi ne idi? Söyleyeyim. El 
          yazması kitap alıştığı ortamdan fazla ayrılmamalı, alıştığı rutubet ve 
          hava dışında kaldığı zaman sudan çıkan balık gibi olur düşüncesiydi. 
          Mikrofilmi işine gelince çok eski bir teknoloji olarak 
          kullanılmaktadır bu işlem. Otomatik bir mikrofilm makinesi bugün 
          150.000 $ civarındadır. Buna ek olarak ta bir yarısı kadar 5-6 
          mikrofilm okuma ekranı gereklidir. En aşağı 70 m2 bir özel mekâna 
          sahip olmak gerekmektedir. Ayrıca çekilen mikrofilm periyodik olarak 
          belirli bir yıl sonra yenilenmesi gerekmektedir. Bunları da 
          yaptığımızı var sayarsak; bu filmleri saklamak için ayrı bir kimyevi 
          özelliği bulunan depo gerekmektedir. Bu sistem yerine; yaklaşık 
          50-60.000 $ a dijital kamera, SD yazıcı, ve kuvvetli 2 bilgisayar, 
          program ve fiyatı 1.5 $ 7000 SD diski ile özverili 2-3 personel 
          kütüphanenin tamamını 2-3 yıl gibi zamanda ölümsüzleştirebilir. 
          
 
          - 
          
          Katalog yenilenmesine gelince: Kütüphaneler Genel Müdürlüğü kataloğu 
          hazırladı. Kitapların künyesi, birinci sayfa, son sayfa, konusu, 
          yazıldığı yer, müellif hattı, hattat ismi ve diğer teknik konular 
          tamam da, Kitabı yazdıracak ADAM bulamadılar. Bastıracak PARA 
          bulamadılar. 
 
          - 
          
          Sayın Hocam! Gazetedeki konuşmamızda bahsetmişti. Dizgiyi yapacak 
          Türkiye'de 10-15 ancak var. Bu sıkıntılı ve zahmetli iş birkaç günde 
          olmaz. Dikkatli bir operatör günde ancak 1 sayfa hazırlayabilir.
 
          - 
          
          Bakanlığın verdiği dizgi parası ile de hiç olmaz. Belki Sayın Valimiz 
          ilgilenir, belki Belediye Başkanımız, Belki TO Başkanımız. Verirler 
          dizgi parasını ve baskı masrafı. Bastırdıktan sonra bütün Dünya 
          Milletlerin Milli Kütüphanelerine postalama masrafları da verilirse bu 
          iş olur.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...sayısı 4 bine yakın el 
          yazması eser için ayrı bir kütüphane hasredilmesi gerekiyor...",
          
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın Hocam! Yukarıda belirttim. El Yazmalarını yerinden 
          oynatmak, başka bir mekâna taşımak o kitapları çöpe atmaktan başka bir 
          işe yarar hale getirmekle eş değerdir. El yazmaları hava değişiminden 
          dolayı ya ev ekmeği gibi kururlar, ya da rutubet yada nem değişikliği 
          yüzünden bezir yağından yapılmış olan mürekkepleri sulanır yada aharlı 
          kağıt birbirine yapışır.  Hasan Paşa Kütüphanesi Yazma Kütüphanesi 
          olarak işlevini koruyor. El yazmaların okunduğu zaten bir odası var.
 
         
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...şimdi burada rastlayacağımız 
        bir eser, ortaokullara, ilkokullara tavsiye edilen kitaplarla bir arada 
        bulunuyor. Bu çok yanlış...”  
        
          - 
          
          Sayın Hocam! Yukarıda da bahsettim. El Yazması Kitapların 
          bulunduğu yere sizi indirmeleri büyük bir hata. Bu hatayı işleyenlerin 
          hatasını bir tarafa bırakalım da sizin beyanınıza bakalım.
 
          - 
          
          Hanımefendi! Bir kütüphanede ilkokul kitabı da, ortaokul kitabı da, 
          yasak yayında, güncel yayında bulunur. Hasan Paşa Kütüphanesinde de 
          bulunması normaldir. Depoya hakkınız olmadan inmişsiniz. GÖRMEDİNİZ Mİ 
          Depoda Küçük Boy Matbu Deposu, Orta Boy Matbu Deposu, Büyük Boy Matbu 
          Deposu ve EL YAZMASI KİTAPLAR DE POSU ayrı ayrıdır. Beyanınızda çok 
          çirkin bir iftirada bulunuyorsunuz. 
 
          - 
          
          Bütün kitaplar yan yana aynı depoda saklanıyor gibi beyanat 
          veriyorsunuz. Utanın aldığınız tahsilden ve kariyerinizden. Burada 
          yanlış nedir. "40 yıllık Kâni" sizin beyanınızla olur mu "Yani". Acaba 
          yanlış olan sizin beyanınız değil mi?
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan" Kültürümüz Göz Göre Göre  Gidiyor" başlıklı 
        haberinde:"...7-8 Hasan Paşanın memleketine en değerli armağanlarından 
        olan, Hasan Paşa  Kütüphanesi'ndeki el yazması eserler...", 
        
        
        Sayın yazarım! Burada sadece Hasan Paşanın bağışladığı eserler 
        değil, merkez ilçede bulunan diğer kütüphanelerden ve bu güne kadar 
        bağışlanan eserlerdir. Ayrıca El Yazmalarımız sadece Hasan Paşa 
        Kütüphanesinde değil İskilip İlçe Halk Kütüphanesi’nde de bulunmaktadır. 
        Götürülmek istenen bu iki kütüphanemizde bulunan El Yazması eserlerdir. 
        İskilipli hemşerilerimize de duyurulur. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı 
        haberinde: "...bu günkü ilkel koruma teknikleri ile zamana direnmeye 
        çalışıyor...", 
        
        
        Sayın Gazeteci: Bugünkü ilkel koruma teknikleri ile zamana direnmeye 
        çalışıyor diyorsunuz. El yazma kitapların ilkel olarak korunduğunu 
        nereden biliyorsunuz? Modern koruma ile ilkel koruma arasındaki kıstası 
        nasıl ve nereden tespit ettiniz?  
        
        El 
        Yazması eserlerimiz doğduğu yani yazıldığı günden bu güne zamana 
        direniyorlar. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı 
        haberinde:"...Çorum'un kültür hazinesi niteliğindeki eserlerin taşınması 
        önlendi ancak o günden bu güne kadar ne yazık ki korunması için bir adım 
        atılmadı...", 
        
        
        Sayın Gazeteci! Bugüne kadar korunması için bir adım atılmadı 
        diyorsunuz? Bu beyanınıza bakılırsa 1992 tarihinden bu güne kütüphanede 
        bir görevde bulunuyordunuz da kimsenin haberi mi yoktu? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı 
        haberinde: "...Bugün kütüphanede zamanın etkisiyle elle tutulduğu zaman 
        dağılabilecek hale gelen eserlerin korunması özel bir teknik 
        gerektiriyor. Bu teknik de Hasan Paşa Kütüphanesinde yok ...", 
        
        
        Sayın yazar! Bu elle tutulduğu zaman dağılabilecek hale gelen 
        eserlerin deyince: acaba siz bu yorumu neye dayanarak ve nasıl 
        gözlemleyerek yazdınız?  
        
        
        Dediğiniz şekilde Hasan Paşa Kütüphanesinde bu teknik yok diyorsunuz. Bu 
        teknik acaba Türkiye'nin hangi kütüphanesinde var? Ben bilmiyorum. Bana 
        belgeleyerek bildirirseniz öğrenmiş olurum. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı 
        haberinde: "... konunun uzmanları yaklaşık 5 yıl önce gündeme gelen 
        Hasan Paşa Kütüphanesi'nin el yazması eserler için ihtisas kütüphanesi 
        haline gelmesi düşüncesinin o günden sonra unutulduğuna dikkati 
        çekerek...", 
        
        
        Sayın Yazar! Konunun uzmanları diyorsunuz. Kim bunlar? Sakın ha 
        araştırmaya gelen Prof. Ve Dr. lar demeyin. Sizin gazetede bulundukları 
        beyanda Çorum'da bulunduklarını bile bilmediğini ve bu kitapları 
        keşfettiğini beyan etmişti. Sizin uzman olarak gördüğünüz kişilerin 
        niçin adını vermiyorsunuz? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin 
        birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı 
        haberinde: "... Çorum'da sayıları 4 bini bulan tek nüsha nadide 
        eserlerin...", 
        
        
        Sayın Yazar! Çok güzel söylemişsiniz de ne yazık ki; Hasan Paşa 
        Kütüphanesinde ünik eser sayısı onlarla ifade edilir. Nerede o sizin 
        söylediğiniz TEK NÜSHA ESER bu dediğiniz 1992 yılında toplanan 15.000 
        eserin içinde bile 100' geçeceğini sanıyorum. Çok abartmış ve atmışsınız 
        serde her halde avcılık var. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Mümtaz İDİL'İN: "... Hasan Paşa Kütüphanesi'nde bulunan el yazma 
        eserlerin bu imkanlarla korunmasının mümkün olmadığın, Çorumluların 
        sahip çıkmadıkları taktirde, el yazması eserlerin..., 
        
        
        Sayın Kültür Müdürüm! Bu beyanınıza önce çok kırılmıştım. Kendi 
        odasında keşke beyanda bulunmasaydınız demiştim. Bir açıklama yapmadı. 
        Fakat sizin de muhakkak bir şeylerden haberinizin olacağını düşünemedim. 
        Evet! Çorumlular sahip çıkmazlarsa bu El Yazması eserlerimiz elden 
        gidecek. Giden eserlere mi yanarsın, Çorumluların araştırma ve TEZ 
        çalışmaları için Ankara'ya, Konya'ya gitmelerine mi yanarsın. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Mümtaz İDİL'İN:"...eserleri bu şartlarda korumak mümkün değil...",
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın Kültür Müdürüm! Acaba siz Çorum'a geldiğinizden bugüne kadar 
          Hiç Hasan Paşa Kütüphanesinin Yazmalar Deposuna girip gördünüz mü? 
          Kulaktan dolma beyanlara, dolduruşa getirilerek beyanda bulunduğunuzu 
          zan ediyorum. Bakınız, inceletiniz,1994 yılına kadar Hasan Paşa 
          Kütüphanesinin 3 kadrolu bekçisi vardı. Bu bekçiler ne oldular? 
          Kadrolarını kim kullanıyor? 
 
          - 
          
          Bunları tekrar işlerine görevlerine verin. Hasan Paşa Kütüphanesinin 
          24 saat korunmasını tekrar sağlayın. Müdürlüğünüzü gösterin. 
          Emrinizdeki insanlar düşük maaş alabilirler. Fakat bu düşük maaş 
          almaları onların asli görevlerini yapmasını savsaklamasını 
          gerektirmez. İşlerine gelmezse, bu ücret az gelirse çeksin gitsinler.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 19.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Belediye Başkanımız Prof. Dr. Arif ERSOY: "...Hasan Paşa 
        Kütüphanesi'ndeki el yazması eski eserlerin başka bir kente taşınmasının 
        söz konusu olamayacağını söyledi...", "... Ancak bu eserlerin korunması 
        için de yetkili kurumlar gerekeni yapmalı...",  
        
        Sayın Belediye Başkanım! 
        Selefiniz Rahmetli Turan Bey el yazma kitapların Çorum'da kalması için 
        büyük fedakârlık ta bulunmuştu. Kültür Bakanlığına Belediye bünyesinde 
        olabilecek işlerin yapılacağı sözünü vermişti. (tafsilatlı olarak 
        tarafımdan hazırlanan ÇORUM 1997 adlı çalışmamın 125-132. Sayfalarında 
        bulabilirsiniz) Bizde Rahmetliye eksiklerimizden bir sıra depolarımızda 
        bulunan raflardan yapılmasını talep etmiştik. Bir sıranın 2 veya 3 sıra 
        çelik rafı yapıldı. O sıralar seçim telaşı ile kütüphanenin çelik raf 
        işi yarım kaldı. Şimdi sizden bir Çorumlu olarak, Orta Boy Deposunda 
        yarım kalan rafların tamamlanması için girişimde bulunulmasını istirham 
        ediyorum. 
        
        
        Kitapların ve katalogların hazırlanması için maddi yardımınızı 
        bekliyorum. Verdiğiniz demeç politik bir demeç. Neler yapacağınızı 
        lütfen kaleme alarak dergime gönderiniz. Yapacaklarınızı hemşerilerimize 
        duyuralım.    
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Ahmet ERTEKİN:"...eserlerin burada şartlara uygun  korunduğunu 
        söylemek zor...", 
        
        Sayın ERTEKİN! 
        Sizinle uzun yıllar aynı Bakanlık bünyesinde çeşitli konumlarda 
        çalıştık.  El Yazma Kitapların 1992 yılında götürülmesi hakkında gelen 
        yazıda sizin bir çabanızı gördüğümü söyleyemem. Şimdi size soruyorum: 
        Zamanının tespiti sizce de malum olan EL YAZMA ESERLERİMİZ acaba hangi 
        şartlarla daha uygun olacağı hakkında Kültür Müdürlüğünüz zamanında ne 
        gibi çalışmalar yaptınız? Yapmadınız, neden? Gereken Kütüphane Personeli 
        tarafından yapılıyordu da ondan. Yazmalar Deposu denetim altındaydı, 
        temizliği zamanında yapılıyordu, zararlı haşarat denetleniyordu. Bu gün 
        de inanıyorum gereken önem veriliyor. 3 kadrolu BEKÇİ 24 saat görev 
        yapıyordu. Sonra ne oldu bu üç kadro? Sizin onayınızla başka görevlere 
        atandı. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Ahmet ERTEKİN:"...7-8 Hasan Paşanın kurduğu kütüphanenin nüvesi 
        burada...", 
        
        Sayın ERTEKİN! NÜVE yerine 
        7-8 Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan kitapların tamamı ile diğer 
        kütüphanelerden gelen kitaplar ile, bu güne kadar bağışlanan el yazması 
        kitaplar deseydiniz daha anlaşılır olurdu. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Ahmet ERTEKİN:"...ısı ve nem ayarı sabit tutulduğunda kitapların 
        yıpranması gibi patolojik olay ortadan kalkar...", 
        
        
        Sayın ERTEKİN! Siz de biliyorsunuz ki El Yazma Kitapların bulunduğu 
        El Yazması Deposunun nem ve ısıdan etkilenmediğini, kalorifer 
        peteklerinin kapalı olduğunu, yıpranmanın patolojik olduğu kadar 
        kullanımdan da olduğundan bahsetseydiniz kamuoyunu daha doyurucu bilgi 
        verirdiniz. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        Yine 
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında,  
        
        
        Ali ILICA'nın: "...ancak bu kültürel hazinemizin korunması ve 
        araştırmacıların istifadesine sunulması mahalli yetkililerin gerekli 
        titizliği gösterdiklerini söyleyebilmemiz mümkün değildir...", 
         
        
        
        Sayın ILICA! Siz yazınızda Hasan Paşa Kütüphanesinden 
        faydalandığınızı beyan eden yazınızdan sonra mahalli yetkililerin 
        gereken titizliği göstermediklerini beyanınızı anlayamadım. Size 
        istediğiniz kitapları zamanında vermediler mi, yoksa  istediniz 
        kitapları mı size  vermediler mi? Mahalli yetkililerin hassasiyeti ile 
        neyi kastettiniz? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          
             - 
            Yine 
            Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında, 
 
          
          
             - 
            
            Ali ILICA'nın: "...Hasan Paşa Kütüphanemizin katalogları yeterli 
            değildir. Kayıt defterlerinden eserlere ulaşmada büyük sıkıntılar 
            yaşanmaktadır...", 
 
          
          
          
             - 
            
            Sayın ILICA Kataloglarının yeterli olmadığı doğrudur. Fakat bir 
            araştırmacı (eğer araştırmacı ise) kayıt defterlerinden 2 saat 
            içinde aradığı eserleri bulabilir. Ama o araştırmacı; her gördüğü 
            kitap kaydını not alayım, demirbaş numarasını yazarsa, benzer 
            risalelerin kaydını tutayım derse, günlerce kayıt defterlerinden 
            ayrılmak istemez.
 
          
          
             - 
            Gelelim katalogların daha iyi 
            olmasına: Çorum İMVAK olarak siz ne yapabilirsiniz? İlahiyat 
            Fakültesi öğretim görevlileri olarak ne gibi  katkılarınız olabilir?
            
 
          
          
             - 
            
            Yukarıda bahsetmiştim. Kataloglar Ankara'da el yazısı ile 
            doldurulmuş olarak basılmayı bekliyor. Üç beş milyarlık bir masrafla 
            gün yüzüne çıkartılmasını bekliyor. Ne dersiniz?
 
          
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        Yine 
        Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında,  
        
        
        Ali ILICA'NIN: "... delinmiş ve tahrip olmuş sayfalar onarılmalıdır, 
        Bu konu ile ilgili uzmanlar çağırılmalı veya geçici görevle 
        çalıştırılmalıdır...", 
        
        
        Sayın ILICA! Sizin el yazmaları inceleyen bir kişi olarak, delinmiş 
        kitaplardan birisini incelediniz mi?  Acaba bu delik kitabın hangi yılda 
        meydana geldiğini tahmin ettiniz mi? Zannetmiyorum. Fikir beyan  
        ettiğiniz delik kitaplar bundan en az 100- 120 sene önce meydana 
        geldiğini, bir kitabın onarımının uzman bir kütüphanede kaç ay veya yıl 
        sıra beklemesi gerektiğini ve sıraya girdikten sonra, kaç ayda bir 
        kitabın tekrar aynı olmasa da, tamir görmüş olarak yerine konulacağını 
        sordunuz mu? İlgili uzmanlara Türkiye genelinde kaç uzman olduğunu 
        biliyor musunuz? İki elin parmaklarından az. Görevlendirilmelerine 
        gelince onları Çorum'a değil, Konya'daki uzmanı, Konya'da başka bir 
        kütüphaneye gönderme imkânın olmadığını biliyor musunuz? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          Yine 
          Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000tarihli nüshasında, 
 
          - 
          
          Ali ILICA' NIN: "... Araştırmacılara tahsis edilen eski yazı okuma 
          odası daha güzel bir görünüme kavuşturulmalı, depo olarak kullanıl 
          mamalıdır...",
 
          - 
          
   
          - 
          
          Sayın ILICA! Araştırmacılara tahsis edilmiş bir odanın varlığını 
          gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim. O odanın daha güzel konuma 
          kavuşturulması siz araştırmacıların daha rahat masa ve koltuklarda 
          oturmaları yerinde olur. Olur; da okuma salonlarında okuyucuya hizmet 
          eden masa ve sandalyelerin bile yeterli olmadığını bilerek, 1999 
          senesinde 60 araştırmacının müracaat ettiğini göz önüne getirirseniz, 
          Kütüphane İdaresine zannedersem hak verirsiniz. 
 
          - 
          Özür 
          dileyerek yine diyebilirim ki; araştırmacılarımızın %95'i sizin 
          fakültenizden gelmektedir. Öğretim görevlisi arkadaşlar o odaya 
          aranızdan biraz para toplayarak sizin deyiminizle "eski yazı okuma 
          odasını" dayayıp döşeyebilirsiniz. Ne de olsa orada inceleme yapacak 
          olan yine sizlersiniz. Her şeyi devletten beklemeyelim. 
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          Yine 
          Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "...bu zenginliğin başka bir 
          kente gitmesine göz yumulmayacağını...", 
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın MAYATYALI! Bu öneriniz inşallah semada bir hoş seda olarak 
          kalmaz. Dergimize nasıl bir katkınızın olacağını yazılı olarak 
          bildirirseniz bizde sizin yapacaklarınızı Çorumlulara duyururuz.
          
 
          - 
          
          Samimiyetinize bir Çorumlu olarak inanmak istiyorum. Bizde bir şeyler 
          yaparız diye geçiştirmezsiniz İnşallah.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          Yine 
          Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "Çorum'un kültürel ve sanayi 
          alanındaki gelişiminin birlikte sürmesi gerektiğini...",
 
          - 
          
   
          - 
          
          Sayın MALATYALI! Yeni TOB seçildiğinizde meclisinizde birkaç 
          yazara destek verilmesi hakkında verilen sözlü bir öneriye 
          hatırlayınız ne cevap vermiştiniz de bir gazete de bunu yazmıştı.
          
 
          - 
          
          Birde; yönetime geldikten sonda TO Başkanlığı olarak sizce ne gibi bir 
          basılı, görsel katkınızın olduğunu merak ediyorum ve diyorum ki biz TO 
          Başkanlığı olarak Hasan Paşa Kütüphanesinin ne eksiği varsa "maddi ve 
          manevi " katkımızla yerine getireceğiz demeniz.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          Yine 
          Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "...Bu eserlerin Çorum'da 
          korunması için devlet ve özel kuruluşların ne gerekiyorsa yapması 
          lazım...",
 
          -  
 
          - 
          
          Sayın MALATYALI Çorum'da korunması için devletten yani Kültür 
          Bakanlığında hiçbir şey beklemenizi eski bir kütüphane personeli 
          olarak belirtirken, yukarıda da verdiğim cevaplarda elimizdeki imkânı 
          ve personeli de kaçırmamaya bakalım. Evet dediğiniz gibi özel 
          kuruluşların ve bilhassa İl Özel İdaresi ve Belediye Meclis 
          bütçelerinin belirli bir yüzdesinin Kültür için ayrıldığı ve 
          derneklerin standart bir maddesi olarak eğitim ve kültür maddesinin de 
          kullanılmadığı ya da kendi kültürel etkinliklerde kullanıldığı 
          olağandır. Bu maddenin Hasan Paşa Kütüphanesine yönlendirilmesi 
          yerinde olur.
 
         
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          Yine 
          Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "... asırlardır burada duran 
          eserlerin yine Çorum'da kalması için üzerimize düşeni yapmaya 
          hazırız..." , 
 
          - 
          
   
          - 
          Sayın MALATYALI! 
          Atalarımızın bizlere emanet ederek bizden sonraki kuşakların 
          faydalanmasını istedikleri bu eserlerin Çorum'da kalması için 
          yapacağınız katkılara şimdiden teşekkür ediyorum.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        
        
          - 
          
          Hakimiyet Gazetesinin 21.07.2000 tarihli nüshasında: 
 
          - 
          
          Çorum Esnaf ve Sanatkarları Odası Başkanı Arif ERDAL "... Hasan 
          Paşa Kütüphanesi'ndeki el yazması eserlerin Çorum'da kalması için 
          üzerlerine düşeni yapacaklarını söyledi...",
 
          - 
          
   
          - 
          
          Çorum Esnaf ve Sanatkarları Odası Başkanı Arif ERDAL ! 
          Ecdadımızın bizlere emanet ederek bizden sonraki kuşakların 
          faydalanmasını istedikleri bu eserlerin Çorum'da kalması için 
          yapacağınız katkılara şimdiden Çorumlular adına teşekkür ediyorum. 
          Neler yapmak istediğinizi de dergimize bildirmenizi istiyorum.
 
         
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında: Yazma Eserler 
        Sahip Arıyor başlıklı yazı:"...Hasan Paşa Kütüphanesi'nde uygun 
        olmayan şartlarda muhafazası yapılan el yazma...", 
        
        
        Bu yazıyı kaleme alan arkadaşımız! 
        El yazması eserlerin muhafazalarının uygun olup olmadığı hakkındaki 
        mütalâasını ve görüşünü hangi kıstaslar altında yazdığını merak 
        ediyorum. Acaba El Yazma kitapların çelik raflarda, çelik kapılı kapalı 
        ayrı depolarda, muhafazalı yerde göz bebeği gibi yıllardır küflenmeden, 
        kurtlanmadan, mürekkep yanığı olmadan, sayfa aharlarının yapışmadan 
        muhafaza edildiğini bir zahmet kütüphaneye giderek inceledi mi? Hayır! 
        bunlardan hiç birini yapmadı. Kulaktan duyduğunuz, Çorum'a incelemeye 
        gelen bir Dr. delikli (kurt yenikli), muhafazası yapılmayan, bütün 
        kitaplarla aynı yerde duran beyanlarla yazdınız. Yazdınız da 
        beyanınızla; Çorum'daki el yazma kitaplara iyilik mi ettiniz. Hayır. Bir 
        yorum yaparken kulaktan dolma değil, araştırılarak, gerçekler bulunarak 
        yazmalısınız. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında: Yazma Eserler Sahip 
        Arıyor başlıklı yazı: "...Buharaevler'de yapılan kütüphanenin bir 
        katı ya da önümüzdeki günlerde çalışmaları bitirerek açılacak olan yeni 
        müze binası...",  
        
        
        Yine yazınızda ahkam keserek Buharaevlerdeki kütüphanenin bir 
        katını, yada yeni açılacak müzeyi önermişsiniz. Acaba bu kitapların yeni 
        yerine adapte olana kadar kaç tanesi birbirine yapışacak, kaç tanesinin 
        meşin ciltleri çürüyecek, kaç tanesinin mürekkebi yanacak. Düşündünüz 
        mü?  
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında:  
        
        
        Kitapları Durumu Vahim başlıklı yazıda:"...Prof. Dr. Ali  YARDIM: 
        Hasan Paşa Kütüphanesi'nde bulunan bu el yazması eserler manevi 
        değerlerin yanında, öyle büyük bir değere sahip ki, yurt dışında, ABD ve 
        Avrupa'da her biri trilyonlarla ifade edilen rakamlarla değer bulur" , 
        
        
        Sayın Hocam! Manevi değerlerinden başka, maddi değerinden de 
        bahsetmişsiniz. Ya kültürel değeri, Milli değeri nedir? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: Yazmalarda Umut; 
        Bakan Çay başlıklı yazıda: "...Dr. Abdulbaki ÇAY adına Danışmanı Mustafa 
        AYDOĞAN Gazetemize bu teminatı verdi...", 
        
        
        Sayın yazar! Zannedersem sayın Bakanımız hasta yatağında olduğundan, 
        danışmanı tarafından böyle bir teminat verilmiştir. Fakat Bakanımız bu 
        işe nasıl “bakacak”. Göreceğiz. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: Yazmalarda Umut; 
        Bakan Çay başlıklı yazıda: "...AYDOĞAN Bakan ÇAY'IN Kültür Bakanı 
        İstemihan TALAY ile görüşebileceğini...", 
        
        
        Bakanımız şu anda rahatsız, Kültür Bakanı ile görüşeceğini 
        zannetmiyorum. Çorum'da bir tabir vardır bilirsiniz "Önce Can....”  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 24.07.2000 tarihli nüshasında: Hatipoğlu  Şiir  
        Albümü İmzalıyor başlıklı yazıda.,  
        
        
        Sayın Milletvekilimizin şiir okumaktan, medya tiklikten, şiir yazmaktan 
        başka bir görevi yok. Bol bol konuşmaktan başka bir işlevi de yok. Ben 
        hatırlayamıyorum Sayın Millet Vekilimiz bu güne kadar Çorum'a ne yaptı. 
        Bileniniz varsa söylesin. Çorum'a şu kalıcı işi yaptı desin. Çorum'daki 
        el yazma eserler onun nesine  | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali 
        Bey'de.. başlıklı yazı: ...El Yazması eserlerin Çorum'da korunmasının 
        mümkün olmadığını kaydeden Bakan Çay..." 
        
        
        Yukarıda söylemiştim. Bakanımız duruma iyi bakamadı. Sayın ÇAY'IN Hasan 
        Paşa Kütüphanesindeki el yazma eserlerin hangisini acaba BAKAN olarak 
        gördü. Bir tanesine bile bakmadığını zannediyorum. Birde korunmasının 
        mümkün olmadığından dem vuran bakanımız, bu konu gündeme gelene kadar 
        nasıl korundu? Bu güne kadar nasıl yerinde kaldı. Acaba? Sayın Bakanım! 
        Gelin kitapları yerinde inceleyin kararınızı ondan sonra verin. Şayet 
        kendiniz gelemezseniz, yeminli birkaç uzman gönderin. Bu güne kadar 
        kaybolmamış, bu güne kadar defolma olmamış, bu güne kadar yerinde durmuş 
        kitapların yine yerinde kalıp kalmayacağını hakkında beyanınızı sonra 
        verin. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali 
        Bey'de.. başlıklı yazı: "...Yazma eserlerin tedavi görmesi ve mikrofilme 
        alınması ve bu yolla korunması gerektiğine dikkat çekti...”  
        
        
        Sayın Valim! Yazma Eserlerimizin bazılarında 100-120 sene önce 
        meydana gelen kurt yenikleri, cildi bozulmuş kitaplar, sayfaları 
        yıpranmış kitaplar ve yazısı yanmış kitaplar bulunmaktadır. Bunların 
        onarılarak yeniden hayatlarının uzatılması gereklidir. Mikrofilm 
        teknolojisi el yazması bulunan büyük kütüphanelerde 1940 yıllarda 
        kullanılan bir teknoloji olarak işlevlerinin sürdürmesi normaldir. Bu 
        makineler bir röntgen makinesi büyüklüğünde olup, sayfa sayfa kitabın 
        filmlere alınması, filmlerin banyosu ve bu filmlerin büyütülerek 
        okunması için okuma araçları gerekmektedir. Bu teknoloji yerine; 
        bilgisayar teknolojine yeni geçilmektedir. Bilgisayar 8-10 bin dolarlık 
        bir yatırım, birkaç bin dolarlık dijital kamera veya fotoğraf makinesi 
        de pahalı bir sisten değil. 3-4 yüz dolarlık CD yazıcısı da para değil. 
        Fakat iyi ve kaliteli 7-8 bin boş CD gerekli. Bunlarda temin edilir de. 
        Öz veri ile çalışacak personel bulunabilir mi acaba? 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali 
        Bey'de.. başlıklı yazı: "...Çorum'da yazma eserleri koruyacak bir 
        kütüphane yok..." 
        
        
        Sayın Valim! Yukarıda bu konulara değindim. Hasan Paşa Kütüphanemiz 
        korunmalı, muhafazalı. Tek eksiği başka kadrolara atanan bekçiler. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 01.08.2000 tarihli nüshasında: Üzelgün Yazma 
        Eserlerin Takipçisi başlıklı yazı :"...teknik boyutun açıklığa 
        kavuşturulması ile mali boyutun açıklığa kavuşması ile mali finansman 
        boyutunun açıklığa boyutunun da belirleneceğini...”  
        
        
        Sayın Valim! Yukarıda söylediğim gibi mali boyut birkaç on bin 
        dolarla halledilir. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        
        Hakimiyet Gazetesinin 01.08.2000 tarihli nüshasında: Üzelgün Yazma 
        Eserlerin Takipçisi başlıklı yazı :"...bina konusunda önemine değinerek, 
        binanın iç dizaynının yapılması da bu teknik boyutun belirlenmesine 
        bağlı olduğuna dikkat çekti...”  
        
        
        Sayın Valim! Hasan Paşa Kütüphanesinde El Yazma Eserler Deposu, El 
        Yazma Eserler Okuma odası mevcuttur. Benim kanaatimce merkezde başka bir 
        kütüphaneye taşımaya, yeni bir kütüphane yapılmasına gerek yok. Hasan 
        Paşa Kütüphanesinde ufak bir değişiklikle Çocuk Okuma Salonu 
        kaldırılarak yine Bahçelievlerde ki Mehmet Şadisoğlu Çocuk Kütüphanesine 
        yönlendirilerek Hasan Paşa Kütüphanesi İhtisas Kütüphanesi olarak 
        Bakanlıktan müsaade alınarak düzenlenebilir. Bu da Kütüphaneler Genel 
        Müdürlüğüne yazılacak bir yazı ile kabul görür kanaatindeyim. Hasan Paşa 
        Kütüphanesi teklifi benim görevde olduğum zaman 7-8 Hasan Paşa 
        Kütüphanesi olarak teklif edilmişti. Bu teklif her nedense 7-8 'i unvan 
        olarak görülerek (sanki Paşa unvan değil )  Hasan Paşa Kütüphanesi 
        olarak onaylanmıştı.  
        
        
        Şimdi belirsiz bir Hasan Paşa Kütüphanemiz bulunmaktadır. Malumunuz Sarı 
        Çizmeli Mehmet Ağa benzetmesi gibi. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        EL YAZMA KİTAPLARIN BİR MERKEZDE 
        TOPLANILMALARININ SAKINCALARI 
        
        1- Çeşitli illerden toplanan 
        eserler, nem ve ısı değişikliğinden dolayı deforme olmaları, küf 
        hastalıklarına daha çabuk yakalanma ihtimalleri büyüktür.  
        
        2- Çeşitli illerden getirilen el 
        yazması eserlerin içinde bulunan parazit diğer kitaplarında bu 
        parazitten etkilenmesi mümkündür. 
        
        3- Ülkemiz bir deprem kuşağında 
        bulunmaktadır. Toplanılan bütün el yazmalarının bulunduğu il 1999 
        depremi gibi ya da daha şiddetli bir depremde tamamının yok olması içten 
        bile değildir. Ayrı şehirlerde bulunan kütüphanelerin misal 10 olduğunu 
        düşünürsek bu ihtimal en aza inmiş olur. 
        
        4-Yukarıdaki maddeye ek olarak 
        tabii afetlerden, sel ve yangın ihtimallerini de göz önüne getirirsek bu 
        şekilde birleştirilmiş El Yazmaların tamamını yok etmiş veya suya vermiş 
        ya da yakmış oluruz. 
        
        5- Olmaz, fakat olacağını 
        düşünürsek bir nükleer savaşta, sadece nükleer bombadan nasip alan il 
        yok olur. Diğer kütüphaneler kurtulabilir. 
        
        6- Bir Eski eser düşmanının; 
        birleştirilmiş olan Kütüphaneyi 2 litre tinel le yok etmesi, 4 litre 
        masum kolonya ile kitapların hiçbir zaman kurtarılamayacak şekilde 
        yapışmasını sağlaması mümkündür. Yine yanlış bir uygulama ile kitapların 
        nem oranının 30 yükseltilmesi ile aharlanmış kâğıtların birbirlerine 
        yapışması mümkündür. Yine aynı deponun 8 derece fazla ısıtılması ile 
        kitapların tamamının kavrulmaya başlaması mümkündür. El Yazma Eserler 
        ayrı kütüphanelerde muhafazası bu gibi insan ihmallerinden gelecek 
        zararı o kütüphanedeki kitaplar ile öder. 
        
          
        
        7- Her ilin Milli, Kültürel, 
        Tarih ve Sosyal vb. yaşantıları El Yazma kitaplarda belirli şekilde ve 
        yörelerinin konuşulan dili ile yazılmıştır.  
        
        
        Örnek verecek olursak Ankaralı bir araştırmacı Çorum'da yazılmış bir 
        eserde bolca “heri” kelimesini acaba ne manada okuyacak ve ifade 
        edecektir? Bu nedenle El Yazma eserler bulunduğu ilde incelemecinin o 
        kütüphanede çalışana sorarak "heri" nedir diye sorabilir ve çalışmasında 
        açıklama yapma imkânına kavuşur. Yukarıda sıralamaya çalıştığım 
        şıklardan bir tanesinin meydana gelmesi ile toplanan el yazması 
        eserlerin pek çoğunu kaybederiz. 
        
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        HASAN PAŞA KÜTÜPHANESİ İÇİN NELER 
        YAPABİLİRİZ 
        
        1-Halkımızı aydınlatmak için 
        Valimizin davetiyle Bakanımızı, Millet Vekillerimizi, el yazma kitaplar 
        için yazı yazanları, kültürüne ne olduğunu bilenleri, yardım 
        verebilecekleri belirlediği bir tarihte Hasan Paşa Kütüphanesine davet 
        ederek. El Yazması  kitapları  sergileyerek  tanıtmak ve bilgilendirmek. 
        
        2-Toplantıdan hemen sonra Kültür 
        Bakanlığına Çorumluların tepkisi bildirilmeli.  Kitapların ilimizde 
        kalması için girişimlerde bulunulmalı. 
        
        3-İl Halk kütüphanesinde görevli 
        3 Kütüphanecinin 2 si acilen ve devamlı Hasan Paşa Kütüphanesinde 
        görevlendirilmesi. 
        
        4-Hasan Paşa kütüphanesinin dış 
        güvenliği için kamera sistemine geçilerek, en yakın emniyet Müdürlüğüne 
        bağlı karakol ile bir sonraki karakola irtibatlı alarm sistemi 
        kurulması. 
        
        5-Mevcut bekçi kadrosunda çalışan 
        arkadaşı asli görevine iadesi ile eski bekçi kadrolarının yeniden 
        ihdâsı. 
        
        6-Hasan Paşa Kütüphanesinin 
        bünyesinde bulunan  "Çocuk  Kütüphanesi" bölümü aynı  mahallenin bir 
        sokak üstündeki "Mehmet Şadisoğlu Çocuk Kütüphanesi"ne yönlendirilmeli. 
        
        7-Hasan Paşa  Kütüphanesinde  
        bulunan  Çocuk  Kütüphanesi   bölümü  El Yazmalar İnceleme Salonu  
        olarak tahsis edilerek araştırmacıların hizmetine sunulmalı. 
        
        8-Hasan Paşa Kütüphanesine teknik 
        açığı kapatacak en az 3 bilgisayar, güç kaynağı, dijital kamera CD 
        yazıcı, lazer yazıcı, renkli lazer yazıcı, kuvvetli bir scanner temin 
        edilerek kitapların CD ye alınması sağlanmalı. Orijinal CD ler 
        arşivlenerek, araştırmacının istediği kitap yeni CD ye aktarılarak 
        arşivin çoğaltılması sağlanmalı. 
        
        9-Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün 
        hazırladığı El Yazmaları Tanıtım Katalogu getirtilerek bastırılmalı, El 
        Yazmaları ile ilgilenen dünya kütüphanelerine ve üniversitelere 
        gönderilmeli. 
        
        10-El Yazması Araştırmacı 
        salonuna CD okuyucusu olan en az 8 bilgisayar, bilgisayar masası ve 
        diğer mefruşatlarla döşenmeli. CD incelemesi yapan araştırmacı orijinal 
        kitabı görmek istediğinde depodan çıkartılarak şimdiki El Yazması 
        İnceleme odasında memur nezaretinde incelemesine sunulması. 
        
          
        
        Bu 
        uzun yazımı saat 02/08/2000 tarih 03.55 te tamamladım. Bundan sonra 
        yazılacak yazıları bekleyemediğim için üzgünüm. Dergimiz elinize 
        geçtiğinde belki bu problem halledilmiş olur. Benimde cevaplarım boşa 
        gider. 
        
        
        Hemşerilerimize verilen bilgilerin bazı yanlış anlamalara meydan verdiği 
        kanaati ve 1992 tarihinde yine aynı yarayı kanatmalarından dolayı 
        duyduğum üzüntü ile yazdım. 
        
         Yukarıda 
        bulunan çalışmam ile ve Kütüphane Müdür Yardımcılığı sırasında elimden 
        gelen EL YAZMA KİTAPLARIN ÇORUMDA kalması için yaptıklarım ve 
        Çorumlulara duyurduğum için pişman değilim. Tatvan'a Müdür Olarak Sürgün 
        edilmemin de bu girişimlerin olduğunu bilmekteyim.   
        
        Başka 
        yerlere gitmesini önlemeye çalıştım. bunda da muvaffak oldum. Türkiye 
        Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı”na bağlı olarak HASAN PAŞA EL 
        YAZMALAR KÜTÜPHANESİ  olarak eski istiklal Mektebinde hizmete  26 Nisan 2012 tarihinden 
        Kütüphane açılmıştır. 
        
        
        .  
        
        
        Mahmut Selim GÜRSEL 
        
          | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          | 
      
      
        | 
         
        
          
            LEBLEBİ 
İMALATI   
         
        
          | 
      
      
        | 
                            
              Çorum’da leblebi yapımının hangi tarihte başladığını bulamadım. 
              1960-1967 tarihleri arasında bu sanatla uğraşan büyük bacanağımdan 
              bu sanatın inceliğini sorduğumda:   
                           Malzemenin (nohut) iyisini kullanmak,malzemeyi hassas 
              işlemek gerekir demişti. 60’lı yıllarda  Çorum ve çevresinde 
              leblebilik nohut bulmak mümkündü. Sonraları Yozgat Akdağ 
              Madeni’nin Belirti köyünden,daha sonraları;Manisa ve Balıkesir 
              ilçelerinden nohut tedariki yapılırdı.   
                           Leblebi kavurma ocağı,harman tuğlası ve çamurdan 
              yapılır. Ön kısmı odun atmak için  açık olur. Bacası bulunur. 
              Leblebi tavası bu ocağın üzerinde bulunur. Leblebi tavası bağ 
              leğenine benzer yalnız kavrulan leblebiyi almak için sudak denilen 
              kapalı açık yer vardır. Eskiden tava 1 santim kalınlığında demir 
              levhadan yapılırdı. Şimdi ise kalın bakırdan yapılıyor. Şimdi daha 
              da pratik olarak küçük kavurma makineleri bulunmaktadır.  
                           Leblebinin yapımı: Nohut taş,toprak,çöp gibi 
              artıklardan kurtulması için kalburdan geçirilir. Eleme işlemi 
              yapıldıktan sonra,el eleği ile de nohut boylarına göre ayrımı 
              yapılır. Tavlama denilen birinci kavurmadan sonra,sıcak olarak 
              naylon olmayan çuvallara konularak iki gün dinlendirilir. Bu 
              sürede birbirini pişirir. İkinci kavurma yapılarak yine çuvallarda 
              iki gün daha bekletildikten sonra kuru bir yere serilerek 15-20 
              gün nohut dinlendirmeye bırakılır. Bu dinlendirme sırası az 
              olursa,nohut leblebi olunca lezzetsiz olur. Birinci tavlamada 
              yeterli şekilde kavrulmayan nohut son kavrulmada bölünerek kırığı 
              çok olur. Bu kırık nohut tekrar kavrularak kırık leblebi olarak 
              satılır. Son tavlamada,bir teneke nohut alınarak üzerine bir 
              miktar su serpilerek çuvala konulur. Nemlendirilmiş nohut çuvalda 
              bir gün bekler ve üçüncü kez kavrulur. Bu kavurmada nohudun 
              kabukları soyulur ve buna tek kavurma leblebi denilir. Bir veya 
              iki gün sonra istek ve satışa göre bu leblebi yeniden kavrularak 
              tam leblebi olur ve yenilecek kıvama gelir.   
                          Çorum’un leblebisinin meşhur olması bu kavurma 
              sıralamasından dolayıdır.  Şimdi ise açık makine ve leblebi 
              kavurma makineleri ile leblebi kavrulmaktadır. 
                          Leblebi çeşitleri 
              ise:Kabalak,Kırık,Şekerli,Tuzlu,Biberli ve başka çeşitleri 
              bulunmaktadır 
        
          | 
      
      
        
         
          
          
          
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!   
        
        
        
          | 
      
      
        | 
         
        BEKLETİLMEK (!) 
        
        Her ne hikmetse ülkemize ait pekte hoş olmayan bir adetimiz var.
         
        
        Bekletmek. 
        
        Buluşacağınız arkadaşınız sizi saatlerce bekletir,müdürünüz ve 
        patronunuz saatlerce kapısında bekletir,borçlunuz vereceği üç kuruş için 
        seni günlerce bekletir,konsere gidersin saatlerce sahneye çıkacak 
        sanatçıyı beklersin,toplantıya gidersin konuşmacı gelmez;gelse hazırlığı 
        tamam değildir kürsüde hazırlanıp konuşsun diye beklersin,bilgi 
        verecekler derler bilgi vereni beklersin vb. 
        
        Bir zamanlar beklemekle ilgili namelerimizde vardı: 
        
        “Bekledim de gelmedin, 
        
        Göz yaşımı silmedin, 
        
        Hiç mi beni sevmedin…” 
        
        Geçen hafta Çarşamba günü için;bir arkadaşımız imimizin 
        çiftçilerini bilgilendirecek bir toplantıya çiftçi olmadığım halde beni 
        de bu toplantıya davet etti. Davete icabet ettim. Toplantının saat 
        14.000 olacağını tarafıma söylemişti. Ben saat 13.50’de toplantı 
        salonuna gittim. Toplantı salonu saat 14.00 de hemen hemem doldu.  
        Dolmasına doldu da; konuşmacılardan bir tanesi bile gözükürlerde yoktu. 
        Saat 14.20 den sonra birkaç kişi geldi,konuşma platformu düzenlenmeye 
        başlandı,bilgisayardan slayt gösterisi ve bilgi verilmesi için tepegöz 
        kurulmaya başladı saat 14.40 oldu daha hazırlıklar bitmedi. Yanımda 
        oturan arkadaşa;ben gidiyorum diyerek kalktım ve toplantı salonunu terk 
        ettim. 
        
        Şimdi benim gibi acaba hiç salonu sıkılıp da  terk eden oldu mu ? 
        Sanmam ! Peki bu toplantıda bekleyenler umdukları bilgileri buldular mı 
        (?) 
        
        Biz çok tepkisiz bir toplumuz. Tenkit etmeyi,itiraz 
        etmeyi,yanlışları söylemeyi, doğruları övmeyi her nedense bilmiyoruz. 
        Biliyoruz da yapmıyoruz derseniz size gülerim. 
        
        Bunları bilmesek de,bilsek de şunları ne zaman hep beraber 
        öğreneceğiz ? : 
        
        Toplantılara vaktinde gitmeyi, 
        
        Toplantıyı  vaktinde yapmayı, 
        
        Konuşmalarımızı , randevularımızı takip etmeyi, 
        
        Beklememeyi , 
        
        Bekletilmemeyi  NE ZAMAN ÖĞRENECEĞİZ ? 
        
        Bu gidişle öğrenemeyeceğiz.  
        
        Çünkü  bu bizimde işimize geliyor.  
        
        Aynı bu olumsuz işlemleri biz de yapıyoruz.  
        
                    Bence;Bekletilme,bekleme ve daha birçok erteleme işleri,geri 
        kalmışlığın en güzel belirtileri.  
        
        Artık daha bu konular hakkında daha dikkatli olalım.  
        
        Toplantılarımızı zamanında yapalım. Toplantıya gelenlerinde başka 
        işlerinin olduğunu düşünelim.  
        
        Nasıl olsa geldiler,bekleyiversinler düşüncemizi artık 
        dağarcığımızdan atalım. Toplantı saatin geldiğinde kapıları kapatalım, 
        toplantıya kim olursa olsun içeriye almayalım. Böyle 
        yaparsak,toplantılar daha ciddi olur ve zamanında yapılır. 
        Bekletilenlerin de tepkilerini ortaya koymaları gerekir. Gecikmeleri 
        tenkit edelim,protesto edelim.  
          
          
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          | 
      
      
        | 
         
        BU NE PERHİZ; BU NE 
        LAHANA TURŞUSU (1) 
        
          
        
          | 
      
      
        | 
         
        Temizlik.  
        Bilhassa yiyeceklerimizin temiz tutulması.  
        
        Bu yiyeceklerin toptan satılan yerlerde hijyenik ortamların 
        hazırlanarak,satışa sunulmadan bekletilen gıda maddelerinin her türlü 
        toz,haşere ve uçucu böceklerden uzak olmaları gerekli değil midir ? 
        
        Bizde ise Çorum Toptancılar Sitesi her ne hikmetse Çorum Belediyesi 
        Katı Atık Toplama Merkezinin karşısına yani Çorum Çevre Yoluna yapılmış. 
        Halen  orada bulunmaktadır. Burada bekletilen çöplerin yaydığı nahoş 
        koku ve sinek üreten ortamında üreyen sinekler bu çöplükten ayakları ve 
        organizmalarına aldıkları mikropları fazla bir güç sağlamadan; 
        Kandilkaya Rüzgarının etkisi ile Çorum Gıda Toptancıları Sitesine 
        taşınmaktadırlar. Burada bulunan Çorum ve çevresine dağıtılan yiyecek 
        kolilerine konarak mikropları bulaştırmakta, bu bulaşan mikroplar 
        dağıtımı yapılan kolilerle bütün ile dağıtılmaktı. Kolileri tutan 
        kişilerce de bu mikroplar açılan ürünlere bulaştırılarak bizlere 
        satılmaktadır. 
        
           
        
          | 
      
      
        | 
         
        Ayrıca burası çevre yolunda olduğu için Karadeniz Ankara 
        güzergahında seyreden kara taşıtlarında yolculuk yapan bil-umum 
        insanlarında gözlerine çirkin gözükmekte,hatta kuvvetli rüzgarda 
        savrulan poşet atıkları arabaların camlarına yapışarak ma’az Allah 
        kazalara sebebiyet te verebilecek cinsinden uçuşmakta ve bu naylon 
        poşetler de çevreyi iyice kirletmekte. 
        
        Bu çöp toplama merkezinin buradan kalkması için Çorumlu 2000 
        Dergisinde bir iki kere yazdıysam da;hiçbir tepki alınmadı. Bu 
        tepkisizliğe karşın hiçbir kuruluş veya şahısta evet bu çöp toplama 
        ünitesi buradan kalkmalı demedi. 
        
        Gıda Toptancıları Sitesinin haricinde buraya yakın iki un fabrikası 
        da  gıda üretmekte,yakınında bulunan okullar da cabası. Ayrıca bir de 
        spor sahası var. 
        
        Çorum Belediyesi Katı Atık Toplama Merkezi olarak bu tesis hem 
        mikrop üretmekte,hem de çevreden görünüşü çok çirkin. Birde bu yerin 
        yakınında bulunanlar tehlikenin altında. Ayrıca kokusu da cabası. 
        Burasının kaldırılarak başka müsait bir yere taşınması mümkün değil mi? 
        Mümkündür de neden kaldırılmıyor ? 
        
        Şimdi gıda denetlemeleri Tarım İl Müdürlüklerinde. Sadece gıda 
        üretilen yerleri,gıda satılan yerleri değil,gıdaların saklandığı yerleri 
        de denetleyerek bizlerin sağlığı ile oynayanları uyararak sağlığımızı 
        olacak salgınlardan korumalı değil mi ? 
        
        Gelecek hafta erersek, başka bir olumsuz görünümden bahsedeceğim.  
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!   
        
          
        
        BU NE PERHİZ;BU NE 
        LAHANA TURŞUSU (2) 
            Bizim için büyük 
        büyük firmalar;havayı temiz tutmak için bir sürü sıkıntılara giriyorlar. 
        O kadar uğraşıyorlar ki;havamızın temiz kalması için ta Rusya’dan 
        İran’dan gazlar getiriyorlar,bu gazı bizlere yakmamız için öneriyorlar 
        (!) Allah’tan bu gaz geçen hafta ülkemizde de bir yabancı arama 
        şirketince re bulunarak ülkemizin emrine sunacağını söylediler. Demek ki 
        Ülkemizde doğru dürüst bilinçli bir şekilde aranırsa gaz da var,petrol 
        de var,uranyum da var,BOR da var. 
           
        
        Çok yakın bir zaman diliminde Milli Servetimizden olan 
        kömürlerimizi yakmayın,ithal kok kömürü yakın dediler ve eklediler: 
        Havayı kirletmez,çevreyi kirletmez diyerek bizleri ithal kömüre 
        yönlendirdiler. Türkiye’nin kömür ocaklarını kapattılar. Bizlere 
        tomarlarla dolar yaktırdılar. Bizlerden yüzlerce dolarlık kömürleri 
        alarak yakmamızı sağladılar,bazılarına bu işi benimseyerek yeni 
        meslekler kazandırdılar,ülkemizin borçlarını biraz daha kabarmasına ön 
        ayak oldular ve olmaya da devam etmekteler. Bu ne perhiz,bu ne lahana 
        turşusu değil de nedir ? 
        
                    Ama bu perhiz ile beraber ilimizde bazı 
        kuruluşlar,yaptıkları önemli hizmetlerine karşın havamızı 
        kirletiyorlar,suyumuzu kirletiyorlar,hayatımızı kirletiyorlar. Geçen 
        hafta gıda toptancıları sitesini yazmıştım,ne oldu ? Boş verin olsun. 
        Donkişotluk yine bende kalsın. Ben yine yazayım. 
        
        
                    Bu hafta da ilimizin Asfalt Şantiyesinin ilimizin havasını 
        ne kadar kirletebilmesini işliyleyim dedim.  
        
          
        
          | 
      
      
        | 
         
        Çorum belediyesine ait olan asfalt şantiyesine kadar giderek birkaç 
        yıl önce burası için yazdığım yazının faydası var mı,yok mu ? Diye bir 
        bakayım dedim. Beklediğim gibi o yazıdan sonra hiçbir işlemin 
        değişmediğini,bu çalışan bacanın tüm haşmetiyle dumanını savurarak hava 
        kirletme işine devam ettiğini gördüm. Burayı iki cepheden resimledim. 
        
        Bildiğini gibi bu günlerde çok faal olarak çalışması gereken bura 
        için bir diyeceğim yok. Fakat burasının şehir merkezinden daha da 
        uzaklarda olması gerekir diyorum demesine de, yine havayı kirlettikten 
        sonra neye yarar?  
        
                    Bence; bu asfalt sistemi artık miadını doldurmadı mi ? Artık 
        beton yollar revaçta değil mi? Birde ilimizin en büyük avantajı olarak 
        çimento fabrikası var. Bu fabrikada havaya bir miktar atık bıraksa da, 
        bırakmasa da ilimizde faaliyetine devam etmekte ve devam edecek 
        gözükmekte. Belki bu fabrikadan diyecekler ki; Bizim bacamızda filtremiz 
        var . 
        
                    Çevremizi, havamızı, suyumuzu, kendimizi, eş ve dostumuzu 
        kirliliklerden dolayı uyandırmaya çalışalım. Belki geç kaldık. Belki de 
        geç kalmamışızdır.  
        
        Ne dersiniz? 
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!   
        
          
        
        
        BU NE PERHİZ;BU NE 
        LAHANA TURŞUSU (3) 
        
                    Bu adam da bu başlığı iyice sevdi diyeceksiniz.  
        
        Benim amacım “üzüm yemek;bağcıyı dövmek” değil.  
        
        Bu gün gördüğüm yanlışlık; dedemin,babamın ve benim mahallemde 
        bulunan Karakeçili Cami. 
        
                    Çorum 1997 isimli kitabımda ve http://www.corumlu.com 
        sitemde bulunan camiler bölümünde bu camii hakkında: “Karakeçili 
        mahallesi Karakeçili sokağında 1595 yılında (H 1004)açıldı ; sonradan 
        halk ve Devlet yardımı ile 1957 tarihinde bu günkü camii yeniden 
        yapılmıştır. 1957 tarihinde ibadete açıldı. Karakeçili Mahallesi 
        Karakeçili sokakta bulunmaktadır. 150 metrekare kullanım alanı, 800 
        metrekare arazi üzerine kurulmuştur. 300 cemaate hizmet vermektedir. Taş 
        binadır. Beton 2 şerefeli minaresi, betonarme kubbesi, mahfeli , 
        tezhipli beton minberi ,kürsüsü, mihrabı, şadırvanı, tuvaleti ve lojmanı 
        vardır.”Bilgisi bulunmaktadır. 
        
           
        
          
        
          
        
        Şimdi gelelim camiinin tanıtımından sonra 
        cami çevresinde geçen haftalar içerisinde yapılan istimlakleri yapılan 
        binaların yıkımı ile beraber Karakeçili camiinin meydana çıkartılması 
        beni çok duygulandırdı. Bu işe emeği geçenlerden Allah C.C. razı olsun. 
        Bu binalar yıkıldıktan sonra etrafa gözükmeyen bir olay çıktı. Bu camiye 
        bitişik yeni bir yapının yapılması ve kullanılması. 
        
         Bu camii Çorum’un ilklerini taşıyan bir 
        eser olarak bizlere halen hizmet vermektedir. 1960’lı yıllardan bu günü 
        kadar da Dergimin yazarı,aydın ve girişken İmam Hatip’i Fikrettin Çıplak 
        Hocanın yönetiminde. Şimdi bu olaya” Bu ne perhiz,bu ne lahana turşusu 
        “demeyelim mi ? 
        Bence:
        Bu etrafı açılan camiye bileşik yapılan binaya tekrar yeni bir 
        bileşik düzen ek yapılması için temel de atılmış. Bence bu çok iyi bir 
        fikir değil. Hem de çok kötü ve göze batan bir durum. Gerekli 
        mercilerin;o zamanının en güzel taş örme mimari örneğini yeni yapılan 
        bileşik bina ile bağlanması. Bu beton işçiliğinin yeni yapının gerekli 
        olması savına karşında olsa bu yeni binalardan da kurtulmasının gerekli 
        olduğunu düşünmekteyim. Koruma altında bulunabilecek bir ibadethanenin 
        duvarına yamanan ve yeni bir yamam daha olacağı resimde de görüleceği 
        gibi temeli atılmış bir başka yapı ile de KARAKEÇİLİ CAMİİNİN özelliği 
        yok olmak üzere. 
        
                    Bu camii yukarıda değdim gibi Çorum camilerinin ilklerini 
        bünyesinde toplamıştır.  
        
        Bu caminin ilklerinden birisi Rahmetli Selahattin ÇETİN Ustayı usta 
        yapan bir bina olması.  
        
        Selahattin Ustayı da burada anmadan geçmek vefasızlığın en 
        daniskasıdır. Ustanın bu caminin temelinden,çatısına kadar Rahmetlinin 
        çok emeği bulunmaktadır.  Bu caminin minber ve mihrabı tamamen beyaz 
        çimentodan Selahattin Usta yapılmıştır. Cami içi vitraylar da ustaya 
        ait. Kubbe içi pervazlarında yalında olsa yapılan sarkıtlar dikkati 
        çekiyor. Hele beton minaresinin şerefe ve şerefe altlarının işçiliği ise 
        göze ve ruha hitap ediyor. Minarenin  boyu ve görünümünü yanına yapılan 
        bu kaba yapılarla çirkinleştirmeyelim. 
        
                    Camii cemaati için yer ve diğer bahanelerle bu eseri 
        köreltmeyelim. İlgili mercilerin de bu yanlışlığa dur diyeceğini umarım. 
        
                    Not:Geçen haftalarda yazdığım Asfalt Şantiyesinin yeni bir 
        resmini çekmek için durduğumuzda görevli bir memurun resim çektirtmeme 
        girişimi beni ve yanımdakini güldürdü. “Mızrak çuvala sığmaz” 
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          
        
        HİTİT 
          İlimiz 
        Hititlerin baş şehrinin bulunduğu şanslı yerdir. Hititleri tanıtan pek 
        çok eser bulunmaktadır. Bunların pek çoğu çeşitli kütüphanelerde 
        bulunmaktadır. Çorum il Halk Kütüphanelerinde ve Müzelerinde de pek çok 
        olmamakla beraber eserler bulunmaktadır. 
        
                    Kütüphanede göreve başladığım yıllarda Çorum’da bir Hitit 
        Kütüphanesi kurulması için çalışmalar yapılmıştı. Bizlerin bir işi 
        planlı,projeli yaptığımız görüldüğü pek görülmüş bir şey olmadığı 
        hepinizce malumdur. Bu iş içinde plan,proje yapılmadan önce tartışılmış 
        yapılması kararı için konuşulmuş,bu tasarı girişim olmadan unutulmuş 
        gitmişti. 
        
                    Bu önerinin baş mimarı olan Rahmetli Belediye başkanımız 
        Turan Kılıççıoğlu ile kütüphanede bulunan el yazma eserlerin ilk defa 
        Ankara’ya götürülmemesi için yaptığımız istişarede bu konu da dile 
        gelmişti. Hatta Başkana bir minibüs tahsis etmesini,bu 
        minibüste,fotokopi ve diğer kopyalama aletlerinin bulunmasını,harcırahı 
        ve giderlerinin karşılanması halinde bütün Türkiye’yi ve Avrupa’yı 
        gezerek kitapların asıllarının toplanmasını,tek nüsha olup,baskısı 
        yapılıp da piyasada kalmamış eserlerinde fotokopi veya fotoğraflarının 
        alınması bu bilgilerinde ciltlenerek Hasan Paşa Kütüphanesinde bir 
        salonda yada,bir bölümde araştırmacılara açılmasını konuşmuştuk. Hasan 
        Paşa Kütüphanesinin bu kitapların konulması için yeni bir raf 
        gereksiniminin olacağı gündeme gelmiş;yazma kitapların Çorum’da kalması 
        için Kültür Bakanlığına Başkanın verdiği söz gereği eksik olan saçtan 
        kitap raflarının yapılması için o zamanın Atölye şefi olan Erol beye 
        direktif vermişti. Benim çalıştığım zaman içerisinde kütüphanenin orta 
        boy bölümüne saç iki raf yapılmış ve montajı da yapılmıştı. Birinci 
        aşama olarak girişim ve tarafımdan istenilen araç ve gereçler içinde 
        seçimden sonra yapılmasını konuşmuştuk.  
        
        Bu girişim iki saç rafla güdük kaldı. O  zamanki seçimlere 
        takılarak ve Başkanın vefatı ile proje rafa kalktı. Benim çok bu 
        girişimlerimde Bakanlığın gözünden kaçmayarak TALTİF (!) edilerek 
        Tatvan’a Müdür olarak tayınım çıktı. Bizde emekliliğimizi istedik,bu 
        projede böylece ortadan kaldı. 
        
        Bu anı ve çalışmaların gün ışığına çıkması daha doğrusu nereden 
        çıktığı ise,HİTİT ile ilgili resmi kurumlar ile bir ticari kuruluş 
        birliği bu işe el atmaları. Birisi;bir HİTİT albümü,diğeri ise bir HİTİT 
        web sitesi açma girişiminde bulunması. 
        
        Gerçek çalışmalar yapmak için,gerçek kişilerin bir şeyler yapması 
        gerekir. Laf ile peynir gemisi yürütülemez. Her şeyi para ile hallederiz 
        diyenleri görüyoruz. Son il yıllığında Çorum hakkında her bilgi mevcut 
        mu ? Bu güne kadar Çorum hakkında yapılar web sitelerinde layıkıyla 
        Çorum tanıtılıyor mu ? Zannetmem. Benim sitemde bile daha Çorum’un onda 
        birini tanıtamadım. Ne yapayım, etim ne ise budum bu kadar olacak. 
        
        Hititleri tanıtalım. Hititlerle ilgili materyali Çorum’da 
        toplayalım. Kazıların hızlandırılması için dernekler ve ticari 
        birliklerin katkıları ile güçlendirelim. Ne dersiniz? Var mısınız ? 
        Yoksa yine laf salatası yaparak, yaptık ta oldu mu diyeceğiz? 
        
          
        
          
        
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        GÖZ ZEVKİ 
        
                    Yaratan ;bizlere bazı duyular vererek bu duyular sayesinde 
        zevkler almamızı sağlamış. Bu duyulardan bir tanesi de görme duyusudur. 
        Görme duyusu eksik olanların da diğer duyularından başka birisini daha 
        hassas olarak işlevini yaparak görme duyusunu takviye edilmesini 
        sağlamıştır. 
        
                    Görerek yapılan işlerin;daha güzel ve daha işlevsel olduğunu 
        biliyoruz. Atalarımız yaşadıkları evlerin göz zevkini okşayıcı bir 
        şekilde olması için çalışmışlardır.  
        
        Geçenlerde depo olarak kullanılan;ata yadigarı bir konağın 
        içerisine girdim. Maddi imkanımın olmaması beni bir defe daha üzdü. 250 
        milyara (bu yerin korumada olmasından dolayı şu anda yıkılıp da 5 katlı 
        beton blok yapılamıyor bu beni sevindirdi) satılığa çıkartılan bu 
        mekanın ikinci katında tavan işlemelerinin işçiliği bugün bu paraya 
        yaptırılamaz. Geleceğimizin mirası olan böyle yapılar İstanbul’da olduğu 
        gibi birkaç zaman sonra makus bir yangına kurban gidicik,yada kendi 
        kaderine terk edilerek,kullanılmayan mekanların akıbeti olan zaman 
        denilen sayaca yenik düşecekler. 
        
        
        Dedem 90 yaşında şimdi halen duran konağın işçiliğini bir hakla (gaz 
        yağı tenekesi) altına yapmış. Bu çalışma ise bütün amcalarımla beraber 
        yapımı yaklaşık dört yıl sürdüğünü babaannem anlatmıştı. Dedemle çalışan 
        kireç ustaları,tuğla eleyen ustalar,örme ustaları da ayrıca ücret 
        almışlar,dedemler sadece iskedos iskeleti,kapı ve pencereleri,tavan ve 
        döşemeleri ile çatıyı bu ücrete  
        
          | 
      
      
        | 
         
          
        Fazla 
        uzak zamana gitmeden,dedelerimizin yaşadığı evlerin tavanlarında, 
        kapılarında,dolap kapaklarında yaptırdıkları oymalara bakarak uykuya 
        daldıkları,o oyma ve desenlerden sanatkarsa kendisine göre başka 
        desenlerin hayallerini kurduğunu düşünebilirsiniz. Bizler ise kuru ve 
        düz bir betona gözlerimizi dikerek uykusuz gecelerin geçmesini 
        bekleyerek kuru ve yalın hayallere dalarak göz zevklerimizi böylece 
        kaybettik.  
        
        Bizler ise bu günlerde yaşarken görme duyumuzu diğer duyularımız 
        gibi kaybetmiş demeyelim de köreltmiş gözüküyoruz. Bakıyoruz;görmüyoruz. 
        Söylüyoruz;kulağımız söylediğimizi duymuyor. Düşünüyoruz;uygulamasını 
        yapamıyoruz.Yazıyoruz;kendimiz yazdığımızı savunamıyoruz.Vb. 
        
        
          
        
        Bizlere,sizlere düşecek olan ise bunları korumak. İmkanı olanlarında bu 
        gibi yatırımlara fazla ayıracak parası yok. Kültür ve sanata bilhassa 
        edebiyata destek çıkalım diyenler ise yok denecek kadar az. Onlarda 
        bütün bu faaliyetleri gösterenlere yetişmelerine imkan yok. 
        
                    İlimizde yapılan güzelliklere bakmak için yapılan 
        çalışmalara katkıda bulunalım. Bu gibi girişimlere de katkıda bulunalım.
         
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          
        
        GÖRÜNTÜSÜZ GÖRÜNÜM 
        
                    Bundan seneler önce yapılan bir toplantıda benim kütüphanede 
        iken hazırladığım bir çalışmamı,bir araştırmacı aynen yazarak 
        dinleyicilere kürsüde bildiri diyerek okudu. Ben bu bildiriye kaynak 
        olan bilgiyi yazdırarak kütüphanede bir nüshasını bıraktığım dosyadan 
        alındığını ve benim bu bilgiyi hazırlarken kendim içim bilinen ve 
        kütüphanede çalışanlarca da bilinen söylenişle  daktilo ettirmiştim. 
        
                    Toplantıda bu bilgileri veren kişi ile muhakkak görüşmem 
        gerektiğini düşünürken konuşmasını bitiren zat kürsüden inerek benim 
        oturduğum sıranın önünde bulunan sıraya oturdu. O zata: 
        
                    - Bu konuşmayı hazırlarken hangi kaynaktan faydalandınız ? 
        Diye sorunca: 
        
                    - Benim kendi fikirlerim. Araştırmaları da çeşitli 
        kaynaklardan aldım. Dedi. Ben yine üsteledim. 
        
                    - Tamam çalışmayı siz yazmışsınız da,bu çalışmada bulunan 
        bir hatayı,bir belgede ben hazırladığımda yapmıştım. Bu belgeyi ben 
        düzelterek kullandım fakat  siz bu yanlışlığı da konuşmanızda sık sık 
        tekrar ettiniz. Muhakkak bu bilgileri Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan 
        bir dosyadan almanız gerek. Dedim.  
        
                    - Hayır. Ben bir belgeden faydalanmadım. Birçok belge 
        araştırdım. Dedi. 
        
                    Diyecek başka sözüm kalmamıştı. Adam alenen benim çalışmamı 
        noktası ve virgülüne kadar aynen okuyarak toplantıya bildiri olarak 
        sunuyordu. Bu beni sevindirdi. Olsun diye düşündüm. Bir çalışmam ha 
        Mahmut,ha Ali ismi ile gün ışığına çıksın diye düşündüm. Yalnız beni 
        üzen konuşmacının benim hatamı aynen kağıda geçirerek toplantıda bildiri 
        olara okuması ve bu toplantı metinlerinin bastırılarak kitap haline 
        getirilmesi idi. Bizce bilinen,fakat;okuyan,dinleyen ve basılır kitap 
        haline gelirse okuyucular için çok büyük bir yanlış bulunmaktaydı. 
        “Milli Kütüphane” 
        
                    Ben o zamanlar daktilo ile yaptığım derlemelerde,okunan o 
        belgede kendimin bildiği mana ile yazmıştım “Milli Kütüphane” ismini. 
        Dinleyenler ve ileride okuyacaklar bu Milli Kütüphane ismini Ankara 
        Milli Kütüphanesi olarak algılamaları muhakkaktı. Ben;kütüphane ile 
        yaptığım araştırmamda “Çorum Milli Kütüphane”si yazmamış,milli kütüphane 
        diye kaleme almıştım. O araştırmacı da aynen benim yazdığım gibi Milli 
        Kütüphane,milli Kütüphane diyerek konuşmada on;on beş kere tekrar 
        etmişti. Türkiye’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile beraber vakıf 
        ve diğer özel kütüphaneler de kapatılmıştı. Hasan Paşa 
        Kütüphanesi,Süleyman Feyzi Kütüphanesi,Ahmet Feyzi Kütüphanesi gibi. Bu 
        kütüphanelerden Çorumlular faydalanmışlar,bu faydaların da evlatlarınca 
        da devam etmesini sağlamak için bugün  Belediye Sarayı olarak kullanılan 
        bina idi ve ismini de “Çorum Milli Kütüphanesi” koymuşlar,şaşalı bir 
        törenle açılışı yapılarak Çorumlulara hizmete başlamıştı. 
        
                    Toplantı bitiminde;o konuşmacıyı tekrar konuşmak için 
        durdurdum. Ona: 
        
                    - Bak arkadaş. Ben bir hata sayılacak eksik bir şey yazdım. 
        Sende o eksik bilgiyi papağan gibi aynen okudun. Şimdi doğru söyle 
        bakalım. Bu bilgiyi kütüphane brifing dosyasından aldığın belli. Şimdi 
        bunu da sana soracağım soru ile ispat edeceğim. Söyle bakalım bu Milli 
        Kütüphane nerede? Dedim. O da düşünmeden: 
        
                    - Ankara’da dedi. Ben kahkaha ile gülünce ona: 
        
                    - Bak arkadaş,bu araştırmanın nereden aldığını belli ettiği 
        gibi,seninde aynı yanlış anlam içinde olduğun belli. Bu Milli Kütüphane 
        Çorum Milli Kütüphanesidir. Diyerek “Çorum 1997” kitabımdan bir tane ona 
        hediye ederken: 
        
                    - Bu kitapta;seninde aynen okuduğun bilgi bulunmaktadır. Bu 
        kitaptan kütüphaneler bölümünde Çorum’da kütüphaneler bölümünde senin 
        okuduğun bölümün aynısı bulunmaktadır. Yalnız bunda Milli Kütüphane 
        değil Çorum Milli Kütüphanesi olarak yazılmıştır. Sizlerin yaptığı bu 
        konuşmaların metinlerini vermeden Milli kütüphane geçen yerlerin başına 
        Çorum yazmayı unutmayıver. Dedim. 
        
                    Konuşmaların basılıp,basılmadığını bilmiyorum. Tarafıma 
        ulaşmadı. Yanlışlık düzeltildi mi ondanda haberim yok. Yaptığımız 
        araştırmalarımızda da “Görüntüsüz görünüm” yapmayalım. Kaynakları iyi 
        irdeleyelim. Yanlışlıklara sebep olmayalım. 
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         
        KOLAY GELSİN 
        
                    Belediyemiz yine Çorum’da faaliyette. Yağmur atıklarının 
        akacağı bir çalışmanın içerisinde. 
        
                    16 Ekim 2004 tarihinde Bahçeli evler 1. caddeden başlayan 
        çalışma için bir diyeceğim var. Dikkate alınması hem belediyenin,hem de 
        biz mahalle sakinlerinin çıkarına. 
        
          | 
      
      
        
         
          
          
        
        Belediyemizin su atığı için yaptığı masrafı tekrar tekrar sokaklarımızı 
        kazarak hem kendisini,hem de bizleri yormasına gerek yok. Önerim 
        ise,resimde görüleceği gibi,bir genişlik mevcut. Bu genişliği bir metre 
        daha geniş tutarak dört köşe yada dikdörtgen prizma  kesitinde insan 
        boyundan biraz yüksek bir beton menfez yapılarak,kazılan sokak veya 
        caddenin bütün alt yapıda bulunan aktarma organlarını bu menfezde 
        toplamanız daha yararlı olmaz mı ? Şu anda resimde gördüğünüz büzlerin 
        kapasitesi çok az gözükmekte; Melik Gazi tarafından gelen sel suyunu 
        kaldırması imkanı da yok. Bu büzlerden ancak çok az bir yağmur suyunun 
        akacağı ve geri kalan yağmur sularının ise yine asfalttan bizleri 
        rahatsız ederek akacağı gün gibi aşikardır. 
          
        Zaten 
        şimdi yapılan bu çalışma Bahçelievler 1. caddenin büyük bir probleminin 
        giderilmesi amacını taşıdığını biliyorum. Bu caddenin bir sakiniyim. 
        Burada bulunan kanalizasyon,1978 yılının konutlarına dahi az gelmekte 
        iken,bu konutların yerlerine 24 dairelik apartmanlar yapılarak iskana 
        açılmasına karşın,alt yapı kanalizasyonda bir değişiklik veya genişletme 
        işlemi yapılmadı. Ortalama yağan bir yağmurda bu caddede bulunan bazı 
        apartmanların bodrum katlarından fazla gelen yağmur suları kanalizasyon 
        suyu ile karışarak çıkmakta idi. 
        
                    Yukarıda bahsettiğim menfezin 
        duvarlarına;doğalgaz,elektrik,su,telefon ve diğer hizmetlerin de Avrupa 
        ve Amerika’da olduğu gibi döşenmesi ve hatta,elektrik direklerinin 
        kabloları ve diğer bağlantı kollarının da yol kazılma işleminde planda 
        belirlenen iki apartman arası boşluğu ile açılarak yolun bir daha 
        kazılarak,hem işçilik,hem iş,hem vakit,hem de o civarda oturan 
        sakinlerin rahatsız edilmemesi için gerekli görüyorum. 
        
                    Yapılacak menfez;bir bağlantı ana kanalı ile şehir dışına 
        çıkartılır ve alt yapı problemi bir seferde halledilmiş olur. Yeni 
        yapılacak altyapı hizmetlerinde bu menfezden rahatlıkla 
        faydalanılarak,daha modern bir alt yapı çalışması yapılmalıdır. 
         
        
                    Benden söylemesi. Taktir ve çalışma Belediyenindir. 
          
        
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
        
        CUMHURİYET BAYRAMI  
          
        
        Bundan tam 81 yıl önce 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
         
        
        Ülkemiz;önce dış ve iç hainler tarafından zayıf ve güçsüz 
        bırakılmıştı. Ülkenin idaresinde bulunan yetersiz kişiler Türkiye’yi 
        savaşa sokmuş,savaşta yenilen tarafta olması bahanesi ile vatanımız 
        istila altına alınmış,başta Anadolu,Ege,Marmara,Akdeniz,Güneydoğu 
        Anadolu düşman çizmeleri ile alenen işgal ve esir edilmişti. Ülke bir 
        önder bekliyor ve yeniden doğuşa hazırlanmak istiyordu. Samsun’dan 
        Anadolu’ya çıkan Türk Paşası bu görevi üstlenerek ileride Türkiye 
        insanlarının ATATÜRK’Ü olacak olan Mustafa Kemal’in işaretini 
        bekliyordu. Türk evlatları kadını,erkeği,yaşlısı,genci,fakiri,zengini 
        birlik oldular. İlk önce bütün ülke sathında meclis için üyeler 
        gelmesini istedi. Burada Türk Milletinin yapacaklarını kararlaştırdılar. 
        Alınan kararlar dahilinde yedi düvele kafa tutarak savaştılar,ülkesinde 
        bulunan çeşitli Avrupa işgalcilerini kanı pahasına ülkesinden attı. 
        Vatanını bütün olarak kurtaramadıysa da Misak-ı Milli sınırlarını 
        koruyabildi.  
        
        Ülkemin insanları savaştan yeni çıkmıştı. Anadolu 
        aç,yaralı,sermayesiz fakat Dünya’ya kafa tutarak özgürlüğünü kazanmış 
        olarak ayakları üzerinde duruyordu. Ülke bir bütün olmuş,Avrupa’ya bazı 
        tavizler vererek de olsa Hürriyetini kazanmıştı. Atatürk’ün, yoktan 
        kurduğu Türk Devletinin yapısını 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in 
        sağlam temelleri üzerine oturttu.  
        
        Ülkemizin en büyük Ulusal Bayramı Cumhuriyet Bayramı'dır. İlelebet 
        ve her 29 Ekim’i kutlarken Türk evlatlarının verdiği canları,döktüğü 
        kanları unutmayalım. Cumhuriyet Bayramını her kutladığımızda,her 29 
        Ekim’de coşkuyla kutlayalım,sonsuza kadar da kutlamalıyız. 
        
                    Bizlere emanet olan bayramlar;atalarımızın Milli ve Kutsal 
        bayramlarımızı en içtenlikle ve gerektiği gibi kutlamalıyız. Bu 
        bayramların bizlere Ülke,Vatan,vatandaşlık, millet, birlik, 
        sevgi,saygı,hürmet,kuvvet,birbirimizi tanımak ve diğer dünya 
        birlikteliğini sağlamak için var edilmiştir. 
        
        Kutladığımız Cumhuriyet Bayramının adını aldığı Cumhuriyet idare 
        şekli sözlüklerde :Halkın egemenliğini doğrudan yada seçtiği temsilciler 
        aracılığı ile kullandığı devlet biçimidir. Cumhuriyet rejiminde iki 
        unsur çok önemlidir: a- İdare edilenler   b- İdare edenler İdare 
        edenleri idare edilenler seçer. Bizler idare edilenlerin dikkat etmesi 
        gereken,fanatik olarak tuttuğumuz partinin değil,ilimize,ülkemize 
        faydası olanları seçerek onların idaresini seçmemizdir. Biz bu 
        seçtiğimiz kişilerle vereceğimiz görevleri de sonradan takip etmemiz 
        ülkemizin bekası için  gereklidir. 
        
                    Geçmiş olan 29 Ekim 2004 Cumhuriyet Bayramınızı candan 
        kutlarım. 
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
        
        ON KASIMLAR 
        
                    İnsanoğlu çabuk unutan bir fıtratla yaratılmıştır. 
         
        
                    Bundan fazla uzak olmayan birkaç beş yıl önceye kadar büyük 
        önderimizi ölüm yıldönümlerinde anılır,bir günlükte olsa yas 
        tutularak,bir sevilenin ardından anılmasını öğreten insani bir duyguyu 
        tüm ülkemiz yaşıyordu.  
        
                    Doğum;ölüm insanların elinde olmayan bir olaydır. 
         
        
        Ülkemizin bu günlere gelmesini sağlayan Atatürk’te bir fani olarak 
        zamanı gelince öleceğini biliyordu. Ölümü,ömrü boyunca devamlı yanında 
        bulmuş,adeta onunla yaşamayı öğrenmişti. Hayat hikayesini incelerseniz 
        hemen hemen her zaman  ölüm tehlikesi geçirmiş, Yüce Koruyucunun ona 
        verdiği ömür mucibince de devamlı ölümle bitecek olayları bertaraf etmiş 
        bulunuyordu. Zamanı gelince O’da vadesinin geldiği 10 Kasım 1938 
        tarihinde hayata gözlerini kapadı. 
        
                    O’nu seven,sevmeyen herkes arkasından ağladı. O; bugün bile 
        girmek istediğimiz yedi düvelin karşısında ilkeleri ile karşı durmakta. 
        AT girmek için yedi düvel bu ilkeleri silme şartları öne sürülmekte. 
        Bizlerin kutsal saydığı değerleri yok etmeye çalışmakta. AT a üye 
        ülkelerin kendi kutsal saydıkları bütün doneler duruyor da,bizim kutsal 
        saydığımız değerlerimiz neden yok edilmeye çalışılıyor ? Maksat üzüm 
        yemek değil. Bağcı dövmek. 
        
        Keşke AT ülkemizi alsalar (!). Almayacaklar. Almak ta 
        istemeyecekler. İstemezler de. Bizleri oyalamaktan başka bir işlemleri 
        yok. Bizlerde safça bu vatlara inanıyoruz. Türkiye’yi  alsalardı;Kıbrıs 
        problemi olarak ülkemizi saran,Kıbrıs Türkünü iki bölen oyunlara 
        girişmezlerdi. Orada bulunan genç kuşağı hemen iş ve aş sahibi yapılacak 
        diye kandırarak böldüler. Bu olaylara inanan gençler AT istedi. Yüce 
        Yaratan Türk’ü yine korudu,Kıbrıs Rum kesimine hayır dedirtirdi de 
        Kıbrıs’ta bulunan sınırlar şimdilik sabit kaldı. Yedi düvel Türkiye’yi 
        AT a almak isteseydi;Türkiye’yi Kıbrıs Rum kesimi ile birlikte AT a 
        alırlar ne Kıbrıs,ne fır hattı,ne kıta sahanlığı, Ne Ege, ne Kardak, Ne 
        de diğer itilaflar diyerek bir şey ortada kalmazdı. Bütün her taraf toz 
        pembe olurdu. Türkiye ile Avrupa birlik olur, kaynaşırlar bu kaynaşmada 
        problem olarak gözüken Kıbrıs’ta bulunan Türk Askeri problemi 
        olmaz,sınır itilafları yok olurdu. Kıbrıs için yeni bir umut var:Yeni 
        seçilen ABD başkanı İnşallah Kıbrıs’ı devlet olarak tanısında görün 
        gümbürtüyü. 
        
                    Evet ülkemin insanları. Önce bizlere mozaik masalını 
        okudular,bizler de alıştık,sonra dinimize bulaşarak Dinin ne ? Diye 
        sorduğunun  herkesi birbirine düşürdüler. Yok şusun,yok busun,yok şu 
        tarikattansın diyerek bizleri bölmeye çalıştılar,bazılarımız ayırdılar. 
        Şimdi de Azınlık hikayesini öne sürdüler. Neler olacağını yaşarsak 
        göreceğiz. 
        
                    Binlerce kişinin ölümüne sebebiyet veren bir kesim bakalım 
        ileride neler yapacaklar. Bizlerin himayesinde beslettikleri Kuzey Irak 
        halkının Türklere karşı neler yapacağını göreceğiz. Bu şımarık çocuklar 
        daha başımıza ne gibi çoraplar örecekler. Bu tayfanın büyük 
        destekçilerinden birisi başımıza geleceklerin taktiri ilahisi olarak 
        tekrar seçildi.  
        
                    Atam ! Sen vefat ettin. Rabbi’nin emri gereği bu dünyayı 
        terk ettin. Fakat Türkiye’yi terk etmedin. Kalbimizde yaşıyorsun. Seni 
        şöyle tanışan,böyle tanıyan,arkandan atan ülkenin insanlarına kızma. 
        Yaratan onları öyle yarattı. Sen de biliyorsun ki;bu ülkenin insanları 
        dolduruşa gelir gözükseler de bazı çıkarcılardan başkalarından başkaları 
        bölünmezler, ülkemize ihanet etmezler. 
        
                    Bakalım Mevlâ’m neyler;neylerse güzel eyler. 
        
                    Ömrümüz olursa,bu olumsuzlukları göreceğiz. İnşallah ben 
        yanılırım da elim ayağım tutarsa bir özür yazısı yazarım. 
          
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          
        
        “İLİM İLİM BİLMEKDÜR” 
        
                    Yunus Emre’mizin bir mısrasının başlangıcını başlık aldım.
         
        
                    Bizim ülkemizin Cumhuriyetten önce bu vatan topraklarında 
        yaşayan atalarımızın aynen bizler gibi Türk olduğu,bu Türk 
        topuluklarının her milletten,her ırktan,her dinden,her görüşten 
        şahısların ve topluluklarının yaşadığını ve bu topluluğa “Osmanlı 
        İmparatorluğu” denildiğini ve bu İmparatorluğun yanlış idarecileri 
        karşısında 1071’den Kurtuluş Savaşı dönemine kadar Kendisini Türk sayan 
        atalarımızın yaşadığı Vatan,ANADOLU. O günkü saltanatının aynen bu 
        günlerde ki gibi kendini,Vatanını,Milletini,Ulusunu bilmeyen ve kendine 
        aydın denen,yada aydın olduğunu zanneden kişilerden dolayı Kurtuluş 
        Savaşından önceki duruma geldiğini acaba bilmiyorlar mı ?  
        
        Atasına saygısı olmayan bu kesimler acaba atalarının Orta Asya’dan 
        gelmeyip,Avrupa’dan mı,Afrika’dan mı,Amerika’dan mı yoksa Arabistan’dan 
        mı geldiğini biliyorlar. Acaba yazılarında Atalarını karadıkça belli bir 
        kesimden payeler mi alıyorlar ? Yoksa bilmediklerinden mi söylüyor ve 
        yazıyorlar ! 
        
                    “İLİM İLİM BİLMEKDÜR 
        
        İLİM KENDÜN BİLMEKDÜR 
        
        SEN KENDÜNİ BİLMEZSİN 
        
        YA NİCE OKUMAKDUR” 
        
                    Şimdi esas konumuza gelelim ! İlim.  
        
                    Aşağıdaki bu ilimlerin neler olduğunu biliyor muyuz onu 
        sorayım ?         
        
        İlm-i ensab,ilm-i isnat,il-i kıhf,ilm-i menahic,ilm-i merya, ilm-i 
        mevcudat, ilm-i tabii, ilm-i tetkiki hutut, ilm-i ahval-i cevv, ilm-i 
        enva, ilm-i heyet, ilm-i nücum, ilm-i tevlid, ilm-i ruşeym, ilm-i 
        nebatat, ilm-i kelam ve akaid, ilm-i aruz, ilm-i bedi, ilm-i belagat, 
        ilm-i kafiye, ilm-i akvam, ilm-i hikmet, ilm-i mabatü-ül tabia, ilm-i 
        cerk-i eskal, ilm-i hiyel, ilm-i meraya-yı muhrika, ilm-i savt,ilm-i 
        hukuk, ilm-i idare, ilm-i iktisat, ilm-i rusum, ilm-i servet, ilm-i suri, 
        ilm-i tetbir-i menzil, ilm-i arz, ilm-i tabakatü’l arz, ilm-i kimya, ilm-i 
        edep, ilm-i imla, ilm-i iştikak, ilm-i lugat, ilm-i nahv, ilm-i cebr, 
        ilm-i hendese, ilm-i hesap, ilm-i meseha, ilm-i medeniyat, ilm-i edvar, 
        ilm-i müziki, ilm-i ahlak, ilm-i manevi, ilm-i ruh, ilm-i terbiye-i 
        etfal, ilm-i ahcar, ilm-i asar-ı antika, ilm-i beden, ilm-i elsine, ilm-i 
        ensac, ilm-i fıkh, ilm-i kıyafet, ilm-i tıbb, vb. 
        
                    Size bir ipucu vereyim. Sadece bu ilimlerden bir tanesi din 
        ile ilgili ilimdir ki,bu yazıyı yazan adam acaba dinle ilgili ilimlerden 
        niye yazmamı yada;dinsiz mi diye bir zanda bulunmayasınız diye yazdım.
         
        
                    Şimdi atalarımızın bomboş oturduğunu iddia 
        edenler,atalarının nelerle uğraştıkların araştırılarsa bulduklarına 
        şaşarlar ve dona kalırlar. Yazılarında bilmediklerini yazılarında adeta 
        sırıtarak belli etmeleri ile de bu kişiler bilmemelerinin aynasıdır. 
        
                    Şimdi Yunusumuzun dediği gibi önce kendimizi bilmezsek 
        okuduğumuz ilim,imim midir ! 
        
                    İlim babından atalarımız bizim bu gün kullandığımız batı 
        ilminden çok üstün bir bilim ve ilim erbabıydı. Atalarımızın ilmi ile 
        bugün girelim diyerek can attığımız birliğinin bu gün dahi Demokrasi ile 
        değil Krallıkla idare edilen kaç ülkesi olduğunu acaba biliyor muyuz ? 
        Acaba bu krallıkların kaç tanesinin kralının o ülkenin kiliselerinin de 
        başkanının o kral veya kraliçeler olduğunu biliyorlar mı ? Bizlere 
        demokrasi dersi verenlerin acaba önce kendi idarelerini Demokrasiye 
        geçirmelerinin ve sonra bizlere demokrasi hakkında havalar atmalarının 
        gerektiğini söylememiz abes mi ? 
        
                    Evet sayın yazarlarımız. Bilenlerle bilmeyenler bir olmuyor. 
        Bilenler olmanız için hiç olmazsa bir ufak ansiklopediden yazdığınız 
        konuyu gagalamanız sizin için daha iyi olur diye düşündünüz mü ? 
        
        Yazılacak çok şeyler var. Fırsatımız olursa yazarım. Sizlerde 
        okursunuz. Geçmiş Ramazan Bayramınızı kutlarım. 
          
          
        
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!   
          
        
        
        MÜREKKEP YALAMAK 
        
                    Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin 
        tama olarak ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan 
        çıkana,tıraş olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı 
        incelemediğimden kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz. 
        Banyodan çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz. 
        
                    Şimdi gelelim konu başlığına: 
        
        “MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için 
        yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir deyimdir. 
        
        Pek çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel 
        olunduğu  zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı 
        konumuzun içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir. 
        Nasıl bu günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest 
        dolaşma hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa 
        ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan 
        Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar. 
        
        Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu 
        ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını 
        yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan 
        kitapların “Babı Ali”de  bulunan denetim masasına ciltlemeden formalar 
        halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak bulunan il,ilçe 
        veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.  
        
        Bu işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin; Çorum’da bir yazar kitap 
        yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için 
        Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve on 
        binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade verilirdi. 
        İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların konakladığı hanların 
        sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek sorarlar,eğer kitap varsa 
        o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar toplanarak formalar 
        bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem 
        İstanbul – Çorum arasında 11 konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat 
        kopyası çıkartılırdı. Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin 
        ihtiyacı kadar sonradan çoğaltılırdı. 
        
        Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz: 
        Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak tanıtılmış 
        olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve giden kervanlarca 
        alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin tamamına ulaştırılmış 
        olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para da o yazarın telif ücreti 
        olurdu. 
        
        Şimdi gelelim konu başlığına: 
        
        “MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması 
        kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri 
        tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem 
        yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların 
        kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak için 
        aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu ak samur 
        fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt üzerindeki ak 
        kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı da kaz yumurtası 
        büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan fırça izleri ile 
        yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün kullandığımı kuşe kağıt 
        gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be birader. Ne diyeceksen de 
        dediğinizi duyar gibiyim. 
        
        Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi 
        ? 
        
        Hattat yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın 
        mürekkebinin silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile  
        kütüphanelerde bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir 
        görevli bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü 
        ile ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce 
        yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir. 
        
         “MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir 
        kelimedir. 
        
        Bu sıralarda Halil GÜLEZ ve Fatma SEVİLMİŞ  arkadaşlarımız kitap 
        bastırma hazırlığındalar. Bizde hasbelkader onlara yardımda bulunarak 
        mizanpajını yapıyorum. şimdi onlar kitaplarının basılacağı heyecanı ile 
        yanıp tutuşarak muhakkak geceleri uykuları kaçıyordur. Bu arkadaşlarımın 
        kitabı basılıp ellerine geçince bütün sıkıntıları gidecek,yaptıkları 
        bütün masraflar gözlerinden silinecektir. Hemen ikinci kitaplarının 
        hazırlığına gireceklerdir. Bunlar mürekkep yalamazsalar da matbaa 
        mürekkebi kokusu tiryakisi olarak daha pek çok kitap bastıracaklardır. 
        
        Konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve çıkacak kitabın yeni 
        baskılarının yapılması dileğimle. 
          
        
          | 
      
      
        | 
         
        KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! 
          | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
        DİKKAT ! BU 
        BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN 
        KULLANILMAMALIDIR | 
      
      
        | 
         | 
      
      
        | 
         BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!  | 
        
      
        | 
         
        Hazırlayan 
        Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com  | 
        
      
    |  
        
        DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ 
          OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR | 
            
      
    | 
         
          
    
     | 
        
      
          | 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL 
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM | 
        
      
          | 
      
       Hukuka, Yasalara, 
Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |